07-11-2006, 22:19 | #1 |
|
Bilimkurgu sadece bilimkurgu değildir!
BİLİMKURGU SADECE "BİLİMKURGU" DEĞİLDİR!
Kimi hayranı ve hatta fanatiğidir bilimkurgunun, kimisi ise gereksiz ve boş olduğunu düşünür.Bu başlığı açmamın da THS'de görmüş olduğum bir mesajla ilintisi var elbet(Işıl Hanım anlamış olabilir) Bir tanım alıntılayarak başlayabilirim; "Bilim kurgu (veya bilimkurgu), yakın ya da uzak gelecek ile ilgili hikayelerin bugün mümkün olmayan bilim ve teknoloji unsurlarını kullanarak oluşturulmasıdır. Bilim kurgu bazen geçmisi de kurgulayabilir."denmiş tr.wikipedia.org adresinde, bu benim 2 saniye içerisinde bulduğum bir tanım; hem basit hem de açık şekilde ifade edebilir bilimkurgunun özünü.Ancak tam anlamıyla anlatmaya yetmez. Bilimkurguyu yaratmak kolay iş değildir;iyi bir bilimkurgu eseri, ciddi bir çalışmanın ve akla dayanan hayal gücünün ürünüdür; öyle olmak zorundadır. Yaradılışının özünde akıl ve hayal gücü yattığından değerlidir, zorlu bir sürecin ardından doğar. Çünkü olmayan bir şeyi var etmek ya da olan bir şeyi farklı şekillerde tasvir etmek, üstüne bir de her sayfada/her karede bütünlüğü sağlamak, olanı direkt anlatmaktan çok daha zordur. Bir bilimkurgu eseri, yaratıcısının doğurduğu çocuktur. Çünkü karakterlerden mekana, olayların oluş şeklinden yüzlere her şey kurgulayanının elleriyle çizilmiştir ve onun aklından yansıyan hayalin gerçekle bütünleşişidir. Olmayanı olmuşla var etmiştir çoğu zaman eser sahibi. Öyle bilgilerle ve hayallerle harmanlıdır ki, çoğaldığınızı hissedersiniz. Bilimkurgularda yer alan ütopya ya da distopyaların her biri esasen insana ve insan davranışlarına dairdir. Distopya hikayeleri,özünde despotik rejimleri esas alır. Distopyalarla, özellikle Amerikalı sanatçıların eserlerinde karşılaşabiliriz; distopyalarda çok büyük oranda ya Hitler Faşizmine ya da Stalin iktidarı dönemine göndermeler yapılır. Bilimkurgular neredeyse hemen her zaman günümüz toplumlarını yansıtırlar. Düşüncenin, farklılıkların baskı altında tutulup, askeri bir diktatörlüğün ve "tek adam yönetimi"nin yarını ile ilgili bir çok bilimkurgu roman, öykü, film bulunabilir. Örneğin, Cesur Yeni Dünya...Veya UFO, aslında çoğu zaman Sovyetler Birliğinin sembolleşip bilimkurguya sıvışmış halidir; "Bilinmeyen korkusu"... Amerika'nın, dünyanın ortadan kalkacağına dair bütün söylemi ve dahi paranoyak yaklaşımı Sovyetler Birliği üzerindendir. Sovyetler Birliği nükleer güce sahipti, kapitalist batı dünyasına kapalı idi ve dolayısıyla her an Amerika için bir tehlike olarak görülmekte idi; çünkü güçlüydü ve bilinmiyordu. "Demir perde" sözcüklerinde dahi bu soğukluğun yansıması duyumsanır. Bunun kültürel üretimi de bizatihi Marslıların işgali ile vücut buldu; bilimkurgu eserlerinde Marslı olarak tasvir edilenler çoğu zaman Ruslardı; (elbette böyle bir şey bu öykülerde dile getirilmedi). Çünkü ABD nin paranoyak düşünde Sovyetlerin bilinmezliği, gelişmiş teknolojisi ve nükleer gücü elinde bulunduruşu, her an ABD iktidarına yönelmiş bir tehditti.Yani "Marslılar" her an "ABD dünyası"nı ele geçirebilirlerdi. Distopya ve despotik eğilimlere örnek olarak da, Brazil, 1984, Ölüme Koşan Adam örnek verilebilir. Velhasılı, her ne kadar bugün mümkün olmayan "bilim ve teknoloji unsurları" kullanılsa da bunların kullanılması tek başına oluşturmaz/oluşturamaz bilimkurguyu. Altında ve dahi özünde güzel,değerli hikayeler yatar.İşte o hikayelerde bazen ve hatta çoğu zaman günümüz dünyasına dokundurmalar hissedilir; kanımca bilimkurgunun en çok zevk veren yanlarından biri de budur. Şayet bilimkurgu sadece uydurmaktan ibaret olsa idi; haydi bakalım ben de "pragmatik iskilip yöntemiyle konsantransit kiplenme" diye bir şey kurdum kafamda şimdi de bundan bir bilimkurgu eseri yaratayım, uyduruk da bir hikayeyle bütünleştirip en ünlü yazarlardan/senaristlerden biri olayım diyebilirdim Fakat uydurduğum şeyi hikayeleştiremediğim sürece benim kurgum bilimkurgu olmayacaktır! Bilimkurgu ayakları yere basan bir şeydir!Bilimkurguyu yaratabilmek için farklı işleyen bir akla,hayal gücüne , kurgulama yeteneğine, kurgulananı izleyiciye/okuyucuya aktarabilme yetisine ve dahi aklıma gelmeyen pek çok şeye ihtiyaç vardır. İşte bu yüzden bilimkurgu sadece bilimkurgu değildir. İçine bakmak, güzelliğini, özündeki hikayeyi görebilmek gerekir. Siz de bambaşka dünyalarda, “gizli bugünü/geçmişi/geleceği" görmek isterseniz bilimkurguya yanaşabilirsiniz. Bazı şeyler vardır yamacına gittikçe güzelleşir. Bilimkurgu da öyledir bir kere kapılırsanız güzelliğine, bir daha... vaz-ge-çe-mez-si-niz. Duygu IşıK Not: Bilimkurgunun işe yaramaz ya da saçma olduğunu düşünenlere naçizane tavsiyelerim olacak. Örneğin, Solaris'i, Dünyaya Düşen Adam'ı, Fahrenheit 451'i,Maymunlar Gezegenini izleyin(bir kısmı kitaptan senaryolaştırılmıştır), Ursula K.LeGuin'le, Boris Vian’la, Philip K. Dick ile tanışın. |
08-11-2006, 21:54 | #2 |
|
Bk
Bir BK hastası olarak Duygu'ya açtığı bu başlık nedeniyle çok teşekkür ederim.
BK, kitle edebiyatından sayılması nedeniyle uzun süre "yüksek edebiyat" sevenler tarafından dışlandı ve hatta hor görüldü. Yavaş yavaş BK edebi türler içinde belli bir yere gelmeye ve saygı görmeye başladı. Horgörüldüğü zamanlardan kalma bir okur olarak BK'nın içinde edebi değeri yüksek olan birçok eser bulunduğunu söylememe izin verin, lütfen. BK'nın en önemli özelliklerinden biri belli temalar üzerine kurulu bir edebiyat olması. Bu temalara ilişkin fena olmayan ve türü anlamaya eğilen bir çalışma olarak Jacques Baudou'nun Bilimkurgu adlı kitabı okunabilir. BK'nin bende en çok hayranlık uyandıran tarafı ( tıpkı fantastik ve masalda olduğu gibi ) takdire şayan bir hayalgücü barındırması. Duygunun pragmatik iskilip bilmemnesi ile ilgili örneği çok çarpıcı, aslında. BK yazmak için gereken birikim bundan "biraz daha" fazla Asimov bir kimya profesörüdür örneğin. Heinlein'in sağlık nedenleriyle yarım kalmış bir matematik ve fizik eğitimi vardır. Philip K(indred) Dick namı diğer PKD oldukça ilginç bir hayat öyküsüne sahiptir. Dune serisinin yazarı Frank Herbert'ın kameramanlıktan vahşi ormanda hayatta kalma eğitmenliğine uzanan bir meslek geçmişi bulunmaktadır. Sıradan olmayan insanların yazdığı sıradan olmayan kitaplar. ( Duygu, Ursula'yı buraya almıyorum çünkü çok az BK eseri var, benim için o fantastik'in kraliçesi ) Herbert'ın Dune serisini okuduğunuzda korkunç bir karakter kalabalğı görürsünüz fakat bu karakterlerin davranışları katiyyen bir çelişki içermez, hepsi ince ince örülmüştür. Bu kadar büyük bir orduyu saçmalamadan yönetebilmek bile övgüye değer. Asimov'un üç robot yasası bütün robotlu BK.lerin benimsediği, alıp kullandığı tutarlılıktadır. Bu iki adam milyarlarca gezegenden oluşan imparatorlukların politikalarını, gündelik yaşamı öyle detaylı ve ustalıkla anlatırlar ki Trantor'da ya da Arrakin'de olsanız pek de yabancılık çekmeyeceğinize ikna olursunuz. Jules Verne'in müthiş icatları, H.G.Welles'in biyolojik değişime uğramış yaratıkları, Lem'in izole edilmiş yaşamları,Pratchett'in her türlü olağanüstünün görüldüğü Diskdünyası, Ballard'ın terbiyeli bir ayaklanma yapmaya çalışan orta sınıfı, Arthur C. Clarke'ın Hal 2000'i vs.vs. Hiçbiri sadece bilimkurgu değildir. 6.45'in sloganıydı sanırım : İyi bilimkurgu, iyi edebiyattır! Saygılar. |
09-10-2009, 08:08 | #3 |
|
aslında bilim kurgu bazı olaylardan esinir aynı zaman ipuçlarının gösterdiği seviyede geleceği anımsatır
|
15-12-2009, 12:28 | #4 |
|
Başlık 2006'da açılmış,başlığı canlandırmak babında soruyorum avukat hanımlar yeni nesil bilimkurgu olarak neler okuyorsunuz; bir Star Wars ve Star Trek hayranı olarak merak ediyorum Bir de Douglas Adams okur musunuz ?
|
15-12-2009, 12:57 | #5 | |||||||||||||||||||||||
|
|
15-12-2009, 13:05 | #6 |
|
Hem avukat hem bayan olarak Bilimkurgu sevmeleri nadir karşılaşılabilecek birşey tabi ki fakat 3 senedir yalnızca onlar güzel fikirlerini belirtmişler bu açıdan muhattap almıştım başka yazmak isteyen tabi ki yazabilir benim tekelimde değil bu sayfa sizin admin olarak yetkileriniz olabilir ama
|
15-12-2009, 13:51 | #7 |
|
Otostopçu serisini tabii ki bitirdim, ama Douglas Adams'ın diğer kitaplarını okumadım. Pratchett okudum, en son Diskdünya'nın yeni kitabı üzerinde çalışıyordu bildiğim kadarıyla.
|
04-01-2010, 21:33 | #8 |
|
Başlığı açan kadın-avukat-bilim kurgu sever olarak (bu şekilde vurgulama sebebim heyyou'nun durumu nadir karşılaşılır olarak nitelendirmesi) ben de Douglas Adams'ın Otostopçu serisinin ilk iki kitabını okudum ve devamını herhangi bir nedeni olmaksızın getiremedim.
Yakın zamanlı olarak okuduğum bu türe yakın kitaplar arasında da 'Serçe' ve 'Balıkçıl Gözü' var. Serçe muhteşemdi, daha önce bir başka başlık altında da bu kitap hakkındaki beğenimi dile getirmiştim. Her BK severin okumasını tavsiye ederim. Balıkçıl Gözü konusunda söyleyebileceğim de şu: Ursula'ya söz yok! Balıkçıl Gözü'nden bir demet: "Bizim eski öykülerimiz vardır- kaplana binen kralın oğlu... İşte demek istediğim ruhu güçlü, gönlü büyük. Fakat bir kez bir adam, bütün yaşamı boyunca daha yüksek ve daha dayanıklı yaptığı duvarların içinde hapsolunca, işte belki o zaman hiçbir güç yeterli olmaz. Dışarı çıkamaz." Şu sıralar ise bir arkadaşımın tavsiyesi ile Suzanne Collins - 'Açlık Oyunları'nı okuyorum. Şimdilik fena gitmiyor; beğendim ama ilerleyen sayfalarda neler olur bilemiyorum henüz 100'lü sayfalarındayım; başı sayılır. Bu serinin ikinci kitabı da "Ateşi Yakalamak". Ben seriyi bozmamak için onu da sipariş ettim, sanıyorum 3. kitabı da çıkmak üzere ben bunları bitirene kadar çıkar diye umuyorum. Hepsini bitirince daha sağlıklı bir sonuç yorumu yapabilirim. BK severlerin beğendikleri kitapları bu başlık altında paylaşmasını temenni ediyorum... |
16-02-2010, 17:59 | #9 |
|
Ursula K. LeGuin
Bilimkurgusever kadın avukatlardan biri olarak, manevi ninem Ursula'nın İçdeniz Balıkçısı'nda yer alan "Bilimkurgu Okumamak Üzerine"adlı yazısını buraya kopyalamayı kendime bir borç bilirim.
"Bilimkurgu okumayan insanlar ve hatta bilimkurgu yazanların bir kısmı, bilimkurguda kullanılan fikirlerin hepsinin uzay mekaniği ve kuantum teorisi ile sıkı bir bağdan kaynaklandığını ve sadece NASA'da çalışan ve video kayıt cihazını programlamayı bilen okurlar için yazıldığını varsayarlar veya öyleymiş gibi yaparlar. Böyle bir fantazi, yazarların kendilerini üstün hissetmelerini sağlarken, okumayanlara da okumamak için bir gerekçe vermiş olur. Bunu anlamıyorum; teknoloji fobisinin derin, konforlu, oksijensiz mağaralarına sığınarak zırlıyorlar. Bilimkurgu yazarlarının da çok azının "bunu" anladığını anlatmaya çalışmanın bir faydası yok bu insanlara. Biz de, videoya "Başyapıtlar Kuşağı"nı kaydetmeye niyetlendiğimiz halde, genellikle "I Love Lucy" dizisinin yirmi dakikası ile bir güreş müsabakasının yarısını kaydetmiş olduğumuzu fark ederiz. Bilimkurgu kitaplarındaki bilimsel fikirlerin çoğu ilkokulu bitirmiş herkesin eksiksiz anlayabileceği ve gerçekten bilindik şeylerdir; öte yandan zaten kitabın sonunda kimse sizi bu bilgilerden sınava tabi tutmayacak. Kaldı ki bu yazılanlar fark ettirmeden verilen bir mühendislik dersi falan da değildir. Matematik Şeytanının icadı olan "öykü şeklinde problemler" de değil. Öykü bunlar. Kendiliğinden ilginç, güzel, insanlık durumuna uygun olan bazı konularla oynayan kurgular sadece. Kaba ve kusurlu "bilimkurgu" adında dahi, "bilim", "kurgu"nun hizmetindedir, "kurgu"nun anlamını tamamlayıcı bir işlevi vardır. Mesela Karanlığın Sol Eli adlı kitabımdaki ana "fikir" bilimsel bir şey değildir ve teknoloji ile hiç alakası yoktur. Burada biraz fizyolojik hayal gücü vardır – bedensel bir değişim. Çünkü uyduruk dünya Gethen'deki insanların belli bir cinsiyeti yoktur. Zamanın çoğunda cinsiyetsizdirler, ayda bir kez kızışırlar, bazen kadın, bazen erkek olarak. Bir Gethenli hem bir bebek doğurabilir, hem de bir bebeğin babası olabilir. Şimdi, böyle bir şey uydurmak size ister tuhaf, ister uygunsuz, ister heyecan verici gelsin, bunu kavramak veya roman içinde ima ettiği şeyleri anlamak çok da bilimsel bir zekâ gerektirmez. Aynı kitapta başka bir unsur da bir buzul çağının ortalarında olan gezegenin iklimiydi. Basit bir fikir: Soğuk; çok soğuk; hep çok soğuk. Dallanıp budaklanmalar, karmaşıklıklar ve akisler, hayal gücünün ayrıntılara inmesiyle ortaya çıkar. Karanlığın Sol Eli'nin gerçekçi bir romandan tek farkı, okurdan o an için anlatı gerçekliğinde belirli ve sınırlı bazı değişiklikleri kabul etmesinin istenmesidir. Yani iki buzul çağı arasındaki ılıman bir iklimde, iki cinsiyetli insanlar arasında Dünya'da (diyelim ki Gurur ve Önyargı'da veya istediğiniz başka bir gerçekçi romanda) değil de, bir buzul çağında, erdişiler arasında Gethen'de bulunmuş oluyoruz. Bu arada her iki dünyanın da hayal ürünü olduğunu hatırlamakta fayda var. Öğelerdeki bilimkurgusal değişiklikler ne kadar eğlenceli ve şık olsalar da esasen kitabın doğası ve yapısının gerektirdiği şeylerdir. İster romanda asıl peşine düşülen ya da keşfedilen şeyler olsunlar, ister bir metafor veya sembol görevi görsünler, bu öğelerdeki değişiklikler toplum ve karakter psikolojisi çerçevesinde, kurgu tarzında betimlemeler, olaylar dizisi, duygular, imalar ve imgeler yoluyla çözümlenir ve somutlaştırılırlar. Bilimkurgulardaki betimlemeler, varsayılan ortak deneyimlere hitap eden gerçekçi kurgudakilere nazaran, Clifford Geertz'in deyimiyle bir bakıma daha "yoğun"dur. Ama bunları anlamanın zorluğu, herhangi bir karmaşık kurguyu takip etmenin zorluğundan daha fazla değildir. Gethen dünyası daha az bildik bir yerdir, ama aslında Jane Austen'ın araştırdığı ve son derece canlı bir şekilde somutlaştırdığı iki yüz yıl öncesinin İngiliz sosyal yaşamına nazaran son derece basittir. Her ikisi de kelimeler dışında, yani bunlar hakkında okumak dışında şahsen deneyim edinebileceğimiz yerler olmadığından, her iki dünyayı da anlamak için biraz çabaya ihtiyaç var. Bütün kurgu eserler bize başka türlü erişemeyeceğimiz bir dünya sunarlar; bu dünyanın erişilmezliği ister geçmişte kalmış olmasından, ister uzak ya da hayali yerlerde geçmesinden, ister bizim başımızdan geçmemiş deneyimler hakkında olmasından, isterse bizi kendimizden farklı zihinlere götürmesinden kaynaklansın. Bazı insanlara göre dünyalardaki bu değişiklikler, bu tanışık olmama durumu, üstesinden gelinemez bir engeldir; bazılarına göre de bir macera ve zevktir. Sürekli bilimkurgu okumasalar da en azından bir kere hakkıyla bilimkurgu okumaya çalışmış insanlar genellikle onu gayri insani, elitist ve kaçışçı bulduklarını söylerler. Bilimkurguların bütün karakterlerinin hem geleneklere uygun olmalarından, hem de olağandışı birer dâhi, uzay kahramanı, süper-hacker, erdişi uzaylı olmalarından dolayı bu kurguların gerçek insanların hayatta uğraşmak zorunda oldukları şeylere değinmekten kaçtığını ve böylece kurgunun temel işlevlerinden birini yerine getiremediğini söylerler. Jane Austen'ın İngilteresi bize ne kadar uzak olursa olsun, kitabın içindeki insanlar akla yatkın ve bir şeyleri açıklayıcı gelir – onlar hakkında okurken, kendimiz hakkında bir şeyler öğreniriz. Bilimkurgunun kendimizden kaçmaktan başka bize sunduğu bir şey yok mu? Naylon karakter sendromu ilk bilimkurgularda gerçekten vardı, fakat yazarlar onlarca senedir karakterleri ve insan ilişkilerini araştırmak için bu edebi türü kullanıyor. Ben bunlardan biriyim. Tamamen hayal ürünü olan bir ortam, belirli bazı özellikler ve fırsatların yaratılması için en uygun ortamdır. Ama çağdaş romanların büyük bir bölümünün karakter romanı olmadığı da bir gerçek. Yüzyılın bu ucu, Elizabeth veya Victoria devirlerindeki gibi bir bireysellik çağı değil. Bizim gerçekçi yahut başka türlü öykülerimizde güvenilmez anlatıcılar, dağılmış görüş açıları, çoklu algılayış ve perspektifler bulunur; karakter derinliği ana değer olarak kabul edilmez. Olağanüstü metafor imkânlarıyla bilimkurgu birçok yazarı bireysellik sınırlarının ötesindeki bu araştırmanın en ön saflarına taşımıştır: Postmodernin yamaçlarındaki Şerpalar gibi. Elitizme gelince, bu sorun bilimperestlikle ilgili olabilir: Teknolojik avantaj, ahlaki bir üstünlük zannediliyor. Yüksek teknokrasi emperyalizmi, kibri açısından eski ırkçı emperyalizme denktir; teknoloji düşkünleri bilginin/ağın içinde olmayanları, insan eliyle yapılmış doğru gereçlere sahip olmayanları yok sayarlar. Onlar proleterlerdir, yığınlardır, suratları olmayan hiçlerdir. Gerek kurgu, gerekse tarih kitabında hikâye onlarla ilgili değildir. Hikâye, gerçekten etkileyici, gerçekten pahalı oyuncakları olan çocukların hikâyesidir. Böylece zamanla "insan" denilen şey, son derece gelişkin ve hızlı büyüyen endüstriyel teknolojiye ulaşabilenler diye tarif edilmeye başlanıyor fiilen. "Teknoloji"nin kendisi de bu tür şeylerle sınırlanıyor. Ben, Keşif'ten önce Amerika Yerlilerinin hiçbir teknolojiye sahip olmadıklarını büyük bir samimiyetle söyleyen bir adamı kendi kulaklarımla duymuştum. Öyleyse fırınlanmış testiler hudayinabittir, sepetler yaz mevsiminde olgunlaşırlar. Machu Picchu da olduğu yerde bitivermiştir. İnsanlığı, karmaşık bir endüstriyel gelişim teknolojisinin üretici-tüketicileriyle sınırlandırmak gerçekten acayip bir fikir, tıpkı insanlığı Yunanlılarla, Çinlilerle veya İngilizlerin orta sınıfının üst kesimiyle sınırlandırmak gibi. Biraz fazla sayıda insan dışarıda kalıyor. Bununla beraber bütün romanlar insanların çoğunu dışarıda bırakmak zorundadır. Karmaşık bir teknolojiyle ilgili bir romanda (nasıl desek) teknolojik açıdan farklı türde olanlar meşru olarak dışarıda bırakılabilir; tıpkı orta sınıfın yaşadığı banliyölerdeki zinalar hakkındaki bir romanın şehrin fakirlerine önem vermemesinde veya erkek ruhuna odaklanmış bir romanın kadınları atlamasında olduğu gibi. Ama bazılarının bu şekilde dışarıda bırakılması, avantajın üstünlük anlamına geldiği, bütün toplumun orta halli beyaz sınıftan oluştuğu ya da hakkında kitap yazmaya değer tek varlığın erkek cinsi olduğu şeklinde de okunabilir. Bir şeyin atlanmasıyla verilen ahlaki ve politik mesajlar, bunları verme bilinci üzerinden meşrulaştırılırlar; yazarın kültürünün bu bilince izin verdiği kadarıyla elbette. Bu iş, eninde sonunda bir sorumluluk alma meselesidir. Yazarlık sorumluluğunun inkârı ve kasti bir bilinçsizlik elitizm adını hak eder ve gerçekçilik de dahil her türden kurguyu fakirleştirir. Diğer dünyaların, uzay yolculuğunun, geleceğin, hayali teknolojilerin, toplumların veya varlıkların imgelerini ve mecazlarını kullandığı için bilimkurgunun yaşamlarımızla insani bir bağ kurmaktan kaçtığı şeklindeki yargıyı kabul etmiyorum. Ciddiyet sahibi yazarlar tarafından kullanılmış olan bu imgeler ve mecazlar bizim yaşamlarımızın imgeleri ve mecazlarıdır; bizim hakkımızda, varlığımız ve seçimlerimiz hakkında şimdi ve burada başka türlü söylenemeyecek şeylerin meşru bir şekilde kurgu yoluyla simgesel söylenişidir. Bilimkurgunun yaptığı şey şimdiyi ve burayı genişletmektir. Siz neyi ilgi çekici bulursunuz? Bazı insanlar için, sadece diğer insanlar ilginçtir. Bazı insanlar gerçekten de ağaçları, balıkları, yıldızları veya makinelerin nasıl çalıştığını, gökyüzünün neden mavi olduğunu hiç umursamaz; onlar, genellikle de dinlerinin etkisiyle sadece insana odaklıdır; bu insanlar ne bilimi, ne de bilimkurguyu sevebilirler. Antropoloji, psikoloji ve tıp hariç tüm bilim dalları gibi, bilimkurgu da sadece insan odaklı değildir. Diğer varlıkları ve varlığın diğer safhalarını da içerir. Bilimkurgu, gerçekçi romanın en büyük konusu hakkında, yani insanlar arasındaki ilişkiler hakkında olabilir ama bir insanla başka bir şey arasındaki, başka bir çeşit varlık, fikir, makine, deneyim veya toplum arasındaki bir ilişki de olabilir. Son olarak da, bazı insanlar bana, bilimkurgular kasvetli olduğu için bu kitaplardan kaçındıklarını söylüyorlar. Eğer felaket sonrası olabilecekler için insanlığı uyaran öykülere, birbirlerinden daha fazla zırlamayı marifet bilen yeni moda yazarlara ya da gevşek-metal-boş-sanal karakter ve ortamlı Kapitalist Gerçekçiliğe dayanan romanlara denk geldilerse bu anlaşılabilir bir şey. Ama bence genellikle bu suçlama okurun kendi zihnindeki bir ürkekliği veya bir karamsarlığı yansıtır daha ziyade: değişime güvensizlik, hayal gücüne güvensizlik gibi. Birçok insan gerçekten de tam anlamıyla tanımadığı herhangi bir şey hakkında düşünmek zorunda kalmaktan ürker veya böyle bir şey karşısında karamsarlığa kapılır; denetimini yitirmekten korkar. Zaten son derece iyi bildikleri bir şey hakkında değilse okumazlar, başka bir renkse nefret ederler, McDonald's değilse yemezler. Dünyanın onlardan önce de var olduğunu, onlardan büyük olduğunu ve onlarsız da yoluna devam edeceğini bilmek istemezler. Tarihi sevmezler. Bilimkurguyu sevmezler. Tanrı onlara McDonald's'ta yemek ve Cennet'te mutlu olmak nasip etsin. Şimdi, insanların neden bilimkurgu sevmedikleri hakkında konuştuktan sonra, ben neden sevdiğimi söyleyeyim. Ben pek çok kurgu çeşidini, büyük ölçüde, hiçbiri tek bir türe has olmayan aynı özelliklerden dolayı severim. Ama bilimkurguda bulunan ve bilimkurguyla ilgili olarak sevdiğim şeyler özellikle şu meziyetlerdir: canlılık, genişlik, hayal gücünün kılı kırk yarması; oyunculuk, çeşitlilik ve mecaz gücü; geleneksel edebi beklentiler ve üsluplardan azadelik; ahlaki ciddiyet; akıl; heyecan vericilik ve güzellik. Durun şu son kelime üzerinde biraz oyalanayım. Bir öykünün güzelliği düşünsel olabilir, tıpkı bir matematik ispatı veya billurdan bir yapı gibi; estetik olabilir, tıpkı iyi yapılmış bir eserin güzelliği gibi; insani, duygusal ve ahlaki olabilir; büyük ihtimalle de hepsi birden olacaktır. Yine de bilimkurgu eleştirmenleri hâlâ, bu öyküler sadece bazı fikirlerin açıklanmasıymış, sanki her şey düşünceyle ilgili "mesaj"dan ibaretmiş gibi davranıyorlar. Bu indirgemecilik, çağımızda yazılan pek çok bilimkurgunun incelikli ve güçlü tekniklerine, denemelerine ciddi şekilde ket vuruyor. Yazarlar dili postmodernistler gibi kullanıyor; eleştirmenler onların onlarca yıl gerisinde, dili tartışmıyorlar bile, seslerin, ritimlerin, tekrarların, kalıpların imalarına kulakları sağır – sanki yazının kendisi fikirler için sadece bir araçmış, ilacın etrafındaki jelatin kılıfmış gibi. Bu naiflikten başka bir şey değil. Üstelik en iyi bilimkurgularda en çok sevdiğim şeyi, yani güzelliği tamamen gözden kaçırmış oluyorlar. BU KİTAPTAKİ ÖYKÜLER ÜZERİNE Tabii ki kendi öykülerimin güzelliğinden bahsedecek değilim. Onu eleştirmenlere bırakıp fikirler hakkında konuşmama ne dersiniz? Mesajlar hakkında değil ama. Bu öykülerde mesaj yoktur. Bunlar kader kısmet çeken tavşanların çektiği notlar değil. Öykü bunlar. Son ve en uzun üç öykü aynı düzenek hakkında: Var olan hiçbir teknolojiden yapılmış bir çıkarım değil; haklılığı var olan hiçbir fizik teorisiyle kanıtlanamaz; tamamen, mazeret kabul etmez biçimde inanılmaz bir fikir. Katıksız bir düzmece. Dedikleri gibi, katıksız bilimkurgu. Yıllar önce ilk bilimkurgu romanlarımı yazarken galaksinin bazı yönlerden güçlüklerle dolu olduğunu fark etmiştim. Einstein'ın, hiçbir şeyin ışıktan daha hızlı gidemeyeceği teorisini kabul ettim (çünkü yerine koyabileceğim bana ait daha ikna edici bir teorim yoktu). Ama bu, uzay gemileri bir yerden bir yere gidinceye kadar mümkün olamayacak kadar uzun bir zaman geçmesi gerektiği anlamına geliyordu. Allahtan, eğer bu gemiler ışık hızıyla ya da ışık hızına yakın bir hızla gidebiliyorlarsa, bu durumda Albert Baba, ışık hızına yakın bir hızda giden bir uzay gemisindeki yolcunun bunu neredeyse anlık bir yolculuk gibi yaşamasını mümkün kılan zaman genişlemesi paradoksunu da bizlere sunmuştu. Eğer buradan yüz ışık yılı uzaktaki bir dünyaya, ışık hızına yakın bir hızla gidersek, bunu birkaç dakikada yapmışız gibi algılarız ve gittiğimiz yere ancak birkaç dakika daha yaşlanmış varırız. Ama geride bıraktığımız dünyada ve vardığımız dünyada, bu birkaç dakikada yıllar geçmiştir. Bu paradoks, yıldızlar arası yolculuk yapanların hayatları, ilişkileri, hisleriyle başa çıkmaya çalışmak açısından harika bir paradokstur ve bunu birçok öykümde kullandım. Fakat iletişimi berbat bir hale sokuyor. İnsan yüz ışık yılı ilerideki diplomatik memuriyet yerine varıyor, ama onu oraya yollayan hükümetin hâlâ iktidarda olup olmadığını ya da hâlâ o megathorium sevkiyatına ihtiyaçları olup olmadığını bilemiyor. Eğer iletişim kuramazsak, pek öyle yıldızlar arası ticaret, diplomasi veya herhangi bir ilişki gelişemez. Oysa romanlar genellikle ilişkiler üzerinedir, insanlar arasında olsun veya olmasın. O yüzden ben yanıssalı icat etmiştim. (Sonra bunun şerefini, aletin nasıl çalıştığını bana anlatmak için çok uğraşan Anarresli Shevek'e verdim; ama önce ben icat etmiştim!) Yanıssal Einstein'a karşı çıkıyor. Haber, maddesel bir şey değildir ve o yüzden (Ah. Bilimkurgusal "o yüzden"lere bayılıyorum!) yanıssal tarafından anında iletilebiliyor. Ne bir paradoks var, ne de zaman kayması. X'ten Y'ye yüz ışık yılı bir yolculuk yaptığımızda, Y'de bizi, X'in geçmiş bir asırlık tarihi bekler; bizi yollayan anarko-sendikalist ütopyacıların yerine kaçık teokratik bir diktatörlüğün geçip geçmediğini merak etmemize gerek yok. Gerçekten de onları yanıssal ile hemen arayıp öğrenebiliriz. Alo? Yoldaş? Hayır, ben kaçık bir teokratik diktatörüm. Bilimsel olarak çok saçma da olsa, yanıssal sezgisel açıdan son derece tatmin edici bir şey, onu kabul edip inanması kolay. Neticede bizim dünyamızda bilgi ve haber, hatta telefondaki canlı seslerimiz bile maddeye sahip olmayan elektronik sinyaller olarak (görünüşte) anında dünyanın etrafında hareket ederken uyuşuk ve maddi bedenlerimiz onun çok gerisinden yürüyor, arabayla veya uçakla yetişiyor. Tabii ki yanıssalın çalışmasını sağlayan da (görünüşte) bu. Ama kimse bugüne kadar bu konuda şikâyetçi olmadı. Ve zaman zaman yanıssalın başka birinin öyküsünde de boy gösterdiği oluyor. Yanıssal da tıpkı telefon, tuvalet kâğıdı gibi bir kolaylık. İlk birkaç öyküde insansız uzay gemilerinin de anında yolculuk yapabildiklerini söylemiş veya ima etmiştim. Bu bir hataydı, sadece maddesiz varlıkların ışıktan daha hızlı gidebilecekleri yolunda kendi koyduğum kuralın ihlaliydi. Bir daha yapmadım ve kimsenin dikkatini çekmemiş olmasını umut ettim. Ama insan hatalarına bakıp keşifler yapabiliyor; genellikle beklenmeyene yolu açan şey gayret değil de yanlışlar oluyor. Uzun bir zaman sonra bu insansız ve akla uygun düşmeyen gemileri düşünürken, ima edilen şeyde farklılığı meydana getirenin maddesel varlık değil de yaşam ya da akıl olduğunu anladım. İnsanlı bir gemi ile insansız bir gemi arasındaki tüm fark yaşayan bedenler, akıl ya da ruhtu. Bakın işte bu çok ilginçti. İçinde insan olan bir gemiyi ışıktan hızlı gitmekten ne alıkoyuyordu – yaşam mı, akıl mı, niyet mi? Peki insanları ışıktan daha hızlı götürebilecek yeni bir teknoloji icat edersen ne olur? O zaman ne olur? Bu yeni uyduruk teknoloji en az yanıssal kadar imkânsız, ayrıca da sezgi-dışı olduğundan, uyduruk bir izahat bulmak için vakit harcamadım. Sadece ismini koydum: Çörtme teorisi. Yazarların ve ariflerin bildiği gibi, asıl olan isimdir. Bir kez ismi bulunca hemen çalışmaya koyuldum; kelime hazinesine bir hayli zaman ayırdım. Anında yolculuğun, sıçramanın neye benzeyebileceğini kurguyla izah edebilmek için kelimelere ihtiyacım vardı; bunu yaparken düzeneğin nasıl çalıştığının tek izahatının neye benzediği olduğunu ve kelimelerin yetmediği yerde sözdiziminin insanı doğrudan başka bir dünyaya götürüp sonra hiç zaman kaybettirmeden geri getirebileceğini fark ettim. Çörtmeli üç öykü de üstkurgu örneğidir, yani bir öykü hakkındaki öyküler. "Şobilerin Masalı"nda yaşanan sıçrama, anlatım için bir metafor yerine geçiyor; anlatım da paylaşılan bir hakikati yapılandırmak için kullanılabilecek kesin olmayan, güvenilmez ama en etkili yolun metaforu niteliğini taşıyor. "Ganam'a Dans" öyküsünde güvenilmez anlatım teması ya da başka bir deyişle farklılık gösteren tanıklıklar devam ederken, ileri teknoloji mensubu kibirli kahraman dış merkeze alınıyor ve çörtme salatasına o harika sürüklenme teorisi de ekleniyor. Son olarak da "Bir Başka Masal"da –zaman yolculuğuyla ilgili benim az sayıdaki deneyimlerimden biri– aynı kişi hakkındaki, aynı zaman zarfında tamamen farklı ve tamamen doğru iki ayrı öykünün yarattığı imkânları keşfe çıkılıyor. Bu öyküde çörtme teorisinin gereken teknolojiyi yaratmakta başarısız olduğunu, bizi bir zaman kaybına uğramadan, güvenilir bir şekilde X'ten Y'ye götüremediğini fark ediyorum; ama sanırım denemeye devam edecekler. Bizler, türümüz icabı çok, çok hızlı gitmekten hoşlanıyoruz. "Bir Başka Masal"da benim dikkatim, O gezegeninin hudutsuz duygusal olasılıklarla yüklü karmaşık ilişkiler ve davranışlara yol açan evlilik ve cinsellik ayarlamalarına takıldı. Bizler, türümüzden dolayı hayatı çok, çok karmaşıklaştırmaya bayılırız. "Gorgonidlerle İlk Temas" veya "Kuzey Yüzü Tırmanışı" hakkında konuşmak istemiyorum – insanın yaptığı espriyi anlatmasından daha berbat bir şey olabilir mi? Öte yandan her ikisini de çok seviyorum. Komik öyküler, salakça öyküler ne büyük bir ihsan. İnsan böyle bir öykü yazmak için masa başına oturmaz, böyle bir şeye niyetlenilmez; onlar insanın ruhunun karanlık yanlarının armağanlarıdır. "Kerasyon" bir atölye çalışması. Hepimize bir insan icadı ya da düzeni bir davranış veya âdet uydurma ödevi vermiştim; bütün bu maddelerin bir listesini yaptık, sonra hepimiz bunlardan istediğimiz kadarını kullanarak birer öykü yazdık. Vauti-tuber kolyeler gibi birçok acayiplik bu listeden kaynaklanıyor, tıpkı kumda heykel yapma ve insan derisinden flüt yapma kavramları gibi. Arkadaşım Roussel kendi icadını şöyle açıklamıştı: "Kerasyon kulakla duyulamayan bir müzik aleti." Altı kelimede bir Borges öyküsü. Ben bundan birkaç yüz kelime çıkarttım ve bunu yapmaktan büyük zevk aldım, ama çok fazla da geliştirmedim. Bu kitaptaki öyküler arasında "Newton'un Uykusu" ile "Her Şeyi Değiştiren Taş" bana en çok keder verenler. "Taş" bir mesel, ben meselleri pek sevmem. İçindeki hiddet öyküyü ağırlaştırır. Ama buradaki kilit imgeyi çok sevdim. Mavimsi yeşil taşıma daha hafif bir ortam yaratabilmiş olmayı isterdim. "Newton'un Uykusu"na gelince bu, "tek bir görüş açısı ve Newton'un Uykusu"ndan ırak olmamıza duacı olan Blake'ten alınma bir başlık. Dahası öykü Goya'nın olağanüstü eseri Mantığın Uykuya Dalışı Canavarlar Doğurur ile de bağlantılıdır. Newton'un Uykusu teknoloji karşıtı bir tenkit, teknoloji düşmanlarının kopardığı bir yaygara olarak okunabilir ve okunmuştur. Başta öyle olmasını amaçlamamıştım, daha çok uyarıcı bir öykü, yıllar boyunca okuduğum, uzay gemileri ve uzay üslerindeki insanları dünyadakilerden daha üstünmüş gibi (bilerek ya da bilmeyerek burada elitizm sorunu yine karşımıza çıkıyor) tasvir eden birçok öykü ve romana bir tepki olarak tasarlamıştım. Ahmaklar sürüsü layık oldukları çamur içinde kalır, orada çoğalır ve sefalet içinde ölürken; video kayıt cihazlarını programlamayı becerebilen birkaç kişi bu süper temiz askeri dünyacıklarda, modern bir elverişliliğe sahip sanal cinsellikleriyle yaşarlar ve işte insanlığın geleceği bunlardır. Bu bana en korkunç geleceklerden biri gibi geliyor. Öte yandan öykü bu konuyla sınırlı kalmadı; kendi sorunlarıyla birlikte zihnime yürüyüp gelen, endişeli, aklı karışık bir adam olan İzi karakteri sayesinde genişledi. Akla uygun olmayan şeylerin varlığını kabul etmeyen, başka bir deyişle hakiki inancın neden işlemediğini bir türlü göremeyen ve anlayamayan hakiki bir mümindi o. "Ganam'a Dans"taki Dalzul gibi İzi de trajik bir karakter, takdire şayan bir hilekâr, ama Dalzul'dan daha az azimkâr ve daha dürüst biri, o yüzden de daha çok ıstırap çekiyor. Aynı zamanda sürgünde; neredeyse bütün kahramanlarım öyle veya böyle bir çeşit sürgünde oluyor. Bazı eleştirmenler İzi'yi dermansız bir günah keçisi, benim dillere destan kana susamış, erkek düşmanı feminist kinime kurban gitmiş biri saydıkları için önemsemediler. Nasıl isterseniz öyle olsun beyler. Gerici tepkinin kızışmış kinini ne yapalım peki? Ama okur İzi'yi nasıl görürse görsün öykünün uzay yolculuğu karşıtı olarak okunmuyor olduğunu umarım. Ben uzayın keşfedilmesi fikrini de, gerçeğini de çok seviyorum ve bütün bu düşünceyi daha az ukalaca bir antiseptik haline getirmeye çalışıyordum. Ben gerçekten de gittiğimiz her yere kendi çamurumuzu da götürmemiz gerektiğine inanıyorum. Biz çamuruz. Biz Dünyayız." |
19-09-2011, 20:56 | #10 | |||||||||||||||||||
|
Bu listeye Christian Bale'in oynadığı "Equilibrium"u eklemek isterim. Hatta yine Christian Bale'in oynadığı "Prestij" filmini de ekleyebiliriz. Bu film sayesinde birçok kişi Tesla diye bir adamın varlığından haberdar oldu. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Şiir Nedir Ne Değildir... | akdevrim | Site Lokali | 632 | 17-08-2021 12:51 |
Sadece Gülelim Diye :) | neslihanvural | Site Lokali | 12 | 14-04-2010 12:08 |
vekalet sadece noterlerden mi verilir? | süleyman zengin | Meslektaşların Soruları | 5 | 27-12-2006 00:06 |
sadece bir kez.. | Cest la vie | Site Lokali | 3 | 05-06-2006 16:11 |
Bos Yere...Kader Mi Demek Gerek Sadece? | tiny lady | Hukuk Sohbetleri | 24 | 07-05-2003 10:43 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |