Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Müşterek ve müteselsil bir alacakta, alacaklılardan biri için zamanaşımı kesilmesi

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 19-12-2008, 11:41   #1
imp86

 
Varsayılan Müşterek ve müteselsil bir alacakta, alacaklılardan biri için zamanaşımı kesilmesi

Saygıdeğer meslektaşlarım,

Çok acil cevabını aradığım soru şu:
Müşterek ve müteselsil bir alacak söz konusuysa ve alacaklılardan biri için zamanaşımı kesilmişse, diğerleri için durum ne olur? Acaba onlar için de kesilme olur mu?

Dayanakları sağlam cevaplarınızdan ötürü şimdiden teşekkürler

Saygılarımla.
Old 19-12-2008, 15:56   #2
Gamze Dülger

 
Varsayılan

Sayın imp86,

Borçlar kanunu
- BORÇULARA KARŞI KAT'IN NETİCELERİ
MADDE 134 - Müruru zaman, müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmıyan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı katedilmiş olunca diğerlerine karşıda katedilmiş olur.
Müruru zaman, asıl borçluya karşı katedilmiş olunca kefile karşı da katedilmiş olur.
Müruru zaman, kefile karşı katedilmiş olunca asıl borçluya karşı katedilmiş olmaz.

Hüküm açıktır.

Ancak alacağın dayanağı açısından BK. ve TTK. farklı sonuçlar öngörmüştür.

Yine zamanaşımı müşterek ve müteselsil borçlulardan bir hakkında kesilmişse diğeri hakkında kesilse de,kesilmeden bu defi ileri süren yararlanabilir.

Yine müşterek ve müteselsil talep olsa dahi,davada müştereken ve müteselsilen sorumluluk sözkonusu olamıyor ise bu takdirde zamanaşımı kesilmesinden sadece ilgili davalı yararlanabilir.

Aşağıda bir kısım kararlar sunuyorum.Umarım faydalı olur.

Saygılarımla

T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/4489

K. 2003/6052

T. 8.5.2003

• TAZMİNAT DAVASI ( Desteğin Davalı Tarafından Öldürülmesi Nedeniyle Maddi ve Manevi Tazminat İstenilmesi )

• DESTEĞİN ÖLDÜRÜLMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT ( Desteğin Davalı Tarafından Öldürülmesi Nedeniyle Maddi ve Manevi Tazminat İstenilmesi )

• MÜTESELSİL SORUMLULUK ( Bu Yolla Boçlu Olanların Zararın Tamamından Sorumluluğunun Sağlanması ve Zarar Görenin Dilediği Borçluya Başvurabilme Hakkına Sahip Olması )

• ZİNCİRLEME SORUMLULUK ( Bu Yolla Boçlu Olanların Zararın Tamamından Sorumluluğunun Sağlanması ve Zarar Görenin Dilediği Borçluya Başvurabilme Hakkına Sahip Olması )

• ZAMANAŞIMI ( Zincirlemenin Doğal Sonucu Olarak Sorumlulardan Birinden İcra yada Dava Yoluyla Paranın İstenmesinin Öteki Sorumluya Karşı Zamanaşımını Kesmesi )

818/m.50,51,134,141,147,179,302,534

765/m.65,464,467

6762/m.178,256,336,485

4721/m.412,582

506/m.26

2918/m.88,89

5680/m.17


ÖZET : Uyuşmazlık müteselsilen ( zincirleme olarak ) sorumlulukla ilgilidir. Bu kurum, BK.nun 141-147. maddelerinde düzenlenmiştir. Yasalarda terim olarak teselsül yada müteselsil sorumluluk biçiminde yer alan sözcükler, "tam teselsül" anlamındadır. Anılan yolla borçlu olanlar, zararın tamamından sorumludur. Zarar gören ( alacaklı ) dilediği borçluya başvurabilme hakkına sahiptir. Zincirlemenin doğal sonucu olarak sorumlulardan birinden icra yada dava yoluyla paranın istenmesi öteki sorumluya karşı zamanaşımını keser.
DAVA : Davacı Fatma K. ve diğerleri vekili Avukat Osman Çıtlak tarafından, davalı Kamil Ç. ve Süleyman Ç. aleyhine 9.3.2000 gününde verilen dilekçe ile desteğin öldürülmesinden kaynaklanan tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 6.12.2001 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, desteğin davalı tarafından öldürülmesi nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılardan ölenin eşi Fatma K. için dava dilekçesinde 2.000.000.000 lira maddi tazminat istenmiştir. Mahkemece, HUMK.nun 74. maddesine aykırı biçimde talep aşılarak ( 4.900.274.793 TL ) maddi tazminata hükmedilmiştir. Bu haliyle karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
3-Davalı Süleyman Ç. yönünden;
Uyuşmazlık müteselsilen ( zincirleme olarak ) sorumlulukla ilgilidir. Bu kurum, BK.nun 141-147. maddelerinde düzenlenmiştir. Yasalarda terim olarak teselsül yada müteselsil sorumluluk biçiminde yer alan sözcükler, "tam teselsül" anlamındadır. Anılan yolla borçlu olanlar, zararın tamamından sorumludur. Zarar gören ( alacaklı ) dilediği borçluya başvurabilme hakkına sahiptir. Hukukumuzda bu tür sorumluluk, BK.nun 50, 51, 179, 302, 534; TTK.nun 178, 256, 336, 485/2; MK.nun 412/2, 582; 506 sayılı Yasanın 26; Basın Kanunu'nun 17; Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 181 ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 88 ve 89. maddelerinde olduğu gibi tek tek belirlenmiştir. Zincirlemenin doğal sonucu olarak sorumlulardan birinden icra yada dava yoluyla paranın istenmesi öteki sorumluya karşı zamanaşımını keser ( BK.134 ).
Ceza Mahkemesinin kesinleşen hükmüne göre davalılar TCK.nun 464. maddesiyle hükümlendirilmiş olmasına rağmen mahkemece onlar açısından müteselsil sorumluluğun varlığı kabul edilip bu esasa göre ödetme kararı verilmiştir.
Oysa, yasa hükmü kavgada el uzatılmasını, öldürme ve yaralama eylemine iştirak veya TCK. 65. maddesi anlamında müzaharet olarak benimsememiştir. Bu bakımdan kavgaya el uzatanı ölümden veya yaralamadan doğan zarardan teselsül kuralları uyarınca BK.nun 50 ve 51. maddelerindeki esaslara göre müteselsilen sorumlu tutmaya olanak yoktur. Ancak TCK.nun 464/1. maddesi gereğince cezalandırılan, kendi eyleminden dolayı TCK.nun 467. maddesi gereğince sorumlu tutulabilir. Anılan yön gözetilmeksizin, adı geçenin müteselsilen sorumlu tutulmuş olması bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın ( 2 ) ve ( 3 ) nolu bentlerde gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 8.5.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

