Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Maddi Tazminat

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 24-09-2007, 16:05   #1
Av. Derya

 
Varsayılan Maddi Tazminat

Müvekkil aleyhine açılmış bulunan haksız ve yersiz davalar müvekkil lehine sonuçlanmıştır. İş bu davalarda müvekkil vekil ile temsil edilmiş ve vekillerine serbest meslek makbuzu karşılığında vekelet ücretleri ödemiştir. Bu vekelet ücretlerini maddi tazminat olarak kendisine karşı bu davaları açan davacıdan talep etmek istiyoruz. Ancak bununla ilgili yasal dayanak ve yargıtay kararlarına ulaşamadım bu konuda meslektaşlarımın yardımını bekliyorum. Teşekkür ederim.
Old 24-09-2007, 18:04   #2
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

KANUN NO: 2709

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1982)

A. HAK ARAMA HÜRRİYETİ
MADDE 36 - Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma "ile adil yargılanma" hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.



Açacağınız davanın önündeki engel yukarıdadır. Biri sırf sizi dava etti diye , onu dava ederseniz, Anayasada yer alan hak arama hürriyeti anlamsız hale gelecektir.

Saygılar.
Old 24-09-2007, 20:52   #3
HÜLYA ÖZDEMİR

 
Varsayılan Kararlar Manevi Tazminata İlişkin Olmakla Birlikte

Yargıtay'ın hak aramaya yönelik görüşlerini yansıtması açısından yararlı olacaktır.






T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1981/4-56

K. 1982/348

T. 9.4.1982

• MANEVİ TAZMİNAT ( Şikayet ve suç duyurusu )

• ŞİKAYET HAKKI ( Manevi tazminat )

• HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN SINIRI ( Manevi tazminat )

818/m.49

ÖZET : ( ... şikayet ve başvurma hakları yurttaşa Anayasa ile tanınan haklardandır. Yapılan şikayet ve başvurma nedeni ile zarara uğrayan kişi yararına tazminata hükmolunmak için, bu hakkın kötüye kullanıldığının gerçekleşmesi gerekir. Ceza davasında şikayet edilen aleyhine açılan davada mahk–miyete yeter delil elde edilmemesi nedeni ile beraet kararı verilmiş bulunması, şikayet ve başvurma haklarının kötüye kullanıldığına delalet etmez.
Davaya konu olan olayda ceza mahkemesinde toplanan delillerden anlaşılacağı gibi, davalıların davacıları zararlandırmak amacı ile kasten ve uydurma delil hazırlayarak şikayet ettiği anlaşılmamış, aksine şikayeti haklı gösteren nedenler bulunduğu görülmüştür. O halde davanın reddine karar verilmek gerekirken, yalnız davacıların ceza mahkemesinde beraat etmiş olması nedeniyle manevi tazminata hükmedilmiş olması yasaya aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
DAVA VE KARAR : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacılar dava dilekçelerinde aynen ( ... Davalı Gülçin'in, darp ve hakaret suçlarından ötürü Kadıköy 3. Sulh Ceza Mahkemesinde aleyhine açtığı ceza davası sonunda beraet ettiklerini... ) ileri sürerek, davalının iftirası yüzünden bir yıl hasta hasta mahkemede sürünmeleri sonucu duydukları elem ve ızdıraba karşılık 100.000 lira manevi tazminatın tahsilini istemişlerdir.
Davalı cevap dilekçesinde ve diğer savunmalarında ( ... davacılara asla isnad ve iftirada bulunmadığını, sadece kendisinin dövülmesi ve hakaret edilmesi olayına iştirak ettiği için davacılar aleyhine Anayasa'dan doğma şikayet hakkını kullanmak suretiyle şahsi ceza davası açtığını, davacıların bu suçu işlediğine ilişkin kuvvetli kanıtlar bulunduğunu, ancak adı geçenlerin dava sonunda beraat etmiş olmasının manevi tazminat adı geçenlerin dava sonunda beraet etmiş olmasının manevi tazminat istemesine sebep teşkil etmiyeceğini... ) ileri sürmüş; Yerel mahkeme ( ... davacıların müsnet suçları işlemediğini bile bile davalının davacıları tanıklık yapmaktan engellemek için haklarında sözü geçen ceza davasını açtığı ve böylece davacıları zararlandırmak amacıyla kasten hareket ettiği... ) gerekçesiyle davalıyı 15.000 lira manevi tazminata mahk–m etmiştir. Ancak bu hüküm Özel Dairenin yukarıya metni aynen alınan ilamıyla bozulmuş ve fakat yerel mahkeme, yukarıda anılan gerekçelere dayanarak eski kararında direnmiştir.
Görülüyor ki temyiz incelemesinde konu bu dava, Medeni Kanunun 24. maddesi gereğince korunan kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle Borçlar Kanununun 49. maddesinden kaynaklanan bir manevi tazminat isteğine ilişkindir. Bilindiği gibi, kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan, herkese karşı ileri sürülebilen ve kaynağını Anayasa'dan alan, yani Anayasa'ını teminatı altında bulunan mutlak bir haktır. Ne var ki, bunun yanında yine kaynağını Anayasa'dan alan başka hak ve özgürlükler de vardır. Anayasanın 31. maddesinde, "Hak Arama Hürriyeti" olarak tanımlanan ve "yargı mercileri önünde hak arama, ihbar ve şikayet ve dava açma" özgürlüklerini de kapsayan haklar buna örnek olarak gösterilebilir. Hiç kuşku etmemek gerekir ki, sözü edilen bütün bu hak ve özgürlükler asla sınırsız değildir. Bir diğer anlatımla toplumda sulh ve huzurun gerçekleşmesi, adil bir dengenin kurulabilmesi için, bu Anayasal hakların gösterdiği özellikler itibariyle başkalarının hak ve çıkarlarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması ve ve genişletilmesi gerekir. Bu da, bütün haklarda olduğu gibi kişiliği korunmasının sınırsız olmadığını gösterir. BK. nun 49. maddesinde açıkça ifade edilmemiş olmakla birlikte, HUKUKA AYKIRILIK burada da sorumluluğun vazgeçilmez bir ögesidir. Hukuka aykırılık bir değer yargısıdır. Eylemin hukuka aykırılığı, davranış kurallarının çiğnenmesi ile ortaya çıkar. Burada değer yargısının belirlenebilmesinin ölçüsü olarak, hukuk kuralı gözönünde tutulur. Kişilik haklarının ihlali kural olarak hukuka aykırı sayılır. Ne var ki, tecavüz edenin, zarar görenin kişilik haklarına müdahalede bulunmak hususunda bir hakkı mevcut olduğu takdirde, ihlalin hukuka aykırılığı ortadan kalkacaktır. İşte bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesi, yani hukuki çıkarların ( yararların ) çatışması halinde çatışan çıkarlar arasındaki sınırın, MK.nun 1. maddesindeki ana kural uyarınca Hakim tarafından büyük bir özenle çizilmesi gerekir. ( Selim Kaneti - Haksız Fiillerde Hukuka Aykırılık Sorunu - Yayınlanmamış Doktora Tezi - 1964 - Sayfa 199 vd. ). Hakim, çatışan çıkarlar arasındaki bu sınırın MK'nun anılan maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken, Adalete uygun bir sonuca varması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş olan kıstaslardan da yararlanmalıdır. ( Hal–k Tandoğan - şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunması - Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası - Cilt XX - 1963 sayı 4, sayfa 1-36 ) ( A.Egger - İsviçre Medeni Kanunu şerhi - Volf Çernis çevrisi - Cilt 1 Sahife 249 vd. ). Kabul olunan bu genel kıstaslara göre, kişilik haklarına vaki saldırının hukuka uygun sayılması için ( özellikle hak arama özgürlüğü söz konusu olan hallerde ), herşeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Bir başka söyleyişle, kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan açıklamalar, başkalarının ya da kamunun üstün çıkarlarını korumak amacıyla yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu açıdan zabıtaya ya da suçları kovuşturmaya yetkili makamlara yapılan ceza şikayetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili mer ciler nezdinde yapılan icra kovuşturmaları, açılan hukuk davala rı kural olarak hukuka aykırı değildir. Zira, hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi için hareket edildiği sırada bir başkasının kişilik hakkı saldırıya uğramış ise, artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki himaye, başkalarının hak ve özgürlüğü yararına ortadan kalkmalıdır. Hiç Kuşku yok ki, hukuken korunan varlıklar olarak haysiyet, şeref ve hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığından birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak, somut olaydaki nisbi kıymeti nazara alındıkta sırf bu tecavüz bakımından kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir ( Tandoğan - agm ). Ancak, bu sonuca ulaşabilmek, böyle bir değer yargısına varabilmek ve dolayısı ile tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için, hukukça korunan üstün hak ve çıkarın var olması asla yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.
O halde bu aşamada, şikayet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının nasıl ve ne şekilde tesbit olunabileceği konusu üzerinde de kısaca durulmasında büyük yarar vardır.
Yukarıda da ana hatları ile değinildiği veçhile şikayet hakkı, muhakkak surette ( amaca uygun ) olarak kullanılmış olmalıdır. Amaca uygunluk, öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan ihbar ve şikayet, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmış ise, amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak, bu hak ( öz çıkarın korunması ) yerine, şekli görüntüsünden yararlanılarak başka bir çıkar sağlamak, başkasını zarara uğratmak için kullanılmış ise, artık hukuka uygunluk söz edilemiyecektir. Çünkü, hak ve özgürlüklerin amacından saptırılarak, kişinin şahsiyet alanına müdahale iyi niyet kurallarına ( MK.2 ) ters düşen bir davranıştır. Öte yandan, şikayet ya da dava açma hakkı amaca uygun olsa, yani öz çıkarın korunması amacına yönelik bulunsa dahi yine de bu hak uygun araçlarla kullanılmalıdır. Daha açık bir anlatımla, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Zira, salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar uydurma olan ceza şikayeti ve ihbar hukuka aykırı bir davranış niteliğindedir. Ağır sonuçları olan şikayetin yapılmasında ve ceza davası açılmasından önce özellikle ihbar, şikayet ve davanın temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı kanıtlarla desteklenmesi gerektiği düşünülerek, bu kanıtların var olup olmadığının araştırılıp soruşturulması, bu konda hafiflikle ve acele ile davranılmaması, uzak ihmallere göre hareket edilmemesi gerekir. Aksi halde amaca varmak için uygun araç seçilmemiş olur ki, bu da hakkın kötüye kullanıldığının tartışmasız delili sayılır ( Kaneti - age - 199 vd. ). Gerçek olaylara dayanılıp dayanılmadığının tesbiti, maddi delillerin takdiri suretiyle mümkün olacaktır. Ancak aşırı davranılıp davranılmadığını tesbit, her zaman, özellikle de ağır ihmal ( taksirli davranış ) halinde aynı kolaylıkla mümkün değildir. Tandoğan'ın belirttiği gibi herkes hemcinslerine karşı insanlık haysiyetine yakışır, uygun bir tarzda hareket etmelidir. Karşısına kişilik haklarını alarak, bir çıkarını öne süren kişi, asgari ölçülerde hemcinsinin kişiliğini de düşünmek zorundadır. Aşırı davranış bir ihmalin sonucu da olsa hukuka uygunluktan söz etmek mümkün olmamalıdır. ( Tandoğan - agm. ). Gerçek bir olay karşısında bulunan hallerde dahi, elinde hiç bir isbat vasıtası ( delil ya da emare ) olmayan kişinin tahmine ve zanna dayanarak veya vasat bir kişinin dahi yetersizliğini tartıp takdir edebileceği kanıtlara dayanarak şikayet hakkını kullanması, aşırı bir davranış olarak hukuken korunmamalıdır. Ne var ki, benzer olaylarda kişinin kusurlu davranışı, BK. nun 49. maddesinin espirisine uygun olarak ( ağır ihmal ) derecesinde olmalıdır.
Şu açıklamaların ışığı altında somut olay incelendikte, davalının davacı aleyhine açmış olduğu ceza davası dolayısıyla şikayet hakkını kötüye kullanmadığı anlaşılacaktır. şöyleki;
1 - Olay günü taraflar arasında çıkan bir kavga nedeniyle Reyzan, Ali Cemal ve Abidin Arslan adlı kişilerin davalı Gülçin aleyhine ve davalı Gülçin'in de, aralarında davalı Saadettin de bulunduğu, Abidin, Rezzan, Cemal Arslan ile Sema Danlı, Semih ve Samiye Ataezgin ve Asude Arslaner aleyhlerine darp ve hakaret suçlarından dolayı ayrı ayrı şahsi dava açmışlardır.
2 - Davalı Gülçin'in kendi adına asaleten küçük oğlu Murat'a velayeten açtığı bu şahsi davada kanıt olarak ( C.Savcılığının hazırlık soruşturması ile ilgili dosyaya ve ayrıca isimlerini bildireceği tanık ifadelirine vs. delillere ) dayanmış ve bilahare verdiği tanık listesine göre, Muzaffer Bozkurt, Zeki Erciyaş, Nimet Ünlü, Nahide Dede, Haşmet Olgaç ve şefika Çetinkaya adlı kişilerin tanık olarak dinlenmelerini istemiştir.
3 - Ceza Mahkemesi tarafların açmış bulunduğu kişisel ceza davalarını birleştirerek tarafların tanıklarını dinlemiş ve sonuçta, davacıların davalı Gülçin'e karşı müessir fiilde bulunmadığı zira Gülçin i dövenin sanık Rezzan olduğu sonucuna vararak davacıların beraetine karar vermiştir.
4 - Ceza davasında dinlenen taraf tanıklarının beyanlarından ve özellikle davalı Gülçin'in ikame ettiği tanık Nimet Ünlü'nün talimatla alınan 27.4.1978 günlü ifadesinden ( ... bütün sanıkların davalı Gülçin'e hücum ettikleri saçından ve başından tutup sürükledikleri çocuğuna piç diye hakaret ettikleri ve bilahare olay yerine gelen Muzaffer adlı kişinin davalı Gülçin'in kurtardığı... ); tanık Nahide Dede'nin beyanından da ( ... olay günü sanık Ali Cemal'in davacı Gülçin'in ikizlerinden bir tanesini dövdüğü ve onun bağırması üzerine davalı Gülçin'in aşağıya indiği, sanıkların kaçtığı, ancak aşağıda kendisini bekleyen sanık Abidin ile karısı Rezzan'ın davalı Gülçin'i tutup dövdükleri... sonradan diğer sanıklar Saadet Öztermiyeci ile Semih ve Sema'ın da Gülçin'i kurtardığı... ); tanık bilahare tanık Muzaffer'in gelerek davalı Gülçin'i kurtardığı... ); tanık Muzaffer ve Haşmet Olgaç ın da ifadelerinden, bu tanık ifadelerini, olay zikretmek suretiyle teyit ve takviye ettikleri açıkça anlaşılmaktadır. Kaldı ki dinlenen savunma tanıkları dahi olay günü taraflar arasında bir kavga cereyan ettiğini söylemişlerdir. Görülüyor ki davalı Gülçin'in iddiası doğrultusunda, dövüldüğüne ilişkin olarak rapordan başka sair kuvvetli şahadet te mevcuttur. Bu kanıtların varlığı davalı Gülçinin davacılar hakkında kişisel ceza dava acması için yeterlidir. Davacıların rüşet edilen ceza davası sonunda beraet etmiş olmaları olgusu ise, tamamen yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesine ilişkin olup olayımızda ve özellikle çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacılar lehine değerlendirilecek nitelikte bir sebep teşkil etmez. Esasen bir beraet kararı, hiç bir zaman şikayet hakkının kişilik haklarına zarara verecek şekilde hukuka aykırı kullanıldığının ölçüsü olamaz. Yargıtay Özel Dairesinin istikrar kazanmış uygulamaları ve yukarıda anılan bilimsel görüşler bu doğrultudadır. Genelleşmiş olan kıstaslar esas alındıkta, kişinin gerçek bir olaya dayanan iddiasını kısmen ya da tamamen doğrulayacak kanıtlara dayanarak ( ki bu kanıtlar dava açılması ve mahk–miyet için yeterli olmasa dahi ) resmi mercilere bildirmesini ya da ceza davası açmasını uygulama ve doktrin hukuka uygun bir davranış olarak kubul etmekte ve bu davranışı ( hak arama özgürlüğü ) kapsamında mütalaa eylemektedir. Esasen aksi görüşü kabul, yani her ihbar ve şikayetin yapılabilmesini ve ceza davası açılabilmesini her halükarda mahk–miyet için yeterli delil ikamesine bağlı tutmak ve özellikle delillerin takdiri sonucu beraet halinde de şikayetçi ya da davacıyı manevi tazminat tehdidi altında bırıkmak, hak arama özgürlüğünü, tahammül edilemez derecede sınırlamak ve kişilik hakları karşısında bu özgürlüğü yok etmek olur ki, böyle bir kabul, yorum ve uygulama herşeyden önce MK.nun yukarıda niteliği açıklanan 1. madde si hükmüne ve Anayasa'nın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak güttüğü amaca ters düşür. Zira, insanın Anayasa ile sağlanması amaçlanan özgürlük ortamında yaşaması, gelişme ve faliyet göstermesi, ona verilmiş görevleri yerine getirebilmesi için gerekli olan özgürlükler, yasal yollardan kullanıldığı ölçüde kısıtlanamaz ve hiç kimse bu özgürlüğü kullandığı tazminatla sorumlu tutulamaz. Öyle ise, kanıtlara dayanılarak vaki bir şikayet ya da açılan bir ceza davası sonunda verilen beraet kararı, mücerret o şikayet veya davanın hukuka aykırı olduğunun delili sayılamaz. Haksız şikayet ya da haksız ceza davası açıldığı hukuki sebebine dayanan manevi tazminat davalarında şikayet ya da dava hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, bir diğer ifade ile şikayetin veya davanın hukuka aykırı olup olmadığı sorunu ancak ve sadece şikayetçinin veya davacının şikayetine dayanarak yaptığı kanıtların hukuk hakimi tarafından değerlendirilmesi ile hallolunmalıdır. Ceza Hakiminin delilleri takdir konusundaki kanaat ile hukuk davasına etkili değildir.
Sonuç olarak, davacının suçsuz olduğunu bildiği halde onu zararlandırmak amacıyla dava ettiği hiçbir veçhile sabit olmadığı bir yana, davacı aleyhine çok kuvvetli kanıtlara dayanarak dava açtığı yukarıda belirtilen tanık ifadeleri ile gerçekleşmiş ve böylece davalının değil kasti bir davranışı, manevi tazminatla sorumluluğu için aranması gerekli ağır ihmali dahi gerçekleşmemiştir. O halde, Özel Daire bozma ilamına uyulmak gerekirken, eski kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır; direnme kararı bu nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalının temyiz itirazlarının kabulü ile direme kararının yukarıda gösterilen sebeplerden dolayı ( BOZULMASINA ), oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 1982/6084

K. 1982/7436

T. 8.9.1982

• MANEVİ TAZMİNAT ( Kişilik Haklarına Saldırı )

• ŞİKAYET HAKKI ( Manevi tazminat )

743/m.1

818/m.49

ÖZET : Kişilik haklarının ihlali, kural olarak Hukuka aykırı sayılır. Yeter ki kişilik hakkını oluşturan kişisel değerlere elatma eylemi yasal bir haktan kaynaklanmasın ve korunmasın. Bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesinde veya hukuksal çıkarların çatışmasında hakimin çatışan çıkarlar ve haklar arasındaki sınırı Medeni Yasa’nın 1. maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken adalete uygun, hakça bir sonuca ulaşması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş kural ve ölçülerden yararlanması gerekir.
DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki manevi tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilâmda yazılı nedenlerden dolayı 30.000 liranın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine fazla istemin reddine ilişkin hükmün davalı tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi gereği konuşuldu:
Davacı, davalının kendisini memuriyet görevini kötüye kullandığından söz ederek şikayeti üzerine açılan ceza davasında beraat ettiğini ileri sürerek 150.000 lira manevi tazminatın tahsilini talep etmiştir. Mahkeme, şikayet hakkının kötüye kullanılmak suretiyle davacının kişilik hakkının saldırıya uğradığını kabul ve 30.000 lira manevi tazminatın tahsiline karar vermiştir.
1 - Dava, M.K.’nun 24. maddesi gereğince korunan kişilik hakkına yapılan saldırı nedeniyle B.K.’nun 49. maddesinden kaynaklanan bir manevi tazminat isteğidir. Bilindiği gibi kişilik hakkı, kişinin kendi özgür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan ve herkese karşı ileri sürülebilen mutlak bir haktır. Bunun yanında, yargı önünde hak arama şikayet özgürlüğü ve mahkemelere başvurma hakkı Anayasalarca yurttaşlara tanınan özgürlük haklarındandır ( TC.1961 Anayasası m.31 ve 62 ). Toplumda sulh ve huzurun hakça gerçekleşmesi için; bireyin kendi hakları ve bu hakların gösterdiği özelliklerin başkalarının hak ve çıkarlarıyla olan ilişkilerine göre daralması ve genişletilmesi gerekir. Bu da, bütün haklarda olduğu gibi kişiliğin ve kişilik hakkının korunmasının sınırsız olmadığını gösterir.
B.K.’nun 49. maddesinde açıkça anlatılmış olmamakla birlikte; burada da hukuka aykırılık ( BK.41-MK.24 ) sorumluluğun vazgeçilmez unsurudur. Bu nedenle kişilik hakkının ihlali, kural olarak hukuka aykırı sayılır. Yeter ki, kişilik hakkını oluşturan kişisel değere elatma eylemi yasal bir haktan kaynaklanmasın ve korunmasın. Bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesinde veya hukuki çıkarların çatışmasında; hakimin çatışan çıkarlar ve haklar arasındaki sınırı M.K.’nun 1. maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken adalete uygun hakça bir sonuca ulaşması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş kural ve ölçülerden yararlanmalıdır. ( Bkz. H.Tandoğan, Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.XX. 963, sayı:4 s.I-36, A.Egger İsviçre Medeni Kanunu Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, V. Çernis Çev.. C.I, s.249/297 Yargıtay 4. H.D. 30.9.1976 T. ve 8657/8994, 18.2.1980 T. ve 666/2007; 13.11.1980 T. ve 10368/12964 sayılı kararları ). Bu genel kabul görmüş kural ve ölçülere göre kişilik hakkını oluşturan kişisel değere saldırının hukuka uygun sayılması için ( özellikle Bkz. Arama özgürlüğünde ):
A - Herşeyden evvel, bireyin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması zorunludur. Hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi sırasında kişilik hakkı saldırıya uğramış ise; artık, kişilik hakkı üzerindeki hukuki korunma, herkesin özgürlüğü adına ortadan kaldırılmalıdır. Kuşkusuz hukuken korunan varlıklar olarak, onur ve saygınlık ile hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığında birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak, somut olaydaki nisbi kıymeti alındığında kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir ( Tandoğan age. ). Bu sonuca ulaşmak ve saldırının hukuka uygunluğu için, hukukça korunsa üstün hak ve çıkarının bulunması yeterli değildir; hakkında kötüye kullanılmamış olması da gerekir.
B - Şirket hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığının tesbiti için iki yön üzerinde durulması gerekir.
a - Şikayet hakkı "amaca uygun" olarak kullanılmış olmalıdır. Amaca uygunluk, öz çıkarın korunması ile mümkündür. Örneğin; ilgili makamlara yapılan ihbar ve şikayet hakkının koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmış ise amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak bir çıkar sağlamak için kullanılmış ise, hukuka uygunluktan söz edilmeyecektir. Çünkü, hak ve özgürlüklerin amacından saptırılarak bireyin, hukukça korunan kişisel değerlerine girme ve elatma iyiniyet kurallarına ( MK.2 ) aykırı düşen davranıştır.
b - Şikayet hakkı uygun araçlarla yapılmalıdır. Daha geniş bir anlatımla hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Aksi halde, amaca varmak için uygun araç seçilmemiş olur ki; bu da hakkın kötüye kullanıldığının tartışmasız kanıtı olur. Uygun araçlarla amaca varmak için yapılan davranışlar, kişilik hakkına girse bile hukuka aykırı sayılmamalıdır.
Gerçek olaylara dayanılıp dayanılmadığının belirlenmesi, maddi kanıtların değerlendirilmesi ile mümkündür. Ancak hak arama özgürlüğü içinde olan şikayet hakkının kullanılmasında aşırı davranılıp davranılmadığının belirlenmesi her zaman ( özellikle ihmali davranışlarda ) aynı kolaylıkla mümkün değildir. Herkes hemcinslerine karşı insanlık onuruna yakışır uygun bir tarzda hareket etmelidir. Karşısında kişilik hakkını alarak, bir çıkarı öne süren kişi, en azından hemcinsinin kişiliğini düşünmek zorundadır. Aşırı davranış bir ihmalin sonucunda olsa, hukuka uygunluktan söz etmek mümkün olmamalıdır. Gerçek bir olay karşısında bulunan durumlarda bile, elinde hiçbir kanıtı olmayan kişinin tahmine ve zanna dayanarak veya orta derecedeki kişinin dahi yetersizliğini tartışabileceği kanıtlarla şikayet hakkını kullanması aşırı bir davranış olarak hukuken korunmamalıdır. Ancak, benzer olaylarda kusuru oluşturan ihmali davranışı, B.K.’nun 49. maddesinin düzenlenmesine uygun olarak "ağır ihmal" derecesinde olmalıdır.
Olayımızda davalı ( İ.S ) Samandağı İlçesi maliye teşkilatında görevli iken, Hatay Valiliğine Mal Müdürü olan ( M.G ) nin ilçede yaygın duruma gelen yolsuzluklarını şikayet yolu ile aktarmıştır. Bu şikayet dilekçesinin 7. kısmında aynen "... söylentilere göre mal müdürü ile yoklama memuru külliyetli miktarda menfaat sağlamaktadırlar" denmek suretiyle işin içine davacımız da karıştırılmıştır. Yapılan idari ve adli tahkikat ve yargılama sırasında dinlenen tanık Bedir "davacı Ali'nin kendisinden haksız çıkar sağladığını" ve Ali'de, "Mal müdür ile bütün dairenin şebeke halinde çalıştığı ve aralarında zaman zaman paylaşmada çekişmeler olduğunu ve görev değişiklikleri yapıldığı söylentilerinin yaygın olduğunu" beyan etmişlerdir. Bu kanıtlar, davalının gerçek olaylara dayanarak ve üstün bir çıkarın korunması amacıyla hareket ettiğini göstermektedir. Davalının suç duyurusuna dayandırdığı kanıtlar hakkın kullanılmasını gerektirecek niteliğe ulaştığını göstermektedir. Gerçek olan olaya dayanan iddianın az veya çok doğrulayacak kanıtlarla resmi kurumlara bildirilmesi hukuka uygun bir davranış olarak, kişilik hakkı karşısında, korunması zorunludur. Aksi halde, kişiliğin hudutsuz korunması, kişi özgürlüğünün ölümü olurdu. İnsanın çalışması, gelişmesi ve ona verilmiş görevlerin yerine getirilmesi için gerekli olan özgürlük, yukarıda belirtilen sınırlar dışında daraltılmamalıdır ( Egger, age., s.297 ). Kuşkusuz, kişinin ve olayımızda olduğu gibi davacının bir suçlu olarak gösterilmesi, onun kişilik sahasına bir saldırıdır. Ancak, bu saldırı kişiliğe değil, "kişilik hakkına" dokunmadıkça sorumluluğa varan bir zarardan söz edilemeyecektir.
Ceza mahkemesince verilen beraat kararları; şikayet hakkının, kişilik hakkına zarar verecek şekilde hukuka aykırı kullanıldığının ölçüsü olamaz. Dairemizin yerleşmiş uygulaması bu yoldadır ( yukarıda belirtilen örnek kararlar ). Bu nedenle davacının ceza mahkemesinde üzerine atılan suçtan beraat etmiş olması, isteğin kabulüne neden olamaz.
O halde mahkemenin, kişilik hakkının şikayet hakkı karşısında korunması ve her iki hakkın çatışmasında, yukarıda belirtilen genelleşmiş görüş ve kurallarla uyuşmayan tazmin kararı Usul ve Yasa’ya aykırı olup; hüküm dava reddedilmek üzere bozulmalıdır.
3 - Usulün 275. maddesi hükmünce çözümlenmesi özel ve teknik bilgiye bağlı hususlarda hakim, bilirkişinin oy bilgisini almaya karar verebilir. Mahkeme, olayda davalının sorumluluğunu tayin için bilirkişiye başvurmuştur. Davada sorumluluk yönünden ulaşılacak sonuç, tamamen bir yargı görevidir. Hakim, hukuki sonucu yargı ödevi gereği olarak kendisi de değerlendirecektir. Kendisine Türk Milleti adına yargı görevi verilen hakimin, hukuk kurallarını bildiği ve bunları değişik olaylarda değerlendirebileceği tartışmasızdır. Nitekim, HUMK.’nun 2494 sayılı Yasayla yapılan değişiklikle "Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez" hükmü getirilmiştir. Kişilik hakkı, hak arama özgürlüğü kavramları ile kişilik hakkının zarar görmesi halinde bunun sonuçlarını düzenleyen kurallar, hâkimlik mesleğinin gereği olarak bilinmesi gerekli bilgiler kapsamı içindedir. O halde; mahkemenin, davaya konu olan şikayet hakkının kullanılması olayında sorumluluğunun belirlenmesi için bilirkişiye başvurması Usul ve Yasa’ya aykırıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davalı yararına ( BOZULMASINA ) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2002/384

K. 2002/4802

T. 15.4.2002

• MANEVİ TAZMİNAT ( Davalı Tarafından Yerleşim Yeri Dışındaki Hayvan Ağılının Davacılarca Kasten Yakıldığı İddiasıyla Yapılan Şikayet Nedeniyle Manevi Tazminat Talebi )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Diğer Bir Deyimle Şikayet Olan Hak Arama Özgürlüğünün Anayasal Güvence Altına Alınmış Bulunması Sebebiyle Herkesin Yargı Organları Huzurunda Haklarını Araması )

• ŞİKAYETİN HAKLI NEDENE DAYANMASI ( Davaya Konu Şikayeti Haklı Gösteren Emare ve Olgular Olması Sebebiyle Delil Yetersizliğinden Şikayetin Haklı Olmadığına Karar Verilmesiyle Hataya Düşülmesi )

• KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT ( Davalının Hayvan Ağılının Yakıldığı Belli Olduğundan Şikayetin Haksızlığından Söz Edilememesi )

• HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI ( Hak Arama Özgürlüğünün Sınırsız Olmaması Sebebiyle Kişinin Başkasını Zarara Uğratmak Maksadıyla bu Hakkını Kullanmamasının Gerekmesi )

• HAK ARAMASINDA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI ( Hak Arama Özgürlüğü ile Kişilik Hakları Karşı Karşıya Gelmesi- Kişinin Hakkını Ararken Karşı Yanın Kişilik Değerlerine Saldırıda Bulunabilmesi )

2709/m.12,17,36

743/m.24,25

818/m.49

ÖZET : Somut olayda; davalı yerleşim yeri dışındaki hayvan ağılının davacılar tarafından kasten yakıldığı iddiasıyla şikayetçi olmuş ve yapılan yargılama sonucunda delil yetersizliği gerekçesiyle davacıların beraatine karar verilmiştir. Davalının hayvan ağılının yanmış olduğu bellidir. Bu yangını kimin başlattığı ise tesbit edilememiştir. Şikayeti haklı gösteren emare ve olguların bulunduğu görüldüğünden şikayet haklıdır.
DAVA : Davacılar Osman K. ve arkadaşları vekili Avukat Mustafa Süren tarafından, davalı Mustafa A. aleyhine 6.4.2001 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 7.11.2001 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
KARAR : Davacılar, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiklerini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Mahkemece istem kısmen kabul edilmiştir.
Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olayda; davalı yerleşim yeri dışındaki hayvan ağılının davacılar tarafından kasten yakıldığı iddiasıyla şikayetçi olmuş ve yapılan yargılama sonucunda delil yetersizliği gerekçesiyle davacıların beraatine karar verilmiştir. Davalının hayvan ağılının yanmış olduğu bellidir. Bu yangını kimin başlattığı ise tesbit edilememiştir. Ancak ne varki davacılardan birinin olay tarihinden bir yıl kadar önce aynı ağıldan hayvan çalmak suçundan mahkum olduğu ve bir kısım tanıklarca davacılardan birinin olay yeri yakınlarındaki tarlasında çalışırken görülmüş olması karşısında davalının aynı ailenin üyesi olan dört davalıyı birlikte şikayet etmiş olmasının haklı nedenlere dayandığı, diğer bir anlatımla şikayeti haklı gösteren emare ve olguların bulunduğu görülmektedir. Böylece davalının şikayet hakkını yasal sınırlar içerisinde kullandığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 15.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2000/8243

K. 2000/8084

T. 2.10.2000

• TAZMİNAT DAVASI ( Davanın Haksız Şikayet Nedeniyle Manevi Tazminat İstemine İlişkin Olması )

• MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Davacıların Davalılar Tarafından Haksız Olarak Şikayet Edildiklerinden Kişilik Haklarının Zarar Gördüğünü İddia Ederek Tazminat İstemeleri )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Bunun Hukuken Korunabilmesi ve Yerinde Kullanıldığının Kabul Edilebilmesi için Şikayet Edilenini Cezalandırılması veya Sorumlu Tutulmasını Gerektirici Kanıtların Olması )

• ŞİKAYET HAKKI ( Herkesin Meşru Vasıta ve Yollardan Faydalanarak Yargı Mercileri Önünde Davacı veya Davalı Olarak İddia ve Savunma Hakkına Sahip Olması )

• KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI ( Şikayetin Hak Arama Özgürlüğü Sınırları Aşılarak Kullanılması )

• ŞİKAYETLE KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRININ VARLIĞI ( Şikayeti Haklı Gösterecek Emare ve Olgulara Dayanılarak Böyle Bir Olay Karşısında Orta Düzeydeki Kişinin de Böyle Davranmaması )

• MEŞRU YOLLARDAN HAK ARAMANIN YASAL OLMASI ( Şikayet Hakkı Yani Hak Arama Özgürlüğünün Anayasal Güvence Altına Alınmış Olmasına Rağmen Bu Hakkın Sınırsız Olmaması )

2709/m.12,17,36

743/m.24,24/a

818/m.49

ÖZET : Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle, yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Anayasada ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla, orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde, şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
DAVA : Davacı H.B. ve S.B. vekili Avukat İ.D. tarafından davalılar N.A. ve diğerleri aleyhine 26.1.1998 gününde verilen dilekçe ile karşılıklı manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davaların reddine dair verilen 21.10.1998 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi taraflarca süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : 1. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla, yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; davalıların tüm, davacıların ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2. Davacılar H.B. ve S.B.'ın öteki temyiz itirazlarına gelince;
Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istemine ilişindir.
Davacılar, davalılar tarafından haksız olarak şikayet edildiklerini, bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Mahkemece istem reddedilmiştir.
Karar davacılar ve davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle, yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak da zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın 'Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği' başlığını taşıyan 12. maddesinde de; herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24 ve 24/a maddelerinde de, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile kornacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımını düzenlemiştir.
Görüldüğü üzere, Anayasada ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun, bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde, her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla, orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde, şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olayda, davalı D.Ö.'in evlenmesi nedeniyle tebrik için ziyarete giden davacı S.B.'ın evden ziynet eşyalarını çalmış olduğundan şüphelenilerek yapılan şikayetin haksız olduğu, hiçbir emare yokken itham edildiği, şikayet hakının ullanılması sınırlarının aşıldığı kanaatine varılmıştır. Bu itibarla adı geçen davacılar yararına manevi tazminat takdir olunması gerekirken yerel mahkemece davanın reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın ( 2 ) sayılı bentte gösterilen nedenle H. ve S.B. yararına BOZULMASINA, adı geçenlerin öteki temyiz itirazları ile davalıların tüm temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine 2.10.2000 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/12459

K. 2004/1848

T. 19.2.2004

• MANEVİ TAZMİNAT ( Haksız Şikayet Nedeniyle - Şikayet Dilekçesinden Farklı Olarak Müfettişe İfade Verirken Alkolle İlgili Anlatımlar/Tazminatla Sorumlu Tutulma Gereği )

• ŞİKAYET HAKKI ( Şikayeti Haklı Gösterecek Bazı Emare ve Olguların Zayıf ve Dolaylı da Olsa Varlığının Yeterli Olacağı - Haksızlığı Nedeniyle Manevi Tazminata Hükmedilemeyeceği )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Şikayet/Haklı Gösterecek Bazı Emare ve Olguların Zayıf ve Dolaylı da Olsa Varlığının Yeterli Olacağı - Haksızlığı Nedeniyle Manevi Tazminata Hükmedilemeyeceği )

• HAKSIZ ŞİKAYET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT ( Haklı Gösterecek Bazı Emare ve Olguların Zayıf ve Dolaylı da Olsa Varlığının Yeterli Olacağı - Hükmedilemeyeceği )

• KİŞİLİK DEĞERLERİNE SALDIRI ( Haksız Şikayet Nedeniyle Manevi Tazminat - Haklı Gösterecek Bazı Emare ve Olguların Zayıf ve Dolaylı da Olsa Varlığının Yeterli Olacağı/Hükmedilemeyeceği )

818/m.49

4721/m.24, 25

2709/m.12, 17, 36

ÖZET : Şikayet hakkının hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
DAVA : Davacı O.O. tarafından, davalı N.Ş. ve N.A. aleyhine 31.7.2002 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalı N.A. hakkındaki davanın reddine, davalı N.Ş. hakkındaki davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.5.2003 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı N.Ş. tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davacı, davalılar tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece istem kabul edilmiştir.
Karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanun'un 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olayda her iki davalının birlikte yaptığı şikayetlerden haklılık ve emare bulunduğundan diğer davalı yönünden dava reddedilmiştir. Temyiz eden davalı ancak şikayet dilekçelerinden farklı olarak müfettişe ifade verirken alkolle ilgili anlatımlarından dolayı tazminatla sorumlu tutulmuştur. Şikayetlerin pek çoğundan haklı oldukları anlaşılmasına, olayların gelişiminde verilen manevi tazminat çoktur. Yukarıdaki ilkeler ve olayın tümü gözetildiğinde, özellikleri gözetildiğinde daha alt düzeyde manevi tazminat takdir edilmek üzere karar bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2 ) sayılı bentte gösterilen nedenle BOZULMASINA, ( 1 ) sayılı bentte gösterilen nedenlerle diğer temyiz itirazlarının reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 19.2.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
HUKUK GENEL KURULU

E. 2005/4-13

K. 2005/37

T. 9.2.2005

• MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Haksız Şikayet Nedeniyle Kişilik Haklarının Zarar Gördüğü İddia Edilerek - Kişinin Hakkını Ararken Karşı Yanın Kişilik Değerlerine Saldırıda Bulunabileceği )

• ŞİKAYET HAKKI ( Hukuken Korunabilmesi ve Yerinde Kullanıldığının Kabul Edilebilmesi İçin Şikayet Edilenin Cezalandırılmasını Veya Sorumlu Tutulmasını Gerektirecek Yeterli Kanıtların Olmasının Zorunlu Bulunmadığı )

• HAKSIZ ŞİKAYET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Kişilik Haklarının Zarar Gördüğü İddia Edilerek - Kişinin Hakkını Ararken Karşı Yanın Kişilik Değerlerine Saldırıda Bulunabileceği )

2709/m.12,17,36

4721/m.24,25

ÖZET : Davacı, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır. Kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Hak arama özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığından, kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki ""manevi tazminat"" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.5.2003 gün ve 2002/36 - 2003/454 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 8.7.2004 gün ve 4464-9090 sayılı ilamı ile,
""... Davacı, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasa'nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasa'nın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK'nın 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olaya gelince; 17.7.2001 günü saat ( sabah ) 09:30 sularında davalı, her gün ki gibi tarafların birlikte üyesi oldukları Ö. Kooperatifi'ne ait sitedeki evinden çıkarak site dışındaki bakkaldan gazetesini almış; arabasına bineceği sırada üç kişinin saldırına uğramış; bu kişiler tarafından tekme tokat dayak atılmıştır. 7 gün iş ve güçten kaldığına ilişkin tabip raporu vardır.
Davalı, kendisini döven kişilerle birlikte onları bu dayak olayına "azmettirdiklerini zannettiği" davacının da içinde bulunduğu kişilerin isimlerini polis karakolunda dövenlerden şikayetçi olurken bildirmiştir.
Aşağıda sıralanacak maddi olgu ve emareler karşısında, davalının davacı ile arkadaşları için; azmettirdiklerini zannetmesinde haksızlık yoktur. Çünkü;
1. a. Dövülen davalı ile dövenler arasında tanışıklık ve herhangi bir alıp-verme olayının olmadığını iki taraf da söylemektedir. Bu kişileri davalı hiç tanımamaktadır.
b. Dövenlerin bakkala girip çıkarken çarpışma ve ondan sonra dövme şeklindeki savunmaları doğru değildir. Zira dövüp kaçarken bindikleri arabanın davalı tarafından alınan plaka numarası ile site güvenlik görevlileri tanıklar Y. G. ve M. Y'nin site önünde uzun beklemesi nedeniyle kuşkulandıkları arabanın plaka numarası aynıdır. Güvenlik görevlileri saat 07:30'da plaka tespitini yaptıklarına ve dövme olayı ise saat 09:30'da gerçekleştiğine göre, davalıyı döven kişiler iki saat kadar davalının siteden ayrılmasını beklemişlerdir. Yani dövme olayı planlıdır; davalı beklenip izlenmiştir.
c. Davalının beyanına göre de onun site sorunlarıyla ilgilenmemesi uyarısını yapmışlardır.
2. Davalı, daha önce kooperatifin yönetim kurulu üyesi olup siteyi oluşturan kişilerdendir. Davacı ve arkadaşları ise önceki yönetim kurulunu suçlayıp kooperatif yönetimini değiştiren, daha sonra da ceza ve hukuk davalarına davacı ile karşılıklı ya da dolaylı muhatap olanlardır. Genel kurul toplantı tutanaklarından ve faaliyet raporlarından inşaatların ruhsatsız olduğu bilindiği halde davalı ve arkadaşlarının cezalandırılması için uğraşmışlardır. Davacının kooperatif avukatı olan eşi N.H'nin de tanıklığında açıkladığı gibi özellikle davacı ile davalı arasında genel kurul toplantılarında hakarete varacak derecede sataşmalar, zıtlaşmalar olmuş; taraflar hatta gruplar arasında husumet doğmuştur.
3. Davalıya dayak atan kişilerin karakolda tespit edilen hüviyetlerinden anlaşıldığı üzere A. Stüdyo Güvenlik görevlileridir.
Tanık A. E'nin açıklamalarına göre ise; davacıyla birlikte olayı "azmettirdikleri zannedilen" kişilerden S. E. ve A. ile ilgili şirkette çalışmakta, en azından sitede böyle bilinmektedir.
Somut olayda ortaya çıkan maddi olgular ve emareler böyle olunca, davalının davacıyı haksız şikayet ettiğinin kabulü mümkün değildir. Kaldı ki, dairemizin uzun yıllar içinde yerleşik ilkesi, ... şikayeti haklı gösterecek emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir...""
O halde bunca olgu ve bulgular karşısında ve dairemizin yerleşik içtihatları doğrultusunda olaya bakıldığında; davalının davacı ile arkadaşlarının kendisini dövenleri azmettirdiklerini zannetmesinde olaylara uygun düşen mantıksal bir bağlantı ve Anayasa'dan kaynaklanan hak arama özgürlüğü vardır. Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği bu durumda, hukuken davalının hak arama özgürlüğünün üstün tutulması, korunması gerekir; davalının ve toplumun yararı bundadır.
Öte yandan, davalının şikayette kuşkusunu dile getirirken ve haklı iken karakolda davacının karşılaştığı olumsuz bir muamele varsa, davalının eylemiyle illiyetlendirmek de mümkün olamaz. Şayet öyle bir iddia varsa muhatabı davalı değildir; bu dava kapsamına da girmez.
Dairemizin kökleşmiş içtihatları ve olayın özellikleri gözetildiğinde, davanın reddi gerekirken kabulü usul ve yasaya aykırıdır. Ne var ki, ilk incelemede gözden kaçan maddi ve hukuksal olgular sonucu yerel mahkeme kararı onanmıştır.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerin yeniden incelenip değerlendirilmesiyle ulaşılan sonuca göre; davalının karar düzeltme istemi HUMK'nın 440. vd. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, dava reddedilmek üzere yerel mahkeme kararı bozulmalıdır ..."" gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Açıklanan nedenle, Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA, 09.02.2005 gününde karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 1998/5584

K. 1998/9852

T. 7.12.1998

• TAZMİNAT DAVASI ( Haksız Şikayet Nedeniyle Manevi Tazminat İstenilmesi )

• HAKSIZ ŞİKAYET ( Kural Olarak Suçluların Kovuşturulması Amacı ile Yapılan Şikayetlerin Hukuka Aykırı Sayılmaması )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Bu Hakkın da Diğer Anayasal Haklar Gibi Sınırsız Olmaması Kişilerin Aleyhine Olarak Kötüye Kullanılamaması )

• ŞİKEYETİN HAKLI OLDUĞUNU GÖSTEREN EMARELERİN VARLIĞI ( Bunların Şikayet ve Dava Hakkının Hukuka Uygun Biçimde Kullanılmış Olduğunun Kabulü için Şikayeti Haklı Gösterebilecek Nitelikte Olması )

• HAKİMİN GÖREVİ ( Davalının Hak Arama Özgürlüğü ile Davacının Çatışan Kişilik Haklarının Sınırının Hakim Tarafından Belirlenmesinin Gerekmesi )

• ŞİKAYETİN HUKUKA UYGUNLUĞU ( Şikayet ve Dava Hakkının Hukuka Uygun Biçimde Kullanılmış Olduğunun Kabulü için Şikayet Hakkını Haklı Gösterebilecek Dolaylıda Olsa Bir Takım Emarelerin Var Olması )

2709/m.36

ÖZET : Kural olarak suçluların kovuşturulması amacı ile yapılan şikayetler hukuka aykırı sayılmazlar. Ancak hak arama özgürlüğü de diğer anayasal haklar gibi sınırsız değildir; kişilerin aleyhine olarak kötüye kullanılamazlar. O halde davalının hak arama özgürlüğü ile davacının çatışan kişilik haklarının sınırının hakim tarafından belirlenmesi gerekir. Şu duruma göre hakim, şikayet ve dava haklarının hukuka uygun kullanıp kullanmadığını belirlerken dayanılan delillerin iddiayı kanıtlayacak güçte olduğunun kanıtlanmasını gözetmişse de, şikayet ve dava hakkının hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını araştıracaktır. Şikayet ve dava hakkının hukuka uygun biçimde kullanılmış olduğunun kabulü için şikayet hakkını haklı gösterebilecek dolaylıda olsa bir takım emarelerin varlığı yeterli olacaktır.
DAVA : Taraflar arasındaki birleştirilen tazminat davaları üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı verilen hükmün süresi içinde davalılar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi gereği görüşüldü:
KARAR : 1-Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece istem kabul edilmiş ve karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Hak arama özgürlüğü Anayasa'nın 36. maddesi ile güvence altına alınmıştır. Kural olarak suçluların kovuşturulması amacı ile yapılan şikayetler hukuka aykırı sayılmazlar. Ancak hak arama özgürlüğü de diğer anayasal haklar gibi sınırsız değildir; kişilerin aleyhine olarak kötüye kullanılamazlar. O halde davalının hak arama özgürlüğü ile davacının çatışan kişilik haklarının sınırının hakim tarafından belirlenmesi gerekir. Şu duruma göre hakim, şikayet ve dava haklarının hukuka uygun kullanıp kullanmadığını belirlerken dayanılan delillerin iddiayı kanıtlayacak güçte olduğunun kanıtlanmasını gözetmişse de, şikayet ve dava hakkının hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını araştıracaktır. Şikayet ve dava hakkının hukuka uygun biçimde kullanılmış olduğunun kabulü için şikayet hakkını haklı gösterebilecek dolaylıda olsa bir takım emarelerin varlığı yeterli olacaktır.
Dava konusu somut olayda, davalılardan Sadettin N. davacıyı kendisine ve kamu görevlilerine hakaret ettiği iddiası ile şikayet etmiştir. Bu şikayete dayanak yapılan ve davacı tarafından yazıldığı da tartışmasız olan 2.2.1996 tarihli dilekçe içerisinde hem davalı Sadettin N. hem de Yargıtay Cumhuriyet Savcılarına yönelik suçlayıcı bazı ifadeler yer almaktadır. Bu dilekçeden haberdar olan davalının yapmış olduğu şikayetler sonucu takipsizlik kararı verilmiş olması şikayetin hukuka aykırı olduğu sonucunu doğurmaz. Olayların gelişimine ve davacının yazmış olduğu dilekçenin içeriğine göre ortada şikayeti haklı gösteren yeterli emare mevcut bulunmaktadır.
Davalı Sadettin N'ün ayrıca davacı aleyhine açmış olduğu Ankara 21.Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp reddedilen 1995/927 esas sayılı alacak davası ile asıl amacının hak aramaktan ziyade aynı iddiaları sürekli tekrarlayıp davalar açmak suretiyle davacıyı yıldırıp, zarar vermek olduğu da ileri sürülmüştür. Ne var ki davalının bu alacak davasına konu ettiği nedenler hakkında açılmış ve sonuçlanmış bir dava yoktur. Davacı, kooperatif genel kurulu sırasında sahte evrak düzenlemek suçundan beraat etmişse de, beraat kararı gerekçesinde bu genel kurul kararların geçerli kabul edildiğini gösteren bir ifade yoktur. Bu durumda davalının geçersiz olduğunu düşündüğü bu genel kurul kararlarına göre yapmış olduğu ödemeyi geri istemesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Tüm bu nedenlerle davalı Sadettin N 'ün dava ve şikayet haklarını yasal sınırlar içerisinde kullandığı ve eylemlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından hakkındaki davanın reddine karar vermek gerekirken kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
2-Diğer davalı Mahmut K'un temyizine gelince; bu davalının davacının sanık olarak yargılandığı ceza davasında yalan beyanda bulunduğu iddia edilmiştir. Ancak bu konuda açılmış bir ceza davası ve mahkumiyet hükmü bulunmamaktadır. Bu nedenle yalancı tanıklık yaptığının kabulü doğru değildir. Yine bu davalının da davacıyı haksız yere şikayet ettiği iddia edilmişse de, kendisini yalancı tanıklıkla suçlayan davacı aleyhine hakaret iddiası ile şahsi ceza davası açmasında hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Doğru söylediğine inanan bir kimsenin, yalancı tanıklık ile suçlandığında bundan rahatsızlık duyup davacı olması haklı bir davranıştır. Bu nedenlerle hakkındaki davanın reddi gerekirken kabul edilmiş olması da bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 7.12.1998 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/13777

K. 2004/3192

T. 15.3.2004

• HAKSIZ ŞİKAYET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Şikayeti Haklı Gösterecek Yeterli Emare Mevcutsa Davacı Beraat de Etse Manevi Tazminata Hükmedilemeyeceği )

• ŞİKAYET HAKKININ KÖTÜYE KULLANILDIĞI İDDİASIYLA MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Davacının Ceza Davasında Beraat Etmiş Olmasının Tek Başına Şikayetin Kötüniyetle Yapıldığını Göstermemesi - Şikayeti Haklı Gösterecek Yeterli Emare Bulunduğundan Davanın Reddi Gereği )

• MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Haksız Şikayet Nedeniyle - Davacının Ceza Davasında Beraat Etmiş Olmasının Tek Başına Şikayetin Kötüniyetle Yapıldığını Göstermemesi - Şikayeti Haklı Gösterecek Yeterli Emare Bulunduğundan Davanın Reddi Gereği )

818/m.49

4721/m.24,25

ÖZET : Davacı, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Dava konusu işte; önceden davalı şirkette çalışan davacı, aynı yerde çalışan nişanlısı ile birlikte işten ayrıldıktan sonra, davalı şirkete ait belgelerle işlem yaptıkları iddiasıyla şikayet edilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelere göre davacı ile nişanlısı davalı şirketin temsilcisi olarak çalışırlarken önce nişanlısı ve bundan hemen sonra da davacının işten ayrıldığı anlaşılmaktadır. Bundan kısa bir süre sonra, davalı şirkete ait sipariş belgeleri ile yapılan işler hakkında şikayetler gelince, bu işleri yapmamış olan davalı şirket durumu araştırmış ve bu siparişlerin işten ayrılmış bulunan davacının nişanlısı tarafından yapıldığını öğrenmiştir. Bunun üzerine davacının da onunla birlikte hareket ettiği yönündeki bilgiler doğrultusunda ikisini birlikte şikayet etmiştir. Her ne kadar davacı hakkında beraat kararı verilmiş ise de, mevcut olgu ve olaylar itibariyle şikayeti gerektirecek yeterli emare vardır. Şikayet nedeniyle kullanılan ifade şekli de olayların gelişim biçimine ve niteliğine uygundur. Bu nedenlerle davalıların şikayet hakkını yasal sınırlar içinde kullandığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmelidir.
DAVA : Davacı M.Y. vekili Avukat Ü.G. tarafından, davalı 1. A. Reklam Tanıtım Yay. Sos. Hiz. ve Turizm Tic. Ltd. Şti. ve K.K. aleyhine 6.12.2000 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.5.2003 günlü kararın YARGITAY'ca incelenmesi davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı, davalılar tarafından haksız olarak şikayet edildiklerini, bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece istem kısmen kabul edilmiştir. Karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile İlgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda ceza1andınlmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasa'nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanun'un 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK'nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik haklan karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkını yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırlan aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Dava konusu işte; önceden davalı şirkette çalışan davacı, aynı yerde çalışan nişanlısı ile birlikte işten ayrıldıktan sonra, davalı şirkete ait belgelerle işlem yaptıkları iddiasıyla şikayet edilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelere göre davacı ile nişanlısı davalı şirketin temsilcisi olarak çalışırlarken önce nişanlısı ve bundan hemen sonra da davacının işten ayrıldığı anlaşılmaktadır. Bundan kısa bir süre sonra, davalı şirkete ait sipariş belgeleri ile yapılan işler hakkında şikayetler gelince, bu işleri yapmamış olan davalı şirket durumu araştırmış ve bu siparişlerin işten ayrılmış bulunan davacının nişanlısı tarafından yapıldığını öğrenmiştir. Bunun üzerine davacının da onunla birlikte hareket ettiği yönündeki bilgiler doğrultusunda ikisini birlikte şikayet etmiştir. Her ne kadar davacı hakkında beraat kararı verilmiş ise de, mevcut olgu ve olaylar itibariyle şikayeti gerektirecek yeterli emare vardır. Şikayet nedeniyle kullanılan ifade şekli de olayların gelişim biçimine ve niteliğine uygundur. Bu nedenlerle davalıların şikayet hakkını yasal sınırlar içinde kullandığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmelidir. Yerel mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 15.3.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2006/4-66

K. 2006/99

T. 22.3.2006

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Kendisini Destekleyen Hiçbir Emare ve Olgusal Temele Dayanmayan Şikayet Bir Değer Yargısı Olarak Kalacak ve Aşırıya Kaçmış Sayılacağı )

• KİŞİLİK HAKLARINA HUKUKA AYKIRI SALDIRI ( Şikayet Hakkının Meşruluk Çerçevesi Aşılarak Kullanılması Sonucu Davacının Kişilik Değerlerinin Zarar Görmesi - Manevi Tazminat Talebinin Kabulü Gereği )

• MANEVİ TAZMİNAT ( Şikayet Hakkının Meşruluk Çerçevesi Aşılarak Kullanılması Sonucu Davacının Kişilik Değerlerinin Zarar Görmesi Nedeniyle Kabulü Gereği )

• ŞİKAYET HAKKI ( Konu Kamuyu İlgilendiriyorsa ve Olayları Doğrulamak İçin Makul Bir Çaba Gösterdiyse Söz Konusu Olgular Yanlış da Çıksa Sorumlu Tutulamayabileceği )

• ŞİKAYET HAKKININ AŞILMASI ( Kendisini Destekleyen Hiçbir Emare ve Olgusal Temele Dayanmayan Şikayet Bir Değer Yargısı Olarak Kalacak ve Aşırıya Kaçmış Sayılacağı )

2709/m.12,17,36

4721/m.24,25

6643/m.1,20,22,30,5

818/m.49

ÖZET : Dava, davacının davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiği bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğü iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davalı, Ecza Odası Başkanı olduğu dönemde Sağlık Bakanına yazdığı şikayet mektubunda, ildeki bir sağlık biriminde doktor olarak görev yapan davacının, bazı eczacılar ve ilaç plasiyerleri ile birlikte menfaat grubu oluşturduğunu belirterek, iddialara dayalı suçlamalarda bulunmuştur.
Hak arama özgürlüğü Anayasa ile güvenceye bağlanmıştır. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikayet hakkı, verdiği hak yanında kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Şikayet konusu olaylar zincirinin bütünüyle yanlış olduğu sonucu ortaya çıkıyorsa, bu hakkı kullananın iyi niyet savunması gerçeğin kanıtlanması gereğinin yerini alamayacaktır. Ancak, davalı burada meşru bir amaç güdüyorsa, konu kamuyu ilgilendiriyorsa ve olayları doğrulamak için makul bir çaba gösterdiyse, söz konusu olgular yanlış da çıksa sorumlu tutulamayabilecektir. Ancak, belirli görevi paylaşanların görev ve sorumluluğu da özel bir önem taşımaktadır.
Aynı zamanda iddia konusunda yeterli bilgi, bazı emare ve olguların bulunması gerekir. Kendisini destekleyen hiçbir emare ve olgusal temele dayanmayan şikayet, bir değer yargısı olarak kalacak ve aşırıya kaçmış sayılabilecektir.
6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanunundaki yasal düzenlemelere göre, davalının başında bulunduğu Oda yönetiminin, iddia olunan olaylar zincirini değerlendirerek, gerçek bilgiye ulaşılmasına olanak sağlayacak nitelikte bulunmasına karşın, şikayet hakkının, meşruluk çerçevesi aşılarak kullanılması sonucu, davacının kişilik değerlerinin zarar gördüğü anlaşılmaktadır.
Dosyadaki bilgi ve belgeler, aktarılan olaylar zincirinin doğru olmadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Kendisini destekleyen hiçbir olgusal temeli olmayan bu değerlendirmeler ile aşırıya kaçılarak, davacının kişilik değerleri karşısında öncelikli korunma yeteneği yitirilmiş bulunmaktadır. Davacının, hukuka aykırı bu saldırı karşısında kişilik haklarının zarara uğradığı ve manevi tazminatın koşullarının oluştuğu kabul edilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Hatay İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi )nce davanın reddine dair verilen 15.07.2004 gün ve 2003/271 E., 2004/421 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 14.10.2004 gün ve 2004/11911-11668 sayılı ilamı ile;
( ...Davacı, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece istem reddedilmiştir.
Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK'nın 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Dava konusu "Sayın Bakanım" başlıklı 22.10.2001 tarihli mektup, davacının kişisel düşünce ve tespitlerini içermektedir. Davacı anılan mektupta doktor, eczacı ve yabancı menşeli ilaç firmalarının plasiyerleri arasındaki yasal olmayan ilişkiler sonucu ve hekimlere menfaat sağlanarak devletin zarara uğratıldığı anlatılırken davacının A... Devlet Hastanesi acil servis doktoru olarak görev yaptığı sırada reçetelere yazdığı her kutu D... tablet karşılığında maddi çıkar sağladığı ve hastaları belli eczanelere yönlendirdiği iddia edilmiştir. Davacı yaşanan olaylardan duyduğu üzüntüyü de dile getirdiği şikayet mektubu üzerine Hatay Valiliğince yapılan ön inceleme sonunda yazılan reçetelerin usul ve fenne uygun olduğu belirlenerek soruşturma izni verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Yargılama sırasında dinlenen davacı ve davalı tanıkları da şikayet mektubunda bildirilen olayları doğrulamamışlardır. Dosyadaki bilgi ve belgelerde davacının iddiası doğrulanmamış ve iddialar kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğundan manevi tazminatın koşulları oluşmuştur. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeksizin yasal şikayet hakkının kullanıldığı gerekçesiyle davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 24. maddesi; hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırı karşısında, saldırılan kimseye hukuki koruma sağlanacağı, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu, Borçlar Kanununun 49. maddesinde ise, şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişinin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebileceği hükme bağlanmıştır.
Zarar kavramı, malvarlığında olduğu gibi bir kimsenin kişilik değerlerinde iradesi dışında meydana gelen eksilmeyi de ifade etmektedir. Bir kişinin kişilik, yani şahıs varlığını oluşturan hukuki değerlerin ihlali ile oluşan objektif eksilme ve kayıplar manevi zararı meydana getirecektir. Şahıs varlığı, bir kişinin kişi olarak haiz olduğu hukukça korunan kişilik değerlerinin tümünü ifade etmektedir. Belirlenmesi gereken, davacının kişilik değerlerine bir saldırının, ihlalin bulunup bulunmadığı ve ihlalin yaşama sevincinde, mutluluk ve huzur duygusunda bir eksilme yaratıp yaratmadığı olgusudur.
Bir fiilin ne zaman hukuka uygun ne zaman aykırı olduğu tüm hukuk sistemine bakılarak belirlenebilecektir.
Davalı, H... Eczacı Odası Başkanı olduğu dönemde Sağlık Bakanına yazdığı şikayet/ihbar mektubunda, ildeki bir sağlık biriminde doktor olarak görev yapan davacının, bazı eczacılar ve ilaç plasiyerleri ile birlikte menfaat grubu oluşturdukları belirtilerek, yukarıda tam metni yazılı Daire kararında açıklandığı şekilde iddialara dayalı suçlamalarda bulunulmuştur.
Tüm demokratik toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de hak arama özgürlüğü Anayasa ile güvenceye bağlanmış, uluslararası bir çok sözleşmeyle de bu güvence pekiştirilmiştir.
Davaya konu somut olayın çözümünde, davalının tanımlanan eyleminin hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanıp yararlanamayacağının belirlenmesi önem taşımaktadır.
Şikayet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikayet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi ( olgular ) ile kanaatler ( değer yargıları ) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler, bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Ama kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.
Şikayet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Yazıda sunulan olaylar zincirinin bütünüyle yanlış olduğu sonucu ortaya çıkıyorsa, bu hakkı kullananın iyi niyet savunması, gerçeğin kanıtlanması gereğinin yerini alamayacaktır. Ancak, davalı burada meşru bir amaç güdüyorsa, konu kamuyu ilgilendiriyorsa ve olayları doğrulamak için makul bir çaba gösterdiyse, sözkonusu olgular yanlış da çıksa sorumlu tutulamayabilecektir. Bu noktada, belirli görevi paylaşanların görev ve sorumluluğunun özel bir önem taşıdığı da hatırda tutulmalıdır.
Hak arama özgürlüğü, aynı zamanda başkalarının da şöhretinin ve kişilik haklarının korunması gerektiği temelinde değerlendirildiğinde, iddia konusunda yeterli bilgi, bazı emare ve olguların bulunup bulunmadığı önem kazanmaktadır. Kendisini destekleyen hiçbir emare ve olgusal temele dayanmayan şikayet, bir değer yargısı olarak kalacak ve aşırıya kaçmış sayılabilecektir.
6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanununun 1. maddesinde birliğin kuruluş amacı "eczacıların birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak" olarak ifade edilmiş, 5. maddesinde ( ...her ilde bir eczacı odası kurulacağı ), 20/a maddesinde idare heyetinin vazifeleri ( kanun haricinde menfaat temin emek maksadıyla gerek aza ve gerek meslek mensupları ile başka şahıslar arasında gizli anlaşmalar yapılmasına ve muvazaa yolu ile müesseseler kurulmasına mani olmak ), 22. maddesinde, ( 20. maddenin a, b, c, d ve e bentlerinin şümulüne giren fiil ve hareketler idare heyetlerince hal ve tesviye edilemediği takdirde meslek adabı ile telifi mümkün olmayan hallere kalkıştıkları görülen meslek mensuplarının deontolojiye veya amme hizmet ve selametine aykırı hareketleri delillerle tespit olunarak müdafaaları istenir ), 30. maddesinde; haysiyet divanının görev ve vazifeleri arasında; bu kanunun kendisine tahmil ettiği diğer vecibeleri yerine getirmeyenler ile evrakı kendisine tevdi edilen azanın meslek adap ve haysiyetine aykırı olan fiil ve hareketlerinin mahiyetine göre inzibati cezaları verileceği hükme bağlanmış olup, bu yaptırımın 180 güne kadar sanat icrasından men, o mıntıkada çalışmaktan men etmeye kadar uzandığı görülmektedir.
Tüm bu yasal düzenlemeler, davalının başında bulunduğu Oda yönetiminin, iddia olunan olaylar zincirini değerlendirerek, gerçek bilgiye ulaşılmasına olanak sağlayacak nitelikte bulunmasına karşın, şikayet hakkının, meşruluk çerçevesi aşılarak kullanılması sonucu, davacının kişilik değerlerinin zarar gördüğü belirgindir.
Dosyadaki bilgi ve belgeler, aktarılan olaylar zincirinin doğru olmadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Kendisini destekleyen hiçbir olgusal temeli olmayan bu değerlendirmeler ile aşırıya kaçılarak, davacının kişilik değerleri karşısında öncelikli korunma yeteneği yitirilmiş bulunmaktadır. Davacının, hukuka aykırı bu saldırı karşısında kişilik haklarının zarara uğradığı ve manevi tazminatın koşullarının oluştuğu görülmektedir.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular karşısında, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 22.03.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2002/3329

K. 2002/3919

T. 1.4.2002

• HAKSIZ ŞİKAYET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT ( Her İki Tarafın da Taşınmazı Ektiklerinin Anlaşılması Karşısında Şikayeti Haklı Gösteren Emarenin Kabulü )

• MANEVİ TAZMİNAT ( Davalı Tarafından Haksız Olarak Şikayet Edilmesi ve Kişilik Haklarının Zarar Görmesi Nedeniyle )

• ŞİKAYET HAKKI ( Hakkın Hukuken Korunabilmesi İçin Şikayet Edilenin Cezalandırılmasına Gerek Olmaması )

2709/m.12,17,36

4721/m.24

818/m.49

ÖZET : Şikayet hakkının hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Davacılar, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Her iki tarafın da taşınmazı ektiklerinin anlaşılması karşısında ve şikayete ilişkin dilekçe ve beyanlarda kullanılan kelimeler değerlendirildiğinde; davalının yasal şikayet hakkını kullandığı, şikayeti haklı gösteren emare bulunduğu sonucuna varılmıştır.
DAVA : Davacılar Nazif C. ve diğerleri vekili Avukat Mustafa Konkseven tarafından, davalı Hüsnü G. aleyhine 5.6.2000 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.7.2001 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Davacılar, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Mahkemece istem kısmen kabul edilmiştir.
Karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Dosya içeriğinden somut olayda, hazine adına tapulu bulunan taşınmaza tarafların ayrı zamanlarda ekin ektikleri, hasat zamanı mahsulü davacıların hasat ettiği, bunun üzerine davalının davacıları şikayet ettiği, ceza mahkemesince olayın hukuki ihtilaf oluşturması nedeniyle davacıların beraatine karar verildiği, mahsulün aidiyeti konusunda taraflar arasında derdest hukuk davası bulunduğu anlaşılmaktadır. Her iki tarafında taşınmazı ektiklerinin anlaşılması karşısında ve şikayete ilişkin dilekçe ve beyanlarda kullanılan kelimeler değerlendirildiğinde; davalının yasal şikayet hakkını kullandığı, şikayeti haklı gösteren emare bulunduğu sonucuna varılmıştır. Şu durum karşısında davanın reddedilmesi gerekirken yerel mahkemece davalının sorumluluğuna karar verilmiş olması bozma nedenidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 1.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2004/6575

K. 2005/410

T. 27.1.2005

• MANEVİ TAZMİNAT ( Haksız Olarak Şikayet Nedeniyle - Hak Arama Özgürlüğü Kapsamında Yapılmış Emareye Dayalı Şikayet Olması Nedeniyle Reddi Gereği )

• HAKSIZ ŞİKAYET ( Manevi Tazminat İstemi - Hak Arama Özgürlüğü Kapsamında Yapılmış Emareye Dayalı Şikayet Olması Nedeniyle Reddi Gereği )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Tüm Özgürlüklerde Olduğu Gibi Sınırsız Olmadığı - Kişi İstediği Biçim Ve Koşulda Ve Salt Başkasını Zararlandırmak İçin Bu Hakkı Kullanamayacağı )

• EMAREYE DAYALI ŞİKAYET ( Olması Halinde Davalının Şikayeti Haksız Olmayıp Anayasada Düzenlenen Hak Arama Özgürlüğü Kapsamında Yer Alması - Manevi Tazminat )

2709/m.12,17,36

818/m.49

4721/m.24,25

ÖZET : Davacılar, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiklerini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Davalının şikayeti haksız olmayıp anayasada düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamında yapılmış emareye dayalı şikayettir. Şu durumda, istemin tümden reddi yerine, kısmen kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
DAVA : Davacı Fuat Gürcüoğlu ve Alaattin Özkan vekili Avukat Muhammet Döşkaya tarafından, davalı İsrail Usta aleyhine 4.8.2003 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 2.3.2004 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Davacılar, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiklerini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Mahkemece, istem kısmen kabul edilmiştir.
Karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olayda Yıldırım Belediyesi İlköğretim Okulunda müdür ve müdür yardımcısı olan davacılar yine aynı okulda müdür yardımcısı olan davalının Milli Eğitim Müdürlüğüne verdiği şikayet dilekçesi ile "davacıların görevlerini ihmal ettikleri, müdürün sekiz yıllık eğitimi her fırsatta karaladığı, okulda ibadet için özel bir yer ayırdığı, gece geç saatlere kadar bazı din kültürü öğretmenleri ve tanımadıkları kişilerle okuldan çıkarken görüldükleri, Cuma namazına giden öğretmene ders ücreti ödendiği, müdürün sabah törenlerine ve istiklal marşı törenlerine katılmadığı, müdür yardımcısı davacının ücretli çalıştırılan bayan hizmetliye sözlü sarkıntılık ettiği, öğrencilerin okuldan yönetmeliklere aykırı olarak uzaklaştırıldıkları" şeklindeki asılsız isnatları nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla manevi tazminat istemişlerdir. Mahkemece, şikayetin haksız olduğu gerekçesiyle istem kısmen kabul edilmiştir.
Dosyada bulunan olayla ilgili Bursa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2000/1407 esas-2001/1771 karar sayılı dosyası kapsamındaki Milli Eğitim Müdürlüğünce davacılar hakkında yapılan ön inceleme sırasında dinlenen tanıklardan okuldaki hizmetli Sevgi Coşkun ifadesinde "davacı müdür yardımcısı Fuat Gürcüoğlu'nun kendisine zaman zaman hoşlanmayacağı şekilde sözlü ifadelerde bulunduğunu", öğretmen İpek Kahya ifadesinde "müdür yardımcısı Fuat Gürcüoğlu'nun bayan öğretmenlere olumsuz davranışları olduğunu, müdürün zaman zaman sekiz yıllık eğitimi benimsemediğini ifade ettiğini" belirtmiş, yine emekli öğretmen İsmail Usta beyanında "gece yürüyüş yaparken okul müdürü ve müdür yardımcısı Fuat'ı gece geç saatlerde kimisi sakallı 5-6 kişiyi okuldan çıkarken gördüğünü" belirtmiştir. Anılan ifadeler üzerine Kaymakamlıkça soruşturma izni verilmemesine dair verilen karar Bölge İdare Mahkemesince kaldırılmış, davacılar hakkında görevi kötüye kullanmak suçundan kamu davası açılmıştır. Ceza Mahkemesince isnatların TCK anlamında suç teşkil etmediği, disiplin soruşturmasını gerektirecek ve idari konulara tarif edilen hususlar olduğu gerekçesiyle davacıların beraatlerine karar verilmiştir.
Yukarıda anılan tanık beyanları karşısında, davalının şikayeti haksız olmayıp anayasada düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamında yapılmış emareye dayalı şikayettir. Şu durumda, istemin tümden reddi yerine, kısmen kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
Kabule göre de, yargılama giderinin paylaştırılması sırasında davanın kabul-red oranının gözetilmemesi doğru değildir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 27.1.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2002/3-324

K. 2002/327

T. 17.4.2002

• MANEVİ TAZMİNAT ( Haksız Şikayet Nedeniyle )

• HAKSIZ ŞİKAYET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT ( Kişinin Kendisine Zarar Veren Kişilere Karşı Haklarının Korunmasını İsteme Hak ve Yetkisine Sahip Olması )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ İLE KİŞİLİK HAKLARININ KARŞI KARŞIYA GELMESİ ( Şikayeti Haklı Gösterecek Bazı Emare ve Olguların Zayıf da Olsa Dolaylı da Olsa Varlığının Yeterli Olması )

• ŞİKAYET HAKKININ KORUNMASI ( Şikayet Hakkının Yerinde Kullanıldığının Kabul Edilmesi İçin Şikayet Edilenin Cezalandırılmasını Gerektirecek Yeterli Kanıtların Olmasına Gerek Olmaması )

• KİŞİLİK HAKKI İLE HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KARŞI KARŞIYA GELMESİ ( Şikayeti Haklı Gösterecek Bazı Emare ve Olguların Zayıf da Olsa Dolaylı da Olsa Varlığının Yeterli Olması )

• DAVA AÇMA HAKKI ( Kişiliğin Korunması Amacıyla Dava Hakkının Miras Yoluyla İntikal Etmesi )

• MURİSİN KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Mirasçıların Dava Açma Haklarının Olması )

818/m.47,49

743/m.24

2709/m.36

ÖZET : Kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun, bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken diğer taraftan karşı tarafın kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylem ile suçlayabilir.
Şikayet hakkının hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu ve emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir.
Kişiliğin korunması amacıyla dava hakkı miras yoluyla intikal eder. Bundan ötürü murisin kişilik haklarına saldırı halinde mirasçıların davacı sıfatıyla manevi tazminat davası açmak suretiyle zararın giderimini istemelerine kanuni bir engel bulunmamaktadır.
DAVA : Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Serinhisar Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.5.2001 gün ve 2001/77 E- 94 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 27.9.2001 gün ve 2001/7205-8236 sayılı ilamı ile; ( ...Davacılar; Belediye Meclis ve encümeninde görev yaptığı dönemde babaları ( murisleri )İbrahim K. hakkında yollara bordür taşı döşeme işinde yolsuzluk yaptığı iddiası ile İçişleri Bakanlığı'na asılsız şikayette bulunan ve kişilik haklarına bu yolla saldırıda bulunan davalıdan toplam 350.000.000 lira manevi tazminatın tahsilini talep ve dava etmişlerdir.
Davalı, mirasçıların manevi tazminat davası açamayacaklarını, şikayet hakkını kullandığını, şikayette davacıların murisinin isminin geçmediğini, aynı dilekçedeki bazı şikayetler nedeniyle murisin mahkum olduğunu, bu nedenlerle de davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü;Anayasanın hakların korunması ile ilgili hükümler başlığı adı altında ve 36.maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekliyle yer almıştır.Bu düzenleniş biçimi itibariyle hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.İşte bundan dolayıdır ki kişi,gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunması isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın 12. ve 17.maddelerinde ise; herkesin kişilik, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu belirtilmiş, kişilik haklarına karşı uygulanan saldırıların dava yolu ile korunacağı Medeni Kanunun 24 ve 24/a maddelerinde, yaptırımı ( müeyyidesi )ise Borçlar Kanununun 49.maddesinde düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanununun 24/a maddesi 4.5.1988 tarih 3444 sayılı yasa ile değiştirilerek kişiliğin korunması amacıyla dava hakkının miras yoluyla intikal edeceği kabul edilmiştir.Bundan ötürü murisin kişilik haklarına saldırı halinde mirasçıların davacı sıfatıyla manevi tazminat davası açmak suretiyle zararın giderimini istemelerine kanuni bir engel bulunmamaktadır.
Somut olayda davalının, katıldığı ihaledeki usulsüzlükler ile Belediyenin diğer hizmetlerindeki usulsüzlükleri önce Cumhuriyet Savcılığına bildirdiği, soruşturma devam ederken İçişleri Bakanlığına da bir dilekçe gönderdiği, bunun üzerine müfettiş tarafından ön soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır. Nazmi İ. hakkında yapılan bu tahkikat onunda ilçede bulunan yollara taş döşemek için yapılan ihalelerde bazı şekil hataları tesbit edilmiş ancak, suç unsuruna rastlanmadığından soruşturma izni verilmemiştir.Bu ön soruşturmada davacıların murisi İbrahim Kapkıran tanık olarak dinlenmiş,bundan dolayı onun yönünden olumlu veya olumsuz bir karar da verilmemiştir.
Davalı, Cumhuriyet Savcılığında müşteki sıfatıyla verdiği 26.2.1999 tarihli ifadesinde davacıların murisi İbrahim K.'ın 4.parsel sayılı taşınmaz ihalesinde başkan vekilliği yaptığını ve bu ihaledeki usulsüzlük nedeniyle şikayetçi olduğunu bildirmiş,ancak bu şikayetten dolayı ise davacıların murisi Asliye Ceza Mahkemesinde ihaleye fesat karıştırmaktan yargılanarak mahkum olmuş ve karar kesinleşmiştir.
Açıklanan bu hususlar nazara alındığında, bu davada manevi tazminat istemine esas teşkil ettiği kabul edilen şikayet olarak İçişleri bakanlığına yapılan şikayet esas alınabilir.Bu şikayette ise davacıların murisi hakkında açık bir suçlama bulunmadığı için şahsı hakkında ön inceleme ( tahkikat )yapılmamış, tanık olarak ifadesi alınmış ve ön inceleme sonucundaki karar ise Nazmi İ. hakkında düzenlenmiştir.Bundan ötürü Nazmi İ.'nin geçirdiği tahkikat nedeniyle davalı hakkında açtığı ve kabul ile sonuçlanan manevi tazminata ilişkin hükmün bu dava için kuvvetli delil teşkil ettiğinin kabulü doğru değildir.
O halde davacıların murisine yönelmiş, salt zararlandırmaya yönelik haksız şikayetin varlığı kanıtlanmış değildir... )gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacılar, miras bırakan ( babaları )İbrahim'in 1994-1999 yılları arasında İlçede Belediye Meclis ve Encümeninde Başkan Yardımcılığı yaptığını; davalı, tarafından Belediye Başkanı ile birlikte İlçe yollarına Bordür taşı döşeme işlemlerinde yolsuzluk ve usulsüzlük yaptıkları iddiasıyla şikayet edildiğini, bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Yerel mahkemece istem kabul edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili hükümler başlığı altında ve 36.maddesinde; Herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasa'nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasa'nın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12.maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez; vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17.maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanun'un 24.maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25.maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49.maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun, bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken diğer taraftan karşı tarafın kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylem ile suçlayabilir.
Hukukun karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişinin, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilmelidir.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu ve emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir.
Somut olayda, davalının katıldığı ihaledeki usulsüzlükler ile Belediyenin diğer hizmetlerindeki usulsüzlükleri önce Cumhuriyet Savcılığına bildirdiği soruşturma devam ederken İçişleri Bakanlığına bir dilekçe gönderdiği, bunun üzerine müfettiş tarafından ön soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır.
Davalı, Cumhuriyet Savcılığına müşteki sıfatıyla verdiği ifadede davacıların murisi İbrahim'in dava konusu olmayan 4 parsel sayılı taşınmazın ihalesinde ihaledeki usulsüzlük nedeniyle yargılandığını ileri sürmüştür.
Yukarda açıklanan ilkeler uyarınca, manevi tazminat isteğine esas olarak İçişleri Bakanlığınca yapılan şikayet esas alındığında; davacılar murisinin tanık olarak ifadesinin alındığı, soruşturma sonunda hakkında bir rapor düzenlenmediği anlaşıldığından; hakkında rapor düzenlenen Belediye Başkanının açtığı davanın kabul ile neticelenmesi, bu dava için delil olarak kabul edilemez.
Açıklanan nedenlerle davalının, Anayasa'da yazılı şikayet ve hak arama özgürlüğünü aştığı sabit olmadığından direnme kararı doğru değildir; bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 17.4.2002 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2001/1909

K. 2001/5847

T. 4.6.2001

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Haksız Olarak Açılan Nesebin Reddi Davası Nedeniyle )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Anayasal Hak Olması Ancak Her Hakta Olduğu Gibi Bu Hakkında Kullanılmasının Sınırsız Olmaması )

• NESEBİN REDDİ ( Kocanın Şüphelenmesi Üzerine DNA Testi Yaptırmasının Hak Arama Özgürlüğü Olarak Değerlendirilmesi )

2709/m.36

743/m.242

ÖZET : Hak arama özgürlüğü Anayasal bir haktır. Ne varki; her hakta olduğu gibi bu hakkında kullanılması sınırsız olmayıp, keyfi biçimde ve gerekli özen gösterilmeden kullanılmaması gerekir. Hakkın hukuka aykırı kullanıldığından sözedebilmek için, karşı tarafın suçsuzluğu bilinerek, zararlandırmak veya küçük düşürmek veyahut olayla ilgili ciddi ve inandırıcı delil ve emare bulunmaması gerekir. Dava konusu olayda davalı baba nesebin reddini ve DNA testi yapılmasını istemiştir. Davalı bir takım emarelere dayanarak Anayasal dava hakkını kullanmış olup, bu durumda hukuka aykırılıktan sözedilemez.
DAVA : Davacı N. Ç. vekili Avukat Kamil Solmaz tarafından, davalı T.T. aleyhine 1.6.1999 gününde verilen dilekçe ile haksız olarak, doğan çocuğun nesebinin reddedilmesinden kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmininin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.11.2000 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
KARAR : 1 -Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, haksız olarak açılan "nesebin reddi" davasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, istem kısmen kabul edilmiştir.
Hak arama özgürlüğü Anayasal bir haktır. Ne varki; her hakta olduğu gibi bu hakkında kullanılması sınırsız olmayıp, keyfi biçimde ve gerekli özen gösterilmeden kullanılmaması gerekir. Hakkın hukuka aykırı kullanıldığından sözedebilmek için, karşı tarafın suçsuzluğu bilinerek, zararlandırmak veya küçük düşürmek veyahut olayla ilgili ciddi ve inandırıcı delil ve emare bulunmaması gerekir.
Somut olayda, taraflar 7.7.1993 tarihinde evlenmişlerdir. Evlilikleri süresince üç yıldan fazla bir süre çocukları olmamıştır. Davalı tarafın çocuk olması amacıyla tedaviye başladığı bu sırada 23.11.1996 tarihinde tahliller yaptırdığı dosyadaki belgelerden anlaşılmaktadır. Bu arada davacı eşin işi gereği İstanbul'a kursa gitmesi ve burada başka erkeklerle gezdiğine, barlara gittiğine dair duyumlar alması üzerine davalı 13.2.1997 tarihinde boşanma,, davası açmış, davacı bu davayı kabul ederek 27.5.1997 gününde boşanmaları kesinleşmiştir. Boşanmadan bir süre sonra 21.8.1997 tarihinde davacı bir çocuk dünyaya getirmiştir. Davalı baba, bunun üzerine 26.8.1997 gününde açtığı ve yukarıda belirtilen olayları gerekçe göstererek çocuğun nesebinin reddini ve DNA testi yapılmasını istemiştir. Dava sırasında yapılan DNA testi sonucu çocuğun taraflara ait olduğu belirlenip, 1.3.1999 tarihinde dava reddedilmiştir. Davalı baba bundan sonra çocuğu benimseyerek şahsi münasebet kurulması için dava açmıştır.
Olayların gelişimi incelendiğinde, davalının, çocuğunun babası olduğu yolunda bazı kuşkulara kapıldığı anlaşılmaktadır. Uzun süre çocuklarının olmaması, labaratuvarda alınan sperm test sonuçlan, boşanma davasının açılmasına neden olan olaylar davalı babada şüphe uyandırmıştır. Bu şüpheyi gidermeni yolu olayın açıklığa kavuşturulmasıdır. Davalı bu şüphe ile birlikte yaşamaya zorlanamaz. Şu durumda, davalı birtakım emarelere dayanarak Anayasal dava hakkını kullanmış olup, hukuka aykırılıktan sözedilemeyeceğine göre manevi tazminat isteğinin reddi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın manevi tazminata ilişkin bölümünün yukarıda ( 2 ) sayılı bentte gösterilen nedenlerle oyçokluğuyla BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle oybirliğiyle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 4.6.2001 gününde karar verildi.
KARŞI OY AÇIKLAMASI
Davalı, davacı ile evli iken doğan müşterek çocuklarının, kendi çocuğu olmadığı iddiası ile nesebin reddi davasını açmıştır. Bu davanın reddedilip kesinleşmesi üzerine davacı, eldeki dava ile, davalının açtığı davadaki iddia konusunun kişilik değerlerine saldın teşkil ettiği iddiası ile maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuş mahkemece istem kısmen kabul edilmiştir. Davalının temyizi üzerine dairece, maddi tazminata ilişkin itiraz reddedilmekle birlikte, manevi tazminat için dava hakkının kullanıldığı gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Dava hakkının veya hak arama özgürlüğünün Anayasanın ve Yasaların güvencesi altına alındığı tartışması kabul edilmesi gereken bir olgudur. Ancak bu hak da, tüm diğer haklarda olduğu gibi, hak arama özgürlüğü sınırlan içinde kullanılmalıdır. Bu hak, tüm haklarda olduğu gibi sınırsız değildir.
Somut olayda, davacı önce boşanma davasını açmıştır. Boşanma nedeni olarak da geçimsizliğe dayanmıştır. Davacının bu isteminin davalı tarafından kabul edilmesi üzerine dava anlaşma uyarınca sonuçlanmıştır. Davacı daha sonra nesebin reddi davasını açmış ve eşinin başka erkeklerle konuştuğunu, görüştüğünü neden göstermiştir. Gerçekten nesebin reddine ilişkin olan davada dinlenen tanıklar, davacının erkeklerle konuştuğunu belirtmişlerdir. Davacı bir güzellik salonunda çalışan bir iş kadınıdır. İşi ve içinde bulunduğu ortam itibariyle pek çok kişi ile görüşmesi, konuşması doğal karşılanmalıdır. Davalının, bir zamanlar eşi olan ve evlilik süresi içinde doğan bir çocuk için, çocuğun başkasına ait bulunduğu konusundaki iddia çok ağır bir iddiadır. Bu iddianın varlığını boşanma davasında ileri sürmemiştir. Böyle bir iddianın kişi ve o kişinin çevresi ve özellikle çocuk üzerinde bırakacağı olumsuz etkide düşünülerek son derece özenli kullanılması, belirgin ve somut kanıtlara dayanması gerekir. Davalı, o davada dava hakkım kullanmış olsa dahi, kusuru çok ağırdır. Bundan dolayı, manevi tazminata hükmedilmesine ilişkin olan karar doğrudur. Onanması gerektiği düşüncesindeyim.
KARSI OY AÇIKLAMASI
Dava, evlilik devam ederken hamile kalan davacının, boşanmalarından sonra doğum yaptığı, ancak davalının, çocuğun babası olmadığı iddiasıyla açılan nesebin reddi davasının red ile sonuçlandığı, ancak açılan bu dava nedeniyle kişilik değerlerinin saldırıya uğradığından 5 milyar lira manevi tazminatın tahsili istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemede yapılan yargılama sonucunda saldın, olgusu kabul edilerek 1.5 milyar lira manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dairemiz kurulunun sayın çoğunluğu tarafından verilen kararda; Davalının, evlilik içinde hamile kalan eski eşinden doğma çocuğun, babası olmadığı konusunda şüphe ve kuşku içinde olduğu ve bu duraksamayı gidermek üzere nesebin reddi davasının açmak suretiyle yasal dava hakkını kullanmış olduğunu, manevi tazminatın verilmesini gerektiren hukuka aykırı bir eylemin mevcut olmadığını kabul etmek suretiyle, dava reddedilmek üzere yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Yerel mahkemece verilen tazminatın kısmen kabulüne ilişkin kararın onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum.
Çünkü;
a )Tarafların boşanmak üzere açılan boşanma davasında davacı eşin 5 aylık hamile olduğu belirtilmiş, ancak davalı kocanın bu konuda bir itirazı olmadığı gibi herhangi bir beyanda da bulunmamıştır.
b ) Çocuğun doğmasından sonra, davalı tarafından açılan nesebin reddi davası reddedilmiş ve bu suretle çocuğun babasının davalı olduğu kesinleşmiştir.
c ) Evlilik içinde hamile kalan ve tarafların boşanmalarından sonra dünyaya gelen çocuğun babası davalı olduğu halde ve de bunu bilmesine rağmen nesebin reddine ilişkin dava dilekçesinde aynen "çok eskiden ve tarihten olmak üzere seks ilişiğini kesmiş olması sebebiyle çocuğun kendisinden olmasının imkansız olarak görmektedir" şeklinde beyanda bulunmak suretiyle bir anneye yapılacak en büyük saldın yapılmıştır.
Yukarıdan beri açıkladığı üzere evlilik içinde hamile kalan ve tarafların boşanmalarından sonra doğan çocuğun babası davalı olduğu ve davalı bunu bilebilecek durumda olmasına rağmen sırf içindeki kuşku ve şüpheyi gidermek üzere bir anne ve çocuk için çok ağır bir isnatla bulunarak nesebin reddi davasının ikamesinin yasal dava hakkı biçiminde nitelemek doğru değildir. Bunun yasal dava ve şikayet hakkı ile hiçbir ilgisi yoktur. Davalı koca nesebin reddi davasında davacı eski eşine çok ağır isnatlarda bulunmak suretiyle onu toplum içinde küçük düşürdüğü gibi evli olduğu halde başkaları ile cinsi ilişkide bulunduğu imajını vererek onu ve çocuğunu toplum dışına itmek istemiştir. Bu nedenlerle davalının bu eylemi hukuka uygun değildir. Davacının kişilik değerlerine ağır biçimde saldırıda bulunulmuştur. Hukuka uygun olarak verilmiş bulunan yerel mahkeme kararının onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum.
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2002/4-913

K. 2002/1009

T. 20.11.2002

743/m.2

818/m.41

• MUNZAM ZARAR ( Önalım Davası - Dava Açma Hakkının Kullanılmasından Veya Açılan Davanın Uzamasından Kaynaklanan/Talep Edilemeyeceği )

• ÖNALIM DAVASI ( Dava Açma Hakkının Kullanılmasından Veya Açılan Davanın Uzamasından Kaynaklanan Munzam Zarar Talep Edilemeyeceği )

• DAVA AÇMA HAKKININ KULLANILMASI ( Önalım Davası - Hak Arama Özgürlüğü/Munzam Zarar Talep Edilemeyeceği )

• DAVANIN UZAMASI ( Önalım Davası - Hak Arama Özgürlüğü/Munzam Zarar Talep Edilemeyeceği )

• HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ( Önalım Davası - Dava Açma Hakkının Kullanılmasından Veya Açılan Davanın Uzamasından Kaynaklanan Munzam Zarar Talep Edilemeyeceği )

ÖZET : Dava hukuksal nitelikçe Borçlar Yasasının 41. maddesine dayalı uğranılan zararın giderilmesine ilişkindir. Uyuşmazlığın çözümü önalım hakkının meşru araç ve yollarla, hukuka uygun tutum ve davranışlarla kullanılmış olup olmadığının belirlenmesinde yatmaktadır.
Somut olaya baktığımızda davanın dayanağı ve maddi olgusunu oluşturan, yanlar arasındaki önalım davasında yargılamanın kendine özgü seyri ve yasa yolları ile toplanan deliller sav-savunma ile birlikte karşılaştırılıp değerlendirildiğinde bu davanın davalısı olup aynı zamanda şufa davasının davacısının hukuka aykırı bir davranışının belirlenemediği anlaşılmıştır.
Türk yargı sistemi içerisinde makul sayılabilecek bir sürede sonuçlandırıldığı, kaldı ki 1 yıl 8 ay 12 gün olan bu sürenin 1 yıl 14 günlük süresinin tamamen davacı ( şufa davasının davalısı ) tarafından ileri sürülen eylemli paylaşma savunmasının araştırılması için harcandığı davalının davacının parasını geç almasında herhangi bir kusurlu davranışından söz edilemeyeceği anlaşıldığından mahkemenin direnme kararı yerindedir.
DAVA : Taraflar arasındaki "alacak ( munzam zarar )" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 29. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 21.11.2000 gün ve 99/679-2000/730 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 6.12.2001 gün ve 2001/10820-12252 sayılı ilamıyla; ( ..Davacı, davalının da hissedar bulunduğu taşınmazdan hisse satın aldığını, davalının şufa hakkını kullanması nedeniyle makul sürede geri alması gereken satış bedelini, davalının bedelde muvazaa iddiası nedeniyle geç aldığını bildirerek uğradığı zararın giderilmesini istemiştir.
Davalı şufa davasının uzamasına davacının neden olduğunu, kendisinin kusuru bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalının bedelde muvazaa iddiasını ileri sürmesinin hak arama hürriyeti içinde olduğu ve davacının para alacağını ne şekilde kullanacağını ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının temyizi üzerine dairece karar onanmıştır. Karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden incelenmiştir.
Paranın geç alınmasından bir zarar doğmuşsa gecikmeye dava açılmasının sebep olduğu anlaşıldığı takdirde zarar ile davalının dava hakkını kullanması bedelde muvazaa iddiasında bulunması arasında uygun illiyet bağının varlığını kabul etmek gerekir. Dava hakkını kullanan ve gelişmelere göre suiniyetli de sayılmayan bir kişinin açtığı dava sonucu başka bir kişi zarar görmüşse bu zarara kimin katlanacağı meselesini çözmek gerekir. Kişilerin dava açma hakkı ne kadar korunmaya değerse, mal sahibinin malını dilediği gibi kullanma, onu nemalandırma hakkı da o ölçüde değerlidir. Eldeki davada geç alınan paranın erken alınmış olması halinde sahibi tarafından çeşitli tasarruflarda kullanılabileceği atıl kalmayacağı yaşanan bir gerçektir. Sorun, yarışmış olan dava hakkı ile malın korunma hakkından hangisinin üstün tutulacağıdır. Korunan ve yarışan iki haktan doğan zarardan üstün hukuki değere daha düşük hukuki değer karşısında üstünlük verilmelidir. Davalı hukuka uygun da olsa müdahalesi ile davacıya zarar vermişse bu müdahalesinin sonucuna katlanması hakkaniyet gereğidir. Sorumluluğunun cinsi de sebep sorumluluğudur.
Somut olayda, davalının açtığı şufa davasındaki satış bedelinde muvazaanın gerçekleşmediği şeklindeki hükümle davacı zarar görmüştür. Kapsamı belirlenerek sonucuna göre karar vermek üzere kararın bozulması gerekir ise de, karar onanmış bulunduğundan davacının karar düzeltme istemi HUMK. nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, önalım karşılığının geç alınmasından kaynaklanan zararın ödenmesi isteminden ibarettir.
Davacı, 25.7.1997 tarihinde 3 parsel nolu taşınmazdan pay satın alıp, Ankara 5. Noterliğinin 28.7.1997 gün ve 14110 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile davalıya durumu bildirdiğini, ihtarnamenin 29.7.1997 günü tebliğ edildiğini, davalının bir aylık yasal süre içinde önalım hakkını kullanıp, ödediği para ve masrafların toplamı olan 25.458.016.000. TL. yi defaten ödeyip payın üzerine kaydedilmesini sağlama olanağı varken, satış bedelinin danışıklı olduğunu ileri sürerek davayı kötüniyetle uzattığını, sonuçta tapuda gösterilen bedelin gerçek bedel olduğunun anlaşıldığını ve mahkemece bu bedelin depo edilmesine karar verildiğini, kararın kesinleşmesi ile satın aldığı tarihte ödediği bedel ve masrafların aynısını banka faizi ile birlikte aldığını, buna karşın önalım bedelini zamanında alamamasından dolayı paranın değerindeki önemli düşme nedeniyle banka faizi ile karşılanmayan bir zarara uğradığını belirterek 44.500.000.000. TL. tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı, açtığı önalım davasında bedelin danışıklı olduğunu ileri sürmenin yasal hakkı olduğunu, bundan dolayı davacının zarar görmüş sayılamayacağını, yasal hakkın kullanılmasının kötüniyet sayılamayacağını, kaldı ki, davacının önalım davasında taşınmazı eylemli olarak paylaşıldığını ileri sürerek davanın reddini savunduğunu, mahkemenin önalım davasının açıldığı 8.8.1997 gününden değer tespitinin yapıldığını 23.12.1998 tarihine kadar karşı tarafın eylemli paylaşma savının gerçek olup olmadığını araştırdığını, bu nedenle yargılama sürecinin uzamasının nedeninin davacı yan olduğunu, munzam zararın istenebilmesi için borçlunun kusurlu bulunmasının şart olduğunu, kendilerinin kusurlu olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme davalı yanın açtığı önalım davasında bedelin danışıklı olduğunun ileri sürülmesinin davalının ( önalım davacısının ) yasal hakkı olduğunu, anayasal "hak arama özgürlüğü" sınırları içinde düşünülmesini gerektiğini, davalının kusurlu bir davranışının bulunmadığını belirterek istemin reddine karar vermiştir.
Somut olayda, dosyadaki delil ve belgelere, özellikle önalım dosyası içeriğine göre; Dava konusu Etimesgut Bahçekapı mahallesi, 3306 ada 5 parsel nolu taşınmazın 8404/52020 payını davacı Ş. Ç. dava dışı İ. Ş.'den 29.7.1997 gün ve 3330 yevmiye numaralı Resmi Satış Senedi ile 24.292.000.000. TL. bedelle satın almış; ve bu alım-satım için tapuda 1.666.016.000. TL. masraf yapmıştır. 28.7.1997 tarihinde gönderdiği ihtarname davalıya 29.7.1997 günü tebliğ edilmiştir. Davalıda yasal 1 aylık süre içinde, 8.8.1997 tarihinde önalım davasını açmıştır.
Davacı önalım davasında, tapudaki bedelin gerçek satış bedelini yansıtmadığını, danışıklı olarak çok yüksek gösterildiğini gerçek satış bedelinin 11.000.000.000. TL olduğunu, bu bedel olmazsa mahkemece belirlenecek değer üzerinden önalım bedelini yatıracaklarını belirtmiştir. Davalı ise, cevap dilekçesinde, davaya konu taşınmazın tapu dışı yolla eylemli bir biçimde paylaştırılıp, paydaşlar, arasındaki ortaklaşa kullanım ilişkisinin ortadan kalktığını ve önalım davacısının, önalım hakkını kullanmasının objektif iyiniyet kurallarıyla bagdaşmayacağını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece öncelikle eylemli bir paylaşım olup olmadığı ve önalım hakkının kullanımının objektif iyiniyet kurallarına aykırı olup olmadığı yönünde araştırma yapılmış, yapılan ilk keşifte yalnızca eylemli paylaşım olgusu araştırılmış, fen bilirkişi düzenlediği 22.8.1998 tarihinde eylemli bir paylaşım olmadığı saptandıktan sonra, önalım bedelinin saptanması amacıyla 16.11.1998 tarihinde ikinci keşif yapılmış, bilirkişi kurulunca düzenlenen 28.12.1998 günlü rapora göre; tapuda gösterilen bedelin gerçek bedel olduğu anlaşılmış, 23.2.1999 günlü oturumda resmi satış bedelini harç ve masrafı ile birlikte bankaya depo etmesi için davacıya süre verilmiş, önalım davacısı da verilen süre içinde önalım bedeli olan 25.458.016.000. TL, yi bankaya yatırmış mahkeme ise 23.3.1999 günü önalım davasının kabulüne, hüküm kesinleştiğinde, önalım bedelinin davalıya ödenmesine karar vermiş, karar yanlarca temyizden feragat edilerek 20.4.1999 tarihinde kesinleştirilmiş, davalı da aynı gün bankadan önalım bedelini faizi ile birlikte 26.735.803.768. TL. olarak tahsil etmiştir.
Buna göre önalım davasının açılması ile kararın kesinleşmesi arasında geçen süre 1 yıl 8 ay 12 gün olup üstelik, bu sürenin 1 yıl 14 günlük kısmı ise tamamen önalım davalısının eylemli paylaşma savının araştırılması ile geçirtilmiştir.
Tapuda yapılan satışta taraf olmayan davalının bedelde danışık savını ileri sürmesi Anayasal dava hakkının doğal sonucu olarak kabul edilmelidir. Ancak her hak gibi dava hakkı da sınırsız değildir. 743 sayılı Medeni Yasanın 2. maddesinde "Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir" ilkesi yer aldıktan sonra devamla "bir hakkın sırf gayri izrar eden suistimalini kanun himaye etmez" kuralını da getirmiştir. Burada açıklanan bir hakkın kullanılması kullanana bir yarar sağlamıyor veya sağladığı küçük yarara rağmen karşı tarafta büyük bir zarar doğmasına neden oluyorsa, böyle bir hakkın kullanımında yasal dayanak olsa dahi kötüye kullanmanın var olduğu kabul edilir. Diğer bir söyleyişle, hiç gerek olmadığı halde, hakkın kullanılması sonucu kullanana bir yarar sağlamanın yanında karşı taraf için yıkım ölçüsünde bir zararın doğumuna neden oluyorsa kötüye kullanma gündeme gelir. Kullanılan hak soyut değil somut olaylara dayanmalıdır.
Hak sahibinin hakkını kullanmada iyi ya da kötü niyetli olduğunu saptamak kullananın iç dünyası ile ilgili olduğundan bunu belirlemek oldukça güçtür. Ancak bunun belirlenmesi her somut olaydaki durum gözetilerek dışa yansıyan olgulara göre belirlenmelidir.
Dava hukuksal nitelikçe Borçlar Yasasının 41. maddesine dayalı uğranılan zararın giderilmesine ilişkindir. Uyuşmazlığın çözümü önalım hakkının meşru araç ve yollarla, hukuka uygun tutum ve davranışlarla kullanılmış olup olmadığının belirlenmesinde yatmaktadır. Hemen belirtelim ki, yargı mercileri önünde sav ve savunma hakkı yasal araç ve yollardan sapılarak hakkın arkasına kötü niyetle sığınılıp, ahlaka aykırı davranışlarla ve karşı tarafı zararlandırnak amacıyla kullanılmış ise doğan zararın giderilmesi gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Açıklanan yasal olgular karşısında somut olaya baktığımızda davanın dayanağı ve maddi olgusunu oluşturan, yanlar arasındaki önalım davasında yargılamanın kendine özgü seyri ve yasa yolları ile toplanan deliller sav-savunma ile birlikte karşılaştırılıp değerlendirildiğinde bu davanın davalısı olup aynı zamanda şufa davasının davacısının hukuka aykırı bir davranışının belirlenemediği anlaşılmıştır. Davanın maddi olgu ve delilleri daha çok hukuksal tartışmalara açık ve elverişli makul sav ve savunmayı ortaya koymaktadır. Diğer bir anlatımla doğru ve adaletli düşünen insanların ahlaki duygularına uygun davranışların sınırları içinde kaldığı görülmektedir.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan maddi olgulara göre davanın Türk yargı sistemi içerisinde makul sayılabilecek bir sürede sonuçlandırıldığı, kaldı ki 1 yıl 8 ay 12 gün olan bu sürenin 1 yıl 14 günlük süresinin tamamen davacı ( şufa davasının davalısı ) tarafından ileri sürülen eylemli paylaşma savunmasının araştırılması için harcandığı davalının davacının parasını geç almasında herhangi bir kusurlu davranışından söz edilemeyeceği anlaşıldığından mahkemenin direnme kararı yerindedir. Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 20.11.2002 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Maddi tazminat ve tesbit davası genç osman Borçlar Hukuku Çalışma Grubu 10 31-05-2012 11:44
maddi tazminat mı-katkı payı mı? seyitsonmez Aile Hukuku Çalışma Grubu 4 12-06-2007 15:39
maddi-manevi tazminat olcsvl Meslektaşların Soruları 5 14-05-2007 13:56
boşanma ,maddi tazminat, kusur KAANKAL Meslektaşların Soruları 6 30-03-2007 11:28
Boşanmada Maddi Ve Manevi Tazminat sumru Hukuk Soruları Arşivi 4 17-10-2003 11:00


THS Sunucusu bu sayfayı 0,12090492 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.