Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Bağışlama ve Ayırt Etme Gücü

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 01-08-2009, 11:59   #1
idas

 
Varsayılan Bağışlama ve Ayırt Etme Gücü

Değerli meslektaşlarım bu konu ile ilgili bilgisi ve elinde karar olan meslektaşların bilgisine ihtiyacım var.

KONU: müvekilin babası A, 70 yaşın da olup adına kayıtlı olan bir evi kuruma bağışlıyor. Ailenin BUIndan 2-3 ay sonra haberi oluyor. Baba şimdi hata yaptım diyor. Bağışlayan baba ile konuştuğum da babanın akli melekelerinin yani temyiz kudretinin yerinde olmadığını anladım aynı zamanda baba 1 sene önce de psikolojik destek te almış ve ilaç ta kullanmış ( fakat ne ilgili psi. destek aldığını henüz bilmiyorum.)
TMK. 15 madde :....................ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz.
Tapu Kad. Genel Müd. genelgelerin de akli melekelerin kontrol eedilmesi veya doktor raporu istenmesi gerekir demekte.

1- yapılan bağışlamanın iptalini isteyebilir miyim?
2- Söz konusu öyle bir dava olursa davayı kimi açması gerekir ve usulu konusunda bilgisi olan arkadaşlar varsa şimdiden teşekkür ederim.
Old 03-08-2009, 13:28   #2
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Sayın idas;


Bağışlamanın iptali davası açılabilir ve bu davayı mirasçılardan her biri açabilir. Konuya ilişkin sunduğum üç yargıtay kararını incelemenizi öneririm. Saygılarımla..

