Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

iş kazası- alt işveren

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 07-05-2008, 17:34   #1
denizyldz_84

 
Varsayılan iş kazası- alt işveren

merhaba değerli meslektaşlarım yardımınıza ihtiyacım var;

bir iş kazasından dolayı ceza mahkemesinde taksirle yaralamadan dolayı işveren adına ceza davası açılıyor işçi işveren adına şikayetçi oluyor aslında ortada bir taşeron var ancak taşeronla herhangi bir sözleşme yapılmamış ve işçilerin sigortalarını da asıl işveren ödüyor. yakın zamanda ilk duruşması olacak ifade verilecek sanırım herhangi bir savunma hazırlamadık inşallah bu durum aleyhimize olmaz. sormak istediğim ifade de taşerondan söz etmemizin bir faydası olur mu kusur paylaştırılırmı yoksa taşerondan hiç bahsetmesek mi , yardımlarımlarınızı bekliyorum.. saygılarımla

tecrübesiz
Old 08-05-2008, 07:55   #3
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Sn.denizyldz_84,

Bir taşeron işçisinin sigorta primi aslı işveren tarafından yatırılıyorsa, bu işçi asıl işveren işçisi olarak muamele görür. Bu nedenle işin içine taşeronu karıştırmanın pek bir faydası olacağını düşünmüyorum.

İşçi, asıl işverenin işçisidir ve iş kazalarına karşı eğitim vermek ve gerekli tedbirleri almak asıl işverenin sorumluluğundadır. Sizin ispat etmeniz gereken söz konusu olayda tüm tedbirleri aldığınıza ilişkin iddia olmalıdır. Bunun dışında, olayın meydana gelmesinde başka kişilerin de sorumluluğu varsa, bu kişilere de kusur yüklenecektir.

Uygulamada bazı taşeronların işçilerinin asıl işverenler tarafından sigortalandığı, yani işe alındığı görülmektedir. Özellikle gerçek kişi ve ekonomik açıdan güçsüz taşeronlar söz konusu olduğunda bu işlem işçi lehine yapılmaktadır. Bu durum, hukuken işçinin asıl işveren işçisi olarak işlem görmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle, somut olayınızda taşerondan bahsetmenin muvazaadan başka bir sonucu olmayacağını düşünüyorum. İşçi, asıl iişverenin işçisidir ve savunmayı da bu doğrultuda yapmak gerekir.

Saygılar.
Old 20-01-2010, 12:45   #4
Avsibel

 
Varsayılan

Sayın meslektaşlarım işçi gerçekte taşeronun işçisi olduğu halde asıl işveren tarafından sigortalanmıştır. Taşeron gerçek kişi olup vergi kaydı yoktur ve başka bir şirketde sigortalı çalışıyor görünmektedir.Tazminat davasında meydana gelen iş kazasından dolayı asıl işverenin sorumlu olduğunu kanıtlayan bir yargıtay kararı arıyorum.Ayrıca arada muvazaalı bir işlem olduğu düşünülürse asıl işveren işçi taşeronun işçisiydi fakat ben sigortalı gösterdim diyebilir mi değerli görüşlerinizi bekliyorum.SAYGILARIMA
Old 20-01-2010, 13:39   #5
Adli Tip

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Avsibel
Sayın meslektaşlarım işçi gerçekte taşeronun işçisi olduğu halde asıl işveren tarafından sigortalanmıştır. Taşeron gerçek kişi olup vergi kaydı yoktur ve başka bir şirketde sigortalı çalışıyor görünmektedir.Tazminat davasında meydana gelen iş kazasından dolayı asıl işverenin sorumlu olduğunu kanıtlayan bir yargıtay kararı arıyorum.Ayrıca arada muvazaalı bir işlem olduğu düşünülürse asıl işveren işçi taşeronun işçisiydi fakat ben sigortalı gösterdim diyebilir mi değerli görüşlerinizi bekliyorum.SAYGILARIMA

Sayın Avsibel;

Tazminat yönünden zaten asıl işveren ve alt işveren birlikte müteselsil sorumludur. Bu açıdan, tazminat davasında yapabileceğiniz bir şey yok. İşçi dilediği işverenden talepte bulunabilir. (Ki görünürde zaten tek bir işveren var.)
Ancak dava aleyhinize sonuçlandığınırsa, yapılan ödemeyi alt işveren olduğunu belirttiğiniz kişiye rücu etmenin mümkün olup olamayacağı o şamada değerlendirilebilir.

Son cümlenizle ilgili olarak da, "asıl işveren işçi taşeronun işçisiydi fakat ben sigortalı gösterdim" demenin "kimse kendi muvazzasından yararlanamaz" ilkesi doğrultusunda, lehinize bir savunma olmayacağını belirtebiliriz.

Saygılar,
Old 20-01-2010, 15:27   #6
Avsibel

 
Varsayılan

Sayın Adli Tıp muvazaa yorumunuza aynen katılıyorum.Fakat görünürde tek bir iş veren varsa ve işçi sadece görünürdeki işverene dava açmışşa; işveren taşerona rücu edebilir mi?Rücu edebilir dersek kimse kendi muvazaasından yararlanamaz ilkesine aykırı düşmez mi?SAYGILARIMLA
Old 20-01-2010, 16:17   #7
Adli Tip

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Avsibel
...Tazminat davasında meydana gelen iş kazasından dolayı asıl işverenin sorumlu olduğunu kanıtlayan bir yargıtay kararı arıyorum...

Ben ilk mesajımda asıl olarak bu sorunuza cevap vermeye çalıştım. Olayda bir muvazaa olmayıp, geçerli bir asıl/alt işverenlik ilişkisi olsa bile, işçi istediği işverene dava açabilir. İşverenlerden biri "diğer işveren sorumludur" diyemez.

Alıntı:
Yazan Avsibel
Sayın Adli Tıp muvazaa yorumunuza aynen katılıyorum.Fakat görünürde tek bir iş veren varsa ve işçi sadece görünürdeki işverene dava açmışşa; işveren taşerona rücu edebilir mi?Rücu edebilir dersek kimse kendi muvazaasından yararlanamaz ilkesine aykırı düşmez mi?SAYGILARIMLA

Şu an çok emin değilim ama cevabımı gözden geçrime hakkımı saklı tutarak: "Aralarındaki sözleşmeyi ispat ederse, rücu edebileceğini düşündüğümü" belirtebilirim.

Lakin rücu edebilir dersek, bu halde, alt işverenin "ama görünürdeki işveren ben değilim" gibi bir savunma yapması da "kimse kendi muvazaasından yararlanamaz" ilkesine ters düşer, kanısındayım.

İşçi ile işveren(ler) arasındaki uyuşmazlığın çözümü ile iki işveren arasındaki uyuşmazlığın çözümünün farklı olması çok doğal. Asıl işveren alt işveren ilişkisi, İş Kanunu 2. maddeye (ve ilgili Yönetmeliğe) göre çözülür. Oysa, bu madde asıl/alt işverenlerin kendi aralarındaki uyuşmazlığa uygulanmaz. Rücu davasında genel hükümler uygulanacaktır. Hatta görevli mahkeme de İş Mahkemesi olmayacaktır.

İlişkinin İş Kanunu'na göre muvazaalı sayılması halinde, kanuna aykırı bu sözleşmenin baştan itibaren geçersiz olacağı ve rücu hakkı doğurmayacağını savunanlar da vardır.


Saygılar,
Old 20-01-2010, 16:19   #8
hukukav

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Avsibel
Sayın Adli Tıp muvazaa yorumunuza aynen katılıyorum.Fakat görünürde tek bir iş veren varsa ve işçi sadece görünürdeki işverene dava açmışşa; işveren taşerona rücu edebilir mi?Rücu edebilir dersek kimse kendi muvazaasından yararlanamaz ilkesine aykırı düşmez mi?SAYGILARIMLA

Bu durumda davanın alt işverene ihbar edilmesi talep edilebilir diye düşünüyorum.
Saygılarımla.
Old 20-01-2010, 16:42   #9
Avsibel

 
Varsayılan

Sayın Adli Tıp; Lakin rücu edebilir dersek, bu halde, alt işverenin "ama görünürdeki işveren ben değilim" gibi bir savunma yapması da "kimse kendi muvazaasından yararlanamaz" ilkesine ters düşer, kanısındayım görüşünüze katılmıyorum.Alt işverenin ;alt işveren ben değilim diye savunmaya yapması görünürdeki işleme uygun olur ve muvazaa ile ters düşmez.Fakat asıl işverenin işçi benim şirketimde sigortalı olsada aslında alt işverenindir demesi görünürdeki işleme ters düşeceğinden muvazaalı işlemin tarafı olan asıl işverence ileri sürülemez diye düşünüyorum(bugün bu konu üzerinde çok çalıştım karıştırmaya başlamış da olabilirim).Saygılarımı sunar değerli fikirlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Old 20-01-2010, 18:41   #10
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Bir iş kazasından doğan tazminatta rücudan söz ediyorsak, mutlaka kusur oranlarından da söz etmemiz gerekir.

İş kazasında, işverenin ( burada SGK primini ödeyen kişilik) işçiyi eğitme, gözetme gibi borçlarından söz edileceğini gözden kaçırmamak gerek. İşçinin müterafık kusuru yoksa ya da üçüncü kişinin (mesela burada alt-işveren olarak tanımladığınız kişilik) bir eylemi nedeniyle olayın meydana gelişi arasında bir illiyet bağı yoksa neye göre rücu edeceksiniz? Alt işveren olarak tanımlanan kişiliğe yüklenmiş bir kusur var mı?


Saygılar.
Old 20-01-2010, 20:01   #11
Adli Tip

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan ISIL YILMAZ
Bir iş kazasından doğan tazminatta rücudan söz ediyorsak, mutlaka kusur oranlarından da söz etmemiz gerekir.

İş kazasında, işverenin ( burada SGK primini ödeyen kişilik) işçiyi eğitme, gözetme gibi borçlarından söz edileceğini gözden kaçırmamak gerek. İşçinin müterafık kusuru yoksa ya da üçüncü kişinin (mesela burada alt-işveren olarak tanımladığınız kişilik) bir eylemi nedeniyle olayın meydana gelişi arasında bir illiyet bağı yoksa neye göre rücu edeceksiniz? Alt işveren olarak tanımlanan kişiliğe yüklenmiş bir kusur var mı?


Saygılar.

Sayın ISIL YILMAZ;

Elbette, rücu ve kusur oranlarıyla ilgili düşüncenizde/hatırlatmanızda çok haklısınız.

İşverenlerin kusur oranlarının, işçinin işverene karşı açıtığı tazminat davasında önemi olmayacağı, işçinin tazminat alacağı varsa, bunun tamamını dilerse kusuru olmayan alt işverenden, dilerse de kusuru olmayan asıl işverenden isteyebileceği konusunda da hemfikir olduğumuzu sanıyorum.

Benim (somut olaydan bağımsız olarak) tereddüt ettiğim hususu bir daha dile getirmek gerekirse:

Bildiğiniz üzere, asıl işveren alt işveren ilişkisine geçerlik tanınması için (artık) çok titiz araştırma yapılıyor. Birçok kararda, asıl işverenin de alt işverenin de ve işçinin de asıl ve samimi iradesiyle kurulmuş olsa bile alt işverenlik sözleşmesinin geçersiz sayıldığı ve işçinin baştan itibaren itibaren asıl işveren işçisi sayıldığı görülebilmektedir.

İş Kanunu'nun 2. ve/veya 3. maddesi veya Alt İşverenlik Yönetmeliği'ndeki herhangi bir hüküm sebebiyle, işçinin açtığı davada sadece asıl işverenin sorumlu tutulması, asıl işverenin aralarındaki sözleşmeye dayanarak alt işverene rücu davası açmasına engel midir?

Saygılar.
Old 20-01-2010, 23:01   #12
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Bir sözleşmeye bağlı ilişki temelinde bir müteselsil sorumluluk kabul edilmiş ise, bu durumda BK.50 ve 51. maddesinde düzenlenen haksız fiile dayalı müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanamaz. V e haliyle BK'nunun haksız fiile mahsus müteselsil sorumluluk hükmünde zikredilen kusur oranları dikkate alınamaz!

Böyle durumlarda sözleşmesel ilişki kurulduktan sonra bir müteselsil sorumluluk söz konusu ise ve özel olarak kusur oranına göre sorumluluğa atıf yoksa;

Müteselsil sorumluluk ve halefiyete dair Borçlar kanununun

Alıntı:
III - MÜŞTEREK BORÇLULAR ARASINDAKİ MÜNASEBETLER

1 - TAKSİM
MADDE 146. Borcun mahiyetinden hilâfı istidlâl olunmadıkça, müteselsil borçlulardan her biri alacaklıya yapılan tediyeden birbirine müsavi birer hisseyi üzerlerine almağa mecburdur. Ve hissesinden fazla tediyede bulunan, fazla ile diğerlerine rücu hakkını haizdir.

Birinden tahsili mümkün olmayan miktar, diğerleri arasında mütesaviyen taksim olur.

Şeklindeki hükmü uygulanarak halefiyet bakımından eşit sorumluluk söz konusu olur.

Yani borcun tamamını ödeyen müteselsil sorumlulardan birisi, diğerinden ödediği tutarın %50 'lik kısmını talep edebilir.

Ancak somut olayda işçinin uğradığı zarar nedeniyle işverenlerin sorumluluğu Yargıtay kararları ile de açıkça ortaya konulduğu gibi haksız fiile ilişkin kusur sorumluluğu olduğundan BK.50-51 uygulanır ve işverenler arasında kusur oranlarına göre -rücu davasında- taksim edilir, kanaatindeyim.

Alıntı:
VI - MÜTESELSİL MESULİYET

1 - HAKSIZ FİİL HALİNDE
MADDE 50. Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hâkim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesine tâyin eyler.

Yataklık eden kimse, vakı olan kârdan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz.

2 - MUHTELİF SEBEPLERİN İÇTİMAI HALİNDE
MADDE 51. Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mesul oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.

Kaideten haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu halde kanunen mesul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.

Not: Bu açıklamalarım asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığının kabul edildiği haller bakımından geçerlidir.

Saygılarımla.
Old 21-01-2010, 11:46   #13
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Alıntı:
İş Kanunu'nun 2. ve/veya 3. maddesi veya Alt İşverenlik Yönetmeliği'ndeki herhangi bir hüküm sebebiyle, işçinin açtığı davada sadece asıl işverenin sorumlu tutulması, asıl işverenin aralarındaki sözleşmeye dayanarak alt işverene rücu davası açmasına engel midir?



Konuyu öncelikle sorulan soru bağlamında ele alalım. İş Kanunu m.2 ve 3 muvazaa konusunda tartışmaya yer bırakmayacak derecede açık. Somut olaydaki işçi bakımından “alt-işveren” diye bir işveren mevzubahis değildir. Bu işçi, en başından beri asıl işverenin işçisidir.
Dolayısıyla, asıl işveren (A) ile sizin alt-işveren dediğiniz ancak, somut olayda alt-işveren vasfını hukuken taşımayan kişilik (B) arasındaki sözleşme ile iş kazası arasında ( muvazaa haricinde) hukuki bir bağ kurmanın mümkün olamayacağını düşünüyorum. Hukuki bağlantı yoksa ya da bu bağlantı muvazaa olarak değerlendiriliyorsa, rücu talebinin dinlenmeyeceği görüşündeyim.

Daha başka bir ifade ile, bu işi “işveren” arasında

B’nin işçilerinden herhangi biri bir iş kazası geçirirse ve A bu nedenle bir tazminat ödemesi yaparsa, kusur oranlarına bakılmaksızın B, A’nin ödediği miktarı A’ya nakden ve def’aten öder.”

gibi bir sözleşme hükmü varsa dahi, B ile , kaza geçiren işçi arasına işçi-işveren ilişkisi olmadığından ( muvazaanın sonucu da budur) bu sözleşme hükmü çalışmaz. Çünkü, B ile kaza geçiren işçi arasında hukuki bir bağ yoktur ve hatta olan fiili bağ da hukuk düzeni tarafından tanınmamaktadır.

B’ye rücu edilebilmesi için kazanın oluşumunda B’nin üçüncü bir kişi olarak kusuru bulunmak gerekir.

Saygılar.
Old 21-01-2010, 13:12   #14
Avsibel

 
Varsayılan

Sayın Işıl Yılmaz ben de sizinle aynı fikirdeyim. Bir de bu fikri destekleyan içtihat bulabilirsem çok sevineceğim.Zaman ayırıp görüşlerini bildiren değerli meslektaşlarıma ayrı ayrı teşekkür ederim.SAYGILARIMLA
Old 21-01-2010, 13:54   #15
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan ISIL YILMAZ
Konuyu öncelikle sorulan soru bağlamında ele alalım. İş Kanunu m.2 ve 3 muvazaa konusunda tartışmaya yer bırakmayacak derecede açık. Somut olaydaki işçi bakımından “alt-işveren” diye bir işveren mevzubahis değildir. Bu işçi, en başından beri asıl işverenin işçisidir.
Dolayısıyla, asıl işveren (A) ile sizin alt-işveren dediğiniz ancak, somut olayda alt-işveren vasfını hukuken taşımayan kişilik (B) arasındaki sözleşme ile iş kazası arasında ( muvazaa haricinde) hukuki bir bağ kurmanın mümkün olamayacağını düşünüyorum. Hukuki bağlantı yoksa ya da bu bağlantı muvazaa olarak değerlendiriliyorsa, rücu talebinin dinlenmeyeceği görüşündeyim.

Daha başka bir ifade ile, bu işi “işveren” arasında

B’nin işçilerinden herhangi biri bir iş kazası geçirirse ve A bu nedenle bir tazminat ödemesi yaparsa, kusur oranlarına bakılmaksızın B, A’nin ödediği miktarı A’ya nakden ve def’aten öder.”

gibi bir sözleşme hükmü varsa dahi, B ile , kaza geçiren işçi arasına işçi-işveren ilişkisi olmadığından ( muvazaanın sonucu da budur) bu sözleşme hükmü çalışmaz. Çünkü, B ile kaza geçiren işçi arasında hukuki bir bağ yoktur ve hatta olan fiili bağ da hukuk düzeni tarafından tanınmamaktadır.

B’ye rücu edilebilmesi için kazanın oluşumunda B’nin üçüncü bir kişi olarak kusuru bulunmak gerekir.

Saygılar.

Sayın IŞIL Hanım,

Alt işveren- asıl işveren ilişkisi yoksa, zaten kanaatimce problem de yok demektir. İşveren kimse o sorumludur zaten.

Somut olaydaki resmi kayıtlara göre belli olan bir işveren vardır. Sorumlu odur. Aksini iddia eden, resmi kaydı çürütecek şekilde asıl işveren-alt işveren ilişkisini ispatlamak zorundadır.

Bu ilişkinin ispatlandığını varsaydığımız durumda, asıl iveren-alt işveren ilişkisinin İŞ kanunu 2. madde uyarınca kanundan dolayı gerçekleştiğini de kabul etmemiz gerekir. Başka bir deyişle bu iki işveren arasında muvazaanın olup olmaması işçi bakımından önemsizdir ve sanıyorum bu konuda ihtilaf yoktur.

Asıl işveren - Alt İşveren arasındaki ilişki ve rücu konusuna gelince, taraflar arasında hilafına mukavele yoksa yine halefiyetin kurallarını kanun belirleyecektir. Bir önceki mesajımda da kısmen belirttiğim gibi Borçlar kanunumuz sorumluluğun temelinin haksız fiile dayandığı haller için BK.50-51. madde temelinde kusur oranı ile sorumluluğu benimsemiş, zararın ve sorumluluğun kaynağının sözleşme olduğu hallerde ise BK.146. maddeye göre "müsavi=eşit" oranda sorumluluk kabul edilmiştir.

İşverenler arasında Muvazaanın olduğunu kabul ettiğimizi varsayarsak ve bu muvazaa yazılı bir sözleşmeye dayalı ise, bu sözleşmenin sorumluluğa dair hükmünün uygulanamayacağını da kabul etmemiz gerekir. O halde taraflar arasındaki sözleşme temelinde sorumluluk ve rücu tayin edilemiyorsa kanunun hükmü cari olacaktır.

Yaygın kanaat bu tür olaylarda haksız fiil kuralları temelinde kusur oranına bağlı sorumluluğu ve rücuu kabul etmesine rağmen, ben, bu tür akdi ilişkiler bakımından işçi ile işveren arasındaki hizmet akdi (Sözleşme) kapsamında bir sorumluluğun geçerli olduğunu düşünüyorum. Yani işçi ile işveren arasındaki sözleşme, işçinin, işverenden veya onun işyerinden/işçileirnden kaynaklanan zararalarının giderilmesine nedendir. Yoksa görülen zarar sözleşme dışı doğan bir zarar değildir. O halde işçi, işverenden "Borçlu, her kusurundan mesuldur" diyen BK.nunun sözleşmeye dayalı kusur sorumluluğu (ya da icabına göre kusursuz sorumluluk) temelinde zararının giderilmesini istemeli ve bu zarardan dolayı birden fazla işveren -kanuna bağlı olarak- müteselsilen sorumlu ise, bunlar da kendi aralarında BK:146'ya göre eşit olarak birbirlerine rücu edebilmelidir, diye düşünüyorum.

Saygılarımla.
Old 21-01-2010, 14:19   #16
Adli Tip

 
Varsayılan

1- Asıl-alt işveren ilişkisinde, sözleşmeler şu şekildedir:

* Alt işveren işçisi ile alt işveren arasında iş sözleşmesi vardır.
* Asıl işverenle, alt işveren arasında bir sözleşme vardır.

2- Her sözleşme, sözleşmenin taraflarını bağlar.

3- Asıl işveren ile, alt işveren işçisi arasında sözleşmeden kaynaklanan hak ve borç yoktur.

4- İş Kanunu, "asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur." hükmüyle, alt işverenin, işçisine olan bazı borçlarından asıl işvereni de sorumlu tutmuştır.

5- Asıl işverenin alt işveren işçisine borcu, Kanun'dan kaynaklanır.

6- Kanun'un amacı, işçiyi korumaktır. Alt işvereni korumak değildir.

7- İşçi, belirtilen sebeplerden doğan hak ve alacaklarını, dilediği işverenden talep edebilir.

8- Ne asıl işveren, ne de alt işveren, işçinin talebine cevaben, "bizim sözleşmemiz muvazaalıdır" diyerek işçinin haklarını ödemekten kaçınamaz, kurtulamaz.

9- Ancak işçi, işçinin hak kaybına uğramasına sebebiyet veren bir muvazaanın varlığını öne sürebilir. Hakimin resen yapacağı muvazaa araştırması da, işçinin haklarının haleldar olup olmamasıyla ilgilidir.

Bu halde muvazaa tespit edilirse, "alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılır. " B ve buna göre hüküm kurulur.
Alt işverenin sorumsuzluğuna ilişkin bir karar da verilmez, işverenler arasındaki sözleşmenin butlanına ilişkin de.
------

10- İşçinin mağduriyeti giderilip de, sıra asıl işverenle alt işveren arasındaki rücuya geldiğinde ise;

Alt işverenin "Aramızdaki sözleşme geçersiz kılındı. Ben işveren değilmişim, bu sebeple işçiyi gözetme borcum da hiç olmamış. İşveren olmadığım için ne kanunundan ne sözleşmeden doğan hiç bir yükümlüğüm yok, dolaysıyla yükümlülüğümü ihlal etmiş de olamam... İşçinin zararından, işveren olmadığım için işveren olarak sorumluluğum olmadığı gibi, üçüncü kişi olarak da sorumluluğum yoktur..." vs şeklindeki savunmasının geçerli olmaması gerektiği inancındayım.

Saygılarımla,
Old 21-01-2010, 14:22   #17
Adli Tip

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/11-254
K. 2004/295
T. 12.5.2004
DAVA : Taraflar arasındaki ""Rücuan Alacak"" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Körfez Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.7.2002 gün ve 2002/115 E- 2003/372 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 3.3.2003 gün ve 2002/9465 E-2003/1714 K. sayılı ilamı ile; ( ...Davacı vekili, davalı ile müvekkili şirket arasında İGSAŞ'ın fabrika sahası ile diğer yazılı yerlerde her türlü hizmetin ( temizlik, paketleme, dolum, ambar, büro ve bahçe hizmetleri ) ifasına dair sözleşme imzalandığını, davalının çalıştırdığı işçileri tarafından izin ücreti, ihbar, kıdem ve deprem tazminatının tahsili amacıyla müvekkili aleyhinde açılan davaların kısmen kabulüne karar verildiğini ileri sürerek, şimdilik 149.504.221.412- liranın ödeme tarihlerinden itibaren faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı taraf yanıt vermemiştir.
Mahkemece dosya kapsamına göre, İş Mahkemesince, ""işçilerin tamamının İGSAŞ'a ait olduğu, taşeron olarak çalışan kişilerin değişmesine rağmen işçilerin işini aynen ve aralıksız olarak sürdürdüğü, taşeron işçisi gibi gösterilmesi hususunun muvazaalı olduğu"" gerekçesine dayanarak İGSAŞ aleyhinde hüküm kurulduğu ve bu kararın onanarak kesinleştiği, bu durumda davacının taşeron görünümündeki davalı şirkete ödemiş olduğu bedelleri rücu etmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
1- Dava, asıl işveren tarafından işçilere ödenen ihbar, kıdem ve deprem tazminatının davalı taşerondan rücuan tazmini istemine ilişkindir.
Davacı ile davalı arasında akdedilen ve 1.1.2000-31.12.2000 dönemini kapsayan Taşeron aracılığı ile Hizmet Teminine ait sözleşme bulunduğu tartışmasızdır. Davacı, sözleşme gereği çalıştırılan ve işçiler tarafından müvekkili aleyhine açılan dava sonunda müvekkilince işçilere ödediği ihbar, kıdem ve deprem tazminatını, işveren olan davalı taşerondan tahsilini istemiştir.
1475 sayılı İş Kanununun 1/son maddesine göre, ""Bir işverenden belirli bir işin bir bölümünde veya eklentilerinde iş alan ve işçilerini münhasıran o işyerinde ve eklentilerinde çalıştıran diğer bir işverenin kendi işçilerine karşı o işyeri ile ilgili ve bu kanundan veya hizmet akdinden doğan yükümlülüklerinden asıl işveren de birlikte sorumludur."" Anılan Yasa maddesinde yazılı asıl işveren sorumluluğu, işçilere karşı olan bir sorumluluktur. Taşeron ile asıl işveren arasındaki bir düzenlemeyi içermeyen 1475 sayılı Yasanın 1/son maddesinin dava konusu olaya uygulanması mümkün değildir. Uyuşmazlığın, davacı ile davalı arasındaki sözleşme hükümlerine göre çözümlenmesi gerekmektedir.
Taraflar arasındaki sözleşmenin V. maddesinde davacı asıl işverenin davalı yükleniciye karşı nelerden sorumlu olduğu, VII. maddesinde de, davacı tarafından yapılacak ödemeler açıkça belirtilmiştir. Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşme hükümleri dikkate alınarak, dava konusu ihbar, kıdem ve deprem tazminatından hangi tarafın, ne miktarda sorumlu olduğunun değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddedilmesi doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 12.5.2004 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI :
Dava; taraflar arasında imzalanan ""taşeronluk"" sözleşmesi ve 1475 sayılı İş Yasası'nın 1/son maddesi hükmü uyarınca rücuan alacak istemine ilişkindir.
Davacı İ... Gübre Sanayi Anonim Şirketi ( İGSAŞ ); davalı B... İnşaat Gıda Sanayi Taahhüt ve Ticaret Limited Şirketi ile fabrika sahası, genel müdürlük binası ve sosyal tesislerde her tür hizmetin ( temizlik, paketleme, dolum, ambar, büro ve bahçe hizmetleri ) ifasına dair sözleşme imzalandığını, sözleşme kapsamında olmak üzere davalı B... Limited Şirketi işçilerin, İGSAŞ'a karşı açtıkları ihbar, kıdem ( vd. ) tazminatı alacağına dair işçilik hakları istemli davalar nedeniyle ödemek zorunda kaldıkları tazminatların ve ferilerinin rücuan tahsilini, aralarında imzaladıkları sözleşme ve 1475 sayılı İş Yasasının 1/son maddesi hükmü uyarınca davalı şirketten istemektedir.
Somut olayın çözümünde, taraflar arasında yapılmış olan sözleşmenin niteliğinin belirlenerek, sorumluluk koşullarının oluşup oluşmadığının saptanabilmesi için, konu ile bağlantılı bir kısım kavram ve olguların kısaca irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Ekonomide yaşanan yoğun rekabet ortamı ve teknolojide ulaşılan seviye, tüm alanlarda uzmanlaşmaya giderek hızlı, kaliteli ve daha uygun maliyetli mal ve hizmet üretimini zorunlu kılmaktadır. Bu gereksinime paralel olarak yeni üretim ve çalışma ilişkileri ortaya çıkmıştır.
Bunlardan; asıl işverenin yanında ""taşeron"" olarak adlandırılan başka işverenlerinde işyerinden iş almaları ve kendi sigortalılarını çalıştırmaları ile uygulama kazanmış olan ""asıl işveren-alt işveren"" ilişkisini ele alan 1475 sayılı İş Yasasının 1/son ve 4857 sayılı İş Yasasının 2/6. maddeleri, alt işverenin yanında asıl işvereni de sorumlu tutan bir içerik taşımaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türk iş hukukunda alt işveren kavramının yer aldığı 1475 sayılı İş Yasasının 1/son maddesinde aynen; ""Bir işverenden belirli bir işin bir bölümünde veya eklentilerinde iş alan ve işçilerini münhasıran o işyerinde ve eklentilerinde çalıştıran diğer bir işverenin kendi işçilerine karşı o işyeri ile ilgili ve bu kanundan veya hizmet akdinden doğan yükümlülüklerinden asıl işverende birlikte sorumludur"" denmektedir.
Maddenin ""diğer bir işveren"" olarak adlandırdığı işveren, gerek mevzuatta, gerekse öğreti ve yargı kararlarında; alt işveren, taşeron, tali işveren, aracı, alt müteahhit, alt ısmarlanan vb. adlarla anılmaktadır.
İş Yasası'na göre, alt işverenden söz edebilmek ve asıl işvereni, alt işverenin anılan nitelikteki yükümlülüklerinden ötürü sorumlu tutabilmek için, maddenin tanımından ortaya çıkan bir takım zorunlu unsurlar bulunmaktadır. Alt işveren kavramı her şeyden önce, bir asıl işverenin varlığını, bir başka işverenin asıl işverene ait işin bir bölümünü yapmayı üstlenmeyi ve nihayet asıl işverene ait işyerinde veya işyerinin bir bölümünde iş alanın kendi adına sigortalı çalıştırmayı gerektirir. Asıl işverenle, alt işveren arasındaki sözleşmenin hukuki niteliğinin önemi yoktur. Önemli olan yön, asıl işverene ait işin alt işveren tarafından Yasannın aradığı koşullarla yapılıyor olmasıdır.
Belirtilen unsurların birinin dahi eksikliği, taraflar arasında bu nitelikte bir akdi ilişkinin kurulmasını engeller. Bu durumda; gerek İş Yasası, gerekse Sosyal Sigortalar Yasası'yla asıl işveren-alt işveren ilişkisine bağlanan hukuksal sonuçlar elde edilemez.
Yasa hükmüyle amaçlanan, asıl işverenle alt işverenin işçileri arasında bir hizmet akdi bulunmamasına karşın, asıl işverenin, alt işverenin işçilerine karşı alt işverenle birlikte sorumluluğunun sağlanması, alt işverenin işçilerinin iş akdinden veya iş Yasası'ndan doğan haklarını bu işverenlerden dilediğinden veya birlikte her ikisinden talep edebilmesine olanak sağlayarak güvence altına almaktır.
İşçi bu hukuksal koruma ile, alt işverenin ödemekten kaçındığı işçilik haklarını asıl işverenden isteyebilecek, ödemeyi yapan asıl işverenin ise bu ödemeler nedeniyle alt işverene karşı rücu hakkı doğacaktır. Belirtilen nedenlerle ödenen işçilik haklarında rücuan sorumlu olabilmek için, taraflar arasında ""taşeronluk sözleşmesi"" olarak adlandırılacak akdi bir ilişkinin ötesinde, Yasanın cevaz verdiği anlamda geçerli bir asıl işveren-alt işveren hukuksal konumunun kurulmuş olması aranır.
Alt işverenin asıl işverenden bir bölüm iş alması ve bu işte kendi adına sigortalı çalıştırması, alt işverenin asıl işverenden aldığı iş nedeniyle işverenlik sıfatının doğmuş olması alt işveren kavramının belirleyici özelliğini oluşturmaktadır. Alt işveren her şeyden önce bir ""asıl işveren""in varlığını zorunlu kılmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, maddede belirtilen koşullardan birisinin dahi yokluğu durumunda aracıdan söz edilemez.
Asıl işveren; 1475 sayılı Yasa m. 1/1 gereğince, ""işçi çalıştıran gerçek yada tüzel kişi"" olup, işveren niteliği işçi çalıştırmanın doğal sonucudur.
Diğer işyerlerinde işçi çalıştırması nedeniyle ""işveren"" sıfatına sahip olan kimse de, işverenlik sıfatına ( devredilen iş dolayısıyla ) sahip olmadığı için, asıl işveren olarak sorumlu bulunmayacaktır.
Benzer şekilde, işi alan kişinin de işverenlik sıfatını, alınan işte ve o iş nedeniyle sigortalı çalıştırılması sonucunda kazanmış olması aranacaktır. Alınan işte sigortalı çalıştırmayıp, tek başına yada ortakları ile işi yürüten kişi alt işveren olarak nitelendirilemeyecektir. Bu kişinin diğer bir takım işyerlerinde çalıştırdığı sigortalılar nedeniyle kazandığı işverenlik sıfatının sonuca etkisi ise bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; tanımlanan maddi ve hukuksal olgular karşısında, işçilere yargı kararları uyarınca yapılan işçilik hakları ödemelerinden kimin sorumlu olacağının belirlenebilmesinde, taraflar arasında rücuan tahsilini olanaklı kılacak nitelikte bir asıl işveren alt işveren ilişkisinin bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Taraflar arasındaki akdi ilişki, asıl işveren alt işveren ilişkisini doğrulamıyor, benzer şekilde işçiler ile, sözleşmede alt işveren olarak adlandırılan davalı arasında bir hizmet akdinin bulunmadığı anlaşılmış, yada bu sözleşmelerin muvazaaya dayandığı saptanmış ise, bunun doğal sonucu olarak, işçi işveren ilişkisinin hukuksal statüsünden kaynaklanan ve işçilik hakları olarak da adlandırılan; kıdem, ihbar tazminatı gibi alacaklardan, gerek doğrudan ve gerekse dolaylı olarak, işveren sıfatını taşımayan davalının sorumlu tutulması mümkün olmayacaktır.
Davacı İGSAŞ ile davalı B... Limited Şirketi arasında imzalanan, ""taşeron aracılığı ile hizmet teminine dair sözleşme"" ile; fabrika sahası, genel müdürlük binası, sosyal tesislerde, İGSAŞ tarafından tarif edilecek her türlü hizmetin ""müteahhit"" işçilerince yerine getirilmesi hükme bağlanmıştır. Bu sözleşmede müteahhit olarak adlandırılan davalı şirketin yükümlülükleri; ""çalıştırdığı tüm personelin işvereni"" sıfatıyla İş Kanunu, SSK. ve çalışma hayatı ile ilgili diğer mevzuattan doğan yasal görevleri yerine getirmek, olarak öngörülmüştür. Buna karşın, işçilerin aylık ve diğer ödemeleri davacı İGSAŞ tarafından yerine getirilecek, sigorta primi işveren hissesi İGSAŞ tarafından karşılanacak, müteahhit personelinin kıdem tazminatı, ihbar öneli, iş Yasasından kaynaklanan yükümlülükler İGSAŞ'ın teminatı altında bulunacağı, İGSAŞ tarafından müteahhide ( kişi/gün ) hesabı ile sözleşmede belirtilen komisyon ücretinin ödeneceği belirtilmiştir.
Alt işveren işçilerinin genellikle asıl işveren işçilerinden daha az ücret ve sosyal haklarla çalıştırılabilmeleri, kısa süreli ihalelerle işyerlerinde ""taşeronlulaştırma"" uygulamalarının yaygınlaşması gibi nedenler, bir kısım alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı olduğu iddialarına ortam hazırlamıştır.
Müteahhit işçileri olarak ifade edilen çalışanlar tarafından İGSAŞ hakkında, anılan sözleşmenin muvazaaya dayandığı, gerçekte kendilerinin davalı İGSAŞ işçileri oldukları iddiası ile Körfez İş Mahkemesi'nde açılan ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleşen işçilik hakları istemli davaların yapılan yargılamaları sonucunda verilen kararlarda; ""davacının çalıştığı işçilerin tamamı davalıya ait işlerdir. Davacı görünüşte taşerona ihale edilmiş bir işte çalışıyormuş gibi gösterilmiş ise de; davacının esasen davalının işçisi olduğu, kısa sürelerle taşeron olarak görünen kişi değiştiği halde davacının işini aynen ve aralıksız olarak sürdürdüğü, taşeron ile yapılan sözleşmelerde; işçilerin işe alınmaları, işçilere verilecek ücret, iş saatleri, çalışma koşulları, yılık izinler, işçilerin cezalandırılması ve iş akitlerinin feshinde tek yetkili merciinin davalı ( İGSAŞ ) olarak belirlendiği, taşeron işçisi gibi gösterilmesi hususunun muvazaalı olduğu, davacıların gerçekte davalı İGSAŞ'ın işçileri olduğunun anlaşıldığı ve davacı işçilerin İGSAŞ'ın taraf olduğu Toplu İş Sözleşmesinden yararlanmalarının engellemek amacı ile bu yolun seçildiği ve iş akdinin davalı ( İGSAŞ ) tarafından feshedildiği"" gerekçeleri ile davaya konu ihbar ve kıdem tazminatı ve diğer alacakların dayalı İGSAŞ'dan tahsili ile davacılara verilmesine karar verilmiştir. Saptanan bu maddi olgunun, anılan davada taraf konumunda bulunan İGSAŞ yönünden bağlayıcı olacağı açıktır.
Davada; İGSAŞ; belirtilen yargı kararları nedeniyle ödemek zorunda kaldığı kıdem, ihbar, vd. tazminatların, yukarıda belirtilen ""taşeronluk sözleşmesi"" nedeniyle, alt işveren olarak adlandırılan davalı B... Limited Şirketinden rücuan tahsilini istemektedir.
Borçlar Yasasının 1. maddesinde belirtildiği üzere, bir sözleşme karşılıklı ve birbirine uygun iradelerin birleşmesi ile oluşur. Kural olarak bir irade beyanında, irade ile bildirimin birbirine uyumlu olması aranır. Uyumsuzluk, istemeden oluşabileceği gibi, taraflar bilerek ve isteyerek de bu uygunsuz durumu yaratabilirler. Tarafların bilerek ve isteyerek iradeleri ve beyanları arasında böylesi bir uygunsuzluğu yaratmaları halinde muvazaa söz konusu olacaktır.
Muvazaa hukuksal kavram olarak Borçlar Yasasının 18. maddesinde yer almış olmasına karşın anılan madde, daha çok sözleşmenin yorumu ile ilgili olup, bir çok yargısal kararın hukuksal temelini oluşturan bu kavramın tanımı yeterince yapamamaktadır.
BK.nun 18. maddesine göre ""bir akdin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.""
Muvazaanın öğretide ve yargı kararlarında pek çok tanımı yapılmış ise de kabul gören tanım; iki tarafın iradesi ile beyanları arasında istenerek meydana getirilen bir uygunsuzluk hali, tarafların gerçekte istemedikleri bir sözleşmeyi üçüncü kişileri aldatmak maksadıyla yapmaları hususunda anlaşmaları şeklinde ifade edilebilmektedir.
Federal Mahkemeye göre; ""muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan bir muamele yapmaları, fakat görünüşte ki bu muamelenin kendi aralarında geçerli olmayacağı hususunda anlaşmalarıdır ( JT 1929, 261 ).
Yargıtay'a göre muvazaa; ""açıklanan beyanların gerçek maksatlarına uymadığını bildikleri halde, akidlerin kastettikleri durumdan başka bir hukuki ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermiş olmaları hali""dir ( YİBK, 7.10.1953 T. 8/7 K )
Muvazaada taraflar bilerek iradelerine uymayan bir sözleşme yapmakta, bu sözleşme ile ""amaçlanan irade"" gizlenmekte, muvazaa anlaşması ile sözleşmeye hakim olan temel öğelerin hiçbir sonuç doğurmayacağı kararlaştırılmaktadır.
Görünürdeki sözleşmenin ardında ikinci ve gizli bir sözleşmenin bulunmaması mutlak muvazaa, gizli bir sözleşme yapıp, görünürdeki sözleşme ile bu sözleşmenin gizlenmesi hali ise nispi muvazaa olarak adlandırılmaktadır.
Yasanın 18. maddesinde düzenlenen muvazaa, nispi muvazaa olup, mutlak muvazaanın tanımı yasalarımızda düzenlenmemiş olmasına karşın, öğretide ve uygulamada yerini almıştır.
Mutlak muvazaada taraflar bir sözleşme yapma amacı taşımamakta, sadece üçüncü kişileri aldatmak için aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan görünüşte bir sözleşme yapmaktadır.
Nispi muvazaada, tarafların sözleşme yapma iradeleri birleşmekte, ancak sözleşmenin niteliği, unsurları ile başkalarını yanıltmak için amaçlarına uygun sözleşmenin yanında bir başka sözleşme daha yapılmaktadır.
Muvazaanın çeşidi ne olursa olsun, tarafların, öncelikle muvazaalı işlemleri üçüncü kişileri aldatmak için yaptıkları ve bu anlaşmanın kendi aralarında hüküm ifade etmeyeceği yönünde anlaşmaları belirleyici unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Burada var olan aldatma kastından amaç, tarafların harice karşı aldatıcı görünüm yaratma konusundaki niyetleridir. Muvazaalı işlemlerde aldatma niyeti, ""muvazaa niyeti"" olarak da adlandırılmaktadır.
Muvazaa anlaşması ile görünüşteki sözleşmenin hüküm ve sonuç doğurmayacağı kararlaştırılmakta veya görünüşteki sözleşmenin vasfı, tarafları veya bir kısım unsurları değiştirilmektedir. Muvazaa anlaşması görünürdeki sözleşmenin tamamı kapsamına alabileceği gibi, bir bölümünü de konu edinebilir, ilk halde tam muvazaadan, ikinci halde ise kısmi muvazaadan sözedilecektir.
Taraflar akdin gerçek içeriğini gizlemek ( yani üçüncü kişileri aldatmak ) kastı ile iradelerine uymayan bir ifade tarzı kullanabilirler.
Görünürdeki işlem, tarafların gerçek iradelerine uygun olarak yapmak istedikleri işlem değildir. Sözleşmelerde tarafların birbirine uygun irade beyanları sonuç doğurur.
Muvazaalı işlemlerde ise tarafların sadece görünürdeki beyanları birbirine uygundur. Taraflar arasında işlem iradesi mevcut değildir. Aksine tarafların iradesi muvazaalı işlemin geçerli olmaması konusunda birbirine uyumludur. Bu nedenle görünürdeki, muvazaalı işlem taraflar arasında geçersiz olup, hüküm ve sonuç doğurmaz.
Gerek Borçlar Yasası'nın 18. maddesine, gerekse 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre, akitte muvazaa halinin, akde taraf olanın gerçek irade ve amacının belirlenmesi ile saptanacağından kuşku yoktur.
Borçlar Yasasının 18. maddesi hükmünden, bu alanda ""irade teorisi"" nin hakim olduğu anlamı çıkmaktadır. Bu nedenle de, sözleşmenin tarafların gerçek irade ve arzularına uygun bulunması gerekir. Muvazaalı sözleşme tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından başlangıçtan beri geçersiz sayılacaktır.
Taraflar ister salt bir görünüş yaratmayı, ister görünüşteki sözleşmeden başka bir sözleşme yapmayı istemiş olsunlar, görünüşteki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uygun olmadığından geçersizdir. Taraflar görünüşteki sözleşmenin bazı koşullarını ( unsurlarını ) da değiştirmiş olabilirler.
Körfez İş Mahkemesinin kesinleşen onlarca kararlarında, taraflar arasında yapılmış olan taşeronluk sözleşmesinin, alt üst işveren ilişkisi bakımından muvazaalı olduğu saptaması yapılarak, ""geçersizliğinin tespiti"" ile işçilik haklarının tahsili açısından gerçek ve tek işveren sıfatı ile İGSAŞ hakkında hüküm kurulmuştur.
Bu noktada tarafların aralarındaki sözleşmeyi ""taşeronluk sözleşmesi"" olarak isimlendirmelerine karşın, Yasanın tanımladığı anlamda bir alt işverenlik ilişkisi yaratmayı amaçlamadıkları, gerçekte, davacı İGSAŞ'ın işyerinde geçerli toplu iş sözleşmesi nedeniyle üretim maliyetini artırmakta olan işçilik ( ücret-tazminat ) kalemini bu yolla, mevzuatın belirlediği asgari düzeye indirmenin amaçladığı ortadadır.
Taraflar tipik olarak bir taşeronluk sözleşmesi yapmak istememelerine karşın, üçüncü kişileri aldatmak ve yukarıda belirtilen sonucu elde etmek amacıyla, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan görünüşte bir sözleşme yapmışlardır.
Geçersizliğin hukuki sonuçları anılan maddede tanımlanmamasına karşın, öğreti ve uygulamada muvazaalı işleme bağlanan hukuki sonuç, yani geçersizlik yaptırımının butlan yaptırımı olduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle hakimin muvazaayı istek olmaksızın kendiliğinden göz önünde tutması gerekir.
Bu nedenle; muvazaalı işlem başından itibaren geçersiz olup, taraflar arasında her hangi bir borç ve alacak doğurmayacaktır. Sözleşmenin geçersiz olması sebebiyle paraflar bir zarara uğramış olsalar bile bunu birbirlerinden talep edemezler. Muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya aradan bir zaman geçmesi ile görünüşteki işlem geçerli hale gelmeyecektir.
Anılan sözleşmeye dayanılarak açılan rücu istemli davanın, sözleşme hükümlerinin de dikkate alınarak sonuçlandırılması mümkün değildir.
Sonuç olarak; taraflar arasındaki sözleşmenin asıl işveren- alt işveren ilişkisine dair hükümlerinin muvazaalı olduğu, müteahhit işçileri olarak adlandırılan çalışanların ise gerçekte bu davanın davacısı İGSAŞ'ın kendi işçileri olduğunun kesinleşen Körfez İş Mahkemesi kararları ile tespit edilmiş olması ve bu kararlar nedeniyle işçilik haklarına ilişkin tazminatların İGSAŞ tarafından ( kendi işçileri olduğu kesinleşmiş ) anılan davanın davacıları olan işçilerine ödenmiş olması karşısında, ödenen bu tazminatların alt işveren olmadığı saptanmış olan davalı B... Limited Şirketinden, bu işçilerin halen kendi işçileri olduğu iddia edilerek ve artık geçersizliği tespit edilen alt işverenlik sözleşmesi hükümleri dayanak alınarak rücuan tahsili mümkün olmadığı gibi, yerel Mahkemece de istemin sonuçlandırılmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.
Sözleşmenin işverenlik ilişkisini belirleyen muvazaalı hükümleri dışında kalan hükümlerinin geçerli olduğunun kabulü halinde dahi; sözleşmenin bir tür işçi temini-iş aracılığı olarak nitelenebileceği, sözleşmenin bu niteliğinin de yukarıda yazılı nedenlerle davacı İGSAŞ'a, rücu olanağı yaratamayacağı hukuksal gerçeği karşısında, Yerel Mahkemenin direnme kararı anılan gerçeklerle yerinde olup, onanması gerekir. Aksi düşünce ile bozma yönünde oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Birinci Başkanvekili
İhsan DEMİRKIRAN
Old 09-03-2010, 12:11   #19
Adli Tip

 
Varsayılan

YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2009/35910
Karar Numarası: 2009/25679
Karar Tarihi: 05.10.2009

DAVA: Davacı, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın davalı +++ Gemi Yapım A. Şirketi yönünden kabulüne, davalı %%% Ltd. Şirketi yönünden husumet nedeni ile reddine karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı ve davalı +++ Gemi Yapım A. Şirketi avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi B.Kar tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacının iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan ve sözlü olarak kayıt üzerinde gösterilen davalı %%% şirketince feshedildiğini, davacının başlangıçtan beri diğer davalı asıl işveren +++ şirket işyerinde asıl işte çalıştığını, davalılar arasındaki sözleşmenin muvazaalı olduğunu iddia eden davacı vekili, feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı %%% şirket vekili, diğer davalı ile eser sözleşmesi imzalandığını, aralarında herhangi bir organik bağ bulunmadığını, muvazaalı işlem yapılmadığını, davacının iş sözleşmesinin fesih yazısındaki nedenlerle haklı olarak feshedildiğini davanın reddi gerektiğini savunurken, diğer davalı +++ Gemi Yapım şirket vekili ise davacının diğer şirket işçisi olduğunu, iki davalı arasında istisna sözleşmesi bulunduğunu, verilen işin asli iş olmadığını, belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece işyerinde bilirkişi marifeti ile yapılan keşif sonrası alman rapora itibar edilerek, işyerinde davalılar arasında sözleşmeye konu olan çelik kaynak işinin asıl iş olduğu ve uzmanlık gerektirmediği, asıl işin bölünerek verilmesinin 4857 sayılı İş Kanunu'nun 2/6-7 maddesine ayları olduğu, davalılar arasındaki sözleşmenin muvazaalı olduğu, davacının başlangıçtan beri asıl işveren %%% Gemi yapım şirketi işçisi sayılması gerektiği, diğer davalının işverenlik sıfatının bulunmadığı, davacının diğer arkadaşları ile sigorta primlerinin eksik yatırılmasını görüşmek istediklerinin ertesi gün işe alınmadığı, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesi ile davanın davalı %%% Gemi Yapım A. Şirketi yönünden kabulüne, davalı +++ Metal Ldt. Şirketi yönünden husumet nedeni ile reddine karar verilmiş ve ret nedeni ile davalı +++ şirketi lehine vekalet ücretine hükmedilmiştir.
Davacı vekili, %%% şirketi lehine vekalet ücretine hükmedilmesini temyiz nedeni yaparken, davalı +++ Gemi Yapım ... Şirketi vekili, cevap nedenleri ile karan temyiz etmiştir.
Dosya içeriğine göre, işyerinde davalılar arasında sözleşmeye konu olan çelik kaynak işinin asıl iş olduğu ve uzmanlık gerektirmediği, asıl işin bölünerek verilmesinin 4857 sayılı İş Kanunu'nun 2/6-7 maddesine aykırı olduğu, davalılar arasındaki sözleşmenin muvazaalı olduğu, davacının başlangıçtan beri asıl işveren +++ Gemi yapım şirketi işçisi sayılması gerektiği, diğer davalının işverenlik sıfatının bulunmadığı, davacının diğer arkadaşları ile sigorta primlerinin eksik yatırılmasını görüşmek istediklerinin ertesi gün işe alınmadığı, feshin geçerli nedene dayanmadığı anlaşıldığından, davanın asıl ve gerçek işveren davalı --- Gemi Yapım A. Şirketi yönünden kabulüne, diğer dava davalı %%% Ldt. Şirketinin işverenlik sıfatı bulunmadığından bu davalı yönünden husumet nedeni ile reddine karar verilmesi yerindedir.
Ancak, işverenlik sıfatı bulunmayan xxx şirketi'nin muvazaalı işlemin tarafı olması ve dava açılmasına neden olması nedeni ile lehine vekalet ücretine karar verilmemesi gerekir. Bu nedenle kararda adı geçen davalı lehine vekalet ücretine karar verilmesi hatalı ise de, bu durum yeninden yargılamayı gerektirmediğinden, HUMK.'nun 438/7 maddesi ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 20/3 maddesi uyarınca aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın hüküm fıkrasının 2 bendinin 8 paragrafında yer alan "Davalı %%%% Metal San. ve Tic. Ltd. Şti kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan tarife uyarınca belirlenen 575,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisine verilmesine" cümlesinin hükümden tamamen çıkarılmasına ve kararın bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 05.10.2009 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Kaynak: Legalbank
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
asıl işveren-alt işveren yargıtay kararları Av.Elvan Akkaya İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Çalışma Grubu 16 04-09-2013 08:40
Asıl işveren- Alt işveren işçisi ahmetyılmaz Meslektaşların Soruları 12 23-02-2012 14:04
devlet hastanesi iş kanunu kapsamında mıdır?alt işveren-asıl işveren avukat erdoğan Meslektaşların Soruları 4 10-08-2007 23:02
sözleşmenin hukuki mahiyeti- alt işveren, asıl işveren sorunu Fatma Çınar Meslektaşların Soruları 4 08-08-2007 15:22
İş kazası, Taşeron-işveren ilişkisi, yer teslimi yapılmadan olan kaza nihanbil Meslektaşların Soruları 0 05-05-2007 14:04


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08868790 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.