Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 1984/10-250, Karar: 1986/205 İçtihat

Üyemizin Özeti
Birden ziyade kişinin, müşterek kusurlarıyla sebebiyet vermedikleri bir zarardan, aynı zamanda mesul olmaları; diğer bir deyimle muhtelif sebepler dolayısıyla sorumluluk, BK m.51'de düzenlenmiştir.

BK m.51'de noksan teselsül hali öngörülmüştür. Zira, müşterek kusur yoktur ve kişilerden biri haksız eylemi, biri kanun, bir diğeri akde aykırılık nedeniyle sorumludur. Müteaddit kişilerin birbirinden habersiz olduğu kusurlu müşterek illiyet veya müterafik illiyet hallerinde de nakıs teselsül söz konusu olmaktadır. Olayda, davalılar muhtelif hukuki sebepler dolayısıyla sorumludurlar.

Tam teselsülde, borçlulardan birine karşı zamanaşımı kesilince, ötekilere karşı da kesilir; başka bir ifadeyle zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara da sirayet eder. Temyize konu olaydaki gibi eksik teselsülde ise zamanaşımının borçlulardan birine karşı kesilmesi, ötekine karşı da kesilmesini gerektirmemektedir.
(Karar Tarihi : 07.03.1986)
"Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 1. İş Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.05.1983 gün ve 1979/11-1983/341 E.-K. sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 26.12.1983 gün ve 1983/4156-6644 E.-K. sayılı ilamıyla;
(1 - Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davacı Kurum ile davalılardan T____ K____ ve N____ M____'ın temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2.Davalı C____ E____'un temyizine gelince;
A - Davalı C.E. hakkındaki davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanun'un 26/2. maddesi olup C____ E____ 3. kişi durumundadır. Sigortalı ile arasında hizmet ilişkisi bulunmadığından aleyhinde açılmış bulunan dava Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinde yazılı zamanaşımı süresine tabidir. Kurum, faile ve zarara 20.12.1978 tarihinde muttali olduğunu cevap dilekçesinde açıklamıştır. Dava ise 18.01.1980 günü açılmıştır. Zamanaşımı def'i de süresinde ve yöntemince yapılmıştır. Bu durum karşısında bir yıllık zamanaşımı süresi geçmiş bulunduğundan ilk tahsise ilişkin 63.409.34 TL'lik dava zamanaşımına uğramıştır. Bu kısma ilişkin davanın açıklanan nedenle reddi gerekirken yazılı şekilde tahsil edilmesi yersizdir.
B- Sigortalının babası Ş____'e kararnamelerle ve diğer gelir artırıcı yasalarla muhtelif tarihlerde gelir bağlandığı veya gelirlerinin artırıldığı anlaşılmaktadır. Ne var ki, bu işlemlere ilişkin tahsis ve onay tarihlerini gösteren belgeler dosyada mevcut değildir. Söz konusu belgeler getirtilip zararın bu kesimlerine Kurum'un ne zaman ıttıla kesbettiği saptanıp hasıl olacak sonuca göre karar verilmemesi dahi usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı C____ E____'un bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek, direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :

KARAR : İşveren T____ K____'ın inşaat işyeri sigortalılarından M____ A____ 21.07.1976 tarihinde, inşaatın 7. katına vinçle çıkarılmakta olan kalaslardan birinin üzerine düşmesi sonucu ölmüş ve sigortalının hak sahiplerine gelir bağlanmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu faili ve zararı 20.12.1978 tarihinde öğrenmiş ve 18.01.1980 tarihinde, N____ A____, R____ S____ N____ K____ C____ E____ ve T____ K____ aleyhlerine, bağladığı gelirlerin peşin sermaye değerlerinin tahsili amacıyla dava açmıştır. N____ hakkındaki davanın reddine, rücu tazminatının ötekilerden tahsiline ilişkin mahkeme hükmünü N____ ve R____ S____ temyiz etmemiş, N____ M____ ve T____ K____'ın temyiz itirazları özel Daire'ce reddolunmuş ve böylece bu kişilere ilişkin karar kesinleşmiştir. Hükme esas kılınan raporda sigorta olayının meydana gelmesinde işveren T____ gerekli önlemleri almadığı ve eğitim ve denetimi yapmadığından % 40 ve işverenin çalıştırdığı adamlardan şantiye şefi C____, işi iyi organize etmediğinden dolayı % 25; ustabaşı N____ M____, emniyet sahası oluşturmadığı ve baret vermediği ve giyinilmesini sağlamadığından ötürü % 15; ekip başı olup öteki ilgilileri ve sigortalıyı uyarmayan R____ S____ % 10; kalasları vince iyi bağlamayan M____ D____ % 10 oranında kusurlu görülmüşlerdir. M____ D____ hakkında da dava açılamamıştır. Davalı C____ E____'un temyizine inhisar etmek üzere yerel mahkeme kararı, Özel Daire'ce yukarıda açıklanan şekilde bozulmuştur. Yerel mahkeme, "..Sosyal Sigortalar Kurumu zarara ve faaline 20.12.1978 tarihinde muttali olmuş, müteselsil sorumlulardan T____ N____ ve arkadaşları aleyhine 26.01.1979 tarihinde dava açmıştır. Bu davayı açmakla BK m.134/1 gereğince diğer müteselsil sorumlu C____ hakkında da zamanaşımı kesilmiştir. C____ E____ hakkında davanın açıldığı 18.01.1980 tarihine kadar yeni bir zamanaşımı süresi da geçmemiş olduğundan C____'in zamanaşımı savunması yerinde değildir. İlk davada zararın bir kısmının istenilmesi zamanaşımının kesilmesine engel değildir... Zamanaşımının kesilmesi için C____'in zarardan müteselsilen sorumlu olması ve müteselsil sorumlulardan biri hakkında zamanaşımı süresi içinde dava açılması yeterlidir... Ayrıca son davanın teselsül hükümlerine göre açılması şart değildir.." görüşüyle, eski hükümde direnilmiştir.

Görülüyor ki, yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, iş kazası niteliğindeki bir sigorta olayında, birden çok kişi muhtelif hukuki sebepler nedeniyle sorumlu iseler, bu sorumluluğun Borçlar Kanunu'nun 50. maddesinde yazılı tam teselsülü mü, yoksa 51. maddesinde belirlenen eksik teselsülü mü oluşturduğu; başka bir deyimle, müteselsil sorumluluğun niteliğinin ne olduğu ve böyle bir durumda müteselsil sorumlulardan bazıları hakkında zamanaşımı süresi geçmeden açılan dava, hakkında dava açılmayan öteki müteselsil borçlular hakkında da zamanaşımını kesip kesmeyeceği ve en son açılan davanın teselsül esaslarına dayandırılmaması halinde, bu davada sorumlu tutulması istenilen kişinin önceki dava ile vaki zamanaşımı kesilmesinden etkilenip etkilenmeyeceği konularında toplanmaktadır.

Birden ziyade kişinin, müşterek kusurlarıyla sebebiyet vermedikleri bir zarardan aynı zamanda mesul olmaları, diğer bir deyimle muhtelif sebepler dolayısıyla sorumluluk, BK m.51'de düzenlenmiştir.

Burada noksan teselsül hali öngörülmüştür. Zira, müşterek kusur yoktur. Fakat kişilerden biri haksız eylemi, biri kanun, bir diğeri akde aykırılık nedeniyle işlemişse sorumludurlar. Müteaddit kişilerin birbirinden habersiz olduğu kusurlu müşterek illiyet veya müterafik illiyet hallerinde de nakıs teselsül söz konusu olmaktadır. Olayda, davalılar muhtelif hukuki sebepler dolayısıyla sorumludurlar. Örneğin, işverenin çalıştırdığı adamlardan şantiye şefi C___, işi iyi organize etmeme şeklindeki haksız fiili nedeniyle 506 sayılı Kanun'un m. 26/2 uyarınca, işveren T___ ise sigortalı ve iş kazasına uğrayan M____'le yaptığı hizmet aktine aykırı davranışı ve yasal önlemleri almayışı yüzünden m. 26/1'e göre; işverenin adamları öteki davalılar da, eylemlerinden ötürü sorumludurlar. Bunlar, kusurlu haksız eylemleri akte ve Kanun'a aykırı davranışları konusunda önceden anlaşılmış ve bilerek ve isteyerek hareket etmiş değillerdir. Hareketleri ihmali niteliktedir. Birbirlerinin eylemlerinden haberdar değillerdir. Bu nedenle olayda, Borçlar Kanunu'nun 50. maddesinde düzenlenen birden fazla şahsın müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları; diğer bir deyimle, tam teselsül hali yoktur. Aksine, bu gibi hallerde, BK m.51'de öngörülen eksik teselsül hali söz konusudur ve bu yön, Hukuk Genel Kurulu'nun 29.04.1983 T. ve 2264/444 sayılı kararında da vurgulanmıştır.

Eksik teselsülün söz konusu olduğu bu gibi durumlarda, müteselsil sorumlulardan bazıları haklarında zamanaşımı süresi geçmeden açılan davanın, hakkında dava açılmayan öteki müteselsil sorumlular, örneğin burada C____ hakkında da zamanaşımını kesip kesmeyeceği sorununa gelince; tam teselsül ile eksik teselsül arasındaki en önemli farklardan birisi bu konudadır. Tam teselsülde, borçlulardan birine karşı zamanaşımı kesilince, ötekilere karşı da kesilir ve başka bir ifadeyle zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara da sirayet ederken, eksik teselsülde zamanaşımının borçlulardan birine karşı kesilmesi, ötekine karşı da kesilmesini gerektirmemektedir. Borçlar Kanunu'nun 134. maddesinin 51. maddede öngörülen noksan teselsül hallerinde uygulanması olanağı yoktur. Bu sonuç, teselsülün Borçlar Kanunu'nda 50 ve 51. maddelerinde ayrı ayrı ve değişik koşullarla düzenlenmiş olmasına, ayırım fikrine ve adalet düşüncesine uygun düşmektedir. Zira, yalnız başına olsaydı, zamanaşımından yararlanabilecek iken, sırf öteki kişilerin kusurlu eylemlerine iradesi dışında katılması yüzünden, zamanaşımından faydalanmaması, öteki kişilere karşı zamanaşımı süresi içinde açılan davanın, bunun için de zamanaşımını keseceğinin kabulü, hak ve adalet ilkelerine ters düşerdi. Nitekim, doktrinde eksik teselsülde sorumlulardan bir kısmına karşı zamanaşımının kesilmesinin öteki müteselsil sorumlulara sirayet etmeyeceği çoğunlukla kabul edilmektedir. (Bkz. Oğuzman; Borçlar hukuku, Sh. 219; Tekinay, Borçlar Hukuku, Sh. 434, 1425-1426; tandoğan, Mesuliyet Hukuku, Sh. 383; Çenberci, SSK. Şerhi, Sh. 301, 192) Hukuk Genel Kurulu'nun 11.05.1977 T. ve 3068/468 sayılı kararıyla da bu görüşü benimsenmiş bulunmaktadır.

Öte yandan, en son açılan davanın teselsül esaslarına dayandırılmaması halinde, bu davada sorumlu tutulmak istenen kişiyi, önceki davada kesilen zamanaşımını etkileyip etkilemeyeceği konusu üzerinde de ayrıca ve bir ek gerekçe olarak durmak lazımdır. Gerçi yukarıda açıklandığı şekilde eksik teselsül nedeniyle söz konusu etkilenme olmayacaktır. Ne var ki, C____ hakkında açılan bu davada teselsül hükümlerine dayanılmamıştır. Alacaklı müteselsil sorumluluğun kendi lehine olan kurallarından esasen yararlanmak istememiştir. HUMK m.74'te yer alan hakimin iddia ve savunmayla bağlılığı kuralı karşısında, davacı yararlanmak istemedikçe, teselsül kurallarının alacaklı yararına işletilmesi olanaksızdır. Alacaklı BK m.142'deki seçimlik hakkını kullanarak müteselsilen sorumlulardan bir bölümü hakkında müteselsil sorumlu tutulmalarını istemiş, bu davadaki davalı C____ hakkında böyle bir istekte bulunmamıştır. Davacının teselsül esaslarına göre, sorumlu tutmak istediği öteki müteselsil borçlular için açtığı ilk dava ile zamanaşımının kesmiş olmasının, teselsül esasları çevresinde sorumlu tutmak istemediği işbu davadaki davalı C____'e sirayet edeceğini düşünmenin yukarıdan beri açıklanan tüm usul kurallarına da aykırı düşeceği ortadadır.

Yukarıdan beri açıklanan gerekçelerle, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yazılı düşüncelerle, önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

O halde davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve direnme kararı bozulmalıdır.

KARAR : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, 07.03.1986 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Meydana gelen iş kazası nedeniyle sigortalının ölümünde tüm davalıların kusurlu oldukları ve giderek müteselsilen sorumlu bulundukları konusunda uyuşmazlık yoktur.

Uyuşmazlık, davalılardan C____ ile diğer davalıların teselsül hükümlerine göre gerçekleşen sorumluluklarının yasal dayanağının salt teselsül yönünden Borçlar Kanunun 50. maddesinden mi yoksa 51. maddesinden mi kaynaklandığı hususudur.

Olayda, davalıların kusurlu davranışlarının ortaya çıkmasından önceki evrede kasta dayanan bir anlaşmanın bulunmadığı görülmektedir. Başka bir deyişle davalılar önceden bilerek, isteyerek ve anlaşarak eylemde bulunmuş değillerdir. Kusurlu davranışları ayrı ayrı olgulara dayanmakla beraber zararlandırıcı Sosyal Sigorta olayı davalıların kusurlu eylemlerinin birleşmesinden dolayı ortaya çıkmıştır. Davada çözümlenmesi gereken hukuksal sorun, uygulamada "tam teselsül olarak adlandırılan ve Borçlar Kanunun 50. maddesinde düzenlenen haksız fiillerdeki teselsül halinin kasti birleşmeyi mi yoksa organik birleşmeyi mi amaçladığı meselesi ile Borçlar Kanunun 51. maddesinin uygulanması gereken davalarda -teselsül yönünden- aynı Kanunun 50. maddesi hükümlerinin aynen uygulanabilip uygulanamayacağıdır.

Yasa hükümlerinin yorumlanmalarında amaca uygun biçimde yorum yapma gereği çağdaş hukuk sistemlerinin kabul ettiği hukuksal gereklerdendir. Ne var ki, yasa metinlerinin lafzından, amaç açıkça anlaşılıyorsa yorum yoluyla başka başka sonuçlara ulaşılamayacağı gibi yasa hükümleri okunduğunda ortaya değişik anlamlar çıkıyorsa bu hususta yorum yapma ihtiyacının doğduğu söz götürmez. 50. madde "müteaddit kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde..." sözcükleriyle başlamaktadır. Bu sözcüklere bakıldığında, bundan birden ziyade kimselerin önceden anlaşarak ve isteyerek birlikte zarar verme halinin amaçlandığı sonucuna varılabileceği gibi; birbirleriyle anlaşmamakla beraber zararın meydana gelmesinde kusurlu davranışlarının birleşmesinin yeterli olacağı sonucu da çıkarılabilir. Bu durumda amaca yönelik yorum yapma kuralı gereğince maddenin yorumlanması gerekmektedir. Teselsül hükümleri gereğince sorumluluk ilkesinin getirilmesindeki amacın alacaklıyı korumak olduğu hususunda şüphe edilmemelidir. Hal böyle olunca da konulan bu yasa hükmünün alacaklının aleyhine sonuç doğuracak biçimde yorumlanmaması gerekir. Şayet kasdi birleşme teorisi kabul edilecek olursa bundan alacaklının zarar göreceği açıktır. Zira faillerden biri hakkında açılan dava, Borçlar Kanununun 134. maddesi hükümleri gereğince bir kısmı hakkında zamanaşımını kesmeyecektir. Nitekim çoğunluk maddeyi, "kasdi birleşmeyi" amaçladığı şeklinde anladığı için davalı C____, sorumluluktan kurtulmuş olmakta ve davacının hukuksal üstünlüğü -daha çok- kişiden tazminat talep edebilmek gücü elinden alınmış olmaktadır. O halde, maddenin konuluş amacı gözönünde bulundurulduğunda, birlikte zarar verenler arasında kasti birleşme olması bile kusurlu davranışları birleşerek bir zararın doğmasına sebebiyet vermişlerse tam teselsül- hükümlerine göre sorumlu tutulmalıdırlar.

Bu davada, davalılardan C____'in kusurlu eylemi ile diğer davalıların kusurlu eylemleri -kasti birleşme olmaksızın- organik olarak birleşmek suretiyle zararlandırıcı sigorta olayını meydana getirdiğine göre ortada tam teselsül durumu söz konusudur ve giderek diğer davalılar hakkında önceden açılan dava ile davalı C____ bakımından dahi zamanaşımı kesilmiştir.

Borçlar Kanununun tam teselsül ile ilgili 50. maddedeki hükümlerinin eksik teselsül halini düzenleyen 51. maddede öngörülen durumlarda aynen uygulanabilip uygulanamayacağı konusuna gelince: bilindiği gibi 51. madde, İsviçre Borçlar Kanunundan aynen aktarılmamıştır. Borçlar Kanunumuzun koşutu olan İsviçre Borçlar Kanununudaki metin aynen "birden fazla kimselerin mutazarrıra karşı aynı zarar için muhtelif hukuki sebepleri ister haksız eylemden isterse sözleşme veya kanun hükmünden dolayı sorumlu olmaları halinde bunlara "müşterek kusurla" zarar yapan şahıslar arasındaki rücua dair hüküm kıyasen uygulanır..." hükümlerini içerdiği görülmektedir (İsviçre Medeni Kanunu Şerhi VI. cilt şerheden Dr. H. Becker, Adalet Bakanlığı yayınları).

Açıkca anlaşılmaktadır ki, İsviçre metninde sadece 50. maddedeki rücu ile ilgili hükümlerinin 51. maddede uygulanabileceği öngörülmektedir. Oysa Türk Borçlar Kanununun 51. maddesindeki metinde aynen "... mesul oldukları takdirde haklarında" birlikte bir zarar "vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur..." hükümlerine yer verildiği görülmektedir. Burada sadece rücu yönünden bir yollama yapılmamış sorumluluk bakımından eksik ve tam teselsül arasındaki fark kaldırılmıştır. Bu durumda yasa koyucunun eksik ve yanlış aktarma yapmış olabileceği gibi bir düşünceye yer verilmesi mümkün değildir. Tersine, eksik ve tam teselsül arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması amacıyla ve bilinçli olarak maddenin bu şekilde kaleme alındığının kabulü gerekir. Esasen gelişmiş bir hukukun yaratılması bakımından özel bir takım durumları tam teselsülden ayırarak uygulamada faydasız güçlüklere meydan verilmemelidir (Arsebük; Borçlar Hukuku, Sh. 1075). Nitekim Türk Yargıtay'ı yıllar yılı Borçlar Kanununun 134. maddesinin uygulanması bakımından 50. madde ile 51. madde arasında bir fark görmemiştir.

Açıklanan bu ikinci nedene göre de diğer davalılar hakkında açılan ilk rücu davası ile o davada taraf olmayan C____ hakkında dahi Borçlar Kanununun 134. maddesi uyarınca zamanaşımı kesilmiştir.

Yukarıdan beri açıklanan her iki nedenle, davalılardan C____ ile diğer davalılar arasındaki ilişkinin eksik teselsüle dayanması nedeniyle diğer davalılar aleyhine açılan ilk davanın -davalı C____ yönünden- zamanaşımını kesmeyeceği düşüncesine yer veren çoğunluk görüşüne karşıyız."
İlgili Mevzuat Hükmü : Borçlar Kanunu (Eski) MADDE 51 :Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mesul oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.

Kaideten haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu halde kanunen mesul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.



 
Şerhi Ekleyen Üyemiz:
Av.Nevra ÖKSÜZ
Hukukçu
Avukat
Şerh Son Güncelleme: 05-12-2010

THS Sunucusu bu sayfayı 0,03112793 saniyede 8 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.