Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

belirsiz alacak davasında kısmi dava zamanaşımını keser mi??

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 07-06-2012, 13:46   #1
avukat erdoğan

 
Varsayılan belirsiz alacak davasında kısmi dava zamanaşımını keser mi??

6100 sayılı yeni HUMK'un 107. maddesi gereğince belirsiz alacak davası açtığımızda kısmi dava tüm alacak miktarı için zamanaşımını keser mi??
Old 07-06-2012, 15:17   #2
av.kadirpolat

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avukat erdoğan
6100 sayılı yeni HUMK'un 107. maddesi gereğince belirsiz alacak davası açtığımızda kısmi dava tüm alacak miktarı için zamanaşımını keser mi??

Belirsiz alacak türünün Kısmi davadan ayıran en temel özellik burada ortaya çıkmakta.

Belirsiz alacak davasında, alacağın tamamına ilişkin zamanaşımı süresi kesilmekte iken; kısmi davada talep edilmeyen kısım için zamanaşımı süresi işlemeye devam eder.
Old 07-06-2012, 15:22   #3
avukat erdoğan

 
Varsayılan

İş kazasından kaynaklanan maddi tazminat davası belirsiz bir alacak davası mıdır peki??
Old 07-06-2012, 15:24   #4
Av. İbrahim YİĞİT

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avukat erdoğan
İş kazasından kaynaklanan maddi tazminat davası belirsiz bir alacak davası mıdır peki??

Evet, belirsiz alacak davasıdır. Zira maluliyetin, kusurun ve ücretin tüm yönleri ile bilinebilir ve davacı tarafından hesaplanabilir olması beklenemez
Old 07-06-2012, 15:26   #5
av.kadirpolat

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avukat erdoğan
İş kazasından kaynaklanan maddi tazminat davası belirsiz bir alacak davası mıdır peki??

Kıdem tazminatı gibi hesaplanması çok kolay bir alacağı bile belirsiz alacak davası olarak nitelendirildiğine göre, iş kazasından, trafik kazasından vs. kaynaklanan maddi tazminat da tabiki belirsiz alacak davası niteliğindedir.
Old 07-06-2012, 20:49   #6
BALDIRAN

 
Varsayılan

Üstadım,Belirsiz alacak davasının alacağın tümü için zaman aşımını keseceğine dair pozitif norm varmı. Yada Yargutay kararı (Pekcanıtez hocanın görüşünü biliyorum.)
Old 07-06-2012, 21:05   #7
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan HMK 107 Gerekçe

Madde Gerekçesi: "...Tasarıya, 112 nci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki gerekçelerle, “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı yeni 113 üncü madde ilave edilmiştir.

“Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi söz konusudur. Hukuk sistemimiz içinde, böyle bir durumla karşılaşan kişinin hak araması bakımından birçok güçlük söz konusudur. Öncelikle kendisinden aslında tam olarak bilmediği bir alacak için dava açması istenmekte, ayrıca, daha sonra kendi talebinden daha fazla bir miktar alacağının olduğu ortaya çıktığında da bunu davayı genişletme yasağı çerçevesinde ileri sürmesi mümkün olabilmekteydi. Böyle bir durumda, gerçekten bilinmeyen bir alacak için dava açmaya zorlamak gibi, hak aramanın özüyle izah edilemeyecek bir yol ve aslında tarafın kendi ihmali ya da kusuru olmadığı hâlde bir yasakla karşılaşması gibi de bir engel söz konusuydu. Oysa, hak arama özgürlüğü, böyle bir sınırlamayı ve gerçek dışı davranmaya zorlamayı değil, gerçekten hakkı ihlâl edilen veya ihlâl tehlikesi altında olan kişiyi, mümkün olduğunca geniş şekilde korumayı amaçlamalıdır. Son dönemde, gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk hukukunda artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olması da bunu gerektirir.

Kaldı ki, miktar ya da değeri belirsiz bir alacak için dava açılması gerektiğinde birtakım sınırlamalar getirmek, dava içinde yeni taleplere veya o davanın dışında yeni davalara yol açarak, usûl ekonomisine aykırı bir durum da meydana getirecektir. Ayrıca, miktarı veya değeri bilinmeyen bir alacak için klasik kısmî davanın da tam bir çözüm üretmediği gerçektir.

Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul
edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan
söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.

Belirsiz alacak davası veya tespit davası açılması hâlinde, alacaklı, tüm miktarı belirtmese dahi, davanın başında hukukî ilişkiyi somut olarak belirtmek ve tespit edebildiği ölçüde de asgarî miktarı göstermek durumundadır.

Maddenin ikinci fıkrasında, belirsiz alacak veya tespit davası açılabilen durumlarda, miktar ya da değerin tespit edildiği anda, alacaklının iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabileceği belirtilmiştir. Kural olarak, bir davada başlangıçta belirtilen miktar veya değerin artırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tâbidir. Bunun amacı, davacının dava açarken hakkını kötüye kullanmaması, daha özenli davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Oysa, baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Bu sebeple, belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Davacı, sınırlama ve yasağa tâbi olmadan, sadece talepte bulunmak suretiyle yeni miktar üzerinden yargılamaya devam edilmesini isteyebilecektir. Şüphesiz, alacağın belirli hâle gelmesini müteakip ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilmişse, bundan sonra yeni bir artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü, bu hâlde belirsizlik değil, davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.

“Edâ davasının açılabildiği hallerde tespit davası açılamaz” yollu önermenin hak-arama özgürlüğünün ulaştığı kapasite ve hukuki yarar koşulunun muhtevası karşısında geçerliği yoktur.

Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hallerde yalnızca tespit yahut kısmi edâ ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir.

Davacı, söz gelimi bir tazminatın tahsili yerine alacağın miktarının ve borçlunun sorumlu olduğunun tespitini hedefleyen bir dava açabilir, açabilmelidir. Bu dava, zamanaşımını kesecek, davada istihsal olunan ilam genel haciz yoluyla takibe konabilecek, itiraz halinde borçlunun göze alamayabileceği icra-inkar tazminatı yaptırımı devreye girebilecektir. Öte yandan tespit davası, dava ekonomisi yönünden edâ davasına nazaran taraflar için daha avantajlıdır. Tespit davasının taraf barışını kolaylaştıran bir karakteri de vardır.

Alacaklı, yalnızca edâ davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi edâ ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Model, belirtilen seçenekleri alacaklıya usülî bir hak olarak tanımaktadır.

Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her edâ davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle edâ hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.

Tasarıda öngörülen modelde, tespit davasının hukuki ilişkilerin tespiti yanında hakkın tespitinin de istenebilmesi, edâ davasının açılabildiği hallerde hukuki menfaat koşulunun gerçekleşmiş sayılması kabulü çözümünü (paradigmayı) güçlendirmektedir.

Bir davanın açılması ile doğacak olan maddi ve şekli hukuk sonuçlarının (zaman aşımının kesilmesi ve diğerleri) tespit davalarında aynen geçerli olacağı kuşkusuzdur.

Önerge ile varolması gereken bir usulî imkân hukukumuza kazandırılmış olacaktır.”..."
Old 06-03-2013, 17:27   #8
Mozkul

 
Varsayılan Y.4.hd E.2010/11974 K.2011/13738 T.20.12.2011 Davada Islah ● Zaman AŞimi Defİ*

DAVADA ISLAH ● ZAMAN AŞIMI DEFİ*
ÖZET: Dava dilekçesinde belirtilen dava konusunun ıslah
yoluyla arttırılması ek dava niteliğinde olmayıp dava
dilekçesinin kısmi ıslahı anlamındadır.
Bu nedenle ıslah ile arttırılan miktara karşı zamanaşımı
defi ileri sürülemez.
Y.4.HD E.2010/11974 K.2011/13738 T.20.12.2011
Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince:
Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine
ilişkindir. Mahkemece, talep kısmen kabul edilmiş; karar, taraflarca temyiz
edilmiştir.
Davacı, davalının kullandığı kamyonun motosikletine çarpması nedeniyle
hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı ve yoğun bakımda yattığını belirterek iş göremezlik zararı ile tedavi gideri ve manevi tazminat isteminde bulunmuş 09.04.2010 tarihli dilekçesiyle işgöremezlik zararı ile tedavi giderlerine
ilişkin istemini ıslah etmiştir.
Davalı, davanın reddini talep ederek ıslah ile arttırılan bölümün zamanaşı-
mına uğradığını öne sürmüştür.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; asıl davanın kabulüne, ıslah
edilen kısımla ilgili ceza zamanaşımı dolduğu gerekçesiyle bu bölümün reddine karar verilmiştir.
Yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 176. Maddesinde “Taraflardan her biri yapmış olduğu usul işlemlerinin bir kısmını ya
da tamamını ıslah edebilir. Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yapılabilir” Aynı Kanun'un 177. maddesinde; “tahkikatın sona ermesine kadar ıslah yapılabilir.” Biçiminde düzenleme yapılmıştır. Dava dilekçesinde belirtilen
dava konusunun (müddeabihin) ıslah yolu ile artırılması ek dava niteliğinde
olmayıp dava dilekçesinin kısmi ıslahı niteliğindedir. Yasada ayrıca düzenlenmiş olması ve kendine özgü kurallarının olması nedeniyle ek dava niteliğinde
kabul edilemez. Bu nedenle asıl davaya karşı ileri sürülebilecek zamanaşımı
defi, ıslah edilen kısma karşı ileri sürelemez. Davacı süresi içinde tazminat
davasını açtığından ve sadece miktar yönünden davasını ıslah ettiğinden ıslah
ile artırılan bölümün süresinde olduğunun kabulü gerekir. Islah edilen bölü-
mün zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle red edilmesi doğru bulunmamış, bu
nedenle kararın bozulması gerekmiştir.
Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince:
Yargılama sırasında işgöremezlik zararının hesaplanması için hesap bilirkişisinden rapor aldırılmış, hesap bilirkişisinin davacının gelirini, davacı ve
tanık beyanlarını esas alarak asgari ücretin 2.95 katı olarak hesapladığı anla-
şılmıştır. Davacının gelir durumu beyana göre değil, ilgili esnaf ve sanatkarlar
odasından sorularak araştırılması ve sonucuna göre tazminat hesabı yapılması gerekir. Beyana göre hesaplama yapılması doğru bulunmamış kararın bu
nedenle de bozulması gerekmiştir.
SONUÇ
Temyiz olunan kararın yukarıda 2 nolu bentte açıklanan nedenle davacı
yararına, 3 no'lu bentte açıklanan nedenle davalı yararına BOZULMASINA,
tarafların diğer temyiz itirazlarının 1 no'lu bentte belirtilen nedenlerle reddine
ve temyiz eden davalı yararına takdir olunan 825.00 TL.duruşma avukatlık
ücretinin davacılara yükletilmesine, peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 20.12.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle
delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre bozma kararının 2 nolu bendine katılmıyorum
Old 17-01-2014, 22:14   #9
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

İş kazası nedeniyle tazminat davası HUMK. döneminde kısmi dava olarak açılmış, süreç itibariyle iş göremezlik oranı tespit aşamasındadır. Ancak 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmadan zarar miktarı netleşmeyecek gözüküyor. Bu durumda; tahmini bir bedel esas alınarak ek dava/ıslah/belirsiz dava/kısmi dava açma ya da dava açmadan zararın netleşmesini bekleme ihtimallerinden hangisini kullanmak gerekir?
Old 18-01-2014, 20:53   #10
Erkan Uygun

 
Varsayılan

İş kazalarından doğan davalarda zamanaşımı süresi 10 yıldır. İŞ kazası nedeniyle iş görmezlik durumu ortaya çıkmışsa bu süre iş göremezlik durumunu tespit eden kesin rapordan itibaren işlemeye başlar.Anlattığınız olayda iş göremezlik durumu kesin bir raporla tespit edilmediği için zamanaşımı henüz başlamamıştır. Dolayısyla endişenmeniz gereken bir durum yoktur.
Ancak siz yine de risk almak istemezseniz kısmi davanızı belirsiz alacak davasına ıslah yolu ile çevirmeniz mümkündür. Belirsiz alacak davası açılmakla zamanaşımı ileride belirlenecek tüm alacak için kesilir. İleride alacak miktarı belirlendiğinde ıslah yolu ile değil eksik harcı tamamlama şeklinde alacağınızı belirlenen alacak miktarına yükseltebilirsiniz.

Ama benim görüşüm ilk paragrafta belirttiğim gibidir.Bulabildiğim Yargıtay kararlarını ekliyorum

T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2008/8356

K. 2009/1601

T. 9.2.2009

• İŞ KAZASINA DAYALI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Zamanaşımının Kuruma Başvuru ve Kurumca Maluliyetin Tespit Edildiği Tarih Olarak Esas Alınmasının Hatalı Olduğu - Zamanaşımının Kesinleşmiş Maluliyetin Başlangıçdan Alınması Gerektiğinden Bu Tarih Belirlenerek Zamanaşımı İtirazının Değerlendirilmesi Gereği )

• İŞ KAZASI NEDENİYLE SÜREKLİ İŞ GÖRMEZLİK ( Zamanaşımı Süresinin Zararın Varlığı Mahiyeti ve Esaslı Unsurları Hakkında Dava Açma Gerekçelerini Göstermeye Elverişli Bütün Hal ve Şartların Öğrenilmesiyle Başlayacağı - Zamanaşımının Kesinleşmiş Maluliyetin Başlangıçı Esas Alınarak Belirlenmesi Gereği )

• ZAMANAŞIMI ( Zararın Öğrenildiği Tarihten Başlaması Gerektiği Zararın Genişliğini Tayin Eden Husus Durmadıkça Zamanaşımının Başlamayacağı - Öğrenme Zararın Varlığı Mahiyeti ve Esaslı Unsurları Hakkında Dava Açma ve Gerekçelerini Göstermeye Elverişli Bütün Hal ve Şartların Öğrenilmiş Olması ile Gerçekleştiği )

• İŞ KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞ GÖRMEZLİK OLAYINDA ZAMANAŞIMI ( Kuruma Başvuru ve Kurumca Maluliyetin Tespit Edildiği Tarih Olarak Esas Alınmasının Hatalı Olduğu - Zamanaşımının Kesinleşmiş Maluliyetin Başlangıçıdan Alınması Gerektiği )

818/m. 125

ÖZET : Dava,iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan davacının maddi tazminat istemine ilişkindir.
Zamanaşımı zararın öğrenildiği tarihten başlamalıdır.Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal şartları öğrenmiş olması demektir. Eğer zararın genişliğini tayin edecek husus, gelişmekte olan bir durum ise zamanaşımı bu gelişme sona ermedikçe başlayamaz. Zararı öğrenme, zararın kesin şekilde belli olduğu tarihtir. Kontrol kaydı mevcut ise, zamanaşımı ancak kesin maluliyetin belirlendiği tarihten itibaren başlatılmalıdır.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi M. Altan Çeliker tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
KARAR : Dava, 14.11.1995 tarihindeki iş kazası sonucu %8,2 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan davacının maddi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacı tarafından kaza nedeniyle maruz kalınan zararın varlığının, mahiyetinin ve esaslı unsurlarının Kuruma başvurulması ve maluliyet tespit edildiği tarih itibariyle öğrenilmiş bulunması gerekçe gösterilerek olayda zamanaşımının gerçekleşmediği düşüncesiyle istemin kabulüne karar verilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davalı işyerinde 27.2.1990 tarihinde çalışmaya başlayan davacının 14.11.1995 tarihinde iş kazası geçirdiği, hastaneye sevkinin yapıldığı, Çorlu Vatan Hastanesi'nin 23.11.1995 tarihli raporunda, 14.11.1995 tarihinde sol el 1. parmak fleksör tendon kesisi nedeniyle acil olarak getirilen hastanın operasyona alındığı, gerekli müdahalesi yapıldıktan sonra ayaktan kontrole gelmek üzere taburcu edildiği ve 45 gün istirahatının uygun görüldüğünün belirtildiği, işverenlikçe 15.11.1995 tarihinde Kurum hastanesine sevkinin yapıldığı, SSK Lüleburgaz Hastanesinin 29.11.1995 tarih ve 603 sayılı raporu ile, sol el 1. parmakta fleksör tendon kesisi nedeniyle 15.11.1995-29.11.1995 tarihleri arasındaki sürenin istirahatten sayılmasına, 29.11.1995 tarihinden itibaren bir ay istiharati sonunda 29.12.1995 tarihinden itibaren işbaşı yapmasına karar verildiği, işyerinden 15.1.2003 tarihinde ayrılan davacının Kuruma iş kazası için 19.3.2004 tarihinde başvuruda bulunduğu, 31.5.2004 tarih 48/24 sayılı teftiş raporu ile olayın iş kazası sayıldığı, SSK İstanbul Eğitim Hastanesinin 4.2.2005 tarih, 988 sayılı raporunda sol el 1. parmak eski tendon kesisi ve fleksiyon kontraktürü nedeniyle parmakta %30 hareket kısıtlılığının belirlendiği, Kurumca incelenen rapor sonucundan davacıdaki iş göremezlik oranını %8,2 olarak belirlendiği, sürekli iş göremezlik derecesi tespit kararında sigortalının sürekli iş göremezlik durumuna girdiği tarih ve dayanağı olan belgenin Çorlu Vatan Hastanesinin 23.11.1995 tarihli ( 7.1.1996 tarihinden itibaren çalışır ) raporunun esas alındığı görülmüştür.
Davacının 14.11.1995 tarihinde uğradığı iş kazası sonucu malul kaldığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık bu tür davalarda Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi uyarınca uygulanmakta olan zamanaşımı süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Uygulamada kabul edildiği üzere, zamanaşımı zararın öğrenildiği tarihten başlamalıdır. Somut olayda, zararın ne zaman öğrenildiği önem kazanmaktadır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal şartları öğrenmiş olması demektir. Eğer zararın genişliğini tayin edecek husus, gelişmekte olan bir durum ise zamanaşımı bu gelişme sona ermedikçe başlayamaz. Zararı öğrenme, zararın kesin şekilde belli olduğu tarihtir. Kontrol kaydı mevcut ise, zamanaşımı ancak kesin maluliyetin belirlendiği tarihten itibaren başlatılmalıdır.
Mahkemece bu konuda yanılgıya düşerek, davacının Kuruma başvurması ve Kurumca maluliyetin tespit edildiği tarih itibariyle zararın öğrenildiği kabul edilerek sonuca gidilmiştir. Oysa ki davacının olay tarihinden hemen sonrada Kuruma başvuruda bulunması, kendisindeki maluliyeti tespit ettirmesi ve davasını açması da mümkündür. Bu bakımdan Kuruma başvuru ve maluliyetin tespiti tarihi değil, kesinleşmiş maluliyetin başlangıç tarihi önemlidir.
Yukarıdaki açıklamalar dikkate alınarak davacıda ki sürekli iş göremezliğin başlangıç tarihi araştırılarak zamanaşımı itirazlarının değerlendirilmesi ve sonuca göre karar verilmesi gerektiği ortadadır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek kurulan hüküm usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 09.02.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.





T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2008/21-245

K. 2008/249

T. 12.3.2008

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Meslek Hastalığı ya da İş Kazası Nedeniyle Belirlenen Maluliyet Oranında Bir Artma Olduğu Taktirde Bu Durum Yeni Bir Olgu Olup Artan Miktar İçin Ayrı Bir Dava Açılabileceği )

• MESLEK HASTALIĞI SONUCU SÜREKLİ İŞ GÖREMEZLİK ( Belirlenen Maluliyet Oranında Bir Artma Olduğu Taktirde Bu Durum Yeni Bir Olgu Olup Artan Miktar İçin Ayrı Bir Dava Açılabileceği - Maddi ve Manevi Tazminat )

• MALULİYET ORANI ( Meslek Hastalığı ya da İş Kazası Nedeniyle Belirlenen Maluliyet Oranında Bir Artma Olduğu Taktirde Bu Durum Yeni Bir Olgu Olup Artan Miktar İçin Ayrı Bir Dava Açılabileceği )

• ZAMANAŞIMI ( Meslek Hastalığından Kaynaklanan Tazminat Davalarında Zamanaşımı Süresi Borçlar Kanununun 125. Maddesi Gereğince 10 Yıl Olduğu )

818/m.125,128

ÖZET : Dava, meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan davacı isçinin maddi ve manevi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Uyuşmazlık, rapora göre belirlenen %71 sürekli iş göremezlik oranı bakımından davalının zamanaşımı definin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Meslek hastalığı ya da iş kazası nedeniyle belirlenen maluliyet oranında bir artma olduğu taktirde, bu durum yeni bir olgu olup artan miktar için ayrı bir dava açılabilmesi mümkündür. Meslek hastalığından kaynaklanan tazminat davalarında zaman aşımı süresi Borçlar Kanununun 125. maddesi gereğince 10 yıldır.
DAVA : Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak 1.İş Mahkemesince; maddi tazminat isteminin feragat nedeniyle reddine, manevi tazminatın kısmen kabulüne dair verilen 25.05.2006 gün ve 553-343 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 07.11.2006 gün ve 14121-11840 sayılı ilamı ile;
( ... 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2- Dava, meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan davacı isçinin maddi ve manevi zararının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece maddi tazminata yönelik talep feragat nedeniyle reddedilmiş manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 22.500,00-YTL manevi tazminata hükmedilmiştir.
Davacıya meslek hastalığı nedeniyle Almanya'da düzenlenen 18.01.1994 tarihli raporla meslek hastalığı nedeniyle 19.12.1993 tarihinden geçerli olmak üzere ve 23.1.1997'de kontrol kaydı ile %71 oranında sürekli is göremezlik tespit edilerek 18.01.1994 tarihinden itibaren 506 sayılı yasanın 19. maddesine göre gelir bağlandığı, Ankara Meslek Hastalıkları Hastahanesinin 12.04.2000 tarihli raporları ile iş göremezlik oranının iki yıl sonra kontrol kaydı ile %74,80 olarak belirlendiği, son raporu düzenleyen sağlık kurulunun 17.03.2006 tarihli cevabi yazı ile "kontrol kaydının sigortalının takibi için konulduğunun, meslek hastalığı tespit edilen sigortalının ölene kadar takip edildiğinin Pnömokonyoz hastalığında, hastalığın yol açtığı iş göremezliğin düşmesinin beklenemeyeceğinin açıklandığı ve davalı tarafça 25.05.2006 tarihli celsede ileri sürülen zaman asımı define karsı davacı tarafça herhangi bir itirazda bulunulmadığı uyuşmazlık konusu değildir.
Uyuşmazlık, 18.01.1994 tarihli rapora göre belirlenen %71 sürekli iş göremezlik oranı bakımından davalının zaman aşımı definin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Meslek hastalığı yada iş kazası nedeniyle belirlenen maluliyet oranında bir artma olduğu taktirde, bu durum yeni bir olgu olup artan miktar için ayrı bir dava açılabilmesi mümkündür. Meslek hastalığından kaynaklanan tazminat davalarında zaman aşımı süresi Borçlar Kanununun 125. maddesi gereğince 10 yıldır. Somut olayda davacının %71 oranındaki iş göremezliği 19.1.1994 tarihinde belirlenmiş ve bu oran üzerinden SSK tarafından sürekli iş göremezlik geliri bağlanmış böylece zarar oluşmuş ve zaman aşımı işlemeye başlamıştır. Hal böyle olunca da 27.3.2006 tarihinde %74,80 iş göremezlik için açılan manevi tazminat davasında ilk belirlenen %73'lük bölüm için 10 yıllık zaman aşımı oluştuğundan, yeni bir olgu olan artma miktarı diğer bir deyişle %3,80 fark maluliyet için manevi tazminat takdir etmek gerekirken, zararın ancak Ankara Meslek Hastalıkları Hastahanesinin 17.3.2006 tarihli cevabi yazılarıyla öngörülebilir ve istenebilir hale geldiğinden bahisle %74,80 iş göremezlik oranına göre manevi tazminat takdiri usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının temyiz edene iadesine, 12.03.2008 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Birleşen dava, meslek hastalığına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacının 19.12.1993 tarihinde meslek hastalığının anlaşılması üzerine düzenlenen 18.1.1994 günlü sağlık raporu uyarınca, bu tarih itibariyle sürekli işgöremezlik durumuna girdiği ve iş göremezlik derecesinin %71 olduğu, 3 yıl içerisinde yeniden muayenesinin gerektiğinin belirtildiği;
12.4.2000 tarihli sağlık raporu ile iş göremezlik derecesinin %74,8'e yükseldiği, 2 yıl sonra kontrol kaydının öngörüldüğü;
27.7.2004 tarihli sağlık raporu ile maluliyet oranının değişmediği, 2 yıl sonrası için yeniden kontrolünün istendiği anlaşılmaktadır.
Davacıda saptanan meslek hastalığı sonucunda sürekli iş göremezlik derecesi, yeniden muayene-kontrol kayıtları nedeniyle kesinleşmediği uyuşmazlık konusu değildir.
BK. 332/2. madde uyarınca; işçinin çalışma dolayısıyla maruz kaldığı tehlikeler nedeniyle uğrayacağı zararlara karşı isteyebileceği tazminat dahi akde aykırılık hükümlerine tabi olup, zamanaşımı BK. 125. maddesi uyarınca 10 yıldır. Zamanaşımının ise alacağın muaccel olduğu tarihten başlayacağı BK.128. maddesi hükmüdür.
Önemli olan yön; meslek hastalığına dayalı sürekli işgöremezlik oranının yeniden kontrol kaydı ile belirlenmiş olması karşısında, manevi tazminat isteminde zamanaşımı başlangıcının; meslek hastalığının ortaya çıktığı tarihe ( ya da ilk sürekli iş göremezlik tarihine ) göre mi, yoksa maluliyetin kesinleştiği ( kontrol kaydının kaldırıldığı yeniden kontrole gerek bulunmadığı ) tarihe göre mi belirleneceği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, bazı hallerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu, zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin, uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır. Herhangi bir eylemden doğan zararın tümü bir birlik teşkil eder, birbiriyle ilgisi olmayan bağımsız zararların bir toplamı olarak görünmez; dolayısıyla, zararın kapsamı ve tutarının belli olmaması, zamanaşımının başlamasına engel oluşturmaz. Başka bir ifadeyle, zararın öğrenilmesi, onun kapsamının değil, varlığının öğrenilmesi anlamındadır, zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve ob£ektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hal ve şartların öğrenilmesi, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterlidir.
Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde, sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda ( zararın nitelik veya kapsamında ) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise, artık, "gelişen durum" ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler ( zarardaki değişme ) söz konusu olacaktır. Böyle hallerde, zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olamayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun, 15.11.2000 gün E: 2000/21-1609 K: 2000/1699; 06.11.2002 gün ve E:2002/4-882 K:874 ).
Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen "gelişen durum" kavramı, salt zarar doğuran işlem yada eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; davacının meslek hastalığına bağlı sürekli iş göremezlik oranının yeniden kontrol gerektirmesi nedeniyle kesin olarak belirlenememiş olması karşısında, zamanaşımının ilk rapor tarihi ile başlatılması düşüncesi hatalı bulunmaktadır.
Kaldı ki; manevi tazminat davasının dayanağını oluşturan meslek hastalığı-pnomokonyoz olgusu dikkate alındığında; iş göremezlik durumundaki her değişimin, manevi tazminata konu yeni bir olgu olarak değerlendirilmesi yönündeki düşünce de manevi tazminatın bölünmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, mahkemenin direnme kararı isabetli olup, manevi tazminat miktarının incelenebilmesi için dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekirken, aksi düşünce ile bozma kararı veren sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞI OY :
Davacı, davalıya ait maden ocaklarında, yer altının tozlu ve nemli olumsuz koşullarından etkilenip, meslek hastalığına yakalanıp, zarara uğradığını iddia ederek, maluliyetinin tespiti ile, maddi ve birleşen dosya ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece, maddi tazminat isteminden feragat ettiğinden, reddine; Manevi tazminat için %74,80 maluliyet oranı esas alınarak, isteminin kabulüne karar verilmiştir.
Yüksek 21 inci Hukuk Dairesince; Dava tarihi itibarıyla, ilk maluliyetin tespiti 1994 yılı olup, üzerinden 10 yıl zamanaşımı geçtikten sonra, 2006 yılında dava açılmış bulunduğundan, bu tarihte mevcut bulunan %74.80 maluliyetten, ilk tespit edilen %71 maluliyetin çıkarılarak, %3.80 fark maluliyet için tazminat takdir etmek gerekirken, tamamı için hüküm kurulması hatalı bulunup, 07.11.2006 tarihinde bozma kararı verilmiştir.
Yüksek Dairenin bu bozma kararına katılmak mümkün değildir. Şöyle ki; Davacı, 1924 Doğumlu olup, 1961 yılında emekli olmuştur. Uzun yıllar, yurt dışındaki maden ocaklarında da çalıştıktan sonra, davalı işyerinde, yer altında çalışmış olup, Almanya ile Türkiye arasındaki akdedilen Sosyal Güvenlik anlaşmaları gereğince, müşterek sigortalıdır.
Rahatsızlığının hissedilmesi üzerine, meslek hastalıkları hastanesine sevk edilip yapılan muayenesi sonucunda düzenlenen 18.01.1994 tarihli rapor ile; "üç yıl sonra ( 23.01.1997 ) yeniden muayene kayıtlı" olmak üzere, %71 oranında malul kalmak üzere, "Pnömokonyoz" hastalığının muhasabı olduğu tespit edilmiş, bu oran üzerinden de 19.12.1993 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere maluliyet geliri bağlanmıştır.
23.01.1997 tarihinde, dosyası Kurumca ele alınmış ise de, uzun zaman davacının yeniden muayenesi zamanında yaptırılamamış, Almanya Sosyal Güvenlik Kurumu ile de yazışmalar yapılmış, 2 nci kontrol muayenesinin ancak 12.04.2000 tarihinde gerçekleşebildiği dosyadan anlaşılmaktadır. Bu tarihteki mesleki maluliyeti, %74.80'e yükselmiş ve iki yıl sonrası için ( 12.04.2002 ) yeniden muayene kaydı konmuştur.
Buraya kadar anlatılanlardan özetle, davacının ilk maluliyeti, 18.01.1994 olup kesinleşmemiştir. 2 nci kontrol muayenesinde sürekli iş göremezlik derecesi %74.80'e yükselmiş ise de, kesinleşmeyip yeniden kontrol kaydı konmuştur. Davacı, 31.05.2002 tarihinde, %74.80 oranındaki maluliyetini esas tutarak maddi tazminat davasını açmıştır. Bunun yargılaması sırasında, maddi tazminat hesabının yapılabilmesi için, maluliyetinin kesinleşmesi gerektiğinden, mahkemece resen, davacının muayenesi ile kesin maluliyet raporu alınmaya çalışılmış, bu maksatla Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi Baştabipliğine davacının dosyası sevk edilip, inceletilmiş, Baştabipliğin 13.06.2005 tarihli yazılarında özetle; "Süleyman ÖZTÜRK'ün hastalık durumunda eldeki verilere göre farklılaşma olmamıştır. İş göremezlik durumu bu nedenle değişmemiştir, iş göremezliği %74.80'dir." Şeklinde görüş bildirilmiştir. Son muayenesinin Temmuz 2006 olarak yazılı olduğu anlaşılmıştır.
Bu arada davacı, 27.03.2006 tarihinde, son ve kesinleşmemiş olan %74.80'lik oranındaki meslek hastalığı nedeniyle meydana gelen çalışma gücündeki azalmayı konu ederek, manevi zarara uğradığını, telafisi amacıyla 60.000 YTL manevi tazminatın, maluliyet tespit tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir.
İşbu davası, 31.03.2006 tarihinde birleştirme kararı verilerek, daha önce 31.05.2002'de açılan maddi tazminat davası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. 25.05.2005 tarihli celsede, davacı vekili, 12.04.2000 tarihli raporda maluliyet oranı belirlenmiş olduğundan, maddi tazminata ilişkin taleplerinden feragat ettiklerini, manevi tazminat için hüküm kurulmasını imzası tahtında istemiştir.
Davalı vekili ise, fark maluliyet olan %3.80 üzerinden karar verilebileceğini, dolayısıyla önceki maluliyetten ( ilk tespit olan %71'i kastederek ) 1994 yılında haberdar olunduğu için, aradan 10 yıl geçtiğinden, zaman aşımı def'inde bulunmuştur.
Bu def'iye karşı mahkeme, davacının esas cevapta yer almayan davalının delilleri genişletme yasağına karşı itirazı olup olmadığını ( Tevsi'ye muvafakat ) davacıya bir kez dönüp sormadan, o celse davayı sonuçlandırmıştır. Burada, mahkemece bir usul hatası yapıldığı görülmektedir. Ancak bu usuli hata, başlı başına değerlendirilmesi gereken bir husustur.
Maluliyet raporu kesinleşmeden tazminata dair hüküm kurulamaz. Yüksek 21 inci Hukuk Dairesinin yerleşmiş kararları bu yöndedir. Mahkemece, maluliyet raporu, kesinleşmeden hüküm kurulabilmiş olmasının başlıca nedenlerinden birisi, maddi tazminat davasından feragat edildiği için, artık maddi zarar hesabı yapılmasına gerek bulunmamasıdır. Diğer nedenler ise, davacının yaşı, hastalığının niteliği, iyileşme göstermesinin ihtimal dışı bulunması, maluliyet oranının önce artış göstermesi, sonra da aynı oranda seyretmesidir.
Davacının maluliyetinin kesinleşmemiş bulunması ile, Borçlar Kanunun 125 inci maddesinde yer alan 10 yıllık dava açma süresinin başlama tarihi birlikte değerlendirilerek ele alınmalıdır. Haksız fiilden ( olayda meslek hastalığının tespiti ) haberdar olunduğu veya vuku bulduğu tarihten itibaren 10 yıl içinde davanın açılması gerekmektedir. Öğrenilmesi ifadesinden anlaşılması gereken, zararın bütün sonuçları ile ilgilisi tarafından tespit edilip istenir hale gelmesidir. İstenebilir hale gelen alacaklar muacceliyet kespeder ( BK. 128 ).
Olayımızda, davacının meslek hastalığından kaynaklanan sürekli iş göremezlik derecesinin tespiti için gerek kurumca, gerekse mahkemece gayret sarfedilerek, bu tarihlerin 1994, 2000, 2002 ve 2005 tarihleri olduğu, karar gününe kadar dahi kesinleşmediği görülmektedir. Tarafların kendisinden sadır olmayan, idarenin ( kurum ve meslek hastalıkları hastanesinin ) tasarruflarına dayalı olan tespit, yazışma ve raporların alınması gerektiğinden, hastalık halinin temadi ettiği olgusu göz önünde bulundurularak ve idarenin her işlemiyle zaman aşımı süresi kesilmiş olduğundan, dava zamanaşımının kaçırıldığından söz etmek olayımızda mümkün değildir. Dava zamanaşımı süresi geçirilmemiştir. Her maluliyet raporunun alımı, süreyi kesmiştir. Buna rağmen Yüksek Mahkemenin davacının %74.80'e dayalı maluliyeti üzerinden talep ettiği manevi tazminatı bu nedenle haksız bulması isabetli değildir.
Ancak manevi tazminata ilişkin olarak yalnızca %3.80 fark maluliyete karar verilmesi gerektiği yolundaki görüşü de hatalıdır. Çünkü eldeki bu manevi tazminat davası ilktir. Fark olması için önceden açılıp kesinleşen bir dava daha bulunması gerekirdi. Üstelik manevi tazminat davaları, bölünemeyip, tek defada açılması gerektiğinden, davacı yaşına rağmen sabırla bekleyip maluliyet oranının yükseldiği ve istikrar kazandığı dönemi tercih ederek 27.03.2006 tarihinde manevi tazminat davasını açmıştır.
Anlatılan nedenlerle davada zamanaşımı süresi geçirilmediğinden, maluliyet hali, temadi eden bir husus olup bölünemeyeceğinden, yerel mahkemece verilen karar isabetli olup, Yüksek Dairenin bozma kararı ile, bu karara uygun düşen Genel Kurulun çoğunluk görüşüne katılamamaktayım.





