25-02-2009, 16:10 | #1 |
|
Yaşam Arsızı..
6 Mart günü vizyona gireceği belirtilen filmi; ülkemizde yaşanan kadın ve çocuk sorunları hakkında çarpıcı bilgileri, yaşanmışlıkları merak eden herkesin izlemesini tavsiye ederim..
YAŞAM ARSIZI “Her şeye rağmen, yaşamak” Yapım Yönetim: Yasemin Alkaya Yapım Koordinatörü: Umut Altınok Görüntü Yönetmeni: Bernadette Paassen Ses: Amaç Işıklar Orijinal Müzik: Cem Adıyaman Kurgu: Thomas Balkenhol Dağıtım: Umut Sanat OYUNCULAR: Elif Çağlayan Yasemin Alkaya Aysun Çağlayan Funda Çağlayan Berivan Umut FİLMİN KONUSU Elif, iki çocuk annesi, sıra dışı bir pavyon kadınıdır. Tarihçi olan babasının aşıladığı dünya görüşünün de etkisiyle, yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen insan kalmayı başarabilmiştir. Çocuklarına “ne yapıp yapacaksınız; ama yaşamınızı kimseyi incitmeden yaşayıp bitireceksiniz” diye öğüt vermiştir hep. Bataklıkta dans etmek kadar zor olan hayatını defalarca bitirmeye çalışmıştır Elif. “Bu hayatı yaşamayı beceremiyorum” der, kendi kendine sık sık; ama eli kolu bağlıdır. Çünkü iki çocuk anasıdır Elif ve bu dünyaya çocuk getirmek onun hayattaki en büyük hatasıdır. Ne yapıp, ne edip çocukları büyüyene kadar sürdürecektir hayatını… “İki bebek, iki şizofren kardeş, birde alkolik, kocan varsa… ve kış günü aç bir halde sokakta kalmışsan, pavyon çok iyi bir alternatiftir. Karnını doyururlar, iki kuruş para verirler, yatacak sıcak bir yerin olur ve bir anda umutsuzluğun umuda dönüşüverir. Ayrıca bu dünya, sizin yaşadığınız dünyadan çok daha net ve temizdir. Bu dünyada kimse kendini gizlemez, neyse odur. Hayatta herkes bir şekilde senden yararlanmak ister; burada hiç olmazsa bunu açıkça dile getirirler” der Elif, dışarıdaki hayata yeğlediği “Pavyon Hayatından” söz ederken. Hayat ona oyun etmiştir. Hem de başa çıkılası olmayan nice oyunlar… O, bir Yaşam Arsızı’dır. Ve Her şeye rağmen yaşamak zorundadır. FİLME DAİR Yaşam Arsızı’nda Elif’in ve Elif gibilerinin öyküsünü anlatıyor Yasemin Alkaya bize. Bir pavyon kadını olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalan Elif’i ve onu bu yaşama sürükleyen olaylar ile nedenlerini… Elif’in dününü ve bu gününü… Yarınını? Yarınına dair söylenen bir söz yok filmde. Elif’in “yarını”na dair söylenecek sözü biz seyircilere bırakmış yönetmen. Filmde anlatılan her şey gerçek Elif’in gerçek hayat hikayesi, oyuncular olayları yaşayan gerçek karakterler. YÖNETMENİN GÖRÜŞÜ Bu filmde: Kadına uygulanan şiddet, bu şiddetin çocuklarda açtığı hasar… Kadına uygulanan şiddete karşı devletin ve polisin tavrı… Düşmüş kadının toplumdaki yeri; törelerin, gelenek ve göreneklerin yok ediciliği, mahalle ahlakının ve kasaba ahlakının öldürücülüğü… Erkeklerin, güçsüz buldukları kadını nasıl da sonuna kadar sömürdükleri… Şerefi, namusu için rahatlıkla kadın döven, hatta öldüren erkeklerimizin, kendi çıkarları söz konusu olunca, rahatlıkla karılarını satabilmeleri ve buna rağmen namuslarına helal gelmemesi… Hele hele aydın, devrimci, dinci, eğitimli… toplum içinde saygın bir yeri olan bu erkeklerin (!) küçücük, zor durumdaki bir kıza, sokaklarda yaşayan sakalları çıkmış hasta bir kadına, hatta ve hatta akrabalarına dahi tecavüz edebilmeleri… Ve Kadının bütün bunlardan dolayı hep suçlu bulunması, toplum dışı bırakılıp damgalanması… En kötüsü, yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de kendisini suçlu hissetmesi… Çok yaşanan; ama konuşulmasından hoşlanılmayan birçok konu işleniyor. Seyirci, seyrettiğinin yalnız bir film olmadığını, aynı zamanda gerçek bir hayat hikayesi olduğunu bilerek seyredecek filmi ve “böyle şeyler gerçek hayatta olmaz, benim çevremde böyle şeyler yaşanmıyor” kaçamağını yapamayacak. Amacım seyircinin bu trajedideki kendi rolüyle yüzleşebilmesini ve artık seyirci kalmamasını sağlamak. YASEMİN ALKAYA / YÖNETMEN 1964’te İstanbul’da doğdu. Ankara Konservatuarında Bale okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. 1992’de “Kurt Kanunu” filmindeki rolüyle Ankara Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü aldı. 1996 yılında Antalya ve Adana Film Festivallerinde “Mum Kokulu Kadınlar” daki rolü ile “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllünü aldı. Aynı rolü ile 1997 senesinde ÇASOD ( Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) ve MGO ( Magazin Gazetecileri Derneği) un da “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerine layık görüldü. 1998’de İsviçre Ulusal Genç Sinemacılar Festivali’nde “Ölmeye Yatmak” filmi ile “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü aldı. 2002 senesinde “Tiyatro Stüdyosu”nun gerçekleştirdiği Yasmina Reza’nın “Yaşamın Üç Yüzü” adlı oyununda başrolü oynadı. Yaşam Arsızı, Alkaya’nın yapımcı ve yönetmen olarak gerçekleştirdiği ikinci çalışmasıdır. |
01-03-2009, 22:33 | #2 |
|
Büyük bir merakla izleyeceğim.
Bu filmin ödül almayacağından emin oldum nerdeyse. Kim gerçekleri görmeyi ve duymayı isterki? |
02-03-2009, 12:04 | #3 |
|
Yaşam Arsızı isimli belgesel filmin galası 5.3.2009 günü saat 20.00 de yapılacaktır. Bana belli bir kontenjan tanındı. Ben de galaya gelmek isteyen THS üyeleri arkadaşlarım için bu kontenjanı kullanmak istiyorum. Galaya katılmak isteyen varsa, misafirim kabul ederim. Saygılar..
|
02-03-2009, 14:31 | #4 |
|
Yerini yazmayı unutmuşum. İstinyepark, AFM sinemaları..
|
06-03-2009, 15:03 | #5 | |||||||||||||||||||||||
|
Öncelikle Zeynel Bey'e bu filmden bizi haberdar ettiği; galasına katılmamızı sağladığı için çok teşekkür ediyorum. Seyrettiğimiz şey, sinemacılık dilinde nasıl nitelendirilir, bilmiyorum. Belgesel gibi(İçinde hiç aktör-aktrist yok)ama film gibi akıcı...Film gibi ama içinde rol yapan kimse olmadığı gibi senaryo da yok...Başka bir şey... Gerçekten de tiyatrocu ve sinemacı olan Yasemin Alkaya da dahil olmak üzere(çünkü Elif çocukluk arkadaşıdır) kimse rol yapmıyor. Mesela yıllar önceden tanıdığınız birisini, çok sonra hastanede ziyarete gittiğinizi ve karşılaşmanızın kameraya alındığını düşünün...Böyle bir şey. Yapılan güzel bir şeyse, ufak tefek aksaklıkların üzerinde durmamak gerek, diye düşünürüm. Örneğin filmin kurgusu bence kötü idi... Ancak...