Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

İnsan Hakları Mahkemesi ve 221 sayılı kanun

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 11-05-2011, 09:23   #1
Av.Sezer Yiğit

 
Varsayılan İnsan Hakları Mahkemesi ve 221 sayılı kanun

Sayın meslektaşlarım,
Benim sizlere danışmak istediğim husus aslında temelde İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmadan önce iç hukuk yollarının tüketilmesine ilişkin.
Sitemizde de yer alan bir makalede (linkini daha sonra vericeğim) okuduğum üzere İnsan Hakları Mahkemesi, iç hukuk yollarının tüketilmesine ilişkin kuralı mümkün olduğu kadar esnek bir uygulama olarak kabul ettiğini beyan ediyor. Hatta yine bu hususla ilgili bazı örneklere diğer makalelerde de rastladım.
Benim merak ettiğim husus şu:

* Eğer iç hukukta bizim aleyhimize olacak şekilde yerleşmiş bir içtihat varsa

* Dahası, aynı konuyla ilgili olarak uygulamasının insan haklarına aykırı olduğunu düşündüğümüz, yürürlükte bir kanun varsa

* Hatta ve hatta dava konusu yerle ilgili diğer hissedarların açtığı ve reddedilmiş olan bir dava varsa

Bu durumda bizim yine iç hukuk yollarını tükettikten sonra mı AİHM'ne başvurmamız gerekmektedir. Yukarıdaki durumlara dayanarak direk bir başvuru yapsak başvurumuz reddedilir mi bunun merakı içindeyim. Zira başlıktan da anlaşılacağı üzere başvuru yapmak istediğimiz husus 221 sayılı kanuna göre idarece el atılıp kamulaştırılmış sayılmış yerler. Zira bu konuyla ilgili hem (mülkiyet hakkına aykırı olduğunu düşündüğüm) kanun halen yürürlükte, hem yerleşmiş ve aleyhe içtihatlar var. Bu durumda ben hem zamandan tasarruf etmek hemde müvekkillerimi boşuna bilirkişi ve mahkeme masraflarını altına sokmak istemiyorum. Konuyla ilgili fikirlerinizi bekliyorum. Şimdiden teşekkür ederim.
Old 12-05-2011, 08:08   #2
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Katkı

Alıntı:
iç hukuk yollarını tükettikten sonra mı AİHM'ne başvurmamız gerekmektedir.


AİHS - Madde 35 Kabul edilebilirlik koşulları

1. Uluslararası Hukukun genel olarak kabul edilen prensiplerine göre, ancak iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve kesin karardan itibaren altı aylık süre içinde Mahkeme’ye başvurulabilir.

http://www.turkhukuksitesi.com/showt...0346#post30346
Old 12-05-2011, 09:53   #3
Av.Sezer Yiğit

 
Varsayılan

Üstadım cevabınız için teşekkür ederim. İlgili maddeyi biliyorum. Fakat aşağıda verdiğim şu linkteki

http://www.turkhukuksitesi.com/showt...0346#post30346

Şu paragraf ;

"Esneklik
5. İç hukuk yollarının tüketilmesi kuralı bükülmez bir çelik kuraldan ziyade bir altın kural
niteliğindedir: hem [eski] Komisyon hem de Mahkeme, insan haklarının korunması
bağlamında, bu kuralın belirli bir esneklik ve aşırı şekilcilikten uzak bir şekilde uygulanması
gerektiğini sık sık vurgulamışlardır (Ringeisen/Avusturya, 16 Temmuz 1971, Seri A no. 13,
§ 89; Lehtinen/Finlandiya (dec.), no. 39076/97, AİHM 1999-VII). İç hukuk yollarının
tüketilmesi kuralı, mutlak bir kural olmayıp, otomatik olarak da uygulanamaz. Bu esnek
yaklaşım, söz konusu kuralla bağlantılı değişik konu ya da sorunların Mahkeme tarafından ele
alınış biçiminde de ortaya konmaktadır."

İlk mesajımda belirttiğim durumların varlığı da dikkate alınarak farklı bir durum söz konusu olabilir mi diye merak etmekteyim. Bu hususla ilgili bir karar varsa paylaşırsanız sevinirim.
Old 12-05-2011, 10:26   #4
zehra aydın

 
Varsayılan

İç hukuk yollarının tüketilmesi aşırı uzun bir zman alacak ve hakkın kullanımını imkansız hale getirecek bir durum oluşturacaksa,bunu gerekçeleriyle birlikte belirtmek koşuluyla iç hukuk yollarını tüketmeden başvurabileceğinizi düşünüyorum.
Old 13-04-2014, 23:42   #5
Rıza Yorulmaz

 
Varsayılan Aihm 221'ye Vize Vermedi...

Sayın meslektaşım, sorunuz güncelliğini koruyor mu bilmiyorum ama yine de bir katkı olsun diye AİHM'nin 221 sayılı yasa hakkında verdiği kararı paylaşmak istedim.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
İKİNCİ DAİRE
EKDAL VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI
(Başvuru no: 6990/04)
KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ
STRAZBURG
25 Ocak 2011


İşbu karar Sözleşme’nin 44 / 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup
şekli bazı düzeltmelere tabi tutulabilir.
AVRUPA
KONSEYİ
CONSEIL DE
L'EUROPE 2
USUL

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (6990/04) no’lu davanın nedeni bu ülkenin elli
dokuz vatandaşı Musa Ekdal, Yüksel Ekdal, Akın Ekdal, Aytun Ekdal, Alpaslan Ekdal, Enver
Bayındır, Raziye Eşkazan, Yüksel Bayındır, Suat Bayındır, Arslan Bayındır, Feyyaz Sezer,
Aynur Sezer, Ferhat Sezer, Aysel İlter, Müslim Bayındır, Gönül Bayındır, Haluk Bayındır,
Serkan Bayındır, Handan Kahraman Bayındır, Kamber Bayındır, Arzu Sitrova Bayındır,
Zeliha Bayındır, Sara Ergül Yayıkçı, Nilgül Özek Demir, Gürol Özek, Ayhan Erdemir,
Mustafa Erdemir, Şadiye Erdemir, Aydın Okur, Aykut Okur, Aytekin Okur, Serpil Okur,
Emine Yılıkyılmaz, Muazzez Yılıkyılmaz Güney, Lokman Yılıkyılmaz, Muharrem
Yılıkyılmaz, Ayten Yılıkyılmaz Torun, Mahmut Nedim Yılıkyılmaz, Hasan Hüseyin
Yılıkyılmaz, Abdur Kadir Yılıkyılmaz, Mesut Yılıkyılmaz, Hatuncuk Çopan Hacısalihoğlu,
Emine Çavuş, Nazmiye Nazlı Arslan Korur, Yusuf Öztürk, Figen Baş, Bülent Erdemir,
Yılmaz Tümözen, Yusuf İrfan Tümözen, Tolga Tümözen, Erol Dede, Muammer Dede, Nejla
Dede Es, Fatma Gül Arslan Kabataş, Mehmet Şakir Arslan, Ömer Tuğsal Yakupoğlu, Onursal
Yakupoğlu, Zara Türköz ve Melek Zara Çerçi’nin (başvuranlar) 19 Ocak 2004 tarihinde İnsan
Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi - AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

18 Kasım 2008 tarihinde AİHM’ye vefat eden başvuranların avukatı tarafından gönderilen
mektupla yalnızca Zeliha Bayındır, Sevilay Sitrava, Kamber Bayındır ve Kubilay Sitrava’nın
yasal mirasçı oldukları ve başvuruyu sürdürme niyetinde oldukları bildirilmiştir.

Başvuranlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde İstanbul Barosu
avukatlarından Saniye Selda Kaya ve Meryem Turan tarafından temsil edilmektedir.


OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran Cemal Bayındır (1967 yılında vefat emiştir), başvuran Ali Taki Ekdal (2004
yılında vefat etmiştir), başvuran Musa Ekdal (1922 doğumlu) ve başvuran Safiye Gerboğa
(1948 yılında vefat etmiştir) (« asıl mülk sahipleri ») Eyüp-Alibeyköy’de (İstanbul) bulunan
ve yüzölçümü 3 667 118 m2 olan bir arazinin farklı hisselere sahip müşterek malikleridir.

Hepsi Türk vatandaşı olan başvuranlar Yüksel Ekdal, Akın Ekdal, Aytun Ekdal, Alpaslan
Ekdal, Enver Bayındır, Raziye Eşkazan, Yüksel Bayındır, Suat Bayındır, Arslan Bayındır,
Feyyaz Sezer, Aynur Sezer, Ferhat Sezer, Aysel İlter, Müslim Bayındır, Gönül Bayındır,
Haluk Bayındır, Serkan Bayındır, Handan Kahraman Bayındır, Kamber Bayındır, Arzu
Sitrova Bayındır, Zeliha Bayındır, Sara Ergül Yayıkçı, Nilgül Özek Demir, Gürol Özek,
Ayhan Erdemir, Mustafa Erdemir, Şadiye Erdemir, Aydın Okur, Aykut Okur, Aytekin Okur,
Serpil Okur, Emine Yılıkyılmaz, Muazzez Yılıkyılmaz Güney, Lokman Yılıkyılmaz,
Muharrem Yılıkyılmaz, Ayten Yılıkyılmaz Torun, Mahmut Nedim Yılıkyılmaz, Hasan
Hüseyin Yılıkyılmaz, Abdur Kadir Yılıkyılmaz, Mesut Yılıkyılmaz, Hatuncuk Çopan
Hacısalihoğlu, Emine Çavuş, Nazmiye Nazlı Arslan Korur, Yusuf Öztürk, Figen Baş, Bülent
Erdemir, Yılmaz Tümözen, Yusuf İrfan Tümözen, Tolga Tümözen, Erol Dede, Muammer
Dede, Nejla Dede Es, Fatma Gül Arslan Kabataş, Mehmet Şakir Arslan, Ömer Tuğsal
Yakupoğlu, Onursal Yakupoğlu, Zara Türköz ve Melek Zara Çerçi, sırasıyla 1937, 1957,
1959, 1975, 1941, 1925, 1938, 1958, 1956, 1960, 1948, 1958, 1949, 1934, 1949, 1966, 1974,
1969, 1953, 1958, 1935, 1951, 1960, 1946, 1939, 1948, 1931, 1938, 1966, 1958, 1962, 1942,
1952, 1953, 1963, 1965, 1973, 1974, 1976, 1978, 1921, 1944, 1957, 1943, 1961, 1956, 1966, 3
1942, 1976, 1950, 1954, 1958, 1965, 1960, 1977, 1981, 1934 ve 1966 doğumlu olup, Cemal
Bayındır ve Safiye Gerboğa’nın mirasçılarıdır.
A. İhtilaflı taşınmaz ve mülkiyetin Hazine’ye devri
İhtilafın konusu, İstanbul ili Eyüp ilçesi Alibeyköy mevkiinde bulunan bir arazidir.

Eyüp Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından 15 Ocak 2004 tarihinde düzenlenen bir belgeye
göre, sözkonusu arazi tapu siciline 75 ada ve 1 ve 13 parsel numaralarıyla kayıtlıdır. Birinci
parsel otlak ve ikinci parsel terk edilmiş bir süthanedir. Ayrıca bu belgeye göre, tapu
kayıtlarında sözkonusu mülkün 29/48’i C. Bayındır’a, 10/48’i M. Ekdal’a, 3/48’i A.T.
Ekdal’a, 6/48’i Safiye Gerboğa’nın mirasçılarına ait olduğu belirtilmesine rağmen, Eyüp
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21 Haziran 1963 tarihli kararına müteakiben aynı arazinin 12
Aralık 1963 tarihinde Hazine adına tescil edildiği kaydedilmiştir.

Dava dosyasına göre, kadastro komisyonu 10 ve 11 Aralık 1957 tarihlerinde bir kadastro
çalışması gerçekleştirmiştir. İlgili tutanakta bu parsellerin mülkiyetinin bir zilyetlik davasına
konu olduğu, bu davanın 19 Şubat 1955 tarihinden beri Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi
önünde görülmeye devam ettiği ve kadastro komisyonunun tapu sicil defterinde mülk
sahiplerinin isimlerine ayrılan bölümü dava sonuçlanana kadar boş bırakma kararı aldığı
belirtilmiştir.

Yine dosyadaki unsurlara göre, 4 Mart 1963 tarihinde, Hazine, 13 Ocak 1961 tarihinde
yürürlüğe giren 221 sayılı Kanun’a dayanarak Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurmuş,
(başka şahıslara ait olan diğer parsellerle birlikte) 1 ve 13 no’lu parsellerin tapu siciline kendi
adına tescil edilmesini talep etmiştir. Bu tür özel bir davada savunmacı tarafın katılımı gerekli
değildir.

Hazine, mahkeme önünde yaptığı savunmasında özellikle sözkonusu arazinin Milli
Savunma Bakanlığı tarafından 1954 yılından beri aralıksız kullanıldığını ve mülk sahiplerinin
221 sayılı Kanun uyarınca tüm haklarını yitirdiklerini kaydetmiştir.

Mahkeme, 21 Haziran 1963 tarihli kararında 221 sayılı Kanun’a dayanarak, ilgili şahıslara
ait tapu senetlerinin iptaline ve arazinin Hazine adına tescil edilmesine hükmetmiştir. Temyiz
başvurusu yapılmadığından, bu karar kesinleşmiştir.

12 Aralık 1963 tarihinde, arazi tapu sicilinde Hazine adına tescil edilmiştir.
B. Tapu senedi ile ilgili davalar
1. 1955 yılında açılan dava (dava no
1955/177)
19 Şubat 1955 tarihinde, komşu arazilerin sahipleri Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi
önünde başvuranlar aleyhine bir mülkiyet anlaşmazlığı davası açmışlardır. İlgili şahıslar 1949
yılında noter tasdikli bir satış belgesi ile ihtilaflı mülkleri edindiklerini savunmuşlardır.
Başvuranlar da bunun üzerine, 23 Mart 1955 tarihinde komşu arazilerin sahipleri aleyhine
karşı dava açmışlardır.

Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi, 18 Temmuz 1957 tarihli kararında ihtilaflı mülkün
başından beri Hazine’ye ait bir otlak olduğu gerekçesiyle başvuranlar ile yukarıda bahsi geçen
mülk sahiplerinin taleplerini reddetmiştir.
4
Yargıtay, 3 Mayıs 1958 tarihli kararında ihtilafın esası hakkında karar verme yetkisinin
kadastro mahkemesinde olduğu gerekçesiyle, başvuranlar ile bazı komşu arazi sahiplerinin
temyize götürdüğü kararı bozmuştur.

1 Haziran 1962 tarihinde, 1 no’lu parselin kendisine ait olduğunu savunan Hazine, davada
taraf oluşturmuştur.

18 Temmuz 1977 tarihinde, Eyüp Kadastro Mahkemesi davayı karara bağlamıştır.
Mahkeme, tapu senedinin 221 sayılı Kanun uyarınca Hazine’ye devredildiğini tespit ederek,
ilgili şahıslara tazminat davası açabilmeleri için bir süre tanımıştır. Bununla birlikte, dosyadan
anlaşıldığına göre, verilen süre zarfında hiçbir dava açılmamıştır.

Başvuranların temyiz başvurusu üzerine Yargıtay, 19 Aralık 1978 tarihinde bu kararı
bozmuştur. İlk derece kadastro mahkemesi önüne gönderilen dosyaya 1980/199 numarası
verilmiştir.
2. 1964 yılında başvuranlar tarafından açılan dava (1964/337)
Bu arada, 2 Nisan 1964 tarihinde, Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi başvuranların talebi
üzerine bilirkişiler eşliğinde bir yer incelemesi gerçekleştirmiştir. Mahkeme, Uzuncaova’ya
giden yol üzerinde bir baraka ile bir kulübe bulunduğunu ve geri kalan arazinin boş olduğunu
tespit etmiştir.

15 Temmuz 1964 tarihinde, ilgili şahıslar aynı mahkemeye başvurarak, arazinin kendi
adlarına tescil edilmesini ya da, bu olmadığı takdirde, parasal karşı değerinin ödenmesini
talep etmiştir. Mahkeme kalemi dosyaya 1964/337 başvuru numarasını vermiştir.

25 Mart 1965 tarihli duruşmada mahkeme, biri mülk iadesi ve diğeri tazminat konulu iki
davanın aynı anda açılamayacağını belirterek, başvuranlara bir ek süre tanımış ve açmak
istedikleri davayı seçmelerini istemiştir.

28 Mayıs 1965 tarihli duruşmada, ilgili şahıslar seçimlerini mülk iadesi davasından yana
kullanmışlar ve mülkün rayiç bedeli üzerinden açılacak tazminat davasından vazgeçmişlerdir.

18 Kasım 1986 tarihinde, Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi özellikle ihtilaflı mülklerin tapu
senedinin 1963 yılında Hazine’ye devredildiğini belirterek, başvuranların talebini
reddetmiştir.

30 Haziran 1987 tarihinde, Yargıtay bu kararı onamıştır.

3 Mart 1988 tarihinde, önüne gelen karar düzeltme talebine bakan Yargıtay, bir önceki
kararını kısmen değiştirmiştir. Yargıtay, 30 Haziran 1987 tarihli kararının 221 sayılı Kanun
uyarınca gerçekleşen tapu senedi devriyle ilgili bölümünü onamış, buna karşın yeterli
araştırma yapılmadığı gerekçesiyle, kararın ihtilaflı arazinin sınırlandırılması ile ilgili
bölümünü bozmuştur. Yargıtay, özellikle 221 sayılı Kanun’a konu olan arazinin sınırlarının
belirlenmesinin uygun olacağı kanaatine varmıştır.

6 Haziran 1988 tarihinde, geri gönderilen davaya bakan Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi,
bir önceki kararını yinelemiştir.

22 Şubat 1989 tarihinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk derece mahkemesinin verdiği
kararı bozmuş ve sözkonusu davayı karara bağlama yetkisinin Eyüp Kadastro Mahkemesi’ne
ait olduğuna hükmetmiştir. 5
3. 1955/177 ve 1964/337 nolu davaların birleştirilmesi
20 Şubat 1991 tarihinde, asliye hukuk mahkemesi 1955/177 ve 1964/337 nolu davaların
birleştirilmesine karar vermiştir. Böylece, 1964/337 nolu dava, 1980/199 nolu dosyaya
eklenmiştir.

Orman Genel Müdürlüğü ile diğer bazı şahıslar bu davaya müdahil olmuşlardır.

7 Ağustos 1996 ve 22 Kasım 1999 tarihlerinde, arazi üzerinde iki bilirkişi incelemesi
gerçekleştirilmiştir.

9 Mayıs 2000 tarihinde, Eyüp Kadastro Mahkemesi ilgili şahısların mülk iadesi talebini
reddetmiştir. Mahkeme, özellikle ihtilaflı mülklerin tapu senetlerinin 221 sayılı Kanun
uyarınca Hazine’ye devredildiğini tespit etmiştir.

İlgili şahıslar, bu kararı temyize götürmüşlerdir.

12 Haziran 2001 tarihli kararında Yargıtay, temyiz edilen kararı bozmuştur. Yargıtay,
özellikle 221 sayılı Kanun’a konu olan arazinin sınırlarının belirlenmesinin uygun olacağını
belirtmiştir.

Hazine, kararın düzeltilmesi için itiraz etmiştir.

Yargıtay, başvuranlara 31 Temmuz 2003 tarihinde tebliğ edilen 17 Şubat 2003 tarihli
kararında, ilk kararını değiştirmiş ve Eyüp Kadastro Mahkemesi tarafından verilen 9 Mayıs
2000 tarihli kararı onamıştır. Yargıtay özellikle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır :
C. Tazminat davası
20 Ekim 2004 tarihinde, başvuranlar İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi önünde
arazilerinin fiilen kamulaştırılması dolayısıyla tazminat davası açmışlardır.

30 Aralık 2004 tarihinde, mahkeme yetkisizlik kararı alarak dosyayı Eyüp Asliye Hukuk
Mahkemesi’ne göndermiştir.

14 Şubat 2006 tarihinde, Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi, arazilerinin mülkiyetinin 12
Aralık 1963 tarihinde kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla Hazine’ye devredildiğini kaydetmiş
ve bu durumda fiili kamulaştırma şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle başvuranların talebini
reddetmiştir.

12 Aralık 2006 tarihinde, Yargıtay bu kararı tüm hükümleriyle birlikte onamıştır.

16 Nisan 2007 tarihinde Yargıtay, kararın düzeltilmesi talebini reddetmiştir. Bu karar,
başvuranlara 2 Mayıs 2007 tarihinde tebliğ edilmiştir.

HUKUK
I. AİHS’YE EK 1 NOLU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ
İDDİASI HAKKINDA
Başvuranlar, mülkiyetin dokunulmazlığına saygı gösterilmesi haklarının ihlal edildiğinden
şikâyetçi olmaktadır. Başvuranlara göre, maruz kaldıkları mülkiyetten yoksun bırakılma 1 6
Nolu Ek Protokol’ün 1. maddesine aykırıdır. Öte yandan, başvuranlar kamulaştırma
tazminatının ödenmemesine itiraz etmektedir.

Hükümet, bu sava karşı çıkmakta ve öncelikle başvuranların şikâyetinin zaman
bakımından AİHS hükümlerine uymadığını savunmaktadır. Öte yandan Hükümet, ilgili
şahısların mevcut iç hukuk yollarını tüketmediğini belirtmektedir. Ayrıca, AİHM’nin konuyla
ilgili içtihadına atıfta bulunan Hükümet, başvuranların cari ve talep edilebilir herhangi bir
alacak hakkı oluşturabilecek ve bu anlamda 1 Nolu Ek Protokol’ün 1. maddesi bakımından
mülk olarak değerlendirilebilecek ne bir « mevcut malı » ve ne de bir « meşru beklentisi »
bulunmadığını ve bu nedenle AİHS’nin 34. maddesi anlamında mağdur sıfatı taşımadığını
savunmaktadır.

Şikayetlerin yukarıda belirtilen gerekçeler nedeniyle kabuledilemez ilan edileceğini
hatırlatan AİHM, Hükümetin kabuledilemezlik üzerine dile getirdiği itirazların tümü hakkında
karar vermenin de bir gereği olmadığı kanaatine varmaktadır.

Başvuranların mülkiyet dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkına aykırı düşen bir
kamulaştırmaya maruz kaldıkları yönündeki iddiaları ile ilgili olarak AİHM, bir şikâyetin
ancak, AİHS’nin ilgili Savunmacı Taraf açısından yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana
gelen olaylar sözkonusu olduğunda incelenebileceğini kaydetmektedir. AİHM ayrıca, yerleşik
içtihadına göre, mülkiyet hakkı ya da başka bir gerçek hak mahrumiyetinin, genellikle anlık
bir eylem oluşturduğunu ve sürekli « bir hak mahrumiyeti » durumu yaratmadığını
hatırlatmaktadır (bakınız, örneğin, Çek Cumhuriyeti aleyhine Malhous davası (karar), no

33071/96, CEDH 2000-XII). Savunmacı Taraf’ın AİHS’ni tanıma talebinin onaylanmasından
önceye ait olayları dikkate alabilmesi için AİHM’nin, ya olayların bu tarihten sonraya uzanan
bir durumdan kaynaklandığı ya da bu tarihten sonra meydana gelen olayları anlamak için
önem arzettiği kanaatine varması gerekmektedir (Polonya aleyhine Broniowski davası (karar)
[GC], no
31443/96, prg. 74, CEDH 2002-X).

Mevcut davada, AİHM, Devlet tarafından kullanılan ihtilaflı arazinin kesinlik kazanan 21
Haziran 1963 tarihli mahkeme kararını müteakiben 12 Haziran 1963 tarihinde tapu siciline
Hazine adına tescil edildiğine kimsenin itirazı olmadığını kaydetmektedir. Öte yandan,
başvuranların açtığı dava esas itibarıyla iç hukukta bir zilyetlik davasına konu olduğu ve
sözkonusu taşınmazların mülkiyet hakkının tanınmasını amaçladığı için, tapu senedi ile ilgili
davaların 28 Ocak 1987 tarihinde sona ermesi fazla bir önem taşımamaktadır

Üstelik burada Türkiye Cumhuriyeti’ne mal edilebilecek ve AİHM’nin yargı yetkisinin
zaman sınırlamaları üzerinde etki yaratabilecek daimi bir AİHS ihlali kesinlikle söz konusu
değildir. Çoğunlukla uzun süredir kamulaştırmaya maruz kalan şahısların mirasçısı
konumundaki başvuranlar, sözkonusu taşınmazlar üzerinde yarım asırdan beri herhangi bir
mülkiyet hakkı kullanamamışlardır.

Bu nedenle, sözkonusu taşınmazların 1963 yılında, yani Türkiye Cumhuriyeti için1 Nolu
Ek Protokol’ün 1. maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce, Hazine’ye
devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun’a dayalı bir mülkiyet
mahrumiyetinin koşullarını incelemek için zaman bakımından yetkisiz olduğu kanaatine
varmaktadır (bakınız Malhous kararı ilgili bölüm, ve Almanya aleyhine Liechtenstein Prensi
Hans-Adam II davası [GC], no
42527/98, prg. 85, CEDH 2001-VIII).

Başvuranların, kamulaştırma tazminatı ödenmemesinin mülkiyet dokunulmazlığına saygı
gösterilmesi hakkına bir müdahale teşkil ettiği yönündeki iddiaları ile ilgili olarak AİHM,
mevcut davanın, 1933 yılında yani Yunanistan’ın bireysel başvuru hakkını tanımasından önce 7
başlayan ve 15 Temmuz 1997 tarihinde yani adı geçen Devlet’in bireysel başvuru hakkını
tanımasından sonra tamamlanan bir dava çerçevesinde kamulaştırma tazminatı ödenmemesini
incelemekle yetindiği Yunanistan aleyhine Yagtzilar ve diğerleri (no
41727/98, CEDH
2001-XII) davasından farklı olduğunu gözlemlemektedir. Oysa mevcut davada, 1964 yılında
başlayan ve 2003 yılında sona eren yargılama, 25 Mart 1965 tarihinden itibaren sadece
arazinin başvuranlar adına tescil edilmesi talebine dayanmaktadır.

Elbette, başvuranlar fiili kamulaştırma gerekçesiyle 20 Ekim 2004 tarihinde bir tazminat
davası açmışlardır. Ancak AİHM, asliye hukuk mahkemesinin belirttiği gibi, bu talebin iç
hukukta kabul gören hiçbir tapu senedine dayanmadığını gözlemlemektedir. Gerçekten de,
mevcut dava yine bu noktada, yukarıda anılan Broniowski davasından da farklılık
göstermektedir (özellikle bu kararın 75. paragrafına bakınız), zira Bay Broniowski’nin
şikâyetinin somut temeli, Protokol’ün Polonya’da yürürlüğe girdiği tarihte kendisine tanınan
telafi edilme hakkının daha önce uygulanmamasına dayanmaktadır. Mevcut davada, AİHM
Protokol’ün Türkiye’de yürürlüğe girdiği tarihten sonra Türk yasama organının böyle bir hak
tanımadığını gözlemlemektedir. Ayrıca, 221 sayılı Kanun’un 4. maddesine göre, bu yasada
öngörülen hukuki işlemler çerçevesinde kamulaştırılan mülkün karşı-değerini talep etme
hakkı sözkonusu yasanın yürürlüğe girdiği 13 Ocak 1961 tarihinden başlamak üzere iki yıllık
bir süre içerisinde engellenmiştir.

AİHM’ne düşen görev, başvuranların, cari ve talep edilebilir herhangi bir alacak hakkı
oluşturabilecek, yani taşınmazlarının (1963 yılında devredilmiş olması dolayısıyla) iadesini ya
da mülkün gerçek değeri ile orantılı bir tutar karşılığında telafi edilmesini gerektirecek bir
« meşru beklentisi» olup olmadığını incelemektir.

AİHM, özellikle Yargıtay’ın 17 Şubat 2003 tarihinde verdiği karardan anlaşıldığı kadarıyla
221 sayılı Kanun uyarınca devredilen tapu senedi ile ilgili ihtilafın, 3 Mart 1988 tarihinde
yargı makamınca karara bağlanmış bir meselenin gücüne konu olduğunu not etmektedir.
Gerçekten de, Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18 Kasım 1986 tarihinde ihtilaflı arazinin
221 sayılı Kanun uyarınca İdare tarafından kamulaştırılması yönünde aldığı karar, Yargıtay
tarafından 30 Haziran 1987 tarihinde onanmıştır. Öte yandan, Yargıtay’ın kararın düzeltilmesi
talebini kısmen kabul eden 3 Mart 1988 tarihli kararında sadece sözkonusu arazinin
sınırlandırılması sorunu ele alınmıştır. Bu nedenle, Yargıtay’a göre, kararın bu bölümü
Hazine lehine kazanılmış usule ilişkin bir hukuk oluşturmuş ve Hazine 3 Mart 1988 tarihinden
itibaren yargı makamınca karara bağlanmış bir meselenin gücüyle mülkü edinmiştir.
Dolayısıyla, normal olarak, tapu senedine dayandırılan ve altı aylık süre dışında sunulan
şikâyetin reddedilmesi uygun olacaktır.

Bunun üzerine, AİHM yine de 1 Nolu Ek Protokol’ün 1. maddesinin mülk edinme hakkını
güvence altına almadığını hatırlatmak ister (Türkiye aleyhine Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı
davası, no 34478/97, prg. 52, CEDH 2007-...). Etkili bir şekilde kullanılamayan bir mülkiyet
hakkının tanınacağı beklentisi, 1 Nolu Ek Protokol’ün 1. maddesi anlamında bir « mülk »
olarak kabul edilemez (Liechtenstein Prensi Hans-Adam II ilgili bölüm, prg. 82-83, ve Çek
Cumhuriyeti aleyhine Gratzinger ve Gratzingerova davası (karar) [GC], no
39794/98, prg. 69,
CEDH 2002-VII).

AİHM, ayrıca adli makamlara göre 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun uyarınca tapu senedinin
1963 yılında Hazine’ye devredildiğini, bunun gereği olarak Devlet tarafından kullanılan bir
mülkün kamulaştırılmış sayıldığını ve böyle bir mülkün karşı-değerini talep etme hakkının iki
yıllık bir süre içerisinde engellendiğini not etmektedir. AİHM, başvuranların, sözkonusu
taşınmazların iadesini ya da mülkün gerçek değeri ile orantılı bir tutar karşılığında telafi
edilmesini gerektirecek bir « meşru beklentisi » olamayacağı sonucuna varmaktadır. Bu 8
nedenle, 1 Nolu Ek Protokol’ün 1. maddesinin amaçlarına bakıldığında, başvuranların
AİHM’nin içtihadı anlamında « meşru beklenti » olarak nitelendirilecek bir mülkiyet hakkına
ya da Türkiye’den bir telafi elde etme hakkına sahip olduğu düşünülemez.

Bu itibarla, başvuranların sözkonusu taşınmazlar bağlamında 1961 tarih ve 221 sayılı
Kanun temelinde alınan tedbirlerle ilgili şikâyeti, AİHS’nin Türkiye Cumhuriyeti açısından
yürürlüğe girdiği tarihten önce olması dolayısıyla, AİHS’nin uygulama alanına
girmemektedir. Şikâyetin 1 Nolu Ek Protokol’ün 1. maddesine dayalı bu bölümü, AİHS’nin
hükümleri ile zaman bakımından uyuşmaması nedeniyle AİHS’nin 35. maddesinin 3 ve 4.
maddeleri uyarınca reddedilmelidir. Kamulaştırma tazminatı ödenmediğine dair şikâyet ise,
AİHS’nin hükümleri ile konu bakımından uyuşmadığı için AİHS’nin 35. maddesinin 3 ve 4.
maddeleri uyarınca reddedilmelidir.
II. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuranlar, sözkonusu taşınmazların kendi adlarına tescil edilmesi talebiyle açtıkları dava
sürecinin « makul süre » ilkesine aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmektedir. Başvuranlar, ayrıca
yargılamanın adil olmadığından şikâyetçi olmakta ve ulusal mahkemelerin delilleri objektif
olarak değerlendirmediklerini ve İdarenin yanında tavır aldıklarını savunmaktadır.
Başvuranlar, AİHS’nin 6/1 maddesine atıfta bulunmaktadır.
A. Yargılamanın adilliği
AİHM, başvuranların esas itibarıyla ulusal mahkemeler tarafından benimsenen çözümden
şikâyetçi oldukları kanaatindedir. Oysa başvuranların tüm argümanlarını sunma fırsatı
buldukları yargılamanın adil olmadığını düşündürecek hiçbir unsur bulunmamaktadır. AİHM,
gerçekten de yargılamanın yürütülmesinde keyfi bir uygulama olduğuna ve ilgili şahısların
usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine dair herhangi bir ipucu görememektedir. Bu nedenle
AİHM, şikâyetin sadece ulusal mahkemeler önünde daha önce görülen duruşmaları hedef
aldığı kanaatine varmakta ve bu konuda herhangi bir karar vereme yetkisinin bulunmadığını,
aksi takdirde kendisine « dördüncü derece mahkeme » süsü vermiş olacağını kaydetmektedir.
Dolayısıyla, açıkça dayanaktan yoksun görünen bu şikayetin AİHS’nin 35. maddesinin 3 ve 4.
paragrafları uyarınca reddedilmesi uygun olacaktır.
B. Yargılama süresi
Hükümet, başvuranların itiraz davasını gecikmeli olarak açtıklarını ve davanın
yürütülmesinde özensiz davrandıklarını ve bu itibarla yargılama süresinin uzamasına katkıda
bulunduklarını savunmaktadır. Hükümete göre, yargılama kronolojisine bakıldığında, adli
makamların mümkün olduğunca makul sürede karar verdikleri anlaşılmaktadır.

AİHM, bu şikâyetin AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı anlamında açıkça dayanaktan
yoksun olmadığını ve başka bir kabuledilemezlik gerekçesi bulunmadığını tespit etmektedir.
Dolayısıyla, sözkonusu şikâyetin kabuledilebilir ilan edilmesi uygun olacaktır.

AİHM, yargılamanın 19 Şubat 1955 tarihinde başladığını ve Yargıtay’ın kararın
düzeltilmesi talebini reddettiği 17 Şubat 2003 tarihinde sona erdiğini not etmektedir.
Dolayısıyla, yargılama yaklaşık kırk sekiz yıl sürmüştür. Bununla birlikte, AİHM, ancak
Türkiye’nin bireysel başvuru hakkını tanıdığını beyan ettiği 28 Ocak 1987 tarihinden bu yana
geçen on altı yıllık süreyi bilebilir. AİHM, yine de yargılamanın yukarıda bahsi geçen beyanın
takdim edildiği tarihteki durumunu dikkate almakta (Türkiye aleyhine Cankoçak davası, 9
no
25182/94 ve 26956/95, prg. 25, 20 Şubat 2001) ve sözkonusu tarihte bile yargılamanın otuz
iki yıl sürdüğünü not etmektedir.

AİHM, yargılama süresinin makul niteliğinin, dava koşullarına göre ve özellikle davanın
karmaşıklığı, başvuranın ve yetkili makamların tutumları gibi içtihadında yer alan kıstaslar
göz önünde bulundurularak belirlendiğini hatırlatmaktadır (bakınız, diğer birçoğu arasından,
Fransa aleyhine Richard davası, 22 Nisan 1998, prg. 57, Karar ve hükümlerin derlemesi
1998-II, ve Fransa aleyhine Doustaly davası, 23 Nisan 1998, prg. 39, Derleme 1998-II).

Öte yandan AİHM, ancak yetkili adli makamların tutumu sonucu ortaya çıkan olası bir
yavaşlığın, AİHS anlamında makul sürenin aşıldığı yönünde bir tespit yapılmasına neden
olacağını hatırlatmaktadır. Yargılamanın taraflarca yürütülmesi esasına dayanan hukuki
sistemlerde bile, ilgili şahısların tutumu, hakimlerin 6. maddenin 1. paragrafında istenen
ivedilik yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz (Yunanistan aleyhine Varipati davası, no

38459/97, prg. 26, 26 Ekim 1999).

Mevcut davadaki durumla ilgili olarak AİHM, yargılamanın yavaş işleme nedeninin esas
itibarıyla yetkili makamlar ile mahkemelerin tutumundan kaynaklandığını gözlemlemektedir.

AİHM, her bir bireyin makul bir süre zarfında nihai sonuca ulaşmalarını sağlayabilmek
için, mahkemelerin medeni hak ve yükümlülükleri güvence altına alabileceği şekilde kendi
yargı sistemlerini düzenleme görevinin Sözleşmeci Devletlere düştüğünü yinelemektedir.
AİHM, mevcut davada geçen toplam yargılama süresinin « makul » olmadığı kanaatine
varmaktadır.

Dolayısıyla, yargılamanın uzunluğu nedeniyle AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
A. Tazminat, yargılama masraf ve giderleri
Başvuranlar yargılama süresinin aşırılığı nedeniyle maruz kaldıkları manevi zarar
karşılığında beraberce 25.000 Euro talep etmektedir. Başvuranlar, ayrıca ulusal mahkemeler
önünde görülen yargılama masraf ve giderleri için 27.000 Euro ve AİHM önünde görülen
yargılama masraf ve giderleri için ise 483.629 Euro talep etmektedir. Başvuranlar, adı
« Global Emlak Yapı Turizm ve Ticaret» olan bir şirket tarafından belli miktarlarda ödeme
yapıldığını belgeleyen iki makbuz sunmaktadır.

Hükümet, bu taleplere itiraz etmektedir.

Öncelikle AİHM, ancak AİHS’nin bir hükmünün ihlal edildiği sonucuna vardığı
durumlarda, ilgili şahsa maruz kaldığı manevi zarar karşılığında bir tazminat ödenmesine
hükmedebileceğini hatırlatmaktadır. Bu tazminat tutarı, sözkonusu ihlalden kaynaklanan
kaygı, sıkıntı ve belirsizlik durumunu telafi etmeyi amaçlamaktadır (bakınız Comingersoll
S.A., ilgili bölüm, prg. 29; Yunanistan aleyhine Arvanitaki-Roboti ve diğerleri davası [GC], no

27278/03, prg. 27, CEDH 2008-..., ve Yunanistan aleyhine Kakamoukas ve diğerleri [GC], no

38311/02, prg. 39, 15 Şubat 2008).

Mevcut davada, AİHM başvuranların taleplerini beraberce sunduklarını gözlemlemekte ve
dosyadaki bilgiler çerçevesinde mirasçıların hangi tarihlerde asıl mülk sahiplerinin yerini
aldığını belirleme imkânı bulamadığını kaydetmektedir. Elindeki belgeleri göz önüne alan
AİHM, manevi tazminat olarak elli dokuz başvurana beraberce talep ettikleri tutarın 10
tamamının yani 25.000 (yirmi beş bin) Euro ödenmesinin hakkaniyete uygun olduğu
kanaatine varmaktadır. Bu bağlamda Bayan Zeliha Bayındır’ın payına düşen tutarın mirasçı
sıfatını taşıyan Sevilay Sitrava, Kamber Bayındır ve Kubilay Sitrava’ya ödenmesi uygun
olacaktır.

Yargılama masraf ve giderleri ile ilgili olarak AİHM, yerleşik içtihadına göre bir
başvuranın gerçekliğini ve gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde
edebileceğini kaydetmektedir. AİHM, mevcut davada elindeki belgeleri ve konuyla ilgili
içtihadını dikkate alarak, ulusal mahkemeler önünde görülen yargılama masraf ve giderlerine
ilişkin talebi reddetmekte ve AİHM önünde görülen yargılama masraf ve giderleri için ise
başvuranlara beraberce 2 000 EUR ödenmesinin makul olacağı kanaatine varmaktadır.
B. Gecikme faizi
AİHM, gecikme faizinin Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faiz oranına üç
puanlık bir artış eklenerek belirlenmesini uygun görmektedir.


BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,


1. Yargılama sürecinin uzunluğu hakkındaki şikayetin kabuledilebilir, bunun dışında
kalanların kabuledilemez olduğuna;

2. Yargılamanın uzunluğu nedeniyle AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edildiğine;

3. a) AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde,
ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden TL’ye çevrilmek ve her türlü vergiden muaf tutulmak
üzere Savunmacı Hükümet tarafından elli dokuz başvurana ortaklaşa- Zeliha Bayındır’a
verilecek meblağ Sevilay Sitrava, Kamber Bayındır ve Kubilay Sitrava’ya ödenecektir-
25.000 (yirmi beş bin) Euro tazminat ve yargılama giderleri için 2.000 (iki bin) Euro
ödenmesine;

b) yukarıda belirtilen sözkonusu sürenin sona erdiği tarihten ödemenin yapılmasına kadar
geçen süre için, sözkonusu meblağlara, Avrupa Merkez Bankası’nın anılan dönem için geçerli
olan marjinal kredi faiz oranına üç puanlık bir artış eklemek suretiyle belirlenecek basit faiz
uygulanmasına;

4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine;



KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3.
paragraflarına uygun olarak 25 Ocak 2011 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.





11
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’de Aile İçi Şiddetle İlgili (Opuz) Kararı Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 22-07-2009 08:48
657 sayılı kanun kapsamına geçenlerin alması mümkün hakları nelerdir. Av.Figen Günaydın Meslektaşların Soruları 1 08-02-2008 18:09
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi- Anne Karnında Sakatlığı Tespit Edilemeyen Çocuk Av. Başak SANCAR Hasta Hakları Çalışma Grubu 6 24-12-2007 14:17
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'den Türkiye'ye cezaevinde kötü muamele cezası Seyda Hukuk Haberleri 0 13-04-2007 11:22
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İle İlgili mimar Hukuk Soruları Arşivi 1 23-08-2003 23:03


THS Sunucusu bu sayfayı 0,19376493 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.