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 1979/7978 K. 1979/10405

• AYNİ HAKKIN KAZANILMASI

• MÜMEYYİZ OLMAYANLARIN TASARRUFU

743/m.15

ÖZET : Ayni hakkın kazanılması tescilin haklı ve geçerli bir tüzel nedene dayanmasına bağlıdır.
Sezgin ( mümeyyiz ) olmayan kişinin tasarrufu tüzel sonuç doğurmaz.
Davacılar, hukuki ehliyetsizlik sebebiyle satış suretiyle davalı adına tesis olunan 89 ada 9 parsele ait kaydın iptalini adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalı, iddianın varit olmadığını 30.000 liraya değil, 100.000 liraya satın aldığını söylemiştir.
DAVA : Satış akdinin mümeyyiz bir kimsenin muamelesinden farksız olduğu ve bu sebeple zararına bir mahiyet görülmediği sebebiyle davanın reddine dair verilen kararın duruşmalı olarak Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya tetkik olunarak gereği düşünüldü:
Davacılar miras bırakanı Sami, dava konusu 89 ada 9 parsel sayılı taşınmazını satış yoluyla davalıya temlik etmiştir.
Davacılar, miras bırakanları Sami'nin temlik tarihinde hukuki tasarrufa ehil olmadığını ileri sürerek davalı üzerindeki kaydın iptalini ve kendi adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalı, iddianın yerinde bulunmadığından davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
KARAR : Mahkeme, satışın gerçek değer üzerinden yapıldığı akdin mümeyyiz bir kimsenin yapacağı işlemden farksız olduğu ve bir zarar da doğurmadığı gerekçesiyle davayı red etmiştir.
Açıklandığı üzere davada dayanılan hukuksal neden ehliyetsizlik iddiasıdır. Gerçekten muris Sami'nin satış akdinin yapıldığı 17.9.1973 tarihinde hukuki tasarruf ehliyetinden yoksun olduğu Adli Tıp Meclisinin 17.10.1977 günlü raporuyla kanıtlanmıştır. Bu konuda bir uyuşmazlık yoktur.
Türk MK.sistemine göre bir ayni hakkın kazanılması için, tescilin haklı ve geçerli bir hukuki sebebe dayanması zorunludur.
Haksız ya da lüzum ifade etmeyen bir işleme dayanılarak yapılan tescil geçeriz bir tescildir. Tescil isteğinin geçerli bir hukuki sebebe dayanmaması, ayni hakkın doğumunda ve kazanılmasında kurucu öge "unsur" olan tescil işlemini temelde sakat duruma getirir. Örneğin; tescilin hiçbir hukuki nedeni olmayan veya tescile dayanak olan hukuki işlemin geçerliliği bulunmayan ya da tescil isteğinin hukuki işlem yapma ehliyeti olmayan bir kimse tarafından istenmiş olduğu hallerde ortada yolsuz, geçersiz bir tescilin varlığı söz konusudur.
Ayırtım gücü "mümeyyiz" olmayan şahsın tasarufunun hukuki bir hüküm ifade etmeyeceği Medeni Yasa’nın 15. maddesi hükmü gereğidir. Gerçi anılan maddenin 2. fıkrasında "kanunda muayyen istisnalar bakidir" hükmü yer almış ise de, temel kural ayırtım gücü "mümeyyiz" olmayan kişinin tasarrufunun hukuksal bir değer taşımayacağı kendiliğinden geçersiz olduğu, bağlayıcı bir sonuç doğurmayacağı olgusudur.
Nitekim, 28.7.1941 gün ve 4/21 sayılı İn.Bir.Kararında; "ayırtım gücünden yoksun olanın yaptığı hukuksal işlem salt çürüklük" ( mutlak butlan ) nedeni ile geçersizdir. M.K.’nun 15. maddesi ayırtım gücünden yoksun olanı korumak amacı ile konulmuştur. Öteki yanın, iyiniyetli olması da gözönünde tutulmaz denilmektedir.
Buna karşın 9.3.1955 gün ve 22/2 sayılı İn.Bir.Kararının gerekçesinde "...M.K.’nun 15. maddesini mutlak surette yani mümeyyiz olmayanın yaptığı herhangi bir hareketin hukuken bir netice doğurmayacağı şekilde tefsir etmek doğru olmaz...hükmün vazında asıl gaye ve maksadın Medeni hakları kullanmaktan gayri mümeyyizlik sebebiyle mahrum olan kimselerin korunması olduğu meydandadır...15. maddenin mümeyyiz olmayan kimse tarafından diğer taraf aleyhinde dermeyan edilmesi de, hal ve şartlara göre hüsnüniyet esaslarına aykırı bir durum mahiyeti arzedebilir. Filhakika mümeyyiz olmayan kimse temyiz kudretine sahip olsa idi aynı surette hareket edecek, yani normal zekalı bir insan dahi aynı tarzda muamelede bulunacak idi ise, temyiz kudretinden mahrum olduğunu dermeyan edememelidir...Mümeyyiz olmayan tarafından hukuki muamelenin hükümsüzlüğü iddiası objektif hüsnüniyet kaidelerine aykırı olduğu takdirde dinlenmez" görüşüne yer verilmiştir.
Ne var ki, 9.3.1955 tarihli İn.Bir.Kararı 28.7.1941 tarihli İn.Bi.Kararını yürürlükten kaldırmış değildir. Ayrıca her iki İn.Bir.Kararının amacı aynı olmadığı gibi, mümeyyiz olmayan kimsenin tasarrufunun hüküm ifade etmeyeceğini, hukuken batıl olduğunu vurgulayan 28.7.1941 tarihli İn.Bi.Kararı açık ve kesindir. Bunun yanısıra davaya konu olayda; davalı davacıların miras bırakanının ehliyetsizliği nedeniyle tasarrufunun geçersizliğiyle ilgili iddialarının iyiniyetle bağdaşamayacağı hususunda bir savunmada bulunmamıştır. Öte yandan davacıların iyiniyetli olmadıklarını ortaya koyan bir durum da mevcut değildir. Bu nedenle uyuşmazlığın 9.3.1955 tarihli İn.Bir.Kararı çerçevesinde değerlendirilmesine gerek yoktur.
Tüm bu açıklamalardan ayrı olarak salt, satışın gerçek değer üzerinde yapılmış olduğundan hareket ederek ve böyle bir kabule dayanarak bir zarar doğmadığı, ayırtım gücü "mümeyyiz" olmayan kişinin temyiz kudretine sahip, yani normal zekalı bir insan gibi hareket ettiği sonucuna varmak güçtür.
Temyiz kudretinden yoksunluk, kişinin serbest iradesini bozucu, yok edici bir unsur olduğuna göre kişiyi, en azından bir gereksinimi olup olmadığını düşünmeksizin taşınmazını satmaya itmiş olacaktır. Serbest irade dışında yapılmış böyle bir satışı, velevki gerçek değer üzerinden yapılmış olsa bile, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşulların doğal gereği olarak özellikle taşınmaz mal alım satımlarında gözlemlenen astronomik rakamlara varan hızlı fiyat artışı yönünden zarar doğurucu saymamak mümkün değildir.
SONUÇ : O halde, açıklanan nedenlerden ötürü, davanın kabulü gerekli iken, yazılı olduğu üzere reddi isabetsizdir. Temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün anılan nedenlerden ötürü HUMK.’nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), gelen temyiz eden vekili için 1400 lira duruşma vekalet ücretinin temyiz edilenden tahsiline peşin harcın iadesine bozmada oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı Sami vasisi Göngör, 18.11.1974 günlü dilekçesinde vesayeti altında olan Sami'nin 19 parsel nolu kâgir evini 17.9.1973 günü davalı Bekir'e 30.000 lira karşılığında sattığını, Ürgüp Sulh Hukuk Mahkemesinin 23.8.1974 gün ve 973/208 esas ve 974/173 karar no.lu kararıyla Sami'nin ehliyetsizliği sebebiyle vesayet altına alındığını vesayet altına alınmasının 31.8.1974 günü ilan edildiğini ehliyetsizliğin akit tarihinde de mevcut olduğunu, bu nedenle davalıya 9 parseli satmasının geçersiz olduğunu bildirerek, davalı namına satış suretiyle tesis edilen tapu kaydının iptali ile kaydın Sami namına tescilini istemiştir.
Davalı vekili davacının akit tarihinde ehliyeti olmadığına dair bir raporu olmadığını akitten sonra vesayet altına alınmasının akdin iptalini gerektirmeyeceğini savunmuştur.
15.2.1978 günlü dilekçesinde de satışın 100.000 lira üzerinden yapıldığını, tapuda satış bedeli 30.000 lira gösterilmişse de, harç yönünden böyle gösterildiğini banka dekonduyla 70.000 liranın da ödendiğini bildirmiş, yapılan keşifte de taşınmazın 100.000 lira değerinde olduğunun tesbit edildiğini, bu hale göre satışın normal koşullarla yapıldığını, davacının bir zararı söz konusu olmadığına, M.K.’nun 15. maddesi gereğince ehliyetsiz kimsenin yaptığı her akdin batıl olmadığını, iyiniyet kurallarına göre durumun incelenmesi bir zarar ve karşı tarafın kötü niyetli olduğu saptanmamış olması hallerinde 28.7.1955 günlü Yar. İç. Bi. Kararına göre davacının akit tarihinde ehliyetsiz bulunsa bile akdin geçerli olduğunun kabulü gerektiğini bildirerek, davanın reddini istemiştir.
Mahkeme, gerekçeli kararında davalının savunmasının doğru olduğunu bildirerek davanın reddine karar vermiştir.
1 - Adli Tıp Meclisinin 17.10.1977 günlü raporu ile davacının akit tarihi olan 17.9.1973 günü kanuni ehliyeti olmadığı belirlenmiştir.
2 - Taşınmazın 29.11.1973 günündeki değerinin 100.000 lira olduğu taraflar arasında cereyan eden 973/373 esas nolu müdahalenin meni dosyasından yapılan 15.11.1974 günlü keşifte yerel bilirkişi beyanı ile saptanmıştır. Ancak bu keşifte davacı vasisi veya vekili hazır bulunmamıştır. Satış günündeki rayiç bedelin tesbiti için ve uzman bir bilirkişi huzuru ile keşif yapılmamıştır.
3 - Davalı taşınmazı akit tablosuna göre 30.000 liraya satın almışsa da 100.000 lira satış bedelinin 19.7.1973 ve 15.9.1973 günlü Akbank dekontları ile davacının banka hesabına yatırıldığı saptanmıştır. Bu nedenle satışın 100.000 lira üzerinden yapıldığının kabulü doğrudur.
4 - Davacı vasisinin dinlettiği şahitlerden Lütfü, akit yapılırken vasinin de hazır bulunduğunu bildirmiştir.
5 - Tarafların dinlettiği şahitlerden davalının davacıyı zarara sokmak maksadıyla kötüniyetli hareket edip etmediği davacının bu davayı açmakta menfaati olup olmadığı böyle bir davanın açılmasının iyiniyet kuralları ile bağdaşıp bağdaşmadığı sorulmamış ve bu yönde bir inceleme yapılmamıştır.
SONUÇ : Akit günü olan 17.9.1973 günlü rayiçe göre taşınmazın değeri uzman bilirkişice tesbit edilmeden ve davacının dava açmakta menfaati olup olmadığı, akdin mümeyyiz bir şahsın yapacağı akit niteliğinde olup olmadığı davalının kötüniyetle hareket edip etmediği ve davacının ve davalının eylemlerinin M.K.’nun 2. maddesinde yazılı iyiniyet kurallarıyla bağdaşıp bağdaşmayacağının gereği gibi araştırılmadan eksik incelemeye dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi yolsuzdur. Bu nedenle kararın yazılı nedenlerle bozulması reyindeyiz.
Üye