Öyle bir film(!) ki, seyrederken birileri size yumruk atıyor gibi oluyorsunuz. Sevgili Adli Tip ile ben filmden çıkınca dayak yemiş gibiydik. Film o kadar trajikti ki, doğal olarak gelişen esprilere, dolu olan salonda sadece bir kaç kişi gülebildi. Gülmeniz, suratınızda donuyordu. Filme mutlaka gidin. Mutlaka hayata veya onun içinden bir kesite, olguya bakışınız değişecektir. Filmin asıl kahramanı Elif ama ben Elif'in kızkardeşleri olan Aysun ve Funda'dan çok etkilendim. Hani yolda giderken kaldırımda yatan veya size doğru gelen bir "düşkünü" gördüğünüzde sadece size saldırır mı, ya da dilenir mi diye düşünür ve çekinerek yanından geçersiniz ya...Ben artık öyle düşünmeyeceğimden eminim. O kişinin neden o hale gelmiş olabileceğini, devletin bunda katkısının olup olmayacağını; kimlerin tecavüz ettiğini; kimlerin dövdüğünü; o kişinin sadece ÖSS'de yanlış tercih yapıp hayatının değişmiş olabileceğini düşüneceğim. Film yukarıdaki duyguları yaşatırken ve anlatırken didaktik olmadan bunları yapmaktadır. Örneğin, Funda'ya park bekçisinin tecavüz ettiğini film yoluyla nasıl anlatırsanız anlatın; halasının ağzından bir sohbet esnasında duyduğunuz için daha gerçekçidir. Film gerçekçi bir film, gerçek bir yaşam öyküsü denebilir...Ama sadece ve maalesef "gerçek " de denebilir. |
06-03-2009, 15:47 | #6 |
|
İzlemesi yürek isteyen bir film yani..
|
06-03-2009, 15:53 | #7 |
|
Suat Bey film için gerçek diyor. İzlemek yürek isterse, yaşamak nasıl bir şeydir tahmin bile edemiyorum.
Ben yine bu durumdan kendime pay çıkaracağım. Sosyal hayatta göremediğimiz, eksiğimiz ne var da bu tür hayatlar yaşanılmak zorunda? Ya da biz neden halen gözümüzün önündekileri görmüyoruz? Görüyorsak neden kaçıyoruz? |
06-03-2009, 16:19 | #8 |
|
Aysun; Abla beni eve götür.. dediğinde yüreğimin burkulduğunu hisettim..
|
06-03-2009, 18:22 | #9 | |||||||||||||||||||||||
|
Benim en çok etkilendiğim sahnelerden birisi: Elif, düşkünler evine gelir. Kardeşi Aysun yukarıdaki sözleri söyler. Diyalog devam eder, diğer kardeş Funda Elif'e "bu gece burada kal, Aysun'la yatarsın" der, Elif ise "Neden? Aranızda yatsam ya da seninle yatsam, olmaz mı?" diye karşılk verir. Funda, hala gözlerime yaş dolmasına neden olan sözleri söylerken, inanılmaz sevinçlidir: " Olmaz mı hiç? Sabaha kadar öpe öpe yer bitiririm seni..." İki şizofren hastası kardeşin dayanışması, Funda'nın çok istemesine rağmen yukarıdaki gibi fedakarlıklarda bulunması, sözde sağlıklı insanlarda rastlayamadığımız erdemler olduğu için mi, bu kadar etkilendik bilemiyorum. |
06-03-2009, 18:45 | #10 |
|
Bazi filmler vardir; izlerken insani cok etkiler ama; isiklar yandiginda -henuz salondan bile cikmamisken- salona girerkenki ruh haline donuverir insan.
Yasam Arsizi o filmlerden birisi degil. -Suat Abi ve Zeynel Bey farketti mi bilmiyorum ama- ben filmi izlerken cok agladim. Ve dunden beri de halen etkisinden kurtulamadim. Filmde surekli birileriyle empati kurdum ve sunun icin uzuldum: keske Aysun ve Funda'yla da empati kurabilseydim. Onlarin ic dunyasini hic tahmin edememenin ezikligini hissettim. Bu filmi izlememe vesile olan Suat Abiye ve Zeynel Beye cok tesekkur ederim; hayata ise sitem... |
07-03-2009, 02:33 | #11 |
|
Sanırım ben izleyemeyeceğim. O kadar kötü şeyler görüyorum ki hayatta.. Sitem edemiyorum ,çok kızıyorum yaşamın arsızlığına..