E. 2002/8575

K. 2002/9454

T. 6.5.2002

• ZAMANAŞIMINI KESEN MUAMELE ( Muamele Her Kim Hakkında Vaki Olmuşsa Ancak Ona Karşı Hüküm İfade Etmesi )

• MÜŞTEREK BORÇLULAR ( Zamanaşımını Kesen Muamele Her Kim Hakkında Vaki Olmuşsa Ancak Ona Karşı Hüküm İfade Etmesi )

• GENEL HÜKÜM ( Özel Hükmün Olduğu Yerde Genel Hükmün Uygulanamaması )

• ÖZEL HÜKÜM ( Özel Hükmün Olduğu Yerde Genel Hükmün Uygulanamaması )

6762/m.663

818/m.134/1


ÖZET : Özel hüküm bulunduğundan genel nitelikte olan B.K.nun 134/1. maddesi hükmü çeke dayalı takiplerde uygulanmaz. Bu yüzden TTK.nun 663. maddesine göre zamanaşımını kesen muamele her kim hakkında vaki olmuşsa ancak ona karşı hüküm ifade edeceğinden bir borçlu hakkında zamanaşımının kesilmesi, diğer borçlu hakkında da zamanaşımının kesilmesi sonucunu doğurmaz.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
KARAR : TTK.nun 663. maddesine göre müruruzamanı kesen muamele her kim hakkında vaki olmuşsa ancak ona karşı hüküm ifade eder, dolayısıyla diğer borçlu hakkında zamanaşımının kesilmesi, borçlu P... Soğuk İklim Kumaş Teks.Tur.Gıda.San.Tic.Ltd.Şti. hakkında da zamanaşımı kesilmesi sonucunu doğurmaz. Özel hüküm bulunduğundan genel nitelikte olan B.K.nun 134/1. maddesi hükmü çeke dayalı takiplerde uygulanmaz. Adı geçen borçlu hakkında son işlem 15.3.2001 tarihinde yapılmış, takip eden işlem 6 aylık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 23.10.2001 tarihinde yapıldığından şikayetin kabulü gerekirken reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 6.5.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

3. HUKUK DAİRESİ

E. 1998/8352

K. 1998/10335

T. 6.10.1998

• TAZMİNAT DAVASI ( Trafik Kazası Nedeniyle )

• ZAMANAŞIMI DEF'İ ( İlk İtiraz Olmaması )

• ESASA YANIT SÜRESİ İÇİNDE İLERİ SÜRÜLMEYEN ZAMANAŞIMI DEF'İ ( Savunmanın Genişletilmesi Yasağı Nedeniyle Dikkate Alınmaması )

• SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ YASAĞI ( Zamanaşımı Def'inin Esasa Yanıt Süresi İçinde İleri Sürülmemesi )

• MÜŞTEREK MÜTESELSİL BORÇLU ( Süresinde Zamanaşımı Def'inde Bulunanın Yararlanması )

2918/m.85

1086/m.187,202

818/m.134


ÖZET : Zamanaşımı def`i ilk itiraz olmamakla birlikte esasa yanıt süresi içinde ileri sürülmemişse savunmanın genişletilmesi yasağı nedeniyle dikkate alınmaz. Müşterek-müteselsil borçlulardan zamanaşımının kesilmesinden sadece süresinde zamanaşımı def`inde bulunan borçlu yararlanabilir. DAVA : Dava dilekçesinde 30.186.731 lira alacağın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Dava, 30.186.731 liralık trafik tazminatının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemine ilişkindir. Araç maliki olan davalılar ( Ş. ve K. ) cevap dilekçelerinde olayın 5.11.1994 tarihinde meydana geldiğini, davanın ise 14.5.1997 tarihinde açıldığını, bu nedenle Karayolları Trafik Yasasına göre iki yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, zamanaşımı nedeni ile davanın reddini istemişlerdir.
Üçüncü davalı Y. ise cevap dilekçesinde, olay sırasında aracı kendisinin kullandığını, kusuru olmadığını bu nedenle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, iki yıllık zamanaşımı süresi dolduğundan bütün davalılar hakkında davanın reddine karar verilmiştir.
Zamanaşımı def`i ilk itirazlardan olmamakla beraber cevap süresi içinde ileri sürülmesi zorunludur. Aksi halde HUMK.nun 202. maddesi gereğince karşı taraf savunmanın genişletilmesine karşı koyabilir.
Davalı Y. son celsede zamanaşımı def`inde bulunmuştur. Davacı ise zamanaşımı def`ini kabul etmediğini belirtmiştir.
BK.nun 134/1. maddesi diğer müteselsil borçlulardan birine karşı kesilen zamanaşımı, diğer müteselsil borçlular bakımından da kesilmiş olur. Zamanaşımı def`inden ise sadece bu def`i ileri süren yararlanır. Bu nedenle zamanaşımı def`ini cevap dilekçesinde ileri sürmeyen davalının son celsede ileri sürdüğü zamanaşımı def`inden yararlanması söz konusu olamaz.
Bu durumda davalı Y.nin zamanaşımı def`i incelenemez. Mahkemece davalı Y. hakkında zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 6.10.1998 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1984/10-250

K. 1986/205

T. 7.3.1986

• EKSİK TESELSÜL ( Zamanaşımının Borçlulardan Birine Karşı Kesilmesinin Ötekine Karşı da Kesilmesini Gerektirmemesi )

• ZAMANAŞIMININ KESİLMESİ ( Eksik Teselsülde veya Davada Müteselsil Sorumluluğa Dayanılmaması Halinde )

• MÜTESELSİL SORUMLULUK ( Davada Müteselsil Sorumluluğuna Gidilmeyen Kişi Hakkında Zamanaşımının Kesilmiyeceği )

818/m.134,142,50,51

506/m.26

1086/m.178,74,79


ÖZET : Davacının zincirleme olarak sorumlu tutmak istediği müteselsil borçlular hakkında açtığı dava ile zamanaşımını kesmiş olmasının, bu şekilde sorumlu tutmak istemediği diğer davadaki davalıyı etkilemesine usulen olanak yoktur. DAVA : Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 1. İş Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.5.1983 gün ve 1979/11-1983/341 sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 26.12.1983 gün ve 1983/4156-6644 sayılı ilamıyla; ( ...1 - Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davacı Kurum ile davalılardan T.K. ve N.M.'ın temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2.Davalı C.E.'un temyizine gelince; A - Davalı C.E. hakkındaki davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanun'un 26/2 nci maddesi olup C.E. 3. kişi durumundadır. Sigortalı ile arasında hizmet ilişkisi bulunmadığından aleyhinde açılmış bulunan dava Borçlar kanunu'nun 60. maddesinde yazılı zamanaşımı süresine tabidir. Kurum, faile ve zarara 20.12.1978 tarihinde mutalli olduğunu cevap dilekçesinde açıklamıştır. Dava ise 18.1.1980 günü açılmıştır. Zamanaşımı def'i de süresinde ve yöntemince yapılmıştır. Bu durum karşısında bir yıllık zamanaşımı süresi geçmiş bulunduğundan ilk tahsise ilişkin 63.409.34 TL'lık dava zamanaşımına uğramıştır. Bu kısma ilişkin davanın açıklanan nedenle reddi gerekirken yazılı şekilde tahsil edilmesi yersizdir. B- Sigortalının babası Ş.'e kararnamelerle ve diğer gelir artırıcı yasalarla muhtelif tarihlerde gelir bağlandığı veya gelirlerinin artırıldığı anlaşılmaktadır. Ne var ki, bu işlemlere ilişkin tahsis ve onay tarihlerini gösteren belgeler dosyada mevcut değildir. Söz konusu belgeler getirtilip zararın bu kesimlerine Kurum'un ne zaman ıttıla kespettiği saptanıp hasıl olacak sonuca göre karar verilmemesi dahi usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı C.E.'un bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.. ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek, direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :
KARAR : İşveren T.K.'ın inşaat işyeri sigortalılarından M.A. 21.7.1976 tarihinde inşaatında 7. katına vinçle çıkarılmakta olan kalaslardan birinin üzerine düşmesi sonucu ölmüş ve sigortalının haksahiplerine gelir bağlanmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu faili ve zararı 20.12.1978 tarihinde öğrenmiş ve 18.1.1980 tarihinde, N.A., R.S. N.K. C.E. ve T.K. aleyhlerine, bağladığı gelirlerin peşin sermaye değerlerinin tahsili amacıyla dava açmıştır. N. Hakkındaki davanın reddine, rücu tazminatının ötekilerden tahsiline ilişkin mahkeme hükmünü N. ve R.S. temyiz etmemiş, N.M. ve T.K.'ın temyiz itirazları özel Daire'ce reddolunmuş ve böylece bu kişilere ilişkin karar kesinleşmiştir. Hükme esas kılınan raporda sigorta olayının meydana gelmesinde işveren T. gerekli önlemleri almadığı ve eğitim ve denetimi yapmadığından % 40 ve işverenin çalıştırdığı adamlardan şantiye şefi C. işi iyi organize etmediğinden dolayı % 25. ustabaşı N.M. emniyet sahası oluşturmadığı ve baret vermediği ve giyinilmesini sağlamadığından ötürü % 15; ekip başı olup öteki ilgilileri ve sigortalıyı uyarmayan R.S. % 10; kalasları vince iyi bağlamayan M.D. % 10 oranında kusurlu görülmüşlerdir. Bu M.D. hakkında da dava açılamamıştır. Davalı C.E.'un temyizine inhisar etmek üzere yerel mahkeme kararı, Özel Daire'ce yukarıda açıklanan şekilde bozulmuştur. Yerel mahkeme, "..Sosyal Sigortalar Kurumu zarara ve faaline 20.12.1978 tarihinde mutalli olmuş, müteselsil sorumlulardan T.N. ve arkadaşları aleyhine 26.1.1979 tarihinde dava açmıştır. Bu davayı açmakla B.K. m. 134/1 gereğince diğer müteselsil sorumlu C. hakkında da zamanaşımı kesilmiştir. C.E. hakkında davanın açıldığı 18.1.1980 tarihine kadar yeni bir zamanaşımı süresi da geçmemiş olduğundan C.'in zamanaşımı savunması yerinde değildir. İlk davada zararın bir kısmının istenilmesi zamanaşımının kesilmesine engel değildir... Zamanaşımının kesilmesi için C.'in zarardan müteselsilen sorumlu olması ve müteselsil sorumlulardan biri hakkında zamanaşımı süresi içinde dava açılması yeterlidir... Ayrıca son davanın teselsül hükümlerine göre açılması şart değildir.." görüşüyle, eski hükümde direnilmiştir.
Görülüyor ki, yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uluşmazlık, iş kazası niteliğindeki bir sigorta olayında, birden çok kişi muhtelif hukuki sebepler nedeniyle sorumlu iseler, bu sorumluluğun Borçlar kanunu'nun 50. maddesinde yazılı tam teselsülü mü, yoksa 51. maddesinde belirlenen eksik teselsülü mü oluşturduğu, başka bir deyimle, müteselsil sorumluluğun niteliğinin ne olduğu ve böyle bir durumda müteselsil sorumlulardan bazıları hakkında zamanaşımı süresi geçmeden açılan dava, hakkında dava açılmayan öteki müteselsil borçlular hakkında da zamanaşımını kesip kesmeyeceği ve en son açılan davanın teselsül esaslarına dayandırılmaması halinde, bu davada sorumlu tutulması istenilen kişinin önceki dava ile vaki zamanaşımı kesilmesinden etkilenip etkilenmeyeceği konularında toplanmaktadır.
Birden ziyade kişinin, müşterek kusurlarıyla sebebiyet vermedikleri bir zarardan aynı zamanda mesul olmaları, diğer bir deyimle muhtelif sebepler dolayısıyla sorumluluk, B.K.'ın m. 51'de düzenlenmiştir.
Burada noksan teselsül hali öngörülmüştür. Zira, müşterek kusur yoktur. Fakat kişilerden biri haksız eylemi, biri kanun, bir diğeri akde aykırılık nedeniyle işlemişse sorumludurlar. Müteaddit kişilerin birbirinden habersiz olduğu kusurlu müşterek illiyet veya müterafik illiyet hallerinde de nakıs teselsül söz konusu olmaktadır. Olayda, davalılar muhtelif hukuki sebepler dolayısıyla sorumludurlar. Örneğin, işverenin çalıştırdığı adamlardan şantiye şefi C. işi iyi organize etmeme şeklindeki haksız fiili nedeniyle 506 sayılı Kanun'un m. 26/2 uyarınca, işveren T. ise Sigortalı ve iş kazasına uğrayan M.'le yaptığı hizmet aktine aykırı davranışı ve yasal önlemleri almayışı yüzünden m. 26/1'e göre; işverenin adamları öteki davalılar da, eylemlerinden ötürü sorumludurlar. Bunlar, kusurlu haksız eylemleri akte ve Kanun'a aykırı davranışları konusunda önceden anlaşılmış ve bilerek ve isteyerek hareket etmiş değillerdir. Hareketleri ihmali niteliktedir. Birbirlerinin eylemlerinden haberdar değillerdir. Bu nedenle olayda, Borçlar Kanunu'nun 50. maddesinde düzenlenen birden fazla şahsın müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer bir deyimle, tam teselsül hali yoktur. Aksine, bu gibi hallerde, B.K.'ın m. 51'de öngörülen eksik teselsül hali söz konusudur ve bu yön, Hukuk Genel Kurulu'nun 29.4.1983 T. ve 2264/444 sayılı kararında da vurgulanmıştır.
Eksik teselsülün söz konusu olduğu bu gibi durumlarda, müteselsil sorumlulardan bazıları haklarında zamanaşımı süresi geçmeden açılan davanın, hakkında dava açılmayan öteki müteselsil sorumlular, örneğin burada C. hakkında da zamanaşımını kesip kesmeyeceği sorununa gelince; tam teselsül ile eksik teselsül arasındaki en önemli farklardan birisi bu konudadır. Tam teselsülde, borçlulardan birine karşı zamanaşımı kesilince, ötekilere karşı da kesilir ve başka bir ifadeyle zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara da sirayet ederken, eksik teselsülde zamanaşımının borçlulardan birine karşı kesilmesi, ötekine karşı da kesilmesini gerektirmemektedir. Borçlar kanunu'nun 34. maddesinin 51. maddede öngörülen noksan teselsül hallerinde uygulanması olanağı yoktur. Bu sonuç, teselsülün Borçlar kanunu'nda 50 ve 51. maddelerinde ayrı ayrı ve değişik koşullarla düzenlenmiş olmasına, ayırım fikrine ve adalet düşüncesine uygun düşmektedir. Zira, yalnız başına olsaydı, zamanaşımından yararlanabilecek iken, sırf öteki kişilerin kusurlu eylemlerine iradesi dışında katılması yüzünden, zamanaşımından faydalanmaması, öteki kişilere karşı zamanaşımı süresi içinde açılan davanın, bunun için de zamanaşımını keseceğinin kabulü, hak ve adalet ilkelerine ters düşerdi. Nitekim, doktrinde eksik teselsülde sorumlulardan bir kısmına karşı zamanaşımının kesilmesinin öteki müteselsil sorumlulara sirayet etmeyeceği çoğunlukla kabul edilmektedir. ( Bkz. Oğuzman; Borçlar hukuku, Sh. 219; Tekinay, Borçlar Hukuku, Sh. 434, 1425-1426; tandoğan, Mesuliyet Hukuku, Sh. 383; Çenberci, SSK. Şerhi, Sh. 301, 192 ) Hukuk Genel Kurulu'nun 11.5.1977 T. ve 3068/468 sayılı kararıyla da bu görüşü benimsenmiş bulunmaktadır.
Öte yandan, en son açılan davanın teselsül esaslarına dayandırılmaması halinde, bu davada sorumlu tutulmak istenen kişiyi, önceki davada kesilen zamanaşımını etkileyip etkilemeyeceği konusu üzerinde de ayrıca ve bir ek gerekçe olarak durmak lazımdır. Gerçi, yukarıda açıklandığı şekilde eksik teselsül nedeniyle söz konusu etkilenme olmayacaktır. Ne var ki, C. hakkında açılan bu davada teselsül hükümlerine dayanılmamıştır. Alacaklı müteselsil sorumluluğun kendi lehine olan kurallarından esasen yararlanmak istememiştir. HUMK.m. 74'de yer alan hakimin iddia ve savunmayla bağlılığı kuralı karşısında, davacı yararlanmak istemedikçe, teselsül kurallarının alacaklı yararına işletilmesi olanaksızdır. Alacaklı BK, m. 142'deki seçimlik hakkını kullanarak müteselsilen sorumlulardan bir bölümü hakkında müteselsil sorumlu tutulmalarını istemiş, bu davadaki davalı C. hakkında böyle bir istekte bulunmamıştır. Davacının teselsül esaslarına göre, sorumlu tutmak istediği öteki müteselsil borçlular için açtığı ilk dava ile zamanaşımının kesmiş olmasının, teselsül esasları çevresinde sorumlu tutmak istemediği işbu davadaki davalı C.'e sirayet edeceğini düşünmenin yukarıdan beri açıklanan tüm usul kurallarına da aykırı düşeceği ortadadır.
Yukarıdan beri açıklanan gerekçelerle, Hukuk Genel kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yazılı düşüncelerle, önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
O halde davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, 7.3.1986 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Meydana gelen iş kazası nedeniyle sigortalının ölümünde tüm davalıların kusurlu oldukları ve giderek müteselsilen sorumlu bulundukları konusunda uyuşmazlık yoktur.
Uyuşmazlık, davalılardan Celal ile diğer davalıların teselsül hükümlerine göre gerçekleşen sorumluluklarının yasal dayanağınını salt teselsül yönünden Borçlar Kanunun 50. maddesinden mi yoksa 51. maddesinden mi kaynaklandığı hususudur.
Olayda, davalıların kusurlu davranışlarının ortaya çıkmasından önc eki evrede kasda dayanan bir anlaşmanın bulunmadığı görülmektedir. Başka bir deyişle davalılar önceden bilerek, isteyerek ve anlaşarak eylemde bulunmuş değillerdir. Kusurlu davranışları ayrı ayrı olgulara dayanmakla beraber zararlandırıcı Sosyal Sigorta olayı davalıların kusurlu eylemlerinin birleşmesinden dolayı ortaya çıkmıştır. Davada çözümlenmesi gereken hukuksal sorun, uygulamada "tam teselsül olarak adlandırılan ve Borçlar Kanunun 50. maddesinde düzenlenen haksız fiillerdeki teselsül halinin kasti birleşmeyi mi yoksa organik birleşmeyi mi amaçladığı meselesi ile Borçlar Kanunun 51. maddesinin uygulanması gereken davalarda -teselsül yönünden- aynı Kanunun 50. maddesi hükümlerinin aynen uygulanabilip uygulanamayacağıdır.
Yasa hükümlerinin yorumlanmalarında amaca uygun biçimde yorum yapma gereği çağdaş hukuk sistemlerinin kabul ettiği hukuksal gereklerdendir. Ne var ki, yasa metinlerinin lafzından, amaç açakca anlaşılıyorsa yorum yoluyla başka başka sonuçlara ulaşılamayacağı gibi yasa hükümleri okunduğunda ortaya değişik anlamlar çıkıyorsa bu hususta yorum yapma ihtiyacının doğduğu söz götürmez. 50. madde "müteaddit kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde..." sözcükleriyle başlamaktadır. Bu sözcüklere bakıldığında, bundan birden ziyade kimselerin önceden anlaşarak ve isteyerek birlikte zarar verme halinin amaçlandığı sonucuna varılabileceği gibi birbirleriyle anlaşmamakla beraber zararın meydana gelmesinde kusurlu davranışlarının birleşmesinin yeterli olacağı sonucu da çıkarılabilir. Bu durumda amaca yönelik yorum yapma kuralı gereğince maddenin yorumlanması gerekmektedir. teselsül hükümleri gereğince sorumluluk ilkesinin getirilmesindeki amacın alacaklıyı korumak olduğu hususunda şüphe edilmemelidir. Hal böyle olunca da konulan bu yasa hükmünün alacaklının aleyhine sonuç doğuracak biçimde yorumlanmaması gerekir. Şayet kasdi birleşme tecrisi kabul edilecek olursa bundan alacaklının zarar göreceği açıktır. Zira faillerden biri hakkında açılan dava, Borçlar Kanununun 134. maddesi hükümleri gereğince bir kısmı hakkında zamanaşımını kesmeyecektir. Nitekim çoğunluk maddeyi, "kasdi birleşmeyi" amaçladığı şeklinde anladığı için davalı Celal sorumluluktan kurtulmuş olmakta ve davacının hukuksal üstünlüğü -daha çok kişiden tazminat talep edebilmek gücü elinden alınmış olmaktadır. O halde, maddenin konuluş amacı gözönünde bulundurulduğunda, birlikte zarar verenler arasında kasti birleşme olması bile kusurlu davranışları birleşerek bir zararın doğmasına sebebiyet vermişlerse tam teselsül- hükümlerine göre sorumlu tutulmalıdırlar.
Bu davada, davalılardan Celal'in kusurlu eylemi ile diğer davalıların kusurlu eylemleri -kasti birleşme olmaksızın- organik olarak birleşmek suretiyle zararlandırıcı sigorta olayını meydana getirdiğine göre ortada tam teselsül durumu söz konusudur ve giderek diğer davalılar hakkında önceden açılan dava ile davalı Celal bakımından dahi zamanaşımı kesilmiştir.
Borçlar Kanununun tam teselsül ile ilgili 50. maddedeki hükümlerinin eksik teselsül halini düzenleyen 51. maddede öngörülen durumlarda aynen uygulanabilip uygulanamayacağı konusuna gelince: Bilindiği gibi 51. madde İsviçre Borçlar Kanunundan aynen aktarılmamıştır. Borçlar Kanunumuzun koşutu olan İsviçre Borçlar kanununudaki metin aynen "birden fazla kimselerin mutazarrıra karşı aynı zarar için muhtelif hukuki sebepleri ister haksız eylemden isterse sözleşme veya kanun hükmünden dolayı sorumlu olmaları halinde bunlara "müşterek kusurla" zarar yapan şahıslar arasındaki rücua dair hüküm kıyasen uygulanır..." hükümlerini içerdiği görülmektedir ( İsviçre Medeni Kanunu Şerhi VI. cilt şerheden Dr. H. Becker, Adalet Bakanlığı yayınları ).
Açıkca anlaşılmaktadır ki, İsviçre metninde sadece 50. maddedeki rücu ile ilgili hükümlerinin 51. maddede uygulanabileceği öngörülmektedir. Oysa Türk Borçlar Kanununun 51. maddesindeki metinde aynen "... mesul oldukları takdirde haklarında" birlikte bir zarar "vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur..." hükümlerine yer verildiği görülmektedir. Burada sadece rücu yönünden bir yollama yapılmamış sorumluluk bakımından eksik ve tam teselsül arasındaki farak kaldırılmıştır. Bu durumda yasa koyucunun eksik ve yanlış aktarma yapmış olabileceği gibi bir düşünceye yer verilmesi mümkün değildir. tersine, eksik ve tam teselsül arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması amacıyla ve bilinçli olarak maddenin bu şekilde kaleme alındığının kabulü gerekir. Esasen gelişmiş bir hukukun yaratılması bakımından özel bir takım durumları tam teselsülden ayıraka uygulamada faydasız güçlüklere meydan verilmemelidir ( Arsebük; Borçlar Hukuku, Sh. 1075 ). Nitekim türk Yargıtay'ı yıllar yılı Borçlar Kanununun 134. maddesinin uygulanması bakımından 50. madde ile 51. madde arasında bir fark görmemiştir.
Açıklanan bu ikinci nedene göre de diğer davalılar hakkında açılan ilk rücu davası ile o davada taraf olmayan Celal hakkında dahi Borçlar Kanununun 134. maddesi uyarınca zamanaşımı kesilmiştir.
Yukarıdan beri açıklanan her iki nedenle, davalılardan Celal ile diğer davalılar arasındaki ilişkinin eksik reselsüle dayanması nedeniyle diğer davalılar aleyhine açılan ilk davanın -davalı Celal yönünden- zamanaşımını kesmeyeceği düşüncesine yer veren çoğunluk görüşüne karşıyız.


T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1976/4-3068

K. 1977/468

T. 11.5.1977

• EKSİK TESELSÜL ( Araç Sahibi İle Şoförün Sorumluluklarının Aynı Olması )

• HAKSIZ EYLEMİ İŞLEYEN ŞOFÖR ( Ceza Davasına Şahsi Hakları İçermeyen Katılma )

• ZAMANAŞIMININ İLERİ SÜRÜLMESİ ( Eksik Teselsül Uyarınca )

• TAZMİNAT DAVASI ( Davacıların Ceza Davasına Müdahale Etmiş Olmaları )

• CEZA DAVASINA MÜDAHALE EDEN DAVACI ( Şoför Hakkındaki Tazminat Davasının Zamanaşımının Kesilmesinin Aracı İşleten Davalı Şirket Hakkındaki Zamanaşımını da Kesmesi )

• ZAMANAŞIMI ( Şoför Hakkındaki Tazminat Davasının Zamanaşımının Kesilmesinin Aracı İşleten Davalı Şirket Hakkındaki Zamanaşımını da Kesmesi )

818/m.134,51


ÖZET : Haksız eylemi işleyen şoför hakkındaki ceza davasına şahsi hakları içermeyen katılma araç sahibine karşı zamanaşımını kesmez.araç sahibi ile şoförün sorumlulukları ayrı olup aralarında eksik teselsül vardır. Eksik teselsülde b.k.134'ün borçlulardan biri hakkındaki zamanaşımının kesilmesinin diğerlerine karşıda ileri sürülebileceği hükmü uygulanmaz DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Altındağ Birinci Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 9.10.1973 gün ve 972/667 - 973/1065 sayılı kararın incelenmesi davalı ( K ) ile ( N ) tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 19.4.1974 gün ve 1046-2030 sayılı ilamı ile, "olayın 21.11.1968 tarihinde vuku bulduğu, tazminat davasının ise 6085 sayılı Yasanın değişik 50. maddesinde belirtilen 2 yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra 24.12.1970 tarihinde açıldığına, haksız eylemi işleyen şöför ( Ö ) hakkındaki ceza davası 21.10.1970 de sonuçlandığına göre araç sahipleri ( K ) ve ( N ) hakkındaki davanın zamanaşımına uğradığı düşünülmeden onlar hakkındaki davanın da kabulüne karar verilmesi isabetsiz olduğu..." gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
KARAR : Yerel mahkeme, davacıların ceza davasına müdahale ettiklerinden ve Borçlar Kanununun 134/1. maddesi hükmünden söz ederek şöför hakkındaki tazminat davasının zamanaşımının kesilmesinin aracı işleten davalı şirket hakkındaki zamanaşımını da keseceği esasından hareketle olayda zamanaşımı cereyan etmediği sonucuna varmıştır. Oysa bu kabul tarzı gerçeğe uymamaktadır.
Şöyleki, gerçekten davacılar, sanık şöför hakkındaki ceza davasına 23.3.1969 günlü dilekçe ile müdahale etmişler ve bu talepleri 14.4.1969 günlü oturumda kabul edilmiştir. Ne var ki, bu müdahale isteğinde kişisel hak isteği yoktur. O halde, davalı şöför hakkındaki tazminat isteğine ilişkin zamanaşımını dahi kesmesi söz konusu olmıyan bu durumda, sadece ceza davasına müdahale etmenin araç sahiplerine ilişkin tazminat davası zamanaşımını kesmesi esasen düşünülemiyeceğinden direnme kararı bu nedenle yasa hükümlerine aykırıdır. Kaldı ki, sanık hakkında açılan ceza davasına müdahale ile sanıktan tazminat istenmiş olsaydı dahi, durum yine değişmeyecekti. Çünkü, Özel Dairenin bozma ilamında da etraflıca açıklandığı veçhile davalılardan ( Ö ) haksız eylem nedeniyle ve malen sorumlu olan şirket de kanun hükmünce ve dolayısiyle değişik hukuki nedenlere göre davacılara karşı sorumlu olduklarına göre sorumlulukları tam teselsüle değil, Borçlar Kanununun 51. maddesinde düzenlenmiş olan eksik teselsüle dayanmaktadır. Oysa zamanaşımının, müteselsil borçlulardan birine karşı kesilmesinin, diğerlerine karşı da kesilmiş sayılacağını öngören Borçlar Kanununun 134/1. maddesi hükmü, tam teselsül hali için söz konusu olup eksik teselsülde uygulanmaz ( V. Turh Edege çevirisi 436 Vd. ) ( Bocker - İsviçre Medeni Kanunu Şerhi - Adalet Bakanlığı yayını sayfa 147 ) ( Akıntürk - age 137 ) ( Tandoğan age - 383 ) ( S.S. Tekinay - Borçlar Hukuku - 3. Bası 1974 - 279 ) ( Oser/Schönenberger - Borçlar Hukuku 1950 - R. Seçkin çevirisi 890 Vd ) ( Funk - Borçlar Kanununun Şerhi - Umumi Hükümler, Veldet - Selek çevirisi 205 ).
Bu itibarla, zamanaşımının malca sorumlu olan şirket hakkında kesilmesi söz konusu olmadığına, ayrıca şöför davalı ( Ö ) hakkında devam eden ceza davasına TCK. nun 465. maddesi hükmünce müdahale ile malca sorumlu olan şirketten kişisel hak istenmediğine ve malen sorumlu olanlar hakkında uzamış zamanaşımı uygulanamıyacağına göre şirket hakkındaki tazminat davası haksız eylemin işlendiği 21.11.1968 gününden itibaren Trafik Yasasının 50. maddesinde öngörülen iki yıl sonra zamanaşımına uğramıştır. Bu dava 24.12.1970 gününde açıldığına göre zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle reddi gerekir. Bu nedenlerle Özel Dairenin bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanununun 429 maddesi uyarınca BOZULMASINA davalılar yararına takdir olunan 1.400 lira avukatlık parasının davacıdan alınıp davalıya verilmesine, 11.5.1977 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Old 20-12-2008, 09:53   #3
halit pamuk

 
Varsayılan

Burada sanırım soru sahibi, müteselsil borçluluğu değil; "müteselsil alacaklı" olma ile ilgili bir durumu sormakta.

Müteselsil alacaklılardan biri için zamanaşımı kesilmesi durumunda diğeri için de kesileceğine ilişkin mevzuatımızda bir hüküm bulunmamaktadır. Zaten uygulaması da çok az olan bir şeydir. Uygulamada örneğini müşterek hesaplar için verebiliriz.

Kanaatimce, bir borç için birden fazla alacaklı olduğu durumlarda her alacaklı ile borçlu arasındaki ilişki birbirinden bağımsızdır. Ancak borçlu bir alacaklıya ödeme yapınca diğer alacaklıya karşı da borcundan kurtulmuş olur.

Bu sebeplerle de bir alacaklı için zamanaşımı kesilince diğeri için de kesilmiş olmaz. Ancak Oğuzman, alacaklı diğer alacaklıyı da temsilen hareket etmişse, alacaklının işlemlerinin her ikisi için de sonuç doğuracağı görüşündedir.(Oğuzman/ Öz- Borçlar Hukuku/ shf.831)
Old 20-12-2008, 13:37   #4
Gamze Dülger

 
Varsayılan

Soru sahibinin "Müsetessil alacaklılar " açıklamasını beynim arzu ettiği şekilde algılamıştır.

Sayın Adnan Koray'a teşekkür ederim.

Soru ile ilgili bir uygulama bulamadım.

Saygılarımla
Old 20-12-2008, 15:16   #5
üye8892

 
Varsayılan

Zamanaşımı,bir hakkın kazanılması veya kaybı için bir zamanın geçmesini ifade eden bir kavramdır.zamanaşımı alacaklı lehine olabileceği gibi borçlu lehine de olabilir.Ancak borçlar kanunumuzdaki zamanaşımının durması ve kesilmesi tabiatıyla sadece alacaklı veya alacaklılar lehine olan bir durumdur.
Müteselsil alacaklılık söz konusu olunca ,yine alacaklılar lehine olacaktır.diyelim ki borçlu borcunu ikrar etti veya borcuna mahsuben bir miktar ödemede bulundu.Bu durumda zamanaşımı tüm alacaklılar için kesilmiş olacaktır.Kanunda borçlunun teselsülü halinde zamanaşımının kesilmesinden söz edilmiş olmasına rağmen alacaklıların teselsülünü düzenleyen maddede zamanaşımının tekrar yazılmamış olması tekrardan kaçınmak içindir.borçlar kanunun 134.maddesini kıyasen alacaklıların teselsülü haline de uygulayabiliriz.
Old 20-12-2008, 19:50   #6
imp86

 
Varsayılan

Cevaplarınıza çok teşekkür ederim. Çok faydalı oldular. Ben de bir taraftan araştırmalarımı sürdürdüm. Sizlerin de belirttiği gibi net bir hüküm olmadığını gördüm. Ancak benim kanaatime ve doktrindeki çoğunluk görüşüne göre BK. 134/1 kıyasen uygulanacak gibi gözüküyor.

Tekrar çok teşekkürler.

Saygılarımla,
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Müşterek-müteselsil sorumlulardan birisi hakkındaki davadan feragat Av.İlhami Akan Meslektaşların Soruları 9 10-07-2018 15:21
müşterek ve müteselsil kefalet -betül- Meslektaşların Soruları 1 21-03-2008 08:42
Müşterek ve müteselsil borç ilişkisine dayanarak açılan icra takibinde feragat DerinlikSarhoşu Meslektaşların Soruları 3 14-10-2006 13:19
Müşterek Ve Müteselsil Borç Senetleri Hakkında taskin Hukuk Soruları Arşivi 0 25-03-2004 13:51


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06711793 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.