T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2008/9866

K. 2009/1920

T. 12.2.2009

• İŞ KAZASI SONUCU MALULİYET ( Tazminat Davası - Zamanaşımı Failin ve Zararın Öğrenildiği Tarihten Başlatılacağı )

• TAZMİNAT DAVASI ( İş Kazası Sonucu Maluliyetinden Doğan - Bedensel Zararın Gelişim Gösterdiği Durumlarda Zamanaşımına Başlangıç Olarak Hastalık Seyrinin Yani Gelişimin Tamamlandığı Tarihin Esas Alınacağı )

• ZAMANAŞIMI ( İş Kazası Sonucu Maluliyetinden Doğan Tazminat - Bedensel Zararın Gelişim Gösterdiği Durumlarda Zamanaşımına Başlangıç Olarak Hastalık Seyrinin Yani Gelişimin Tamamlandığı Tarihin Esas Alınacağı )

• BEDENSEL ZARAR ( Vücut Bütünlüğünün İhlalinden Doğan Zarar Ancak Bakım ve Tedavi Sonucunda Düzenlenen Hekim Raporuyla Belirli Bir Açıklığa Kavuşacağı - Zamanaşımına Başlangıç Olarak Hastalık Seyrinin Yani Gelişimin Tamamlandığı Tarihin Esas Alınacağı )

• CİSMANİ ZARAR ( Ancak Bakım ve Tedavi Sonucunda Düzenlenen Hekim Raporuyla Belirli Bir Açıklığa Kavuşacağı - Zamanaşımına Başlangıç Olarak Hastalık Seyrinin Yani Gelişimin Tamamlandığı Tarihin Esas Alınacağı )

818/m.46, 47

ÖZET : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Nurten Fidan tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Dava 04.02.1997 tarihinde meydana gelen iş kazasında % 42 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece davacının manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
İş kazasına uğrayan işçinin, SGK Başkanlığı tarafından yapılan belirlemeye esas alınan 27.03.1997 tarihli İ. Devlet Hastanesi nin raporunda sol dirsekte travmatik ampütasyon nedeniyle SGK Başkanlığı tarafından sürekli iş göremezlik oranı, kontrol kaydı olmaksızın %42 olarak belirlenmiştir.
Öte yandan davacının 04.02.1997 günü iş kazası geçirdiği, iş göremezlik oranının %42 olduğunun saptandığı, davacının 18.04.2003 tarihinde Gebze 1. İş Mahkemesi'nin 2007/875 Esas 2008/49 Karar sayılı dosyasında açtığı maddi davasında, ıslah dilekçesiyle, başvuru harcı yatırılmaksızın, manevi tazminat da istenildiği, bu davanın 31.01.2008 tarihinde kısmen kabul edildiği ve anılan kararın, Dairemizin 10.05.2007 gün ve 2006–18567 Esas ve 2007-7869 Karar sayılı ilamı ile manevi tazminatın ıslah talebiyle istenemeyeceği gerekçesiyle bozulduğu; bunun üzerine davacının 19.07.2007 tarihinde manevi zararının giderilmesi için bu davayı açtığı ve davalı tarafça süresinde zaman aşımı defi inde bulunulduğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık bu tür davalarda B.K.'nun 125. maddesi gereğince uygulanmakta olan 10 yıllık zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlatılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Somut olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı ortadadır.
Hal böyle olunca, süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı defi kabul edilerek, açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 12.02.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old Bugün
Old 25-01-2014, 22:31   #11
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

HUMK. döneminde açılmış "kısmi dava", HMK. döneminde ıslah yoluyla "belirsiz alacak davasına" çevrilebilir mi?
Old 25-01-2014, 22:48   #12
olgu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Dursun KARACA
HUMK. döneminde açılmış "kısmi dava", HMK. döneminde ıslah yoluyla "belirsiz alacak davasına" çevrilebilir mi?
Yargıtay çevrilemeyeceğini söylemekte.
Her dava açıldığı an yürürlükte bulunan kanun hükümlerine göre karara bağlanır, aksi ancak geçici madde ile değişikliğin mevcut davalara uygulanabileği düzenlenmesi halinde mümkündür. Hmk 107. Madde içinde bu şekilde bir geçici madde bulunmamaktadır.
Old 25-01-2014, 22:57   #13
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

Ben de çevrilemeyeceği kanaatindeyim. Ancak, buna dair bir Yargıtay kararı incelemedim. Bu soruyu da bir önceki mesaj sahibi meslektaşımızın açıklaması üzerine gündeme getirdim.
Old 25-01-2014, 23:07   #14
olgu

 
Varsayılan

Ben çevrilemeyeceğine ilişkin Yargıtay kararları okudum. Tekrar denk gelmesi halinde burada paylaşırım.
Old 25-01-2014, 23:29   #15
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Dursun KARACA
HUMK. döneminde açılmış "kısmi dava", HMK. döneminde ıslah yoluyla "belirsiz alacak davasına" çevrilebilir mi?
8.Hukuk Dairesi
Esas: 2012/2002
Karar: 2012/3979
Karar Tarihi: 08.05.2012

Dava: H. A. ile H. H. A. aralarındaki katılma alacağı davasının kabulüne dair Ankara 4. Aile Mahkemesinden verilen 22.12.2011 gün ve 1469/1792 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 08.05.2012 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalı vekili Avukat Perihan Bulut ve karşı taraftan davacı vekili Avukat İlhami Hazar geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Karar: Davacı H. A. vekili, vekil edeninin ziynet eşyalarının satışından elde ettiği gelirle katkısı ve mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı alacak hakkı bulunduğunu açıklayarak dava dilekçesinde yazılı bulunan gerek davalı adına gerekse davacının hissedarı olduğu şirkete ait malvarlığı üzerinde fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak şimdilik 1.000 TL katılma alacağının yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, alınan bilirkişi raporu sonrasında harcını da yatırdığı 24.2.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile isteğini 230.500 TL'ye yükseltmiştir.

Davalı H. H. A. vekili, tarafların birlikte oldukları dönemde herhangi bir malvarlığı edinilmediğini, dava konusu tüm malların tarafların ayrı oldukları 2004 yılından sonra edinildiğini, davacının hiçbir katkıda bulunmadığını, ziynetlerinin ise davacının babası tarafından davacıdan alındığını açıklamış, ıslah dilekçesinin 7.3.2011 tarihinde tebliği üzerine de 11.3.2011 tarihli dilekçesi ile, ıslah edilen kısım için 1 yıllık zamanaşımının geçtiğini ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemenin, davacının ziynetlerle katkısı olmadığı, taşınmazlar bakımından 157.000 TL, şirket sermaye artırımından dolayı 73.500 TL olmak üzere toplam 230.500 TL katılma alacağı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne 230.500 TL'nin davalıdan tahsiline, 22.3.2011 tarihinden itibaren alacağa yasal faiz yürütülmesine ilişkin ilk hükmün, davalı vekili tarafından temyizi sonunda Dairenin 5.7.2011 tarih 2916/3962 Esas ve Karar sayılı ilamı ile zamanaşımı def'i ile ilgili olumlu olumsuz hüküm kurulması gereğine işaret edilerek bozma sevk edilmiş, diğer hususlar incelenmemiştir. Mahkemece, bozmaya uyulduktan sonra davacının katılma alacağı davasının 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK.nun 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası niteliğinde olduğundan davalının zamanaşımı def'inin reddine, davanın kabulü ile 230.500 TL'nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 22.12.2011 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar 21.8.2000 tarihinde evlenmiş, 9.1.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 3.7.2009 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasında başka mal rejimi seçilmediğinden (4722 s K.m. 10) 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 sayılı TKM. nin 170. m), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar (4721 sayılı TMK.nun 225/2. m) yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4721 sayılı TMK.nun 202.m).

Dava konusu malvarlığı değerlerinden 21286 ada 3 parselde bulunan 8 ve 9 nolu dükkanlar 6.12.2006, 18690 ada 1 parselde 18 nolu mesken 1.6.2006, işyeri niteliğindeki 42228 ada 14 parsel ise 9.5.2006 tarihlerinde alınarak davalı adına tapuda tescil edilmişlerdir. Yine davalının 6300/12000 hissedarı olduğu Oray Prefabrik İnşaat Metal Turizm Oto Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi adına kayıtlı bulunan 06 PM 912 plakalı araç 24.6.2008, 06 AL 1468 plakalı araç 29.3.2009, 06 AS 2557 plakalı araç 26.5.2005, 06 GA 147 plakalı araç 6.12.2007, 06 AL 3270 plakalı araç 16.7.2008, 06 BD 9639 plakalı araç 13.11.2006, 06 BH 4047 plakalı araç ise, 29.6.2007 tarihinde trafikte tescil edilmişlerdir. Olayları anlatmak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak ise HMK.nun 25, 26, 31 ve 33. maddeleri (1086 sayılı HUMK.nun 74, 75 ve 76. maddeler) gereğince, Hakime aittir. Gerek davalı gerek davalının hissedarı olduğu şirket adına kayıtlı dava konusu malların edinme tarihleri itibarıyla taraflar arasında fiilen ayrılığın bulunduğu 2004 yılından sonra edinildikleri ve davacının isteğinin ziynetlerle katkı bakımından değer artış payı alacağı, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteği bakımından katılma alacağı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

Davacı vekili dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak harcını yatırdığı 1.000 TL alacak isteğinde bulunmuş, alınan 4.2.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporu sonrası 24.2.2011 tarihinde harcını yatırarak istediği miktarı 230.500 TL olarak ıslah etmiştir. Davacının ıslah dilekçesinin 7.3.2011 tarihinde davalı vekiline tebliğ edilmesi üzerine davalı vekili 11.3.2011 tarihli dilekçe ile süresinde; ıslah edilen miktar bakımından 1 yıllık zamanaşımının geçtiğini açıklayarak zamanaşımı def'inde bulunmuştur. Davacı vekili ise, bu cevaba karşılık verdiği 21.3.2011 tarihli dilekçesinde uygulanacak zamanaşımının 10 yıl olduğunu bildirmiştir.

Dosya kapsamı, toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporları karşısında evlilik birliği içinde 1.1.2002 sonrası edinilmeleri sebebiyle edinilmiş mal oldukları anlaşılan dava konusu malvarlığının usule uygun şekilde belirlenen karar tarihine en yakın değerler gözönünde bulundurularak TMK'nun 219, 231, 235 ve 236. maddelerine göre usul ve yasaya uygun şekilde katılma alacağının belirlenmiş olduğu görülmektedir. Diğer yandan katılma alacağı, yasadan kaynaklanan şahsi alacak hakkı niteliğinde olması ve talep edilebilmesi için davacının herhangi bir katkıda bulunması gerekmemesi sebebiyle tarafların fiilen ayrı olmaları talep hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Davalı vekilinin bu hususa yönelen temyiz itirazları yerinde değildir.

Davalı vekilinin ıslah ile artırılan 229.500 TL miktarındaki katılma alacağına yönelen temyiz itirazlarına gelince; mahkemece bozma ilamına uyulduktan sonra yapılan değerlendirmede açılan davanın HMK.nun 107. maddesinde yazılı belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu kabul edilerek zamanaşımı def'i reddedilmiş ve yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Tarafların boşanmalarına ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği 3.7.2009 tarihinden talebin ıslah edildiği 24.2.2011 tarihleri arasında 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği ve davalının ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı def'inde bulunduğu ihtilafsızdır. Uyuşmazlık, davacının talebinin HMK'nun 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak isteği olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, ıslah tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin 1 yıl olarak uygulanıp uygulanamayacağı konularında toplanmaktadır.

Madde gerekçesinde de açıklandığı gibi HMK'nun 107. maddesi ile gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk hukukunda artık salt hukuki korumanın önüne geçilerek etkin hukuki koruma sağlanabilmesi, miktar veya değeri belirsiz bir alacak için açılacak davalarda bir takım sınırlamalar getirilerek yeni talep ve davalara yol açılmaması, usul ekonomisi nedenleri ile HUMK'nda yer almayan belirsiz alacak ve tespit davası hukukumuzdaki yerini almıştır. Alacaklının bu davayı açabilmesi için dava açacağı miktar veya değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı veya objektif olarak imkansız olmalıdır. Aksi halde hukuki yarar, tespit davası ve kısmi dava ile ilgili düzenlemeler gözetilecektir. Diğer yandan belirsiz alacak davası veya tesbit davası açılması durumunda alacaklı, tüm miktarı belirtmese bile davanın başında hukuki ilişkiyi somut olarak belirtecek ve tespit edebildiği ölçüde asgari miktarı gösterecektir. Bu davalarda miktar veya değerin tespit edildiği anda da alacaklının iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeden talebini bir sefere mahsus artırma imkanı bulunmaktadır. Sonraki artırmalar ise davacının ihmalinden kaynaklanacağı için iddianın genişletilmesi yasağı ile karşılaşacaktır. Diğer yandan HMK'nun 448. maddesinde Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır. Geçici 1. maddede ise Bu kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz yazılıdır.

Bu açıklamalar karşısında eldeki davanın karara bağlandığı tarihte 6100 sayılı HMK yürürlüğe girmiştir. HMK.nun 448 ve Geçici 1. maddesi gereği HMK hükümleri eldeki davada uygulanacaktır. Ancak bu uygulamada tamamlanmış işlemlerin etkilenmemesi gözetilecektir. Dava açılırken HMK yürürlükte olmadığına, dolayısı ile belirsiz alacak davasından söz edilemeyeceğine, davacı tarafça dava dilekçesindeki miktar ıslah edilerek artırıldığına göre artık bu işlemlerin tamamlanmasından sonra yürürlüğe giren HMK.nun 107. maddesi gereği davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilme imkanı bulunmamaktadır. Bilirkişi incelemesi sonunda davacının muhtemel katılma alacağı miktarı belirlenmiş olup bu tarihte HMK yürürlükte değildir. Bu miktara göre davacı ıslah isteğinde bulunmuş olup bu tarihte de henüz HMK yürürlüğe girmemiştir. Bu işlemlerin tamamlanmış işlemler olduğu hususunda da duraksamamak gerekir. 1 Ekimden önce açılan ve devam eden eldeki davada 1 Ekim 2011'den sonra yeni bir işlem de yapılmamıştır. Yeni HMK ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına ilişkin hükümlerin davamızda uygulanma imkanı yoktur. 1 Ekim 2011'den sonra temyiz incelemesi sonunda bozulan hükme yerel mahkeme uyarsa yeniden yapılacak tahkikatta yeni işlemler HMK.na tabi olmakla birlikte eldeki davada bozma ilamı tarihi de 1.10.2011 tarihi öncesinde olup bu yönden de HMK hükümlerinin uygulanamayacağı açıktır. Mahkemece davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmesi doğru değildir.

Diğer taraftan, 743 sayılı TKM.nin yürürlükte bulunduğu dönemde mal ayrılığı rejimi söz konusu idi. Mal ayrılığı rejimi için 743 sayılı TKM. de mal rejimi konusunda herhangi bir zamanaşımı süresi öngörülmemişti. Ancak, 743 sayılı TKM.nun Borçların Umumi Kaideleri başlığını taşıyan 5. (4721 sayılı TMK. m.5) maddesinde, <Akitlerin in'ikadına ve hükümlerine ve sükutu sebeplerine taalluk edip borçlar kısmında beyan olunan umumi kaideler, medeni hukukun diğer kısımlarında dahi caridir> amir hükmüne yer verilmiştir. Bu durum karşısında anılan madde gereğince BK'nun zamanaşımına ilişkin uygun düşen hükmünün mal rejimleri konusunda da uygulanabileceği kabul edilmektedir. Bu durum karşısında, TKM.nin 5. maddesinin yollamasıyla mal ayrılığı rejimi dönemi bakımından BK.nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresi uygun düşmektedir. BK.nun 125. maddesinde; <Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı taktirde her dava 10 senelik mürur zamana tabidir", denilmiştir. Madde metninde sözü edilen <her dava> sözcüğü her alacak olarak değerlendirilmektedir. Aynı Kanunun 132/1-3 nolu bendinde ise, <Nikah devam ettiği müddetçe karı kocadan birinin diğerinin zimmetinde olan alacakları hakkında zamanaşımı işlemez> hükmüne yer verilmiştir.

4721 sayılı TMK.nunda ise, zamanaşımına ilişkin hüküm yer almaktadır. Anılan Kanunun 178. maddesinde; <Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar> denilmiştir. Maddenin birinci bölümünden de açıkça anlaşılacağı üzere <evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları...> denilmektedir. Bu hükmün sadece boşanmanın feri niteliğinde bulunan nafaka, maddi ve manevi tazminat ile benzeri hakları kapsadığını söylemek güçtür. Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları ibaresinin aynı zamanda edinilmiş mallara katılma rejiminden doğan katılma alacağı ve değer artış payını da kapsadığı düşünülmektedir. Hali hazırda Daire uygulaması bu yöndedir. 743 sayılı TKM.nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde katkı payı alacağına yönelik tüm davalar sözleşme olsun veya olmasın 743 sayılı TKM.nin (4721 sayılı TMK.nun) 5. maddesinin yollamasıyla BK.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımına tabidir. TMK'nun 225/1. maddesi uyarınca mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona ermiş (ki başka bir mal rejiminin kabulü halinde sözleşme söz konusu olur) ya da aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince mahkemece evliliğin iptaline karar verilmesi hallerinde de 4721 sayılı TMK.nun 5. maddesinin yollamasıyla BK.nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı uygulanmaktadır. 01.01.2002 tarihinden sonra eşler arasında mal rejimi konusunda yapılmış bir sözleşme söz konusu ise, yine 10 yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. TMK.nun 225/2. fıkrasında; <Mahkemece evliliğin (…) boşanma sebebiyle sona ermesi…> halinde katılma alacağı bakımından TMK.nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımının uygulanacağı Dairece kabul edilmektedir. Daha önce mal rejimine ilişkin davaların görüldüğü Yüksek Yargıtay 2. Hukuk Dairesinde de; 4721 sayılı TMK.nun 231. maddesine dayalı katılma alacağı konusundaki kararlar oyçokluğuyla verilmiştir. Çoğunluk; TMK.nun 5. maddesi yollamasıyla bu mal rejiminde BK.nun 125. maddesinde yer alan 10 yıllık, azınlık ise; TMK.nun 178. maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasını benimsemiştir (2.H.D. 05.02.2007 T. ve 9383/1228 E/K).

Mal rejimleri konusunda on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının gerektiği görüşünü savunanlar; TMK.nun 178. maddesinin TMK.nun boşanma kısmında yer aldığı, bu nedenle sadece boşanmanın eki niteliğinde bulunan davalar hakkında uygulanması gerektiği, mal rejimleri konusunda uygulanmasının mümkün olmadığı, maddenin kanunda yer alış biçiminin de buna engel olduğu gerekçesine dayanmaktadırlar. Kanun sistematiğine göre gerçekten TMK.nun 178. maddesi boşanma kısmında yer almaktadır. Ne var ki, TMK.nun 158 ve 179. maddeleri de aynı bölümde yer almakta olup, TMK.nun 158/2. fıkrasında; <Eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi, tazminat, nafaka ve soyadı hakkında boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır", Mal Rejiminin Tasfiyesi başlığını taşıyan 179. maddesinde de, <mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır> denilmektedir.

O taktirde bu maddelerin yer alış biçimine hangi gerekçe gösterilmelidir. Buna benzer bir çok hüküm bulmak mümkündür. O halde, bu gerekçe tek başına on yıllık zamanaşımının uygulanmasının gerekçesi olamaz. Ancak, tali bir gerekçe olarak değerlendirilebilir. Bundan ayrı, istek sahibi için çok zorunlu ve yaşamsal bir değer taşıyan, aynı zamanda boşanmanın fer'i niteliğinde olan nafaka, maddi ve manevi tazminat davaları ve benzerleri bakımından daha kısa süre olan bir yıllık, mal rejimi bakımından ise oldukça uzun bir süre sayılan on yıllık zamanaşımının kabulünün bir çelişki oluşturacağı açıktır.

Yargıtay ve Daire uygulaması gereğince uygulanması gereken zamanaşımı süresi boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren başlar. Bugünkü koşullarda bir boşanma davasının temyiz süreci de dahil en az 4-6 yıl sürdüğü bilinmektedir. Kesinleşmeden itibaren on yıllık sürenin son yılı ya da gününde mal rejimine ilişkin davanın açıldığı da göz önünde tutulduğunda sosyal problemin asgari 15 - 20 yıla taşınacağı da bir gerçektir. Bir yıllık zamanaşımı süresinin çok kısa olduğu ancak, on yıllık zamanaşımı süresinin ise çok uzun olduğu ve sosyal problemi uzun süre ayakta tuttuğu ve başka sosyal problemlere de yol açtığı ya da açacağı göz ardı edilemez.

Mal rejimine ilişkin zamanaşımı konusunda doktrinde de tam bir görüş birliği bulunmamaktadır. Çoğunluk görüşünü benimseyenler; farklı açılardan olayı değerlendirmekle birlikte on yıllık zamanaşımının uygulanacağını savunmaktadırlar. Azınlık ise; olayda bir yıllık zamanaşımının uygulanması gerektiğini ileri sürmekteler. Yani TMK.nun 178. maddesinin uygulama olanağının bulunmadığını ileri sürenler iki gerekçeye dayanmaktadırlar. Birincisi sözü edilen madde TMK.nun mal rejimleri bölümünde değil, kanunun sistematiği açısından TMK.nun boşanma kısmında yer almaktadır. İkincisi ise, TMK.nun 178. maddesi boşanmanın eki niteliğinde bulunan nafaka, maddi ve manevi tazminatlarla ilgili olup bunlar hakkında uygulanır. Mal rejimine ilişkin davalar ise boşanmanın eki (fer'i) niteliğinde davalar olmadığını söylemekteler. Konunun çok tartışmalı olduğu ve henüz bir birlikteliğin gerek doktrinde ve gerekse uygulamada sağlanamadığı görülmektedir.

Bundan ayrı, davacı tarafın isteğini 1.000 TL'den 230.500 TL'ye ıslah ile yükseltmesi üzerine davalı taraf süresi içinde zamanaşımı def'inde bulunmuştur. Davacı, dava dilekçesinde, harca esas değeri 1.000 TL olarak göstererek alacağın sadece bir bölümünü dava etmiş, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş ve daha sonra ıslahla alacak miktarını 230.500 TL olarak arttırmıştır. Böyle bir durumda zamanaşımı; alacağın, ancak dava dilekçesine konu edilen ve harçlandırılan 1.000 TL'lik bölümü hakkında kesilmiş olur. Dava dilekçesinde belirtilen harca esas değer dışında kalan alacak miktarı bakımından, diğer bir ifade ile dava dışı kalan 229.500 TL alacak bölümü açısından yapılan ıslah tarihine kadar zamanaşımı işlemeye devam eder. Taraflar arasında görülen boşanma davasının kesinleştiği 3.7.2009 tarihinden ıslah tarihi olan 24.2.2011 tarihine kadar TMK.nun 178. maddesinde düzenlenen 1 yıllık zamanaşımı süresi geçmiş bulunduğuna ve davalı taraf ıslah dilekçesi ile artırılan katılma alacağı miktarı bakımından süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre, davacının dava konusu ettiği tüm mal varlığına ilişkin toplam katılma alacağı miktarı ne olursa olsun görülmekte olan dava nedeniyle sadece 1.000 TL katılma alacağı alabilecek olması karşısında mahkemece ıslahla artırılan 229.500 TL miktar bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken bu kısım bakımından da yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Davalı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazları ıslahla artırılan miktarla ilgili olarak yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 900 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine ve 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalıya iadesine 08.05.2012 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Davacı vekili, dava dilekçesinde mal rejiminin tasfiyesi ile 1000 TL alacak isteğinde bulunmuş, 24.02.2011 tarihli dilekçeyle alacak miktarını 230.500 TL olarak ıslah etmiştir. Davalı vekili, ıslah ile artırılan miktar için süresinde zamanaşımı def'inde bulunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüyle ıslah ile talep edilen miktarın tamamının davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı isteğinde bulunduğu, tasfiyeye konu mal varlıklarının edinilmiş mal olduğu, boşanma hükmünün kesinleşmesi itibarıyla bir yıllık süre geçtikten sonra ıslah ile talep miktarının 230.500 TL'ye çıkarıldığı, davalının süresinde zamanaşımı def'inde bulunduğu, görülmekte olan davada 4721 sayılı TMK.nun 178. maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının ve bu sürenin boşanmanın kesinleşme tarihinden başlatılmasının gerektiği konularında sayın çoğunluk ile aynı doğrultuda düşünmekteyiz. Görüş ayrılığı; mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı davalarının belirsiz alacak davası olup olmadığı, belirsiz alacak davası ise, 6100 sayılı HMK.nun uygulanıp uygulanmayacağı noktasındadır.

6100 sayılı HMK.nun 107. maddesinde, belirsiz alacak davaları; davanın açıldığı tarihte miktarı yahut değeri tam ve kesin olarak belirlenemeyen, belirlenmesi davacıdan beklenemeyen veya bunun imkansız olduğu, ancak karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olan davalar olarak tanımlanmıştır. Aynı maddede, belirsiz alacak davalarında, alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle açacağı belirsiz alacak davalarında, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebi artırabileceği hükmüne yer verilmiştir.

Kanun koyucu, madde metninde <miktarı veya değeri belirlenemeyen> tümcesi yerine, <miktarı ve değeri tam ve kesin olarak belirlenemeyen> tabirini bilinçli olarak kullanmıştır. Bu düzenlemeyle dava konusu alacak miktarının yaklaşık değerinin belirlenebileceği durumlarda dahi belirsiz alacak davalarının açılmasına imkan verilmiştir. Bununla, yargı yükünün azaltılması, hak aramanın kolaylaştırılması ve yargılamanın en kısa sürede, en az masrafla tamamlanması amaçlanmıştır.

Katılma alacağı davalarında, Yargıtay'ın ve Dairemizin kararlılıkla uyguladığı hesaplama yöntemi; <eklenecek değerlerden (TMK 229 m) ve denkleştirmeden (TMK 230 m) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, davalının edinilmiş mallarının (TMK 219 m) toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin (TMK 231 m) yarısı üzerinden (TMK 236/1 m) tarafların kazanılmış hakları da dikkate alınarak hüküm kurmaktan ibarettir.> şeklindedir. Katılma alacağı miktarının, tasfiyeye konu mal varlıklarının değerlerinden farklı olup, az yukarıda açıklandığı gibi bir takım hesaplamaların ve belirlemelerin yapılması sonucunda ortaya çıkan rakam olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu da, tahkikat sonucu bulunan miktardır.

Diğer yandan; katılma alacağı davalarında, özel hukuk uygulamalarından ayrılmayı gerektiren bir başka husus, tasfiyeye konu mal varlığının dava tarihindeki değerinin yerine, karar tarihindeki değerinin esas alınmasıdır. Başka bir anlatımla gerek kanuni düzenlemeye, gerek yine sapmaksızın devam eden Yargıtay'ın ve Dairemizin uygulamalarına göre; mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar(temyize konu davada, boşanma davasının açıldığı tarihte), mal rejiminin sona erdiği andaki durumlarına göre, tasfiye anındaki sürüm değerleriyle hesaba katılır(TMK 228/1, 232, 235/1 m). Tasfiye tarihi karar tarihidir. Yargılama süresinin, ilk dereceli mahkemelerdeki yargılama süresi ve sonrasındaki temyiz süreci de göz önünde bulundurulduğunda, birkaç yılı bulduğu bir gerçektir. Davacıdan, davanın açıldığı tarihte, mahkemece, talep hakkında verilecek olası karar tarihini bilmesini, dolayısıyla tasfiyeye konu mal varlığının karar tarihindeki değerini tam ve kesin olarak belirlemesini beklemek gerçekçi olmaz. Tüm bu açıklamalara göre, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı davalarının nitelik olarak <belirsiz alacak davası> olduğu düşüncesindeyiz.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun somut olaya uygulanıp uygulanmayacağına gelince; Kanunun geçici 1, 2 ve 3. maddelerinde, görev, senetlerin geçerlilikleri, senetle ispat, temyiz, temyizde duruşma konularında hangi kanunun uygulanacağı yoruma ihtiyaç duyulmayacak açıklıkta belirtilmiştir. 448. maddesinde ise genel anlamda bir düzenleme getirilerek <bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır> hükmüne yer verilmiş; tamamlanmış işlemlerin neler olduğu hususunda açıklama yapılmamıştır.

Bu düzenlemeye göre, tamamlanmış usulü işlemler bakımından artık 6100 sayılı HMK uygulanmayacak, o usulü işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'na göre değerlendirilecektir. Maddenin mefhumu muhalifinden, devam eden yargılamalarda tamamlanmamış işler bakımından 6100 sayılı HMK'nın uygulanacağı sonucu çıkmaktadır. Bu durumda, bir usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığını belirlemek sorunun bir düğüm noktasını oluşturmaktadır.

Bir usulü işlemin başlangıç ve bitiriliş süreleri veya yapılacak işleminin sınırları usul kanununda belirgin ve kesin çerçeveyle çizilmiş, yoruma ihtiyaç duyulmayacak açıklıktaki şartlara veya sürelere bağlanmışsa, bu usulü işlemin yeni usul kanunu yürürlüğe girmeden tamamlanıp tamamlanmadığını belirlemek mümkündür.

Bilindiği üzere, 6100 sayılı HMK ile başta süreler olmak üzere bir çok usul değişikliği getirilmiştir. Cevap dilekçesini verme süresi (127 m.), yetkisizlik ve görevsizlikten sonra yetkili ve görevli mahkemeye başvurma süresi (20 m.) ve yargılama giderleri (331 m.), tanık dinleme usulü (243, 258 m.), keşif giderleri dahil yargılama giderlerinin dava açılırken peşin alınması (120 m.), ilk dereceli mahkemelerdeki yargılama safhaları (118 vd. m.'ler) vs. örnekleme yoluyla belirtilen bu değişikliklerin 6100 sayılı HMK.nun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla tamamlanıp tamamlanmadığını kesin olarak belirlemek mümkündür. Bu tür usul işlemlerinin tamamlanması durumunda HMK.nun uygulanmayacağı açıktır. Ne var ki; bir kısım usul işlemlerinin tamamlanıp tamamlanmadığını belirlemek oldukça güçtür. Bu tür uyuşmazlıklar somut olayın veya davanın özelliğine göre çözüme kavuşturulmalıdır. Kanun koyucunun 448. maddesinde ifade ettiği <tamamlanmış işlemler> olgusunu düzenleme amacını aşarak yorumlamak, 6100 sayılı HMK.nun görülmekte olan çok az davaya uygulanması sonucunu doğuracaktır. Maddi ve usul hukuku açısından müktesep hak oluşturmayan, az yukarıda açıklandığı gibi sınırları ve süreleri açıkça belirtilmediği için tamamlanıp tamamlanmadığı kesin olarak belirlenemeyen usul işlemleri söz konusu ise; yürürlüğünden önce açılmış ve devam etmekte olan davalara 6100 sayılı HMK uygulanmalıdır. Eş söyleyişle tamamlandığı duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenemeyen usul işlemlerinde 6100 sayılı HMK uygulanmalıdır. Bu düşünce, kanun koyucunun <derhal uygulanması> yönündeki amacına da uygun olur. Diğer yandan, dava açmak hukuki bir süreci başlatan işlem olup, tamamlanmış işlem olarak değerlendirilmemesi gerekir.

Kaldı ki; fazlaya ilişkin hak saklı tutularak açılan alacak davalarında zamanaşımının, saklı tutulan fazlaya ilişkin bölüm yönünden işlemeye devam edeceği, bir usul kanunu hükmü olmayıp, uygulayıcılar tarafından kabul gören bir uygulama olduğundan, kanun hükmü gibi değerlendirilerek, tamamlanmış usul işlemine esas almak doğru değildir. Tüm bu açıklamalar nedeniyle, 1086 sayılı HUMK.nun yürürlükte olduğu dönemde açılan ve 6100 sayılı HMK.nun yürürlüğe girdiği tarihte derdest olan davalara 448. maddenin yollamasıyla aynı kanunun 107. maddesinin uygulanması gerektiği düşüncesiyle yerel mahkeme kararının onanması yerine bozulması yönündeki sayın Daire çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayız. 08.05.2012

Saygılar
Old 26-01-2014, 00:50   #16
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

Yargıtay
9. Hukuk Dairesi

Esas : 2011/51609
Karar : 2012/1072
Tarih : 23.01.2012

* TOPLU İŞ SÖZLEMESİNDEN YARARLANMASI GEREKTİĞİNİN TESPİTİ İLE EKSİK ÖDENEN KISIMLARIN TAHSİLİ İSTEMİ
* DAVA ŞARTLARI
* ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMA
* HUKUKİ YARAR


Özet: Somut uyuşmazlıkta dava tespit davası türüne yer vermeyen HUMK.'nun yürürlükte olduğu zaman açılmış ve karar verilmiştir. Ne var ki dava dilekçesi incelendiğinde davacı vekili toplu iş sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespiti yanında miktar belirtmeksizin ödenmeyen farkın tahsiline de karar verilmesini talep etmiştir. Dava açıldığında mahkemece tahsil istemi de dikkate alınarak talep edilen miktarın açıklattırılması, harcın tamamlattırılması gerekirdi. Zira salt tespit istemi bulunmamaktadır. Mahkemece bu olgu gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır. Diğer taraftan temyiz aşamasında 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri yürürlüğe girdiğinden davacının isteminin kanunun 106, 107 ve 115. maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Zira davada, davacının istemi tespit yanında alacağın tahsilinide kapsadığından dava şartı olan "hukuki yarar" belirsiz alacak ve tespit davası yönünden gerçekleşmiştir. O nedenle dava hakkında esas yönelik deliller toplanılarak, alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.

(6100 s. Hukuk Muhakemeleri K m. 106, 107, 114, 115, 448)

YARGITAY İLAMI

Davacı vekili, davacının Toplu İş Sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespitiyle eksik ödenen kısımların tahsiline karar VERİLMESİNİ İSTEMİŞTİR.

Mahkemece, davacının eda davası açması gerekirken, tespit davası açmasında hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine KARAR VERMİŞTİR.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi B. K. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

A- Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davalının sendikal örgütlenmeyi engellemesine rağmen davacının TİS imzalayan Liman İş sendikasının imzaladığı Toplu İş Sözleşmesinden yararlandırılması için dayanışma aidatı kesilmesini talep ettiğini, dayanışma aidatı kesilmesine rağmen davacının TİS hükümlerinden yararlandırılmadığını belirterek, davacının Toplu İş Sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespitiyle eksik ödenen kısımların tahsiline karar verilmesini TALEP ETMİŞTİR.

B- Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, husumet itirazı yanında, davanın reddi GEREKTİĞİNİ SAVUNMUŞTUR.

C- Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacının dayanışma aidatı ödediğini ve TİS'den yararlanmak istediğini bildirmek ve istediği sonucu açacağı eda davasını sağlaması gerektiği, tespit davası açmasında hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine KARAR VERİLMİŞTİR.

D- Temyiz:

Davacı vekili, dava dilekçesinde tahsil istemlerinin olduğunu belirterek kararı TEMYİZ ETMİŞTİR.

E- Gerekçe:

01.10.2011 tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda tespit davası olarak bir dava türüne YER VERİLMEMİŞTİR. Ancak bazı durumlarda tespit davasının mümkün olduğu yargı kararlarıyla KABUL EDİLMİŞTİR. Eda davası açılması mümkün olan hallerde tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı KABUL EDİLMEKTEDİR.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise tespit davası yanında (Md. 106), belirsiz alacak ve tespit davası (Md. 107)türüne YER VERİLMİŞTİR.

Keza 6100 sayılı yasanın 114 üncü maddesinde dava şartlarına yer verilirken, hukuki yarar şartının da dava şartı olduğu, 115 inci maddesinde ise ‘‘Mahkemenin, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştıracağı, taraflarca her zaman ileri sürülebileceği, dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, davanın usulden reddedilemeyeceği’‘ AÇIKÇA BELİRTİLMİŞTİR. Kanunun 448 inci maddesinde ‘‘Bu kanun hükümlerinin, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanacağı’‘ açıklanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta dava tespit davası türüne yer vermeyen HUMK.'nun yürürlükte olduğu zaman açılmış ve KARAR VERİLMİŞTİR. Ne var ki dava dilekçesi incelendiğinde davacı vekili toplu iş sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespiti yanında miktar belirtmeksizin ödenmeyen farkın tahsiline de karar verilmesini TALEP ETMİŞTİR.

Dava açıldığında mahkemece tahsil istemi de dikkate alınarak talep edilen miktarın açıklattırılması, harcın tamamlattırılması gerekirdi. Zira salt tespit İSTEMİ BULUNMAMAKTADIR. Mahkemece bu olgu gözetilmeksizin yazılı şekilde karar VERİLMESİ HATALIDIR.

Diğer taraftan temyiz aşamasında 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri yürürlüğe girdiğinden davacının isteminin kanunun 106, 107 ve 115 inci maddeleri kapsamında DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKİR. Zira davada, davacının istemi tespit yanında alacağın tahsilinide kapsadığından dava şartı olan ‘‘hukuki yarar’‘ belirsiz alacak ve tespit davası YÖNÜNDEN GERÇEKLEŞMİŞTİR. O nedenle dava hakkında esas yönelik deliller toplanılarak, alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonucuna göre KARAR VERİLMELİDİR.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenlerden dolayı bozulmasına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 23.01.2012 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.

Kaynak:Corpus
UYARI: Firmamızca basılı ortamdan elektronik ortama aktarılan içtihat metni, tarafımızdan içeriği etkilenmeyecek şekilde değiştirilmiş ve değişikliği yapan algoritma TESCİL ettirilmiştir. Tescil edilmiş içtihat metninin Corpus sözleşmesinde belirtilen amaçlar dışında herhangi bir ortamda (elektronik veya yazılı) bulundurulması/kullanılması durumunda firmamız tüm kanuni haklarını KULLANACAKTIR.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Kısmi Dava/Tespit Davası/Belirsiz Alacak davası ve HMK 106-107-109 Av.Ufuk Bozoğlu Meslektaşların Soruları 577 11-05-2017 19:34
belirsiz alacak dava dilekçesi örneği bilaluzer Meslektaşların Soruları 5 01-02-2015 17:58
belirsiz alacak mı kısmi dava mı mutlak butlan Meslektaşların Soruları 6 28-02-2012 01:49
kısmi ödeme zamanaşımını keser mi balturk Meslektaşların Soruları 10 04-12-2010 17:28


THS Sunucusu bu sayfayı 0,11334896 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.