Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

kazanılan davanın gerekçeli kararında karar harcının davacıya yüklenilmesi

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 20-05-2010, 20:25   #1
NAZ80

 
Varsayılan kazanılan davanın gerekçeli kararında karar harcının davacıya yüklenilmesi

iş mahkemesinde kazandığım davada hakim karar harcını davacının ödemesine hükmediyor.
daha sonra aşağıdada ... tl yargılama giderinin ..... tl karar harcının davalıdan tahsilinine diyor.
arkadaşlar sizce bu yasal mı?
Old 21-05-2010, 08:48   #2
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Sayın NAZ80;

Sunduğum link ve kararları incelemenizi öneririm. Saygılarımla..

http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=27678

http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=38664



YARGITAY
Yirmibirinci Hukuk Dairesi
Esas No: 2005/1118Karar No: 2005/3408Tarih: 5.4.2005
  • Gerekçeli kararda hataLI TARİH ( Faiz Başlangıcının Olay Tarihi Olduğu Yolundaki Belirlemeye Rağmen hatalı Yazılması Halinde Her Zaman Düzeltilmesinin Mümkün Olduğu )
  • FAİZ BAŞLANGICI ( Başlangıcının Olay Tarihi Olduğu Yolundaki Belirlemeye Rağmen maddi Yanılgı Sonucu hatalı Yazılması Halinde Her Zaman Düzeltilmesinin Mümkün Olduğu )
  • Maddi hata ( Faiz Başlangıcının Olay Tarihi Olduğu Yolundaki Belirlemeye Rağmen maddi Yanılgı Sonucu hatalı Yazılması Halinde Her Zaman Düzeltilmesinin Mümkün Olduğu )
ÖZET :
Gerekçeli kararda, faiz başlangıcının olay tarihi olduğu yolundaki belirlemeye rağmen maddi yanılgı sonucu hatalı yazılmış ise de; bu tür yanlışlıkların mahallinde her zaman düzeltilmesi mümkündür.

DAVA :
Davacı, iş kazası sonucu malüliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tülay Çınkı tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:

KARAR :
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle gerekçeli kararda, faiz başlangıcının olay tarihi olduğu yolundaki belirlemeye rağmen 19.04.2001 tarihinin maddi yanılgı sonucu 29.01.2002 olarak yazılması hatalı ise de; bu tür yanlışlıkların mahallinde her zaman düzeltilmesi mümkün bulunduğundan davalı vekilinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle;

SONUÇ :
Sonuç itibariyle doğru olan kararın ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edene yükletilmesine, 05.04.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

--------------------------------------------------------------------------


YARGITAY HGK.1991/7 E. 1992/4 K. T: 10.4.1992
  • KISA KARAR VE gerekçeli KARARIN ÇELİŞKİLİ OLMASI ( Bozma Sebebi Olması ve Hakimin Bozmadan Sonra Önceki Kısa Kararla Bağlı Olmaması )
  • Gerekçeli KARARIN KISA KARARLA ÇELİŞİK OLMASI ( Bozma Nedeni Olması ve Bozmadan Sonra Hakimin Önceki Kısa Kararla Bağlı Olmaması )
  • BOZMADAN SONRA HAKİMİN ÖNCEKİ KISA KARARLA BAĞLI OLMAMASI ( Usuli Müktesep Hak Doğmaması )
  • USULİ MÜKTESEP HAK DOĞMAMASI ( gerekçeli Kararın ve Kısa Kararla Çelişkili Olması Nedeniyle Bozulması )
ÖZET :
1- Kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması bozma nedenini oluşturur.
2- Yerel Mahkeme, bozmadan sonra önceki kararla bağlı olmaksızın,çelişikliği kaldırmak kaydıyle, vicdani kanaatine göre karar verebilir.

DAVA :
Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi Üyesi Cahit Kadılar, kısa karara aykırı şekilde yazılmış gerekçeli kararın esasa girilmeden sırf bu çelişki nedeniyle bozulması gerekip gerekmediğikonusunda Onuncu Hukuk Dairesi ile diğer daireler ve Hukuk Genel Kurulu kararları arasındaaykırılık bulunduğunu ileri sürerek, bu aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ilegiderilmesini istemiş; Birinci Başkanlık Kurulu'nca 17.10.1991 gün ve 51 sayı ile kararlararasında aykırılık bulunduğu sonucuna varılarak konunun İçtihadı Birleştirme Büyük GenelKurulu'nda görüşülmesine karar verilmiştir.
10 Nisan 1992 günü toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda raportör üyeninaçıklamaları dinlenerek gereği görüşüldü:

