Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

Tehdit Suçlarında Kızgınlık ve Duygusallığın Cezaya Tesirinde Yargıtay yanılıyor.

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 04-09-2008, 21:54   #31
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Sayın Hümaniter, sohbet konusu olan İBK'nı buraya ekleyebilir misiniz? Nerede bulabiliriz? Tarihi ve numarası nedir?
Old 04-09-2008, 22:02   #32
Hümaniter

 
Varsayılan

Eklerim ama sadece numarasını verebiliyorum tarayıcım yok ama Kazancı'dan Resmi Gazetelere girin 21605 sayılı gazetenin 11. sf.
Old 04-09-2008, 22:12   #33
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Hümaniter
Eklerim ama sadece numarasını verebiliyorum tarayıcım yok ama Kazancı'dan Resmi Gazetelere girin 21605 sayılı gazetenin 11. sf.

Buldum. Ancak bu karar 1993 yılında verilmiş. Siz ilk mesajınızda "son İBK" yazınca, ben yeni TCK'na ilişkin bir karar sanmıştım. Bence bu karar geçerliliğini yitirmiştir.

T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu

E:1991/5
K:1993/1
T:18.01.1993

KAVGA SIRASINDA FEVREN SÖYLENEN SÖZLER
TAAMMÜT
TEHDİT

Her ne kadar Ceza Genel Kurulu ve İkinci Ceza Dairesi'nin yerleşmiş İçtihatları ile Dördüncü Ceza Dairesi'nin önceki kararlarında tehdit suçunun oluşması için taammüt unsurunun gerçekleşmesi gerektiği ve kavga sırasında fevren söylenen sözlerin tehdit suçunu oluşturmayacağı görüşleri benimsenmiş ise de, Ceza Genel Kurulu'nun sözü edilen son kararında (taammüt unsuru)ndan açıkça söz edilmediği, taammüt unsuruna yer verilmediği ancak bunun yanında, "...kızgınlık anında sarfedilen gelişi güzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez" şeklinde açıklamaya yer verildiği de bir gerçektir. Ancak, kararın tümü itibariyle değerlendirilmesi durumunda tehdit suçunun belirlenmesinde olaysal değerlendirmeye de ağırlık verildiği görülmektedir. Bu durum karşısında Ceza Genel Kurulu'nun olaysal değerlendirmeye ağırlık veren yeni temayülü karşısında uygulamanın netleşmesini beklemek yerinde olacağından, şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmekte hukuki yarar bulunmamaktadır.

765 s. TCK. m. 191, 188
2797 s. Yargıtay K. m. 45

Dördüncü Ceze Daireşi BaşKanı Sami Selçuk 1.4.1991 günlü vazı ile Türk Ceza Kanunu'nun 191. maddesinde yer alan "tehdit" ve 188. maddesinde yer alan, uygulamada "koşullu tehdit" diye anılan zorlama cürümlerinde; Ceza Genel Kurulu'nun, kavga sırasında öfkeyle (fevren) söylenen sözlerde tehdit cürmünün kasıt (taammüt) ögesinin bulunmadığı ve bu sebeple de suçun oluşmayacağı görüşünde olduğunu; Dördüncü Ceza Dairesi'nin ise, son kararlarında bu görüşü değiştirdiğini; bu durum karşısında yerel mahkemelerde bu konuda duraksamalar meydana geldiğini ileri sürerek içtihadı birleştirme yolu ile aykırılığın giderilmesini istemiştir. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45/2 nci maddesi uyarınca, konuyu inceleyen Birinci Başkanlık Kurulu'nca 17.10.1991 gün ve 51 sayı ile kararlar arasında aykırılık bulunduğu sonucuna varılarak konunun İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda görüşülmesine karar verilmiştir. 8.5.1992 günü toplanan-İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda Raportör Üyenin açıklamaları dinlenerek gereği görüşüldü:
Önce kararlar arasında aykırılık bulunup bulunmadığı, içtihadı birleştirme yoluna gidilmesine gerek olup olmadığı yönü üzerinde durulmuştur.
1) Ceza Genel Kurulu'nun 2.7.1979 gün ve 182/312 sayılı kararında "sanığın tehdide konu edilen sözleri, cereyan eden bir ağız kavgası ve çekişme sırasında fevren sarfettiğinin anlaşılmasına ve Yüksek Yargıtay'ın yerleşmiş içtihadına göre, hakaretle müterafik olarak fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun taammüt unsurunun oluşamayacağına göre"; 8.10.1979 günlü ve 354/450 sayılı kararında: "Yargıtay'ın kararlılık gösteren uygulamalarına göre kavga sırasında fevren söylenen söz ve davranışlarda taammüt unsuru bulunmaması nedeniyle tehdit suçunun oluşmasına olanak yoktur"; 27.4.1981 günlü ve 158/336 sayılı kararında "... sanıkların fevren sarfettikleri bu sözlerde tehdit suçunun taammüt unsurunun gerçekleşmediği gözetilmeden..."; 17.12.1984 gün, 190/436 sayılı kararında geçmiş uygulamalara da değinilirek: "Nitekim Yargıtay'ımız bugüne kadarki uygulamalarında sanığın kavga sırasında fevren sarfettiği sözlerde tehdit suçunun tasarlama unsurunun bulunmadığı; ... tehdit fiilinin tasarlanarak işlenmesi şarttır"; 9.11.1987 gün, 376/533 sayılı kararında temyize konu davaya esas olan olayların özelliklerine de değinilerek: "Tehdit suçunun oluşması için sanığın takip ettiği maksadının tehdit fiiline başka bir cürüm niteliği verecek şekilde oluşmaması lazımdır. Tehdit fiili taammüden oluşmalı, tehevvüren tehditte bulunulmamalıdır. Yerleşmiş uygulamalara göre kavganın devamı sırasında fevren sarfedilen sözlerde tehdit suçu ve unsurları bulunmamakta ve yine ortada kavga yokken sarfedilen sözlerde olayın niteliği de gözönüne alınarak tehdit suçunun oluşacağı kabul edilmektedir; 5.11.1990 gün, 219/252 sayılı kararında "Tehdit suçundan söz edebilmek için tehdide konu sözlerde tasarlama unsurunun bulunması gerekir" denilmiştir; 18.2.1991 gün, 368/36 sayılı kararında tehdidin manevi unsurunun "tasarlamak" olduğu; bu itibarla sanığın tartışma sırasında söylediği "seni öldüreceğim, buraya gömeceğim" şeklindeki sözlerin tehdit suçunu oluşturmayacağı benimsenmiştir; 25.3.1991 gün, 66/18 sayılı kararında ise konu ile ilgili olarak "Tehdit; mağduru istenilen bir hareketi yapmaya veya yapmamaya zorlamak ve onu bu yönde korkutmak olduğuna göre hukuken değerlendirilebilmesi için belirtilen sonucu doğurmaya uygunluk, elverişlilik ve yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Kavgada kızgınlıkla söylenen sözlerde bu koşullar gerçekleşmediğinden tehdit suçu oluşmayacaktır. Çünkü söylenmesi için sebep olmayan ve yapılması mümkün bulunmayan kızgınlık anında sarfedilen gelişigüzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez" şeklinde açıklamalar yapılmıştır.
2) İkinci Ceza Dairesi'nin 18.12.1990 gün, 12900/13326 sayılı kararında "Münakaşa sırasında fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden sanığın mahkumiyetine karar verilmesi" isabetsiz bulunmuş (18.12.1990 gün, 12947/13395 sayılı kararı da aynı doğrultudadır); 19.3.1991 gün, 2748/3010 sayılı kararında: "Ortada bir kavga olmadığı cihetle sanığın sarfettiği sözlerin ciddi bir korku yaratabilecek nitelikte olduğunun ve tehdit suçunu oluşturduğunun kabulünde ... bir isabetsizlik görülmemiştir" şeklinde açıklama yapılmış; 21.3.1991 gün, 2397/3265 sayılı kararında ise "Taraflar arasında ağız kavgası olduğu tanık anlatımları ile anlaşılmış olmakla kavga sırasında sarfedilen sözlerin ciddi bir korku yaratmayacağı, dolayısıyla müsnet suçu oluşturmayacağı" yolunda bir çözüm benimsenmiştir.
3) Dördüncü Ceza Dairesinin 25.9.1975 gün, 4715/4754 sayılı kararında "Sanığın tehdit taşıyan sözleri, taraflar arasında husule gelen kavga sırasında fevren sarfettiği anlaşıldığına göre olayda tehdit suçunun taammüt unsuru yoktur" denilmiştir. (13.7.1955 gün, 7909/13423 sayı; 5.2.1975 gün, 452/ 426 sayılı kararlar da aynı doğrultuda bulunmaktadır). Dördüncü Ceza Dairesi'nin, 26.3.1991 gün, 1197/1920 sayılı kararında önceki görüşten dönülerek "Bir tehlike suçu olan tehdidin ciddi olup olmadığı hususu ise, tehlikeyi içeren sözlerin gerçekleşmesinin kaçınılmaz olup olmamasına göre değil, oluştuğu ortama ve tarafların bedensel ve ruhsal durumlarına göre tehdit edici sözlerin gerçekleşme olasılığı ve mağdurun iradesini etkileme derecesi ölçüleri içinde, önceden bir bir sayılması olanaksız etkenler gözetilerek, ilk mahkemece değerlendirilecek olgusal bir sorundur. İlk mahkeme, ağır olmayan tehditlere karşı da cezai yaptırım gerektiren TCK. koyucusunun bu konudaki duyarlılığını da gözeterek, tehdidin görünuste ciddı olup olmadıgı sorununu cözmek zorundadır. Öyleyse soylenen tehditlerin ciddi olup olamayacağı yolunda önceden ilke boyutunda ve üstelik bir olay içtihadı yaratmak olanaksızdır. Sanığa yükletilen zorlama suçunda da tehdit, hareket ve icra amacı olduğundan, yukarıdaki bağlamda düşünülmek gerekirken tehdit cürmünün, hukuki ve maddi konuları, suç kastının zaman süreci içindeki oluşumu ve niteliği, suçun yapısına ilişkin yukarıda açıklanan nedenler gözetilmeden, tartışma ve kavga sırasında salt öfkeyle işlenen tehdidin suç olamayacağı nedenine dayanılarak yasal temelden yoksun gerekçe ile hüküm kurulması yasaya aykırı görülmüştür" denilmiştir (7.3.1991 gün, 670/1481 sayı; 13.3.1991 gün, 962/1628 sayı ve 26.3.1991 gün, 1149/1905 sayılı kararlar da aynı doğrultuda bulunmaktadır).
Yukarıda kısaca özetlenen Ceza Genel Kurulu Kararlarında yerleşmiş bir görüş olarak tehdit suçunun manevi unsurunun tasarlamak olduğu; kavga sırasında fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun taammüt unsurunun oluşmayacağı açık birbiçimde vurgulanarak bu esasların ışığında olayların değerlendirilmesi ile sonuca gidildiği görülmektedir.
Ceza Genel Kurulu'nun en son 25.3.1991 gün ve 66-92 sayılı kararında ise olaylar açısından özel değerlendirmeye girilmeden şu açıklama yapılmıştır: "Tehdit, mağduru istenilen bir hareketi yapmaya veya yapmamaya zorlamak ve onu bu yönde korkutmak olduğuna göre hukuken değerlendirilebilmesi için belirtilen sonucu doğurmaya uygunluk, elverişlilik ve yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Çünkü, söylenmesi için sebep olmayan ve yapılması mümkün bulunmayan kızgınlık anında sarfedilen gelişigüzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez". Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu olay açısından özel bir değerlendirmeye girilmiştir.
İkinci Ceza Dairesi kararlarında münakaşa sırasında fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun unsurlarının oluşmayacağı esası genel olarak benimsenmiştir.
Dördüncü Ceza Dairesi'nin önceki kararlarında sanığın tehdit taşıyan sözlerinin taraflar arasında husule gelen kavga sırasında fevren sarfettiği anlaşılmakla tehdit suçunun taammüt unsurunun gerçekleşmeyeceği esası benimsenmişken son kararlarında "bir tehlike suçu olan tehdidi içeren sözlerin .... oluştuğu ortama ve tarafların bedensel ve ruhsal durumlarına göre tehdit edici sözlerin gerçekleşme olasılığı ve mağdurun iradesini etkileme derecesi ölçüleri içinde önceden bir bir sayılması olanaksız etkenler gözetilmek, ilk mahkemece değerlendirilecek olgusal bir sorun olduğu .... bu nedenler gözetilmeden tartışmaya ve kavga sırasında salt öfkeyle işlenen tehdidin suç olamayacağının benimsenemeyeceği" esası kabul edilmiştir.
Görüşmeler sırasında bazı üyeler Ceza Genel Kurulu'nun son 25.3.1991 günlü kararında açıkca taammüt unsuruna yer verilmediği; her olayın kendi koşulları icerisinde değerlendirilmesinin gerektiği gorüsünun kabul edildigı ve dolayısıyla kararlar arasında aykırılığın kalktığını ileri sürmüşlerdir.
Kararlar arasında aykırılığın mevcut olup olmadığını belirleme açısından yapılan ilk oylamada bir görüş doğrultusunda üçte iki çoğunluk sağlanamadığından, 8.5.1992 günü toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda konu yeniden ele alınıp tartışılarak şu sonuca varılmıştır:
Gerçekten Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda kısaca özetlenen 25.3.1991 günlü kararında açık bir biçimde taammüt unsurundan söz edilmediği görülmektedir. Ne varki, Ceza Genel Kurulu'nun bu kararında her ne kadar olayların kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği görüşüne yer verilmiş ise de gene bu kararda "kavga sırasında fevren söylenen sözlerin" tehdit suçunu oluşturmayacağı da benimsenmiştir. Dördüncü Ceza Dairesi'nin kararlılık kazanmış son kararlarında ise; kavga sırasında fevren söylenen sözlerin tehdit suçunu oluşturamayacağının bir ilke olarak benimsenemeyeceği esası kabul edilmiştir ki, bu bakımdan kararlar arasında aykırılık bulunduğu açıktır. Kaldı ki; Ceza Genel Kurulu'nun 25.3.1991 tarihli kararı ile Dördüncü Ceza Dairesinin son kararları arasında aykırılık bulunmadığı bir an için kabul edilse dahi Ceza Genel Kurulu'nun diğer kararları ve İkinci Ceza Dairesi kararları ile Dördüncü Ceza Dairesi'nin yerleşik son içtihatları arasında aykırılığın mevcut olduğu tartışma götürmeyecek kadar açık bir keyfiyettir.
Bu sebeplerle, yukarıda sözü edilen kararlar arasında aykırılığın mevcut olduğu sonucuna oybirliğiyle varıldıktan sonra içtihadı birleştirme yoluna gidilip gidilmememesi hususunun incelenmesine geçilmiştir:
Her ne kadar Ceza Genel Kurulu ve İkinci Ceza Dairesi'nin yerleşmiş içtihatları ile Dördüncü Ceza Dairesi'nin önceki kararlarında tehdit suçunun oluşması için taammüt unsurunun gerçekleşmesi gerektiği ve kavga sırasında fevren söylenen sözlerin tehdit suçunu oluşturmayacağı görüşleri benimsenmiş ise de, Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda sözü edilen son kararında (taammüt unsuru)ndan açıkca söz edilmediği, taammüt unsuruna yer verilmediği ancak bunun yanında, "... kızgınlık anında sarfedilen gelişigüzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez" şeklinde açıklamaya yer verildiği de bir gerçektir. Ancak, kararın tümü itibariyle değerlendirilmesi durumunda tehdit suçunun belirlenmesinde olaysal değerlendirmeye de ağırlık verildiği görülmektedir. Bu durum karşısında Ceza Genel Kurulu'nun olaysal değerlendirmeye ağırlık veren yeni temayülü karşısında uygulamanın netleşmesini beklemek yerinde olacak ve dolayısıyla şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmekte hukuki yarar bulunmayacaktır.
Bu sebeplerle, şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmeye gerek bulunmadığına, 18.1.1993 günü ikinci toplantıda 27 oya karşı 89 oyla ve üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.

Old 04-09-2008, 22:13   #34
Hümaniter

 
Varsayılan

İzniniz olursa siteden çekilmek niyetindeyim hem yöneticinin hem de sayın hocalarımın affın asığınıyorum bu güzel tartışmayı bırakıp gitmek şahsınıza bir yanlış oluşturmaması dileğiyle sabah erken kalkmam gerekiyor izniniz olursa ayrılmak niyetindeyim Saygılarımla
Old 04-09-2008, 22:14   #35
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Üstelik kararda "şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmeye gerek bulunmadığına" karar verilmiş.
Old 04-09-2008, 22:14   #36
Hümaniter

 
Varsayılan

Son mesaj Yargıtay bir şekilde onu uyguluyor yapacak bir şey yok
Old 04-09-2008, 22:16   #37
Hümaniter

 
Varsayılan

Kararda devam eden etkisinde bakıldığında ise 2007 tarihli kararlarda Bkz. Ceza Hukukunun Anlamı hala bu görüşte yapacak bir şey yok
Old 05-09-2008, 04:24   #38
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Sayın Hümaniter, değerlendirmenizin tümden yanlış olduğunu düşünüyorum. Ortada uygulanabilecek bir İçtihadı Birleştirme Kararı yoktur. Yukarıya eklediğim 1993 tarihli kararın sonuç bölümünde "Ceza Genel Kurulu'nun olaysal değerlendirmeye ağırlık veren yeni temayülü karşısında uygulamanın netleşmesini beklemek yerinde olacak ve dolayısıyla şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmekte hukuki yarar bulunmayacaktır. Bu sebeplerle, şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmeye gerek bulunmadığına" karar verilmiştir. Karar bu hali ile "uygulanabilir" olmadığından, bu karara atıf yapan Daire ya da CGK kararları da yoktur. Yani bu kararın o dönemde bile bir etkisi olmamıştır ki, şimdi olsun.

1993'den sonra da yeni bir İBK'na gerek duyulmamış, 2005 yılında yeni bir Ceza Kanunu yürürlüğe girmiştir. Yeni yasada tehdit suçu bağımsız bir madde olarak düzenlenmiştir. TCK 106. madde, 765 sayılı TCK'daki 191 ve 188/1-2-3-4'den farklıdır. Maddenin uygulanmasında tehdit suçunun oluşumu için, somut olayın özelliklerine göre "tehdidin objektif olarak ciddiliği", "olabilirliği", "mağdur üzerinde korku yaratmaya elverişliliği ve yeterliliği" gözetilmektedir. Yargıtay'ın yeni dönemdeki içtihatları da bu yöndedir.
Old 05-09-2008, 07:57   #39
Hümaniter

 
Varsayılan

2007 tarihli bir Yargıtay kararında şiddetli öfke ve elemin failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğindeki meydana getirdiği azalma nedeniyle kastı kaldırmadığı ayrıca da kusuru azalttığından bahsetmektedir.Ayrıca Ali Rıza Çınar Hoca'da Tehdit Suçu ismi ile anılan tezinde ise bu içtihatı birkleştirmeye yer olmadığı kararındaki görüşün devam ettiğini yazmıştır.Nitekim içinde görüş değişikliğine ilişkin 30'un üstünde karar bulunmaktadır.
Old 05-09-2008, 10:18   #40
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Sayın Cengiz ALADAĞ kararı eklemiş. Kendisine aynen katılıyorum 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK nedeniyle eski içtihat büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir. Konu yeni yasa ve gerekçesinde de etraflıca somut olaya bakılarak 'failin iç dünyası' ve 'mağdurun iç dünyası' gibi hiç katılmadığım ve beğenmediğim soyut kriterlerle anlatılmaya çalışılmıştır.

Alıntı:
MADDE 106 – Maddeyle, “tehdit” bizatihi suç hâline getirilmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere tehdit diğer bazı suçlarda ayrıca unsur olarak öngörülmüştür. Burada tehdidin koruduğu hukukî değer, kişilerin huzur ve sükunudur; böylece kişilerde bir güvensizlik duygusunun meydana gelmesi engellenmektedir. Bu nedenle, söz konusu madde ile insanın kendisine özgü sulh ve sükununa karşı işlenen saldırılar cezalandırılmış olmaktadır. Fakat, tehdidin bu maddeyle korumak istediği esas değer, kişinin karar verme ve hareket etme hürriyetidir.

Tehdit, çoğu zaman başka bir suçun unsurunu oluşturmaktadır. Ancak, bu suç tanımında, tehdidin kendisi bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu bakımdan tehdit suçu, genel ve tamamlayıcı bir suçtur.

Tehdit hâlinde, gerçekleşmesi failin isteğinin yerine getirilmemesi kaydına bağlı bir tecavüz, kötülük mağdura bildirilmektedir. Tehdidin konusunu, kişinin hayatının veya vücut bütünlüğünün tehlikeye maruz bırakılacağının, suç teşkil eden belli bir fiilin işleneceğinin, genel olarak kuvvet kullanılacağının veya herhangi bir kötülüğün, haksızlığın gerçekleştirileceğinin bildirilmesi oluşturmaktadır.

Tehdidin özelliği, kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin, tehdit edenin iradesine bağlı olmasıdır. Tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi, gerçekten veya en azından görünüş itibarıyla failin takdirine bağlıdır. Fakat bu, kötülüğün mutlaka tehdit eden tarafından gerçekleştirileceği anlamına gelmez; bir üçüncü kişi vasıtasıyla bu kötülüğün gerçekleştirileceğinin bildirilmesi ile de, tehditte bulunulabilir.

Suçun oluşması bakımından tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi, önemli değildir. Tehdidin objektif olarak ciddî bir mahiyet arzetmesi gerekir. Yani, istenilenin yerine getirilmemesi hâlinde tehdit konusu kötülüğün gerçekleşeceği ihtimali objektif olarak mevcut olmalıdır. Sarfedilen sözler, gerçekleştirilen davranış muhatap alınan kişi üzerinde ciddî bir korku yaratma açısından sonuç almaya elverişli, yeterli ve uygun değilse, tehdidin oluştuğu ileri sürülemez. Failin söz ve davranışlarının muhatabı üzerinde ciddî şekilde korku ve endişe yaratacak uygunluk ve yeterlilik içerip içermediğinin her somut olayda araştırılması gerekir. Objektif olarak ciddî bir mahiyet arzeden tehdidin somut olayda muhatabı üzerinde etkili olması şart değildir. Kişi, fail, objektif olarak ciddî bir mahiyet arzeden söz ve davranışlarla mağduru tehdit etmek istemiş olmasına rağmen; mağdur, bu söz ve davranışları ciddiye almamış olabilir. Bu durumda tehdit yine gerçekleşmiştir. Tehdidin gerçekleşip gerçekleşmemesi, muhatabı üzerinde etkili olup olmamasına bağlı tutulmamalıdır. Failin de kendisinin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkân ve iktidara sahip olduğu kanaatini karşı tarafta uyandırdığını bilmesi gerekir. Mağdurda bu kanaat uyandırıldıktan sonra, failin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkan ve iktidara gerçekte sahip olmamasının bir önemi yoktur. Mağdur tehdit konusu tecavüzün ciddî olduğuna hile kullanılmak suretiyle inandırılmış olabilir. Fakat, batıl inançlara dayanılarak bir kötülüğe maruz bırakılabileceği beyanıyla, bir kimse tehdit edilmiş olmaz.

Tehdit konusu kötülük, mağdura değil de, bir üçüncü şahsa yönelik olabilir. Ancak, bu durumda mağdur ile üçüncü kişi arasında belli bir akrabalık, yakınlık ilişkisi mevcut olmalıdır.

Tehdit hâlinde kişi, tehdit konusu tecavüzün ileride vuku bulacağı beyanıyla korkutularak, belli bir davranışta bulunmaya zorlanmaktadır, mecbur edilmektedir.

Maddenin birinci fıkrasında yapılan tanımda, tehdidin yöneldiği hukukî değere göre bir ayırım yapılmıştır. Buna göre, tehdidin, mağdurun kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle yapılması, söz konusu suçun temel şeklini oluşturmaktadır. Buna karşılık, tehdidin, mağduru malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle yapılması ise, suçun temel şekline göre daha az cezayı gerektirmektedir. Ayrıca, bu suçtan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması, mağdurun şikâyetine bağlı kılınmıştır.

Maddenin ikinci fıkrasında tehdidin daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri gösterilmiştir. Bu hâller, tehdidin kapsadığı korkutma gücünün ciddîliği ve yoğunluğu hususunda mağdurda ciddî kaygılar meydana getirmeye elverişli durumlardır. Tehdit silâhla icra olunursa bunun ciddîliği hususunda bir korkunun meydana gelmesi çok daha kolay olur. Aynı suretle kendisini tanınmayacak bir hâle getiren kişinin veya bir kaç kişinin birlikte olarak tehdit icra etmeleri hâlinde meydana gelen korku çok yoğun olur.

İmzasız bir mektup veya özel işaretler kullanarak bir kişinin tehdit edilmesi hâlinde de meydana gelen korku bakımından bir duraksama meydana gelmez. Söz gelimi bir kimseye gönderilmiş olan imzasız mektup kişinin kendisini savunma olanağını gidereceğinden ağır tehdidi oluşturacaktır. Yine bir kimseye karşı gönderilmiş olan mektuplarda ucundan kan damlayan bıçak resimlerinin yapılması yani böylece özel işaret kullanılması korkuyu yoğunlaştırabilir.

Gizli veya açık, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları tehdit gücünün de, kişileri paniğe kapılacak surette korkutabilmesi dolayısıyla, suçun nitelikli hâli olarak sayılması uygun görülmüştür.

Maddenin üçüncü fıkrasında, tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya mala zarar verme suçunun işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı cezaya hükmedileceği belirtilmiştir. Kişi tehdidinin ciddiliğini vurgulamak için, bir başkasını öldürmüş veya yaralamış ya da malına zarar vermiş olabilir. Bu gibi durumlarda gerçek içtima hükümleri uygulanarak ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmedilmelidir.
Old 05-09-2008, 11:25   #42
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Saim
Bence şimdi bir kez daha somutlaştıralım.

Yine mi? Bence konu kapanmıştır.
Old 05-09-2008, 11:27   #43
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Yine mi? Bence konu kapanmıştır.

Esasen ben şu noktada kararsız kaldım: Acaba size doğrudan mı katılsam yoksa Sayın Can Doğanel'e katılarak hem ona hem de size dolaylı olarak mı katılsam.

Bu sorun, inanın ki konudan daha da zor bir sorun.
Old 05-09-2008, 11:38   #44
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Saim
Esasen ben şu noktada kararsız kaldım: Acaba size doğrudan mı katılsam yoksa Sayın Can Doğanel'e katılarak hem ona hem de size dolaylı olarak mı katılsam.

Bu sorun, inanın ki konudan daha da zor bir sorun.

Bu sorunun çözümü kolay: Benim ya da sayın Doğanel'in düzenleyeceği THS toplantılarına katılırsınız; olur.
Old 05-09-2008, 15:18   #46
Hümaniter

 
Varsayılan

Şimdi benim dayandığım noktada eğer kanunda sübjektif konuluş amacına göre değil o kanun içerisisnde kazandığı değere göre değerlendirmek gerekir.Nitekim bir sistem içinde bir metnin kazandığı objektif değer diğer metin ve kararların oluşturduğu objektif birliktelikle anlaşılmalıdır.Ayrıca hatırlatırım ki yeni Türk Ceza Kanununda soyut tehlike suçu kaldırıldığı gibi tehlike suçlarının dar yorumlanması gerekmektedir.Bu konuda tek yapılacak bir şey kalmıştı kararı yazdım zaten lütfedipte Adalet Bakanlığının kararlar için sitesin e girseydiniz doğruları görürüdünüz.

Bunun yanında şu an yaptığınız Avrupa dahil Dünya da ki bütün hukuk sistemlerini reddetmektir.

Bu arada kanunun mecliste hazırlayıcıları Alman Hukukundaki etkiyi açıkça yansıtmıştı ve bu paralelde ise meclis üyerleride buna katılmıştır Nitekim gerekçedki temel Alman ve Hukukndaki şartlı tehditin varlığı ve açığını düşündüklerini göstermiştir.
Old 05-09-2008, 16:01   #47
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Bence kızgınlık gibi failin kişiliğine sıkı sıkıya bağlı bir faktörün suçu kaldırması gerektiğini düşünmek hukuku inkar etmektir.
Old 05-09-2008, 16:07   #48
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Hümaniter
Şimdi benim dayandığım noktada eğer kanunda sübjektif konuluş amacına göre değil o kanun içerisisnde kazandığı değere göre değerlendirmek gerekir.Nitekim bir sistem içinde bir metnin kazandığı objektif değer diğer metin ve kararların oluşturduğu objektif birliktelikle anlaşılmalıdır.Ayrıca hatırlatırım ki yeni Türk Ceza Kanununda soyut tehlike suçu kaldırıldığı gibi tehlike suçlarının dar yorumlanması gerekmektedir.Bu konuda tek yapılacak bir şey kalmıştı kararı yazdım zaten lütfedipte Adalet Bakanlığının kararlar için sitesin e girseydiniz doğruları görürüdünüz.

Bunun yanında şu an yaptığınız Avrupa dahil Dünya da ki bütün hukuk sistemlerini reddetmektir.

Bu arada kanunun mecliste hazırlayıcıları Alman Hukukundaki etkiyi açıkça yansıtmıştı ve bu paralelde ise meclis üyerleride buna katılmıştır Nitekim gerekçedki temel Alman ve Hukukndaki şartlı tehditin varlığı ve açığını düşündüklerini göstermiştir.

Bunları bana mı yazdınız, anlayamadım.
Konu bence yeterince açık. 1993 tarihli karar, yukarıda ayrıntılarıyla yazdığım nedenlerle şu anki Ceza Hukuku sistemimizi etkilememektedir. Tartışma konusu da zaten o İBK idi.
Old 05-09-2008, 16:36   #49
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Alıntı:
Saim
Tamam, öyle yaparız.

Alıntı:
Alıntı:
Hümaniter
Bunun yanında şu an yaptığınız Avrupa dahil Dünya da ki bütün hukuk sistemlerini reddetmektir.




Pek br şey anlamadım ama!?
Old 05-09-2008, 16:55   #50
Hümaniter

 
Varsayılan

Saim hocam şöyle anlatayım cevap size değildi.Ama Almancanız var Alpmann Schmidt içtihat bankasına bakarsanız Alman içtihat örneği, Jean Pradel'in Fransız Ceza Hukuku Özel Hükümler kitabına bakarsanız Fransız İçtihatını bulabilirisiniz.
Old 06-09-2008, 14:15   #51
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Hümaniter
2007 tarihli bir Yargıtay kararında şiddetli öfke ve elemin failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğindeki meydana getirdiği azalma nedeniyle kastı kaldırmadığı ayrıca da kusuru azalttığından bahsetmektedir.

YARGITAY 4. CD. 2006/3183E.2007/7194K. 24.09.2007
Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilir ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.

Bu bildiğimiz haksız tahriktir. Ancak haksız tahrikten bahsedilmeyince sanki yeni bir şey söylenmekteymiş gibi bir algılama yaratmaktadır.Anılan İBK'da içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı görüşü anlatılırken, CGK'nun olaysal değerlendirmeye ağırlık veren görüşünün nispeten yerinde olduğuna da vurgu yapılmıştır. Nitekim Yeni TCK'da da bu görüşe paralel bir değişiklik yapılarak madde bu görüş üzerine inşa edilmiştir.

İzin verilen Risk alanı spor müsabakaları ile tıbbi müdahaleler alanında ağırlıklı olarak kullanılmakta olan ve bu alanlarda oluşabilecek ölüm ve yaralanmaların hukuka uygunluğunu açıklamakta kullanılan bir teoridir. Bir spor müsabakasında bir kişinin yaralanması halinde suçun oluşmaması, cezanın sporun kendine has kuralları ile verilmesi bu alanda bir takım risklerin öngörülmüş ve izin verilmiş olmasından ileri gelmektedir.

Tehdit suçunun izin verilen risk kavramı ile nasıl bağdaştırılabileceğini anlamış değilim.

Çok zorlama bir yorumla şu denilebilir. Biriyle kavga ediyorsan, onun da sana yönelik bazı eylemleri için risk alanı yaratmış olursun ve bu eylemler nedeniyle kişiye ceza verilmez.


Old 06-09-2008, 15:11   #52
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Hümaniter
Saim hocam şöyle anlatayım cevap size değildi.

O halde 46. no.lu mesajınızın bana hitaben yazıldığı sonucuna varıyorum ve yanıt veriyorum.

Alıntı:
Yazan Hümaniter
Şimdi benim dayandığım noktada eğer kanunda sübjektif konuluş amacına göre değil o kanun içerisisnde kazandığı değere göre değerlendirmek gerekir.Nitekim bir sistem içinde bir metnin kazandığı objektif değer diğer metin ve kararların oluşturduğu objektif birliktelikle anlaşılmalıdır.Ayrıca hatırlatırım ki yeni Türk Ceza Kanununda soyut tehlike suçu kaldırıldığı gibi tehlike suçlarının dar yorumlanması gerekmektedir.Bu konuda tek yapılacak bir şey kalmıştı kararı yazdım zaten lütfedipte Adalet Bakanlığının kararlar için sitesin e girseydiniz doğruları görürüdünüz.

Lütfedip her siteye girip okurum da, bu yazım tarzınız çok rahatsız edici. Forum konusu İBK'nı bile ben ekledim buraya, oysa üzerinde tartışılan kararı sizin yazmanız gekirdi. Buna rağmen bana "lütfedip de..." tarzı hitap etmeniz yakışıksız.

Üstelik karara bakıyoruz, 1993 tarihli. Yukarıda da yazdım:
1- Kararın sonuç bölümünde içtihadı birleştirmeye gerek duyulmaması,
2- Kararın eski tarihli oluşu,
3- 2005 yılında yeni bir TCK'nın yürürlüğe girişi
nedenleriyle bu karar artık işlevsizdir. Sizin de bu kararın Yargıtay'ca esas alındığına ilişkin bir kanıtınız yoktur.

Alıntı:
Yazan Hümaniter
Bunun yanında şu an yaptığınız Avrupa dahil Dünya da ki bütün hukuk sistemlerini reddetmektir.

38 no.lu mesajıma yanıt vermenizi yeğler ve beklerdim. Bunun yerine tüm hukuk sistemlerini reddettiğimi yazmışsınız. Yazdıklarımda tüm hukuk sistemlerinin dışına taşan ne var, yazar mısınız? Üstelik dünyadaki hukuk sistemleri de farklı farklı.

Alıntı:
Yazan Hümaniter
Bu arada kanunun mecliste hazırlayıcıları Alman Hukukundaki etkiyi açıkça yansıtmıştı ve bu paralelde ise meclis üyerleride buna katılmıştır Nitekim gerekçedki temel Alman ve Hukukndaki şartlı tehditin varlığı ve açığını düşündüklerini göstermiştir.

Ne yazdığınızı anlayamadım. Yasa koyucu sizin gibi düşünseydi, tehdit suçunu düzenleyen maddeye bir istisna koyar, örneğin "Kavga sırasında söylenen sözler bu suçu oluşturmaz." derdi.

Sonuçta 38.mesajda yazdığım görüşlerin aksine bir görüş ve kanıt öne sürmediğinizi düşünüyorum.
Old 06-09-2008, 15:17   #53
Hümaniter

 
Varsayılan

İzin verilen risk alanını alman İçtihatı ancak gelecekteki olayın faile takbih edilebilir yani gerçekleşebilirliğine göre tehditin cezalandırılmasını veya olamayacak uzak tehdit alanlarının cezalandırılamamyı esas almış yani fiilin faile takbih edilebilmesini ve objektif ve sübjektif açıdan isnad edilebilirlik esası aranmıştır.

Kararların devam eden içtihattaki durumu na ilişkin Yargıtay Karar örnekleri vermek gerekirse 4.C.D.'nin 13.6.2006 Tarih, E.2005/3761 Esas, 2006/12386 sayılı karar no lu karar;4.C.D. 21.3.2006, E.2004/8519,K. 2006/7901;4.C.D. 14.2.2002,17485/2121;Y. 4. C.D. 21.11.2005, 2004/8553-2005/19478;2. C.D. , 11.7.2005,21122/15187 tarihli kararları fevren tehdidin suçu kaldırmayacağını kabul etmiştir.Son notumda verdiğim kararlar ise Alman içtihatında BGHSt 34,68 kararlarına bakılabilir.

Hukuka uygunluk normunun bu tip bir şekilde uygulanması rededilmiştir.Çünkü sistem itibari ile yeni kanunda sentetik metod uygulanmıştır.

Kararın etkisinin devam ettiği ortadadır.
Old 10-03-2010, 12:06   #54
Av.M.Yücel

 
Varsayılan

Yargıtay'ın bu konudaki yeni görüşünü yansıtan bir karar aşağıda sunulmuştur.
T.C.
YARGITAY 4. CD
ESAS :2006/3183
KARAR:2007/7194
TARİH:24.09.2007

ÖZET: Sanığın katılanı <Bizde silah var, gerekirse insanı vururuz> biçimindeki sözlerle tehdit ettiğinin kabul edilmesi karşısında, öfkenin suç kastını kaldıramayacağı, tehdit suçunda, tasarlama öğesinin bulunmadığı, ayrıca tehdidin objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunması, nedenleriyle tehdit suçunun oluştuğu gözetilerek sanık yararına olan yasa hükümleri saptanarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekir. İddianame ile açılan davada, beraat eden sanık yararına ve katılan aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi de yasaya aykırıdır.

(5252 S. K. m. 9) (5237 S. K. m. 7)

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.

Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.

Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilir ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.

Somut olayda sanığın katılanı <Bizde silah var, gerekirse insanı vururuz> biçimindeki sözlerle tehdit ettiğinin kabul edilmesi karşısında, öfkenin suç kastını kaldıramayacağı, tehdit suçunda, tasarlama öğesinin bulunmadığı, ayrıca tehdidin objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunması, nedenleriyle tehdit suçunun oluştuğu gözetilerek; 5237 Sayılı Yasanın 7/2, 5252 Sayılı Yasanın 9/3. madde ve fıkraları uyarınca 765 ve 5237 sayılı TCY. larının ilgili hükümlerinin karşılaştırılıp sanık yararına olan yasa hükümleri saptanarak sonucuna göre hüküm kurulması zorunluluğuna uyulmaması,

2- Kabule göre;

İddianame ile açılan davada, beraat eden sanık yararına ve katılan aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi,

Sonuç: Bozmayı gerektirmiş ve katılan F. Apar vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 24.09.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
Old 10-03-2010, 12:19   #55
Av.M.Yücel

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
4.Ceza Dairesi

Esas: 2006/548
Karar: 2007/5254
Karar Tarihi: 04.06.2007

TEHDİT SUÇU - TEHDİT SUÇUNUN MANEVİ ÖĞESİNİN GENEL KASTTAN İBARET OLMASI - TASARLAMANIN VARLIĞININ ARANMAMASI - SAİKİN ÖNEMSİZ OLMASI

ÖZET: Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.

(5237 S. K. m. 7, 106) (5252 S. K. m. 9)

Dava: Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Karar: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak;

Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.

Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.

Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilir ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.

Somut olayda sanığın yakınanı <oraya gelirsem evini yakarım, bana yanlış yaparsan seni sakat bırakırım> biçimindeki sözlerle tehdit ettiğinin kabul edilmesi karşısında, öfkenin suç kastını kaldırmayacağı, tehdit suçunda tasarlama öğesinin bulunmadığı, söylenen sözlerin objektif olarak elverişli ve yeterli olması nedeniyle olayda tehdit suçunun oluştuğu gözetilerek; 5237 Sayılı Yasanın 7/2, 5252 Sayılı Yasanın 9/3. madde ve fıkraları uyarınca 765 ve 5237 Sayılı TCY. larının ilgili hükümlerinin karşılaştırılıp sanık yararına olan yasa hükümleri saptanarak sonucuna göre hüküm kurulması zorunluluğu

Sonuç: Bozmayı gerektirmiş ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 04.06.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
icra cezaya dava av.cevat Meslektaşların Soruları 0 29-07-2008 01:47
Ağır cezaya itirazıma aleyhe verilen karar av.damla Meslektaşların Soruları 4 28-07-2008 10:42
İcra Ceza Suçlarında Yenİ Yargıtay Kararı erdal7 Meslektaşların Soruları 4 23-01-2007 14:51


THS Sunucusu bu sayfayı 0,13729191 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.