Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

tam yargı davası

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 09-06-2007, 14:43   #1
advocat63

 
Varsayılan tam yargı davası

Değerli meslektaşlarım.Müvekkilim 2 oğlu gece 14.00 da rahatsızlanmaları üzerine devlet hastanesi acil sevsine götürüyor.Her iki çocukta 2 saat müşahade altına alındıktan sonra ağrı kesici verilip evlerine göderilyor.sabah her iki çocukta ölüyor.Sağlık bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmayı düşünüyorum.Ancak kafama takılan iki husus var .İlgileneceklere şimdiden teşşekür ederim.

1-Müvekkilim maddi durumu son derece kötüdür.Fazla tazminat istediğim de(veya doktorun kusursuz çıkması üzerine davanın reddeilmesi üzerine) red edilen kısım üzeriden vekalet ve harç ödememesi,Az tazminat istediğim de ise idari yargıda ıslah mümkün olmadığından(60 günlük dava açma süresi ile sınırlı olduğundan) zarara uğraması için ne kadar tazminat isteyeceğimi bilmiyorum.Ben Asliye hukuk mahkemesinde tam yargı davası açmadan önce doktrun kusurunu ve zararın(Destekten yosun kalma V.b) tespitine matuf dava açmayı düşünüyorum. Ancak Yargıtay eda davası açılabileceği yerde tespit davası açılamayacağını ifade ediyor.Bu konuda ne yapabilirim.
2-İdari merci başvurusu yaparken belirttiğim tazminat miktarı ile tam yargı davasında bağlı mıyım?
Old 09-06-2007, 22:22   #2
Av. Süleyman Emre Ötün

 
Varsayılan

Bu tür davaların (devlet hastanesi doktorları aleyhine dahi olsa) adli yargıda görüldüğünü zannediyorum.
Benzer bir dava asliye hukukta görülüp karara bağlanmıştı.
Ayrıca bunulna ilgili Yargıtay kararlarına da rastlayabilirsiniz. Bence bir araştırın.
Burada asliye mahkemesinde tam yargı davası açmaktan sözetmişsiniz. Tam yargı davası ise idare mahkemelerinde görülen bir dava değil mi?


EmrE
Old 09-06-2007, 22:28   #3
janbatuwan

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım bu tarz davalar idare hukukunun değil, Asliye hukuk mahkemesinin görev alanına girmekte o yüzden adli yardım yoluyla haksız fiilin yapıldığı yerde maddi ve manevi tazminat davası açman mümkün ıslah hususuda bu şekilde çözümlenmiş olur zaten. Saygılar...
Old 09-06-2007, 22:37   #4
halit pamuk

 
Varsayılan

Aman dikkat:

Sağlık bakanlığı aleyhine açacaksanız İdari yargıda;doktor aleyhine açılacaksa adli yargıda..
Old 09-06-2007, 22:54   #5
janbatuwan

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan korayad
Aman dikkat:

Sağlık bakanlığı aleyhine açacaksanız İdari yargıda;doktor aleyhine açılacaksa adli yargıda..


T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

E. 2001/4-595
K. 2001/643
T. 26.9.2001

• TAZMİNAT TALEBİ ( Hastaya Müdahalede Gecikerek Kolunun Kesilmesine Sebep Olan Doktora Karşı Açılan Davada Husumet )

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASINDA HUSUMET ( Doktorun Hastaya Müdahalede Gecikmesi Nedeniyle Hastanın Bir Kolunu Kaybetmesi Nedeniyle Açılan )

• HUSUMET ( Doktorun Kusurlu Davranışıyla Hastanın Vücut Bütünlüğünde Zarar Meydana Gelmesi Halinde Doktora Karşı Tazminat Davası Açılabilmesi )

• DOKTORUN KUSURLU DAVRANIŞIYLA HASTANIN VÜCUT BÜTÜNLÜĞÜNDE ZARAR MEYDANA GELMESİ ( Doktora Karşı Tazminat Davası Açılabilmesi )

• TEDAVİDE GECİKME NEDENİYLE VÜCUT BÜTÜNLÜĞÜNDE ZARARA SEBEBİYET VERME ( Doğrudan Doktora Karşı Tazminat Davası Açılabilmesi )

2709/m.129
657/m.13
1086/m.76

ÖZET : Devlet hastanesinde görevli ve memur olan davalı doktorun hastası olan davacıya zamanında ve gerekli tedaviyi yapmayarak bir kolunun omuzdan kesilmesine neden olduğu ve doktorun bu eyleminin görevinden ayrılabilir salt kişisel kusura dayandığı iddiası ile eldeki davanın açıldığı, yine doktorun bu eylemi nedeniyle gazetede çıkan ve istediği çıkar karşılanmayınca önce hastayla ilgilenmediği sonra isteği karşılanınca ilgilendiği ancak müdahalede geç kaldığı yönündeki bir köşe yazısı üzerine sakarya valiliğinin 21.7.1994 tarihli yazıları ile bu konuda başka duyumlar da bulunduğu gerekçesiyle sağlık bakanlığından müfettiş görevlendirilmesinin talep edildiği, müfettişlerce yapılan inceleme sonucunda "diğer iddiaların kanıtlanamadığı, ancak açık kırıklarda ilk 6-8 saat içinde ameliyathane ortamında debridman gerekli olduğu, bunda gecikildiği ve uygulanan antibiyotik tedavisinin de yetersiz kaldığı, doktor hakkında tck.nun 459 maddesi ile yargılanmak üzere ceza davası açılması gerektiği" görüşüyle fezleke hazırlanıp, verilen 24.11.1994 gün ve 1994/52 sayılı lüzumu muhakeme kararı üzerine de sakarya asliye 1. Ceza mahkemesinin 6.5.1997 gün ve 1995/37 e. 1997/314 k. Sayılı kararıyla türk ceza kanununun 459 maddesi gereğince cezalandırıldığı, bu kararın denetimden geçerek onandığı dosya kapsamı ile bellidir. Ceza mahkemesi kararının dayanağı yüksek sağlık şurasının davalı doktor hakkındaki 18-19 eylül 1996 tarihli 191/9434 sayılı karanın depritmanında gecikilmekle birlikte antibiyotik tedavisinde de geç kalındığı, bu nedenle 2/8 kusurlu olduğu" yönündeki kararıdır. Bu olgular karşısında davalı doktorun salt idari bir görevin yerine getirilmesi sırasında zarara yol açmayıp, idari görevi cümlesinden olmakla birlikte hekimlik sanatının icrası sırasında hakkında verilip kesinleşen mahkumiyet kararıyla da belirlenen ve görevinden ayrılabilen salt kişisel kusuru ile davacı zararına yol açtığında duraksama bulunmamaktadır. Bu nedenle mahkemenin davanın idareye karşı açılması gerektiği gerekçesiyle davanın husumet yönünden reddine ilişkin kararında direnmesi usul ve yasaya aykırıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sakarya Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 30.12.1999 gün ve 740-811 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 5.6.2000 gün ve 3139-5391 sayılı ilamı ile; ( ....Davacı, Sakarya Devlet Hastanesinde görev yapan davalı doktorun; zamanında ve gerekli olan tedaviyi yapmaması sonucu kolunun kesildiğini belirterek uğradığı zararın giderimini istemiştir. Mahkemece, Anayasa'nın 129/5 ve 657 Sayılı Devlet Memurları Yasası'nın 13. maddesinden sözedilerek davanın husumet noktasından reddine karar verilmiştir.

Dosya arasında bulunan delillere ve ceza mahkemesinin kararına göre, davalı doktor Yüksek Sağlık Şurası kararı ile kusurlu bulunarak TCK.nun 459/2. maddesi gereğince cezalandırılmıştır.

Memurların ve diğer kamu görevlilerinin kişisel kusur teşkil eden ve görevden ayrılabilen eylemleri Anayasa'nın 129. maddesi kapsamında yer almazlar. Davalı, suç oluşturan eylemi nedeniyle ceza mahkemesinde mahkum olmuş, karar kesinleşmiştir.

Anılan nedenlerle mahkemenin davayı husumet yönünden reddetmiş olması doğru bulunmamıştır..... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sora gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, cismani zarardan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat isteğine ilişkindir.

Dava, olay tarihinde Sakarya Devlet Hastanesinde ortopedi uzmanı doktor olarak görev yapmakta olan davalı ve Sağlık Bakanlığı aleyhine açılmış, mahkemece Sağlık Bakanlığının göreve ilişkin itirazı kabul edilerek dosya bu davalı yönünden tefrik edilerek, aynı mahkemenin 1996/102 esasına kaydedilmiş, 9.2.1996 gün ve 1996/79 sayılı kararla görev yönünden davanın reddine, dosyanın talep halinde Sakarya İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Eldeki davada ise davalı doktor hakkında yargılamaya devam olunmuştur.

Davacı vekili Sağlık Bakanlığı ve tedaviyi yapan doktoru hasım gösterdiği dava dilekçesinde; 6.7.1994-Çarşamba günü saat 21.00 sıralarında müvekkili Bahattinin ağaçtan düşerek kolunu kırdığını, tedavi için saat 22.00 sıralarında götürüldüğü Sakarya Devlet Hastanesinde tedavisine başlandığını, ancak davacının babasının davacıya hiçbir müdahalede bulunulmadığını öğrenince ertesi günü hastaneye gelip davalı doktorla görüşerek reçete alıp öncekilere ek olarak tekrar istenen ilaçları alıp hastaneye verdiğini, davacı Bahattin'in ancak Cuma günü ameliyata alınıp, davalı doktorun davacının babasına Pazartesi filminin çekileceğini, durumuna göre gerekenin yapılacağı cevabını verdiğini, ancak Cumartesi günü hastanın durumunun kötüye gitmesi üzerine ambulans ile Haydarpaşa Numune Hastanesine kaldırıldığını ve orada kangren olan kolunun omuz hizasından kesildiğini, olayla ilgili olarak Sağlık Bakanlığı müfettişlerince yapılan araştırma sonucunda 24.10.1994 tarihli raporla davalı doktorun zamanında ve gerekli tedaviyi yapmadığının belirtildiğini, bu durumda davacının kusurlu olduğunun açık olduğunu, hastanenin de kusurlu ya da kusursuz olarak bundan sorumlu olduğunu, davacının kolunun olmayışının ömür boyu çalışma hayatını etkileyeceğini, belki de bu nedenle geçinebileceği bir iş bulamayacağını, sakatlığın verdiği eziklikle yaşayarak, evlenme çağı geldiğinde de bu eksiği nedeniyle istediği birisiyle evlenemeyeceğini, bu ezikliğin davacının tüm yaşamını etkileyeceğini, oluşan bu maddi ve manevi zararları nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100.000.000 TL maddi, 100.000.000 TL de manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. Daha sonra davalı doktor aleyhine açılan ve bu dava ile birleştirilen ek dava ile de 3.732.224.113 TL maddi tazminatın olay tarihinden yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı Sağlık Bakanlığına vekaleten Hazine Vekili; idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini ifadeyle davanın görev yönünden reddini savunmuştur.

Davalı doktor; davacının hastane acil servisine başvurduğunu hastanın yarası ve genel durumu nedeniyle akşamdan durumun kendisine bildirilmediğini, acil serviste ilk müdahalenin yapıldığını, 7.7.1995 sabahında kendisinin vizite sırasında hastadan haberdar olup hemen gerekli müdahaleyi yapıp ameliyata aldığını, açık kırık olarak tedavisinin yapıldığını, geç müdahale olmadığını, kendisi açısından hastanın zamanında ameliyata alınıp tüm tıbbi müdahalelerin zamanında yapıldığını, olayda hiçbir kusuru ve ihmalinin bulunmadığını, bunun yanında davanın süresinde açılmadığını, bir yıllık zamanaşımının geçtiğini, öncelikle zamanaşımı nedeniyle davanın reddini, haksız açılan davanın esas yönünden de reddini savunmuştur.

Davacı vekili cevaplara cevabında ve aşamalardaki beyanlarında; davanın sadece idari hizmet kusuruna dayanmadığını, davalılardan doktorun haksız fiiline ve kusuruna dayanıldığını, zamanaşımı definin de dinlenemeyeceğini, davalı doktor hakkında açılmış ve Sakarya Asliye 1. Ceza Mahkemesinde 1995/37 esas sayılı dosyada görülmekte olan ceza davası bulunduğunu, davalı doktorun olayda şahsen kusurlu olduğundan mahkemenin görevli olduğunu belirtmiştir.

Yerel Mahkemece; Sağlık Bakanlığı hakkındaki davanın tefrikinden sonra davalı doktorla ilgili eldeki davada ceza davasının sonucu beklenmiş, davalının yargılandığı Sakarya Asliye 1. Ceza Mahkemesinin 1995/37 E. 1997/314 K. Sayılı dosyası getirtilmiş, taraf delilleri toplanmış ve davacının maluliyet durumu ve maddi zararı konusunda rapor alınıp davacı tarafça açılan ek davayla birleştirildikten sonra 30.12.1999 tarihli kararla "Anayasanın 129/5 maddesi ve Devlet Memurları Yasasının 13. maddesine dayanarak eylem veya işlemin görev kusuru olarak nitelendirilebildiği hallerde kişisel kusura dayanılarak adli yargıda dava açılamayacağı" gerekçesiyle davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Davacının temyizi üzerine Özel Daire; "Dosya arasında bulunan delillere ve ceza mahkemesi kararına göre davalı doktorun Yüksek Sağlık Şurası kararı ile kusurlu bulunduğu ve Türk Ceza Kanununun 459/2. maddesi gereğince cezalandırıldığı, memurların ve diğer kamu görevlilerinin kişisel kusur teşkil eden ve görevden ayrılabilen eylemlerinin Anayasa'nın 129. maddesi kapsamında yer almayacağı, davalının suç oluşturan eylemi nedeniyle ceza mahkemesinde mahkum olup, kararın kesinleştiği, davanın husumetten reddinin doğru olmadığı zarar kapsamının belirlenmesi için kararın bozulması gerektiği" gerekçesiyle mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir.

Yerel Mahkeme; Hukuk Genel Kurulunun emsal kararlarının bulunduğu gerekçesiyle ve ilk karardaki gerekçelerini tekrarla önceki kararında direnmiş, karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık; Devlet Hastanesinde görev yapmakta olan davalı doktorun daha sonra ceza mahkemesi kararıyla da belirlenen kişisel kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde açılan maddi ve manevi tazminat davasında husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı, olayda Anayasa'nın 129/5 ve Devlet Memurları Kanununun 13. maddesinin uygulanma olanağının bulunup bulunmadığı, noktasındadır.

Öncelikle belirtmekte yarar vardır ki; bir davada öne sürülen maddi olguların hukuki nitelemesini yapmak, uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak hakimin doğrudan görevidir ( HUMK. Mad. 76 ). Dava dilekçesinde ve aşamalardaki beyan ve dilekçelerde sıralanan maddi olgular her yönüyle davalı eyleminin görevden ayrılabilir salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermekte olup, dava da bu hukuki neden üzerine kurulmuştur. Mahkemece karar gerekçesinde açık bir nitelemede bulunulmadan davacının dayandığı bu hukuki neden kabul görmemiş, "eylemin görev kusuru olduğunun nitelendirilebildiği halin varlığı" ifade edilerek verilen red kararı, özel dairece "görevden ayrılabilen salt kişisel kusurun varlığı" gerekçesiyle bozulmuştur.

O halde öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemeler ortaya konularak somut olayda davalı doktorun eyleminin görevden ayrılabilir salt kişisel kusur mu yoksa görev kusuru mu oluşturduğu irdelenmeli, hatta diğer bir bakış açısıyla hasta doktor ilişkisinin hukuki niteliği üzerinde de durulmalı, husumet ehliyeti de buna göre ele alınmalıdır.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun "kişilerin uğradıkları zararlar" başlıklı 13. maddesinin 6.6.1990-3657/1 md. ile değişik birinci fıkrasında; "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. ..Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır" denilmektedir.

2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa' sının 129/5 maddesinde de; "Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir." Kuralı getirilmiştir. Anayasa'nın bu hükmü tüm kamu personelini içermekte olup, kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak, zarara uğrayan kişilerin açacakları tazminat davalarında pasif husumeti düzenleyen usuli bir kural niteliğindedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yukarıda açıklanan 13. maddesi ile de aynı doğrultudadır.

Bu bağlamda; anılan maddeler ile yasa koyucunun, memur ve kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, işledikleri fiillerden dolayı haklı haksız yargı önüne çıkarılmalarını önlemek ve kamu hizmetinin sürekli, eksiksiz görülmesini sağlamak, mağdur için de daha güvenilir bir tazminat sorumlusu tespit etmek amacını güttüğü söylenebilir. Ne var ki, personelin kişisel eylem ve davranışlarının idari eylem ve işlem sayılmadığını da burada hemen belirtmek gerekir. Gerçekte de Anayasa'nın 125/son fıkrasında "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." denilmekte, yine Anayasa'nın 137. maddesinde "...konusu suç olan emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı" belirtilmektedir. Görüldüğü üzere Anayasa'da kamu personelinin kanuna aykırı eylem ve işlemlerinden şahsen sorumlu tutulacağı ilkesinin de ayrıca kabul edildiği çok açıktır. Diğer yandan memur veya kamu görevlisinin tamamen kendi iradesi ile kasten ya da yasalardaki açık hükümler dışına çıkarak ve bunlara aykırı olarak suç sayılan eylemiyle verdiği zararlarda eylem ile kamu görevinin yürütülmesi arasında objektif bir illiyet bağının varlığından söz edilemez. Bu gibi hallerin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13. maddesinin hukuksal alanı dışında tutulduğunda şüphe olmamalıdır.

Zira, görevden kolayca ayrılabilen ve görev dışında kalan kusurlu eylem ile kamu görevi arasındaki bağ kesilerek salt memurun ya da kamu görevlisinin kişisel kusuru ile karşı karşıya kalınmaktadır. İşte bu noktada görev kusuru ile kişisel kusurun ayrımında kişisel kusurun alanı ve unsurlarının açık bir biçimde saptanması önem taşımaktadır.

Bilindiği gibi, görev kusuru daha çok kamu görevlisinin görevinden ayrılamayan kişisel kusuru olarak kendini gösterir. Bu kişisel kusur, görev içinde ve dolayısıyla idarenin ajanına yüklediği ödev yetki ve araçlarla işlenmektedir. Kişisel kusurda ise; kamu görevlisinin eyleminde açıkça ve kolayca görevinden ayrılabilen tasarruf ve hatalar görülür. Bir başka söyleyişle kişisel kusurda idare nam ve hesabına hareket eden bir kamu görevlisinin idareye atıf ve izafe olunacak yerde, doğrudan doğruya kendi şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu intaç eden hukuka aykırı eylem ve işlemleri belirgindir ve burada kamu görevlisi zarar doğurucu eylemini kamusal görevin yerine getirilmesi saiki ile ancak salt kişisel kusuru ile işlemiştir. Gerek öğretide gerek yargısal kararlarda personelin kişisel eylem ve davranışları idari eylem ve işlem sayılmamış, kişisel kusura dayanan davaların inceleme yerinin adli yargı olduğu, hasmının da kişinin kendisi olduğu kabul edilmiştir. ( Tekinay-Akman-Burcuoğlu-Altop-Borçlar Hukuku Genel Hükümler 1988 bası, sayfa 681; tanım yönünden -Cüneyt Ozansoy -Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu -Doktora Tezi, 1989, sh. 330 )

Diğer yandan, Uyuşmazlık Mahkemesinin 5.3.1966 gün ve 65/64 Ev 1966/1 karar sayılı kararı ve aynı görüşün devamı niteliğinde 1982 Anayasası döneminde de verdiği 17.3.1986 gün ve 1985/20-1986/27 sayılı kararında "dikkatsizlik, tedbirsizlik ve meslekte acemilik nedenleriyle verilen zararlarda ancak şahsi kusurun sözkonusu olacağı", "idarenin ajanı durumundaki kişilerin şahsi kusurları yönünden kendilerine açılan tazminat davalarının adli yargı yerinde görülmesi gerektiği" ilkesi benimsenmiştir ( Cüneyt Ozansoy aynı eser-Sh.247 vd. ).

Bu genel açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında ;

Devlet Hastanesinde görevli ve memur olan davalı doktorun hastası olan davacıya zamanında ve gerekli tedaviyi yapmayarak bir kolunun omuzdan kesilmesine neden olduğu ve doktorun bu eyleminin görevinden ayrılabilir salt kişisel kusura dayandığı iddiası ile eldeki davanın açıldığı, yine doktorun bu eylemi nedeniyle gazetede çıkan ve istediği çıkarın karşılanmayınca önce hastayla ilgilenmediği sonra isteği karşılanınca ilgilendiği ancak müdahalede geç kaldığı yönündeki bir köşe yazısı üzerine Sakarya Valiliğinin 21.7.1994 tarihli yazıları ile bu konuda başka duyumlar da bulunduğu gerekçesiyle Sağlık Bakanlığından müfettiş görevlendirilmesinin talep edildiği, müfettişlerce yapılan inceleme sonucunda "diğer iddiaların kanıtlanamadığı, ancak açık kırıklarda ilk 6-8 saat içinde ameliyathane ortamında debridman gerekli olduğu, bunda gecikildiği ve uygulanan antibiyotik tedavisinin de yetersiz kaldığı, doktor hakkında TCK.nun 459 maddesi ile yargılanmak üzere ceza davası açılması gerektiği" görüşüyle fezleke hazırlanıp, verilen 24.11.1994 gün ve 1994/52 sayılı lüzumu muhakeme kararı üzerine de Sakarya Asliye 1. Ceza Mahkemesinin 6.5.1997 gün ve 1995/37 E. 1997/314 K. Sayılı kararıyla Türk Ceza Kanununun 459 maddesi gereğince cezalandırıldığı, bu kararın denetimden geçerek onandığı dosya kapsamı ile bellidir. Ceza mahkemesi kararının dayanağı Yüksek Sağlık Şurasının davalı doktor hakkındaki 18-19 Eylül 1996 tarihli 191/9434 sayılı karanın depritmanında gecikilmekle birlikte antibiyotik tedavisinde de geç kalındığı, bu nedenle 2/8 kusurlu olduğu" yönündeki kararıdır. Unutulmamalıdır ki davacı ceza davasına müdahil olarak katılmış ve orada şahsi hak talebinde bulunabilecekken ceza yargılamasının devamı sırasında eldeki davayı açmıştır.

Bu olgular karşısında davalı doktorun salt idari bir görevin yerine getirilmesi sırasında zarara yol açmayıp, idari görevi cümlesinden olmakla birlikte hekimlik sanatının icrası sırasında hakkında verilip kesinleşen mahkumiyet kararıyla da belirlenen ve görevinden ayrılabilen salt kişisel kusuru ile davacı zararına yol açtığında duraksama bulunmamaktadır.

Bir başka bakış açısıyla doktorla hasta arasındaki ilişki yönünden olay ele alındığında ise; öğretide ve yargı kararlarında Memur ve kamu görevlisi doktorla hasta arasında kabul edilen iki çeşit ilişki sözkonusudur.

Bunlardan ilki kamusal ilişkidir. Bu ilişkide memur olan doktor görevini yaparken bir takım idari kurallarla bağlıdır ve bu bağlılık hastayı tedavi zorunluluğunun kişinin rızasını gerektirmediği tıbbi el atmalar ( zorunlu aşı gibi ya da aids hastalığında olduğu gibi kamu sağlığının gerektirdiği hallerde ) ve tıbbi el atma ve yardımı gerektirmeyen rapor düzenlenmesi gibi hallerde sözkonusudur. Bu gibi idari görev ve yetkilerini kullanırken doktor kusurlu eylemiyle bireylere zarar vermişse burada Anayasa'nın 129/5 maddesinin uygulanacağında kuşku bulunmamaktadır. Ancak somut olay bu yönü ile de ele alındığında davalı doktor kusurlu hareketiyle bireye zarar vermesi eylemi nedeniyle ceza mahkemesinde yargılanmış ve ceza almıştır. Doktor ceza mahkemesinde yargılanıp mahkum olduğuna göre artık Anayasa'nın 129/5. maddesindeki memuru korumak amacı ortadan kalkmış, diğer taraftan da zarar gören kişi memura karşı kişisel sorumluluğa giderek dava açmıştır. Bu noktada sorunun anılan maddeye göre çözümlenmesi özsel olmaktan çok biçimsel bir yorum olur.

Yeri gelmişken şunu hemen ifade etmek gerekir ki, memurun kasıtlı eylemi ile taksirli eylemi arasında kişisel kusurun varlığı noktasında bir farklılık bulunmamaktadır.

İkinci ilişki ise sözleşme ilişkisi olup, bunun üzerinde de durmakta yarar vardır. Kişinin yaşam ve sağlığı onun kişisel değerlerini oluşturur. Kişilik hakkının koruduğu bu değerlere el atılması ancak tıbbi tedavi amacıyla ve doktorla hasta arasında oluşturulan bir sözleşmeyle yani izinle mümkündür. Bir hastaya tedavi amacıyla yapılan el atma ve yardım bir özel hukuk ilişkisi olan vekalet sözleşmesinin varlığını gerektirir. Tıbbi yardımın yapıldığı yer, doktorun görev ve sıfatı sonucu değiştirmeyeceği gibi doktor nerede ve ne sıfatla olursa olsun tıbbi el atma ve yardım yapma yetkisini kamu kurallarından değil hasta ile yaptığı özel hukuk sözleşmesinden alır. En önemlisi tedavi sırasında uygulanan kural ve yöntemleri idare hukuku değil tıp bilimi belirlemiştir ve tüm doktorlar tıbbi yardım yaparken öncelikle bu kurallarla bağlıdırlar. Kaldı ki günümüzde kamu kurumlarında sosyal güvencesi olmayan hastalar ücret karşılığında tedavi edilmekte ve hastanın burada da doktorunu seçme hakkı bulunmaktadır. O halde doktorla hasta arasındaki sözleşme ilişkisi kurulduktan sonra Anayasa'nın 129/5. maddesinin uygulanmaması ve doktora karşı doğrudan dava açılabilme olanağının varlığının kabulü gerekir. Çünkü zarar, memur ya da kamu görevlisi olan doktorun idari yetkilerini kullanırken değil tıp bilimi kurallarına göre yapılan tıp san'atının uygulanması sırasında meydana gelmektedir. Burada doktor özel hukuk sözleşmesine aykırı davranan kişi durumundadır. ( Çetin Aşçıoğlu Tıbbi Yardım ve El Atmalardan Doğan Sorumluluklar-Doktorların, Devletin ve Özel Hastanelerin Sorumluluğu -Cezai ve Hukuki, 1993 bası Sayfa: 132 vd. )

Görülmektedir ki hangi açıdan bakılırsa bakılsın, ilişki ister kamusal ister akdi kabul edilsin her iki halde de davalı doktorun görevinden ayrılabilir nitelikte salt kişisel kusurunun somut olayda ağır bastığı sonucuna varılmaktadır.

Benzer nitelikteki birçok davada olduğu gibi Hukuk Genel Kurulu'nun 15.11.2000 gün ve 2000/4-1650-2000/1690 sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiş, hatta husumet ehliyetinin varlığı yanında salt kişisel kusura dayanılarak dava açılmış olması dahi adli yargı yerinin görevli kabul edilmesi için yeterli bulunmuştur.

Tüm bu açıklamalar ışığında mahkemece davalı doktorun eyleminin görevinden ayrılabilir bir eylem olmadığı, bu nedenle hakkında dava açılamayacağı, husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle verilen direnme kararı usul ve yasaya aykırı olup, bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 26.9.2001 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.


Bu uyarın yerinde oldu sayın meslektaşım dava da husumet doktora yöneltilirse asliye hukukta açılabilir aksi halde idare hukukunun görevine girecektir tabi ki saygılar...
Old 09-06-2007, 23:09   #6
halit pamuk

 
Varsayılan

Sayınadvocat işte bir yığın karar:

ONUNCU DAİRE 1999 5475 1997 4839 09/11/1999

KARAR METNİ
DAVACILAR YAKINININ YARALI OLARAK GETİRİLDİĞİ HASTANEDE KALDIĞI UZUN SÜRE İÇERİSİNDE YETERLİ TIBBİ MÜDAHELENİN YAPILMAMASI SONUCU VEFAT ETMESİ NEDENİYLE UĞRANILAN ZARARIN İDARECE TAZMİN EDİLMESİ GEREKTİĞİ HK.<
Temyiz Eden (Davalı) : Sağlık Bakanlığı
Karşı Taraf (Davacı) : ...
Vekili : Av. ...
İstemin Özeti : Uğranıldığı ileri sürülen ... lira maddi, ... lira manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda davanın kısmen kabulü yolunda ... İdare Mahkemesince verilen ... tarih ve ... sayılı kararın temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
D.Tetkik Hakimi : Yakup Bal
Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Öcal Beningtan
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin 1.fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:
Dava, davacılar yakını ...'in 17.3.1996 tarihinde yaralı olarak getirildiği ... Numune Hastanesinde kaldığı uzun süre içerisinde yeterli tıbbi müdahalenin yapılmaması sonucu vefat ettiği öne sürülerek uğranıldığı iddia olunan 1.400.000.000 lira maddi, 450.000.000 lira manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
... İdare Mahkemesi; davacılar yakınının tedavisinde gerekli ve yeterli müdahalenin yapılmadığının bizzat Bakanlık tarafından yaptırılan soruşturma ve bilirkişi incelemesi sonucunda tespit edildiği, dolayısıyla sağlık hizmetinin iyi işlemediği, idarenin hizmet kusurunun sabit olduğu gerekçesiyle anne için ... lira, Baba için ... lira maddi tazminat ödenmesine, yine anne ve baba için ...'ar lira, kardeşlere ve nişanlıya ise ...'ar lira olmak üzere toplam ... lira manevi tazminat ödenmesine, hükmedilen maddi tazminata idareye yapılan başvurunun reddedildiği tarihten itibaren yasal faiz uygulanmasına karar vermiştir.
Davalı idare, ölüm olayının hizmet kusurundan kaynaklandığının kesin olarak tespit edilemediğini ileri sürerek, anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 3622 sayılı Yasayla değişik 49.maddesinde yer alan sebeblerden birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen ve yukarıda özetlenen gerekçelere dayalı olarak verilen ... İdare Mahkemesinin ... tarih ve ... sayılı kararı, usul ve hukuka uygun olup, bozma nedeni bulunmadığı anlaşıldığından, temyiz isteminin reddine ve anılan kararın onanmasına, 9.11.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YÖ/ÖEK



ONUNCU DAİRE 1994 2502 1993 363 01/06/1994

KARAR METNİ
ENJEKSİYONA BAĞLI OLARAK GELİŞEBİLECEK ŞOKA KARŞI ETKİLİ ÖNLEMLERİN
ALINMAMASI SONUCUNDA MEYDANA GELEN ÖLÜM OLAYINDA DAVALI İDARENİN AĞIR
HİZMET KUSURU VE TANZİM SORUMLULUĞU OLDUĞU HK.<
Dava, davacılardan Saadettin Balay'ın oğlu, Kadriye Balay'ın eşi ve
Serhat Balay'ın babası Yusuf Balay'ın tedavi amacıyla yatırıldığı İz-
mir Gögüs Hastalıkları Hastanesinde yapılan "Streptomicine" enjeksiyo-
nundan kısa bir süre sonra şoka girerek ölmesi olayında idarenin hiz-
met kusuru bulunduğu iddialarıyla uğranılan zarar karşılığı olarak
toplam 10.000.000. lira manevi tazminat ödenmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, idare hukuku ilkelerine ve Danıştayın yerleşik
içtihatlarına göre, zarar gören kimsenin hizmetten yararlandığı ve
hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, hizmet sırasında veri-
len ve ağır bir kusurdan ileri gelmemiş olan zararlar için idarenin
tazmin yükümlülüğü bulunmadığı, sağlık hizmetinin de riskli hizmetler-
den biri olduğu, ölüm olayında davalı idarenin ağır bir hizmet kusuru
bulunup bulunmadığının saptanması amacıyla yaptırılan bilirkişi ince-
lemesi sonunda düzenlenen raporda; Stroptomisinin tüberküloz tedavi-
sinde keşfedildiği 1944 yılından beri yaygın olarak kullanıldığı, bu
ilaca bağlı olarak gelişen anafalaktik şokun çok nadir olduğu, uygu-
lamadan önce cilt testi yapılmasının rutin klinik tıpta yer almadığı,
ancak daha önce ilaç allerjisi olduğu bilinen olgunlarda test yapılma-
sı gerektiği, hastanın öyküsünde ise ilaç allerjisinden söz edilmediği
bu nedenle deride ilaç deneme testi yapılmamasının eksiklik olmadığı,
ancak deride ilaç deneme testinin menfi olmasına rağmen ilacın enjek-
siyonu sırasında anaflaksinin yine gelişebileceği, daha önce aynı
ilaçtan defalarca yapılmış ve anaflaksi görülmemiş bir kişide herhangi
bir enjeksiyon sonucunda anaflaksi gelişebileceği ve ölüm olabileceği,
enjeksiyon öncesi ve sonrasında maktule uygulanan tedavinin uygun ve
yeterli olduğu, ancak dosyada stroptomisin enjeksiyonun saat kaçta
yapıldığının not edilmediği, gelişen allerjik reaksiyon tedavisinde
ilk müdahalenin 10.45 de yapıldığının görüldüğü, hastaya erken müdaha-
le edilmesi halinde ölümün ortaya çıkmayabileceğinin düşünüldüğü, an-
cak streptomisin enjeksiyonundan sonra hastanın gözlenmesi ve takibi-
nin rutin bir uygulama olmadığı, bu nedenle hastanın yakınmalarının
Hekim ve Hemşireye yansımasının ifadelere göre geç olması yanında
Streptomisin uygulanması ile acil müdahale arasındaki sürenin belir-
lenmesinin yararlı olacağının belirtildiği, davacı vekili tarafından
bilirkişi raporuna yapılan itirazların yerinde görülmediği ve raporun
hükme esas alınabilecek nitelikte olduğu, dava dosyasındaki bilgi ve
belgelere, bilirkişi raporunun içerdiği açıklamalara göre davacıların
yakını olan Yusuf Balay'ın ölümü olayında davalı idarenin ağır hizmet
kusuru bulunmadığı gibi, olayın idare hukukuna özgü kusursuz sorumlu-
luk hallerine de girmediği, manevi tazminat isteminin reddinde hukuka
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar tarafından, İdare Mahkemesince verilen kararın, yerinde ol-
madığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Temyizen incelenen idare mahkemesi kararına dayanak alınan bilirkişi
raporunda, daha önceden ilaç allerjisi olduğu bilinin olgularda test
yapılması gerektiği, hastanın öyküsünde ise ilaç allerjisinden sözedil
mediği için deride ilaç testi yapılmamasının eksiklik olmadığı, deride
ilaç deneme testinin menfi olmasına rağmen ilacın enjeksiyonu sıra-
sında anaflaksinin yine gelişebileceği, daha önce aynı ilaçtan defa-
larca yapılmış ve anaflaksi görülmemiş bir kişide herhangi bir en-
jeksiyon sonucunda anaflaksi gelişebileceği ve ölüm olabileceği be-
lirtilmektedir.
Bu haliyle, sözkonusu enjeksiyonun belirkişi raporunda da belirtil-
diği gibi ölüme yol açabileceği kabul edilmiş bulunmaktadır. Deride
ilaç testi yapılması gerekmekte ise de, dava konusu olayda olduğu
gibi deride ilaç testi yapılmamış olsa bile enjeksiyondan sonra has-
tanın belli aralıklarla izlenmesi ve enjeksiyona bağlı olarak gelişe-
bilecek şoka karşı yeterli ve etkili önlemlerin alınması gerekmekte-
dir.
Davacıların yakınlarına yapılan streptomisin enjeksiyonundan sonra,
enjeksiyona bağlı olarak gelişebileceği ve ölüme yol açabileceği kabul
edilen şokun önlenmesi amacıyla yeterli gözlemlerin yapılmadığı anla-
şıldığından, bunun sonucunda meydana gelen ölüm olayında davalı idare-
nin ağır hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla, olayda idarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı gerek-
çesiyle davacıların manevi tazminat istemlerinin reddi yolunda verilen
idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz isteminin kabulü ile İzmir
2. İdare Mahkemesince verilen 5.11.1992 tarih ve 1992/1002 sayılı
kararın bozulmasına karar verildi.
AZLIK OYU:
Temyizen incelenen mahkeme kararında da belirtildiği gibi riskli hiz-
metlerden olan sağlık hizmetlerinin yürütülmesi sırasında ağır bir
kusurdan ileri gelmemiş olan zararlar için idarenin tazmin sorumlu-
luğu bulunmamaktadır.
Bakılan uyuşmazlıkta, zararın doğumuna neden olduğu iddia edilen olayı
iki aşamada incelemek gerekmektedir.
Birincisi, davacıların yakınına uygulanan tedavinin yöntemine uygun
olup olmadığı, ikincisi ise uygulanan tedavi sonucunda meydana gelen
şokta gerekli müdahalenin ilgiliye zamanında yapılıp yapılmadığıdır.
Bilirkişi raporunda belirtilen esaslar çerçevesinde ilaç uygulamasına
bağlı olarak gelişebilen tabloda idareye yüklenebilecek bir kusur bu-
lunmamakla beraber, davacıların temel iddialarından olan hastanın şo-
ka girmesinden sonra acil ve yeterli müdahalenin zamanında yapılmadığı
yolundaki iddianın açıklığa kavuşturulmadığı dosyanın incelenmesinde
anlaşılmaktadır.
Bilirkişi raporunun son kısmında... streptomisinin uygulama saati ile
acil müdahale saati arasındaki sürenin hastanın yaşamını belirleyici
bir faktör olduğu ve bu hususun belirlenmesinin yararlı olacağı belir-
tildiğinden, davacıların bu yöndeki iddiaları karşılanmaksızın ve
idarenin bu aşamada bir kusuru olup olmadığı hususu açıklığa kavuştu-
rulmaksızın eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararda hukuki
isabet görülmemiştir.
Davacıları temyiz isteminin belirtilen gerekçeyle kabulü gerektiği gö-
rüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.

(DAN-DER; SAYI:90) CP/SE



UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ
HUKUK BÖLÜMÜ
E. 2005/65
K. 2005/114
T. 26.12.2005
• ÜNİVERSİTE HASTANESİNDE AMELİYAT SONRASI DOĞAN ZARARIN GİDERİLMESİ İSTEMİ ( Hizmet Kusuru Esasına Göre İdari Yargı Yerinde Çözümlenmesi Gereği - Üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesinde Sağlık Hizmetinin Kamu Hizmeti Olarak Yürütüldüğü )
• SAĞLIK HİZMETİNDEN DOĞAN ZARAR ( Ameliyat Sonrasında/Üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesinde Sağlık Hizmetinin Kamu Hizmeti Olarak Yürütüldüğü - Hizmet Kusuru Esasına Göre İdari Yargı Yerinde Çözümlenmesi Gereği )
• HİZMET KUSURU ( Üniversite Hastanesinde Ameliyat Sonrasında Doğan Zararın Giderilmesi İstemi/Hizmet Kusuru Esasına Göre İdari Yargı Yerinde Çözümlenmesi Gereği - Üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesinde Sağlık Hizmetinin Kamu Hizmeti Olarak Yürütüldüğü )
• AMELİYAT SONRASI DOĞAN ZARARIN GİDERİLMESİ İSTEMİ ( Üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesinde Sağlık Hizmetinin Kamu Hizmeti Olarak Yürütüldüğü - Hizmet Kusuru Esasına Göre İdari Yargı Yerinde Çözümlenmesi Gereği
ÖZET : Dava, Üniversite hastanesinde yapılan ameliyat sonrasında umulan iyileşmenin sağlanamadığı ve organ fonksiyonlarında eksilme meydana geldiği öne sürülerek uğranılan zararların Üniversite tarafından giderilmesi istemiyle açılmıştır.

Kamu tüzel kişiliğine sahip bir yükseköğretim kurumu olan Üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesinde, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda belirlenen esaslara göre ve eğitim, öğretim, araştırma ve uygulama amacıyla verilen sağlık hizmetinin, kamu hizmeti olarak yürütüldüğü kuşkusuzdur.

Sağlık hizmetinin yürütüldüğü sırada doğduğu öne sürülen zararın giderilmesi istemiyle açılan davanın idare aleyhine açılan kısmının, öncelikle hizmet kusuru esasına göre İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerekir.

OLAY : Davacı vekili, müvekkilesi AAA'ın Üniversite Hastanesi kadın doğum servisinde 23.3.2004 gününde geçirdiği ameliyat sonrasında, iç kanama oluşması ve bunun sürmesi nedeniyle çocuk yapma şansının azaldığını ve cinsel yaşantısının etkilendiğini öne sürerek, fazlaya ilişkin dava ve talep hakkı saklı kalmak üzere, tedavi ve bakım giderleri ile geçici ve sürekli işgöremezlik zararları karşılığında 2.000 YTL. maddi tazminatın ve ayrıca 20.000.YTL. kendisi için, 10.000YTL. eşi için olmak üzere toplam 30.000 YTL. manevi tazminatın, ameliyat tarihinden itibaren yürütülecek reeskont faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline hükmedilmesi istemiyle, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü ile Prof. Dr. A.A. aleyhine, 7.2.2005 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalılardan Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü vekilince, birinci savunma dilekçesinde, kamu tüzel kişiliğine sahip ve katma bütçeli bir yükseköğretim kurumu olan Üniversiteye karşı sağlık hizmetinin yürütülmesi sırasında meydana geldiği iddia olunan zarardan dolayı açılan tazminat davasının idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 7. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 28.4.2005 günlü celsesinde E:2005/51 sayılı kararıyla, davada Prof. A.A'nın kişisel kusuruna ve Hacettepe Üniversitesi yönünden B.K. 54. maddesine dayanıldığı gerekçesiyle yargı yolu itirazını reddederek, görevlilik kararı vermiştir.

Davalı Rektörlük vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde belirtilen, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; davanın, Üniversiteye bağlı Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan ameliyat ve sonrasındaki tedavinin önlemsiz ve özensiz uygulandığı, umulan şifayı sağlamadığı ve organ fonksiyonlarında eksilme meydana geldiği ileri sürülerek Üniversite ile tedaviyi uygulayan hekim aleyhine açıldığının anlaşıldığı, davalı idareye bağlı hastanede sağlık hizmetinin gereği gibi yürütülmediği iddiasından kaynaklanan zararın giderilmesi, ancak idari yargıda açılacak tam yargı davası ile mümkün bulunduğundan Ankara 7.Asliye Hukuk Mahkemesi'nin davalı Rektörlüğün görev itirazının reddi yolundaki kararının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle, davanın Rektörlüğe yönelik kısmı yönünden idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa'nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşünce istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Kamu tüzel kişiliğini haiz ve katma bütçeli bir öğretim kurumu olan Üniversitenin, sağlık hizmeti vermek amacıyla kurduğu hastanede yürütülen kamu hizmetinin işleyişindeki yetersizlik nedeniyle hizmet kusuru ortaya çıktığı ve bundan dolayı uğranılan zararların kusurlu hizmeti işleten davalı idarece tazmini gerektiği öne sürülerek açılan davanın, Anayasanın 125. maddesine göre ve 2577 sayılı Yasa'nın 2/1-b. maddesinde belirtilen tam yargı davası kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi ve bu nedenle Danıştay Başsavcılığının başvurusunun kabulü ile Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin davalı Rektörlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiğini belirtmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün, Ahmet AKYALÇIN'ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Serap AKSOYLU, Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve Levent ÖZÇELİK'in katılımlarıyla yapılan 26/12/2005 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Rektörlükçe anılan Yasa'nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede belirlenen süre içinde başvurulması üzerine Danıştay Başsavcılığı tarafından davanın Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne yönelik kısmı yönünden uyuşmazlık çıkarıldığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II- ESASIN İNCELENMESİ : Raportör Hakim İsa YEĞENOĞLU'nun davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile Danıştay Başsavcılığının idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının davada idari yargının görevli bulunduğuna ilişkin düşünce yazıları ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Ahmet Yahya ÖZDEMİR'in yazılı düşünceler doğrultusundaki açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

KARAR : Dava, Üniversite hastanesinde yapılan ameliyat sonrasında umulan iyileşmenin sağlanamadığı ve organ fonksiyonlarında eksilme meydana geldiği öne sürülerek uğranılan zararların Üniversite tarafından giderilmesi istemiyle açılmıştır.

Kamu tüzel kişiliğine sahip bir yükseköğretim kurumu olan Hacettepe Üniversitesinin Tıp Fakültesi Hastanesinde, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda belirlenen esaslara göre ve eğitim, öğretim, araştırma ve uygulama amacıyla verilen sağlık hizmetinin, kamu hizmeti olarak yürütüldüğü kuşkusuzdur.

Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre, Üniversitenin kamu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanması gerekmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa'nın 2/1-b. maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 62. maddesinde, üniversite öğretim elemanları ve diğer görevlilerin özlük hakları için bu Kanun, bu Kanunda belirtilmeyen hususlar için Üniversite Personel Kanunu, bunda bulunmayan hususlar için ise genel hükümlerin uygulanacağı öngörülmüş olup, Üniversite ile birlikte öğretim üyesi tabip aleyhine de tazminat davası açılmış ise de, Anayasa'nın 129. maddesinin 5. bendinde yer alan "Memurlar ve diğer kamu görevlililerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir." kuralı ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesindeki, kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı, bu görevi yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açacakları, kurumun genel hükümlere göre personele rücu hakkının saklı olduğu hükmü uyarınca, Üniversite aleyhine idari yargı yerinde açılması gereken tam yargı davasının öncelikle çözümlenmesi gerekeceği kuşkusuzdur.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının başvurusunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi'nin davalı Rektörlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcılığının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davalı Rektörlük yönünden verilen 28.4.2005 gün ve E:2005/51 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 26.12.2005 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
Old 10-06-2007, 13:21   #7
advocat63

 
Varsayılan

ilgilenen herkese teşşekür ederim.Ancak sorumun cevabını hala almış değilim.Ben sağlık bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmayı düşünüyorum.Zararın miktarını (tedavi giderleri,desteketen yoksun kalma vb) tespite matuf olarak (Tam yargı davasından önce) adli yargıda delil tespit zımnında dava açabilirmiyim?
Old 10-06-2007, 13:28   #8
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan advocat63
ilgilenen herkese teşşekür ederim.Ancak sorumun cevabını hala almış değilim.Ben sağlık bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmayı düşünüyorum.Zararın miktarını (tedavi giderleri,desteketen yoksun kalma vb) tespite matuf olarak (Tam yargı davasından önce) adli yargıda delil tespit zımnında dava açabilirmiyim?

Cevabı kendiniz vermişsiniz zaten.

Alıntı:
Ancak Yargıtay eda davası açılabileceği yerde tespit davası açılamayacağını ifade ediyor

Şunu önerebilirim. Bu işlerden anlayan bilirkişiden, haricen bir rapor alın. Hem davanıza dayanak yaparsınız, hem de boşuna harç ödememiş olursunuz.

Saygılarımla
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Boşanma Davası Açılmadan Tedbir Nafakası Davası Açılabilir Mi? AVUKAT MERYEM Meslektaşların Soruları 10 20-06-2014 10:46
Tam Yargı Davası-Hak Düşürücü Süre ve Bir Aile Dramı Av. Can DOĞANEL Meslektaşların Soruları 6 04-04-2010 13:20
Adli Yargı Idari Yargı Tazminat Davası mustafaaladag Meslektaşların Soruları 6 21-04-2007 13:12
Adli Yargı Mı, İdari Yargı Mı? mehmet sirn Meslektaşların Soruları 4 04-10-2006 12:21
Eda davası -bozma- davanın konusuz kalması-ıslah -tespit davası seyyah7272 Meslektaşların Soruları 2 27-05-2006 17:42


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06852388 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.