|
07-03-2009, 13:49 | #12 |
|
Dün gece Okan Bayülgen'in "Sade Vatandaş" programının konusu "Yaşam Arzsısı" filmiymiş. Ben izleyemedim ama tekrarında denk gelirsem ya da internetten videosuna ulaşırsam izleyeceğim. Videoyu bulursam buraya da link vereceğim.
|
08-03-2009, 00:49 | #13 |
|
Kanal D'de su anda "yasam arsizi" konusu var...
|
10-03-2009, 14:12 | #14 |
|
Oyuncu Yasemin Alkaya’nın ikinci belgeseli olan Yaşam Arsızı 19 Nisan Cumartesi günü festival izleyicisiyle buluşuyor. Trajik kelimesinin bile eksik kalacağı gerçek bir hikâyeyi belgeleyen Yaşam Arsızı bir üçüncü sayfa hikâyesinden öte topyekun ahlâksızlığa mağdurluğun sınırlarını okumaya ve okutmaya çalışıyor. Festivalde Türk belgeselleri bölümünde yer alan Yaşam Arsızı anne ve babası bir trafik kazasında ölünce akıl sağlıklarını yitiren iki şizofren kız ve hem onlara hem de kendi çocuklarına bakmak için çabalayan ablalarının gerçek öyküsünü konu alıyor. Bu belgesel film çalışmasıyla ülkemizde çocuk, kadın ve hasta hakları ihlallerinin gündeme geleceğini işaret eden yönetmen Yasemin Alkaya: “Türkiye’de bulunan 400 bin şizofreni hastasına destek olmak için bir Vakıf kurulması çabası içerisindeyim. Bununla ilgili olarak da filmimin bu sürece katkıda bulunacağını ümit ediyorum. Özellikle sokakta kalmış kadın şizofreni hastalarının durumu çok daha zor; cinsel tacize ve tecavüze uğruyorlar” diyor. Saat 13.30‘da Atlas 2′de gösterilecek filmin ardından, saat 16.00‘da Atlas Pasajı’ndaki Sadri Alışık Tiyatrosu‘nda bir söyleşi düzenlenecek. Söyleşiye; yönetmen Yasemin Alkaya ve filmde hayatlarına tanıklık ettiğimiz kişilerle beraber;
Nur Çintay A.’nın bugünkü Radikal gazetesindeki yazısını buraya eklememek olmazdı: Fena silkeleyen bir şizofreni, çaresizlik, hayat hikâyesi Böyle trajik bir öyküyü anlatabilecek kelimeleri bildiğimden çok emin değilim ama deneyelim bakalım: 70′lerin sonu, Ankara’da yaşayan üç çocuklu Çağlayan ailesi. Entelektüel, yakışıklı, devrimci bir baba. Nefis börek yapan ev kadını bir anne. Üç de kız çocuk; aralarında dörder yaş var: Elif, Funda, Aysun. Çok zeki kızlar bunlar; özellikle ‘ortanca’ zehir. Maddi durumlar sıkıntısız, iki tane ev var. Tek sıkıntı, arada anneyle babanın limonileşmesi; anneye mayhoş/babaya âşık Elif’in yalancısıyız. Gebze’deki akrabalardan otobüsle Ankara’ya dönerlerken feci bir trafik kazası oluyor. Üç kız kardeş, yan yana uyudukları koltuklarda gözlerini açtıklarında, otobüsün kendileri dışındaki kısmının tarumar olduğunu görüyorlar. Elif dışarı çıkıp bakıyor ki etrafta kopmuş kollar, bacaklar… Anne, üzerindeki fıstık yeşili kıyafetten teşhis ediliyor, çok uzağa savrulmuş, feci biçimde parçalara ayrılmış. Neyse ki baba hâlâ nefes alıyor. Hastaneye gidiyorlar, birkaç saat içinde hep beraber eve döneceklerini umut ederken babanın kimliği, cüzdanı ve saati Elif’e teslim ediliyor. Sene 1981. Kazada anne-babalarını böyle küt diye kaybettiklerinde Elif 16 yaşında. Funda 12, Aysun da 8. Birtakım akrabalar devreye giriyor. Üç kız mevzubahis olduğunda, bekâret dışında her şeyin teferruat olduğu kanaatindeki ‘aile büyükleri’. Bir faydası olur muydu bilemeyiz, ama komşulardan dinlediğimiz, çocuklar ağlamıyor, acılarını bile doğru düzgün yaşamıyor, o dönemde zaten psikolojik destek filan hak götüre. İlk işaret: Dikine izmaritler Elif devlet memuru olarak işe giriyor, kardeşleri okumaya