14-02-2012, 12:38 | #1 |
|
Kadının Çocuğun Soyadını Seçme Hakkı- Yargı kararları
14 Şubat 2012 SALI Resmî Gazete Sayı : 28204
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/119 Karar Sayısı : 2011/165 Karar Günü : 8.12.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Siirt Asliye Hukuk Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ikinci fıkrasının “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” biçimindeki birinci cümlesinin, Anayasa’nın 10., 13. ve 41. maddelerine aykırılığı savıyla iptaline karar verilmesi istemidir. I- OLAY Eşinden boşanan ve çocuğunun velayet hakkı kendisine verilen davacı anne tarafından çocuğa velayeten açılan isim ve soyadın değiştirilmesi davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Davacı küçük (…) adına velayeten annesi (…); Mahkememize dava açarak; çocuğu (…)’ın soyadının nüfus kayıtlarında babasının soyadı olan (…) olarak kaldığını ve bu soyadının çocuğunu çok rahatsız ettiğini zira (…) soyisminin okulda ve mahalle arkadaşları arasında alay konusu yapıldığını; bunun da çocuğunu olumsuz yönde etkilediğini ve bu yüzden okula gitmek istemediğini; oğlunun nüfusta iki ismi olmakla birlikte kendisine (…) isminde hitap edildiğini ve bunun da resmi işlemlerde karışıklığa neden olduğunu ve ayrıca ilk ismi olan (…) isminin kız ismi olarak bilinmesi nedeniyle de oğlu ile alay edildiğini; bu sebeplerle oğlunun (…) olan isminin (…); (…) olan soyisminin ise (…) olarak değiştirilmesini talep etmiş ve duruşmada dinlenen küçük (…)’ın duruşmada alınan beyanında; arkadaşlarının kendisine (…) ismiyle hitap etmekle birlikte nüfusta geçen (…) isminin de kız ismi diye kendisiyle dalga geçtiklerini, günlük yaşamda (…) ismi ile bilindiğini ve kendisine (…) ismiyle hitap edildiğini ve bu nedenle ismimin (…) olarak değiştirilmesini istediğini, ayrıca nüfustaki soyisim babamın soy ismi (…) olarak geçtiğini ve bu soyismin yine arkadaşları arasında dalga konusu olduğunu, bu sebeple soyisminin annesinin soyismi olan (…) olarak düzeltilmesini istemiştir. Davacı (…)’ün, eşi (…)’dan, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09/10/2001 tarih ve 2000/618 esas, 2001/1013 karar sayılı ilamı ile boşandığı ve müşterek çocuk (…)’ın velayet hakkının anne (…)’e verildiği anlaşılmıştır. İş bu soyadı değişikliği davası sebebiyle uygulanacak; 02/07/1934 tarih ve 2525 sayılı Soyadı Kanunun 4. maddesinin; Anayasanın 10., 13. ve 41. maddelerine aykırı olduğu düşünülmekle; Anayasanın 152. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 28. maddesi uyarınca iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir. 02/07/1934 tarih ve 2525 sayılı Soyadı Kanunun 4. maddesi; “Soyadı seçme vazifesi ve hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir. Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır...” Anayasanın 10. maddesi; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 07/05/2004 - 5170 S.K./l. mad) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür...” Anayasanın 13. maddesi; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Anayasanın 41.maddesi; “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır...” Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09/10/2001 tarih ve 2000/618 esas, 2001/1013 karar sayılı ilamı ile boşanma sonunda müşterek çocuk (…)’ın velayet hakkı tevdii edilmiş olan davacı anne (…)’ın açmış olduğu küçükle ilgili iş bu Soyadı Değişikliği davasında uygulanacak olan 2525 sayılı Soyadı Kanunun 4/2 maddesinde yazılı “Evliliğin feshi ve boşanma hallerinde çocuk anasına tevdii edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” hükmünün; ailenin eşler arasında eşitliğe dayandığına ilişkin Anayasanın 41. maddesi ile Kadınlar ve Erkeklerin eşit haklara sahip olduğuna dair Anayasanın 10. maddesine ve dolayısıyla Anayasanın temel hak ve özgürlüklerin Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağına ilişkin 13. maddesine aykırı olduğu ve bu itibarla iptal edilmesi gerektiği ve bu sayede uygulamada hakkaniyetin sağlanabileceği kanaatine varılmıştır.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun itiraz konusu kuralı da içeren 4. maddesi şöyledir: “Soy adı seçme vazifesi ve hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir. Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır. Koca ölmüş ve karısı evlenmemiş olursa veyahut koca akıl hastalığı ve akıl zaifliği sebebiyle vesayet altında bulunuyor ve evlilik de devam ediyorsa bu hak ve vazife karınındır. Kocanın vefatiyle karı evlenmiş veya koca evvelki fıkrada zikredilen sebeplerle vesayet altına alınmış ve evlilik de zeval bulmuş ise bu hak ve vazife çocuğun baba cihetinden olan kan hısımlarından en yakın erkeğe ve bunların en yaşlısına yok ise vasiye aittir.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararında Anayasa’nın 10., 13. ve 41. maddelerine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN ile Celal Mümtaz AKINCI’nın katılımlarıyla 13.1.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında; 1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE, karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, itiraz konusu kuralın ailenin eşler arasında eşitliğe dayandığına ilişkin Anayasa’nın 41. maddesi ile kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğuna dair Anayasa’nın 10. maddesine ve dolayısıyla Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağına ilişkin 13. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ilk fıkrasında, soyadı seçme vazifesi ve hakkının evlilik birliğinin reisi olan kocaya ait olduğu belirtildikten sonra, ikinci fıkrasının itiraz konusu birinci cümlesinde evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı (soyadını) alacağı hükme bağlanmıştır. 2525 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde yer alan “(…) Kanunla mevcut bütün soy adlarının nüfus kütüklerine yazdırılması ve soy adı olmayanların yeni bir ad seçerek bunu yazdırması mecburiyeti konmuştur (…)” ifadelerinden, bu Kanun’un ilk defa soyadı alınması ile ilgili düzenlemeler içerdiği anlaşılmaktadır. Ancak 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun çocuğun soyadını düzenleyen 321. maddesinde yer alan “Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır” hükmü nedeniyle, itiraz konusu kuralın günümüzde sadece bazı istisnai durumlarda uygulanabilmesi söz konusudur. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” denilerek eşitlik ilkesine yer verilmiş, ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin birinci fıkrasında ailenin Türk toplumunun temeli olduğu ve eşler arasında eşitliğe dayandığı belirtilerek eşitlik ilkesinin eşler arasında da geçerli olduğu vurgulanmıştır. 7.5.2004 günlü, 5170 sayılı Yasa’yla yapılan değişiklikle, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmü, Anayasa’nın 10. maddesine ikinci fıkra olarak eklenmiş, madde gerekçesinde; “2003 Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, Türkiye’nin taraf olduğu ilgili uluslararası sözleşmeler doğrultusunda cinsiyete göre ayrım yapılmaksızın, tüm bireylerin insan haklarından ve temel hürriyetlerden hukuken ve fiilen tam olarak yararlanmasının teminat altına alınması beklentisi yer almaktadır. Öte yandan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 20. maddesinde herkesin kanunlar önünde eşit olduğu vurgulanmıştır. Avrupa Birliği Anayasa Taslağı’na ayrı bir bölümle ilave edilen Temel Haklar Şartı’nın “III. Eşitlik “ başlıklı Bölümünün 23 üncü maddesinde, “İstihdam, çalışma ve ücret de dâhil olmak üzere her alanda, erkeklerle kadınlar arasında eşitlik sağlanacaktır.” denilmektedir. Maddenin ikinci fıkrasında, yeterli ölçüde temsil edilemeyen cinsiyetin lehine belirli avantajlar sağlayan önlemlerin sürdürülmesinin veya kabul edilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olmayacağı öngörülmektedir” denilmiştir. Anayasa’nın 41. maddesinin birinci fıkrasına da 3.10.2001 günlü, 4709 sayılı Yasa’yla “ve eşler arasında eşitliğe dayanır” ibaresi eklenmiş, madde gerekçesinde düzenlemenin kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik olduğu ifade edilmiştir. Eşitlik ilkesinin amacı, hukuksal durumları aynı olanların kanunlarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanun karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi zedelenmiş olmaz. Çocuğun soyadını seçme hakkı, velayet hakkı kapsamında yer alır. Velayet, reşit olmayan çocuklarının bakım ve gözetimi konusunda ana-babaya verilen hak ve yükümlülüklerden oluşan bir müessesedir. Bu bağlamda çocuğun bakım ve eğitimi, kanuni temsili, malvarlığının yönetimi ve çocuğun menfaatlerinin korunması için hukuki temel oluşturur. Önceleri ana babanın çocukları üzerindeki hâkimiyet hakkı olarak görülen velâyet, günümüzde hem yükümlülük hem de bir hak olarak anlaşılmaktadır. Velayet, kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak niteliğindedir. Bu nedenle başkasına devredilemez, miras yoluyla geçmez ve bu haktan vazgeçilemez. Bu hak başkasına devredilemediği gibi bu haktan feragat da edilememektedir. Bununla birlikte yasanın gösterdiği bazı şartlar altında velâyet hakkının kullanılmasının kısmen veya tamamen üçüncü kişilere bırakılması mümkündür. 4721 sayılı Yasa’nın velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık halinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü halinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmıştır. 2525 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına ilişkin gerekçede “Lâyihanın 4 üncü maddesi kanunu medenimize tevafuk etmek ve bir çok ihtimalleri nazarı dikkate almak suretile Hükümetin teklifinin tadili cihetine gitmiştir. Kanunu medenimizin 152 nci maddesi kocayı evlilik birliğinin reisi olarak kabul etmiştir. Binaenaleyh soy adı seçme vazife ve hakkının evvelâ kocaya ait olması mevcut olan bu hükme gayet uygundur. Soy adı kanunu meriyete girdiği anda evliliğin fesih veya boşanma suretile zevali ve çocuk mevcut olupta bunun karıya tevdii halinde çocuğa babanın seçmiş olduğu adı vermek, at evlâda intikal etmek hesabile muvafık ve bunun tasrihi de lâzım görülmüştür (…)” denilmiştir. Bu gerekçeden itiraz konusu kuralın “koca evlilik birliğinin reisidir” ilkesine bağlı olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Oysa genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda kadın-erkek eşitliği konusunda önemli değişiklikler yapılarak, bu eşitlikle bağdaşmayan hükümler Kanun’dan çıkarılmış veya eşitliği sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Bu bağlamda 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi’nin 152. maddesinde düzenlenen koca evlilik birliğinin reisidir ilkesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile kaldırılarak, bunun yerine “Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler.” (m. 186); “Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder.” (m. 188) gibi hükümlerle eşlerin evlilik birliğinde eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu belirten hükümler kabul edilmiştir. Öte yandan, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medenî Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası hukuk belgelerinde de kadın-erkek eşitliğini düzenleyen hükümlere yer verilmiştir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin başlangıcında, “Kadınlara karşı ayrımcılığın, hak eşitliği ve insan şeref ve haysiyetine saygı ilkelerini ihlâl ettiği” belirtildikten sonra 1. maddesinde “Bu Sözleşmenin amacı bakımından ‘kadınlara karşı ayrımcılık’ terimi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın ve erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, Medenî durumları ne olursa olsun kadınlara tanınmasını, kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya kullanmalarını engelleme veya hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı her hangi bir ayırım, dışlama veya kısıtlama anlamına gelir” denilerek kadınlara karşı ayırımcılığın tanımı yapılmış; 2. maddesinde taraf devletlerin kadınlara karşı ayırımcılık oluşturan uygulama ve yasal düzenlemeleri ortadan kaldırmayı kabul ettikleri; 5. maddesinde, taraf devletlerin her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı ön yargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek için tüm uygun önlemleri alacakları; 16. maddesinde taraf devletlerin evlilik ve aile ilişkileri konusunda kadınlara karşı ayırımı önlemek için ana ve babaya evlilik süresince ve evliliğin son bulmasında medeni durumlarına bakılmaksızın, çocuklarla ilgili konularda ve ulusal yasalarda mevcut veli, vasi, kayyım olma ve evlat edinme veya benzeri müesseselerde eşit hak ve sorumluluklar tanıyacakları kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medenî Haklar Sözleşmesi’nin “Ailenin korunması” başlığını taşıyan 23. maddesinin dördüncü fıkrasında “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, eşlerin evlilik konusunda, evliliğin devam ettiği sürece ve boşanmada eşit hak ve yükümlülüklere sahip olmaları için gerekli önlemleri alır. Boşanma halinde çocukların korunması için gerekli hükümler konur”; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Ayrımcılık yasağı” başlıklı 14. maddesinde; “Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır” hükümlerine yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında, yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir. Eşitlik ilkesi, aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Kişinin cinsiyeti nedeniyle karşı cinse göre ayrıcalıklı duruma getirilmesi bu ilkeye aykırı düşer. Ayrıca eşitlik, bireyler arasındaki farklılıkların göz ardı edilerek herkesin her bakımdan aynı kurallara bağlı tutulması anlamında da algılanamaz. Kimi kişilerin başka kurallara bağlı tutulmalarında haklı nedenler varsa, yasa önünde eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemez. Bu nedenle, yaradılış ve işlevsel özelliklerin zorunlu kıldığı kimi ayırımlar haklı bir nedene dayandığı ölçüde eşitliği bozmadığı halde, sadece cinsiyete dayalı ayrımlar eşitlik ilkesine açık bir aykırılık oluştururlar. Eşler, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumdadırlar. Erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmaması, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğurur. Bu nedenle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir. İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 13. maddesi ile ilgisi görülmemiştir. VI- SONUÇ 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ikinci fıkrasının “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” biçimindeki birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 8.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. |
17-02-2012, 16:33 | #2 |
|
Sayın Kayar, bu güncel kararı üyelere ivedilikle duyurduğunuz için çok teşekkürler. Bu iptal kararının uygulamaya yansıması nasıl olacak acaba? Boşanma davası sonucunda velayet kendisine bırakılan anne çocuğun soyadını değiştirmek isterse, bunu Aile Mahkemesinde mi talep edecek, yoksa, Asliye Mahkemesinde açacağı soyadı değişikliği davası ile mi talep edebilecektir? ne dersiniz?
|
17-02-2012, 18:17 | #3 | |||||||||||||||||||||||
|
Bana göre açılacak dava klasik bir "nüfus kaydının düzeltilmesi" davası olmayacaktır. Boşanmanın eki niteliğinde olduğundan ve babayı da(aileyi) ilgilendirdiğinden görevli mahkeme aile mahkemesi olmalıdır, diye düşünmekteyim. |
18-02-2012, 10:39 | #4 |
|
Merhaba,
Anayasa Mahkemesince verilen karara dayanak olay,nüfus kaydının haklı sebeple düzeltilmesi davasıdır. Bu davada veleyet hakkı olan anne dava açmış ve çocuğun baba soyadının çocuğunu çok rahatsız ettiğini zira (…) soyisminin okulda ve mahalle arkadaşları arasında alay konusu yapıldığını; bunun da çocuğunu olumsuz yönde etkilediğini ve bu yüzden okula gitmek istemediğini beyan ederek soyadının haklı sebeple değiştirilmesini ,kendi soyadının çocuğun soyadı olarak belirlenmesini istemiştir. Olayda tartışılan konu bu davayı velayet hakkı olan annenin açıp açamayacağı ve soyadı değişikliğine gidilecek olur ise annenin belirlediği soyadının kabul edilip edilmeyeceğidir. Yerel mahkeme 2525 sayılı Soyadı Kanunun 4. maddesinde engelleyici olan düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi de 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ikinci fıkrasının “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” biçimindeki birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE karar vermiştir. Dayanılan ulusal ve uluslararası sözleşme hükümleri gayet yerindedir.Fakat bu iptal kararının çocuğun soyadı konusunda tüm eşitsizlikleri giderici nitelikte olmadığı da gayet açıktır. İptalin yol açtığı olanak evliliğin feshi ve boşanma halinde veleyet hakkı olan anneye çocuğun soyadının haklı sebeple değiştirilmesi için dava açma ve sonrasında belilrlenecek soyadını beyan etme hakkı tanımaktadır. Çocuğun evlilik içinde -veya tanma veya babalık hükmü ile baba ile soybağı kurulan çocuğun -alacağı soyadına ilişkin yasal durumu değiştiren bir karar olarak değerlendirilmemek gerekir. SONUÇ: Boşanma sonrasında haklı sebeple çocuğun soyadının değiştirilmesi davası nitelik ve teknik olarak boşanmanın eki niteliğinde değildir. Bu hala nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davasıdır ve Asliye Hukuk Mahkemelerinin görev alanında bulunmaktadır.Belirttiğim gerekçe ile Sn.Ergin'in görüşlerine katılmıyorum. |
25-06-2013, 19:05 | #5 |
|
T.C.
DİYARBAKIR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA GEREKÇELİ KARAR ESAS NO : 2012/200 KARAR NO : 2012/489 HAKİM : FARUK ÖZSU 38539 DAVACI : A.B DAVALI : DİYARBAKIR NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ - Diyarbakır Nüfus Müdürlüğü Merkez/ DİYARBAKIR ÇOCUK/(LAR) : A.H. DAVA : Nüfus (Ad Ve Soyadı Düzeltilmesi İstemli) DAVA TARİHİ : 15/05/2012 KARAR TARİHİ : 02/10/2012 KARAR YAZIM TARİHİ : 05/10/2012 Mahkememizde görülmekte bulunan Nüfus (Ad Ve Soyadı Düzeltilmesi İstemli) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda, GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillinin 17/05/2007 tarihinde eşi M. Ç.H.'dan boşandığını, müşterek çocukları A.H.'nun velayetinin annesine verildiğini, velayeti müvekkilinde olan kızının nüfus kayıtlarında babasının soyadı olan H. olarak kaldığını, bu soyadının çocuğu okulda çok rahatsız ettiği gibi annesini de resmi işlemlerde zora soktuğu gibi psikolojik olarakta sürekli aynı soyadını hatırlamakla rahatsızlık duyduğunu, Anayasa Mahkemesinin resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren kararında 2525 sayılı Nüfus Kanununun 4. Maddesinin ikinci fıkrasının "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır" biçimindeki düzenlemesinin Anayasaya'ya aykırı olduğundan iptal edildiğini, bu nedenle müvekkilinin küçük kızının halen taşımakta olan olduğu ve "H.nın anne soyadı olan "B." olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davacının nüfus aile kayıt tablosu incelenmiştir. Davalı temsilcisi 02/10/2012 tarihli celsedeki beyanında; "Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 2012/5587 Esas, 2012/7122 K, ve 2012/6593 Esas, 2012/8500 sayılı kararı ile benzer hususta davanın kabulüne karar verilmiş olmasını yargıtay bozmuştur, yönetmelik uyarınca da 18 yaşına kadar çocuk babasının soyismini taşımak zorundadır (velayet annede olsa dahi) bu nedenle davanın reddini talep etmiştir. Dosyada yapılan değerlendirme neticesinde; davacı A.B.in 17/05/2007 tarihinde kesinleşen Diyarbakır Aile Mahkemesinin 2005/332 Esas, 2007/128 Karar sayılı ilamıyla eşi M. Ç.H.'ndan boşandığı ve müşterek çocukları .A.H.'nun velayetinin anneye verildiği, 2525 Sayılı Nüfus Kanununun 4. Maddesinin 2. Fıkrasının düzenlemesine göre "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır" düzenlemesinin Anayasa Mahkemesinin 08/12/2011 tarih, 2010/119-2011/165 E/K sayılı kararıyla Anayasa'nın 10. ve 41. Maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildiği görülmüştür. Her ne kadar Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 2012/5587 Esas, 2012/7122 K, ve 2012/6593 Esas, 2012/8500 sayılı kararlarında 4721 sayılı TMK'nın 321. Maddesine atıfla; "doğru nesepli çocuk babanın (ailenin) soyadını taşır.(...) Babanın soyadı veya çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe, çocuğun da soyadı değişmez." denilmişse de bu yoruma mahkememizce iştirak edilmemiştir. Şöyle ki: İlk olarak; norm olmayan bir hususta aslolanın özgürlük olup; Anayasa Mahkemesince belirtilen yasa maddesi -eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle- iptal edilmiş olmakla velayet hakkını kullanan annenin çocuğun soy ismini değiştirmesine yasal bir engel kalmamıştır. Yasa ile konmamış bir engel, hiç bir kişi, kurum ya da makamca yaratılıp var edilemez. İkincisi; TMK 321. Maddesindeki düzenleme ile iş bu dava arasında çelişen bir durum da yoktur. Zira belirtilen yasa maddesinde "Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin (...) soyadını taşır." denilmiş olup, babanın soyadına yapılmış özel bir vurgu yoktur. Diğer yandan çocuğun soybağı, baba ile aynı soyadı taşımasını da gerektirmez. Yüksek mahkeme bahsi geçen kararında -velayeti kendinde olmayan- babanın soyadı değişikliği yapmasına vurgu yapmakta olup, bu yaklaşım Anayasa mahkemesince "eşitliğe aykırı" bulunarak yapılan iptale itibar etmeksizin adeta yasa koyucu gibi eski ve iptal edilen düzenlemeden yana tavır alındığı anlamına gelir... Diğer yandan, bahsi geçen kararlarda "...çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe" de denilmiş olup, iş bu davada tam olarak yapılan da budur aslında. Yani bu davada yapılan; çocuğun 18 yaşını beklemeden onun adına velayeten annesinin dava açmasından ibarettir. Başka deyişle; bu davadaki talebi; "annenin değil, reşit olmayan çocuğun isteği" gibi düşünmek mümkündür, hatta gereklidir. Bir çocuğun meşru ve haklı bir talebini dile getirmesi için reşit olmasını beklemenin hiç bir izah edilebilir tarafı yoktur. O halde soru şudur; "2 yaşından bu yana, yani 7 yıldır -muhtemelen hatırlamadığı- babasıyla iletişimi olmayan, arkadaşlarına annesinin soyadı yerine hiç bilmediği babasının soyadıyla yaşamak zorunda kalmasını izah edemeyen bir çocuğun, babalık görevlerinin hiç birini yapmayan bir babanın diken gibi batan soyadından kurtulmak istemesi bir çocuk için haklı ve meşru bir gerekçe değil midir? Ya da böyle bir durumdaki bir çocuğu bu derece ağır bir yük altında bırakmak doğru mudur? Ve nihayet; bir çocuğun böylesine haklı ve meşru bir isteğini velisi olarak "onun adına" annesinin mahkemeye iletmesinde ne gibi yasal, hukuki ve mantıki bir engel vardır? Son olarak; Yüksek mahkeme çocuğun 18 yaşına gelince dava açabileceği varsayımından da hareket etmiş olup; aynı varsayımın bu kez tersinden bakıldığında ise şunlar söylenebilir: -Yüksek mahkemenin çocuğun 18 yaşına geldiğinde dava açabileceğini söylemesi gibi-, çocuk annesinin talebiyle soy adının değiştirilmesinden hoşnut değilse reşit olduğunda -annesi tarafından değiştirilmiş soyadını- yeniden istediği gibi değiştirmesine bir engel de yoktur. Başka deyişle; çocuk soyadını 18 yaşını bitirdiğinde değiştirebilecekse, aynı bakışın bu kez tersinden; soyadı değiştirilen çocuğun reşit olduğunda istediği gibi soy adını değiştirmesi de mümkündür. Diğer yandan; eğer annenin talebinde bir velayeti kötüye kullanma ihtimali varsa başta çocuk ve babası olmak üzere tüm ilgililerin annenin "velayet hakkını kötüye kullandığı" iddiasıyla şikayetçi olmaları yolu da açıktır. Velayet hakkı hiç kimseye sonsuz ve keyfi bir kullanım hakkı vermeyeceği gibi, bir annenin "çocuğu için en iyisini isteme" ihtimali diğer tüm olasılık ve varsayımlardan çok daha büyük ve güçlüdür. Bilinmeyen ve aksine delil olmayan bir halde mantıksal yorumun, "annenin çocuk için en iyisini istediği" ihtimaline göre şekillenmesi gerekir Ezcümle, Yargıtay'ın yorumunda "çocuk lehine" bir yaklaşım benimsenmişse de bu yaklaşım tartışmaya açıktır... Sonuç olarak velayeti annede olan çocuğun babanın soyadını taşıması yönündeki yasal engelin kalktığı, yasal engel olmayan bir konuda yorumla bir yasak getirmeye imkan olmadığı, isim ya da soyisim değiştirme talebini sadece velayet hakkını kullanan annenin isteği olarak görmek yerine "çocuğun talebini velayeten dile getirmek" olarak sayılması gerektiği (bu davada olanın da Yüksek Mahkemenin yukarıda bahsi geçen kararlardaki; "çocuk reşit olduktan sonra ... açacağı bir dava sonunda" ifadesinde yerini bulan isteğin, şimdiden çocuk adına annesinin dile getirmesinden ibaret olduğu, dolayısıyla da talebin salt "annenin isteği" olarak kabulünden hareketle yapılan hukuksal yorumunun hatalı olduğu), ezcümle; davacı küçük A.H.'nun soy adının annesinin kızlık soyadı olan "B." olarak değiştirilmesinin çocuğun lehine olma ihtimalinin daha yüksek olduğu, küçük bir çocuğun annesiyle farklı soy adı taşımasının çocukta yaratacağı manevi tahribatın büyük olabileceği, çocuğun bunu çevresine izah etmesine imkan olmadığı, dolayısıyla da; davacının çocuğun soy adını değiştirmekte hukuki yararının bulunduğu sonuç ve kanaatine varıldığından aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir. KARAR : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davanın KABULÜ ile...A.H.nun "H.’’ olan soy adının "B" olarak DEĞİŞTİRİLMESİNE, 2-Harç peşin alındığından yeniden alınmasına YER OLMADIĞINA, 3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde BIRAKILMASINA, 4-Davacı tarafça yatırılan avanstan arta kalan avansın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE, Dair, davacı vekili ile davalı temsilcisinin yüzüne karşı kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar alenen okunup usulen anlatıldı. 02/10/2012 |
25-06-2013, 19:09 | #6 |
|
T.C. YARGITAY
18. Hukuk Dairesi ESAS NO : 2012/13301 KARAR NO : 2013/4371 Y A R G I T A Y İ L A M I MAHKEMESİ : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 02/10/2012 NUMARASI : 2012/200-2012/489 DAVACI : A.H.'na velayeten annesi A.B. DAVALI : Nüfus Müdürlüğü Davacı vekili dava dilekçesinde, boşanma nedeni ile velayeti davacı anneye verilen A.'in, "H" olan soyadının "B." olarak değiştirilmesini istemiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı Nüfus Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiştir. Y A R G I T A Y K A R A R I Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının eski eşi M.Ç.H. ile olan evliliklerinden kızı A. H.'nun dünyaya geldiğini, daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle boşandıklarını ve küçüğün velayetinin davacı anneye verildiğini, boşanmadan dolayı annenin soyadı ile kızı A.'in soyadlarının farklı hale geldiğini bu durumun çocuğu okulda rahatsız ettiğini, annesini de resmi işlemlerde zora soktuğunu ve psikolojik olarak aynı soyadı hatırlamakta rahatsızlık duyduğunu ileri sürerek A.’in H. soyadının annesinin soyadı olan B. şeklinde değiştirilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı ile dava dışı M. Ç. H.’nun evliliklerinden 10.01.2003 tarihinde soyadının değiştirilmesi istenen A. H.'nun dünyaya geldiği, davacı A.ile M.Ç.'ın, Diyarbakır Aile Mahkemesinin 13.03.2007 gün ve 2005/332, 2007/128 sayılı kararı ile boşandıkları, mahkemece dava dışı baba ile çocuk A. H. arasında şahsi ilişki tesisine karar verildiği, A.'in velayetinin yaşı henüz anne bakım ve şefkatine muhtaç olması nedeniyle davacı anne A. H.'na bırakıldığı anlaşılmaktadır. 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasının “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” şeklindeki birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra bilhassa boşanmalar sebebiyle somut olayda olduğu gibi zaruri nedenlerle velayetin anneye bırakılması hallerinde velayet hakkına sahip annelerin çocuklarına kendi soyadlarını vermek için bir çaba içine girip bu tür soyadı değişikliği davalarını açtıkları görülmektedir. 2525 sayılı Kanunun 4.maddesindeki düzenlemenin, Yasanın genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanununun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istinai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu Anayasa Mahkemesince de kabul edilmektedir. Yüksek Mahkeme sözü edilen maddeyi Türk Medeni Kanununun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Eski 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur. Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir. Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez. İptal kararına konu olan yasa maddesini Kanunun kabul edildiği 21.06.1934 tarihinin koşullarına göre misyonunu tamamlamış bulunmaktadır. Aradan geçen zaman içinde yukarıda kısmen değinilen hukuki gelişmeler karşısında iptalinden başka bir çare de kalmamıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup “çocuk, ana ve baba evli ise ailenin” soyadını taşıyacağı hükmünün anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. Buradaki “aile” deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir (Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı). Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki “evli değilse ananın” ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce anne ve babanın sonradan evlenmesi (Türk Medeni Kanununun 292. maddesi) ile yine, aynı Kanunun 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi. O halde bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir. Velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani onsekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki velayet kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacaktır o halde baba bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır. Yargı mercileri bu durumu gözeterek anne ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir. Somut olaya gelince; soyadının değiştirilmesi istenen A. H.'nun doğum günü olan 10.01.2003 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanununun 321.maddesine göre ailenin diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanununun 27.maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme konusu yasal olarak kapanmıştır. Bu çocuğun anne ve babasının sonradan 17.05.2007 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anneye böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Boşanma ilamı uyarınca babasının çocukla kişisel ilişki tesis etme hakkı bulunması ve bu nedenle anne ve babanın ister istemez karşılaşması dikkate alındığında davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 21.03.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi. BAŞKAN ÜYE ÜYE ÜYE ÜYE Ali Selim G.Dülger A.Kellecioğlu H.G.Babacan Ö.Borazan |
25-06-2013, 19:09 | #7 |
|
-DİRENME KARARI-
DİYARBAKIR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA GEREKÇELİ KARAR ESAS NO : 2013/558 KARAR NO : 2013/312 HAKİM : FARUK ÖZSU 38539 ÇOCUK : A.H. DAVACI : A. B DAVALI : DİYARBAKIR NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ - DİYARBAKIR DAVA : Nüfus (Soyadı Değiştirilmesi İstemli) DAVA TARİHİ : 21/05/2013 KARAR TARİHİ : 28/05/2013 KARAR YAZIM TARİHİ : 10/06/2013 Mahkememizde görülmekte bulunan Nüfus (Soyadı Değiştirilmesi İstemli) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda; GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili tarafından, boşandığı eşi M.Ç. H.'dan olma ve velayeti kendisinde olan A. H.'nun soyadının değiştirilmesi talebiyle açılan davada mahkememizin 02.10.2012 tarih, 2012/200 Esas ve 2012/489 Karar sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiş, kararın davalı tarafından temyizi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 21.03.2013 tarih, 2012/13301 Esas ve 2013/4371 Karar sayılı kararıyla bozulmasına karar verilmiş, mahkememizce bozma ilamına direnilmiştir. MAHKEMEMİZİN 02.10.2012 TARİH, 2012/200 ESAS VE 2012/489 KARAR SAYILI KARARININ GEREKÇESİ: “Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillinin 17/05/2007 tarihinde eşi M. Ç. H.dan boşandığını, müşterek çocukları A. H.'nun velayetinin annesine verildiğini, velayeti müvekkilinde olan kızının nüfus kayıtlarında babasının soyadı olan H.olarak kaldığını, bu soyadının çocuğu okulda çok rahatsız ettiği gibi annesini de resmi işlemlerde zora soktuğu gibi psikolojik olarakta sürekli aynı soyadını hatırlamakla rahatsızlık duyduğunu, Anayasa Mahkemesinin resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren kararında 2525 sayılı Nüfus Kanununun 4. Maddesinin ikinci fıkrasının "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır" biçimindeki düzenlemesinin Anayasaya'ya aykırı olduğundan iptal edildiğini, bu nedenle müvekkilinin küçük kızının halen taşımakta olan olduğu ve "H." olan soyadının anne soyadı olan "B" olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davacının nüfus aile kayıt tablosu incelenmiştir. Davalı temsilcisi 02/10/2012 tarihli celsedeki beyanında; "Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 2012/5587 Esas, 2012/7122 K, ve 2012/6593 Esas, 2012/8500 sayılı kararı ile benzer hususta davanın kabulüne karar verilmiş olmasını yargıtay bozmuştur, yönetmelik uyarınca da 18 yaşına kadar çocuk babasının soyismini taşımak zorundadır (velayet annede olsa dahi) bu nedenle davanın reddini talep etmiştir. Dosyada yapılan değerlendirme neticesinde; davacı A. B.'in 17/05/2007 tarihinde kesinleşen Diyarbakır Aile Mahkemesinin 2005/332 Esas, 2007/128 Karar sayılı ilamıyla eşi M. Ç. H.'ndan boşandığı ve müşterek çocukları A.H.'nun velayetinin anneye verildiği, 2525 Sayılı Nüfus Kanununun 4. Maddesinin 2. Fıkrasının düzenlemesine göre "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır" düzenlemesinin Anayasa Mahkemesinin 08/12/2011 tarih, 2010/119-2011/165 E/K sayılı kararıyla Anayasa'nın 10. ve 41. Maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildiği görülmüştür. Her ne kadar Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 2012/5587 Esas, 2012/7122 K, ve 2012/6593 Esas, 2012/8500 sayılı kararlarında 4721 sayılı TMK'nın 321. Maddesine atıfla; "doğru nesepli çocuk babanın (ailenin) soyadını taşır.(...) Babanın soyadı veya çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe, çocuğun da soyadı değişmez." denilmişse de bu yoruma mahkememizce iştirak edilmemiştir. Şöyle ki: İlk olarak; norm olmayan bir hususta aslolanın özgürlük olup; Anayasa Mahkemesince belirtilen yasa maddesi -eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle- iptal edilmiş olmakla velayet hakkını kullanan annenin çocuğun soy ismini değiştirmesine yasal bir engel kalmamıştır. Yasa ile konmamış bir engel, hiç bir kişi, kurum ya da makamca yaratılıp var edilemez. İkincisi; TMK 321. Maddesindeki düzenleme ile iş bu dava arasında çelişen bir durum da yoktur. Zira belirtilen yasa maddesinde "Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin (...) soyadını taşır." denilmiş olup, babanın soyadına yapılmış özel bir vurgu yoktur. Diğer yandan çocuğun soybağı, baba ile aynı soyadı taşımasını da gerektirmez. Yüksek mahkeme bahsi geçen kararında -velayeti kendinde olmayan- babanın soyadı değişikliği yapmasına vurgu yapmakta olup, bu yaklaşım Anayasa mahkemesince "eşitliğe aykırı" bulunarak yapılan iptale itibar etmeksizin adeta yasa koyucu gibi eski ve iptal edilen düzenlemeden yana tavır alındığı anlamına gelir... Diğer yandan, bahsi geçen kararlarda "...çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe" de denilmiş olup, iş bu davada tam olarak yapılan da budur aslında. Yani bu davada yapılan; çocuğun 18 yaşını beklemeden onun adına velayeten annesinin dava açmasından ibarettir. Başka deyişle; bu davadaki talebi; "annenin değil, reşit olmayan çocuğun isteği" gibi düşünmek mümkündür, hatta gereklidir. Bir çocuğun meşru ve haklı bir talebini dile getirmesi için reşit olmasını beklemenin hiç bir izah edilebilir tarafı yoktur. O halde soru şudur; "2 yaşından bu yana, yani 7 yıldır -muhtemelen hatırlamadığı- babasıyla iletişimi olmayan, arkadaşlarına annesinin soyadı yerine hiç bilmediği babasının soyadıyla yaşamak zorunda kalmasını izah edemeyen bir çocuğun, babalık görevlerinin hiç birini yapmayan bir babanın diken gibi batan soyadından kurtulmak istemesi bir çocuk için haklı ve meşru bir gerekçe değil midir? Ya da böyle bir durumdaki bir çocuğu bu derece ağır bir yük altında bırakmak doğru mudur? Ve nihayet; bir çocuğun böylesine haklı ve meşru bir isteğini velisi olarak "onun adına" annesinin mahkemeye iletmesinde ne gibi yasal, hukuki ve mantıki bir engel vardır? Son olarak; Yüksek mahkeme çocuğun 18 yaşına gelince dava açabileceği varsayımından da hareket etmiş olup; aynı varsayımın bu kez tersinden bakıldığında ise şunlar söylenebilir: -Yüksek mahkemenin çocuğun 18 yaşına geldiğinde dava açabileceğini söylemesi gibi-, çocuk annesinin talebiyle soy adının değiştirilmesinden hoşnut değilse reşit olduğunda -annesi tarafından değiştirilmiş soyadını- yeniden istediği gibi değiştirmesine bir engel de yoktur. Başka deyişle; çocuk soyadını 18 yaşını bitirdiğinde değiştirebilecekse, aynı bakışın bu kez tersinden; soyadı değiştirilen çocuğun reşit olduğunda istediği gibi soy adını değiştirmesi de mümkündür. Diğer yandan; eğer annenin talebinde bir velayeti kötüye kullanma ihtimali varsa başta çocuk ve babası olmak üzere tüm ilgililerin annenin "velayet hakkını kötüye kullandığı" iddiasıyla şikayetçi olmaları yolu da açıktır. Velayet hakkı hiç kimseye sonsuz ve keyfi bir kullanım hakkı vermeyeceği gibi, bir annenin "çocuğu için en iyisini isteme" ihtimali diğer tüm olasılık ve varsayımlardan çok daha büyük ve güçlüdür. Bilinmeyen ve aksine delil olmayan bir halde mantıksal yorumun, "annenin çocuk için en iyisini istediği" ihtimaline göre şekillenmesi gerekir Ezcümle, Yargıtay'ın yorumunda "çocuk lehine" bir yaklaşım benimsenmişse de bu yaklaşım tartışmaya açıktır... Sonuç olarak velayeti annede olan çocuğun babanın soyadını taşıması yönündeki yasal engelin kalktığı, yasal engel olmayan bir konuda yorumla bir yasak getirmeye imkan olmadığı, isim ya da soyisim değiştirme talebini sadece velayet hakkını kullanan annenin isteği olarak görmek yerine "çocuğun talebini velayeten dile getirmek" olarak sayılması gerektiği (bu davada olanın da Yüksek Mahkemenin yukarıda bahsi geçen kararlardaki; "çocuk reşit olduktan sonra ... açacağı bir dava sonunda" ifadesinde yerini bulan isteğin, şimdiden çocuk adına annesinin dile getirmesinden ibaret olduğu, dolayısıyla da talebin salt "annenin isteği" olarak kabulünden hareketle yapılan hukuksal yorumunun hatalı olduğu), ezcümle; davacı küçük A. H.'nun soy adının annesinin kızlık soyadı olan "B" olarak değiştirilmesinin çocuğun lehine olma ihtimalinin daha yüksek olduğu, küçük bir çocuğun annesiyle farklı soy adı taşımasının çocukta yaratacağı manevi tahribatın büyük olabileceği, çocuğun bunu çevresine izah etmesine imkan olmadığı, dolayısıyla da; davacının çocuğun soy adını değiştirmekte hukuki yararının bulunduğu sonuç ve kanaatine varıldığından aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.”... YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ'NİN 21.03.2013 TARİH, 2012/13301 ESAS VE 2013/4371 KARAR SAYILI KARARI: “...Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının eski eşi M.Ç. H. ile olan evliliklerinden kızı A H.'nun dünyaya geldiğini, daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle boşandıklarını ve küçüğün velayetinin davacı anneye verildiğini, boşanmadan dolayı annenin soyadı ile kızı A.'in soyadlarının farklı hale geldiğini bu durumun çocuğu okulda rahatsız ettiğini, annesini de resmi işlemlerde zora soktuğunu ve psikolojik olarak aynı soyadı hatırlamakta rahatsızlık duyduğunu ileri sürerek A.’in H. soyadının annesinin soyadı olan B. şeklinde değiştirilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı ile dava dışı M. Ç. H.’nun evliliklerinden 10.01.2003 tarihinde soyadının değiştirilmesi istenen A. H.'nun dünyaya geldiği, davacı A. ile M. Ç.r'ın, Diyarbakır Aile Mahkemesinin 13.03.2007 gün ve 2005/332, 2007/128 sayılı kararı ile boşandıkları, mahkemece dava dışı baba ile çocuk A. . arasında şahsi ilişki tesisine karar verildiği, A.'in velayetinin yaşı henüz anne bakım ve şefkatine muhtaç olması nedeniyle davacı anne A.H.'na bırakıldığı anlaşılmaktadır. 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasının “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” şeklindeki birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra bilhassa boşanmalar sebebiyle somut olayda olduğu gibi zaruri nedenlerle velayetin anneye bırakılması hallerinde velayet hakkına sahip annelerin çocuklarına kendi soyadlarını vermek için bir çaba içine girip bu tür soyadı değişikliği davalarını açtıkları görülmektedir. 2525 sayılı Kanunun 4.maddesindeki düzenlemenin, Yasanın genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanununun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istinai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu Anayasa Mahkemesince de kabul edilmektedir. Yüksek Mahkeme sözü edilen maddeyi Türk Medeni Kanununun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Eski 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur. Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir. Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez. İptal kararına konu olan yasa maddesini Kanunun kabul edildiği 21.06.1934 tarihinin koşullarına göre misyonunu tamamlamış bulunmaktadır. Aradan geçen zaman içinde yukarıda kısmen değinilen hukuki gelişmeler karşısında iptalinden başka bir çare de kalmamıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup “çocuk, ana ve baba evli ise ailenin” soyadını taşıyacağı hükmünün anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. Buradaki “aile” deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir (Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı). Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki “evli değilse ananın” ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce anne ve babanın sonradan evlenmesi (Türk Medeni Kanununun 292. maddesi) ile yine, aynı Kanunun 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi. O halde bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir. Velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani onsekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki velayet kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacaktır o halde baba bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır. Yargı mercileri bu durumu gözeterek anne ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir. Somut olaya gelince; soyadının değiştirilmesi istenen A. H.'nun doğum günü olan 10.01.2003 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanununun 321.maddesine göre ailenin diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanununun 27.maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme konusu yasal olarak kapanmıştır. Bu çocuğun anne ve babasının sonradan 17.05.2007 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anneye böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Boşanma ilamı uyarınca babasının çocukla kişisel ilişki tesis etme hakkı bulunması ve bu nedenle anne ve babanın ister istemez karşılaşması dikkate alındığında davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 21.03.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.” MAHKEMEMİZİN 28.05.2013 TARİH, 2013/558 ESAS VE 2013/312 KARAR SAYILI DİRENME KARARININ GEREKÇESİ: Genel Değerlendirme: Klasik-modern devlet yapılanmasında devlet iktidarını oluşturan üç erkten biri olarak tarif edilen yargının temel vazifesi, kanun koyucunun vazettiği yasalar çerçevesinde siyasal-toplumsal uyuşmazlıkları çözmektir. Yargı, hukukun ve yasanın “ne olduğunu” söylemekle yetinir ve de teknik hukuki mülahazaları aşacak şekilde “hukuk yaratmaya” kalkamaz. Tersi bir tutum ve yaklaşım -Anayasa hukukuna ilişkin bir kavram olan ve günümüzde ciddi bir eleştirinin konusu haline gelen- “yargısal aktivizm”i (Judicial Activism) çağrıştırır. Bu nedenle de yargı ve yargıçlar, yasanın metni ve ruhu ile bağlıdır, -4721 sayılı Türk Medeni Yasasının 1/2. maddesinde belirtilen son derece sınırlı hal dışında- kanun koyucu gibi davranamaz, yerindelik denetimi yapamaz ve yasaların anlam ve amacını aşan yorum getiremez. Aksi takdirde kanun koyucu yerine geçmiş olur ki bu hâl gerçek anlamda bir hukuksal-siyasal kaosa yol açar. Bu durum, yargıçların bir yasanın nedenini, sebebini ve saikini tartışamamasını da gerektirir. Çünkü yasa; siyasal, toplumsal, sosyolojik ve tarihsel bir mülahaza ve tartışmanın sonucu ortaya çıkar ve bu tartışmayı yapma yetki ve görevi, egemenliğin gerçek sahibi olan halka ve onun temsilcisi olan yasama organına aittir. Sonuç olarak yargı ve yargıçların görevi, “hukuku tarif etmek”, yani yasanın doğru anlaşılmasını ve doğru uygulanmasını sağlamaktır. Bu nedenle de yargı ve yargıçlar bu görevini belirtilen sınırlar içinde icra etmeli, bu görev ve yetkisini aşacak şekilde siyasal, hukuksal ve -somut olayda olduğu gibi- pedagojik mülahazalarını bir kenara bırakmalıdır. Şüphesiz burada kastedilen “soğuk kanlı bir kayıtsızlık” değildir. Kastedilen yargıçların kişisel mülahazalarının yasanın ruhunu aşmaması gerektiğidir... Zira kişisel mülahazalar özneldir ve tartışmaya açıktır. Kaldı ki herkes ve her vakıa için mutlak ve tek bir doğru olmadığından, tüm mülahazalar -ne kadar iyi niyetli olursa olsun- her zaman başka ya da karşıt bir mülahaza ile karşı karşıya gelir ve hangisinin daha doğru olduğu ciddi bir uzmanlık gerektirir. Son olarak; sosyal hayatın dinamizmi, tüm vakıaların önceden belirlenmiş tek bir kalıba sıkıştırılmasına izin vermez. Her olay kendi özgünlüğünü taşır ve kendi öznel şartları içinde değerlendirilmeyi gerektirir. Bu nedenle de mahkemeler her vakıayı kendi öznel koşulları içinde değerlendirmeli ve o çerçevede bir çözüm aramalıdır. Esasen yargılama faaliyeti tam da böyle bir amaç ve fonksiyon içindir. Somut Davanın Hukuki Çerçevesi Dava konumuz, reşit olmayan bir çocuğun soyadının “değiştirilmesi” talebine ilişkindir. Burada kilit nokta ise davanın “ilk defa soyadı tahsisi ve tescili” ile ilgili olmadığı; Türk Medeni Kanunu 27. maddesi çerçevesinde bir tashih talebine ilişkin olduğudur. Bu türden taleplerin önündeki yasal engel -Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin de kabulünde olduğu üzere- 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasındaki “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” şeklindeki birinci cümle iken, bu ibare Anayasa Mahkemesince “eşitliğe aykırılık” gerekçesiyle iptal edilmiştir. Özel daire bozma ilamındaki yorumunda; belirtilen yasanın “ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istinai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu”nu -haklı olarak- belirtmekte ve TMK 321. maddesindeki 'ailenin' tabiri ile kastedilenin 'baba' olduğundan (ve bu kabulün Anayasa mahkemesince de paylaşıldığından) ve belirtilen yasa maddesindeki 'evli değilse ananın' ibaresinin Anayasa Mahkemesince 'baba lehine' iptal edilmesinin Anayasa Mahkemesinin 'kast'ını gösterdiğinden bahisle 2525 sayılı yasanın 4. maddesindeki iptalin velayet hakkını kullanan anneye çocuğun “soyadını seçmesine” imkan vermediğini savunmaktadır... Anayasa mahkemesi kanun koyucu olmaması nedeniyle, yüksek mahkemenin bağlayıcı olan “hüküm fıkrası” dışında kalan mülahazalarından, hele de “niyet”inden yola çıkarak yeni bir hukuksal durum tayini mümkün olmaması bir yana, özel dairenin Anayasa mahkemesinin kararı sonrasında ulaşmış olduğu sonuca katılmak da mümkün değildir. Şöyle ki; Anayasa mahkemesinin inceleme konusu yaptığı düzenlemeler, tıpkı Yargıtay özel dairesinin 2525 sayılı yasanın 4. maddesiyle ilgili yaptığı değerlendirmede olduğu gibi “ilk defa soyadı alınması ile ilgili”dir. Yüksek mahkemenin söz konusu kararında, imâ yoluyla dahi Türk Medeni Kanunun 27. maddesindeki haklı sebeplere dayalı olarak ad ve soyadı değişiklikleri ile ilgili bir görüş beyanı yoktur. Oysa iş bu davanın konusu TMK 27. maddesine dayalı olarak soyadı “değişikliğine” ilişkin olup, “ilk defa soyadı alınması ile ilgili” değildir. Öyle ki; 2525 sayılı yasanın 4. maddesinin ikinci fıkrasının “eşitliğe aykırılık” gerekçesiyle iptali sonrasında “ilk defa soyadı alınması ile ilgili” taleplerin bile önü açılmışken, TMK 27. maddesine dayalı değişikliklere imkan olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Hâl böyle olunca da, iptal kararı sonrasında TMK 27. maddesine dayalı ad değişikliği ile soyadı değişikliği arasında hukuken bir fark kalmamıştır. Nasıl ki velayeti annede bulunan bir anne, haklı sebeplerin bulunması halinde velayeti kendisinde olan çocuk için adın değiştirilmesi talebinde bulunabilecekse, velayeten soyadı değişikliği talebinde bulunmasına da bir engel kalmamıştır. Özellikle de somut davada olduğu gibi, küçüğün yoğun bir isteğinin olduğu ve soyadının çocuğun menfaatine zarar vermeye başladığı hallerde. Bu durumda şunu söylemek mümkündür: Soyadından rahatsız olan bir çocuğun, soyadının değiştirilmesi yönündeki isteği yönünde girişimde bulunmayan bir annenin velayet görevinin gereklerini ihmal ettiği bile iddia edilebilir.. Kaldı ki daire, bozma ilamında “çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir.” demekle tartışmanın TMK 27. maddesi çerçevesinde olduğunu kabul etmiştir. O halde soru şudur: Soyadından rahatsız olan ve değiştirilmesini isteyen bir çocuğun bu talebini velayeten annesinin dile getirmesinde ne gibi bir hukuki engel vardır? Bir çocuk ergin olduğunda kendisi bu talepte bulanabilecekse reşit olmadan velisi tarafından bu talebin dillendirilmesi neden mümkün olmasın?... Nitekim; 28.05.2013 tarihli duruşmadaki anne ve çocuğun beyanlarından da durumun tam olarak bu çerçevede olduğu anlaşılmaktadır. Şu nokta da kafa karışıklığı yaratan çok önemli bir husustur: Yargıtayın bu tartışmayı, “çocuğun baba ya da anneden hangisinin soyadını alacağı.. soyadı seçimi.. çocuğun, boşanma sonrası velayet kendisine bırakılan annenin soyadını almasına imkan olup olmadığı vs.” olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Oysa buradaki tartışma çocuğun kimin soyadını alacağı, yani çocuğun soyadının “seçimi” tartışması değildir. Tartışma; “çocuğun ilk defa soyadı alması” ile ilgili olmaması nedeniyle, TMK 27 maddesindeki soyadı “değiştirilmesi” tartışmasıdır. Çocuk ya da velisi, annesinin soyadını seçebileceği gibi, tamamen aile ile ilgisi olmayan bir soyadını da seçebilir. O nedenle de buradaki tartışmayı “çocuğun kimin soyadını alacağı”, yani bir “soyadı seçimi” tartışması olarak değil, soyadı değişikliği olarak ele almak gerekir... Son olarak kısa başlıklar halinde Yargıtayın bu yorumuyla ilgili olarak şu hususlar da eklenebilir: Özel dairenin boşanma sonrası velayeti anneye bırakılan çocuğun soyadının değişmezliğine yaptığı bu katı vurgu, bu şartlarda bulunan ve 18 yaşından önce velisinin onayıyla evlenen bir kız çocuğunun evlilik sonrası da soyadının değişmeyeceği gibi bir sonuca gitmeye müsaittir... Yargıtay'ın “nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı”na yaptığı vurguya da katılmak mümkün değildir. Böyle olsaydı, nüfus kaydıyla ilgili hiç bir değişikliğe izin vermemek gerekirdi... Çocuğun soyadının değişmesi baba ile bağını koparacak bir değişiklik olmadığı gibi, soybağı başta hiç bir kayıt sorunu yaşanması söz konusu olmayacaktır... TMK 27/3 maddesinde adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir. Buna göre babanın haklı sebeple değişikliğe itiraz hakkı vardır... Yargıtay'ın bozma ilamındaki “çocuk üzerinde iktidar mücadelesi verileceği ve velayet hakkının kötüye kullanılabileceği” endişesi dile getirilmekte olup, bu endişe -en azından salt böyle bir dava nedeniyle- yersizdir. Zira soyadı değişiklikleri mahkemelerin otomatikman onayladığı talepler olmadığı gibi, ortada velayet hakkını kötüye kullanılması söz konusu ise mahkemelerin re'sen hareket geçebileceği TCK 232 ve 233 maddeleri kapsamında bir suç, hem de TMK 348. maddesi kapsamında velâyetin nezini gerektiren bir durum söz konusu olacaktır. Nihayet; Özel dairenin yorumu, boşanmış ailelerde velayet hakkına sahip olmayan babanın çocuğun soyadının değiştirebileceği gibi bir anlam içermektedir. Bu durumda, Yargıtayın çocuk lehine olarak geliştirdiği “çocuk üzerinden iktidar kavgası yapılması”nın yolu daha da fazla açık hale gelecektir... Özetle; dava konusu talep ilk defa soyadı alınması ile ilgili değil, TMK 27. maddesindeki haklı nedene dayalı soyadı değişikliğine ilişkindir. 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasının “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” şeklindeki birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonrasında boşanma sonrası velayeti anneye bırakılan çocuğun soyadının değiştirilmesi talebi önünde yasal bir engel kalmamıştır. Somut davada davacının talebini; çocuğa, babasının soyadı yerine kendisinin (annesinin) soyadının verilmesi olarak değil, çocuğun soyadının haklı nedene dayalı olarak “değiştirilmesi” isteği olarak görmek gereklidir. Yasal engelin olmadığı yerde de aslonan serbestidir ve mahkemeler olmayan bir yasağı yorum yoluyla var edemez. Burada önemli olan küçüğün menfaatidir ve somut davada çocuğun soyadının değiştirilmesinde menfaati olduğu belli olup, aksi bir durumun çocuk için olumsuz ve zarar verici bir hâl oluşturduğu açıktır... Bozma İlamındaki Toplumsal, Sosyolojik ve Pedagojik Yaklaşımlar Yukarıda tartışılan hukuki çerçeve dışında, Yargıtay bozma ilamının alt metnine bakıldığında bu türden taleplere daha çok sosyal, toplumsal ve pedagojik gerekçelerle karşı çıkıldığı anlaşılmaktadır. Bu anlamda özel dairenin gerekçeleri şu şekilde özetlenebilir: İlk olarak; Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin, bir ulusal ve evrensel düzenlemenin sağladığı fırsattan yola çıkılarak yasal müracaat hakkının kullanılmasını “Durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez.” şeklinde değerlendirilmesinin iştirak edilmesi güç bir yaklaşım olduğunu vurgulamak gerekir. Yasalar ve hukuk düzeni toplumun huzur, güven ve mutluluğu içindir. Bir yasal olanaktan faydalanmak istemeyi peşinen “fırsatçılık” ya da iktidar mücadelesinin aracı haline getirme çabası olarak kabul etmek önyargılı bir yaklaşımdır. Yargı merciileri en “absürt” istekleri bile sonsuz bir tahammülle ve önyargısız olarak dinlemek zorundadır. Zira sosyal hayat sonsuz bir dinamizm taşır ve her vakıa için tek bir hakikatten bahsetmenin imkanı yoktur. İkincisi; bozma ilamında geçen “sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir.” şeklindeki ifadeyi de tam anlamıyla bir güvensizlik işareti olarak kabul etmek gerekmektedir. Yüksek mahkeme, ne anneye ne de babaya güvenmediği gibi mahkemelere de güvenmemektedir. Şüphesiz Yargıtayın endişesini haklı kılacak davranışlar içine girecek olan anne ve babalar (ve de yargıçlar) vardır. Ancak böyle bir ihtimal, tüm haklı ve meşru gerekçelerin baştan reddedilmesi için gerekçe teşkil etmemelidir. Kaldı ki mahkemeler noter ya da tüm taleplerin otomatikman onaylandığı kurumlar değildir. Yargıçların çocuk menfaatini gözetmek gibi büyük ve ciddi bir kamusal-mesleki sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğa uygun davranmayan mahkeme ve yargıçlar için idari, mesleki ve yargısal yaptırımların yolu her zaman açıktır. Eğer bir yargıcın bu görevini hakkıyla yerine getiremeyeceği düşünülüyorsa, ona hiç bir dava emanet edilmemelidir. Diğer yandan haklı bir sebep olduğu takdirde -misal annenin sonradan velayet hakkını kötüye kullandığının anlaşıldığı ve çocuğun babasının soyadını tekrar almak istemesi gibi- çocuğun soyadını değiştirmeye herhangi bir engel de yoktur. Dolayısıyla da yüksek mahkemenin bu konudaki endişesinin yersiz olduğunu belirtmek gereklidir. Üçüncü olarak; bozma ilamında bu değişikliklerin çocuğun manevi dünyasında olumsuz neticeleri olabileceğine vurgu yapılmıştır... Ancak büyük bir üzüntüyle söylenmelidir ki buradada da yargılamayı yapan ilk derece mahkemelerine duyulan büyük güvensizliğin işareti belirmektedir... Delillerle ve taraflarla doğrudan temas halinde olan kürsü yargıcıdır. Kural olarak yargıcın çocuğun menfaatine en uygun olan çözümü aradığı kabul edilmelidir. Yargıç çocuğu ve tarafları gören ve dinleyen, delillerle doğrudan temas eden kişidir. Çocuğun menfaatinin gerektirdiği en uygun şekilde davranmak onun görevidir. Yargıç, tarafları dinleyecek, gerektiğinde uzman bilirkişilerden yardım alacak ve sonuçta çocuk için en uygun olanı arayacaktır. Yasal takdir hakkını yanlış kullanması ayrı bir meseledir ve temyiz merciinin görevi de tam bu noktadadır. Yargıtayca her olayın kendi öznelliğine vurgu yapmak ve her vakayı titizlikle tartışmak suretiyle çocuk için en uygun olanın aranması gerektiğine işaret etmek yerine, tüm anne ve babalara ve de ilk derece mahkemelere duyulan büyük bir güvensizlikle bu türden taleplerin tümden önünün kesilmesine çalışılması kabul edilmesi zor bir yaklaşımdır. Somut olayda ise küçük ve annesi dinlenmiş; çocuğun hiç tanımadığı, hatırlamadığı ve kendisi ile ilgilenmeyen ve ilişki kurmaya çalışmayan babasının soyadını taşımasından ve annesi ile farklı soyadına sahip olmasından rahatsızlık duyduğu, arkadaşları ve diğer aile fertleri arasında bu nedenle sıkıntı yaşadığı ve netice itibariyle annesi ile farklı bir soyadı taşımasının son derece olumsuz sonuçları olduğu anlaşılmış, mahkememizce rahatlıkla ve kesin olarak varılan bu sonuç nedeniyle bir uzmandan rapor alınmasına dahi gerek görülmemiştir... Sonuç Dava konusu talebin, ilk defa soyadı alınması ile ilgili değil, TMK 27. maddesindeki haklı nedene dayalı soyadı değişikliğine ilişkin olduğu, 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasındaki “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” cümlenin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonrasında boşanma sonrası velayeti anneye bırakılan çocuğun soyadının değiştirilmesi talebi önünde yasal bir engel kalmadığı, iş bu davadaki talebin; -çocuğa, babasının soyadı yerine annesinin soyadının verilmesi olarak değil- çocuğun soyadının haklı nedene dayalı olarak -çocuğun isteği doğrultusunda velayeten- “değiştirilmesi” isteği olarak görülmesi gerektiği, burada önemli olanın küçüğün menfaati olup küçük Aylin'in “soyadının değiştirilmesinde” menfaati olduğu, aksi bir durumun çocuk için olumsuz ve zarar verici bir hâl oluşturduğu kesin olarak anlaşıldığından, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 21.03.2013 tarih, 2012-13301 Esas ve 2013/4371 Karar sayılı bozma kararına iştirak edilmemiş ve önceki kararımızda ısrar edilmek suretiyle davanın kabulüne dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur... K A R A R : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; Mahkememizin 02.10.2012 tarih, 2012/200 esas ve 2012/489 karar sayılı kararında DİRENİLMESİNE; Bu Cümleden Hareketle; 1- Davanın KABULÜNE; 10/01/2003 doğumlu, A.H.nın "H" olan soy adının "B" olarak DEĞİŞTİRİLMESİNE, 2- Harç peşin alındığından yeniden alınmasına YER OLMADIĞINA, 3- Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde BIRAKILMASINA, 4- Davacı tarafça yatırılan avanstan arta kalan avansın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE, Dair, davacı vekili ile davalı temsilcisinin yüzüne karşı, kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar; alenen okunup usulen anlatıldı. 28/05/2013 Katip 96509 Hakim 38539 |
25-06-2013, 19:13 | #8 |
|
Kararı bizimle paylaşan Diyarbakır 2 Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Faruk Özsu'ya çok teşekkürler..
|
21-08-2014, 17:43 | #9 |
|
Diyarbakır 2. Aliye HukuK Mahkemesinin kararı kesinleşti mi?
Yargıtay yine bozma kararı mı verdi? |
21-08-2014, 19:12 | #10 |
|
İlgili Yargıtay Dairesi : Hukuk Genel Kurulu
Esas Numarası : 2013/1658 Tebliğname Numarası : Savcı İstem : Geliş Tarihi : 04/09/2013 Mahkemesi : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Mahkeme Esas Numarası : 2013/558 Mahkeme Karar Numarası : 2013/312 Mahkeme Karar Tarihi : 28/05/2013 Dava/Suç Türü : Ad ve soyadı değiştirilmesi istemli Durum : Arşivde İlişkili Dosya Listesi : Dosyanız henüz sonuçlanmamıştır. |
03-02-2015, 13:00 | #11 |
|
Dosya Ayrıntı Bilgileri
İlgili Yargıtay Dairesi : Hukuk Genel Kurulu Esas Numarası : 2013/1658 Tebliğname Numarası : Savcı İstem : Geliş Tarihi : 04/09/2013 Mahkemesi : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Mahkeme Esas Numarası : 2013/558 Mahkeme Karar Numarası : 2013/312 Mahkeme Karar Tarihi : 28/05/2013 Savcılık Esas Numarası : Savcılık Tarihi : Dava/Suç Türü : Ad ve soyadı değiştirilmesi istemli Durum : Arşivde İlişkili Dosya Listesi : Daire Öncelik Dilekçesi Başvuru Sonucu : -- Dosyanız henüz sonuçlanmamıştır. |
18-02-2015, 15:40 | #12 |
|
Dosyanın kesinleşme bilgilerini paylaşırsanız çok memnun olacağız,Teşekkürler Saygılar!
|
18-02-2015, 17:08 | #13 |
|
İlgili Yargıtay Dairesi : Hukuk Genel Kurulu
Esas Numarası : 2013/1658 Tebliğname Numarası : Savcı İstem : Geliş Tarihi : 04/09/2013 Mahkemesi : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Mahkeme Esas Numarası : 2013/558 Mahkeme Karar Numarası : 2013/312 Mahkeme Karar Tarihi : 28/05/2013 Savcılık Esas Numarası : Savcılık Tarihi : Dava/Suç Türü : Ad ve soyadı değiştirilmesi istemli Durum : Ön İncelemede İlişkili Dosya Listesi : Daire Öncelik Dilekçesi Başvuru Sonucu : -- Dosyanız henüz sonuçlanmamıştır. |
26-05-2015, 10:36 | #14 |
|
Karar içeriği henüz yayınlanmadı...
İlgili Yargıtay Dairesi : Hukuk Genel Kurulu Esas Numarası : 2013/1658 Tebliğname Numarası : Savcı İstem : Geliş Tarihi : 04/09/2013 Mahkemesi : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Mahkeme Esas Numarası : 2013/558 Mahkeme Karar Numarası : 2013/312 Mahkeme Karar Tarihi : 28/05/2013 Savcılık Esas Numarası : Savcılık Tarihi : Dava/Suç Türü : Ad ve soyadı değiştirilmesi istemli Durum : Dosya kapandı İlişkili Dosya Listesi : Dosya Sonuç Bilgileri Karar Numarası : 2015/997 Yargitay Kararı : YENİ HÜKÜM DAİREYE Karar Tarihi : 11/03/2015 Dosya Kapatma Tarihi : 13/05/2015 |
27-05-2015, 13:27 | #15 |
|
T.C.
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu ESAS NO : 2013/18-1658 KARAR NO : 2015/997 Y A R G I T A Y İ L A M I İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 28/05/2013 NUMARASI : 2013/558-2013/312 Taraflar arasındaki “soyadı değiştirilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 02.10.2012 gün ve 2012/200 E., 2012/489 K. sayılı kararın incelenmesi davalı idare temsilcisi tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 21.03.2013 gün ve 2012/13301 E., 2013/4371 K. sayılı ilamı ile; (...Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının eski eşi M. Ç. H. ile olan evliliklerinden kızı A.H.'nun dünyaya geldiğini, daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle boşandıklarını ve küçüğün velayetinin davacı anneye verildiğini, boşanmadan dolayı annenin soyadı ile kızı A.in soyadlarının farklı hale geldiğini bu durumun çocuğu okulda rahatsız ettiğini, annesini de resmi işlemlerde zora soktuğunu ve psikolojik olarak aynı soyadı hatırlamakta rahatsızlık duyduğunu ileri sürerek A.’in H. soyadının annesinin soyadı olan B. şeklinde değiştirilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı ile dava dışı M. Ç. H.’nun evliliklerinden 10.01.2003 tarihinde soyadının değiştirilmesi istenen A.H.'nun dünyaya geldiği, davacı A. ile M.Ç.'ın, Diyarbakır Aile Mahkemesinin 13.03.2007 gün ve 2005/332, 2007/128 sayılı kararı ile boşandıkları, mahkemece dava dışı baba ile çocuk A.H. arasında şahsi ilişki tesisine karar verildiği, A.in velayetinin yaşı henüz anne bakım ve şefkatine muhtaç olması nedeniyle davacı anne A. H'na bırakıldığı anlaşılmaktadır. 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasının “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” şeklindeki birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra bilhassa boşanmalar sebebiyle somut olayda olduğu gibi zaruri nedenlerle velayetin anneye bırakılması hallerinde velayet hakkına sahip annelerin çocuklarına kendi soyadlarını vermek için bir çaba içine girip bu tür soyadı değişikliği davalarını açtıkları görülmektedir. 2525 sayılı Kanunun 4.maddesindeki düzenlemenin, Yasanın genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanununun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istinai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu Anayasa Mahkemesince de kabul edilmektedir. Yüksek Mahkeme sözü edilen maddeyi Türk Medeni Kanununun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Eski 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur. Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir. Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez. İptal kararına konu olan yasa maddesini Kanunun kabul edildiği 21.06.1934 tarihinin koşullarına göre misyonunu tamamlamış bulunmaktadır. Aradan geçen zaman içinde yukarıda kısmen değinilen hukuki gelişmeler karşısında iptalinden başka bir çare de kalmamıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup “çocuk, ana ve baba evli ise ailenin” soyadını taşıyacağı hükmünün anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. Buradaki “aile” deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir (Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı). Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki “evli değilse ananın” ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce anne ve babanın sonradan evlenmesi (Türk Medeni Kanununun 292. maddesi) ile yine, aynı Kanunun 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi. O halde bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir. Velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani onsekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki velayet kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacaktır o halde baba bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır. Yargı mercileri bu durumu gözeterek anne ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir. Somut olaya gelince; soyadının değiştirilmesi istenen A.H.'nun doğum günü olan 10.01.2003 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanununun 321.maddesine göre ailenin diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanununun 27.maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme konusu yasal olarak kapanmıştır. Bu çocuğun anne ve babasının sonradan 17.05.2007 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anneye böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Boşanma ilamı uyarınca babasının çocukla kişisel ilişki tesis etme hakkı bulunması ve bu nedenle anne ve babanın ister istemez karşılaşması dikkate alındığında davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN: Davalı idare temsilcisi HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, soyadı değiştirilmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili; davacının eski eşi ile olan evliliklerinden kızı A.H.'nun dünyaya geldiğini, daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle boşandıklarını ve küçüğün velayetinin davacı anneye verildiğini, boşanmadan dolayı annenin soyadı ile kızı A.'in soyadlarının farklı hale geldiğini, bu durumun çocuğu okulda rahatsız ettiğini, annesini de resmi işlemlerde zora soktuğunu ve psikolojik olarak aynı soyadı hatırlamaktan rahatsızlık duyduğunu ileri sürerek, A.’in H. soyadının annesinin soyadı olan B. şeklinde değiştirilmesini istemiştir. Mahkemece, davacı küçük A. H.'nun soy adının annesinin kızlık soyadı olan "B." olarak değiştirilmesinin çocuğun lehine olma ihtimalinin daha yüksek olduğu, küçük bir çocuğun annesiyle farklı soy adı taşımasının çocukta yaratacağı manevi tahribatın büyük olabileceği, çocuğun bunu çevresine izah etmesine imkan olmadığı dolayısıyla da; davacının çocuğun soyadını değiştirmekte hukuki yararının bulunduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı idare temsilcisinin temyizi üzerine, Özel Dairece hüküm yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur. Mahkemece bozma sonrası, davacı ile Küçük A. H.’nun beyanları alınarak direnme kararı verilmiş; hükmü, davalı idare temsilcisi temyize getirmiştir. Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, direnme kararının gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu, ön sorun olarak tartışılıp, değerlendirilmiştir. Bilindiği üzere; direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için, mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir (6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429.maddesi). Eş söyleyişle; mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya bozmadan esinlenerek gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek karar vermiş olması halinde, direnme kararının varlığından söz edilemez. Somut olayda mahkemece, ilk kararda direnildiği belirtilmiş ise de; bozmaya konu önceki kararın gerekçeleri yanında, Özel Daire bozma ilamından sonra davacı ile küçük A. dinlenerek ve beyanı hükme gerekçe yapılarak direnme kararı verilmiştir. İdrak çağındaki çocuk yönünden çocuğun beyanlarının münhasıran sonuca etkili olması karşısında Mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu karar bu haliyle, Özel Daire denetiminden geçmeyen tamamen yeni gerekçeye dayalı yeni bir hüküm niteliğindedir. Hal böyle olunca; bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil Özel Daireye aittir. Bu nedenle, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir. SONUÇ: Yukarıda gösterilen nedenlerle davalı idare temsilcisinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 18. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE 11.03.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. |
28-08-2015, 11:04 | #16 |
|
Merhaba sayın meslektaşım.
Aynı konuda ve çocuk için bir dava açmak istiyoruz. Karar sonuçlandı mı acaba bilgi verebilir misiniz. Sonuçlandı ise kararı paylaşabilir misniz. Önceki paylaşımlarınız çok aydınlatıcı oldu gerçekten. Teşekkürler. |
28-08-2015, 15:16 | #17 |
|
18. Hukuk Dairesi
Esas Numarası : 2015/8826 Geliş Tarihi : 20/05/2015 Mahkemesi : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Mahkeme Esas Numarası : 2013/558 Mahkeme Karar Numarası : 2013/312 Mahkeme Karar Tarihi : 28/05/2013 Dava/Suç Türü : Nüfus Durum : Postalandı Dosya Sonuç Bilgileri Karar Numarası : 2015/10106 Yargıtay Kararı : BOZMA Karar Tarihi : 11/06/2015 Dosya Kapatma Tarihi : 14/07/2015 Mahkeme Yargıtay Kararını Kayıt Tarihi : |
04-09-2015, 14:18 | #18 |
|
T.C.
YARGITAY 18. Hukuk Dairesi ESAS NO : 2015/8826 KARAR NO : 2015/10106 MAHKEMESİ : Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 28/05/2013 NUMARASI : 2013/558-2013/312 Davacı vekili dava dilekçesinde, boşanma nedeni ile velayeti davacı anneye verilen A'in, "H." olan soyadının "B." olarak değiştirilmesini istemiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı Nüfus Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiştir. Y A R G I T A Y K A R A R I Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Dairemizin, bozma ilamı üzerine, mahkemece eski kararında direnilmiş, direnme üzerine Hukuk Genel Kurulunca direnme kararında bozma ilamından sonra küçük A.ile velisi dinlenerek beyanlarının alındığı, bunun da hükme gerekçe yapıldığı, bu gerekçe ile verilen kararın daire denetiminden geçmediği belirtilerek yeni hükmün temyizen incelenmesi için dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşılmıştır. Dosya içerisindeki bilgi ve belgeler ile soyadının değiştirilmesi istenen A.B. ve velisi A.H.'nun bozma sonrası beyanlarında davacı küçüğün soyadını değiştirmek istediğini belirterek gerekçelerini açıkladıkları anlaşılmış olup bozma ilamında da ayrıntıları ile açıklandığı üzere getirilen gerekçeler davacı küçük A'in reşit olduktan sonra açacağı soyadı değiştirilmesi davası sırasında incelenecek hususlar olup velayet altında bulunan çocuğun annesi tarafından çocuğa velayeten açılan davada inceleme konusu yapılamayacağı dikkate alınmadan yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 11.06.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi. |
09-10-2015, 14:57 | #19 |
|
Y18HD
Esas : 2013/9343 Karar : 2013/10704 Tarih : 18.06.2013 ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİ ( Boşanmada Velayeti Anneya Verilen ) BOŞANMADA VELAYET HAKKI ANNEYE VERİLEN ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİ TMK.321, 335, 366 2525 Sa.Ka.4 82An.10, 41 TMK.2.321, 335, 366 Boşanma nedeni ile velayeti davacı anneye verilen Ege Eren`in "Ersaraç" olan soyadının "Gega" olarak değiştirilmesi istemi ile açılan davada: Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiştir.fk DAVA VE KARAR: Dava dilekçesinde, boşanma nedeni ile velayeti davacı anneye verilen Ege Eren`in "Ersaraç" olan soyadının "Gega" olarak değiştirilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı Nüfus Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ KARARI: Davacı dava dilekçesinde; eski eşi Ersan Ersaraç ile olan evliliklerinden oğlu Ege Eren Ersaraç`ın dünyaya geldiğini, daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle boşandıklarını ve küçüğün velayetinin kendisine verildiğini, boşanmadan dolayı kendi soyadı ile oğlu Ege Eren`in soyadlarının farklı hale geldiğini, bu durumun çocuğu okulda rahatsız ettiğini, kendisini de resmi işlemlerde zora soktuğunu ileri sürerek Ege Eren Ersaraç`ın soyadının annesinin soyadı olan Gega şeklinde değiştirilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı ile dava dışı Ersan Ersaraç`ın evliliklerinden 04.02.2001 tarihinde soyadının değiştirilmesi istenen Ege Eren Ersaraç`ın dünyaya geldiği, davacı Hülya ile Ersan Ersaraç`ın Ümraniye 1. Aile Mahkemesinin 24.11.2008 gün 2008/1225-1110 sayılı kararı ile boşandıkları, mahkemece dava dışı baba ile çocuk Ege Eren Ersaraç arasında şahsi ilişki tesisine karar verildiği, Ege Eren`in velayetinin davacı anne Hülya Gega`ya bırakıldığı anlaşılmaktadır. 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasının “ evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” şeklindeki birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra bilhassa boşanmalar sebebiyle somut olayda olduğu gibi zaruri nedenlerle velayetin anneye bırakılması hallerinde velayet hakkına sahip annelerin çocuklarına kendi soyadlarını vermek için bir çaba içine girip bu tür soyadı değişikliği davalarını açtıkları görülmektedir. 2525 sayılı Kanunun 4.maddesindeki düzenlemenin, Yasanın genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanununun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istinai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu Anayasa Mahkemesince de kabul edilmektedir. Yüksek Mahkeme sözü edilen maddeyi Türk Medeni Kanununun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Eski 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur. Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir. Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez. İptal kararına konu olan yasa maddesini Kanunun kabul edildiği 21.06.1934 tarihinin koşullarına göre misyonunu tamamlamış bulunmaktadır. Aradan geçen zaman içinde yukarıda kısmen değinilen hukuki gelişmeler karşısında iptalinden başka bir çare de kalmamıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup “çocuk, ana ve baba evli ise ailenin” soyadını taşıyacağı hükmünün anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. Buradaki “aile” deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir (Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı). Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki “evli değilse ananın” ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce anne ve babanın sonradan evlenmesi (Türk Medeni Kanununun 292. maddesi) ile yine, aynı Kanunun 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi. O halde bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir. Velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani onsekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki velayet kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacaktır o halde baba bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarızedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır. Yargı mercileri bu durumu gözeterek anne ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir. Somut olaya gelince; soyadının değiştirilmesi istenen Ege Eren Ersaraç`ın doğum günü olan 04.02.2001 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanununun 321.maddesine göre ailenin diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanununun 27.maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme konusu yasal olarak kapanmıştır. Bu çocuğun anne ve babasının sonradan 13.01.2009 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anneye böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Boşanma ilamı uyarınca babasının çocukla kişisel ilişki tesis etme hakkı bulunması ve bu nedenle anne ve babanın ister istemez karşılaşması dikkate alındığında davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiştir. SONUÇ: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi. Y18HD 18.06.2013 - K.2013/10704 ____________ oOo ____________ |
12-04-2016, 14:48 | #20 |
|
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, 25/6/2015 tarihinde Hayriye Özdemir’in bireysel başvurusunda (Başvuru No: 2013/3434), boşanma davasında velayeti anneye verilen çocuğun soyadını değiştirme talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, başvurucunun aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Olaylar Başvurucu, boşanma davasında velayeti kendisine verilen çocuğun soyadının, boşandığı eşinin soyadı yerine kendi soyadı ile değiştirilmesi talebiyle dava açmıştır. İlk derece mahkemesi, 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır” şeklindeki ibarenin, Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararıyla iptal edildiği ve iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlandığı, bu kapsamda annenin, çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinde haklı neden bulunduğu gerekçesi ile davanın kabulüne hükmetmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 321. maddesi hükmüne göre evlilik içinde doğan çocuğun babanın (ailenin) soyadını taşıyacağı, boşanma veya ölüm üzerine velayetin annede olmasının soyadında herhangi bir değişikliğe neden olamayacağı, usulüne uygun olarak açılacak bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe çocuğun soyadının da değişemeyeceği tespitlerini içeren Yargıtay bozma kararı sonrasında başvurucunun davası reddedilmiştir. İddialar Başvurucu, boşanma davası sonrası velayeti kendisine verilen çocuğun soyadının, kendi soyadı ile değiştirilmesi talebiyle açtığı davanın reddedildiğini, Anayasa Mahkemesinin 2525 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ilgili bölümünü iptal eden kararına dayandığı hâlde bu hususun mahkeme kararlarında karşılanmayarak gerekçesiz bırakıldığını ve karar düzeltme talebinin reddi neticesinde aleyhine para cezasına hükmedildiğini belirterek adil yargılanma ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Velayetin reşit olmayan çocukların bakım ve gözetimi konusunda anne ve babaya verilen hak ve yükümlülüklerden oluşan bir müessese olduğunu, bu bağlamda anılan müessesenin çocuğun bakımı, eğitimi, temsili, mal varlığının yönetimi ve menfaatlerinin korunması için hukuki bir temel oluşturduğunu belirten Anayasa Mahkemesi; başvurucunun, velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olduğundan Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gerektiğini ifade etmiştir. Kararda, velayet hakkı ve bu bağlamdaki yetkilerin kullanımı da dâhil olmak üzere cinsiyetler arası eşitlik ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususların insan hakları ile ilgili birçok uluslararası hukuk belgesinde de yer aldığı, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun evliliğin feshi veya boşanma hâllerinde anasına tevdi edilmiş olsa bile çocuğun, babasının seçtiği veya seçeceği adı alacağını belirten hükmünün, 8/12/2011 tarihli kararla Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiği, bunun yanı sıra Türk hukukunda ad ve soyadın belirli nedenlere dayanılarak değiştirilmesine imkân tanındığı, bu bağlamda 4721 sayılı Kanun’un 27. maddesinde adın değiştirilmesinin haklı sebeplere dayanılarak talep edilebileceğinin düzenlendiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesine göre, velayeti altındaki çocuğun soyadının değiştirilmesine ilişkin davanın reddi, başvurucunun aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturmaktadır. NE DİYORSUNUZ BOŞANAN VE VELAYETİ ALAN ANNELERE DAVA YOLU AÇILDI MI? |
12-04-2016, 19:21 | #21 |
|
Basın Duyurusu No: BB 31/152/10/2015
AİLE HAYATINA SAYGI HAKKINA İLİŞKİN HAYRİYE ÖZDEMİR KARARI BASIN DUYURUSU Karara ulaşmak için tıklayınız: http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar.../2013-3434.pdf Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, 25/6/2015 tarihinde Hayriye Özdemir’in bireysel başvurusunda (Başvuru No: 2013/3434), boşanma davasında velayeti anneye verilen çocuğun soyadını değiştirme talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, başvurucunun aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Olaylar Başvurucu, boşanma davasında velayeti kendisine verilen çocuğun soyadının, boşandığı eşinin soyadı yerine kendi soyadı ile değiştirilmesi talebiyle dava açmıştır. İlk derece mahkemesi, 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır” şeklindeki ibarenin, Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararıyla iptal edildiği ve iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlandığı, bu kapsamda annenin, çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinde haklı neden bulunduğu gerekçesi ile davanın kabulüne hükmetmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 321. maddesi hükmüne göre evlilik içinde doğan çocuğun babanın (ailenin) soyadını taşıyacağı, boşanma veya ölüm üzerine velayetin annede olmasının soyadında herhangi bir değişikliğe neden olamayacağı, usulüne uygun olarak açılacak bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe çocuğun soyadının da değişemeyeceği tespitlerini içeren Yargıtay bozma kararı sonrasında başvurucunun davası reddedilmiştir. İddialar Başvurucu, boşanma davası sonrası velayeti kendisine verilen çocuğun soyadının, kendi soyadı ile değiştirilmesi talebiyle açtığı davanın reddedildiğini, Anayasa Mahkemesinin 2525 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ilgili bölümünü iptal eden kararına dayandığı hâlde bu hususun mahkeme kararlarında karşılanmayarak gerekçesiz bırakıldığını ve karar düzeltme talebinin reddi neticesinde aleyhine para cezasına hükmedildiğini belirterek adil yargılanma ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin Değerlendirmesi Velayetin reşit olmayan çocukların bakım ve gözetimi konusunda anne ve babaya verilen hak ve yükümlülüklerden oluşan bir müessese olduğunu, bu bağlamda anılan müessesenin çocuğun bakımı, eğitimi, temsili, mal varlığının yönetimi ve menfaatlerinin korunması için hukuki bir temel oluşturduğunu belirten Anayasa Mahkemesi; başvurucunun, velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olduğundan Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gerektiğini ifade etmiştir. Kararda, velayet hakkı ve bu bağlamdaki yetkilerin kullanımı da dâhil olmak üzere cinsiyetler arası eşitlik ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususların insan hakları ile ilgili birçok uluslararası hukuk belgesinde de yer aldığı, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun evliliğin feshi veya boşanma hâllerinde anasına tevdi edilmiş olsa bile çocuğun, babasının seçtiği veya seçeceği adı alacağını belirten hükmünün, 8/12/2011 tarihli kararla Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiği, bunun yanı sıra Türk hukukunda ad ve soyadın belirli nedenlere dayanılarak değiştirilmesine imkân tanındığı, bu bağlamda 4721 sayılı Kanun’un 27. maddesinde adın değiştirilmesinin haklı sebeplere dayanılarak talep edilebileceğinin düzenlendiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesine göre, velayeti altındaki çocuğun soyadının değiştirilmesine ilişkin davanın reddi, başvurucunun aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturmaktadır. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütünün anayasa yargısında önemli bir yere sahip olduğunu ve bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığının tespiti gerektiğini ifade eden Mahkeme, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirdiğini belirtmiştir. Yasal düzenlemenin içerik, amaç ve kapsam bakımından belirli ve ilgililerin hukuksal durumlarını algılayabilecekleri açıklıkta olması gerektiğini vurgulayan Mahkeme, ilgili kuralın uygulayıcıya belirli ölçüde takdir alanı sunması mümkün olmakla birlikte, etkin bir temel hak korumasının sağlanabilmesi için müdahaleye temel alınan kuralın lafzı ve yorumunun asgari bir kesinliği sağlaması gerektiğini hatırlatmıştır. Mahkemeye göre, yorum yöntemleriyle belirlenebilir kavramların kullanılması mümkün olmakla birlikte, kanun hükmünün uygulanmasında yeknesaklığın sağlanmamış olması belirsizliğin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Anayasa Mahkemesinin görevinin, söz konusu yorum ve uygulamanın Anayasa’ya uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğunun vurgulandığı kararda, başvuruya konu müdahalenin dayanağı olarak gösterilen “Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin; (…) soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır.” şeklindeki hükmün, boşanma sonrası çocuğun velayeti verilen kişiler tarafından, somut başvuruya benzer mahiyette davalara konu edildiği, bu davalarda genellikle kanuniliğin tartışma konusu yapıldığı ve farklı hukuksal yorumların söz konusu olduğu ifade edilmiştir. Sonuç olarak boşanma sonrası velayeti anneye verilen çocuğun soyadının değiştirilmesi hususunda açık bir düzenlemenin bulunmaması ve farklı yargı kararları verildiği dikkate alındığında, başvuruya konu müdahalenin dayanağı olarak gösterilen kuralın, başvurucunun velayeti altındaki çocuğun soyadının değiştirilmesi talebinin reddedilmesi şeklindeki müdahale bağlamında belirlilik şartını sağlamadığı ve bu yönüyle müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığı belirtilerek Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar.../detay/31.html |
12-04-2016, 19:32 | #22 |
|
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
İKİNCİ BÖLÜM KARAR HAYRİYE ÖZDEMİR BAŞVURUSU Başvuru Numarası : 2013/3434 Karar Tarihi : 25/6/2015 Başkan . Alparslan ALTAN Üyeler : Serdar ÖZGÜLDÜR Celal Mümtaz AKINCI Muammer TOPAL M. Emin KUZ Raportör . Şebnem NEBİOĞLU ÖNER Başvurucu . Hayriye ÖZDEMİR Vekili . Av. Abdulkadir SAYIKAN ı. BAŞVURUNUN KONUSU l. Başvuru, boşanma davası sonrasında velayet hakkı tanınan çocuğun soyadını değiştirme talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, karar sonucunu etkileyecek olan iddiaların derece mahkemesi kararlarında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve karar düzeltme talebinin reddi üzerine para cezasına hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. 11. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru, 20/5/2013 tarihinde Diyarbakır 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. 3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 4. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 5. Başvurunun belgeleri ve eklerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 12/9/2014 tarihli görüş yazısı, 25/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. 111. OLAY VE OLGULAR A. Olaylar 6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: 7. Başvurucu, Diyarbakır I. Aile Mahkemesinin E.2002/768, K.2003/46 sayılı ilamı ile boşanmış ve müşterek çocuğun velayeti annesi olan başvurucuya verilmiştir. 8. Başvurucu, Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği 24/2/2012 tarihli dilekçe ile boşanma davası sonrası velayeti kendisine verilen çocuğun soyadının, boşandığı eşinin soyadı yerine kendi soyadı olan "Özdemir” olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. 9. Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/4/2012 tarihli ve E.2012/246, K.2012/56 sayılı kararı ile davanın kabulüne hükmedilmiş ve karar gerekçesinde, Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile, 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır” şeklindeki ibarenin iptal edildiği ve iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlanmış olduğu, bu kapsamda annenin, çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinde haklı neden bulunduğu tespitlerine yer verilmiştir. 10. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 6/6/2012 tarihli ve E.2012/5587, K.2012/7122 sayılı kararı ile bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesi hükmüne göre doğru nesepli çocuğun; babanın (ailenin) soyadını taşıyacağı, boşanma veya ölüm üzerine velayetin annede olmasının soyadında herhangi bir değişikliğe neden olamayacağı, babanın soyadı veya çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun olarak açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe çocuğun soyadının da değişemeyeceği ifade edilmiştir. I I. Bozma sonrası Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/814 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması neticesinde, Mahkemenin 24/9/2012 tarihli ve E.2012/814, K.2012/359 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiş ve karar gerekçesi olarak Yargıtay bozma ilamına işaret edilmiştir. 12. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2012/14097, K.2013/412 sayılı kararı ile onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 8/4/2013 tarihli ve E.2013/39345, K.2013/5688 sayılı kararı ile reddedilmiş, ret kararı 3/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 13. Başvurucu 20/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. ilgili Hukuk 14. 4721 sayılı Kanun'un "Soyadı” kenar başlıklı 321. maddesi şöyledir: "Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin; (...) soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır. 15. 4721 sayılı Kanun'un "Adın değiştirilmesi” kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir: "Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir. Y' 16. 2525 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesi'nin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilen 4. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır. " IV. İNCELEME VE GEREKÇE 17. Mahkemenin 25/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/5/2013 tarihli ve 2013/3434 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü: A. Başvurucunun İddiaları 18. Başvurucu, boşanma davası sonrasında müşterek çocuğun velayetinin kendisine verildiğini, çocuğun velayeti kendisinde olduğu için resmî işlemler de dâhil olmak üzere çocuğun bütün işlemleriyle kendisinin ilgilendiğini ve soyadları farklı olduğu için sürekli nüfus aile kayıt tablosu ve boşanma ilamı ibraz etmek zorunda kaldığını, benzer hususların çocuğun ve kendisinin mağduriyetine neden olduğunu, soyadı değişikliği talebiyle açtığı davada; talepleri, Anayasa Mahkemesinin 2525 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ilgili bölümünü iptal eden kararına dayandığı hâlde bu hususun mahkeme kararlarında karşılanmayarak gerekçesiz bırakıldığını, verilen kararın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, ayrıca karar düzeltme talebinin reddi neticesinde aleyhine para cezasına hükmedildiğini belirterek Anayasa'nın 10., 36., 40. ve 153. maddelerinde tammlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. B. Değerlendirme 19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucu tarafından Anayasa'nın 10., 36., 40. ve 153. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber, ihlal iddialarının mahiyeti gereği Anayasa'nın 10., 20. ve 36. maddeleri açısından değerlendirme yapılması uygun görülmüştür. I. Kabul Edilebilirlik Yönünden a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası 20. Başvurucu, tarafı olduğu yargılama sürecinde talepleri, Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararına dayandığı hâlde bu hususun derece mahkemesi kararlarında değerlendirilmediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. 21. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvurunun bu kısmı hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. 22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Gerekçeli karar hakkı da adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri olup Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü, Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı gibi ilke ve haklara, Anayasanın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, Ş 38). Ayrıca hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, Anayasa'nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. 23. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökataıay, B. No: 2013/1780, 20/3/2013, Ş 67). 24. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun, usul veya esasa dair ayrı ve açık yanıt verilmesi gereken iddialarının cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda, üst derece mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya inşaat Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, Ş 26). 25. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından, velayeti kendisine verilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi talebiyle dava açıldığı, ilk derece mahkemesinin 16/4/2012 tarihli karar gerekçesinde, Anayasa Mahkemesi'nin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile 2525 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "evliliğinfeshi veya boşanma hallerinde çocuk anasma tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır” şeklindeki ibarenin iptal edildiği ve iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlanmış olduğu, bu kapsamda annenin, çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinde haklı neden bulunduğu tespitlerine yer verildiği; temyiz edilen kararın, 4721 sayılı Kanun'un 321. maddesi hükmüne göre doğru nesepli çocuğun babanın (ailenin) soyadını taşıyacağı, boşanma veya ölüm üzerine velayetin annede olmasının soyadında herhangi bir değişikliğe neden olamayacağı; babanın soyadı veya çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun olarak açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe çocuğun soyadının da değişemeyeceği ifade edilerek bozulduğu, ilk derece mahkemesinin bozma sonrası karar gerekçesinde, Yargıtay bozma ilamı işaret edilerek başvurucunun talebinin reddedildiği, ilk derece mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, kanun yolu mercisince kararlarda ayrıntılı gerekçeye yer verilmediği görülmekle birlikte bozma kararında, işaret edilen yönde hüküm kuran ilk derece mahkemesi gerekçesinin benimsendiği anlaşıldığından başvurucunun, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası 26. Başvurucu, karar düzeltme talebinin reddine dair Yargıtay ilamında, aleyhine para cezasına hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. 27. Bakanlık görüşünde, söz konusu iddia hakkında değerlendirmede bulunulmamıştır. 28. Başvuruya konu yargılama faaliyetinde, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddedilmesi üzerine 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 442. maddesi uyarınca 219,00 TL para cezasına hükmedildiği anlaşılmaktadır, 29. Karar düzeltme para cezasına hükmedilmesinin adil yargılanma hakkına aykırı olduğu yönündeki iddialar, Anayasa Mahkemesi tarafindan mahkemeye erişim hakkı bağlamında daha önce birçok kez incelenmiş ve iddiaya konu düzenlemenin, verilen yargı hizmeti karşılığında bireylerin az da olsa bu hizmetin maliyetine katkı sağlamasını temin ederek gereksiz yere karar düzeltme yoluna başvurulmasının önlenmesi ve sonucu itibarıyla temelden yoksun ihtilafların ve aşırı masrafların önünün alınmasıyla yargının aşırı iş yükünden kurtarılarak adaletin doğru yönetimi ve yargı hizmetinin daha iyi verilmesinin sağlanması, genel olarak adaletin uygun bir biçimde yerine getirilmesi ile de tüm bireylerin haklarının korunmasının temin edilmesi meşru amacına yönelik olduğu tespitlerine yer verilmiştir (Tahir Gökatalay, ŞŞ 36-44). 30. Somut başvuru açısından da söz konusu tespitlerden ayrılmayı gerektiren bir durumun söz konusu olmadığı, başvurucunun karar düzeltme kanun yolu öncesinde de hukuki korunma talebini ilk derece mahkemesi ve temyiz mercisi olmak üzere iki dereceli bir yargılama prosedüründe ileri sürme imkânının bulunduğu ve başvuru dosyası kapsamından karar düzeltme talebinin reddi neticesinde hükmedilen para cezasının başvurucu üzerinde önemli bir ekonomik yük teşkil ettiğine dair bir kanaate ulaşılmadığı, bu suretle karar düzeltme başvurusunun reddedilmesi üzerine başvurucu aleyhine hükmedilen para cezasının, mahkemeye başvurma hakkının fiilen ve etkili bir biçimde kullanılmasını engellemediği sonucuna varılmakla, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. c. Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlali İddiası 31. Başvurunun incelenmesi neticesinde, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. 2. Esas Yönünden 32. Başvurucu, boşanma davası sonrasında velayeti kendisine verilen çocuğunun soyadını değiştirme talebiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın 20. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. 33. Bakanlık görüş yazısında, soyadı değiştirme talepleri ile çocuğun ve kadının soyadı bağlamında AİHM içtihadına konu edildiği görülen soyadının; Sözleşme'nin 8. maddesinin koruma alanında olduğunun, Anayasa Mahkemesi tarafindan da benzer konuların Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında değerlendirildiğinin, AİHM tarafından benzer ihlal iddialarına ilişkin incelemelerde Sözleşme'nin 8. maddesinin ayrımcılığı yasaklayan 14. madde ile birlikte ele alındığının ve bunun yanı sıra birçok uluslararası sözleşmede kadın ve erkeğin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi hâlinde eşit hak ve yükümlülüklere sahip olması gerektiğine işaret edildiğinin, ayrıca Anayasa Mahkemesinin 8/11/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı kapsamında evliliğin feshi veya boşanma hâllerinde çocuk annesine tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alacağı hükmünü taşıyan 2525 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa'nın 10. ve 41. maddelerine aykırı olduğundan bahisle iptal edilmiş olduğunun, yapılacak değerlendirmede göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir. 34. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (I) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasınm incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın, Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, Ş 18). 35. Anayasa'nın "Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir: "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üslü, özel kâğıtları ve eşyası aranama: ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırkseki: saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar. Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir. 36. Anayasa'nın "Ailenin korunması ve çocuk hakları” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir: "Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır. ' 37. Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir: "(l) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir. " 38. Başvuru konusu olayda başvurucu, velayeti kendisine tevdi edilen çocuğun soyadını değiştirme talebinin reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedir. 39. Velayet, reşit olmayan çocuklarının bakım ve gözetimi konusunda anne ve babaya verilen hak ve yükümlülüklerden oluşan bir müessese olup bu bağlamda çocuğun bakım ve eğitimi, kanuni temsili, mal varlığının yönetimi ve çocuğun menfaatlerinin korunması için hukuki temel oluşturmaktadır. Yakın bir geçmişe kadar anne ve babanın çocukları üzerindeki hâkimiyet hakkı olarak görülen velayet, günümüzde hem bir yükümlülük hem de bir hak olarak kabul görmektedir. 40. Bakanlık görüşünde isim hakkının, Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirildiği yönünde görüş bildirilmiştir. 41. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen "maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı", Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olan soyadının da kişinin manevi varlığı kapsamında olduğu açıktır. Cinsiyet, doğum kaydı gibi kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler ile bunlarda değişiklik ve düzeltme yapılmasını isteme hakkının yanı sıra isim hakkı da Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (AYM, E.2011/34, K.2012/48, K.T.30/3/2012•, AYM, E.2009/85, K.2011/49, K.T.10/3/2011). Bununla birlikte somut başvuruda olduğu gibi velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının, başvurucunun kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebi, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olmakla, Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değerdir. 42. Çeşitli hukuk sistemlerinde koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkı da yer almakta olup söz konusu hukuki değer, velayet hakkının ifası ve bu bağlamda aile bağlarının sürdürülmesi noktasındaki fonksiyonu nedeniyle aile hayatına saygı hakkının güvence kapsamında yer almaktadır. 43. Aile yaşamına saygı hakkı, Anayasanın 20. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde korunan aile yaşamına saygı hakkının Anayasadaki karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa'nın 41. maddesinin, Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, özellikle aile yaşamına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır. 44. Aile yaşamındaki temel ilişkiler kadın ve erkek ile ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmî evlilik birlikleri kural olarak aile hayatı kapsamında güvence altına alınmakta olup evlilik içinde doğan çocuklar da kendiliğinden evlilik ilişkisinin bir parçası sayılırlar. Bu çerçevede, çocuğun doğumundan itibaren çocuk ve ebeveyn arasında aile yaşamı anlamına gelen bir bağ kurulduğunun kabulü gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011, ŞŞ 54 ve 60). Başvuru konusu olayda başvurucunun çocuğu, evlilik içinde dünyaya gelmiş olup hukuken mevcut olan ailenin bir parçasıdır. Bu bağlamda, boşanma davası sonucunda velayet hakkı kendisine verilmiş edilmiş olan başvurucu ile çocuğu arasındaki söz konusu ilişki, aile yaşamının kurulması için yeterlidir. 45. 4721 sayılı Kanun'un velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde, ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş, aynı Kanun'un 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin, velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuğun bırakıldığı tarafa ait olduğu hüküm altına alınmıştır. 46. Velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususu ise evliliğin feshi veya boşanma bağlamında, 2525 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesi'nin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilen 4. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde düzenlenmiş ve ilgili hükümde, evliliğin feshi veya boşanma hâllerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile çocuğun, babasının seçtiği veya seçeceği adı alacağı belirtilmiştir. Esasen söz konusu düzenlemenin 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 152. maddesinde yer alan, kocanın evlilik birliğinin reisi olduğu kabulüne dayandığı anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Kanun ile söz konusu düzenleme kaldırılmış ve eşlerin oturacakları konutu birlikte seçecekleri, birliği beraberce yönetecekleri, eşlerden her birinin, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil edecekleri yönünde düzenlemeler getirilmek suretiyle eşlerin evlilik birliğinde eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğu kabul edilmiştir. 47. Velayet hakkı ve bu bağlamdaki yetkilerin kullanımı da dâhil olmak üzere cinsiyetler arası eşitlik ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili birçok uluslararası hukuk belgesinde de yer almaktadır. Türkiye'nin 4/6/2003 tarihinde onayladığı, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 23. maddesinin 4. fıkrasında taraf devletlerin; eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacakları, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme'nin 16. maddesinin (l) numaralı fıkrasının (g) bendinde ise yine taraf devletlerin, kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacakları ve özellikle kadın erkek eşitliğine dayanılarak aile adı, meslek ve iş seçimi dâhil her iki eş için geçerli, eşit kişisel haklar sağlayacakları düzenlemesine yer verilmiştir. 48. iç hukuk ve uluslararası hukuk alanında yer verilen söz konusu düzenlemeler paralelinde, 2525 sayılı Kanun'un evliliğin feshi veya boşanma hâllerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile çocuğun, babasının seçtiği veya seçeceği adı alacağını belirten 4. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi, Anayasa Mahkemesi'nin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak suretiyle ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa'nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verilmiş ve söz konusu iptal kararı 14/2/2012 tarihli ve 28204 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir, 49. Bunun yanı sıra Türk hukukunda ad ve soyadmın belirli nedenlere dayanılarak değiştirilmesine imkân tanındığı, bu bağlamda 4721 sayılı Kanun'un 27. maddesinde adın değiştirilmesi hususundaki taleplerin haklı sebeplere dayanılarak ileri sürülebileceğinin ve adın değiştirilmesinden zarar gören kişilerin, değişikliği öğrenme tarihlerinden itibaren bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebileceklerinin düzenlendiği görülmektedir. 50. Somut başvuru açısından başvurucunun, velayeti kendisine tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinin reddine ilişkin yargısal kararın, başvurucunun aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır. 51. Anayasa'nın 20. maddesinde, bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber, özel sımrlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta, ayrıca Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasanın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, Ş 33). 52. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir: "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasamn ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasamn sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. 53. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa'nın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa'nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, Ş 35). 54. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, Ş 36). 55. Sözleşme'nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı olup müdahalenin, yasal olma şartını taşımadığının tespiti hâlinde Sözleşmenin 8, maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bykov/Rusya, B. No: 4378/02, 10/3/2009, Ş 82). 56. Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin, yasal olma şartını sağladığının kabulü için müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur. Bununla birlikte, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Yasallık ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada yasanın niteliği önem kazanmakta, yasayla sınırlama ölçütü aym zamanda belirlilik ve erişilebilirliği ifade etmektedir. Temel hakların sınırlandırılması alanında, ilgili yasal düzenlemenin; içerik, amaç ve kapsam bakımından belirli ve muhataplarının hukuksal durumlarını algılayabilecekleri açıklıkta olması zorunlu olup belirlilik unsurunu taşımayan bir kanun hükmünün, bireysel hak ve özgürlüklere Anayasa'nın meşru saymadığı bir müdahale anlamına geleceği açıktır. 57. Özellikle temel hakların sınırlandırılması söz konusu olduğunda hak süjelerinin hukuksal durumlarının takdirinde ortaya çıkacak belirsizlik, bu alanda getirilen güvencelerin işlevsiz hâle gelmesine neden olabilecektir. Bu bağlamda, hukuk devleti ilkesinin bir türevi veya alt ilkesi olarak görülebilecek olan belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle de doğrudan bağlantılıdır. Zira ilgili kanuni düzenlemenin, hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağını ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisinin doğacağını belirli bir kesinlik ölçüsünde ortaya koyması durumunda bireylerin, hak ve yükümlülüklerini öngörerek davranışlarını bu doğrultuda tanzim etmeleri olanaklı hâle gelecektir. 58. Bununla birlikte, her ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal mevzuatın gereken koruma seviyesi, büyük ölçüde, ilgili metnin düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte, muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi ve bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hâle gelmesi veya kullanılan kavramların anlamlarının hukuksal değerlendirme sonucunda ortaya çıkması tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Bunun yanı sıra Anayasa'nın sistematik yorumundan da destek alınmak suretiyle farklı ağırlıklar atfedilebilecek olan hakların niteliği, belirtilen alanlara ilişkin kanuni düzenlemelerde aranacak belirlilik oranını da farklılaştırabilecektir. Bu bağlamda ilgili kanuni düzenleme temel haklara ne oranda müdahale ediyorsa söz konusu düzenlemede aranacak belirlilik oranı da aynı doğrultuda yükselecektir. 59. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural, belirli ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya sunabilir. Fakat bu takdir alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik içermesi gerekmektedir. Zira belirlilik şartına riayet edilmemesi hâlinde yasama ve yürütme yetkisini kullanan organların, kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanmaları söz konusu olabilecektir. Bu çerçevede, etkin bir temel hak korumasının sağlanabilmesi için müdahaleye temel alınan yasanın lafzı ve yorumlanması bağlamında asgari bir kesinliğin sağlanması zorunludur. 60. Yasa yapma tekniği açısından daha somut kavram ve düzenlemelere yer verilmesinin olanaklı olmaması durumunda, yargılama ve hukuksal yorum yöntemleriyle belirlenebilir kavramların kullanılması mümkün olmakla birlikte söz konusu hukuksal yorumun sınırını da ilgili yasal düzenlemenin lafzının çizmesi gerektiği açıktır. Bu bağlamda söz konusu kanun hükmünün uygulanmasında yeknesaklığın sağlanmamış olması, belirsizliğin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. 61. Müdahaleye temel alınan kanun hükmünün yorumlanması Anayasa Mahkemesinin görevi olmamakla birlikte başta yargısal organlar olmak üzere kamusal makamların, ilgili yasa hükmünün uygulanmasında anayasaya uygun bir yorum tarzını benimsemeleri gerekmektedir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin görevi, söz konusu yorum ve uygulamanın Anayasa'ya uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. 62. Somut başvuruda, başvurucu tarafindan derece mahkemeleri nezdinde, 2525 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen hükmüne de dayanılmak suretiyle, özellikle söz konusu müdahalenin kanuni dayanağının tartışma konusu yapıldığı görülmektedir. 63. Başvuru konusu olayda başvurucunun, velayeti kendisine verilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinin, ilk derece mahkemesinin 16/4/2012 tarihli kararı ile Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı kapsamında 2525 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır” şeklindeki ibarenin iptal edildiği ve iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlanmış olduğu, bu nedenle annenin, çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi talebinde haklı neden bulunduğu belirtilerek kabul edildiği, temyiz edilen kararın, 4721 sayılı Kanun'un 321. maddesi hükmüne göre doğru nesepli çocuğun babanın (ailenin) soyadını taşıyacağı, boşanma veya ölüm üzerine velayetin annede olmasının soyadında herhangi bir değişikliğe neden olamayacağı, babanın soyadı veya çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun olarak açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe çocuğun soyadının da değişemeyeceği ifade edilerek bozulduğu, bozma kararı sonrasında ilk derece mahkemesince, bozma kararına atfen davanın reddedildiği ve kararın derecattan geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. 64. Bu kapsamda, söz konusu ret kararının hukuki dayanağı olarak 4721 sayılı Kanun'un 321. maddesine işaret edildiği ve söz konusu Kanun hükmünün, "Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin; (...) soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır. ” düzenlemesini içerdiği görülmektedir. 4721 sayılı Kanun veya özel kanunlarda evlilik birliğinin sona ermesini müteakip çocuğun soyadının tespiti ve düzenlenmesi hususunda özel bir düzenlemenin yer almadığı, evliliğin feshi veya boşanma hâlinde çocuğun soyadının belirlenmesine ilişkin münhasır bir düzenleme ilk defa soyadı iktisabı bağlamında 2525 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer almakla birlikte, bu hükmün Anayasa Mahkemesinin ilgili yargısal süreçten önce yürürlüğe giren 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 4721 sayılı Kanun'un 27. maddesinde genel olarak, belirli koşullarla ad ve soyadının değiştirilmesi hususunda talepte bulunma imkânının tanındığı ve adın değiştirilmesi hususundaki taleplerin haklı nedenlere dayanılarak ileri sürülebileceğinin düzenlendiği görülmektedir. 65. Boşanma sonrası velayet hakkı tanınan ebeveynler tarafından, somut başvuruya benzer mahiyetteki taleplerin sıklıkla yargısal kararlara konu olduğu, söz konusu başvurularda genellikle müdahalenin kanunilik unsurunun tartışma konusu yapıldığı ve farklı hukuksal yorumların söz konusu olduğu, bu bağlamda özellikle 4721 sayılı Kanun'un 27. maddesi ve temel haklara ilişkin uluslararası sözleşme hükümlerinden hareketle verilen ilk derece mahkemesi kararlarının Hukuk Genel Kurulu kararlarına da konu edildiği anlaşılmaktadır (HGK, E.2013/18-1755, K.2015/1039, K.T.13/3/2015). 66. Bu çerçevede ilk derece mahkemesinin 16/4/2012 tarihli kararında, velayet hakkı ve içerdiği koruma ve gözetim yükümlülükleri ve bu bağlamdaki yetki ve sorumluluklar ile 4721 sayılı Kanun'un 27. maddesi hükmüne istinaden, 2525 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan düzenlemenin iptal edilmek suretiyle yürürlükten kalktığı belirtilerek 4721 sayılı Kanun'un 27. maddesine atıfla başvurucunun, çocuğunun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi talebinde haklı neden bulunduğu yönündeki tespit de dikkate değerdir (bkz. Ş 9). 67. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında, boşanma sonrası velayeti anneye verilen çocuğun soyadının ne olacağı konusunda açık bir düzenlemenin bulunmaması ve farklı yargısal kararların verildiği dikkate alındığında başvuruya konu müdahalenin kanuni dayanağı olarak gösterilen Kanun hükmünün, başvurucunun velayeti altındaki çocuğun soyadının değiştirilmesi talebinin reddedilmesi şeklindeki müdahale bağlamında, belirlilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır. 68. Müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığı sonucuna ulaşılmakla, söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. 69. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. 70. Başvurucunun Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna varılarak ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş olmakla (bkz. Ş 74), başvurucunun Anayasa'nın 10. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. 3.6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden 71. Başvurucu, ihlalin tespitiyle uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı manevi zarar karşılığında 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. 72. Bakanlık görüşünde, ihlal sonuçlarının giderimine ilişkin görüş bildirilmemiştir. 73. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. ' 74. Mevcut başvuruda Anayasa'nın 20. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. 75. Başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin, başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. 76. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir. V. HÜKÜM Açıklanan gerekçelerle; A. Başvurucunun, I. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması' nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, 2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının 'açıkça dayanaktan yoksun olması ' nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, 3. Anayasa'nın 20. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, 4. Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alman aile hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, C. Başvurucunun manevi tazminata ilişkin talebinin REDDİNE, D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, 25/6/2015 tarihinde oy BİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Üye Üye Alparslan ALTAN Serdar ÖZGÜLDÜR Celal Mümtaz AKINCI Üye Üye Muammer TOPAL M. Emin KUZ |
11-09-2017, 17:20 | #23 |
|
Y18HD Esas : 2016/9861 Karar : 2016/10849 Tarih : 29.09.2016 BOŞANMA SONUCU VELAYETİ DAVACI ANNEDE OLAN KÜÇÜĞÜN SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİ ---
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ KARARI: --- Dava dilekçesinde, boşanma sonucu velayeti davacı annede olan küçüğün soyadının değiştirilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı ... tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bilgi ve belgeler okunup gereği düşünüldü: Davacı, dava dilekçesinde; eski eşi ...'tan olan kızı ....soyadının kızlık soyadı "..." olarak değiştirilmesini istemiştir. Davaya ... 2. Aile Mahkemesinde bakılmış, mahkemece, asliye hukuk mahkemesinin görevli olması gerekçesi ile mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş, görevsizlik kararı Dairemizin 27.03.2014 gün 2014/1025-5655 sayılı ilamı ile onanmış, mahkemece yargılama sonunda davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden; davacı ile davalı ...'un evliliklerinden 20.04.2007 tarihinde dünyaya gelen ve soyadının değiştirilmesi istenen .... ana ve babasının ...Aile Mahkemesinin 12.04.2010 kesinleşme tarihli ve 2009/357 Esas 2010/209 karar sayılı ilamı ile boşanmalarına, müşterek çocukları B...nin velayetinin davacı ana ...e bırakıldığı anlaşılmıştır. Somut olayda çözümlenmesi gereken husus; evlilik birliği içinde doğan, boşanma ilamıyla velayeti anaya verilen çocuğun, evlilik birliği içinde doğumla kazandığı soyadının davacı ananın soyadı ile değiştirilmesinin mümkün olup olmadığı noktasındadır. Çocuğun soyadı, TMK.nun soybağı hükümleri başlıklı beşinci ayırımda yer alan 321 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, soybağı ile doğrudan yani birebir ilişkilidir. Soybağıyla ilgili hükümler ise, soybağının kurulması başlıklı birinci ayırımda yer alan 282 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Soybağı, çocuğu ana ve babaya bağlayan kan bağıdır. Veya birbirinin sulbünden gelen kimseler arasındaki hısımlık ilişkisidir. Soybağının kurulması TMK'nun 282. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde kaynak ... Medeni Kanununun 258. maddesine tekabül etmektedir. Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Bunun için başkaca bir merasime ihtiyaç yoktur. Çünkü, çocuğun anası doğuran kadındır. Baba ile çocuk arasındaki soybağı ise, ana ile evlilik, tanıma veya babalığa hükümle yani hakim hükmüyle kurulur. Ayrıca, af kanunları ve evlat edinme yoluyla da soybağının kurulduğu vardır. Soybağıyla ilgili bu kısa açıklamalardan sonra, çocuğun soyadının nasıl ve kimin tarafından konulacağının incelenmesinde yarar vardır. Ancak, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, işe çocuğun adından başlayalım. TMK.nun 339/5. maddesine göre çocuğun adını ana ve babası koyar. Ana ve baba çocuğun adı üzerinde anlaşamazlarsa aile mahkemesi hakimi tarafından çocuğa bir ad konulur. Meseleyi şöyle de açıklayabiliriz. Baba çocuğun adının kendi anasının adı olan ... olmasını ister, ana ise kendi anasının adı... ısrarlıdır. Hakime giderler, hakim de kendi anasının adı ...olmasını ister. Ve neticede çocuğun adı bb olur. Görüldüğü gibi çocuğun adı, velayet hakkı kapsamında ana ve baba tarafından konulur. Anlaşmazlık halinde ise uygulamada hakimin isim babalığı yaptığı pek görülmemiştir. Çocuğa soyadı konulması, ad konulmasından tamamen farklıdır. Çünkü, soyadı aile içerisinde yer alan bireyleri birbirine bağlayan ve o aileyi diğer ailelerden ayırmaya yarayan bir simgedir. Bu bağlamda, çocuğa soyadı konulmasından değil çocuğun soyadı kazanmasından söz edilir. Zira, ana ve babanın velayet hakkı kapsamında çocuğa soyadı koyma hak ve yetkileri yoktur. Çocuğun soyadını, soybağı belirler. Çocuğun hangi soyadını alacağı konusunda Türk Medeni Kanununun 321. maddesinde, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 28. maddesinde Soyadı Nizamnamesinin 15. maddesinde ve Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte düzenlemeler mevcuttur. Bu düzenlemelere göre; çocuk soyadını, evlilik birliği içinde doğmuş ise, ailenin yani babanın, evlilik birliği dışında doğmuş, babayla soybağı kurulmamış ise ananın, soybağının ana ve babanın sonradan evlenmesiyle veya tanıma yahut mahkeme kararıyla, yani babalık hükmüyle kurulmuş ise babanın soyadını almaktadır. Bu düzenlemelerden ortaya çıkan sonuç şudur. Çocuğun soyadı, ana ve babasıyla soybağı ilişkisini göstermektedir. Bu durumda, çocuğun doğumla veya kan bağına dayanan soybağıyla veyahut evlat edinmeye dayanan yapay soybağıyla kazandığı soyadının velayet hakkına sahip ana, babanın ya da çocuk vesayet altında ise, vasinin talebiyle değiştirilip, değiştirilemeyeceği sorunu TMK.nun 321. maddesi hükmü ve soybağına bağlanan hükümler esas alınarak çözümlenecektir. Bu noktada görevli mahkemenin belirlenmesi önem kazanmaktadır. TMK.nun 27. maddesine göre haklı nedene dayalı olarak açılan ad ve soyadı düzeltilmesi davası, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesindeki düzenleme nedeniyle asliye hukuk mahkemesidir. Çocuğun soyadının düzeltilmesi davasında durum farklıdır. Çünkü, velayet hakkının kapsamı dahilinde açılan çocuğun soyadının düzeltilmesi davasının TMK.nun 321 ve devamı maddelerinde düzenlenen soybağı hükümleri esas alınarak çözümlenmektedir. Bu hüküm ve soybağının hüküm ve sonuçlarına ilişkin diğer hükümler, TMK.nun "Aile Hukuku" başlığını taşıyan ikinci kitabında, "Hısımlık" başlıklı ikinci kısmının "Soybağı Hükümleri" başlıklı ikinci ayırımında yer almaktadır. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4/1. maddesinde yer alan hükme göre, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 3. kısım hariç olmak üzere 2. kitabından (TMK.md.118-395) kaynaklanan davaları görmekle görevli mahkemeler aile mahkemeleridir. Bir uzmanlık mahkemesi olarak tasarlanan ve kendine özgü usul hükümleri taşıyan bu kanunun, evvelce genel hukuk mahkemelerince bakılan aile hukukundan doğan dava ve işleri bu mahkemelerden alarak aile mahkemelerine vermiştir. 6100 sayılı HMK.nun 1. maddesine göre, mahkemelerin görevi ancak kanunla belirlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzeninden olup, mahkemelerce yargılamanın her aşamasında kendiliğinden gözetilmesi gerekir. Bu itibarla; çocuğun soyadının velayet hakkı kapsamında değiştirilmesine ilişkin davanın, ergin kişinin haklı sebeple soyadının değiştirilmesi niteliğinde değil, evlilik birliği içinde doğan çocuğun, doğumla kazandığı "aile soyadının" değiştirilmesi talebine ilişkin olması nedeniyle görevli mahkeme aile mahkemesidir. Bu durum Yargıtay Dairemizin 13.10.2015 tarih ve 2015/1196-2015/14266 sayılı içtihadında ayrıntılı olarak açıklanmış ve Yargıtay ... Kurulunca da benimsenmiştir. Nitekim... Kurulunun 18.11.2015 gün ve 2015/18-259-2625 sayılı ve 29.01.2016 gün ve 2015/3257 esas 2016/117 karar sayılı içtihatlarıyla Dairemiz görüşü aynen benimsenmiştir. Bu durumda; söz konusu davaya bakma görevi ... Aile Mahkemesine ait ise de, daha önce ... 2. Aile Mahkemesince verilen görevsizlik kararı Dairemizce onanmış olduğundan mülga 1086 sayılı HUMK'nun 25/son ve halen yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK.nun 22. maddesine göre davanın asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılmasında herhangi bir usulsüzlük görülmemiştir. İşin esasına gelince: 2525 sayılı Soyadı Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasının "evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır." şeklindeki birinci cümlesinin... Mahkemesince iptal edilmesinden sonra, boşanmayla velayetin anaya bırakılması hallerinde, velayet hakkına sahip anaların çocuklarına kendi soyadlarını vermek için bir çaba içerisine girerek, soyadı değişikliği davalarını açtıkları görülmektedir. Oysa; 2525 sayılı Kanunun 4. maddesindeki düzenlemenin, yasanın genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi, ilk defa soyadı alınmasıyla ilgili olduğu ve 4721 sayılı TMK.nun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istisnai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu... Mahkemesince de kabul edilmektedir. Hal böyle iken, durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar, milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez. Bununla birlikte, 4721 sayılı TMK.nun 321. maddesi... Mahkemesinin denetiminden geçmiş olup, çocuk ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşıyacağı hükmünün...ya aykırı olmadığına karar vermiştir. Buradaki "aile" deyiminden babanın anlaşılacağı... Mahkemesince de kabul edilmiştir. O halde, bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde anası ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde ana ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu suretle belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına ve sair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak, çocuk ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir. Velayet hakkı ana ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani onsekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anaya verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi, sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki, velayet kimdeyse çocuk onun soyadını taşıyacaktır, o halde baba bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliğini ve istikrarını zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır. Yargı mercileri bu durumu gözeterek ana ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir. Bu bağlamda, babanın da velayet hakkı kapsamında çocuğun soyadını değiştirme hak ve yetkisi yoktur. Nitekim, Dairemizin 01.02.2010 tarih ve 2009/10864 esas 2010/1097 karar sayılı içtihadında; "babanın soyadı veya çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı, usulüne uygun olarak açacağı bir dava sonunda verilecek kararla değişmedikçe, çocuğun da soyadı değişmez. Bu durumda somut olayda, baba kendi soyadını değiştirmediğine göre velayeti altındaki küçüklerin soyadlarının değiştirilmesi konusunda açtığı davanın reddi gerekirken, kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır." denmek suretiyle bu husus açıkça belirtilmiştir. İş bu noktaya geldiğinde yerel mahkemenin gerekçesine dayanak yaptığı... Mahkemesinin 25.06.2015 tarih ve 2013/3434 başvuru sayılı 2. bölüm, 11.11.2015 tarih ve 2013/7979 başvuru sayılı genel kurul kararının değerlendirilmesi gerekmektedir. Yüksek mahkemenin hak ihlali için vardığı sonuç ve gerekçeleri yazılı ve teamüli (örfi) hukukumuza uygun düşmemektedir. Zira; a)Çocuğun soyadının belirlenmesi velayet hakkı kapsamında olmadığı gibi, değiştirilmesi de velayet hakkı kapsamında değildir. Zira; çocuğun soyadı, ister evlilik birliği dışında olsun, isterse evlilik birliği içinde olsun, velayet hakkı sahibi olan ana, baba tarafından belirlenmemektedir. Ana ya da babanın tek başına ya da birlikte çocuğun soyadını belirleme hak ve yetkisi bulunmamaktadır. Çocuğun soyadı, soybağı hükümlerine göre kanun tarafından belirlenmektedir. b)Bu bağlamda,...nın 20. maddesinde düzenlenen aile hayatına saygı gösterilmesi hakkının ihlalinden de sözedilemez. Zira, aile aynı soydan olup, bir aile sıra numarası altında kayıtlı olan kişiler ile onların eş ve çocuklarıdır. Dar anlamda çekirdek aile ise, ana, baba ve çocuklardan ibarettir. Ana ve baba arasındaki hukuki ilişki, hısımlık ilişkisi olmayıp, uzun süreli bir sözleşme, yani evlilik sözleşmesidir. Bu sözleşme, ölümle ya da boşanmayla sona ermektedir. Oysa, çocuklar ile ana, baba arasındaki ilişki soybağı ilişkisi olup, ana, babanın ölmeleri ya da boşanmaları soybağı ilişkisinde değişikliğe yol açmaz. Aile bağları çocuklar açısından devam eder. Bu nedenle de kişinin ana ya da babasını seçme özgürlüğünden söz edilemez. Şimdi burada sorulması gereken soru şudur. Eşler arasındaki evlilik ilişkisinin (sözleşmesinin) ölümle ya da boşanma ile sona ermesi halinde, aile sona ermekte midir? Buna verilecek tek cevap, elbette hayırdır. Gerçi ölümle ya da boşanmayla evlilik ilişkisinin sona ermesi halinde, aile bu durumlardan olumsuz etkilenmektedir. Ancak, özellikle çocuklar yönünden aile bağları devam etmekte, ölüm ya da boşanma soybağı ilişkisini hiç bir şekilde etkilememektedir. İş bu noktaya geldiğinde şu ikinci soruyu da sormanın tam zamanıdır. Çocuğun evlilikle ve soybağı hükümlerine göre kanunen kazandığı meşru statüsünün korunması mı, aile hayatına saygı hakkının ihlali midir? Yoksa çocuğun bu meşru statüsünü sarsacak şekilde, ana ya da babanın çocuk üzerindeki keyfi hareketlerine yol açacak bir uygulamanın önünün açılması mı? Elbette ki, çocuğun meşru statüsünün korunması ve ana ya da babanın çocuk üzerinde keyfi hareketlerine yol açacak uygulamaların önlenmesi, çocuk haklarının korunması için gerekli ve zorunlu bulunmaktadır. c)Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğinin kabulüne imkan yoktur. Zira, soyadı üzerindeki hak münhasıran çocuğa bağlı bir hak olup, ana ve babanın ne evlilik birliği içinde ne de evlilik birliği dışında çocuğun soyadının belirlenmesinde bir etkileri yoktur. Çocuk, ana ve baba evli ise, ailenin, değilse eğer çocuk baba tarafından tanınmış veya mahkemece babalık hükmü verilmişse babanın soyadını, yoksa ananın soyadını alacaktır. Somut olaya gelince; soyadının değiştirilmesi istenen .... 20/04/2007 olan doğum tarihinde ana ve babası evlidir. Çocuk evlilik birliği içinde doğmuş ve TMK.nun 321.maddesine göre ailenin, diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya veya baba TMK.nun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirene kadar aile soyadını taşımalıdır. Çocuğun ana ve babasının 07.01.2002 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anaya böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun yüksek menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 29.09.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi. Y18HD 29.09.2016 - K.2016/10849 ____________ oOo ________ |
11-09-2017, 17:23 | #24 |
|
"Ancak, özellikle çocuklar yönünden aile bağları devam etmekte, ölüm ya da boşanma soybağı ilişkisini hiç bir şekilde etkilememektedir. İş bu noktaya geldiğinde şu ikinci soruyu da sormanın tam zamanıdır. Çocuğun evlilikle ve soybağı hükümlerine göre kanunen kazandığı meşru statüsünün korunması mı, aile hayatına saygı hakkının ihlali midir? Yoksa çocuğun bu meşru statüsünü sarsacak şekilde, ana ya da babanın çocuk üzerindeki keyfi hareketlerine yol açacak bir uygulamanın önünün açılması mı? Elbette ki, çocuğun meşru statüsünün korunması ve ana ya da babanın çocuk üzerinde keyfi hareketlerine yol açacak uygulamaların önlenmesi, çocuk haklarının korunması için gerekli ve zorunlu bulunmaktadır."
BU BÖLÜM ELE ALINDIĞINDA BABA İLE AİLE BAĞLARININ DEVAMI SAKINCALI İSE NE OLACAK SORUSUNU SORMAK GEREKMEZ Mİ??? |
11-09-2017, 18:03 | #25 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Yargıtay nihayet 5 yıl sonra sesimi duydu.
|
27-10-2017, 09:37 | #26 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu kararın, Anayasa Mahkemesi'nin 2015 yılında verdiği Hak İhlali kararına aykırı olduğunu düşünüyorum. Üstelik Anayasa Mahkemesi kararından sonra vermiş bu kararı Yargıtay... Anayasa Mahkemesi Kararı ile bu Yargıtay kararı arasındaki süreçte bir yasa değişikliği mi oldu acaba ? Yoksa Yargıtay'ın anayasa Mahkemesi kararından haberi mi yoktu acaba ? Anayasa Mahkemesi kararından sonra o karara uygun şekilde Anne lehine verilmiş bir Yargıtay kararı bilen var mı acaba ? |
19-04-2018, 17:30 | #27 |
|
BOŞANMIŞ KADININ VELAYETİ KENDİSİNE VERİLEN ÇOCUĞA KENDİ SOYADINI VERME İSTEMİNE İLİŞKİN YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNİN GEREKÇELİ KARARI
Y2HD, 09.04.2018, E. 2018/1306, K. 2018/4719 Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ HUKUK DAİRESİNCE verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı B. K. 12.05.2016 tarihli dava dilekçesinde; davalılardan Y. İ. ile 27.02.2015 tarihinde kesinleşen kararla boşandıklarını, ortak çocuk 17.03.2011 doğum tarihli A.E.nin velayetinin kendisine verildiğini, okula başlayan ortak çocuğun "İ." olan soyadı ile kendisinin evlenmeden önceki soyadı olan "K." soyadlarının farklılığı sebebiyle günlük işlemlerde sorun yaşadığını, çocukla ilgili işlemlerde annesi olduğunu belgelemek için nüfus kayıt örneği ile boşanma ilamını ibraz etmek zorunda kaldığını, davalı babanın ortak çocuğa ilgisiz olduğunu, çocukla uzun süredir görüşmediğini ve nafaka ödemediğini, çocuğun da anne ile çocuğun soyadlarının farklı olmasından rahatsız olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini iddia ederek, ortak çocuğun soyadının davacı annenin soyadı olan "K." olarak değiştirilmesini talep ve dava etmiş, ilk derece mahkemesi 18.07.2017 tarihli kararla; "4721 sayılı TMK.nun 321. maddesine göre ana ve baba evli ise çocuğun ailenin soyadını taşıyacağı, "aile" deyiminden babanın anlaşılacağı, çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde anası ile babasının evli olup olmadığına bakmanın gerekeceği, soyadının değiştirilmesi istenen 17.03.2011 doğumlu A.E.İ.'in doğum tarihi itibariyle ana ve babasının evli olduğu, evlilik birliği içinde doğan çocuğun TMK.nun 321.maddesine göre babanın soyadını aldığı, çocuğun soyadı bu suretle belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına dayanarak değiştirmenin Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün olmadığı, çocuğun soyadının ancak ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde kendisi tarafından veya babanın TMK.nun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak kendi soyadını değiştirmesi halinde mümkün olduğu, bu iki durum gerçekleşmediği sürece çocuğun babanın soyadını taşıması gerektiği..." gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, kararın anne tarafından istinaf edilmesi üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi 14.11.2017 tarihli kararı ile "...evlilik birliği içinde doğan çocuğun Türk Medeni Kanununun 321. maddesi uyarınca babanın soyadını aldığı..." gerekçesiyle davacının istinaf talebini esastan reddetmiş, hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmiştir. Dava MÜNHASIRAN VELAYET HAKKINA SAHİP DAVACI ANNENİN ORTAK ÇOCUĞUN SOYADININ KENDİ SOYADI İLE DEĞİŞTİRİLMESİNE yöneliktir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; ortak çocuk A.E.'nin tarafların evlilik tarihinden önce 17.03.2011 tarihinde doğduğu, 18.03.2011 tarihinde davalı baba tarafından tanınarak baba ile soybağının kurulduğu, tarafların 22.08.2011 tarihinde evlendikleri ve 27.02.2015 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte ortak çocuk A.E.nin velayetinin davacı anneye bırakıldığı, davacı annenin halen velayet hak ve sorumluluğuna sahip olduğu anlaşılmaktadır. Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır (TMK m. 321). Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir (TMK m.27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır. Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütününe denir (AKINTÜRK, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet, bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktır (AKYÜZ,Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması,2012 s.220). 4721 sayılı Kanun’un velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde, ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi yansıtılmaya çalışılmıştır. Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır." şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 8.12.2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda verdiği ihlal kararları, soyut ve somut norm denetiminden farklı olarak, sadece başvuruda bulunan kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından geçerli ve bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesinin saptadığı hak ihlalinin, mahkeme kararından kaynaklandığını belirleyen ve Kuruluş Kanununun 50. maddesinin (2.) fıkrasında dayanarak aldığı "ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmasına” ilişkin kararı karşısında, ilk derece mahkemelerinin başvuru konusu somut olay ve kişi bakımından artık başka türlü karar vermesine olanak yoktur. Ne var ki, yukarıda açıklanan velayet hakkına sahip annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yönelik açılan başkaca davalarda yapılan benzer yargısal kararların, bireysel başvuru konusu yapılması Halinde Yüksek Mahkemece, bundan sonra da hak ihlalinin tespit edileceği ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yolunun açılacağı da muhakkak gözükmektedir. Anayasanın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Türkiye’nin taraf olduğu eki protokollerin ortak koruma alanında bulunan "temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının" öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yollarında çözüme kavuşturulması asıldır. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararları kapsamında; “Çocuğun Üstün Yararı” ilkesinin de irdelenmesi gerekmektedir. Bu ilkenin en genel anlamdaki tanımı, çocuğun yararlarının her zaman ve her koşulda öncelikle korunması olup, çocuk hukukunda karşılaşılan tüm sorunlarda, görevli ve yetkililere yol gösteren, çocuk yararına çözümün tercih edilmesini emreden, zayıfı, güçlüye karşı koruyan en üst ilkedir (AKYÜZ,Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s. 10). Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt, bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL,Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velayet Hukuku, Ankara 2000 s.33). Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, soyadlarının farklı olmasından çocuğun rahatsız olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini ileri sürmüş olup, davacı tanıkları da davalı babanın çocuğuna ilgisiz olduğunu, yaklaşık üç yıldır babanın çocuğunu görmeye gelmediğini, çocuğun birlikte yaşadığı anne ile aynı soyadını taşımamaktan rahatsız olduğunu, anne ile aynı soyadını taşımak isteğini sürekli dile getirdiğini, kendisini tanıtırken soyadını annenin soyadı olan "Karakol" olarak ifade ettiğini beyan etmişlerdir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi, az önce açıklanan tanık beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olabileceği anlaşılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında; velayet hakkı tevdi edilen annenin çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinin velayet hakkı kapsamındaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olduğu, velayet hakkı kapsamında çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığı, aynı hukuksal konumda olan erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil edeceği, evlilik birliği içinde doğan çocuğun taşıdığı ailenin soyadını, evlilik birliğinin sona ermesi ile kendisine velayet hakkı tevdi edilen annenin kendi soyadı ile değiştirmesini engelleyici yasal bir düzenlemenin bulunmadığı, somut olayda söz konusu değişikliğin çocuğun üstün yararına da aykırı bulunmadığı ve çocuğun soyadı değişmekle kişisel durumunun değişmeyeceği (TMK m. 27) dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek, davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan sebeple İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 14.11.2017 tarihli kararının KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi olan İzmir 8. Aile Mahkemesinin 18.07.2017 tarih 2017/11 esas, 2017/523 karar sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen ilk derece mahkemesine gönderilmesine, kararın bir örneğinin de adı geçen bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine OYBİRLİĞİYLE karar verildi. 09.04.2018 Kaynak: https://www.facebook.com/search/top/...20gen%C3%A7can |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
kadının ilk kocasından olan çocuk kadının yeni kocasının soyadını alabilir mi | av_mine | Meslektaşların Soruları | 11 | 04-09-2014 11:47 |
kadının iş hayatında kendi soyadını kullanması | parézer | Meslektaşların Soruları | 5 | 22-07-2011 12:26 |
Sağlık Kuruluşu ve Doktoru Seçme Hakkı | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Hasta Hakları Çalışma Grubu | 0 | 05-10-2006 21:23 |
Dul Kadının Kızlık Soyadını Kullanması. | vehbim | Meslektaşların Soruları | 6 | 30-12-2003 19:22 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |