Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Yargıtay, yerel mahkemenin gerekçeli kararında bahsetmediği bir karar verebilir mi?

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 18-02-2010, 23:52   #1
özge_law

 
Varsayılan Yargıtay, yerel mahkemenin gerekçeli kararında bahsetmediği bir karar verebilir mi?

Herkese iyi akşamlar,
Yerel mahkemenin verdiği davanın reddine dair karar ile dosya Yargıtaya gidiyor ve Yargıtaydan da onanarak dönüyor, fakat Yargıtay kararında yerel mahkemenin değinmediği bir karar olarak davanın husumetten reddine karar veriyor. Bu şekilde hükmedilen vekalet ücreti de, maktu vekalet ücreti haline geliyor ve Yerel mahkemenin hükmettiği nispi vekalet ücretinin yanında komik bir rakam halini alıyor. Bu durumda karar düzeltme yoluna gidilecek, fakat sorun şu : Yargıtay, Yerl Mahkemenin gerekçeli kararında bahsetmediği bir karar verebilir mi? Buna dair elinde Yargıtay kararı olan varsa ve paylaşırsa sevinirim. Şimdiden herkese teşekkürler...
Old 19-02-2010, 07:45   #2
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Husumet (sıfat) davanın her aşamasında re'sen dikkate alınır. Örneğin, davacılık sıfatının yokluğu nedeniyle reddi gereken bir davada yerel mahkeme işin esasına girerek davanın esastan reddine karar vermişse, Yargıtay davanın husumetten reddi gerektiğini belirterek sonuç itibariyle doğru olan davanın reddi kararını bu yönü belirterek onayabilir.

Örnek içtihat:

T.C.
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi

E:2004/8180
K:2005/2846
T:17.03.2005

Taraflar arasındaki sıra cetveline İtiraz davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili aleyhine girişilen İcra takipleri sonucunda müvekkiline ait taşınmazın birden çok alacaklı tarafından haczedildiğini, düzenlenen sıra cetvelinde vergi dairesine olan borcun ödenmediğini ve ihale bedelinin yanlış alacaklıya ödenmesine karar verildiğini iddia ederek sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, dosya üzerinden yapılan incelemeye göre, vergi dairesinin tasınmaz üzerinde haczi bulunmadığı, haciz tarihlerine gore dağıtımın usulune uygun oldugu gerekcesıyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava borçlu tarafından açılmıştır. Haciz yolu ile takiplerde duzenlenecek sıra cetveline itiraz, İİK'nun 142'nci maddesine gore yalnızca alacaklılara tanınmıs bir hak olup davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan reddi gerekirken, sıra cetvelinin usul ve yasaya aykırı olmadığı gerekcesi ile reddi doğru degıl ise de, sonucu itibariyle isabetli bulunan hükmün HUMK'nun 438/son maddesi uyarınca gerekçesinin anılan şekilde değiştirilmesi ve düzeltilmesi sureti ile onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan hükmün HUMK'nun 438/son maddesi uyarınca gerekçesi değiştirilmek ve düzeltilmek suretiyle ONANMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 17.03.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 19-02-2010, 13:02   #3
AvFıratArslan

 
Varsayılan

Sayın Aladağ;

Yerel mahkeme kararında husumeti hiç ele almamış, hem davacı taraf hem de davalı taraf davanın her aşamasında husumetten reddini talep etmemiştir. Davalı taraf davanın sözleşmeye aykırılıktan reddini talep etmiş ve yerel mahkeme de bu doğrultuda davanın reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş ve yargıtay davanın husumetten reddedildiğini ve takdir olunan nispi vekalet ücretini düzelterek onayarak maktu vekalet ücretine hükmetmiştir. Sormak istediğim şu yargıtay yerel mahkemenin kararıyla bu şekilde çelişebilir mi?Sonuçta husumet davanın hiç bir aşamasında ileri sürülmemiş ve kararda da bahsi geçmemektedir. Örnek yargıtay kararınız varsa gönderirseniz çok sevinirim. İyi Çalışmalar dilerim..
Old 19-02-2010, 13:57   #4
Av.H.Sancar KARACA

 
Varsayılan

Sayın AvFıratArslan,
Dosyada ilk derece mahkemesinin verdiği kararın usul ve yasaya uygunluğunu Temyiz mahkemesi denetlediğine göre, "yargıtay yerel mahkemenin kararıyla bu şekilde çelişebilir". Bozma kararı veya düzelterek onama kararı, ilk derece mahkemesi kararına elbette çelişiktir. Üstad Sayın ALADAĞ'ın mesajındaki ilk cümle, diğer sorularınızın yanıtıdır (diye düşünüyorum).
Old 19-02-2010, 14:05   #5
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan AvFıratArslan
Sayın Aladağ;

Yerel mahkeme kararında husumeti hiç ele almamış, hem davacı taraf hem de davalı taraf davanın her aşamasında husumetten reddini talep etmemiştir. Davalı taraf davanın sözleşmeye aykırılıktan reddini talep etmiş ve yerel mahkeme de bu doğrultuda davanın reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş ve yargıtay davanın husumetten reddedildiğini ve takdir olunan nispi vekalet ücretini düzelterek onayarak maktu vekalet ücretine hükmetmiştir. Sormak istediğim şu yargıtay yerel mahkemenin kararıyla bu şekilde çelişebilir mi?Sonuçta husumet davanın hiç bir aşamasında ileri sürülmemiş ve kararda da bahsi geçmemektedir. Örnek yargıtay kararınız varsa gönderirseniz çok sevinirim. İyi Çalışmalar dilerim..

Sayın Arslan,
Yukarıdaki mesajımda da açıkladığım gibi, husumet davanın her aşamasında re'sen dikkate alınır. Yerel mahkeme bunu gözden kaçırmışsa Yargıtay da davanın husumetten reddi gerektiğine karar verebilir. Yukarıda bir içtihat eklemiştim, yeni tarihli bir tane daha ekleyeyim.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E:2009/10-34
K:2009/104
T:04.03.2009

TarafSıfatı

Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara Onbirinci İş Mahkemesi) nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.07.2007 gün ve 2007/262-501 sayılı kararın incelenmesinin davalı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi'nin 19.02.2008 gün ve 2007/19948-2008/2126 sayılı ilamı ile; (...1-Dava, sigortalının oğlu için Sağlık Kurulu raporu ile kullanılması uygun görülen "Ayakta Dik Pozisyonlandırma Cihazı (Motorlu Kalkış-Motorlu Sürüş)" bedelinin davalı Kurumdan faiziyle tahsili talebine ilişkin olup; davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasa'nın 32. ve devamındaki maddelerdir. Anılan Yasa'nın 34/son maddesinde, Kurumun, sigortalının iyileşmesine yarayacak, yahut iş göremezliğini az çok gidermesi için gerekli görülecek protez, araç ve gereçleri, maddede belirtilen süreler ile bağlı olmaksızın sağlamak, onarmak ve tespit edilen süre ve şartlarla yenilemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Görüldüğü gibi; protez, araç ve gereçlerin temini konusunda yasa iki şart öngörmüş ve bunu "sigortalının iyileşmesine yarayacak" olma veya "iş göremezliği az çok giderecek" olma ifadeleri ile belirtilmiştir. Aynı hüküm, Yasa'nın ek 32. maddesinde de yer almaktadır. Söz konusu hükümlerle, sigortalının iyileşmesine ya da iş göremezlik derecesine olumlu yönde katkısı olmayacak, hayati önemi haiz olmayan veya kişinin hayatını idame ettirmesi için zorunlu olmayan, protez, araç ve gereçlerin Kurumca karşılanmasının mümkün olmadığı ifade edilmekle, yapılacak sağlık yardımlarının kapsamı ve amacı bu şekilde belirlenmiş olmaktadır.
Davaya konu cihazın, tıbben ve fennen sigortalının iyileşmesine veya iş göremezlik derecesinin azalmasına katkıda bulunup bulunmayacağı hususunun öncelikle konusunda uzman bilirkişi heyetince saptanması gerekir. Saptama yapılırken, iş göremezlik derecesini azaltma kavramı, sigortalının hayat kalitesini iyileştirme niteliğinde değerlendirilmemeli ve bu kavramın çalışma hayatı ile ilgili bulunduğu ve özellikle, sigortalının yeniden çalışma hayatına kazandırılması amacıyla iş göremezlik derecesinin az veya çok giderilmesi şeklinde anlaşılması gerekeceği unutulmamalıdır. Şayet; cihazın kullanımının sigortalının iyileşmesi ve iş göremezlik derecesinin giderilmesi yönünde hayati öneme haiz ve zorunlu olduğu sonucuna varılırsa, bu takdirde harcama miktarının uygunluğu denetlenmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir.
2- Bir davada
taraf olarak gösterilen kişilerin gerçekten o dava ile ilgili kimseler olması; bir başka ifade ile dava konusu sübjektif hak ile taraflar arasındaki ilişkinin varlığı, usul hukukunda "sıfat" olarak tanımlanmaktadır. Bir sübjektif hakkı dava etme yetkisi, kural olarak o hakkın sahibine aittir. Mahkemece, dava konusu hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olan "sıfat" konusunun yargılamanın her aşamasında re'sen ele alıp incelenmesi ve şayet davacının dava konusunu talep etme hakkının bulunmadığı sonucuna varılırsa, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verilmesi yasal zorunluluğu bulunmaktadır.
Davada, maddi hukuk açısından davacı lehine doğmuş bir alacak hakkının bulunup bulunmadığı; bu bağlamda, söz konusu cihaz bedelinin davacı
tarafından ilgili şirkete ödenmesine bağlı olarak davada sıfat şartının gerçekleşip gerçekleşmediği yönü araştırılarak sonucuna göre karar verilmelidir.
Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki esaslar doğrultusunda inceleme yapılarak karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı Kurum vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme karar ının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sigortalının hak sahibi oğlu için Sağlık Kurulu raporu ile kullanılması uygun görülen "ayakta dik pozisyonlandırma cihazı" temin edilmesi talebine yönelik Kurumun red işleminin iptali ve davacı
tarafından temin edilen cihaz bedelinin Kurumdan faizi ile tahsili istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun ek 32. maddesi uyarınca bilirkişi raporunda belirlenen miktar üzerinden davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı Kurum vekilinin temyizi üzerine Özel Daire'ce; sigortalının bakmakla yükümlü olduğu kişi için Sağlık Kurulu raporu ile kullanılması gerekli görülen motorlu tekerlekli sandalye bedelinin herhangi bir kısıtlayıcı düzenlemeye sahip bulunmayan 506 sayılı Kanun'un ek 32. maddesi uyarınca Kurumca karşılanması gerektiğinin kabulünde isabetsizlik bulunmadığı, ancak Sağlık Kurulu raporunda açıklanan özelliklere ve aynı işlevlere sahip motorlu tekerlekli sandalyenin daha az bir bedelle temininin mümkün olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gereğine işaretle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, bozmaya uyularak yap ılan fiyat araştırması sonunda cihazın fatura bedelinin uygun olduğunun tespit edildiği gerekçesi ile ilk karardaki miktar üzerinden davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın, davalı Kurum vekilinin temyizi üzerine Özel Daire'ce içeriği yukanya alınan gerekçe ile bozulmasına karar verilmiş, yerel mahkemece; Özel Daire'nin ilk bozma kararında cihaz bedelinin Kurumca karşılanması gerektiğinin açıkça belirtilmiş olmasına karşın, Özel Daire'nin ikinci bozma kararının usuli kazanılmış hakkın ihlali mahiyetinde olduğu, ayrıca davacının cihazı satın aldığı şirketin halefi olduğu ve dava dışı şirketin davacı yerine geçerek Kurum aleyhine dava açmasının düşünülemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Hukuk Genel kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının
sıfatı bulunup bulunmadığı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında Kurumun dava konusu cihazı temin yükümlülüğü olup olmadığı ve somut olayda usuli kazanılmış hakkın ihlal edilip edilmediği noktalarındadır.
I- Davacının
sıfatı bulunup bulunmadığı yönünden yapılan değerlendirmede;
Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile
taraflar arasındaki ilişkidir. Tarafsıfatı, dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Bir sübjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı), kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Bir kişinin, bir davada gerçekten davacı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (sübjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Bir davada davacı olma sıfatı, dava konusu hakkın sahibine aittir (Prof. Dr. B. Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 1990, 5. Baskı, 1. Cilt, s. 755 vd.).Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Görüldüğü üzere, tarafsıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan, tarafsıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için defi değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir (Hukuk Genel Kurulu'nun 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 sayılı kararı).
Davanın yasal dayanağını oluşturan, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca, hastalık sigortası kolundan sigortalıya; sağlık yardımı yapılması ile protez araç ve gereçlerinin standartlara uygun olarak sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi yardımları sağlanır. Anılan Kanun'un 34. maddesinde de sigortalının eşi ve geçindirmekle yükümlü olduğu çocuklarının, 33. maddede belirtilen sağlık yardımlarından yararlanacakları belirtilmektedir. Kanun'un 33. maddesinde yer almayan protez araç ve gereçlerine ilişkin düzenleme ise, yine anılan Kanun'un ek 32. maddesinde yer almaktadır. Buna göre; sigortalılar ile Kurumdan sürekli iş göremezlik geliri, malullük veya yaşlılık aylığı almakta olanların geçindirmekle yükümlü oldukları çocuklarının ve Kurumdan hak sahibi olarak gelir veya aylık alan çocukların iyileşmelerine yarayacak yahut iş göremezliklerini gidermeleri için gerekli görülen protez araç ve gereçleri, Kurumca 34. maddede belirlenen sağlık yardımları süreleri ile bağlı olmaksızın sağlanır, onarılır ve tespit edilen süre ve şartlarla yenilenir.
Maddelerin açık düzenlemesi karşısında; Kurumun temini ile yükümlü olduğu cihazın, Kurumca temin edilmemesi ve bu yöndeki sigortalı talebinin Kurumca reddi halinde; cihazı temin eden sigortalı veya hak sahibinin Kurum işleminin iptalini ve kullanılan cihaz bedelinin tahsilini talep etme yönünde bu davayı açmakta
tarafsıfatı bulunduğu açıktır. Hukuk Genel Kurulu'nun 01.03.2006 gün ve 2006/21-5 Esas 2006/33 sayılı kararında da, sigortalının alacağını temlik ettiği uyuşmazlıkta sıfat yönünden fatura bedelinin ödenmiş olması hususu aranmamıştır.
II- Kurumun cihazı temin yükümlülüğü bulunup bulunmadığı yönünden yapılan değerlendirmede;
506 sayılı Kanun'un hastalık sigortasına ilişkin 32. ve devamı maddelerinde yer alan "iş göremezliği giderme" kavramı, aktif sigortalıların çalışma hayatına ilişkin bir kavram olup, uyuşmazlığın çözümünde Kanun'un ek 32. maddesinde yer alan "iyileştirme" kavramının da incelenmesi gerekmektedir. T.C. Anayasası'nın 90. maddesi uyarınca usulüne göre yürürlüğe konulmuş anlaşmalar kanun hükmündedir. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır. Bu bağlamda onay kanunu ile yürürlüğe giren Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkında 102 Nolu ILO Sözleşmesi'nin 10/3. maddesinde; yapılacak yardımların, korunan kimsenin sağlığını korumaya, çalışma gücünü iadeye ve şahsi ihtiyaçlarını karşılayabilme kabiliyetini artırmaya matuf olduğu açıklanmıştır. 506 sayılı Kanun'un hastalık sigortası kolundan sağlanacak sağlık yardımlarının kapsamı başlıklı 33. maddesinin son fıkrasında da, bu madde gereğince yapılacak sağlık yardımlarının; sigortalının sağlığını koruma, çalışma gücünü yeniden kazandırma ve kendi ihtiyaçlarını görme kabiliyetini artırma amacını güdeceği açıkça belirtilmiş, bir anlamda, onaylanması nedeniyle bağlayıcı hale gelen 102 Nolu ILO Sözleşmesi'nin 10/3. maddesi hükmü tekrarlanmıştır. Her iki yasal düzenlemenin açıkça gösterdiği gibi, sigortalı veya hak sahibine "dik pozisyonlandırma cihazı" temini yönünden aranacak temel unsur; iyileşmesine yardımcı olması unsurudur. İyileşmeye yardımcı olma kavramının ise, açık yasal düzenlemeler uyarınca; sağlığı koruma, çalışma gücünü yeniden kazandırma ve kendi ihtiyaçlarını görme kabiliyetini artırma olarak kabulü zorunludur; aksinin kabulü halinde iyileşme kavramına ilk günlü sağlığına kavuşma anlamının verilmesi halinde, ortez ve protez kullanımının hiçbir zaman mümkün olamayacağı hususu da açıktır.
Yargılama sırasında yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 63. maddesinde de yapılan açıklamalar doğrultusunda düzenleme bulunmaktadır. Buna göre; iş kazası ile meslek hastalığı, hastalık ve analık sonucu tıbben gerekli görülen, sağlık hizmetlerinin karşılanması, temini amacıyla Kurumca finansmanı sağlanacak sağlık hizmetleri içinde (f) bendinde ortez ve proteze yer verilirken, temini için sadece; sağlanacak sağlık hizmetleriyle ilgili teşhis ve tedaviler için gerekli olabilme ifadesi kullanılmıştır.
Kurumun teminle yükümlü olduğu yürürlükteki mevzuat hükümlerine uygun fiyatlı dik pozisyonlandırma cihazına hak kazanılması için gerekli olan "iyileştirme" unsurunun, diğer bir anlatımla sağlığı koruma, çalışma gücünü yeniden kazandırma ve kendi ihtiyaçlarını görme kabiliyetini artırma husus-lannın; cihazı kullanacak kişi yönünden, üniversite veya eğitim araştırma hastanelerinin fiziksel tıp ve rehabilitasyon kliniklerinde yatınlarak uygulama ve eğitiminin yapılması sonrasında nöroloji, ortopedi ve fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanlannın da içinde yer aldığı Sağlık Kurulu raporu ile gerekliliğinin, belirlenmiş olması gereklidir.
III- Usuli kazanılmış hakkın ihlal edilip edilmediği yönünden yapılan değerlendirmede;
Somut olayda, davacı sigortalının hak sahibi çocuğu yönünden alınan Sağlık Kurulu raporu açıklanan yeterliliğe sahip bulunmamakta ise de, uyuşmazlığın çözümü, "usuli kazanılmış hak" kavramının açıklanmasını ve açıklanan olgular karşısında somut olay ve
taraflar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesini gerekli kılmaktadır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda "usuli kazanılmış hak" kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da
tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yarg ıtay Dairesi'nce verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. "Usuli kazanılmış hak" olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin karannı bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesi'nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara usuli kazanılmış hakka aykın bir şekilde ikind bir bozma karan verilememektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Karan, Hukuk Genel Kurulu'nun 12.07.2006 gün, 2006/9-508 E., 2006/521 sayılı kararı).
Mahkemenin, Yargıtay'ın bozma kararına uyması ile bozma karan lehine olan
taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Kazanılmış haklar, Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış haklan ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi, toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen "usuli kazanılmış hak" olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi'nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulu'nun 21.01.2004 gün, 2004/10-44 E, 2004/19 K).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi,
kamudüzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt 5, 2001).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya
taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.07.2006 gün ve 2006/4-519-527 sayılı, 31.05.2006 gün ve 2006/10-307-337 sayılı ve 10.05.2006 gün ve 2006/4-230-288 sayılı ilamı).
Somut olayda, yerel mahkemece Özel Daire'nin 30.01.2007 günlü ilk bozma kararına uyulmasına karar verilmek ve bozma kararında açıklandığı şekilde fiyat araştırması yapılmak suretiyle davacı
tarafından temin edilerek kullanılan cihaz bedelinin 506 sayılı Kanun'un ek 32. maddesi uyarınca Kurumca karşılanması gerektiği hususu, davacı yönünden usuli kazanılmış hak oluşturmakta olup, Özel Daire'ce ilk bozma kararında benimsenen esasların 19.02.2008 günlü ikinci bozmaya konu yapılması mümkün değildir. Açıklanan usuli kazanılmış hak olgusu gözetilmek suretiyle usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
Sonuç: Davalı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), 04.03.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.

Old 19-02-2010, 14:17   #6
Av.Duygu Işık Behrem

 
Varsayılan

Sayın meslektaşların da belirttiği gibi, husumet davanın görülebilmesinin koşullarından biri olup yargılamanın her aşamada ileri sürülebilir. İleri sürülmese bile yargılamayı gerçekleştiren mahkemece KENDİLİĞİNDEN gözetilmelidir. Sizin davanızda, gerek taraflar gerekse Yerel mahkeme bu durumu gözden kaçırmış olduğundan Yargıtay kendiliğinden gözetmiş ve bu yöne değinerek kararı onamış; vekalet ücreti takdirinin de buna göre yapılması gereğini belirtmiş. Bu durumda yasaya aykırı bir yan yoktur. Sihirli kelime "resen". Şayet husumetin size yönlendirilmesini doğru buluyorsanız ve davanız karar düzeltme sınırının üzerinde ise karar düzeltme yoluna gidersiniz.

Yalnız bir ara bu konuda sizin lehinize olabilecek bir karar okuduğumu hatırlıyorum. Bana yasaya uygun gelmemişti ama şu anda sizin işinize yarayabilir. Rastlarsam ekleyeyim.
Old 19-02-2010, 14:49   #7
AvFıratArslan

 
Varsayılan

Sayın ALADAĞ

Dava konusu bir eser sözleşmesidir.Bu sözleşmede sadece tüzel kişi bulunmaktadır. Bu davada davalı olarak hem tüzel kişi hem de gerçek kişi vardır.Sözleşmeyi yetkisi olmadığı halde gerçek kişi imzalamıştır.Yerel mahkeme davanın reddine karar vermiştir.Bu nedenle husumet yokluğu belki tüzel kişi açısından olabilir.Yargıtay ise ayrım yapmadan her ikisi açısından da husumet yokluğuna hükmetmiştir.Gerçek kişi açısından olmaması gerekir diye düşünüyoruz.Bu konu ile ilgili görüşünüzü açıkalarsanız çok sevinirim. Saygılarımla...
Old 19-02-2010, 15:04   #8
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan AvFıratArslan
Sayın ALADAĞ

Dava konusu bir eser sözleşmesidir.Bu sözleşmede sadece tüzel kişi bulunmaktadır. Bu davada davalı olarak hem tüzel kişi hem de gerçek kişi vardır.Sözleşmeyi yetkisi olmadığı halde gerçek kişi imzalamıştır.Yerel mahkeme davanın reddine karar vermiştir.Bu nedenle husumet yokluğu belki tüzel kişi açısından olabilir.Yargıtay ise ayrım yapmadan her ikisi açısından da husumet yokluğuna hükmetmiştir.Gerçek kişi açısından olmaması gerekir diye düşünüyoruz.Bu konu ile ilgili görüşünüzü açıkalarsanız çok sevinirim. Saygılarımla...

Elbette sözleşmeyi ve dosyayı görmeden kesin birşey söylemek olası değil ama şöyle bir durum olabilir diye düşünüyorum: Sözleşmeyi imzalayan, kendi adına hareket etmediği için sözleşmeden dolayı sorumlu değildir ve pasif husumeti (davalı sıfatı) yoktur; tüzel kişi için de, tüzel kişinin yetkilisi sözleşmeyi imzalamadığı için yine sorumluluğu ve davada taraf sıfatı yoktur.
Old 19-02-2010, 15:21   #9
AvFıratArslan

 
Varsayılan

Öncelikle herkese çok teşekkür ederim. Bu konuda lehimize yargıtay kararı bulmamız mümkün müdür?
Old 19-02-2010, 15:34   #10
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Elbette sözleşmeyi ve dosyayı görmeden kesin birşey söylemek olası değil ama şöyle bir durum olabilir diye düşünüyorum: Sözleşmeyi imzalayan, kendi adına hareket etmediği için sözleşmeden dolayı sorumlu değildir ve pasif husumeti (davalı sıfatı) yoktur; tüzel kişi için de, tüzel kişinin yetkilisi sözleşmeyi imzalamadığı için yine sorumluluğu ve davada taraf sıfatı yoktur.

Bu görüşe katılamıyorum. (Somut olayın detaylarını bilmemekle birlikte Cengiz Beyin önermesi temelinde şunu söyleyebilirim): Zira varsayalım ki şirket adına imza koyan şahıs yetkisiz ise ve şirket de yapılan sözleşmeye icazet vermiyorsa, bu durumda BK.39. madde uyarınca yetkisiz sözleşme imzalayan kişi şahsen mesul olur ve bu tür bir davada BK.39 uyarınca doğrudan taraf sıfatı bulunur.(Diye düşünüyorum)
Old 19-02-2010, 16:04   #11
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
Bu görüşe katılamıyorum. (Somut olayın detaylarını bilmemekle birlikte Cengiz Beyin önermesi temelinde şunu söyleyebilirim): Zira varsayalım ki şirket adına imza koyan şahıs yetkisiz ise ve şirket de yapılan sözleşmeye icazet vermiyorsa, bu durumda BK.39. madde uyarınca yetkisiz sözleşme imzalayan kişi şahsen mesul olur ve bu tür bir davada BK.39 uyarınca doğrudan taraf sıfatı bulunur.(Diye düşünüyorum)

Evet, yetkisiz sözleşme imzalayan kişi şahsen sorumlu olur ama bu sorumluluğun sınırı nedir? Yetkisiz olarak sözleşmeyi imzalayan kişi sözleşmenin yerine getirilmesinden dolayı sorumlu olmaz; sözleşmenin kendi yetkisizliği nedeniyle geçersiz olmasından dolayı oluşan zarardan sorumlu olur. Bu bakımdan, sözleşmenin eser sözleşmesi olduğu belirtildiği için, sözleşmeyi ve dosyayı bilmediğimizi belirterek aklıma gelen olasılığı yazmıştım. Örneğin, sözleşme sadece tüzel kişi tarafından yapılabilecek bir esere ilişkinse, yetkisiz olarak sözleşmeyi imzalayan kişiden sözleşmeye göre yapılması gereken eseri yapması istenemez. Dava buna yönelik ise, husumetten reddi doğrudur.
Old 19-02-2010, 16:35   #12
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Evet, yetkisiz sözleşme imzalayan kişi şahsen sorumlu olur ama bu sorumluluğun sınırı nedir? Yetkisiz olarak sözleşmeyi imzalayan kişi sözleşmenin yerine getirilmesinden dolayı sorumlu olmaz; sözleşmenin kendi yetkisizliği nedeniyle geçersiz olmasından dolayı oluşan zarardan sorumlu olur. Bu bakımdan, sözleşmenin eser sözleşmesi olduğu belirtildiği için, sözleşmeyi ve dosyayı bilmediğimizi belirterek aklıma gelen olasılığı yazmıştım. Örneğin, sözleşme sadece tüzel kişi tarafından yapılabilecek bir esere ilişkinse, yetkisiz olarak sözleşmeyi imzalayan kişiden sözleşmeye göre yapılması gereken eseri yapması istenemez. Dava buna yönelik ise, husumetten reddi doğrudur.

Aynen ifa istemli bir dava ise evet, husumet bakımından reddedilir. Tazminat istemli dava ise eğer, bu durumda husumetten reddedilmemelidir. Tabi ki davanın detayı bilinmeden yorum yapmak sağlıklı olmaz.
Old 04-03-2010, 16:54   #13
AvFıratArslan

 
Varsayılan

Sayın Aladağ ve Sayın Dikici;

Öncelikle verdiğiniz cevaplardan ötürü çok teşekkür ederim.
Davacı taraf sözleşme gereği yapmış olduğu bazı malzemelerin bedelini ve cezai şartı talep etmişti.Buna rağmen vekalet ücreti husumet gerekçesiyle mahkemenin red kararı nispi değil maktudur diye düzeltilerek onanmıştır.Bu konuya ilişkin yagıtay kararı varsa göderirseniz çok sevinirim. Teşekkürler..
Old 14-05-2013, 21:39   #14
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Soruyu sayın özge_law sormuş, sayın AvFıratArslan devam ettirmiş ise de aynı somut olaya dair olduğunu anlıyorum? Bu kabulle sayın AvFıratArslan'ın anlatımından anladığım:

A=davacı yüklenici
B=davalı şirket (iş sahibi)
C=davalı şirket adına sözleşmeyi imzalayan kişi
Sayın AvFıratArslan= davalılar vekili
İddia/Talep=taraflar arasındaki eser sözleşmesine mesnetle imal edilen malzemelerin bedeli ve cezai şart istemi
Savunma/Cevap=A'nın sözleşmeye aykırı davranması sebebiyle malzeme bedellerini ve cezai şartı talep edemeyeceği
Yerel Mahkeme kararı=sözleşmeye aykırılık sebebiyle red?
Yargıtay=davanın husumetten reddi (düzelterek onama)...

A ile B arasında akdedilen eser sözleşmesine konu olayda, B hiçbir şekilde husumet itirazında bulunmamış/C'nin kendisi adına sözleşme akdedemeyeceği savunmasını ileri sürmemiş; sayın Arslan davalılar vekili ve anlatımından anladığım kadarıyla sözleşmenin benimsendiğini belirttiğine göre B'nin, sözleşmeye icazeti var/C'nin B adına sözleşme yapma yetkisi olup olmadığı ile ilgili bir itirazı yok? Bu durumda sözleşmeyi benimseyen/C yetkisiz olsa da sözleşmeye icazet vermiş olan B (şirket) yönünden davanın husumetten reddinin hatalı olduğu kanaatindeyim.

Yargıtay kararının doğru olabilmesi için B ile C'nin davaya konu eser sözleşmesi ile hiçbir şekilde alakası olmayan/ileri sürülen hukuki ilişkiye tamamen yabancı kişiler olması gerekir...
(diye düşünüyorum )

Saygılar...
Old 03-11-2015, 16:27   #15
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Benzer bir durumda, "..kişinin sözleşmenin tarafı olmadığı ve sözleşmeye dayanılarak kendisinden hak talep edilemeyeceği" gerekçesiyle verdiği karar sonucunda (açıkça husumetten ret değil sadece reddine ..) davalı lehine nısbi vekalet ücreti verildiğinde ;

Aslında bu kararın gerekçede de belirtildiği üzere husumetten ret olduğu, bu durumda AAÜT gereği maktu vek. ücreti verilmesi gerektiği temyiz konusu yapıldığında olumlu sonuç alınabilir mi?
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Yargıtay ile yerel mahkemenin "esrar ihtiyacı" anlaşmazlığı Seyda Hukuk Haberleri 5 03-02-2015 11:24
kısa karar/gerekçeli karar/iş davası/vekalet ücreti Av. Bülent Sabri Akpunar Meslektaşların Soruları 4 04-12-2012 14:36
Yargıtay 'ın Bozması Üzerine Yerel Mahkemenin yapması gereken.... metinunal83 Ceza Hukuku Çalışma Grubu 0 06-04-2007 23:15
Yargıtay ,yerel mahkemenin 'ÇEAŞ'ın mallarına el koyma kararını bozdu PINAR YILMAZ Hukuk Haberleri 0 11-08-2006 23:02


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06054497 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.