devam ediyor. Funda ODTÜ Bilgisayar’ı birkaç puanla kaçırınca dağılıyor. Gene de hayat sanki normalmiş gibi sürerken, ufak tefek tuhaflıklar baş gösteriyor: Funda ve Aysun bütün gün evde sigara içip izmaritleri dikine dikine dizmeye başlıyorlar… Ev giderek bir çöp eve dönüşüyor… Çırılçıplak soyunup evden dışarı çıktıklarında, artık işin çığrından çıktığı anlaşılıyor… Elif yine de onlarsız bir hayatı aklından bile geçirmiyor. En olmadı diyor, şu iki evi satar, parasını da yer, sonra geçer direksiyona, üçümüzü de uçururum aşağıya… Ama işte çoğu zaman olduğu gibi, evdeki hesapla çarşıdaki birbirine uymuyor. Buradaki kilit kelimelerden ilki Mehmet. Aşk mı? ‘Aslında hiç de tipim değildi’lerden Mehmet, verdiği onca hasara rağmen Elif’te bir saplantı haline geliyor. Mehmet, hadi sahtekârlıklarına hiç girmedik diyelim, en hafif tabirle kaybedenin önde gideni. İş güç yok, yalan, aşağılama gırla, dayak cennetten çıkma. Ama bunlar Elif’in Mehmet’ten iki nefis çocuk yapmasına mani olmuyor! Peki bu iki çocukla o iki teyze bir arada… Nasıl olacak? Bas Akineton’u, daya elektriği… Funda’yla Aysun iyi durumda değiller; yıllar içinde ağır şizofreni hastası olmuş durumdalar. İlk hastaneye yatırdığında ‘kaliteli akıl hastaları’ olduklarını söylüyor Elif, soyunup soyunup kendilerini sokağa atmalarını matrak bile buluyor. Ama anlattığına göre o ilk hastane tecrübesi onları ‘robotlaştırıyor’, bitiriyor, zira basıyorlar Akineton’u, dayıyorlar elektriği… Hastanede Funda’yla Aysun’u ‘NAL’ladıklarını tahmin etmek zor değil. Buraya bir parantez açalım: Cemal Dindar’ın ‘Bir Akıl Hastanesinin Hatıra Defteri/NAL’ isimli kitabını (Telos Yayıncılık) okumuş olabilir misiniz? “Norodol-Akineton-Largactil. Baş harfleriyle; NAL. Acile getirilen ‘akıl hastaları’nın yakın zamana değin tanıştıkları ilk ilaçlar bunlardı. Bir enjektöre bu üç ilaç belli dozlarda çekilir ve karışım, hastaya enjekte edilirdi. Bazı kliniklerde bu işlemin adı, iğrenç bir zekilikle, insan sevmezlikle bulunmuştu bile: ‘NAL’LAMAK. İlaç şirketlerince nemalanmadan önce kirli, şimdilerde pırıl pırıl servislerin boyaları kazınsa, bazı hocaların, bazı şeflerin dillerinden duvarlara yapışmış kelimeler sıvalarla dökülebilir hâlâ: Niye ajite bu hasta… NALLAYIN ŞUNU!..” İşte Funda ve Aysun da belli ki ‘nallama’dan nasibini almış, insanlıktan çıkarılmışlar. Hayat onlar için mi daha zor, Elif için mi, onlarla yaşamak mı daha zor, onlarsız mı, artık her şey çok karışık… Para pek çok şeye derman olmasa da, yokluğu kepazelik. Mehmet sayesinde, arada babadan kalma o iki ev satılmış, afiyetle yenmiş. Yani eldekilere ek şart: Beş parasızlık. İnsan/kadın/çocuk/hasta hakları Funda ve Aysun için memleketin dört bir köşesinde pek çok kapı çalınıyor. Hastane, bakımevi, akraba gelgitlerinin son halkası çok trajik bir biçimde sokak oluyor. İki kız kardeş parklarda banklarda yatıyor, defalarca tecavüze uğruyor, çöplerden yemek yiyor, aylarca hiç yıkanmıyor. Öyle korkunç, öyle gırtlağa tıkanan işler ki, bu memlekette insan, kadın, çocuk, hasta hakları ihlalinde bir dur durak yok mu diye düşündürüyor. Elif’in çok canı yansa da, pavyonda çalışıp kazandığıyla ancak kızı Berivan’la oğlu Umut’u büyütebiliyor, Mehmet elbette ki çoktan arazi. Pişmanlık, utanç, acı, hasret, bunları içinden kazımak için hiçbir kireç çözücü fayda etmez, ama işte daha fazlasını da beceremiyor. ‘Yaşam Arsızı’ diyor kendine, çocukları için hayatla boğuşmasını arsızlık addediyor. Bu belgesel nasıl ortaya çıktı? Çağlayan ailesinin insanı dağıtan hayat hikâyesini nereden öğendim? İstanbul Film Festivali kapsamında yarın 13:30′da Atlas’ta gösterilecek bir belgesel var: ‘Yaşam Arsızı’. Oyuncu Yasemin Alkaya’nın çektiği bu belgesel, işte bu ailenin gerçek hayat öyküsü. Ben filmi hafta içine konan ek gösterimde izledim ve çok etkilendim. En sarsıcı taraflarından biri herkesin (hâlâ) çok zeki olması. Şu anda Ürgüp’te bir bakımhanede yaşayan Funda ile Aysun mesela, insanın içine çok fena oturan pek çok şeyi biliyor, hissediyorlar, ama pek çok alanda da bebek gibiler. Elif’in çocukları Berivan ve Umut, çok parlak, çok tatlı tipler. Ve kendi: Zerre ağlak değil. Aklını kullanamamış ama zekâsı meydanda… Elif Çağlayan, Yasemin Alkaya’nın çocukluk arkadaşı. Böyle bir işe kalkışınca Alkaya da dört yıl boyunca damardan dahil olmuş hayatlarına. En büyük hayali, ortaya çıkardığı bu işle şizofrenlere umut olmak, şartlarını bir lokmacık iyileştirebilmek, belki bir vakıf kurulmasına ön ayak olmak, bu kadınların çektiği korkunç eziyeti görmezden gelen bu garip düzeni ucundan bir gıdım oynatabilmek… Umarım oynar… (Alıntı) |
10-03-2009, 14:28 | #15 | |||||||||||||||||||||||
|
1.5 yıl psikiyatri servisinde hemşire olarak çalışan ben, bütün bu söylenilenlerin gerçek olmasına rağmen bu kadar güzel anlatamazdım. Nal lamak tabiri eski de kalsa da sonuç hep aynıdır. Şimdiler de deniyor ki; 1-1-1 2-1-1 5-2-1 Ortadadi 1 hiç değişmez o akinetaondur ve tek yapılır. Sonda 1 ise en fazla 2 ye çıkar.En yüksek dozsa 5-1-2 dir. Yani 5 norodol, 1 akineton, 2 largactyl dir. Toplam cc miktarı ise 16 cc dir. Normal bir enjeksiyon da yapılan miktar 2 ya da 3 cc olmasına rağmen 5 kat daha fazla ilaç enjekte edilir. Bazen kıyafet üstünden hatta.Şizofrenlerle konuşulmaz. Onlar normal insanlardan farklı ses tonlarını bile yükseltseler hastadırlar hemen sessizleştirilirler. Bakıma ihtiyaçları en yüksek hastalar bile olsa onalara bakacak hiç bir kurum yoktur. Hastane ambulansı ancak ve en yüksek şartlarda götürür otogardan köyünün ya da yaşadığı yerin otobüsüne bindirir. Banyo yapabildiği için sevinerek şarkı söyleyen bir hastaya bile ilaç yapıldığına şahit oldum. İzlememem en iyisi, çünkü ben yeterince bu konuda acı çektim. Fizik öğretmeni, doktor,eğitim fakültesi öğrencisi bile şizofrenler vardı. Asla unutamıyorum, çok sevdiğim bir doktor bey eğitim fakültesinde okuyan bir şizofren hastayı bahçe de gezdirmemi istemişti. Gezdirdim. Sohbet ettim. Geri döndüğümüz de teşekkür etti ve odasına gitti. O zaman ki sorumlu hemşiremiz ise aynen şu cümleyi söylemişti. -Benim kocam teşekkür ederken bana böyle bakmıyor, bir daha hiç bir hasta dışarı çıkmayacak. Baharda bir kaç ay daha dışarı çıkardım. Ve hiç bir şekil de ne yaralama, ne de kaçma girişimleri olmadı. O zaman söyleyememiştim . Sadece hasta, muhtaç, gariban ve hayat mağduru insanlar bunlar diye.. İçler acısı bir durum malesef. Umuyorum ki hakettiği ilgiyi görür bu belgesel ve bir şeyler değişir.. |
10-03-2009, 15:21 | #16 |
|
Yasemin Alkaya ve Elif'le filmden birkat gün önce tanışıp, biraz sohbet etmiştik. Daha sonra film hakkında medyada çıkan bazı yorum ve bilgileri okumuştum. Hepsi etkileyici ama hiçbiri filmin kendisi kadar etkileyici olamadı.
