29-05-2007, 11:04 | #1 |
|
Avukatlık Onuru ile ilgili anılar
Sayın Site Üyeleri
Avukatlığın giderek daha hızlı itibar kaybettiği bu yıllarda Avukatlık Onuru ile davranmak gittikçe zorlaşmaktadır. Karşımıza birden çıkabilecek olaylarda Avukatlık Onuru'na uygun davranabilmek bilgi ve görgümüz ile orantılı olacaktır. Bu nedenlerle üyelerimizden Avukatlık Onuru'nu korumakla ilgili anılarını bizleri bilgilendirmek amacıyla aktarmalarını isteme zorunluluğu doğmuştur. Bu başlık altında anılarınızı paylaşmanızı bekliyoruz. Lütfen Dikkat : bu konu anıların bir kitap kalitesinde toplanabilmesi ve okunabilmesi için "görüş arşivi" şeklinde tasarlanmıştır. Bu nedenle konuya sadece ANILARIN eklenmesi, anılarla ilgili teşekkür, yorum ve cevapların doğrudan yazarına iletilmesi ancak konuya yanıt olarak eklenmemesi rica olunur. Konuya eklenen yazılar, onaylandıktan sonra yayına girecektir. Bir üyemizin konuya birden fazla anı eklemesi mümkündür. Saygılarımızla |
29-05-2007, 11:57 | #2 |
|
Yanında staj yaptığım çok değerli (ve artık rahmetli) üstadımın bir anısını paylaşmak istiyorum:
Bir kira tesbit davasında karşı tarafın vekilliğini yapan yaşı oldukça ileri fakat mesleğe çok geç yaşta başlamış olması nedeniyle avukatlık tecrübesi kısıtlı davalı vekili meslektaşımız davanın tüm duruşmalarında son derece agresif tavırlar sergilemektedir. Gerek sözlü beyanlarında, gerekse yazılı dilekçelerinde saygı sınırlarının çok dışına çıkmakta, davacı vekiline (üstadıma), bilirkişilere, davacı asile ve hatta zaman zaman hakime karşı oldukça "patavatsız" olarak nitelendirilebilecek ifadeler kullanmaktadır. Tesbit edilecek kira miktarı ile ilgili dosya bilirkişiye gider ve bilirkişi raporuna karşı taraflar itirazlarını yazılı olarak bildirir. Davalı vekili bilirkişi raporundan sonra da yine "küplere binmiştir" ve bu yazılı beyanında çok sert ve saygı sınırlarının dışında ifadeler kullanır. Bu ifadelerden birinde de üstadım için "davacı vekili bilirkişi raporuna itiraz ederken esnaflık yapmakta" cümlesini sarfeder. Bu cümle Avukat olmakla büyük onur duyan ve Avukatlık mesleğine toz kondurmayan üstadım için bardağı taşıran son cümledir. Davalı vekilini önce meslek kurallarına aykırılıktan, Baro'ya şikayet eder ve bu cümle nedeniyle Baro Disiplin Kurulu meslektaşımıza disiplin cezası verir. Bunun üzerine meslektaşımız daha da hırslanarak yazıhanemize telefon açıp, ileri geri konuşmaya devam edince, bu defa bu cümle ile görevi başında avukata hakaret ettiği gerekçesiyle üstadım vekil hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunur. Bilindiği üzere avukatların görevleri sırasında işledikleri ve onlara karşı işlenen suçlara ilişkin davalar niteliği ve cezası ne olursa olsun Ağır Ceza Mahkemesinde görülmektedir ve avukatın meslektaşı için sarfettiği "esnaflık yapıyor" sözü nedeniyle hakkında Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılır. Bu dava 3 sene kadar sürer ve oy çokluğu ile (1 muhalefet oyuna karşı 2 oy), sanık hakkında "bir kişinin esnaflık yaptığını söylemek hakaretamiz bir söz değildir" gerekçesiyle BERAAT kararı verilir. Üstadım bu kararı temyiz eder ve Yargıtay oy çokluğu ile "esnaflık yapmak ifadesi tek başına hakaret niteliğine olmamakla birlikte, bir avukatın esnaflık yaptığı iddiasında bulunmak avukatlık onuruna aykırı niteliktedir ve ayrıca sanığın da hakaret kastı vardır" gerekçesiyle kararı bozar. Ağır Ceza Mahkemesi ise bozmaya uymaz ve eski kararında direnerek yine BERAAT der. Karar yine temyiz edilir ve Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gider. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Yargıtay Dairesinin görüşünü benimser ve bir avukata "esnaflık yaptığının" söylenmesinin avukatın onurunu zedeleyen bir hakaret olduğuna karar verir. Sanık avukat meslektaşına karşı "esnaflık yapıyor" beyanı ile HAKARET ETMEKTEN ceza alır. Bu davayı ben stajyerliğim (ve daha sonra avukatlığım ilk yılları) sırasında bizzat takip etmiştim ve üstadımın vekili olarak davanın son dönemindeki duruşmalara da girmiştim. O zamanlarda avukatlığın onuru "esnaflık yapmayı" kaldırmayacak kadar farklı bir noktadaydı. Elbette "esnaflık" son derece saygı duyulacak onurlu bir meslektir. Ancak esnaflık sonucunda ticarettir ve kar etme amacı güder. İşte o nedenledir ki en azından bir zamanlar avukatlığın ticaretle, kar etme amacı ile bağdaştırılması dahi avukatın onuruna hakaret kabul ediliyordu. Sizce bugün aynı söz için Yargıtay Ceza Genel Kurulu aynı yönde bir karar verir mi? Bugün ise THS'de bazı Değerli Meslektaşlarımız avukatlığın neden ticaret olduğunu bize izah etmeye çalışıyorlar. Bazı hukuk fakültesi öğrencisi arkadaşlarımız son derece iyiniyetlerle hukuk fakültelerinde esnaflık dersi okutulsun, daha iyi avukat oluruz önerisi getiriyorlar. Bazı meslektaşlarımız kendilerini tacir, müvekkilleriniz ise müşteri olarak görüyorlar. Nereden nereye değil mi? |
31-05-2007, 11:15 | #3 |
|
Vasiyet yolu ile kurulan bir vakfın tescili davasında bir kısım mirasçılar(taraf değil, ilgililer) vekili olarak yargılamaya katılıyorum. Vasiyetnamelerde vakıf tescilini gerçekleştirme görevi bir diğer mirasçıya verilmiş, o mirasçı da davayı açmış, dava hasımsız olduğu için Vakıflar Genel Müdürlüğü davaya müdahil sıfatıyla katılıyor.
Vakfa ilişkin olarak 1950'li yıllardan başlamak üzere 7-8 tane vasiyetname var. Herbiri bir öncekine atıf yaptığı için bulmak zor olmuyor. Hepsini toparladım. Vakıf esas senedinin son şeklini çıkardım.Sonuç: Mevcut mevzuat bu vakfın kurulmasına izin vermiyor! Defalarca ilgililer vekili olarak gerekçeleriyle beraber Mahkemeye durumu açıkladım. Bir vakfın kurulması için Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden görüş alınması şart. Vasiyetnameler toparlanarak müzekkere ekinde kapalı bir zarfa konuldu. Şahsıma elden takip yetkisi verildi. "Müzekkere aslını Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne teslim etmek üzere elden teslim aldım." diyerek kapalı zarfı açmadan Vakıflar Genel Müdürlüğü evrakına teslim ettim. Bir sonraki duruçmada Vakıflar genel Müdürlüğü'nden gelen cevap:"Müzekkere eki vasiyetnameler eksik gönderildiği için görüş bildirilememiştir." Ben şoklardayım. Davacı, şahsım hakkında müvekkillerine çıkar temin etmek için ekleri kasıtlı olarak çaldı diyerek şikayette bulundu. Hakim Bey'den şaşırtıcı, doğrudan suçlayıcı bir soru geldi;Avukat Hanım, bu vasiyetnameleri ne yaptınız? Durşma salonunda dosya kadrosu dışında bir meslektaşımız oturuyor. Reddi hakim talebinde bulunacağım. Meslektaşımız "Ben buranın Avukatıyım. Olayda kasıt var ama sizin lehinize tanıklık yaparsam Hakim benim davalarda bana zorluk çıkartır. Ben iş kaybederim." dedi. Buyur burdan yak! Sonraki aşamalarda dosya aniden kalemden kaldırıldı. İncelemek istiyorum. Hakim Bey'in odasında deniyor. Hakime gidiyorum. Davada taraf değilsiniz inceleyemezsiniz diyor. Birkaç diretmeden sonra dosyanın Bilirkişi Heyetine gönderildiğini, engel olma ihtimaline karşılık bizden dosyanın durumunun saklandığını öğrendik. Vakıf,yasada açıkça Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden izin alınması şart koşulmasına rağmen Bilirkişi Raporu'a göre kuruldu. Kararı temyiz ettim. Taraf olmadığım için reddedildi. Bu kararı temyiz ettim. Aynı gerekçe ile reddedildi. Temyizin reddinin reddi kararını temyiz ettim, o da reddedildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kısa bir temyiz dilekçesi neticesinde dosya Yargıtay'a gitti. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün temyiz dilekçesinde yer almamasına rağmen karar: "İlgili bir kısım mirasçılar vekili Av.......'ın haklı gerekçeleri dinlenerek gerekli inceleme yapılmadan karar verilmiş olması yerinde değildir.Bu nedenle BOZULMASINA...." Gelelim duruşma salonunda oturan meslektaşımıza. Aradan 1 yıl geçti. Beni arıyor; Avukat Hanım, aynı hakim bana da duruşma salonunda suçlayıcı ve hakaret içeren davranışlarda bulundu, tanıklık yapar mısınız? İyi ama ben orada değildim ki? Olsun Avukat Hanım sizinle ilgili olan kısmı anlatın, yeterli. Tamam dedim senin bana yapmadığın yardımı ben sana yapacağım. Hakim Bey Ağır Cezada yargılandı. Dava mahkumiyetle sonuçlandı. Şimdi bu meslektaşımla oldukça iyiyiz. Saygılar. |
02-01-2008, 22:43 | #4 |
|
HukukÇunun Kidemlİsİ
Hukukçunun kıdemlisi
Av. İsmail DUYGULU “Hukukçunun kıdemlisi avukat, avukatın kıdemlisi icracı olur!” Bu sözü yabana atarak, avukatlarla ilişkilerini düzgün ve düzeyli olarak oluşturamayan nice hakim ve savcı arkadaşımız, emekli olup da, bir Baro’da avukatlık yapmak istediklerinde, nedense geçmişin ızdırabını yaşıyorlar. Barolara başvuru yaptıkları zaman, aralarına katılmak istedikleri avukatların, topluca itirazına muhatap olan nice hakim ve savcı olmuştur. Onların Baro kayıtları çoğu yerde neredeyse Adalet Bakanlığı’nın emriyle gerçekleşmiştir. İtirazla karşılaşmayan veya itirazları aşarak Barolara üye olup da avukatlık mesleğine adım atanlar ise, çeşitli ekonomik, sosyal ve psikolojik zorluklarla karşılaşmışlardır. Bu zorluğu, duruşma aralarında Baro dinlenme odaları yerine, eskiden görev yaptıkları, önceki makam ve mevkilerinden dolayı saygınlık gördükleri mahkeme kalemlerini tercih etmelerinden ve özel ilişkilerinde avukatların arasında yer bulmakta zorlanmalarından anlıyoruz. Bu konuda hiç de sıkıntı çekmeyen, avukatların arasına katılır katılmaz, içeriden birisi gibi hissedilerek kabul gören, avukat olur olmaz Baro yönetimlerine seçilmekle ödüllendirilen hakim ve savcılar vardır. Çünkü onlar mesleklerini yaparken, hukukçu kimliklerini unutmadan ve avukatlarla eşit ilişkiler kurarak, Baro merdivenlerini çıkmışlardır. Emekli olduktan sonra avukat olan, eski yargıç ve savcılar bürolarını açtıklarında, aldıkları emekli maaşını ofis gideri olarak harcamalarına rağmen içine düştükleri sıkıntıları aşmaya uğraşıp, mesleklerini yapmaya çalışırlarken, bu kez geride kalan yargıç ve savcı arkadaşlarının engelleriyle karşılaşıyorlar. Daha dün oysa kendileri o makamlardaydı ve muhatap oldukları avukatlara da onlar aynı şekilde davranmışlardı. Geçmişte ne kadar güçlü idiler, şimdi ise ne kadar zayıf bir durumda olduklarını düşünüyorlar. Diğer yandan avukatlık meslek hayatı boyunca, “Bir avukatın en büyük düşmanının yine en yakınında gibi görünen müvekkil olduğu gerçeği”ni kısa zamanda anlıyorlar. Çünkü, kırk ayrı avukata danışarak gelip, bir de danışma ücretini ödememekle işe başlayan müvekkillerden çekmeye başlıyorlar. Oysa daha dün, bu avukatların kolay para kazandığını, kendilerinin onca yıl uğraşıp karar verdikleri dosyalardan dolayı avukatların kolay ve fazla para kazandıklarını düşünüp, açıkça kıskançlık duyuyorlardı. Şimdi ise, vaad edilen paraların ödenmediği, herkesin işi bitince, bir daha avukatın bürosuna uğramadığını çok sonra da olsa öğreniyorlardı. Bir avukat bürosunun açılması, yürütülmesi, elektrik, su, telefon, sekreter, kırtasiye, kira, ulaşım giderleri başlı başına görünmeyen giderler olarak karşımıza çıkıyor ve kimse, hatta müvekkiller dahi bunun nasıl döndüğüne dair duyarlılık göstermiyor. Hakimlik ya da savcılık mesleğinden gelerek avukat olmaya, bu kıdeme erişmeye çalışan meslektaşlarımız, aldıkları emekli maaşının gücüne güvenip, hayata maaş gözüyle bakıyorlar ve fakat ofis giderlerinin altından kalkılamaz boyutta olduğunu görünce, apar topar bürolarını kapatıp evlerine çekiliyorlar. Yani işin göründüğü gibi olmadığını anlıyorlar. Anlıyorlar ki, avukatlar çok çileli bir uğraşı meslek edinmişler ve kolay yoldan para kazanamıyorlar. Avukatların hem hukuki hizmetleri karşılığı beklentileri gerçekleşmiyor, hem de müvekkillerinin kolayca ortaya atıp, kendilerinin de inandıkları, “beni sattı” dedikodusu altında eziliyor, bir de azilleniyorlar. İş bununla kalmıyor, avukatlar potansiyel olarak, müvekkillerinden her an için “haksız kazanç temin etme” suçunun faili olarak yine savcı ve yargıçların huzuruna çıkıyorlar. Son dönemlerde maliyenin, avukatların “tatlı kazançları”nın peşine düşmesi de gösteriyor ki, avukatlar ciddi bir kıskacın altında eziliyor. Avukatların hangi koşullarda mesleklerini yürüttüklerini iş işten geçtikten sonra anlayanlar, eski “güç”lerini kaybetmişler ve “zavallı” konumlarda sürünürken idrak etmiş oluyorlar. Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü”nde savcılık ve yargıçlık yapan İvan İlyiç’in sağlıklıyken güçlü, sanıkların ise ne kadar güçsüz olduğunu görüyoruz. Mahkeme salonunda, yargıç “otur” demediği zaman, kimsenin oturamadığı, sorulanlara ayakta yanıt verilmesinin zorunlu olduğu –yasal- saygınlık ortamında, egemenliğin sahte doruğuna ulaşılabiliyor. Defalarca karşılaşmışımdır; özellikle ceza davalarında duruşma sırası geldiğinde, gerekli saygı sınırını aşmadan, müdafii ya da müdahil sırasına oturan avukata, bir çok yargıcın, “otur demeden oturulur mu?” tartışması yaşattığını, duruşma salonundaki egemenlikleri karşısında, alttan alıp, suskun davranıldığını biliyorum. Duruşma tutanağını dahi avukatlara vermemeyi, mahkeme kalemlerinde avukatlara karşı güvensiz durmayı ayrı bir egemenlik alanı olarak algılayan, avukatların mesleki konumları gereği, birden fazla mahkemede duruşmalara girdiklerini, bu nedenle öncelikle onların dosyalarını alarak, zaman kazandırma nezaketi göstermeyen yargıçlarımız olduğunu biliyoruz. Hele bir de savcı olarak huzuruna ifade almak üzere davet ettikleri avukatlara karşı, burunlarından kıl aldırmayan savcılarımız… Aramıza geldiklerinde, göz göze olduğumuzda, bu tarihsel sürecin ne anlama geldiğini hepimiz daha iyi anlayabiliyoruz. İvan İlyiç’in karısı Praskovya Fiodorovna’nın, isteklerini yaptırıncaya kadar kendisine karşı çok kaba davranması, aşağılaması; görevi nedeniyle gerçekleşen tayin ve atamalarda uğradığını düşündüğü haksızlıklar; bulunduğu mesleki kariyere göre devlet tarafından ödenen maaşın azlığının getirdiği zorluklar, günümüzde de bir yargıcın ya da savcının meslek yaşamına önemli bir etki yapar. Bugün avukatlar da bu zorlukların altında ezilmekte, toplumsal anlamda beklentilerini gerçekleştirmekten çoğu zaman yoksun kalmaktadırlar. Hastalandığında gittiği doktoru, tıpkı eskiden İvan İlyiç’in karşısına gelen sanıklara kendisinin davranmış olduğu gibi davranır. Doktorunun, bütün diğer meslek sahiplerinin profesyonel havasıyla soru yöneltmesini, her defasında kendisinin de mahkemede iken sanık, şikayetçi, tanık ya da avukatlara, “bunu bize bırakın biz ne yapacağımızı biliriz!” edasıyla yönelttiği soru sorma tarzına benzetiyor ve eziliyor. Sanıkların kendisine soru sorduğunda içine düştüğü ezikliği o da doktoru karşısında hissederek, “Biz hasta insanlar kuşkusuz sık sık yersiz sorular sorarız.” diye söze başlayıp, doktora yönelttiği sorular karşısında İvan İlyiç, doktorun kendisine süzerek bakmasını, kendisinin, “Parmaklıklar arkasındaki tutuklu! Eğer yalnızca sorulanlara yanıt vermekle yetinmezsen, seni duruşma salonundan çıkarmak zorunda kalacağım.” demesine benzetiyor. Öyle ya, o da sanık ya da tanıklara aynı şekilde yaklaşıyordu. Bu çarpıcı gerçeği hiç unutmamak gerekir! Peki hiç bir yan geliri olmadan, stajerliğinden bu yana avukatlık mesleğini yürüten, “çekirdekten” gelme avukatların hali ne? Yargıç İvan İlyiç’in durumu iyi iken mahkemede yaşadıklarını ve fakat hasta olduktan sonra içine düştüğü zavallılaşmayı avukatlar kendi bürolarından doğru yaşıyorlar. Bir müvekkil gelir, sizi en büyük avukat yapar, sonra havası alınmış balon gibi yere çakar. Bir avukatın meslek hayatında, kendisini koruyarak mesleğini sürdürmesinin önünde oldukça fazla engel vardır. Verdiği hizmetin karşılığı olarak ödenmesi gereken ücreti almak, bunun serbest meslek makbuzunu düzenlemek ve vergisini ödemek gibi hakkı yoktur avukatın. Çünkü ödenilmesi gereken ücret sürekli “ati”ye bırakılır ve o “ati” bir türlü gelmek bilmez. İşi biten müvekkili de avukatın bürosuna getirmek mümkün olmaz. Doktorların deyimiyle, artık hasta iyileşmiş, ayağa kalkmış ve yapılan işlerin bir mucize olmadığını görmüştü. Geriye dönüp emek sarfeden avukatın parasını ödemek açıkça, “kerizliktir!” Bütün avukatlar bu gerçekle yüzyüzedir. Yasal yollara başvurup ücret hakkını talep eden avukata karşı, ilk dilekçeyi yine bir başka avukat meslektaşı yazıverir. Hem Baro’lara ve hem de Savcılıklara arkası arkasına yazılan dilekçelerden başını kaldıramayan avukat, mesleğini “demoklesin kılıcının tehditi” ile yapar. Geçirilen zorlu süreçler, aşılan engeller o kadar çok ki. İşte bu süreci geçiren avukatları anlamadan, anlamaya çalışmadan, onlara insani ve mesleki yönden hoşgörü ile yaklaşmadan emekli olup da avukatların arasına katılmaya kalkışan hakim ve savcı arkadaşlarımız, esas kıdemin çekirdekten gelerek avukatlık mesleğini yürüten arkadaşları olduğu gerçeğini geç de olsa anlıyorlar. Çünkü meslek hayatlarında Devlet’in yargı erkinin verdiği makam ve mevkiyi sadece kendilerine ait ve hiç ellerinden alınmayacakmış gibi düşünüp öyle hareket edenler, emekli olduklarında neye uğradıklarını şaşırıveriyor, hatta zavallılaşıyorlar. “Emekli bir general hali” tanımlaması tam da uygun düşüyor. İşte İvan İlyiç’in hastalandığı zamanlarda içine düştüğü durum bunun karşılığı oluyor. Avukatların arasına katıldıklarında, “eski hakim”, “eski savcı” ibaresini avukatlık ibarelerinin önüne eklediklerinde, halk arasında oldukça prim yapıyorlar. Potansiyel müvekkil çevresinde de ücret yönünden lehlerine bir durum oluşuyor. Ancak son zamanlarda Avrupa Birliği’ne uyum süreci ile değişen Türkiye hukuk sistemi ve yasal mevzuat karşısında, hızla emekli olmayı tercih ediyorlar. Çünkü “bildik” yöntemler değişiyor, yeniden ders çalışmak gerekiyor. “Eski hakim” ya da “eski savcı” olmanın esasen, Yargıtay’ın kararlarının incelenmesi ile neye kadir olduğunu anlamak çok da zor olmuyor. Çünkü Yargıtay, yerel mahkemelerden gelen kararların, yaklaşık yüzde 47’sini bozarak geri gönderiyor. Yani “eski hakim” ve “eski savcı”larımızın, ne kadar isabetli kararlar verdikleri de, yine sistemin kendi içindeki öz denetiminden anlaşılıyor. Bu nedenle avukatlık mesleğine ilk adım atıldığından itibaren, sürekli olarak araştırma, sürekli olarak okuma ve hukuk fakültesinde kazandığı muhakeme yapma gücünü diri tutma gibi bir görevi vardır avukatın. Karşımızdaki engeller insani engellerdir ve mutlaka açık bir kapısı vardır. En çok çalışan, kazanacaktır! Avukatın kıdemlisi Pisagor’un dediği gibi, “Adalete dayanmayan kuvvet zalim, kuvvete dayanmayan adalet acizdir.” Bir avukatın da her zaman düşünmesi ve gözetmesi gereken husus, aldığı bir kararın icra kabiliyetinin olup olmamasıdır. Müthiş bir hukuk mücadelesi vererek sonuca ulaşan avukatın, elindeki karar icra edilemez bir karar ise, bütün zamanı, emeği, dehalığı çöpe gider. Bir hukuk dehası olarak verilen mücadelenin arkasından gelen başarılı ve lehe sonuçlanmış olan bir mahkeme kararı, icraya konularak infaz edilemiyor ise, gidilen yolun mesafesi sıfır kilometredir. Bir çok arkadaşın, icra işleri ile meşgul olmayıp, kendilerini “ceza avukatı”, “ağır ceza avukatı”, “arazi davası avukatı”, “uluslararası avukat” diye tanıttığını ve bu ünden de oldukça fazla yararlandıklarını biliyoruz. Ama hukukçu kimlikleri ile değil, yarattıkları haksız rekabetleriyle... Oysa ellerindeki bir ilamın, icra ve iflas hukukuna uygun olarak infaz işlemini yapmayı dahi beceremeyecek kadar meslekteki yetersizlik düzeyi tartışılmaz bir çok meslektaşımızın, potansiyel müvekkil ortamında, gerçek hukukçu kimliklerinin dışında, iki ayaklı panoların oluşturduğu imaj ile “ün” sağladıklarını, bu acıklı durumun öteden beri sürgit devam ettiğini biliyoruz. İşte avukatın da, meslek olarak esasen kıdeminin, elindeki mahkeme kararına infaz kabiliyeti kazandırabilmekten geçtiğinin altını çizelim. Avukatlık mesleğinde, belgeye dayalı herhangi bir uzmanlık söz konusu olmamasına karşın, mesleğin başından sonuna sürekli olarak avukatın kendisini yenilemesi, eğitmesi gerekiyor. Değişen yasal düzenlemeleri takip edebilmek, gelişen hukuk bakışını algılayarak buna uygun olarak mesleği sürdürmek, sürekli öğrenmeyi gerektiriyor. Kendi gerçeklerimiz üzerinden mesleği sorgulamak, evine çoğu kez ekmek dahi götüremeyen, büro giderlerini karşılayamayan meslektaşlarımızın durumunu gözetmek, bütün hukukçuların kıdem noktasının avukatlıktan, avukatlığın kıdem noktasının ise geniş anlamda icracılıktan geçtiği gerçeğini görmek gerekiyor. İşte bu nedenle, serbest muhasebeci ve mali müşavirlerin oda örgütlenmelerinin üzerinden bir on yıl geçmemiş olmasına karşın, meslek örgütü olarak avukatların meslek örgütlerinden daha ileri düzeyde mücadele ettiklerini, mesleki yönden daha gerçekçi kazanımlar edindiklerini biliyoruz. Örneğin herhangi bir vergisel iş yapan bir kimsenin mutlaka bir muhasebeci ile birlikte çalışma zorunluluğu ve bir muhasebecinin aylık ücretini ödemeyen mükellefin defterlerini bir başka muhasebecinin tutmasının yasak olduğu gerçeğini dahi göz önüne getirdiğimizde, avukatların ne kadar geri bir düzeyde durduklarını görebiliriz. Aynı zamanda, meslekte uzun yıllarını vermiş olanlar ile daha henüz yeni başlamış olanlar arasında, herhangi bir kıdem ayrımı olmaksızın çalışılmaktadır. Artık hiç değilse noterler tarafından yapılan işlerin, belirli bir kıdeme gelmiş avukatlar tarafından yapılabilmesine imkan sağlayan yasal düzenlemelerin yapılmasının zamanı gelmedi mi? Bugün avukatların genel olarak içinde bulunduğu durum, “Çallı’da iş bekleyen amelelerin” durumundan daha iyi değildir. Beden işçisi ameleler azalırken, beyin işçisi serbest meslek sahiplerinin arttığı günümüzde, hizmet ve düşün emeği ile geçinenlerin hayatı yeniden sorgulaması gerekiyor. İşte –bir tercih olmanın ötesinde ise- boşananlar, -yine bir tercih olmanın ötesinde ise- evlenmeden hayatlarını geçirenler ve hatta evi ile bürosunu ortak kullanan arkadaşlarımızın durumu ortadadır. Aynı ortamda meslek hayatımızı sürdürdüğümüz yargıçlar, savcılar ve avukatlar biraz daha cesaretle birbirlerine karşı güven duymalı ve birbirlerini daha iyi anlamalıdırlar. İşe önce buradan başlamakta yarar görüyorum. (12.08.2005) |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
anılar....ama komik olsun gülelim:) | hükümsüz1621 | Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. | 114 | 28-12-2009 00:42 |
Avukatlık mesleğini öğrenebileceğim avukatlık bürosu aramaktayım!!!!!(İstanbul) | Kivana | Adliye Duvarı | 1 | 25-10-2007 08:33 |
Avukatlık Kanunu 165'e göre Avukatlık ücretinden müteselsil sorumluluk | Av.Ertan Uzunoğlu | Meslektaşların Soruları | 2 | 28-12-2006 10:02 |
Avukatlık Sınavının Kaldırılması ile ilgili Kanun Teklifi | ISIL YILMAZ | Hukuk Stajı ve Meslek Seçimi | 27 | 17-11-2006 13:51 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |