Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Idareye Açilacak Hizmet Kusuru Kaynakli Tazminat Davasi

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 03-08-2023, 20:02   #1
Büşra Kocaman

 
Varsayılan Idareye Açilacak Hizmet Kusuru Kaynakli Tazminat Davasi

Üstatlarım müvekkilim adliye içerisinde duruşma çıkışında bıçaklı şahıslarca ağır yaralandı. Adliyeye şüphelilerce birden fazla bıçak sokulduğu ortaya çıktı. Müvekkil Bu konuyla ilgili adliyenin yeterli güvenlik önlemi almadığı gerekçesi ile idareye yönelik tazminat davası açmak istiyor. İyuk'u ayrıntılı okuduğumda MD. 13 gereğince 1 yıl içinde öncelikle Adalet bakanlığına başvuru yapıp başvuru sonucunun Red ya da 30 gün içinde cevapsız kalması halinde 30 günlük cevapsızlık süresinden sonra 60 gün içinde dava açma yoluna gidileceğini düşündüm. Ancak süre yönünden sıkıntı olmaması için üstatlardan fikir almak istiyorum. Olay itibariyle İyuk md.13 ün uygulanacağı kanaatindeyim bu noktada kaçırdığım bir husus var mıdır? Bu şekilde yol izlemem bu olay nezdinde doğru mu? Şimdiden teşekkür ederim.
Old 05-08-2023, 19:21   #2
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

İdari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilenler İYUK.m.2/1.b'ye göre tam yargı davası açarak maddi,manevi tazminat talebinde bulunabilirler. İdarenin kusura dayalı sorumluluğu "hizmet kusuru" olarak ifade edilmektedir.Ortada idarenin kusuru bulunmasa dahi, "kusursuz sorumluluğu"nun varlığı kabul edilmektedir.

Bu konuda idari yargıda açılacak tazminat davası, İYUK.m. 13'deki şartların yerine getirilmesine bağlıdır. Sizin de ifade ettiğiniz gibi; "dava açmadan önce İYUK.m. 13 gereğince yazılı bildirim yada öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde öncelikle Adalet bakanlığına başvuru yapıp başvuru sonucunun kısmen veya tamamen reddi halinde ya da 30 gün içinde cevapsız kalması halinde 30 günlük cevapsızlık süresinden sonra 60 gün içinde dava açma yoluna gidilecektir."

Açılacak dava konusunda aşağıdaki Danıştay kararından yararlanabilirsiniz.


T.C.
Danıştay Başkanlığı - 10. Daire
Esas No.: 2017/363
Karar No.: 2017/4136
Karar tarihi: 17.10.2017


İstemin Özeti : Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373, K:2016/2019 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmaların Özeti : Davalılardan İçişleri Bakanlığınca davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmakta olup, diğer taraflarca savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi : İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesi'nce gereği görüşüldü:

Dava, davacılardan …'in, Bala Adliyesi Sulh Ceza Mahkemesi katibi
olarak çalışmakta iken adliye binasına silahlı olarak giren polis memuru tarafından yaralanmasında; davalı idar ise adliyenin giriş kapısına X-ray cihazının bulundurulmasını sağlamaması nedeniyle kusurlu olduklarından bahisle meydana gelen olay nedeniyle davacı … için 200.000,00 TL maddi, 1.000.000,00 TL manevi, davacının annesi … ve babası … için ayrı ayrı 100.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.400.000,00 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Ankara 10. İdare Mahkemesinin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373 K:2016/2019 sayılı kararıyla; meydana gelen silahlı saldırı olayının davalı Adalet Bakanlığı kontrolündeki adliye binası içerisinde gerçekleştiği, ancak güvenlik için gerekli kontrol noktasının bulunduğu, zarara neden olan kişinin silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olması ve davacı … ile önceden tanıştıkları, bu durumun adliye çalışanları arasında genel olarak bilindiği, davacının kendisini yaralayan kişi tarafından tehdit edildiğine dair herhangi bir resmi başvurusunun bulunmadığı belirtilerek, dava konusu olayın davacının yürütmekte olduğu hizmet ile ilgili olmayıp tamamen kişisel saiklerle ve 3. kişi konumunda bulunan müteveffa polis memurunun suç niteliği taşıyan şahsi kusuru ile meydana geldiği, davalı idareler açısından hizmet kusurunun bulunmadığı/eylem ile sonuç arasında illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine; diğer yandan olayın kamu görevlisi olan davacının çalışmakta olduğu kamu binasında, silah taşımaya yetkili bir başka idare ajanı tarafından silahın görevi dışında kullanılması suretiyle meydana gelmiş olması karşısında; silah kullanma yetkisi bulunan kamu görevlisinin titizlikle seçilmesi gerektiği ve adliye binalarının güvenliğinin yeterince sağlanmaması açısından zararlı sonuçla idare tarafından yürütülen kamu hizmeti arasında hiçbir irtibat bulunmadığının savunulmasının hakkaniyet ilkesine uygun düşmeyeceği belirtilerek, zararın oluşmasında herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı, ancak davacının uğramış olduğu zararla idareler arasında bir irtibat (geniş anlamda bir illiyet bağının) mevcut olduğu, davacının görme ve koku alma duyularını tamamen kaybetmesi şeklinde bundan sonraki hayatı devam noktasındaki psikolojik travmanın atlatılamaması şeklinde tezahür eden olayda idarenin, kusursuz sorumluluk kapsamındaki hakkaniyet ilkesi uyarınca sorumluluğu olduğu gerekçesiyle, davacı … için 150.000,00 TL, annesi … için 25.000,00 TL ve babası … için 25.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine, fazlaya ilişkin talepler yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflarca anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması talep edilmektedir.

Anayasanın 125. maddesinde idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 1. maddesinde, polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder." hükmü yer almaktadır.
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un 7. maddesinde, (Değişik: 23/6/1981 - 2478/3 md.) Ateşli silahları ancak; 1. (Değişik: 26/11/1986 - 3323/1 md.) Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar, Yasama Organı Üyeleri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar, 2. Özel kanunlarına göre silah taşıma yetkisine sahip bulunanlar, 3. Bakanlar Kurulu Kararı ile silah taşıyabileceklerine karar verilen Devlet, belediye, özel idare ve kamu iktisadi teşebbüsleri memur ve mensuplarının taşıyabileceği; aynı kanunun Ek 1. maddesinde (Ek:30/6/1970 - 1308/7 md.; Değişik:22/11/1990 - 3684/2 md.) duruşmalarda, mahkeme salonlarında, hastanelerin psikiyatri bölümlerinde, akıl hastanelerinde, ceza ve tutukevleri ile her türlü ıslah ve infaz kurumlarında veya bunların eklentilerinde ateşli silahların taşınamayacağı kuralına yer verilmekle birlikte bu yerlerde 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişiler ile bu yerlerin güvenliği için görevli bulunan polis ve jandarma personelinin silahlarını taşıyabileceklerine ilişkin hükme yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, yargılama faaliyetinin hiçbir baskı, saldırı, tehdit, korku ve güvenlik endişesi yaşanmadan yürütülebilmesini teminen mahkeme ve duruşma salonları ile bunların eklentilerinin güvenliği sağlamakla görevlendirilen polis ve jandarmanın bu yerlerde silahlarını taşıyabilecekleri, bir başka ifade ile adliye binalarının güvenliğini sağlamakla görevli güvenlik personeli dışındaki 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişilerin ise, kural olarak silahlarını görevli personele teslim etmek suretiyle bu yerlere girebileceği, bu noktada mahkeme ve duruşma salonları ile bunların eklentilerinin güvenliği sağlamakla görevlendirilen polis ve jandarmanın, adliye binası ve eklentilerinde olası bir güvenlik sorunun yaşanmaması için 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişilerin silahlarını teslim almak da dahil olmak üzere her türlü güvenlik tedbirini almakla yükümlü olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Aksi halde, 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişiler yönünden, adliye binalarının güvenliğini sağlamakla görevlendirilen güvenlik personelinin hiçbir güvenlik tedbiri almayacağı sonucuna ulaşılır ki bu yorumu kanunda öngörülen adliyelerin güvenliğinin tam olarak sağlanması amacı ile bağdaştırmaya olanak bulunmamaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden, Bala adliyesinde zabıt katibi olarak görev yapan davacı …'in, 15/08/2013 tarihinde saat 16.30'a kadar mahkeme kaleminde çalıştıktan sonra lavaboya gittiği, lavabodan çıkarken kendisini kapıda bekleyen …'ın itmesi üzerine her ikisinin lavaboya girdiği, davacının saldırganın silahlı olduğunu görmesi üzerine bağırarak yardım istediği, yardım için lavaboya gelen hizmetlinin saldırganın silahlı olduğunu görmesi üzerine kaçtığı, akabinde saldırganın davacıyı başından vurarak yaraladığı ve kendisinin de aynı silahla intihar ederek olay yerinde öldüğü, davacının ise silahla başından yaralanması neticesinde görme yetisini ve koku alma duyusunu kaybettiği, beyninde zarar meydana geldiği ayrıca psikolojik olarak etkilendiğinden bahisle, davacı … için 200.000,00 TL maddi, 1.000.000,00 TL manevi, davacının annesi … ve babası … için ayrı ayrı 100.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.400.000,00 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarelerce tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesince her ne kadar olayın adliye binasında silah taşıma yetkisine sahip polis memurunun suç niteliği taşıyan şahsi kusuru ile meydana ge ldiği, zarar ile davalı idareler arasında illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine karar verilmişse de; öncelikle güvenliğin en üst seviyede sağlanması gereken yerlerden biri olan adliye binasında davalı idareler tarafından gerekli güvenlik tedbirlerinin alınıp alınmadığı hususunun, bir başka deyişle olayda güvenlik tedbirlerinin alınmasına ilişkin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

Dosya içerisinde yer alan bilgi, belge ve ifade tutanakları birlikte incelendiğinde, olayın meydana geldiği Bala adliye binasında x-ray cihazının bulunmadığı, yalnızca polis kontrol noktasının bulunduğu, polis noktasında görevli polis memurunun ise saldırıyı gerçekleştiren …'ın adliyeye girişi esnasında görev yerinde bulunup bulunmadığı konusundaki ifadelerinin çelişkili olduğu; polis memurunun ilk ifadesinde saldırganı saat 15.30 civarında adliye koridorunda gördüğünü, silahlı olduğunu fark etmediğini, saldırgan ile davacı …'in tanıştıklarını olay günü öğrendiğini beyan etmesine rağmen, ikinci ifadesinde; saldırganın kendisine polis kimliğini göstererek adliye binasına girdiğini ve saldırgan ile davacı …'in nişanlı olmaları sebebiyle saldırgandan şüphelenmediğini ifade ettiği görülmektedir.

Bununla birlikte, saldırı esnasında davacı …'in yardım istemesine rağmen, polis memurunun adliye dışında olması sebebiyle olaya müdahale edemediği ancak saldırıdan sonra olay mahalline gelerek diğer ekiplere durumu bildirdiği, kendisinin de olay meydana geldiğinde görev yerinde olmadığını kabul ettiği göz önünde bulundurulduğunda; adliyede güvenliği sağlamakla görevli polis memurunun saldırganın adliye binasına girişinden başlayarak, saldırı anı da olmak üzere görev yerinden ayrılmak suretiyle görevinin gereklerini yerine getirmekte kusurlu olduğu, bu nedenle meydana gelen olayda davalı İçişleri Bakanlığı'nın hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmaktadır.

Diğer yandan, polis memuru hakkında yapılacak ceza soruşturması için Bala Kaymakamlığı tarafından soruşturma izni verilmemesi üzerine, Bala Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı da davalı idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
Zira, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, benzer olaylara ilişkin verdiği kararlarında; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi kapsamında koruma hakkının özelliğinin, Sözleşmenin 13. maddesi için bir anlam ifade ettiğini, "etkili başvuru" kavramının, uygun bir tazminat ödenmesine ek olarak, sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını sağlayacak tam ve etkili bir soruşturma ve soruşturma usulü için şikayetlerin etkili bir değerlendirilmesini içerdiğini, soruşturmayı yürütecek sorumlu kişilerin olaylardan bağımsız olması gerektiği, bunun sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlık olarak anlaşılamayacağı, ayrıca uygulanabilir bir bağımsızlığı içermesi gerektiği belirtilmiştir. Meydana gelen olayda da, Bala Kaymakamlığı'nın soruşturma izni vermemesi nedeniyle Bala Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayın cezai boyutuna ilişkin olarak etkili bir inceleme yapılamadığı görülmektedir.

Ayrıca olayın adliye binasında ve adliye çalışanına karşı gerçekleştirilmesi nedeniyle adliye binasında güvenlik tedbirlerinin alınması konusunda gerekli özeni göstermeyen Adalet Bakanlığı'nın da sorumluluğu bulunduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.

Bu durumda, saldırıyı gerçekleştiren kişinin silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olmasının, yukarıda da belirtildiği üzere hiçbir güvenlik tedbiri alınmadan doğrudan adliye binasına girmesine olanak tanımadığı, salt saldırganın silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olması meydana gelen zarar ile hizmet kusuru arasındaki illiyet bağını kesmeyeceği; adliye binası içinde gerçekleşen saldırının şahsi veya benzeri sebeplerle yapılmış olmasının idarenin sorumluluğunu kaldıracak bir yönünün bulunmadığı; Şanlıurfa İli, Viranşehir İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli olduğu, adliye binasına da görevi dışında geldiği, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan silahıyla adliye binasına girmesinde davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğu dikkate alındığında, mahkemece maddi tazminat isteminin reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
İdare Mahkemesi kararının maddi tazminat istemi yönünden incelenmesi:

Mahkemece, uyuşmazlık konusu olayda, kamu görevlisi olan davacı …'in iş gücü kaybının kesin sağlık raporu ile tespit edilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılarak kendisi ile aynı işi yapan emsali kamu görevlisine nazaran ne kadar daha fazladan efor sarf ettiğinin oran olarak belirlenmesi, görev aylığına belirlenen bu oran uygulamak suretiyle maddi zararının hesaplanması gerekmektedir.

İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat yönünden incelenmesi: Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.

Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.

İdare Mahkemesince, her ne kadar zararın oluşmasında herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı, ancak davacının uğramış olduğu zararla idareler arasında bir irtibat (geniş anlamda bir illiyet bağının) mevcut olduğu gerekçesiyle hakkaniyet ilkesi gereğince davacıların manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar verilmişse de, olayın oluş şekli ve niteliği ile idarenin hizmet kusurunun ağırlığı dikkate alınarak manevi tazminat miktarının yeniden takdir edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz istemlerinin kabulüyle, Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373, K:2016/2019 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun'un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/10/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY
Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren kuramlardan birisi hizmet kusurudur. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, ortada bir zararın bulunmasının yanında, bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle, zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabilmesi gerekir. Zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunmaması, zararın idari faaliyetten doğmadığını gösterir. Zararın oluşmasında zarara uğrayanın veya üçüncü kişinin kusurunun bulunması halinde ise idarenin tazmin sorumluluğunun ortadan kalkacağı ya da kusur ölçüsünde azalacağı açıktır.

Dolayısıyla, idarenin, özel güvenlik önlemleri alınmasını gerektirmeyen durumlarda meydana gelen faili meçhul ya da münferit olay sonucu ortaya çıkan zarardan, idarenin genel güvenlik hizmetlerinde kusuru saptanmadıkça tazminle sorumlu tutulması mümkün bulunmamaktadır.

Kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması Devletin asli görevidir. İdarenin bu görevi yerine getirmek, kamu düzeni ve esenliğini sağlamak üzere kolluk örgütünü kurması, gerekli araç ve olanakları sağlaması, yeterli önlemleri zamanında alması gerektiği açıktır. Ancak, bünyesinde risk taşıyan kolluk hizmetlerinin, önceden haberdar olunan durumlar dışında genel nitelikte önlemler alınarak yürütülmesi doğal olup, ihbar, şikayet veya önceden oluşan bir takım olaylar nedeniyle özel önlemler alınmasını gerektiren durumlar olmadıkça meydana gelen olaylarda idarenin hizmet kusurundan ve tazmin sorumluluğundan söz edilemez.

Uyuşmazlıkta, dosya içerisinde yer alan bilgi, belgeler ile davacı …'in olay öncesi davalı idareden herhangi bir güvenlik tedbiri talebinde bulunulmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, davacı …'in yaralanması olayının 3. kişinin ani ve beklenmeyecek şekilde gerçekleşen ve suç teşkil eden eylemi neticesinde meydana geldiği anlaşıldığından, olayda davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğundan bahsedilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yukarıda belirtilen gerekçeyle, Mahkeme kararının davanın kabulüne ilişkin kısmının bozulması, davanın reddine ilişkin kısmının ise onanması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
Old 06-08-2023, 20:49   #3
Büşra Kocaman

 
Varsayılan

Üstadım çok teşekkür ederim

Alıntı:
Yazan Yücel Kocabaş
İdari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilenler İYUK.m.2/1.b'ye göre tam yargı davası açarak maddi,manevi tazminat talebinde bulunabilirler. İdarenin kusura dayalı sorumluluğu "hizmet kusuru" olarak ifade edilmektedir.Ortada idarenin kusuru bulunmasa dahi, "kusursuz sorumluluğu"nun varlığı kabul edilmektedir.

Bu konuda idari yargıda açılacak tazminat davası, İYUK.m. 13'deki şartların yerine getirilmesine bağlıdır. Sizin de ifade ettiğiniz gibi; "dava açmadan önce İYUK.m. 13 gereğince yazılı bildirim yada öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde öncelikle Adalet bakanlığına başvuru yapıp başvuru sonucunun kısmen veya tamamen reddi halinde ya da 30 gün içinde cevapsız kalması halinde 30 günlük cevapsızlık süresinden sonra 60 gün içinde dava açma yoluna gidilecektir."

Açılacak dava konusunda aşağıdaki Danıştay kararından yararlanabilirsiniz.


T.C.
Danıştay Başkanlığı - 10. Daire
Esas No.: 2017/363
Karar No.: 2017/4136
Karar tarihi: 17.10.2017


İstemin Özeti : Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373, K:2016/2019 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmaların Özeti : Davalılardan İçişleri Bakanlığınca davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmakta olup, diğer taraflarca savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi : İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesi'nce gereği görüşüldü:

Dava, davacılardan …'in, Bala Adliyesi Sulh Ceza Mahkemesi katibi
olarak çalışmakta iken adliye binasına silahlı olarak giren polis memuru tarafından yaralanmasında; davalı idar ise adliyenin giriş kapısına X-ray cihazının bulundurulmasını sağlamaması nedeniyle kusurlu olduklarından bahisle meydana gelen olay nedeniyle davacı … için 200.000,00 TL maddi, 1.000.000,00 TL manevi, davacının annesi … ve babası … için ayrı ayrı 100.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.400.000,00 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Ankara 10. İdare Mahkemesinin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373 K:2016/2019 sayılı kararıyla; meydana gelen silahlı saldırı olayının davalı Adalet Bakanlığı kontrolündeki adliye binası içerisinde gerçekleştiği, ancak güvenlik için gerekli kontrol noktasının bulunduğu, zarara neden olan kişinin silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olması ve davacı … ile önceden tanıştıkları, bu durumun adliye çalışanları arasında genel olarak bilindiği, davacının kendisini yaralayan kişi tarafından tehdit edildiğine dair herhangi bir resmi başvurusunun bulunmadığı belirtilerek, dava konusu olayın davacının yürütmekte olduğu hizmet ile ilgili olmayıp tamamen kişisel saiklerle ve 3. kişi konumunda bulunan müteveffa polis memurunun suç niteliği taşıyan şahsi kusuru ile meydana geldiği, davalı idareler açısından hizmet kusurunun bulunmadığı/eylem ile sonuç arasında illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine; diğer yandan olayın kamu görevlisi olan davacının çalışmakta olduğu kamu binasında, silah taşımaya yetkili bir başka idare ajanı tarafından silahın görevi dışında kullanılması suretiyle meydana gelmiş olması karşısında; silah kullanma yetkisi bulunan kamu görevlisinin titizlikle seçilmesi gerektiği ve adliye binalarının güvenliğinin yeterince sağlanmaması açısından zararlı sonuçla idare tarafından yürütülen kamu hizmeti arasında hiçbir irtibat bulunmadığının savunulmasının hakkaniyet ilkesine uygun düşmeyeceği belirtilerek, zararın oluşmasında herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı, ancak davacının uğramış olduğu zararla idareler arasında bir irtibat (geniş anlamda bir illiyet bağının) mevcut olduğu, davacının görme ve koku alma duyularını tamamen kaybetmesi şeklinde bundan sonraki hayatı devam noktasındaki psikolojik travmanın atlatılamaması şeklinde tezahür eden olayda idarenin, kusursuz sorumluluk kapsamındaki hakkaniyet ilkesi uyarınca sorumluluğu olduğu gerekçesiyle, davacı … için 150.000,00 TL, annesi … için 25.000,00 TL ve babası … için 25.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine, fazlaya ilişkin talepler yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflarca anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması talep edilmektedir.

Anayasanın 125. maddesinde idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 1. maddesinde, polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder." hükmü yer almaktadır.
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un 7. maddesinde, (Değişik: 23/6/1981 - 2478/3 md.) Ateşli silahları ancak; 1. (Değişik: 26/11/1986 - 3323/1 md.) Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar, Yasama Organı Üyeleri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar, 2. Özel kanunlarına göre silah taşıma yetkisine sahip bulunanlar, 3. Bakanlar Kurulu Kararı ile silah taşıyabileceklerine karar verilen Devlet, belediye, özel idare ve kamu iktisadi teşebbüsleri memur ve mensuplarının taşıyabileceği; aynı kanunun Ek 1. maddesinde (Ek:30/6/1970 - 1308/7 md.; Değişik:22/11/1990 - 3684/2 md.) duruşmalarda, mahkeme salonlarında, hastanelerin psikiyatri bölümlerinde, akıl hastanelerinde, ceza ve tutukevleri ile her türlü ıslah ve infaz kurumlarında veya bunların eklentilerinde ateşli silahların taşınamayacağı kuralına yer verilmekle birlikte bu yerlerde 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişiler ile bu yerlerin güvenliği için görevli bulunan polis ve jandarma personelinin silahlarını taşıyabileceklerine ilişkin hükme yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, yargılama faaliyetinin hiçbir baskı, saldırı, tehdit, korku ve güvenlik endişesi yaşanmadan yürütülebilmesini teminen mahkeme ve duruşma salonları ile bunların eklentilerinin güvenliği sağlamakla görevlendirilen polis ve jandarmanın bu yerlerde silahlarını taşıyabilecekleri, bir başka ifade ile adliye binalarının güvenliğini sağlamakla görevli güvenlik personeli dışındaki 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişilerin ise, kural olarak silahlarını görevli personele teslim etmek suretiyle bu yerlere girebileceği, bu noktada mahkeme ve duruşma salonları ile bunların eklentilerinin güvenliği sağlamakla görevlendirilen polis ve jandarmanın, adliye binası ve eklentilerinde olası bir güvenlik sorunun yaşanmaması için 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişilerin silahlarını teslim almak da dahil olmak üzere her türlü güvenlik tedbirini almakla yükümlü olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Aksi halde, 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişiler yönünden, adliye binalarının güvenliğini sağlamakla görevlendirilen güvenlik personelinin hiçbir güvenlik tedbiri almayacağı sonucuna ulaşılır ki bu yorumu kanunda öngörülen adliyelerin güvenliğinin tam olarak sağlanması amacı ile bağdaştırmaya olanak bulunmamaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden, Bala adliyesinde zabıt katibi olarak görev yapan davacı …'in, 15/08/2013 tarihinde saat 16.30'a kadar mahkeme kaleminde çalıştıktan sonra lavaboya gittiği, lavabodan çıkarken kendisini kapıda bekleyen …'ın itmesi üzerine her ikisinin lavaboya girdiği, davacının saldırganın silahlı olduğunu görmesi üzerine bağırarak yardım istediği, yardım için lavaboya gelen hizmetlinin saldırganın silahlı olduğunu görmesi üzerine kaçtığı, akabinde saldırganın davacıyı başından vurarak yaraladığı ve kendisinin de aynı silahla intihar ederek olay yerinde öldüğü, davacının ise silahla başından yaralanması neticesinde görme yetisini ve koku alma duyusunu kaybettiği, beyninde zarar meydana geldiği ayrıca psikolojik olarak etkilendiğinden bahisle, davacı … için 200.000,00 TL maddi, 1.000.000,00 TL manevi, davacının annesi … ve babası … için ayrı ayrı 100.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.400.000,00 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarelerce tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesince her ne kadar olayın adliye binasında silah taşıma yetkisine sahip polis memurunun suç niteliği taşıyan şahsi kusuru ile meydana ge ldiği, zarar ile davalı idareler arasında illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine karar verilmişse de; öncelikle güvenliğin en üst seviyede sağlanması gereken yerlerden biri olan adliye binasında davalı idareler tarafından gerekli güvenlik tedbirlerinin alınıp alınmadığı hususunun, bir başka deyişle olayda güvenlik tedbirlerinin alınmasına ilişkin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

Dosya içerisinde yer alan bilgi, belge ve ifade tutanakları birlikte incelendiğinde, olayın meydana geldiği Bala adliye binasında x-ray cihazının bulunmadığı, yalnızca polis kontrol noktasının bulunduğu, polis noktasında görevli polis memurunun ise saldırıyı gerçekleştiren …'ın adliyeye girişi esnasında görev yerinde bulunup bulunmadığı konusundaki ifadelerinin çelişkili olduğu; polis memurunun ilk ifadesinde saldırganı saat 15.30 civarında adliye koridorunda gördüğünü, silahlı olduğunu fark etmediğini, saldırgan ile davacı …'in tanıştıklarını olay günü öğrendiğini beyan etmesine rağmen, ikinci ifadesinde; saldırganın kendisine polis kimliğini göstererek adliye binasına girdiğini ve saldırgan ile davacı …'in nişanlı olmaları sebebiyle saldırgandan şüphelenmediğini ifade ettiği görülmektedir.

Bununla birlikte, saldırı esnasında davacı …'in yardım istemesine rağmen, polis memurunun adliye dışında olması sebebiyle olaya müdahale edemediği ancak saldırıdan sonra olay mahalline gelerek diğer ekiplere durumu bildirdiği, kendisinin de olay meydana geldiğinde görev yerinde olmadığını kabul ettiği göz önünde bulundurulduğunda; adliyede güvenliği sağlamakla görevli polis memurunun saldırganın adliye binasına girişinden başlayarak, saldırı anı da olmak üzere görev yerinden ayrılmak suretiyle görevinin gereklerini yerine getirmekte kusurlu olduğu, bu nedenle meydana gelen olayda davalı İçişleri Bakanlığı'nın hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmaktadır.

Diğer yandan, polis memuru hakkında yapılacak ceza soruşturması için Bala Kaymakamlığı tarafından soruşturma izni verilmemesi üzerine, Bala Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı da davalı idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
Zira, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, benzer olaylara ilişkin verdiği kararlarında; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi kapsamında koruma hakkının özelliğinin, Sözleşmenin 13. maddesi için bir anlam ifade ettiğini, "etkili başvuru" kavramının, uygun bir tazminat ödenmesine ek olarak, sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını sağlayacak tam ve etkili bir soruşturma ve soruşturma usulü için şikayetlerin etkili bir değerlendirilmesini içerdiğini, soruşturmayı yürütecek sorumlu kişilerin olaylardan bağımsız olması gerektiği, bunun sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlık olarak anlaşılamayacağı, ayrıca uygulanabilir bir bağımsızlığı içermesi gerektiği belirtilmiştir. Meydana gelen olayda da, Bala Kaymakamlığı'nın soruşturma izni vermemesi nedeniyle Bala Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayın cezai boyutuna ilişkin olarak etkili bir inceleme yapılamadığı görülmektedir.

Ayrıca olayın adliye binasında ve adliye çalışanına karşı gerçekleştirilmesi nedeniyle adliye binasında güvenlik tedbirlerinin alınması konusunda gerekli özeni göstermeyen Adalet Bakanlığı'nın da sorumluluğu bulunduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.

Bu durumda, saldırıyı gerçekleştiren kişinin silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olmasının, yukarıda da belirtildiği üzere hiçbir güvenlik tedbiri alınmadan doğrudan adliye binasına girmesine olanak tanımadığı, salt saldırganın silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olması meydana gelen zarar ile hizmet kusuru arasındaki illiyet bağını kesmeyeceği; adliye binası içinde gerçekleşen saldırının şahsi veya benzeri sebeplerle yapılmış olmasının idarenin sorumluluğunu kaldıracak bir yönünün bulunmadığı; Şanlıurfa İli, Viranşehir İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli olduğu, adliye binasına da görevi dışında geldiği, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan silahıyla adliye binasına girmesinde davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğu dikkate alındığında, mahkemece maddi tazminat isteminin reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
İdare Mahkemesi kararının maddi tazminat istemi yönünden incelenmesi:

Mahkemece, uyuşmazlık konusu olayda, kamu görevlisi olan davacı …'in iş gücü kaybının kesin sağlık raporu ile tespit edilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılarak kendisi ile aynı işi yapan emsali kamu görevlisine nazaran ne kadar daha fazladan efor sarf ettiğinin oran olarak belirlenmesi, görev aylığına belirlenen bu oran uygulamak suretiyle maddi zararının hesaplanması gerekmektedir.

İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat yönünden incelenmesi: Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.

Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.

İdare Mahkemesince, her ne kadar zararın oluşmasında herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı, ancak davacının uğramış olduğu zararla idareler arasında bir irtibat (geniş anlamda bir illiyet bağının) mevcut olduğu gerekçesiyle hakkaniyet ilkesi gereğince davacıların manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar verilmişse de, olayın oluş şekli ve niteliği ile idarenin hizmet kusurunun ağırlığı dikkate alınarak manevi tazminat miktarının yeniden takdir edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz istemlerinin kabulüyle, Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373, K:2016/2019 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun'un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/10/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY
Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren kuramlardan birisi hizmet kusurudur. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, ortada bir zararın bulunmasının yanında, bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle, zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabilmesi gerekir. Zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunmaması, zararın idari faaliyetten doğmadığını gösterir. Zararın oluşmasında zarara uğrayanın veya üçüncü kişinin kusurunun bulunması halinde ise idarenin tazmin sorumluluğunun ortadan kalkacağı ya da kusur ölçüsünde azalacağı açıktır.

Dolayısıyla, idarenin, özel güvenlik önlemleri alınmasını gerektirmeyen durumlarda meydana gelen faili meçhul ya da münferit olay sonucu ortaya çıkan zarardan, idarenin genel güvenlik hizmetlerinde kusuru saptanmadıkça tazminle sorumlu tutulması mümkün bulunmamaktadır.

Kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması Devletin asli görevidir. İdarenin bu görevi yerine getirmek, kamu düzeni ve esenliğini sağlamak üzere kolluk örgütünü kurması, gerekli araç ve olanakları sağlaması, yeterli önlemleri zamanında alması gerektiği açıktır. Ancak, bünyesinde risk taşıyan kolluk hizmetlerinin, önceden haberdar olunan durumlar dışında genel nitelikte önlemler alınarak yürütülmesi doğal olup, ihbar, şikayet veya önceden oluşan bir takım olaylar nedeniyle özel önlemler alınmasını gerektiren durumlar olmadıkça meydana gelen olaylarda idarenin hizmet kusurundan ve tazmin sorumluluğundan söz edilemez.

Uyuşmazlıkta, dosya içerisinde yer alan bilgi, belgeler ile davacı …'in olay öncesi davalı idareden herhangi bir güvenlik tedbiri talebinde bulunulmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, davacı …'in yaralanması olayının 3. kişinin ani ve beklenmeyecek şekilde gerçekleşen ve suç teşkil eden eylemi neticesinde meydana geldiği anlaşıldığından, olayda davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğundan bahsedilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yukarıda belirtilen gerekçeyle, Mahkeme kararının davanın kabulüne ilişkin kısmının bozulması, davanın reddine ilişkin kısmının ise onanması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
Old 07-08-2023, 21:13   #4
Büşra Kocaman

 
Varsayılan

ÜSTADIM BİR HUSUSU DAHA SORMAK İSTİYORUM, İDARİ BAŞVURUDA TALEP EDİLEN MADDİ VE MANEVİ TAZMİNATLA BAĞLILIK MEVCUT MUDUR? BİR ÜSTAT İDARİ BAŞVURU SIRASINDA CİDDİ ANLAMDA YÜKSEK BİR RAKAM İSTEMEMİ ÖNERDİ. ANCAK BEN DAVAMI BAŞVURUDA BELİRTİLEN TAZMİNAT MİKTARININ ÇOK DAHA ALTINDA AÇAĞIM. BU TARZ BİR BAŞVURU DAVA AŞAMASINDA BANA SORUN ÇIKARTIR MI?

Alıntı:
Yazan Yücel Kocabaş
İdari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilenler İYUK.m.2/1.b'ye göre tam yargı davası açarak maddi,manevi tazminat talebinde bulunabilirler. İdarenin kusura dayalı sorumluluğu "hizmet kusuru" olarak ifade edilmektedir.Ortada idarenin kusuru bulunmasa dahi, "kusursuz sorumluluğu"nun varlığı kabul edilmektedir.

Bu konuda idari yargıda açılacak tazminat davası, İYUK.m. 13'deki şartların yerine getirilmesine bağlıdır. Sizin de ifade ettiğiniz gibi; "dava açmadan önce İYUK.m. 13 gereğince yazılı bildirim yada öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde öncelikle Adalet bakanlığına başvuru yapıp başvuru sonucunun kısmen veya tamamen reddi halinde ya da 30 gün içinde cevapsız kalması halinde 30 günlük cevapsızlık süresinden sonra 60 gün içinde dava açma yoluna gidilecektir."

Açılacak dava konusunda aşağıdaki Danıştay kararından yararlanabilirsiniz.


T.C.
Danıştay Başkanlığı - 10. Daire
Esas No.: 2017/363
Karar No.: 2017/4136
Karar tarihi: 17.10.2017


İstemin Özeti : Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373, K:2016/2019 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmaların Özeti : Davalılardan İçişleri Bakanlığınca davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmakta olup, diğer taraflarca savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi : İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesi'nce gereği görüşüldü:

Dava, davacılardan …'in, Bala Adliyesi Sulh Ceza Mahkemesi katibi
olarak çalışmakta iken adliye binasına silahlı olarak giren polis memuru tarafından yaralanmasında; davalı idar ise adliyenin giriş kapısına X-ray cihazının bulundurulmasını sağlamaması nedeniyle kusurlu olduklarından bahisle meydana gelen olay nedeniyle davacı … için 200.000,00 TL maddi, 1.000.000,00 TL manevi, davacının annesi … ve babası … için ayrı ayrı 100.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.400.000,00 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Ankara 10. İdare Mahkemesinin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373 K:2016/2019 sayılı kararıyla; meydana gelen silahlı saldırı olayının davalı Adalet Bakanlığı kontrolündeki adliye binası içerisinde gerçekleştiği, ancak güvenlik için gerekli kontrol noktasının bulunduğu, zarara neden olan kişinin silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olması ve davacı … ile önceden tanıştıkları, bu durumun adliye çalışanları arasında genel olarak bilindiği, davacının kendisini yaralayan kişi tarafından tehdit edildiğine dair herhangi bir resmi başvurusunun bulunmadığı belirtilerek, dava konusu olayın davacının yürütmekte olduğu hizmet ile ilgili olmayıp tamamen kişisel saiklerle ve 3. kişi konumunda bulunan müteveffa polis memurunun suç niteliği taşıyan şahsi kusuru ile meydana geldiği, davalı idareler açısından hizmet kusurunun bulunmadığı/eylem ile sonuç arasında illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine; diğer yandan olayın kamu görevlisi olan davacının çalışmakta olduğu kamu binasında, silah taşımaya yetkili bir başka idare ajanı tarafından silahın görevi dışında kullanılması suretiyle meydana gelmiş olması karşısında; silah kullanma yetkisi bulunan kamu görevlisinin titizlikle seçilmesi gerektiği ve adliye binalarının güvenliğinin yeterince sağlanmaması açısından zararlı sonuçla idare tarafından yürütülen kamu hizmeti arasında hiçbir irtibat bulunmadığının savunulmasının hakkaniyet ilkesine uygun düşmeyeceği belirtilerek, zararın oluşmasında herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı, ancak davacının uğramış olduğu zararla idareler arasında bir irtibat (geniş anlamda bir illiyet bağının) mevcut olduğu, davacının görme ve koku alma duyularını tamamen kaybetmesi şeklinde bundan sonraki hayatı devam noktasındaki psikolojik travmanın atlatılamaması şeklinde tezahür eden olayda idarenin, kusursuz sorumluluk kapsamındaki hakkaniyet ilkesi uyarınca sorumluluğu olduğu gerekçesiyle, davacı … için 150.000,00 TL, annesi … için 25.000,00 TL ve babası … için 25.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine, fazlaya ilişkin talepler yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflarca anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması talep edilmektedir.

Anayasanın 125. maddesinde idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 1. maddesinde, polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder." hükmü yer almaktadır.
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un 7. maddesinde, (Değişik: 23/6/1981 - 2478/3 md.) Ateşli silahları ancak; 1. (Değişik: 26/11/1986 - 3323/1 md.) Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar, Yasama Organı Üyeleri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar, 2. Özel kanunlarına göre silah taşıma yetkisine sahip bulunanlar, 3. Bakanlar Kurulu Kararı ile silah taşıyabileceklerine karar verilen Devlet, belediye, özel idare ve kamu iktisadi teşebbüsleri memur ve mensuplarının taşıyabileceği; aynı kanunun Ek 1. maddesinde (Ek:30/6/1970 - 1308/7 md.; Değişik:22/11/1990 - 3684/2 md.) duruşmalarda, mahkeme salonlarında, hastanelerin psikiyatri bölümlerinde, akıl hastanelerinde, ceza ve tutukevleri ile her türlü ıslah ve infaz kurumlarında veya bunların eklentilerinde ateşli silahların taşınamayacağı kuralına yer verilmekle birlikte bu yerlerde 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişiler ile bu yerlerin güvenliği için görevli bulunan polis ve jandarma personelinin silahlarını taşıyabileceklerine ilişkin hükme yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, yargılama faaliyetinin hiçbir baskı, saldırı, tehdit, korku ve güvenlik endişesi yaşanmadan yürütülebilmesini teminen mahkeme ve duruşma salonları ile bunların eklentilerinin güvenliği sağlamakla görevlendirilen polis ve jandarmanın bu yerlerde silahlarını taşıyabilecekleri, bir başka ifade ile adliye binalarının güvenliğini sağlamakla görevli güvenlik personeli dışındaki 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişilerin ise, kural olarak silahlarını görevli personele teslim etmek suretiyle bu yerlere girebileceği, bu noktada mahkeme ve duruşma salonları ile bunların eklentilerinin güvenliği sağlamakla görevlendirilen polis ve jandarmanın, adliye binası ve eklentilerinde olası bir güvenlik sorunun yaşanmaması için 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişilerin silahlarını teslim almak da dahil olmak üzere her türlü güvenlik tedbirini almakla yükümlü olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Aksi halde, 7’nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen kişiler yönünden, adliye binalarının güvenliğini sağlamakla görevlendirilen güvenlik personelinin hiçbir güvenlik tedbiri almayacağı sonucuna ulaşılır ki bu yorumu kanunda öngörülen adliyelerin güvenliğinin tam olarak sağlanması amacı ile bağdaştırmaya olanak bulunmamaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden, Bala adliyesinde zabıt katibi olarak görev yapan davacı …'in, 15/08/2013 tarihinde saat 16.30'a kadar mahkeme kaleminde çalıştıktan sonra lavaboya gittiği, lavabodan çıkarken kendisini kapıda bekleyen …'ın itmesi üzerine her ikisinin lavaboya girdiği, davacının saldırganın silahlı olduğunu görmesi üzerine bağırarak yardım istediği, yardım için lavaboya gelen hizmetlinin saldırganın silahlı olduğunu görmesi üzerine kaçtığı, akabinde saldırganın davacıyı başından vurarak yaraladığı ve kendisinin de aynı silahla intihar ederek olay yerinde öldüğü, davacının ise silahla başından yaralanması neticesinde görme yetisini ve koku alma duyusunu kaybettiği, beyninde zarar meydana geldiği ayrıca psikolojik olarak etkilendiğinden bahisle, davacı … için 200.000,00 TL maddi, 1.000.000,00 TL manevi, davacının annesi … ve babası … için ayrı ayrı 100.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.400.000,00 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarelerce tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesince her ne kadar olayın adliye binasında silah taşıma yetkisine sahip polis memurunun suç niteliği taşıyan şahsi kusuru ile meydana ge ldiği, zarar ile davalı idareler arasında illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine karar verilmişse de; öncelikle güvenliğin en üst seviyede sağlanması gereken yerlerden biri olan adliye binasında davalı idareler tarafından gerekli güvenlik tedbirlerinin alınıp alınmadığı hususunun, bir başka deyişle olayda güvenlik tedbirlerinin alınmasına ilişkin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

Dosya içerisinde yer alan bilgi, belge ve ifade tutanakları birlikte incelendiğinde, olayın meydana geldiği Bala adliye binasında x-ray cihazının bulunmadığı, yalnızca polis kontrol noktasının bulunduğu, polis noktasında görevli polis memurunun ise saldırıyı gerçekleştiren …'ın adliyeye girişi esnasında görev yerinde bulunup bulunmadığı konusundaki ifadelerinin çelişkili olduğu; polis memurunun ilk ifadesinde saldırganı saat 15.30 civarında adliye koridorunda gördüğünü, silahlı olduğunu fark etmediğini, saldırgan ile davacı …'in tanıştıklarını olay günü öğrendiğini beyan etmesine rağmen, ikinci ifadesinde; saldırganın kendisine polis kimliğini göstererek adliye binasına girdiğini ve saldırgan ile davacı …'in nişanlı olmaları sebebiyle saldırgandan şüphelenmediğini ifade ettiği görülmektedir.

Bununla birlikte, saldırı esnasında davacı …'in yardım istemesine rağmen, polis memurunun adliye dışında olması sebebiyle olaya müdahale edemediği ancak saldırıdan sonra olay mahalline gelerek diğer ekiplere durumu bildirdiği, kendisinin de olay meydana geldiğinde görev yerinde olmadığını kabul ettiği göz önünde bulundurulduğunda; adliyede güvenliği sağlamakla görevli polis memurunun saldırganın adliye binasına girişinden başlayarak, saldırı anı da olmak üzere görev yerinden ayrılmak suretiyle görevinin gereklerini yerine getirmekte kusurlu olduğu, bu nedenle meydana gelen olayda davalı İçişleri Bakanlığı'nın hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmaktadır.

Diğer yandan, polis memuru hakkında yapılacak ceza soruşturması için Bala Kaymakamlığı tarafından soruşturma izni verilmemesi üzerine, Bala Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı da davalı idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
Zira, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, benzer olaylara ilişkin verdiği kararlarında; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi kapsamında koruma hakkının özelliğinin, Sözleşmenin 13. maddesi için bir anlam ifade ettiğini, "etkili başvuru" kavramının, uygun bir tazminat ödenmesine ek olarak, sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını sağlayacak tam ve etkili bir soruşturma ve soruşturma usulü için şikayetlerin etkili bir değerlendirilmesini içerdiğini, soruşturmayı yürütecek sorumlu kişilerin olaylardan bağımsız olması gerektiği, bunun sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlık olarak anlaşılamayacağı, ayrıca uygulanabilir bir bağımsızlığı içermesi gerektiği belirtilmiştir. Meydana gelen olayda da, Bala Kaymakamlığı'nın soruşturma izni vermemesi nedeniyle Bala Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayın cezai boyutuna ilişkin olarak etkili bir inceleme yapılamadığı görülmektedir.

Ayrıca olayın adliye binasında ve adliye çalışanına karşı gerçekleştirilmesi nedeniyle adliye binasında güvenlik tedbirlerinin alınması konusunda gerekli özeni göstermeyen Adalet Bakanlığı'nın da sorumluluğu bulunduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.

Bu durumda, saldırıyı gerçekleştiren kişinin silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olmasının, yukarıda da belirtildiği üzere hiçbir güvenlik tedbiri alınmadan doğrudan adliye binasına girmesine olanak tanımadığı, salt saldırganın silah taşıma yetkisine sahip polis memuru olması meydana gelen zarar ile hizmet kusuru arasındaki illiyet bağını kesmeyeceği; adliye binası içinde gerçekleşen saldırının şahsi veya benzeri sebeplerle yapılmış olmasının idarenin sorumluluğunu kaldıracak bir yönünün bulunmadığı; Şanlıurfa İli, Viranşehir İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli olduğu, adliye binasına da görevi dışında geldiği, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan silahıyla adliye binasına girmesinde davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğu dikkate alındığında, mahkemece maddi tazminat isteminin reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
İdare Mahkemesi kararının maddi tazminat istemi yönünden incelenmesi:

Mahkemece, uyuşmazlık konusu olayda, kamu görevlisi olan davacı …'in iş gücü kaybının kesin sağlık raporu ile tespit edilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılarak kendisi ile aynı işi yapan emsali kamu görevlisine nazaran ne kadar daha fazladan efor sarf ettiğinin oran olarak belirlenmesi, görev aylığına belirlenen bu oran uygulamak suretiyle maddi zararının hesaplanması gerekmektedir.

İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat yönünden incelenmesi: Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.

Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.

İdare Mahkemesince, her ne kadar zararın oluşmasında herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı, ancak davacının uğramış olduğu zararla idareler arasında bir irtibat (geniş anlamda bir illiyet bağının) mevcut olduğu gerekçesiyle hakkaniyet ilkesi gereğince davacıların manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar verilmişse de, olayın oluş şekli ve niteliği ile idarenin hizmet kusurunun ağırlığı dikkate alınarak manevi tazminat miktarının yeniden takdir edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz istemlerinin kabulüyle, Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin 16/06/2016 tarih ve E:2014/1373, K:2016/2019 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun'un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/10/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY
Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren kuramlardan birisi hizmet kusurudur. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, ortada bir zararın bulunmasının yanında, bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle, zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabilmesi gerekir. Zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunmaması, zararın idari faaliyetten doğmadığını gösterir. Zararın oluşmasında zarara uğrayanın veya üçüncü kişinin kusurunun bulunması halinde ise idarenin tazmin sorumluluğunun ortadan kalkacağı ya da kusur ölçüsünde azalacağı açıktır.

Dolayısıyla, idarenin, özel güvenlik önlemleri alınmasını gerektirmeyen durumlarda meydana gelen faili meçhul ya da münferit olay sonucu ortaya çıkan zarardan, idarenin genel güvenlik hizmetlerinde kusuru saptanmadıkça tazminle sorumlu tutulması mümkün bulunmamaktadır.

Kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması Devletin asli görevidir. İdarenin bu görevi yerine getirmek, kamu düzeni ve esenliğini sağlamak üzere kolluk örgütünü kurması, gerekli araç ve olanakları sağlaması, yeterli önlemleri zamanında alması gerektiği açıktır. Ancak, bünyesinde risk taşıyan kolluk hizmetlerinin, önceden haberdar olunan durumlar dışında genel nitelikte önlemler alınarak yürütülmesi doğal olup, ihbar, şikayet veya önceden oluşan bir takım olaylar nedeniyle özel önlemler alınmasını gerektiren durumlar olmadıkça meydana gelen olaylarda idarenin hizmet kusurundan ve tazmin sorumluluğundan söz edilemez.

Uyuşmazlıkta, dosya içerisinde yer alan bilgi, belgeler ile davacı …'in olay öncesi davalı idareden herhangi bir güvenlik tedbiri talebinde bulunulmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, davacı …'in yaralanması olayının 3. kişinin ani ve beklenmeyecek şekilde gerçekleşen ve suç teşkil eden eylemi neticesinde meydana geldiği anlaşıldığından, olayda davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğundan bahsedilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yukarıda belirtilen gerekçeyle, Mahkeme kararının davanın kabulüne ilişkin kısmının bozulması, davanın reddine ilişkin kısmının ise onanması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
Old 08-08-2023, 11:17   #5
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Büşra Kocaman
ÜSTADIM BİR HUSUSU DAHA SORMAK İSTİYORUM, İDARİ BAŞVURUDA TALEP EDİLEN MADDİ VE MANEVİ TAZMİNATLA BAĞLILIK MEVCUT MUDUR? BİR ÜSTAT İDARİ BAŞVURU SIRASINDA CİDDİ ANLAMDA YÜKSEK BİR RAKAM İSTEMEMİ ÖNERDİ. ANCAK BEN DAVAMI BAŞVURUDA BELİRTİLEN TAZMİNAT MİKTARININ ÇOK DAHA ALTINDA AÇAĞIM. BU TARZ BİR BAŞVURU DAVA AŞAMASINDA BANA SORUN ÇIKARTIR MI?

İdari yargı davalarında adli yargıda olduğu gibi taleple bağlılık ilkesi vardır. Hakimin talebi aşarak maddi ve manevi tazminat miktarını arttırması mümkün değildir. Ancak İYUK.m. 16/4'e göre "tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar ,verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir." Bu yönden tazminat miktarını düşük tutmanın yararı değil, zararı söz konusudur.
Old 04-11-2023, 16:24   #6
Büşra Kocaman

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Yücel Kocabaş
İdari yargı davalarında adli yargıda olduğu gibi taleple bağlılık ilkesi vardır. Hakimin talebi aşarak maddi ve manevi tazminat miktarını arttırması mümkün değildir. Ancak İYUK.m. 16/4'e göre "tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar ,verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir." Bu yönden tazminat miktarını düşük tutmanın yararı değil, zararı söz konusudur.

Üstadım sizi tekrar rahatsız ediyorum ancak idare hukuku çalışmadığım için tekrar bir hususu danışmak istiyorum idareye ilgili konudaki davayı sonradan ıslah edilmek üzere 1.000 TL maddi tazminat ve 500.000 TL manevi tazminat şeklinde açtım. Dava dilekçemde " 1.000 TL maddi tazminat ( kazanç kaybı, çalışma gücünün azalması ve yitirilmesinden kaynaklı alacak, ekonomik geleceğin sarsılmasından kaynaklı tazminat ve tedavi giderleri) " şeklinde yazmıştım. İdare dilekçe ret kararı verdi. gerekçe olarak da hangi tazminat kaleminde ne kadar tazminat istediğinin açıkça belirtilmesini ve varsa evrak eklenmesini istedi. Benim asıl talebim meslekten kazanma gücü kaybı olan çalışma gücünün azalması ya da yitirilmesinden kaynaklı kayıptı. Ancak eksik kalmaması adına diğer tazminat kalemlerinin de ismini yazmıştım. Bu sebeple şimdi talebimi sonradan ıslah edilmek üzere 10 TL tedavi gideri 10 TL kazanç kaybı 10 TL ekonomik geleceğin sarsılması ve 970TL çalışma gücü kaybı olarak belirsem usulü anlamda bir sıkıntı olur mu? Elimde diğer kalemlerle ilgili delil yok ancak daha önce talep edildiği için delilsiz talep edeceğim. Esastan ret vermesi sıkıntı değil ancak asıl beklenti manevi tazminat olduğu için tekrar usuli bir sıkıntı nedeniyle davanın açılmamış sayılması durumunda kalmak istemiyorum. Şimdiden yardımlarınız için çok teşekkür ederim.
Old 05-11-2023, 19:04   #7
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

Toplam (1000)TL olarak talep ettiğiniz maddi tazminat talebinizi, sorudaki gibi bölerek ve fazlaya ilişkin talebinizi saklı tutarak talep etmenizde usul açısından bir sakınca bulunmamaktadır. Sonradan nihai karar verilinceye kadar,bu miktarları İYUK m.16/4'e göre arttırmanız imkanı vardır.
Old 05-11-2023, 19:35   #8
Büşra Kocaman

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Yücel Kocabaş
Toplam (1000)TL olarak talep ettiğiniz maddi tazminat talebinizi, sorudaki gibi bölerek ve fazlaya ilişkin talebinizi saklı tutarak talep etmenizde usul açısından bir sakınca bulunmamaktadır. Sonradan nihai karar verilinceye kadar,bu miktarları İYUK m.16/4'e göre arttırmanız imkanı vardır.

Üstadım çok teşekkür ederim
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Orman Bekçileri Için Açilacak Hizmet Tespit Davasi Cihat58 Meslektaşların Soruları 0 02-06-2020 00:11
Özel Tip Merkezine Karşi Açilacak Tazminat Davasi cuysala Meslektaşların Soruları 9 13-10-2015 14:21
Noterliğe Açilacak Tazminat Davasi Gökberk Meslektaşların Soruları 4 18-09-2015 16:57
Işini Savsaklayan Işçiye Açilacak Tazminat Davasi avukat2323 Meslektaşların Soruları 2 10-07-2015 09:54


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04899406 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.