KARAR :
Önce, kararlar arasında aykırılık bulunup bulunmadığı yönü üzerinde durulmuştur.
Hukuk Genel Kurulu'nun 1.2.1969 gün ve 776/74 sayılı kararında ilamın karara uygunolması gerektiği; bunun kamu düzeni ile ilgili bulunduğu belirtilerek karar; gerekçelikararın kısa karara uygun bulunması sebebiyle bozulmuştur.
Hukuk genel Kurulu'nun 30.9.1970 gün ve 847/464 sayılı kararında: Konu İcra ve İflasKanunu'nun 18, 97 ve 363. maddeleri uyarınca basit yargılama usulu açısından ele alınıpincelenerek tutanağa geçirilip tefhim edilen ilk kararın geçerli olduğu, sonradan dosyayakonulan kararın ise bir örnek niteliğini taşımakta olup, bu kararın tefhim olunan esaskararla çelişmesi halinde hukuki sonuç doğurmayacağı; hukuki değeri taşımayan bu kararörneğindeki yanlışlıkların düzeltilmesini ilgili tarafın her zaman isteyebileceğibelirtilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nun 10.2.1988 gün, 520/89 sayılı kararı: Bu karara esas olan usuludurum şöyle gerçekleşmiştir: Yerel mahkeme 27.12.1984 günlü son oturumda ittihaz ettiğikısa kararda "Davanın kabulüne" karar vermiş, gerekçeli kararda ise davayı reddetmiştir.Temyiz üzerine İkinci Hukuk Dairesi kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasınadeğindikten sonra gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara uygun düzenlenmesininzorunlu bulunduğu gerekçesiyle kararı bozmuş; yerel mahkeme bozmaya uymuş, ancak bu defakısa kararda davanın reddine karar verdiğini açıklamış gerekçeli kararı da buna uygunolarak davanın reddi şeklinde oluşturmuştur. Temyiz üzerine İkinci Hukuk Dairesi davanınkabulü doğrultusunda gerekçeli karar düzenlenmesine ilişkin bozma kararına uyulduğu haldedavanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle kararıyeniden bozmuştur. Yerel mahkeme önceki kısa kararın maddi hataya dayandığı; bu maddi hatayı düzeltmek amacıyla bozmaya uyduğunu bozmadan sonra verdiği kısa kararla daha sonrayazılan gerekçeli kararın aynı doğrultuda olduğu gerekçesiyle kararında direnmiştir. Hukuk Genel Kurulu, bozmaya uyulmakla, bozma kararında açıklanan biçimde araştırma ve incelemeyapılma ve gene bozmada benimsenen hukuki esaslar uyarınca karar verilme konusundataraflar yararına usuli kazanılmış hak doğacağını; ancak maddi hata halinde bu kuralınuygulanmayacağını açıkladıktan sonra olayın özelliği itibariyle usuli kazanılmış hakdoğmayacağını bu itibarla direnme kararı verilebileceğini belirtmiş; bozmadan sonramahkemece öncekinden farklı yeni bir kısa karar oluşturulduktan sonra buna uygun gerekçelikarar oluşturulmasını da usul ve yasaya uygun bulmuştur.
Birinci Hukuk Dairesi'nin 11.2.1988 gün, 11944/1415 sayılı; 24.2.1964 gün, 952/1008sayılı; İkinci Hukuk Dairesi'nin 12.12.1990 gün, 7840/12913 sayılı kararları Hukuk GenelKurulu'nun yukarıda açıklanan 1.2.1969 günlü kararı doğrultusundadır.
Üçüncü Hukuk Dairesi 27.9.1973 gün ve 4007/4016 sayılı kararında Hukuk Genel Kurulu'nun1.2.1969 günlü kararındaki esası benimsemiş ancak bunun yanında mahkemece yapılacak işi degöstererek gerekçeli kararın duruşma tutanağına yazılı kısa karara uygun olarak düzenleniptaraflara tebliğ edilmesi gereğine değinmiştir.
Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 28.4.1986 gün ve 3054/3674 sayılı kararında gerekçelikararın tefhim olunan kısa karara uygun olarak yazılmamış bulunması bozma sebebi sayılmışve aynen şu husus eklenmiştir: "Mahkemece yapılacak iş, tefhim olunan kısa karara göre veona uygun olarak yazılacak gerekçeli kararın taraflara tebliğ ve bu karara karşı kanunyoluna başvurulması halinde dosyayı diğer temyiz itirazlarıyla birlikte incelenmek üzereYargıtay'a göndermekten ibarettir". Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 24.12.1987 gün ve 7427/9508sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
Altıncı Hukuk Dairesi'nin 12.1.1962 gün ve 7638/149 sayılı kararında "Mahkemenin sonmuhakeme celsesinde tarafların yüzlerine karşı tehfim ettiği kararla sonradan yazdığı gerekçeli karar birbirine uymamaktadır. Halbuki gerekçeli kararın kısa karara uygunşekilde yazılması iktiza eder" gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
Yedinci Hukuk Dairesi'nin 23.2.1976 gün ve 1732/2863 sayılı kararı Hukuk GenelKurulu'nun 1.2.1969 günlü kararı doğrultusundadır.
Sekizinci Hukuk Dairesi'nin 16.3.1987 gün ve 2760/2830 sayılı ve 20.2.1989 gün,1425/1666 sayılı kararlarında kısa karara aykırı gerekçeli karar tesis edilmesinin bozmasebebi oluşturacağına değinilmiştir.
Dokuzuncu Hukuk Dairesi'nin 21.11.1991 gün ve 10137/14580 sayılı kararında "...kısakararla gerekçeli karar farklıdır. Bu şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olupbozmayı gerektirmiştir" denilmekle yetinilmiştir.
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 18.11.1986 gün ve 5997/6166 sayı ve 9.3.1987 gün, 1239/1283sayılı kararlarında tefhim olunan kararda davanın reddine; gerekçeli kararda ise davanınkabulüne karar verilmesinin hükmün bozulmasını gerektirebileceği de düşünülebilirse dedenildikten sonra dava ekonomisi ve uyuşmazlıkların en kısa yoldan ve en az masraflaçözümlenmesi ilkesi dikkate alınarak hükmün sırf bu çelişki nedeniyle bozulmamasıgerektiği esası benimsenerek temyiz itirazları incelenerek işin esasına girilmiştir.
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 5.5.1987 gün ve 1652/2732 sayılı kararında, kısa karardadavanın kabulüne, gerekçeli kararda ise davalılardan biri hakkında tamamen, diğerihakkında ise kısmen redde karar verilmiş olan bir dosyada temyiz üzerine bu yönden birbozma yapılmadan gerekçeli karara itibar olunarak işin esası yönünden temyiz incelemesiyapılarak sonuca gidilmiştir.
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 23.11.1987 gün ve 6250/6369 sayılı kararında kısa kararla gerekçeli karar arasında açık çelişki bulunması bozma sebebi sayılarak mahkemece kısakarara uygun gerekçeli karar yazılmak üzere hüküm bozulmuştur.
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 3.10.1988 gün ve 6327/5279 sayılı kararında, mahkemeceyapılacak işleme değinilmeksizin "kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasıusule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir" denilmekle yetinilmiştir.
Onbirinci Hukuk Dairesi'nin 27.1.1992 gün ve 5193/334 sayılı kararında, "H.U.M.K.nagöre asıl karar kısa karar olup, mahkemece gerekçeli olan kararın kısa karara uygun olarakyazılması gerekir. Mahkemece, kısa kararda davalılardan ( A ) aleyhine karar verildiğihalde, gerekçeli kararda diğer davalı aleyhine karar verildiği ve ( A ) hakkında iseyetkisizlik kararı verildiği anlaşılmaktadır. Kısa kararla gerekçeli kararın farklı olmasıönemli bir usul yanlışlığıdır. Bu itibarla mahkemece gerekçeli kararın kısa karara uygunolarak yazılması gerekirken bu yönün gözden kaçırılması doğru görülmemiş ve hükmün sadecebu yönden bozulması gerekmiştir" denilmiştir.
Onikinci Hukuk Dairesi 18.9.1989 gün ve 1327/1760 sayılı kararda, " gerekçeli kararınkısa karara uyması zorunludur" gerekçesiyle bozma yapılmıştır.
Onikinci Hukuk Dairesi'nin 16.10.1991 gün ve 9963/10620 sayılı kararında, " gerekçelikararla kısa karar arasında çelişki vardır. Asıl olan kısa karardır. gerekçeli karar kısakarara uygun olmak gerekir. Kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak üzere merci kararıbozulmalıdır" görüşü benimsenmiştir.
Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 3.4.1975 gün ve 3110/2150 sayılı kararında, "Anayasa'nınkoyduğu yargılamanın aleniyet kuralı ve HUMK.nun 382 nci maddesi gereği olarak kararlarınalanen tefhim edilmesi gerekir. Kısa kararla gerekçeli kararda belirtilen kararın başkanitelikte olması aleniyet kuralına aykırı düşer ki bu da mahkemelere olan güveni sarsar.Davanın tamamen reddine karar verildikten sonra bundan dönülerek davanın kabulüneaksettiren bir ilam düzenlenemez. İlamın tefhim edilen karara uygun olarak düzenlenmesizorunludur. Bu yön kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemenin davanın reddine kararverildikten sonra bundan dönüp davanın kabulü şeklinde ilam düzenlemesi açıklanan ilkelereaykırı olup bozma nedenidir" görüşüne yer verilmiştir.
Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin 4.10.1990 gün ve 660/3842 sayılı kararında, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişikliğe değinildikten sonra "... geçerli bulunan kısa karardoğrultusunda hüküm kurulmak üzere karar bozulmalıdır" denilmiştir.
Onsekizinci Hukuk Dairesi'nin 11.2.1992 gün ve 139/408 sayılı kararında, "Yargıtay'ınyerleşmiş uygulamalarına göre tefhim edilen karar esas olup gerekçeli karar tefhim edilenbu, kısa karara aykırı olamaz. Bu husus kamu düzeni ile yakından ilgili olup mahkemekararlarına duyulan güvenin gereğidir. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, yeniden duruşmaaçarak kısa karara uygun gerekçeli kararı yazıp taraflara tebliğinden ibarettir" denilerekkarar bozulmuştur.
Birinci Hukuk Dairesi'nin 24.2.1964 gün, 952/1008 sayılı, Sekizinci Hukuk Dairesi'nin20.2.1989 gün ve 1425/1666 sayılı ve 20.2.1975 gün, 4228/ 1057 sayılı; Onüçüncü HukukDairesi'nin 13.9.1973 gün, 135/138 sayılı kararlarında ise kısa karar gerekçeli kararçelişikliğine ilişkin bozma yanında diğer yönlerden de bozma yapılmıştır.
Birinci Başkanlık Kurulu'nun 17.10.1991 gün ve 51 sayılı kararında içtihadıbirleştirmenin konusu hakkında herhangi bir açıklamada bulunulmamış; sadece kararlararasında aykırılık olduğuna değinilmekle yetinilmiştir. Burada usul yönünden öncelikle şuhususun açıklanmasında yarar görülmüştür; Kural olarak içtihadı birleştirme kurulları veBirinci Başkanlık Kurulu kendilerine yetkililerce başvurulmadan re'sen içtihadıbirleştirme kurumunu harekete geçiremezler. Yasada öngörülenlerce bu konuda başvurugerekir. Ancak, kararların kapsamında kalmak kaydıyla aralarında aykırılık bulunan hukukikonuları belirleme ve özetleme yetkisini içtihadı birleştirme kurulu haiz olup bu konudaraportör üyenin özetlemesi dahi kurulu bağlamaz.
O halde, yukarıda özetlenen kararlar arasında aykırılık doğuran noktalar önceliklebelirlenmelidir.
Aykırılık, evvela kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının bir bozma sebebioluşturup oluşturmadığı noktasında belirmektedir. Kararlardan bir kısmında bu aykırılığınbozma sebebi oluşturacağı kabul edilmişken diğer bazılarında bozma sebebi oluşturmayacağıesası benimsenmiştir. Bu yöndeki uyuşmazlık çok uzun yıllar boyu devam etmiş veetmektedir. Herhangi bir nedenle kısa kararda benimsenen sonucu, gerekçeli kararı yazarkenvicdanına ve hukuki görüşüne uygun bulmayan hakim gerekçeli kararında kısa kararla çelişenbir sonucu benimseme yoluna gitmektedir. Bu kararlarda, az önce açıklanan aykırılık durumuile sıkı sıkıya bağlı bir uyuşmazlık sebebi daha meydana çıkmaktadır. Bozma görüşünübenimseyen Yargıtay kararları kısa kararı esas almakta ve bozmadan sonra yapılacak işlemede bozma kararında açıkça yer vermekte ve "mahkemece yapılacak iş kısa karara uygun gerekçeli kararı yazarak taraflara tebliğ etmekten ibarettir" demektedir. Diğer bazıkararlarda ise mahkemece yapılacak işlem hakkında herhangi bir açıklamaya yer verilmediğigörülmektedir. Çelişikliği bozma sebebi saymayan kararlarda ise ( gerekçeli karar ) esasalınarak işin esası incelenmektedir. Diğer bazı kararlarda ise çelişiklik bozma sebebisayılmakla beraber işin esası da incelenerek bu yönden de bir karar tesis edilmektedir. Buiki sorunun uygulamada birbiri ile sıkı sıkıya bağlı oluşu, içtihadı birleştirme konusubelirlenirken her ikisinin birlikte ele alınması zorunluluğunu doğurmaktadır. Öylekiuygulamada ve öğretide sorun özetlenirken kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasıbozma sebebi sayılır mı, sayılmaz mı sorunu; kısa karar mı, gerekçeli karar mı esastırsorunu ile adeta özdeşleştirilmektedir. Bu itibarla konuyu iki yönü ile birlikte ele almazorunluluğunun kabulü gerekli görülmüştür. Aksi halde ihtilaf sürüp gidecek tatbiki hiçbiryarar sağlanmayacaktır. Böylece çelişiklik bozma nedeni sayıldığı takdirde, bozmadan sonraönceki kısa kararın aksi doğrultuda bir kısa karar oluşturulup oluşturulamayacağının daiçtihadı birleştirmenin kapsamında düşünülmesi benimsenmiştir. Kaldıki içtihadıbirleştirme ilke kararlarına göre İçtihadı Birleştirme Kurulları içtihadı birleştirmeyeesas tutulan kararlarda beliren görüşler dışında, raportör üyece dokunulmayan üçüncü birçözüm yolunu da her zaman benimseme yetkisini haizdir.
İşin esasına gelince: T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir.Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkçabelirtilecektir: Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olmasıgerekir. Aksi halde yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güvensarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygundeğilse kararın bozulması icabedecektir. Bu görüş üzerinde oybirliği hasıl olmuştur.
Karar bozulduktan sonra acaba hakim evvelce verdiği kısa karara uygun gerekçeli kararyazma zorunda mıdır; yoksa önceki kısa kararını değiştirip bu değişikliğe uygun bir gerekçeli karar da yazabilir mi? Yukarıda bozma sebebi esası benimsenirken gerekçelikararın kısa karara uygun olma zorunluluğu, yargılamanın aleniyeti ve mahkeme kararlarınagüven ilkesinin doğal bir sonucu olarak kabul edilmiştir. Bozma kararından sonra hakimtaraflara tebligat ile yeniden oturum açacaktır. Başka bir anlatımla hakimin, işten elçektikten sonra davayı yeniden ele alamaması engeli Yargıtay bozma kararı ile kalkmışolacaktır. Hakimi önceki kısa kararla bağlı tutmak onu vicdani kanaatiyle bağdaşmaz birkarar vermeye zorlama sonucu doğuracaktır. Hakimin vicdani kanaatine göre karar vermesi deAnayasal bir esastır. O halde hakim bozmadan sonra vicdani kanaatine uygun olmayan öncekikısa kararını değiştirebilmelidir; ancak bu kısa karara uygun gerekçeli karar yazmazorunluluğunun da kabulü gerekir. Başka bir anlatımla hakim çelişikliği ortadankaldırırken önceki kısa kararla bağlı olmamalıdır.
Karşı görüşte olanlar, kısa kararın değiştirilebilip değiştirilemeyeceği sorunununiçtihadı birleştirme kapsamına girmediğini; çoğunluğun görüşünün benimsenmesi ilehakimlere güvenin zedeleneceği; kısa kararla taraflar yararına doğan usuli kazanılmış hakilkesinin bozulacağını ileri sürmüşlerdir. İçtihadı birleştirmenin konusuna ilişkin hususayukarıda yapılan usul yönünden açıklamalar nedeniyle çoğunluk katılmamıştır. Diğerhususlara ise çoğunluk şu gerekçelerle katılmamıştır: Hakimin vicdani kanaatine göre kararvermesi ona güveni daha fazla artıracaktır. Esasen hakime güvensizlik düşüncesi esasalınarak içtihad oluşturulamaz. Çoğu zaman, böyle bir çözüm yolunun benimsenmesimahkemeleri adeta abesle iştigale zorlama sonucu doğuracak ve dosyaların yararsız yereYargıtay'la yerel mahkeme arasında gidip gelmesine yol açacak bu da büyük ölçüdeuyuşmazlıkların çabuk ve ucuz çözümlenmesi ilkesini bozacaktır. Bunu şu örneklerlekolaylıkla ortaya koymak mümkündür. İdari bir davanın kısa kararda işin esasına girilerekdavanın kabul edilmesi; gerekçeli kararda ise görev yönünden reddi halinde karar çoğunlukve azınlık görüşlerine göre çelişiklik nedeniyle bozulacak, azınlık görüşüne göre bozmadansonra hakim kısa karara uygun olarak da esası yönünden kabulüne karar verecek ancakYargıtay'ın görevden ikinci bozmasından sonra davayı görev yönünden reddedebilecektir.Çoğunluk görüşüne göre ise Yargıtay'ın çelişiklik nedeniyle ilk bozmasından sonra öncekikısa kararla bağlı olmaksızın hakim çelişikliği gidererek davayı görev yönündenreddedebilecektir.
Diğer bir örnek, hak düşürücü süreden reddi gereken bir davayı hakim esas yönünden kısa kararda kabul edip, gerekçeli kararda hak düşürücü süreden reddetmişse, çelişikliknedeniyle Yargıtay bozmasından sonra azınlık görüşüne göre önce davayı kısa karara uygunolarak gerekçeli kararda esas yönünden kabul edecek, ancak Yargıtay'ın ikinci bozmasındansonra hak düşürücü süreden reddedebilecektir; çoğunluk görüşüne göre ise çelişikliknedeniyle ilk bozmadan sonra hakim çelişikliği gidererek ikinci bozmayı beklemeden davayıhak düşürücü süreden reddedebilecektir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Çağdaş yargılamaesasları bakımından bu şekilciliği savunmaya olanak bulunmamıştır. Hakimin yanlışınıgördüğünde temel usul kurallarını ihlal etmeden dönmesi bir fazilettir. Ona saygıyı da budavranış arttırır.
Usuli kazanılmış hak kuralının ihlal edildiği görüşüne gelince;
Usul kuralları gereği şu husus özellikle belirtilmelidir ki hakim, yargılamayıbitirerek kısa kararını vermesiyle işten elini çekmiş olur ve karar Yargıtay'cabozulmadıkça hakim davayı yeniden ele alarak göremez. Ne varki bizatihi bu kısa karar,hiçbir taraf yararına usuli kazanılmış hak doğurmaz. Eğer karşı görüşte olanların ilerisürdükleri gibi usuli kazanılmış hak doğsaydı bu karara Yargıtay dahi dokunamazdı. Zira,usuli kazanılmış hak yerel mahkemeleri bağladığı gibi Yargıtay'ı da bağlar. Kararlarakarşı usuli kazanılmış hak ancak tarafların temyiz yoluna başvurmamaları ile doğabilir. Budurum ise ancak Yargıtay ve yerel mahkemelerce olayların özelliklerine göredeğerlendirilebilecek bir husus olup genel bir kurala bağlanamaz. Bütün bu sebeplerle kısakararla gerekçeli kararın çelişik olmasının mutlak bir bozma sebebi oluşturacağı vebozmadan sonra hakimin önceki kısa kararla bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydıylavicdani kanaatine göre karar verebileceği yolunda içtihatların birleştirilmesi uygunbulunmuştur.

SONUÇ :
1 ) Kısa kararla gerekçeli kararın çelişik bulunmasının bozma nedeni oluşturacağına; 2 ) Bozmadan sonra yerel mahkemenin önceki kısa kararla bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydiyle vicdani kanaatine göre karar verebileceğine İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nca 10.4.1992 gününde yapılan ilk toplantıda Esas: 1991/7,Karar: 1992/4 sayı ile 1. bentte oybirliği, 2. bentte üçte ikiyi geçen çoğunlukla kararverildi.

KARŞI OY

I- USUL VE YÖNTEM BAKIMINDAN
İçtihatların Birleştirilmesi konusu, sayın raportör üyenin raporunda belirtilmiş olduğu üzere, "tefhedilen kısa karar ile daha sonra kaleme alınıp tebliğ edilen gerekçeli karar arasında farklılık bulunması vekararın temyiz edilmesi halinde sırf bu aykırılığın, temyiz incelemesinde esasa girilmeden, bozma sebebiyapılıp yapılmayacağıdır.
Bu konudaki görüşler iki ana noktada toplanmakta olup bir görüşe göre, açık duruşma sonunda tefhim edilenkarara uygun gerekçeli karar yazılması, mahkeme kararlarına duyulması gereken genel saygı ve güven gereği,kamu düzeni ile ilgili olduğu, kararın ( gerekçeli kararın ) sırf bu nedenle ve tefhim edilen karara uygun gerekçeli karar yazılıp yeniden taraflara tebliğ edilmek üzere bozulmalıdır. İkinci görüş ise, bu aykırılıkhalinde dahi temyiz incelemesinin esastan yapılabileceği ve gerekçeli kararın sırf bu uyumsuzluk nedeniylebozulamayacağı şeklindedir.
İçtihat aykırılıkları bu noktalarda toplanmış, sayın raportörün raporu bu konuyu ve buna ilişkin görüşleridikkate alarak düzenlemiş, genel kuruldaki görüşmeler bu hususlar üzerinde cereyan ederek tamamlanmış, yukardasözü edilen birinci görüş doğrultusunda genel kurulda oy birliğine varan bir kanaat belirlenmiş iken sayınbirinci başkan "bu doğrultuda ( gerekçeli kararın tefhim edilen kısa kararı uygun yazılması için ) Yargıtay'cayapılan bir bozma üzerine mahkemenin bozulan gerekçeli karara uygun bir kısa karar; ya da kısa karara uygunbir gerekçeli kurar yazmakla serbest olup olmadığı" konusunu oylamaya koymuştur. Görülüyorki oylamaya konulanhusus tevhidi içtihadın konusunun tamamen dışındadır.
Bu tutum ve müzakereler ile oylamanın böyle bir mecraya sokulması Yargıtay Kanununun 45 inci maddesi ileYargıtay Başkanlar Kurulunun 19.6.1975 günlü "İçtihatların Birleştirilmesi İlke Kararı"na aykırıdır. Çünküoylama konusu yapılan husus, Birinci Başkanlık Kurulu'nda incelenmemiş, bu hususta raportör tarafından birrapor düzenlenmemiş ve bu konuda ilke kararında olduğu üzere usulüne uygun bir müzakere zeminioluşturulmamıştır. Yargıtay Kanununun 45 inci maddesinin son fıkrasına göre İçtihadı Birleştirme Kurulunun,İçtihadı Birleştirmeye konu genel kurulun veya dairelerin kararlarındaki gerekçe ve görüşlere bağlı olmaksızınsorunu başka bir görüşle bağlayabilir ise de, İçtihatları Birleştirme konusu edilen konudan başka bir konuyukarara bağlayamaz. İçtihatları Birleştirme konusu, tefhim edilen kısa karar aykırı olan bir gerekçeli kararınesasa girişilmeden önce sırf bu nedenle bozulup bozulmayacağı konusunda iken, böyle bir bozma kararı üzerine,bozmaya uyan mahkemenin dilerse gerekçeli karara uygun kısa karar; dilerse kısa karar uygun gerekçeli kararverip veremeyeceğine ilişkin bir oylama yapılamaz. Bu konularda bir içtihad aykırılığı dahi ortaya konulmamışiken "İçtihatların Birleştirilmesi" görüntüsü altında bu nitelikte bir kural vaaz etmek yanlıştıryasalarımıza aykırıdır. Bu suretle verilmiş bir genel kurul kararın Yargıtay Kanununun 45 inci maddesinin 5.fıkrasındaki bağlayıcı niteliği herzaman tartışma konusu edilebilecek ve uygulamada tereddütlere yolaçacaktır.
II- ESAS YÖNÜNDEN
Tehfim edilen kısa karara aykırılık nedeniyle Yargıtay'ca verilen bozma ilamı, gerekçeli karara yönelik,onu bozan, bir karar olduğu açıktır. Bozma nedeni ve gerekçesi ise, tefhim edilen kısa karara aykırıolmasıdır. Bozmanın dayanağı başka herşeyin ( temyiz sebepleri dahil ) dışında ve üstünde tefhim edilen kısakarar ve bunun içerdiği olgular ve yargısal saptamalardır. gerekçeli karar, bunlara aykırı olduğu içinbozulmuştur. İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun sayın birinci başkan tarafından ifade edildiğiüzere oy birliği ile kabul ettiği husus budur. Bu konuda Hukuk Genel Kurulu'nun bir kararına ( tenkid-i içtihatmüzakerelerinde dikkate alınmamıştır ) dayanılarak Yargıtay bozmasının her iki kararı da ( gerekçeli karar vekısa karar ) kapsadığı ileri sürülerek belli bir sonuca varılmak istenmiş ise de, bu konuda da tartışmaaçılmamış, raportör üyenin raporunda dahi bu konulara değinilmemiştir. O halde bozma, tefhim edilen kısakarara uygun gerekçeli karar yazılması konusunda olup, her iki karar arasındaki çelişkinin giderilmesiniiçermemektedir. Büyük genel kurulca oybirliği ile kabul edildiği bildirilen İçtihatların Birleştirilmekararı budur. Buna rağmen, mahkemenin dilediği takdirde değişik bir kısa karar verip taraflara tehfimedebileceğini ( gerekçeli karara uygun hale getirmek için ) ve bu suretle Yargıtay bozmasının dayanağı hukukisebebi bertaraf edebileceğini kabul eden bir görüşü, ne usul hukukumuzdaki temyiz incelemesi ve bozmasınınesasları ne de usuli kazanılmış hak ilkesi ile bağdaştırmak mümkündür.
İçtihatların Birleştirilmesi müzakerelerin sonunda kabul gören görüş, tefhim edilen karara aykırı gerekçekararın, temyiz incelemesinin esasına girilmeksizin sırf bu aykırılık nedeniyle bozulması gerektiğineilişkindir. Müzakereler sırasında ve sonunda sayın birinci başkanın müdahalesine kadar Yargıtay bozmasının heriki kararı da ortadan kaldırdığına dair bir görüş ileri sürülmemiş ve tartışılmamıştır. Büyük genel kurulcakabul edilen bu görüşün dayanakları, kumu düzeni ve bununla ilintili olarak usulen kazanılmış hak ilkesininkorunmasıdır.
Gerçekten Yargıtay'ın birçok kararında ısrarla vurgulanmış olduğu üzere, yazılıp tebliğ edilen kararın dahaönce duruşma tefhim edilmiş bulunan karara uygun olmaması, HUMK. 382. maddesinde ifadesini bulan, alenentefhim ilkesine aykırı olduğu gibi bu ilkenin uygulanmasından kaynaklanan mahkemelere duyulması gereken güvenide sarsıcı sonuç doğurur. Böyle bir mahkeme kararı Yargıtay'ca bu nedenle bozulur. Bozma nedeni bu olunca,değiştirilmesi gereken kararın tefhim edilen karar değil, buna aykırı olarak yazılan gerekçeli karar olmasıgerektiği sonucuna varılmalıdır. Çünkü, Yargıtay bir dava sonucunda iki çelişik karar verilmiş olduğu içinbozma yapmadı; biri ( gerekçeli karar ) diğerine ( tehfim edilen kısa karar ) aykırı olduğu için bozma yaptı.Bozmanın gereği hukuken ve mantıken, kısa karar uygun karar yazmakla yerine getirilir. Mahkemeye, kısa kararı, gerekçeli karara uygun hale getirme seçeneğinin tanınması, bozmanın mantığıyla bağdaşmaz ve bozmanın dayanağıolan alenen tefhim ve kamu düzeni esaslarına ters düşer. Yargıtay bozmasının geneldeki dayanağı, HUMK.nun 382.maddesinde yer alan "alenen tefhim" ilkesinin gereğidir.
Bu ilkeye muhalefet, HUMK.nun 428. maddesinin son fıkrasında belirtilmiş olduğu üzere mahkemenin yargılamausulü yasası ile kendisine verilen görevde hata etmiş olması ve bu hatanın sonuçta verilen hükmü değiştirirnitelikte bulunması ile gerçekleşmiştir. O halde bu bozma, esas itibariyle HUMK.nun 430. maddesinde sözüedilen kuralın uygulanmasını gerektirir. Bu durumda tefhim edilen kısa karara aykırı olan gerekçeli karar,bozma nedeniyle geçersizdir. Geçersizlik, kısa kararın açık duruşmada tefhiminden sonraki işlemlere yönelikolup bundan önceki işlemleri ve dolayısı ile tefhim edilen kararı kapsamaz. Yasa gereği geçersiz olan gerekçeli karara, kısa karar değiştirilip ona uygun hale getirilmekle hayatiyet verilmesi "bozma" kavramı,sonuçları ve gerekleri ile bağdaşmaz.
Diğer taraftan, tefhim edilen kısa karara uygun olmadığı için bozulan gerekçeli karara, bozmaya rağmengeçerlilik olanağı verilmesi, usulen kazanılmış hak ilkesine de aykırıdır. Bu aşamada, bir hususu tekraretmekte yarar vardır. Bozulan karar gerekçeli karardır. Bozma nedeni, tefhim edilen kısa karara aykırıoluşudur. O halde kısa karar geçerliğini korumaktadır. Bozma kararı onu şamil değildir. Aksine, bozmanındayanığıdır. O halde gerekçeli kararı temyiz etmekle bozulmasını sağlayan tarafın, kısa kararla da görülenveya hüküm altına alınan hususlarda bozmayla kazandığı bazı hakları vardır. Bozma ilamına uyulmakla bu hakkıteyid edilmiştir ve bu suretle usulen kazanmış olduğu hakların korunması lazımdır. Davası kısa kararda kabuledildiği halde gerekçeli kararda reddedilen davacı, gerekçeli kararı bozdurmakla ( bozma nedeni, kısa kararaaykırı olması ) lehine verilen kararın gerekçeye bağlanmasını ve bu suretle yazılacak ve taraflara tebliğedilecek kararın geçerli olmasını sağlamış olacaktır. Bu sonucu Yargıtay bozma kararıyla sağlamıştır. Buaşamada bozma üzerine ve bozmaya uyulduğu halde mahkemeye bozulan gerekçeli karara ( örneğimizde red kararı )uygun bir kısa karar tefhim etme olanağı ve seçeneği verilmesi, onun bozma ile elde ettiği kazanılmışhaklarını bertaraf edecektir.Görülüyorki, bir taraftan tefhim edilen kısa karara uymayan gerekçeli kararın yazılamayacağını, bunun bozmanedeni olacağını kabul ederken, diğer taraftan böyle bir bozma kararı üzerine, bozmaya uyan mahkemenin dilersebozulan gerekçeli kararın uygun bir kısa karar yazmakla serbest olacağını içtihad etmek, genel mantıkkurallarına ve "bozma" kavramına ters düştüğü gibi usul hukuku kuralları ile de bağdaşmaz. Bütün bunedenlerle, İçtihadların Birleştirilmesi konusunun bu konudaki Yargıtay Kanununun 45. maddesine uygun olarakBirinci Başkanlık Kurulu'nca alınan kararlar kapsamında "tefhim edilen kararla tebliğ edilen gerekçeli karararasında farklılık bulunması halinde sırf bu aykırılığın, temyiz incelemesinde esasa girilmeden bozma sebebiyapılıp yapılmayacağı" ne sınırlı tutulup İçtihadların "esasa girilmeden bozulmalıdır" yolundabirleştirilmesine karar verilmesi ile yetinilmesi gerektiği görüşüyle ve yukarıdaki nedenlerle çoğunlukkararına karşıyım.
Sait REZAKİ
Onsekizinci Hukuk Dairesi Başkanı

MUHALEFET ŞERHİ

I- Usul Yönünden
Tarafımdan raportör üyeliği yapılmış bulunan içtihatları birleştirmenin konusu şu şekilde tesbit edilm"Usulüne uygun biçimde tefhim olunan ve zabıtnameye geçirilen kısa kararla ( HUMK. 381/11, 489/11 ), sonrakaleme alınan gerekçeli karar ( HUMK. 388/I-4, II ) aralarında farklılık bulunması ve kararın temyiz edilmesihalinde sırf bu aykırılığın temyiz incelemesinde esasa girilmeden -hukuk usulü yönündenbozma sebebi yapılıpyapılmayacağı". Hatta bu özet, müzakerelerin başlangıcında, büyük genel kurulda, toplantı sayın başkanınca şuşekilde vurgulanmıştır: "Usulüne uygun kısa karar var, fakat gerekçeli karar buna aykırı".
Ne var ki daha sonra, müzakerelerin ilerlediği bir sırada, gene toplantı sayın başkanınca, Hukuk GenelKurulu'nun 10.2.1988 987/2-520; 988/89 tarih ve sayılı kararında benimsenen görüş açıklanarak "kısa ve gerekçeli karar aralarındaki aykırılık esasa girilmeden bozma sebebi yapıldığı ve bozmaya uyulduğu taktirdemahkemenin ilk tefhiminden ayrılarak başka bir tefhimde bulunmasının mümkün olup olamayacağı" şeklinde konugenişletilmiş, sonuçta bozmanın tefhime aykırı gerekçeli kararla birlikte tefhim olunan kısa kararı da ortadankaldırdığı, hakimin serbest kaldığı, bozmadan sonra artık başka bir kısa karar da tefhim edebileceği şeklindeoylama sonuçlanmıştır.
"Bozmadan sonra hakim serbesttir, ilk hükümden ayrı bir hüküm de tefhim edebilir" veya "serbest değildir,ilk tefhimi değiştiremez, ancak ona uygun bir gerekçeli karar yazabilir" şeklinde yapılan oylama öncelikleiçtihadı birleştirmenin konusu dışındadır. Bu konu ne içtihatları birleştirme taleplerinde, ne Daire'lerdealınan görüşlerde, ne Birinci Başkanlık Kurulu kararında, ne de raporda yer almadığı gibi özellikle bu konudaiçtihat aykırılığı da tesbit edilmemiştir. Ancak toplantıda ortaya getirilen ve başka içtihatlarla aykırıileri bile sürülmeyen henüz gelişmemiş bir tek Hukuk Genel Kurulu içtihadının "birleştirme" haline getirilmesimümkün değildir, çünkü öncelikle içtihatlar arasında "aykırılık" ön şartı yoktur. Esasen bu konudaiçtihatların birleştirilmesi yoluna gidilip gidilmeyeceği bile oylanmamıştır. Oylanan; tefhim olunan kıkararla kaleme alınan gerekçeli karar aralarında farklılık bulunması halinde bunun esasa girilmeden bozmasebebi teşkil edip etmeyeceğidir ve tesbit edilen de 10. Hukuk Dairesi'nin gerek kendi, gerekse Hukuk GenelKurulu ve diğer Hukuk Daireleri içtihatları arasında içtihat aykırılığı bulunduğudur. O halde büyük genelkurulun toplanması sebebi olan konu dışına çıkılarak aykırılığı tesbit edilmeyen bir tek başka içtihat ( HGK )birleştirilmiştir? Bu, konu dışında kaldığı için "yeni görüş" şeklinde de değerlendirilemez ve ele alınamaz( bkz. İçtihatların Birleştirilmesi İlke Kararı, m. 10 ).
Kaldı ki, toplantıda ortaya getirilen ve "birleştirilen" Hukuk Genel Kurulu'nun 10.2.1988 987/2-520; 988/89tarih ve sayılı içtihadı maddi hata konusuna ilişkin olup davanın kabulü tefhim olunduktan sonra gerekçeli kararda dava reddedilmiş, Daire'ce bozulması üzerine de zabıt katibince duruşma tutanağına hataen davanınkabulü yazıldığı belirtilerek maddi hatanın düzeltilmesi amacıyla bozmaya uyulduğu belirtildikten sonra budefa red tefhim olunmuş, tekrar bozulduğunda da ısrar kararı Hukuk Genel Kurulu'nda ikinci görüşmedeoyçokluğuyla onanmıştır.
Görüldüğü gibi Hukuk Genel Kurulu'nun yukarıdaki içtihadında tefhime aykırı zapta geçme maddi hatasınadayanılmıştır. Esasen maddi hata usuli müktesep hakkın istisnalarındandır ve bir taraf lehine kazanılmış hakdoğurmaz. Eldeki içtihatları birleştirmenin konusunda ise böyle bir maddi hata söz konusu edilmemiştir. Budurumda konu dışına çıkılarak ve yukarıda sözü geçen Hukuk Genel Kurulu içtihadından esinlenerek, tefhim ile gerekçeli kurar ayrılığının esasa girilmeden bozma sebebi yapılması halinde bozmaya uyan mahkemenin bu defailk tefhimi de ortadan kaldırmakta serbest olduğu ve ilk tefhimi değiştirebileceği sonucuna varmamak gerekiridi.
II- Esas Yönünden
İlmi ve kazai içtihatlarda ortaya konulan görüşler, tefhim olunan kısa karar hüküm fıkrası niteliğine uygunise bu tefhimle hükmün hukuki varlık kazandığı noktasında yoğunlaşmaktadır. Özetlenirse "Henüz gerekçeli kararyazılmamış olsa bile tefhim edilmekle hüküm ortaya çıkmış, doğmuş ve bir varlık kazanmıştır. gerekçeli kararında tefhim edilen nihai karara uygun biçimde kaleme alınması gerekir. Anayasa'nın 141 inci maddesi duruşmalarınaleniyeti kuralını getirmiştir. Bunun sonucu olarak da kararların alenen tefhimi gerekir. Aslolan işte bualenen tefhim olunan kısa karardır. Aslından ayrılan gerekçeli karar kamu düzenine aykırıdır ve mahkemelereolan güveni sarsar. Tutanağa geçirilip tefhim edilen ilk karar geçerlidir. Sonradan yazılan gerekçeli kararınkısa karara aykırı olması temyiz ve esasa girilmeden bozma sebebidir; tavzih yolu ile de giderilemez. Budurumda mahkemece yapılacak iş kısa karara uygun olarak düzenlenecek gerekçeli kararı taraflara tebliğ etmek,bu karara karşı kanun yollarına başvurulması halinde gereğini yapmaktan ibarettir" ( Bkz., Baki Kuru, HukukMuhakemeleri Usulü, Ank., 1980, C. 11, s. 2034 vd.; Ank., 1982, C. III, s. 2328 vd.; Saim Üstündağ MedeniYargılama Hukuku, İst., 1989, s. 652 vd. ). Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda da benzer hükümlersevkedilmiştir ( CMUK. 253/I, 266/I,11; 268/1... ).
Bu bakımdan kısa karara aykırı ve esasen tefhim edilmeyen gerekçeli karar yazılmamış gibidir. Kararın hangihususları kapsayacağı HUMK.nun 388. maddesinde sayılmıştır. Kısa karar bu unsurları kapsayamayacağına göresırf kısa karar üzerinde de inceleme yapılamaz. O halde temyiz mahkemesine kısa karara uygun ve HUMK.nun 388.maddesindeki unsurları kapsayan karar gönderilmelidir ki temyiz incelemesi yapılsın. Bu yok ise, incelenecekkarar da olmadığına göre işin esasına girilmeden kısa karara aykırı gerekçeli karar bozulmakta, incelemetekrar bu defa ilk kısa karara uygun olarak yazılıp tekrar temyiz halinde gönderilecek gerekçeli kararüzerinde yapılmaktadır ki doğru olan budur. Bu şekilde çelişkili karar kaleme alınması halinde, işten eliniçekmiş hakimin apayrı bir karar yazmış sayılması gerektiği, buna ise yetkisinin bulunmadığı belirtilmektedir( Y. 8. HD., 16.3.1987 987/2760-2830 ). Dikkat edilirse, 10. HD.'nin bazı kararları dışında, hemen bütünDaire'ler usulüne uygun olarak tefhim edilmiş kısa karara uygun olmayan gerekçeli kararı bozmuştur, işinesasına girmemişler ve fakat böylece tefhim olunan kısa kararı inceleme dışında ve ayakta tutmuşlardır ( misal:HGK., 1.2.1969-776/74; HGK., 30.9.1970-847/464; 1. HD., 11.2.1988-11944/1415; 2. HD., 27.5.1988-4192/5642; 3.HD., 29.6.1987-6882/7249; 4. HD., 28.4.1986-3054/3674; 4. HD., 24.12.1987-7427/9508 burada açıkça tefhimeaykırı gerekçeli kararın bozulduğu vurgulanmıştır; 6. HD., 12.1.1962-7638/149; 7. HD., 23.2.1976-1732/2863; 8.HD., 20.2.1989-1425/1666; 9. HD., 21.11.1991-10137/14580; 10. HD., 23.11.1987-6250/6369; 10. HD.,3.10.1988-6327/5279; 11. HD., 27.1.1992-5193/ 334; 12. HD., 14.1.1985-10738/50; 13. HD., 3.4.1975-3110/2150;15. HD., 4.10.1990-660/3842; 15. HD., 25.11.1991-2214/5652; 15. HD., 24.2.1992-4536/ 808; 17. HD.,11.2.1992-785/411; 18. HD., 11.2.1992-139/408; ... ... ). Yani, usulüne uygun olarak tefhim edilen ve zaptageçirilen kısa karar bozmanın şumulü haricinde tutulmuştur.
Hatta bu husus, içtihatları birleştirme talebinin hazırlık safhasında bazı Daire sayın başkanlarının yacevaplarında da açıkca ifade olunmuştur: "...kısa karara aykırı şekilde yazılmış gerekçeli kararın esasagirilmeden sırf bu çelişki nedeniyle bozulması gerektiği... 1. HD. Bşk. Z. Özdil ... gerekçeli kararınduruşmanın sonuçlanması üzerine tefhim edilip tutanağa geçirilen kısa karara aykırı olamayacağı... 3. HD. Bşk.N. A. Aysoy ... yargılamaya son veren kısa karar ile gerekçeli kararın biribirine aykırı olması, başlı başınabozma sebebidir ve esasa girilmeden sırf bu çelişki nedeniyle hükmün bozulması gereklidir... 7. HD. Bşk. C.Sonbay ...işin esasına girilmeden nazara alınması gerektiği... 8. HD. Bşk. S. Özdemir ...işin esasınagirilmeden kararın bozulması.... 9. HD. Bşk. E. Çubukçu ...işin esasına girilmeksizin Daire'mizce mahkemelerin gerekçeli kararları bozulmaktadır... 11. HD. Bşk. N. Özkan ...kısa karara uygun biçimde gerekçeli kararyazılmak üzere kararın bozulması gerektiği... 12. HD. Bşk. K. G. Yelço ...hüküm fıkrası niteliğindeki kısakarar tefhim edilmekle hüküm hukuksal yönden varlık kazanmış olmaktadır. Bu nedenle gerekçeli kararın kısakarara uygun olması gerekir... 13. HD. Bşk. A. S. Dura ...mahkemece tefhim edilen kısa kararla tebliğ edilen gerekçeli karar arasında çelişki bulunması halinde işin esasını inceleme gereği bulunmadan bozma nedeni kabuledilmektedir... 17. HD. Bşk. H. Karadoğan - ...asıl karar tehfim edilen karar olduğu için gerekçeli kararınkısa karara uygun olması zorunlu görülmüştür.... münhasıran kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak vetaraflara tebliğ edilmek üzere mahkeme kararının bozulmasına ilişkin olmalıdır... 18. HD. Bşk. S. Rezaki...asıl olan kısa karardır zira tefhim olunan kısa karar davanın özünü ve kesin sonucunu ifade eder gerekçeli kararda buna ters bir yol izlenmesi kararın değiştirilmesi anlamına gelir ve bu olgu yasaya aykırıdır busebeple kısa kararın esas alınması buna göre gerekçeli kararın yazılması zorunludur... 20 HD. Bşk. F.Atbaşoğlu "Bütün bu görüşlerde belirtilen "... gerekçeli kararın bozulması gerekçeli kararın kısa karara aykırıolamayacağı, işin esasına girilmeden nazara alınması, kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak üzerebozulması, gerekçeli kararın kısa karara uygun olması, kısa kararın esas alınması..." gibi ifadeler bozma ilekısa karara aykırı gerekçeli kararın ortadan kaldırıldığını, usulüne uygun biçimde tefhim edilen kısa kararınbozma kapsamı dışında tutulduğunu ve lehine olan taraf için kazanılmış hak meydana getirdiğinibelirtmektedirler.
Esasen bozma kararlarında ve görüşlerde geçen "işin esasına girilmeden" ifadesi bu hususu işaret içinkullanılmaktadır. Zaten, yukarıda da belirtildiği gibi, tefhim olunan kısa karar HUMK. 388'in tüm unsurlarınımuhtevi bulunmadığından temyizen incelenmesi de mümkün değildir ve incelenemeyen kısa kararın bozma şumulündeolduğu da söylenemez. Ne zaman ki tefhime uygun gerekçeli karar yazılırsa tefhim olunan kısa karar bu uygunlukhalinde incelenecektir. Aksi halde Yargıtay, sadece kısa karara aykırı olan " gerekçeli kararı "' bozar ( BakiKuru, age., C. II, s. 2034 ). Bozulan "kısa karar" değildir. Mahkemece bozmaya uyulmakla da kısa karar lehineolan taraf için kazanılmış hak ihlal edilemez.
Bu durumda bozmaya uyan mahkemece, bozmanın şumulü haricinde tutulmuş ilk tefhimin tekrarlanması, müktesephakkın ihlal edilmemesi ve bu tefhime uygun gerekçeli kararın yazılması gerekir. Yoksa, çoğunluk kararındabenimsendiği gibi; esasa girilmeden, tefhime aykırı gerekçeli karara münhasır kalarak yapılan bozmanın usulüneuygun tefhimi de ortadan kaldırdığı farz edilerek hakimin apayrı bir tefhimde serbest kaldığının benimsenmesi-bazı istisnalar dışındamüktesep hakları ihlal mahiyetinde ve amme intizamına aykırı olur Dosyanın Yargıtayile mahalli mahkeme arasında gidip gelmesini önlemek için bunun pratik çare şeklinde görülmesi de korunmasıgereken hukuki temel müesseselerin önemi yanında geçerli bir gerekçe değildir.
Sonuç olarak; bozmanın usulüne uygun kısa kararı ortadan kaldırmadığı, esasa girilmeden yapılan usuldenbozma sebebiyle bu aşamada kısa kararın lehine olan taraf için kazanılmış Hak meydana getirdiği mahkemecebozmaya uyulduğu taktirde ilk tefhim tekrarlanarak ona uygun gerekçeli kararın yazılması gerektiği, çünkübozmanın tefhime aykırı gerekçeli kararı ortadan kaldırdığı, tefhim ile gerekçeli karar arasında uygunlukbulunmadığı için bunun bir tek karar gibi görülerek bozmanın tefhimi de kaldırdığı gibi bir görüşünbenimsenemeyeceği, o halde hakimin ilkinden ayrılarak başka bir kısa karar tefhim edemeyeceği, ancak tefhimile gerekçeli karar uygunluğunun bulunması halinde işin temyizen esasından incelenebileceği ve şartları varsakararın o zaman bütünü ile bozulabileceği, şimdiden ilk tefhimin mahkemece değiştirilemeyeceği görüşüyleçoğunluk kararına muhalifim.
Hakkı S. TERZİBAŞOĞLU
Raportör Üye ( 11. Hukuk Dairesi )
Old 21-05-2010, 15:22   #4
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan NAZ80
sorun şu ki hakim bunu bilerek yapıyor.

Bilerek derken konuyu açabilir misiniz?
Old 21-05-2010, 15:46   #5
NAZ80

 
Varsayılan

Engin bey, hakim bey dosyalar kalemde beklemesin diye kendince Anayasa mahkemesi kararından sonra bu şekilde kararlarını yazmaya başlamış

biz davayı kazansak bile karar harcını bizim ödememize hükmediyor ödemezsek 2 ay içinde vergi dairesine bizden tahsil etmesi için yazı yazıyor.
Bu arada ilamıda bize vermiyor harcı ödemezsek
Biz karar harcını ödedikten sonra karşı taraftan tahsil edebilmemiz içinde gerekçeli kararın bir maddesinde toplam.... tl dosya giderininin (karar harcıda dahil) davalıdan tahsiline şeklinde ...
Old 21-05-2010, 16:41   #6
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Sayın NAZ80;

Anyasa Mahkemesi Kararı'na göre mahkemenin, davayı kazanan davacı taraftan ilam harcı talep etmesi mümkün değil.

Resmî Gazete Sayı : 27524
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:


Esas Sayısı : 2009/27


Karar Sayısı : 2010/9
Karar Günü : 14.1.2010
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR:


1- Bolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Sayısı:2009/27)
2- Malkara Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Sayısı:2009/32)


İTİRAZLARIN KONUSU:

2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun, 28. maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendinin “Karar ve ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez” biçimindeki ikinci tümcesi ile 32. maddesinin
“Yargı işlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakkıp işlemler yapılmaz” biçimindeki birinci tümcesinin, Anayasa’nın
2., 5., 10., 11., 35., 36. ve 90. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.




I- OLAY


Yargılama sonucunda haklı çıktığı davaya ait mahkeme ilamının harçsız olarak kendilerine verilmesini isteyen
davacıların taleplerini değerlendiren Mahkemeler itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu savıyla iptalleri
için başvurmuştur.


II- İTİRAZLARIN GEREKÇESİ


Malkara Asliye Hukuk Mahkemesi başvuru kararında şu gerekçelere yer vermiştir:


“Malkara Asliye hukuk mahkemesinin 2007/232 Esas 2009/6 Karar sayılı kararı ile davacılar lehine maddi ve
manevi tazminata hükmedilmiş ise de 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 28 ve 32. maddelerine göre bakiye 1662,44 TL
nisbi karar ve ilam harcı tahsil edilmeden davacı tarafa ilam verilmesi mümkün değildir. Davacı tarafın davayı kazandığı
halde ilam alabilmesi ve kararı icraya koyabilmesi ilam ile karşı tarafa yüklenen harcı ödemeye bağlıdır. Bir
kişinin yargı kararı ile hüküm altına alınan bir hakkını icraya koyabilmesi ilam ile karşı tarafa yüklenen bir ödevin
yerine getirilmesine bağlanamaz. Bu yöndeki bir hukuk kuralı 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Başlangıç
bölümünde ve 2, 36, 90. maddelerinde düzenlenen hukuk devleti ilkesine, 5. maddede düzenlenen devletin kişinin
temel hak ve hürriyetlerini koruma ve geliştirme görevine aykırı olduğu gibi insan hakları ve temel özgürlüklerin
korunmasına ilişkin sözleşme’nin adil yarılanma hakkı başlıklı 6. maddesine de aykırıdır. 492 sayılı Harçlar Kanununun
28/1-a bendinde yer alan “karar ve ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez” kuralında yargılama sonucunda
haklı çıkan ya da haksız çıkan şeklinde bir ayrım yapılmadığı için bu kural yargılama sonucunda haklı çıkanı da kapsamaktadır.
Bu nedenlerle 492 sayılı Harçlar Kanununun 28/1-a bendinde yer alan “karar ve ilam harcı ödenmedikçe
ilgiliye ilam verilmez” cümlesinin iptali talebinde bulunulmasına (…) karar verilmiştir”.


Bolu Asliye Hukuk Mahkemesi başvuru kararında şu gerekçelere yer vermiştir:


“ (…)
İptali talep edilen 492 sayılı Harçlar kanunu’nun karar ve ilam harcı başlıklı 28/a maddesinin ikinci cümlesi
olan “Karar ve ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez” hükmünün ve harcı ödenmeyen işlemler başlıklı 32.
maddesinin birinci cümlesi olan “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakıp işlemler yapılmaz”
hükmünün Anayasanın eşitlik ilkesine, mülkiyet hakkına ve hak arama hürriyetine aykırı bulunmaktadır. Çünkü durumu
iyi bulunana davacı aslında davalı tarafın ödemesi gereken harcı yatırıp ilamı alabilmekte ve davalı hakkında
icra takibi yapabilmekte maddi durumu iyi olmayan davacı veya adli müzaheretten faydalanan davacı aslında davalı
tarafın ödemesi gereken harcı yatıramadığından ilamı alamamakta ve davalı hakkında icra takibi yapamamaktadır.
Davacının ilam alabilmesinin, aslında davalı tarafın ödemesi gereken harcı yatırma şartına bağlanmasını
“mahkemeye erişim” bağlamında Anayasanın hak arama hürriyetine, davacının maddi hak elde ettiği ilamı aynı nedenlerle
alamaması ve icraya konu edememesinin anayasanın mülkiyet hakkına aykırı bulunmaktadır.(…)
492 sayılı Harçlar Kanunu’nun Karar ve İlam Harcı başlıklı 28/a maddesinin ikinci cümlesi olan “Karar ve
ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez” hükmünün ve harcı ödenmeyen işlemler başlıklı 32. maddesinin birinci
cümlesi olan “ Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakıp işlemler yapılmaz” hükmünün Türküye
Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. 11. 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğu düşünüldüğünden iptaline karar verilmesi
hususu, anayasa’nın 152. maddesine göre talep olunur”.


III- YASA METİNLERİ


A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları


492 sayılı Harçlar Kanunu’nun iptali istenen tümcelerin yer aldığı 28. ve 32. maddeleri şöyledir:
Madde 28 – (1) sayılı tarifede yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir.:
a) Karar ve İlam Harcı,
Karar ve İlam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir. Karar
ve İlam Harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez.
b) İcra Tahsil Harcı,
İcra takiplerinde Tahsil Harcı alacağın ödenmesi sırasında, ödeme yapılmayan hallerde harç alacağının doğması
tarihinden itibaren 15 gün içinde ödenir.
Harç alacağı icranın yerine getirilmesiyle doğar.
Konunun değeri üzerinden alınacak İflas Harçlarında da bu bent hükümleri uygulanır.
c) Depozito, defter tutma ve miras işlerine ait harçlar,
(1) Sayılı tarifenin (D) bölümünde yazılı depozito defter tutma ve miras işlerine ait harçlar işin sonundan itibaren
15 gün içinde ödenir.
Harcı ödenmiyen işlemler:


Madde 32

Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakıp işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi
tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde
ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır”.




B- Dayanılan Anayasa Kuralları


Başvuru kararlarında, Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 35., 36. ve 90. maddelerine dayanılmıştır.


IV- İLK İNCELEME


A- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit
ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımlarıyla 7.5.2009 günü yapılan ilk inceleme
toplantısında her iki dosyada da eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine; Haşim KILIÇ, Ahmet
AKYALÇIN, Mehmet ERTEN ile A. Necmi ÖZLER’in karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir.




B-

2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanun’un 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin “karar ve ilam
harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez” biçimindeki son tümcesinin iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan ve
Anayasa Mahkemesi’nin 2009/32 sayılı esasına kayıtlı itiraz başvurusuna ilişkin davanın yapılan ilk incelemesinde;
Dosyanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2009/27 esas sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının
kapatılmasına, esas incelemenin 2009/27 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 7.5.2009 gününde OYBİRLİĞİYLE
karar verilmiştir.




V- ESASIN İNCELENMESİ


Başvuru kararları ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kurallar, dayanılan Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:


A- Yasa’nın 28. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendinin İkinci Tümcesinin İncelenmesi


Başvuru kararlarında, davacı tarafın davayı kazandığı halde ilamı alarak icra takibinde bulunabilmesinin, ilam
ile karşı tarafa yüklenen bir ödevin yerine getirilmesi koşuluna bağlandığı, itiraz konusu kuralda, ilgiliye karar ve ilam
harcı ödenmedikçe ilamın verilmeyeceği belirtildiğinden davayı kazanan davacıya da verilmemesinin mahkemeye
erişim bağlamında davacının hak arama özgürlüğünü engellediği belirtilerek itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 2., 5.,
10., 35., 36. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kural 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun “nisbi harçlarda ödeme zamanı” başlıklı 28. maddesinde
yer almaktadır. Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinde, karar ve ilam harçlarının dörtte birinin
peşin, geri kalanın kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödeneceği, ikinci tümcede ise karar ve ilam harcı
ödenmedikçe ilgiliye ilamın verilmeyeceği belirtilmiştir.
Ayrıca Yasa’nın 37. maddesinde Kanun’da gösterilen ve süresi içinde ödenmeyen harçların nasıl tahsil edileceği
belirlenmiştir. Bu kurala göre, sorumlusu tarafından süresi içinde ödenmeyen karar ve ilam harçları, ilgili mahkemenin
yazısı üzerine o yerin vergi dairesi tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki
Yasa hükümlerine göre tahsil edilecektir.
Harç, idarece yapılan bir hizmetten yararlananlardan bu hizmet dolayısıyla alınan para, diğer bir deyimle verginin
özel ve ayrık bir türüdür. Bu nedenle diğer harçlarda olduğu gibi, yargı harçlarında da kural; harcın, davayı açan
veya harca mevzu olan işlemin yapılmasını isteyen kişi tarafından ödenmesidir. Ancak yargı yoluna başvurmak, başvuran
kişiye bir harç yükümlülüğü yüklediği gibi, başvuranın haklı çıkması halinde bu yükümlülük yer değiştirmekte
ve davada haksız çıkan tarafa yükletilmektedir. Bu nedenle nisbi harca tabi davalarda, yargılama sonunda ödenecek
harç miktarıyla birlikte, harcın gerçek sorumlusu da mahkeme kararıyla belirlenmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan,
bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların
elde edilmesini kolaylaştıran ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında “herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” kuralı yer almaktadır.
Hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti
bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır.
Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri
önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde
etmeyi de kapsayan bir haktır. Dava açarken peşin harcı ödeyen ancak nisbi harca tabi davalarda işin niteliği gereği
dava sonuna bırakılan bakiye harçtan yasal olarak sorumlu olmadığı mahkeme kararıyla belirlenen davacıya, sorumlusu
olmadığı bir harcın tahsili koşuluyla ilamın verilmesi; bireylerin hak arama özgürlüğünü engelleyici nitelik taşımaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 5., 10., 35. ve 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.


B- Yasa’nın 32. Maddesinin İlk Tümcesinin İncelenmesi


Mahkeme başvuru kararında, davacının ilamı alabilmesinin, aslında davalı tarafın ödemesi gereken harcı yatırma
koşuluna bağlanmasını “mahkemeye erişim” bağlamında hak arama hürriyetini; davacının maddi hak elde ettiği
ilamı aynı nedenlerle alamaması ve icraya konu edememesinin de mülkiyet hakkını engellediği gerekçesiyle, itiraz
konusu kuralın Anayasa’nın 10., 11., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu tümcenin yer aldığı 32. madde “harcı ödenmeyen işlemler” başlığı altında Yasa’nın beşinci bölümünde
düzenlenmiştir. Maddenin itiraz konusu ilk tümcesi; “Yargı işlemlerinden alınan harçlar ödenmedikçe
müteakip işlemler yapılmaz” hükmünü içermektedir. Bu kural sadece nisbi karar ve ilam harçları için değil, Yasa’da
yer alan ve yargı işlemlerinden alınacak tüm harçları kapsayan bir hükümdür. Yasakoyucu bu kuralla yargı hizmetlerinin
karşılığı olan ve kanunda yer alan harca tabi işlemlerin yapılmasını, o işleme ilişkin harcın tahsili koşuluna bağlamıştır.
Aynı zamanda yasakoyucu ilgilisi tarafından ödenmeyen harcın karşı tarafça ödenmesi halinde işleme devam
olunacağını ve ödenen harcın yargılama sonunda ayrıca bir talebe gerek kalmaksızın hükümde dikkate alınacağını da
belirlemiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında “herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” kuralı yer almaktadır.
Harç, devletin yüklenmiş olduğu görevleri yerine getirebilmek için anayasal sınırlar içinde egemenlik yetkisine
dayanarak değerlendirdiği çeşitli kaynaklardan elde etmiş olduğu vergi ve resim gibi bir çeşit kamu geliridir. Ayrıca
harç, bireylerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında bu hizmetlerin
maliyetlerine katılmaları amacıyla zor unsuruna dayanılarak alınan mali yükümlülüktür. Bu nedenle, yargılama sürecinde,
yasayla harca tabi kılınmış bir hizmetten yararlanmak isteyen ilgili (davalı veya davacı), genel kurallar uyarınca
harcını ödeyerek bu hizmetten yararlanabilir. Dava açan veya yargılama sırasında harca tabi bir işlemin yapılmasını
isteyen tarafın, harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmesi, harçların
konuluş amacına aykırılık oluşturur.
Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağını belirten kural, bireylerin
özel menfaatleriyle ilgili olarak yargı hizmetinden yararlanmalarını, bu hizmetin karşılığı olan harcın ödenmesi
koşuluna bağladığından, hak arama özgürlüğünü sınırlandıran bir nitelik taşımamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 36. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 10., 11. ve 35. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.


VI- SONUÇ


2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun;
1- 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin “Karar ve İlâm Harcı ödenmedikçe ilgiliye ilâm verilmez.”
biçimindeki ikinci tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
2- 32. maddesinin “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakıp işlemler yapılmaz.” biçimindeki
birinci tümcesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
14.1.2010 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Sacit ADALI
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
Üye
Ahmet AKYALÇIN
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
A. Necmi ÖZLER
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Şevket APALAK
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ


KARŞIOY YAZISI


492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 28. ve 32. maddelerinin ilk inceleme aşamasında yapılan görüşmedeki Ahmet
AKYALÇIN’ın karşıoyuna katılıyorum.
Başkan
Haşim KILIÇ


KARŞI OY


Anayasa’nın 152. ve 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
28. maddesi uyarınca, yasa ya da yasa hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunun somut norm denetimi
(itirazı) yoluyla denetlenebilmesi için iptali istenilen kuralın “davada uygulanacak kural” olması koşulu aranmaktadır.
Davada uygulanacak yasa kuralı kavramı, bir davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde
veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan, ya da tarafların istek ve
savunmaları çerçevesinde bir karar vermek için göz önünde tutulması gereken kuralları ifade etmektedir.
İncelemesi yapılan 2009/32 nolu dosyada, mahkeme, davacı vekilinin açmış olduğu destekten yoksun kalma
tazminatı ve manevi tazminat davasında, davacının davasının kabulüne; 2009/27 nolu dosyada ise davacı vekilinin
açmış olduğu men’i müdahale ve kal davasında, davanın kabulüne karar vererek davayı sonuçlandırmıştır.
Mahkemeler, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin son tümcesinde yer
alan “karar ve ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez” hükmü ile 32. maddenin ilk tümcesinde yer alan “yargı
işlerinde alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakip işlemler yapılmaz” hükmünün iptali istenilmiştir.
1086 sayılı HUMK’nun 392. maddesinde “Karar tahrir ve imza olunduktan sonra suretleri bir hafta içinde başkâtip
tarafından iki taraftan her birine makbuz mukabilinde verilir ve bir nüshası da dosyasında hıfzolunur. Suretler
asılları gibi imza olunmakla beraber bunlara mahkemenin mühürü vazedilmek lâzımdır. İki taraftan her birine verilen
suretler ilâmdır” denilerek karar ve ilâmın tanımı yapılmıştır.
Yasada, karar terimi yalnız kararın aslı için; ilâm ise mahkeme kararının taraflara verilen sureti için kullanılmıştır.
Somut olayda, mahkemeler hukuki bir davaya konu olan uyuşmazlığı çözerek davayı sonuçlandırmışlardır. İlgililerin
ilâm istemi ve bu istem üzerine mahkemelerin dosya üzerinden yapmış oldukları inceleme, hukuki bir davaya
konu olan uyuşmazlığı çözmeye ilişkin değildir. Bu nedenle mahkemelerin önünde görülmekte olan dava bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın esastan görüşülmesine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Üye
Ahmet AKYALÇIN


KARŞIOY YAZISI


2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun, 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin son tümcesinde
yer alan “karar ve ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilan verilmez” kuralına yönelik itiraz başvurusu ile bu kuralla
birlikte 32. maddesinin ilk tümcesinde yer alan “yargı işlerinde alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakkıp işlemler
yapılmaz” biçimindeki kurala yapılan diğer itiraz başvurusunun yapılan ilk incelemesinde;
Davacı vekillerinin hukuk mahkemelerinden verilen kararların ilam harcı ödenmeden kendilerine verilmesini
talep ettikleri, mahkemelerinde dosya üzerinde yaptıkları inceleme sonucunda itiraz konusu kuralları gerekçe göstererek
bu talepleri vermiş oldukları ek kararlarla reddettikleri, böylece, Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürdükleri
kuralları somut olaylara uygulamak suretiyle hukuki ihtilafları karara bağlayıp davayı sonuçlandırdıkları anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 152. maddesi ve 2949 sayılı Kanun’un 28. maddesi, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilmesi
için “mahkemede bakılmakta olan bir davanın” bulunmasını koşul olarak aramaktadır.
İtiraz başvurusunda bulunan mahkemelerin ise uyuşmazlıkları karara bağladıkları için önlerinde bakmaları gereken
bir davanın bulunmadığı açıktır. Bu nedenle aranan koşulu taşımayan söz konusu başvuruların, esası incelenmeksizin
yetkisizlik nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
Açıkladığım düşünce ile çoğunluk kararına katılmadım.
Üye
Mehmet ERTEN
--------------------------------------------------------------------------

Harçlar Kanunu'nun 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin ikinci cümlesi olan; 'Karar ve ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez' hükmü, Anayasa'ya aykırılık gerekçesiyle Bolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi'ne taşındıktan sonra Anayasa Mahkemesi, 14.01.2010 tarihli kararıyla 'karar ve ilam harcı ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmeyeceği' yönündeki düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermişti. Karar ve ilam harcı kaldırılmamakla beraber, harç ödenmeksizin ilamın verilmesini engelleyen hüküm iptal edildi. Yani, karar ve ilam harcı davayı kaybeden taraftan alınmaya devam edilecek. Fakat yukarıda belirttiğim ve Anayasa Mahkemesi kararında koyu renkli ve altı çizili cümleden de anlaşılacağı üzere hakimin belirttiğiniz şekilde davayı kazanan davacı tarafa ilamın ancak harcın ödenmesi üzerine verilmesi şeklindeki uygulaması kesinlikle kanuna aykırılık teşkil ediyor ve keyfi bir uygulama. Saygılarımla..
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Yargıtay, yerel mahkemenin gerekçeli kararında bahsetmediği bir karar verebilir mi? özge_law Meslektaşların Soruları 14 03-11-2015 16:27
kısa karar/gerekçeli karar/iş davası/vekalet ücreti Av. Bülent Sabri Akpunar Meslektaşların Soruları 4 04-12-2012 14:36
İş mahkemesinde tefhim edilen kısa karar ve gerekçeli karar TABUOSMAN Meslektaşların Soruları 3 18-06-2008 13:04
Kısa karar/Gerekçeli karar/Hmuk m. 388 Av. Bülent Sabri Akpunar Meslektaşların Soruları 13 11-04-2008 12:01


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10526991 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.