Sayın Adli Tip, evet ben de çok etkilendim, çok ağladım. Hayatın ve insanların duyarsızlığına, hoyratlığına hep sitem eden biriyim zaten. Böyle filmler ya da yaşanmışlıklar da sitemimi arttırıyor maalesef.. Filmi dizi haline getirme düşünceleri var. Belki o zaman daha çok insanın izleme imkanı olur. Muhtemelen bu yazıyı okumayacaklar, ama yine de içimizde hep var olan, ama arada unuttuğumuz bazı duyguları tekrar hissetmemizi sağlayan Yasemin Alkaya, Elif, diğer oyuncular ve tüm emeği geçenlere teşekkür ederim. |
10-03-2009, 15:24 | #17 | |||||||||||||||||||||||
|
Oyuncu var mıydı? |
11-03-2009, 09:22 | #18 | |||||||||||||||||||||||
|
Her ne kadar belgesel de olsa, bir yönüyle aynı zamanda film. Dolayısıyla oyuncu var diye düşünüyorum. En azından bence Elif'in kızı harika bir oyuncu, kadeh tokuşturma konusunda iyi tongaya düşmüştü gerçi |
11-03-2009, 09:28 | #19 | |||||||||||||||||||||||
|
Nur Hanım, belgesel filmin en güzel yanı, insanı boğacak derecede acıyla yüzleştiren bir yanı yok. Küçük ve sahipsiz bir kıza park bekçisinin tecavüzünü bile fazla detaya girmeden bir cümle içerisinde geçiştirerek anlatıyor. Gözlerinizde yaşlar birikmişken arada kahkaha attıracak hoş espriler de serpiştirilmiş. İzledikten sonra değişik bir duygu yoğunluğuna giriliyor ama bu çok da karamsar bir havada olmuyor. Fırsat bulursanız izleyin derim ben... |
11-03-2009, 14:32 | #20 | |||||||||||||||||||||||
|
O zaman, fırsat bulmak için elden geleni yapmak gerekli. |
01-11-2010, 15:25 | #21 | |||||||||||||||||||||||
|
Yaşam Arsızı'nın DVD'si DNR'larda yerini aldı. "Filmi sinemada görmedim" diyenler için güzel bir fırsat. Görmeme rağmen ben bir tane alacağım. Çünkü, DVD geliri Aysun ve Funda'ya gidecek. Bu arada gazeteci İclal Aydın'ın filmle ilgili duygularını ve yorumunu okumak isteyen için link veriyorum. http://haber.gazetevatan.com/Haber/336252/1/Gundem |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
yaşam ve ölüm üzerine... | cLaW | Site Lokali | 22 | 26-02-2009 13:01 |
internet ve yaşam | M P | Site Lokali | 0 | 06-09-2007 17:19 |
Yeni Yaşam Oyunu! | Sibel | Site Lokali | 0 | 25-09-2003 09:13 |
Yaşam Dersleri... | ege | Hukuk Sohbetleri | 15 | 27-11-2002 09:11 |
Şifreli Yaşam | Av. Hulusi Metin | Site Lokali | 0 | 16-11-2002 00:58 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |