Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Soruları Arşivi THS Hukuk Soruları alanına 2000-2007 yılları arasında gönderilmiş eski soruların arşivlendiği forum alanımız. Bu alan yeni mesajlara ve yanıtlara kapalıdır ve sadece arşiv amaçlı olarak yayında tutulmaktadır.

3.kişinin taahhütü ve rücu

 
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 02-06-2006, 22:11   #1
demester

 
Varsayılan 3.kişinin taahhütü ve rücu

3.kişinin fiilini taahhüt eden fiili tahhüt edilenin borcunu ödedikten sonra ona rücu edemez.Ancak vekaletsiz iş görme ve sebepsiz zenginleşme durumlarına dayanarak rücu edebiliir deniyor.ikisi arasındaki fark nedir?
hemen cevap verirseniz çok sevinirim...sınavıma 3 gün kaldı...
teşekkürler...
Old 02-06-2006, 22:51   #2
burakkoca

 
Varsayılan

yani 3.kişiden ben senin yerine verdim diyerek parayı isteyeöez fakat kişinin o parayı ödeseydi malvarlığının aktifinde azalma olacaktı ama olmadı buna dayanarak yani sebepsiz zenginleşmeye dayanarak isteyebilir birde dolaylı temsil olarak da isteyebilir fakat bunun sonucu diğerine göre daha hafiftir rucu etme kişinin kusuru oranında ondan o zararı istemedir burada rucu sözkonusu değildir
Old 03-06-2006, 11:06   #3
demester

 
Varsayılan ?

yani bu konuda kusur faktörünün de payı var mı?bir örnekle açıklayabilirseniz çok sevinirim.
Old 03-06-2006, 18:53   #4
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Garanti sözleşmesi ile kefalet sözleşmesi arasındaki farklara bakarsan bu durumu daha iyi anlayabilirsin.
Old 03-06-2006, 19:18   #5
burakkoca

 
Varsayılan

olayımızda kusura dayandırlmak imkansızdır zaten borçlu karine olarak kusurludur ama olayımızda bu sorulmuyor 3.kişi ödediği parayı borçludan nasıl alacak diye soruluyor onun için kusur faktörüne bakılmaz burada 3.kişi rucu edemez fakat sebepsiz zenginleşmeye dayanarak verdiği parayı geri almayı isteyebilir
Old 05-06-2006, 09:23   #8
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Bu kararda garanti sözleşmeleri (Üçüncü kişinin fiilini taahhüt) hakkında neden rücunun söz konusu olmadığı anlatılıyor.

Alıntı:
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/10654
K. 2002/506
T. 28.1.2002
• KREDİ KARTI SÖZLEŞMESİ ( Garanti Sözleşmesi Adı Altındaki Sözleşmenin Amacının Kefalete Yönelik Olması )
• BANKALARIN KREDİ KARTI SÖZLEŞMESİ ( Garanti Sözleşmesi Adı Altındaki Sözleşmenin Amacının Kefalete Yönelik Olması )
• KEFALET - GARANTİ SÖZLEŞMESİNİN NİTELİĞİ ( Kredi Kartı Sözleşmesi - Garanti Sözleşmesi Adı Altındaki Sözleşmenin Amacının Kefalete Yönelik Olması )
• GARANTİ - KEFALET SÖZLEŞMESİNİN NİTELİĞİ ( Kredi Kartı Sözleşmesi - Garanti Sözleşmesi Adı Altındaki Sözleşmenin Amacının Kefalete Yönelik Olması )
• TEMİNATIN NİTELİĞİNİN TESBİTİ ( Kredi Kartı Sözleşmesi - Garanti Sözleşmesi Adı Altındaki Sözleşmenin Amacının Kefalete Yönelik Olması )
• GERÇEK KİŞİLER TARAFINDAN VERİLEN GARANTİLER ( Kredi Kartı - Daha Ziyade Kefalet Olarak Görülmeleri Gerektiği )
818/m.18,110, 484, 492, 496, 497
ÖZET : Teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi yapmakta menfaati olduğu belirlenmediği gibi bu husus davalı bankaca da ileri sürülüp kanıtlanmış değildir. Nihayet kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme ve gerekse garanti sözleşmesinden açıkça anlaşılmaktadır. Zira verilen teminat kredi kartı sözleşmesinin müşterisi ve asıl borçlusu birol isimli kişinin borçlarını karşılamaya yöneliktir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davacının garanti sözleşmesi adı altındaki sözleşmenin amacı kefalete yöneliktir. Bk.'nun 18. Maddesi uyarınca davacının bu iradesinin kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına yönelik verilen teminatın amacına aykırı olarak yorumlanması yasaya aykırılık teşkil eder. Nitekim isviçre federal mahkemesi de 17.11.1987 tarihinde verdiği bir kararda gerçek kişiler tarafından verilen garantilerin daha ziyade kefalet olarak görülmeleri gerektiğini ifade etmiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada ( Bakırköy Asliye Dokuzuncu Hukuk Mahkemesi )nce verilen 6.10.2000 tarih ve 1999/749-2000/613 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti. Bu noksanlıkların giderilerek dosyanın gönderildiği anlaşılmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı banka şubesindeki hesabından, dava dışı Birol'un kredi borcuna mahsuben 1.834-USD'nin çekildiğini, dosya müvekkilinin bu şahsın kredi borcu için herhangi bir kefalet ve garantörlüğünün söz konusu olmadığını ileri sürerek, 1.834-USD'nin iadesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, kredi borçlusu Birol'a kredi tahsisine ilişkin sözleşmeye davacının garantör olduğunu, kredi kartı borcunun ödenmemesi nedeniyle de davacının hesabından borca mahsuben tahsilat yapıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre davacı tarafından imzalanan 15.7.1997 tarihli sözleşmenin BK.'nun 484. maddesinde öngörülen şekilde tekeffül edilen borç miktarı gösterilmediğinden geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekil temyiz etmiştir.

Dava konusu uyuşmazlığın çözümü, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin kefalet sözleşmesi mi, yoksa garanti sözleşmesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Yerel mahkeme bu ilişkiyi kefalet sözleşmesi olarak nitelendirilmiş bulunmaktadır.

Somut olaya girilmeden önce, her iki sözleşmenin nitelikleri ve farkları üzerinde durulmalıdır. Kişisel ( şahsi ) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat ( güvence ) verilmesidir. Her iki sözleşme de temel amaçları itibariyle aynı hedefe yönelmekle birlikte gerek doktirin de, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.6.1969 gün 1969/4-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararındaki belirlemelere göre, şu ana farkları bulunmaktadır. Öncelikle kefalet sözleşmesi BK.'nun 484. maddesi hükmünden önce geçerliliği yazılı şekle tabi olması ve ayrıca bu sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktar gösterilmesi gerektiği halde, BK.'nun 110. maddesindeki "Başkasının fiilini taahhüt" başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi birşekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlı olmasıda öngörülmemiştir. Öte yandan kefalette BK'nun 497. maddesi hükmü uyarınca kefil borçluya ait def'ileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmamıştır.

Bunların dışında, kefilin kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra BK.'nun 496. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü dönme ( rücu ) hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmamıştır. Nihayet, BK.'nun 492. maddesi gereğince kefalette kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna da devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesindeki bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara tabi tutulmamıştır.

Bu farklı hüküm ve sonuçlardan anlaşılacağı üzere, garanti veren kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. Bu nedenle sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda teminat veren kimsenin iradesi de bu yönden titizlikle değerlendirilmelidir. İşte bu nedenlerledir ki, doktrinde uygulamada ( 11.6.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İBK ) her iki sözleşmenin birbirinden ayırt edilebilmesi için çeşitli kıstaslar belirlenmiştir.

Bu kıstaslardan ilk grubu yardımcı olarak belirlenen kıstaslardır ki, bunlar ana hatları itibariyle sözleşmede kullanılan deyimler, üstlenilen rizikonun niteliği, borçlu yerine ifa veya tazminat ödeme yükümlülüğü, para borcunun tekeffülü veya bir fiilin tekeffülü gibi kriterlerdir. Bunlar aşağıda belirtilecek ana kıstaslar yanında kullanılan fer'i nitelikteki kriterlerdir.

Yine doktrin ve anılan İBK.'da belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki asli fer'i yükümlülük kriteridir. Buna göre, garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur. Kefalette ise asıl olan bir başka borcun ( temel ilişki ) olması ve verilen teminat ile o borcunun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de, bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması fer'ilik karinesini teşkil eder. Ana kıstaslardan ikincisi yükümlülüğün kapsam ve niteliğini teşkil eder. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını sağlamaya yönelik sözleşmede ise garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Ana kıstaslardan bir diğeri ise menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak böyle bir teminat verenin yararı yoktur.

Nihayet ana kıstaslardan bir diğeri ise kişiye yönelik teminat verme kıstası olup, buna göre teminatın bir kişi gözönünde tutularak verilmesi kefalete işaret olacak böyle değilde objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak verilmesi halinde garanti sözleşmesinin amaçlandığı kabul edilecektir. ( Bütün bu açıklamalar için Bkz. Prof. Dr. S. Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ankara 1992 s. 78 vd., Prof. Dr. H. Tandoğan, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.2 3. Bası, Ankara, 1987, Prof. Dr. K. Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, İstanbul, 1997 Cilt 1 s. 980 vd., Dr. H. Becker, İsviçre Medeni Kanunu Şerhi, Borçlar Kanunu Genel Hükümler Md. 11 ).


Bu iki sözleşme türü farkları ile kıstasları belirlendikten sonra bu kriterlerin dava konusu sözleşmeye uygulanarak niteliğinin saptanması gerekmektedir. Uyuşmazlığın kaynağını teşkil eden sözleşme "Yurt İçi / Yurt Dışı Kredi Kartı Üyelik Sözleşmesi" başlığını taşımakta olup, bununla kredi kartı hamili olan müşteriye belli limitler çerçevesinde krediler açılarak, bu kredinin ATM ve POS cihazları aracılığı ile müşterisine kullandırma amacı güdülmektedir. Bu sözleşmede kart hamiline tahsis edilen kredi limiti belirtilmemiştir.

Sözleşmenin diğer hükümlerinde ise, teknik açıklamalardan sonra müşterinin kullandığı geri ödeme koşul ve temerrüdün koşulları belirlenip, taraflarca imzalandığı aynı sözleşmeye bağlı olarak da, 15.7.1997 tarihli garanti sözleşmesi adı altında asıl sözleşmeye yollama yapılarak, "kredi kartı yıllık sözleşmesinde bankanıza karşı doğmuş ve doğacak tüm borçların herhangi bir limite bağlı olmaksızın aşağıdaki hükümler çerçevesinde garanti etmeyi kabul ve taahhüt ederim. Şubeniz ile Borçlu Birol arasında 15.7.1997 tarihli kredi kartı üyelik sözleşmesinden doğmuş ve doğacak borç nedeniyle ben Ümit garanti veren kişi olarak borçluyla birlikte müşterek ve müteselsil borçlu sıfatıyla borçlunun kredi kartı kullanımından doğmuş ve doğacak borcundan sorumlu bulunduğumdan borçlunun borcunu kısmen ya da tamamen yerine getirilmediği adresime yazılı olarak bildirildiği taktirde, derhal ve hiçbir sebep ileri sürmeksizin tamamen ve nakden ve talep tarihinden ödeme gününe kadar geçecek günlere ait sözleşmede belirtilen temerrüt faizi ve BSMV, KKDF ve her türlü masrafı ödeyeceğimi" denilerek garanti veren sıfatı ile limitle sınırlı olmaksızın bu kartın kullanılmasından doğacak tüm borçların ödemesi taahhüt altına alındığı anlaşılmaktadır. Garanti sözlemesinde kullanılan sözcük ve deyimlerin fer'i kıstaslardan olan "sözleşmede kullanılan deyimler" kıstasına göre ilk bakışta bir garanti akdi oluştuğu izlenimi bırakıyor ise de, bu sözcüklere dayanılarak sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi doğru olmayacağı gibi, mümkünde değildir. Nitekim yukarıda değinilen 11.6.1969 gün 4/6 sayılı İBK.'da da banka teminat mektuplarında kullanılan kefalet sözcüğü vurgulanmasına rağmen bu ilişkinin bir kefalet değil garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu açık bir şekilde kabul edilmiştir.

Ana kıstasların dava konusu sözleşmeye uygulanmasına gelince, garanti sözleşmesi adı altındaki sözleşmede kredi kartı sözleşmesine atıf yapılmış olmakla garanti beyanı asli unsur olmaktan çıkmış, fer'i nitelik yani kefalet amacına yönelik olduğu izlenimi borçluya verilmiş bulunmaktadır. Keza bu beyanın genel anlamından teminat verenin bağımsız bir borç değil, kredi kartı müşterisi asıl borçlunun sorumluluğu yüklenilmiş olmakla ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti sözleşmesinin varlığından söz edilemez.

Diğer bir ana kıstas olan teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi yapmakta menfaati olduğu belirlenmediği gibi bu husus davalı bankaca da ileri sürülüp kanıtlanmış değildir. Nihayet kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme ve gerekse garanti sözleşmesinden açıkça anlaşılmaktadır. Zira verilen teminat kredi kartı sözleşmesinin müşterisi ve asıl borçlusu Birol isimli kişinin borçlarını karşılamaya yöneliktir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davacının garanti sözleşmesi adı altındaki sözleşmenin amacı kefalete yöneliktir. BK.'nun 18. maddesi uyarınca davacının bu iradesinin kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına yönelik verilen teminatın amacına aykırı olarak yorumlanması yasanın yukarıda açıklanan hükmüne aykırılık teşkil eder. Nitekim İsviçre Federal Mahkemesi de 17.11.1987 tarihinde verdiği bir kararda gerçek kişiler tarafından verilen garantilerin daha ziyade kefalet olarak görülmeleri gerektiğini ifade etmiştir. ( Bkz. Jdt. 1988 1 189 Yargıtay Kararlar Işığında Kredi Kartları Prof. Dr.Erden Kuntalp, Ticaret Hukuk ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XIII. 1996 Sh. 297 )

Bütün bu açıklamalara göre, davacı Ümit'in bu sözleşmedeki taahhütünün kefalet olması ve bu sözleşmede kefalet limiti de gösterilmemiş bulunması karşısında isabetli olan teşhis ve tespite dayalı olarak mahkemece verilen karar yerinde bulunmuştur.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ( ONANMASINA ), temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 28.1.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

yarx
 


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
alt işverene rücu ilgisiz Meslektaşların Soruları 9 20-10-2011 12:21
İpotek BorÇlusunun Kefİllere RÜcu Hakki Hoca Meslektaşların Soruları 5 10-03-2011 20:36
SSK rücu davaları nfb İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Çalışma Grubu 18 12-10-2009 15:43
trafik sigortasında rücu Av.Ergün Vardar Meslektaşların Soruları 5 25-12-2008 19:26
kefilin asıl borçluya rücu etmesi hgsahan Meslektaşların Soruları 5 04-08-2006 18:16


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04321909 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.