( Y.A. )

Üye
( F.B. )


------------------------------------------------
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2002/1-877 K. 2002/1029

• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Hukuki Ehliyetsizlik Nedeniyle )

• HUKUKİ EHLİYETSİZLİK NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Batıl Olan Bir Akdin Bir Taraf İçin Geçerli Diğer Taraf İçin Geçersiz Sayılmasının Mümkün Olmaması )

• BATIL SÖZLEŞME ( Batıl Olan Bir Akdin Bir Taraf İçin Geçerli Diğer Taraf İçin Geçersiz Sayılamaması )

• TEMYİZ KUDRETİ OLMAYAN KİŞİNİN YAPTIĞI SATIŞ ( Ehliyetsiz Kişinin Fiillerinin Hukuki Sonuç Doğurmaması )

• EHLİYETSİZ KİŞİNİN FİİLLERİ ( Hukuk Sonuç Doğurmayıp Batıl Olması-Batıl Olan Bir Akdin Bir Taraf İçin Geçerli Diğer Taraf İçin Geçersiz Sayılamaması )

• OLAĞAN ZAMANAŞIMI İLE İKTİSAP ( İktisap İçin İyiniyet ve Malik Sıfatıyla Zilyetlik Koşullarının Gerçekleşmesinin Gerekmesi-Fiil Ehliyeti Olmayan Kişinin Zilyetliğinden Söz Edilememesi )

• MALİK SIFATIYLA ZİLYETLİK ( Fiil Ehliyeti Olmayan Kişinin Zilyetliğinden Söz Edilememesi )

• İYİNİYET ( Temyiz Kudreti Yani İradesi Olmayan Kişinin İyiniyetinden Bahsedilememesi )

• SATIM AKDİ ( Temyiz Kudreti Yani İradesi Olmayan Kişinin İyiniyetinden Bahsedilemeyeceğinden Tapuda Yapılan Satım Akdinin Geçersizliği )

• FİİL EHLİYETİ OLMAYAN KİŞİ ( Ehliyeti Olmayan Kişinin Hak Kurabilme ve Borç Altına Girebilme Ehliyeti Olmayacağından Satım Akdinin Geçersiz Olması )

743/m.13,15,16,638

818/m.235,236


ÖZET : Davranışlarının eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç ( yükümlülük ) altına girebilme ehliyetinden söz etme olanağı yoktur.
Dava, taşınmaz satış işleminin hukuki ehliyetsizlik nedeniyle iptali ve tescil talebine ilişkindir. Ehliyetsiz kişinin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Akit iki taraflı hukuki işlemdir. Akit karşılıklı olarak iki tarafın iradesinin birleşmesiyle oluşur. Batıl olan bir akit bir taraf için geçerli diğer taraf için geçersiz kabul edilemez. Somut olayda MK'nun 638. maddesinin uygulanması gerektiği savunulmuştur. Olağan zamanaşımı ile iktisap için iyi niyet ve malik sıfatıyla zilyetlik koşullarının gerçekleşmesi gerekir. Fiil ehliyeti bulunmayan kişinin malik sıfatıyla zilyetliğinden söz edilemez. Öte yandan iradesi olmayan kişinin iyi niyetinden bahsedilemez. Tapuda yapılan satım akdi geçersizdir. Bu durum karşısında davanın kabulü gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki "hukuki ehliyetsizlik nedeniyle tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 25.1.2001 gün ve 1996/468 2001/7 sayılı kararın incelenmesi davalı ( karşılık davacı ) vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 5.7.2001 gün ve 2001/7015-8434 sayılı ilamı ile ( ... Medeni Yasa, medeni hakları kullanma ehliyetini temyiz kudretinin ( md. 13 ) bulunması şartına bağlı kılmış, mümeyyiz olmayanın bu hakları kullanma selahiyetinden yoksun olduğunu hükme bağlamış, ( Md. 14 ); temyiz kudretinden yoksun olan kişinin tasarrufunun hukuken sonuç doğurmayacağını ( md. 15 ) ifade etmiştir. Kuşkusuz, davranışlarının eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç ( yükümlülük ) altına girebilme ehliyetinden söz etme olanağı yoktur.
Yasanın belirtilen düzenleme sistemine göre temyiz kudretine sahip olmayan kimsenin yaptığı işlemlerin, hiçbir hukuki hüküm ifade etmeyeceği, yokluğa eşdeğer butlan ile malul bulunduğu söylenebilir. Gerek doktrinde gerekse uygulamada benimsenen görüş de bu doğrultudadır. Bu düzenleme ve kabul tarzının, mutlak ehliyetsizlik hali olarak da nitelendirilebilen, temyiz kudretinden yoksun kişiyi korumaya yönelik olduğu muhakkaktır. Böyle bir korumanın gerekliliği de tartışılamaz.
Nitekim konuyla ilgili 28.7.1941 tarih, 4/21 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı'nın sonuç bölümünde "... temyiz kudretinden mahrum olduğu haliyle tahakkuk etmesi halinde tasarruf, MK.'nun 15. maddesi hükmünce batıldır. Mümeyyiz olmayan bir kimse ile hukuki muamelede bulunan diğer akidin bunu bilmeyerek iyi niyetle hareket etmiş olması, zikri geçen 15. maddenin mutlak ve kat'i sarahati karşısında, öyle bir kimsenin tasarrufu üzerinde hukuki hüküm terettüp etmesi için kafi değildir. Kanun o gibi temyiz kudretinden mahrum kimselerin esasen hüküm ifade etmeyen tasarrufları hususunda o tasarruftan dolayı hak iddia edenlerin iyi niyetini himaye etmemektedir. Elverir ki, o tasarrufun hüküm ifade etmesi için lüzümlü olan temyiz kudretini tasarruf zamanında mevcut olmadığı kat'iyede subut bulsun. Bu takdirde kasırın hali, hüsnüniyetten ziyade himayeye layık görülür. Medeni Kanunumuzun metin ve ruhundan başka türlü bir netice çıkarılmasına imkân yoktur..." denilmek suretiyle yukarıda sözü edilen görüşler dile getirilmiş, hatta ehliyetsizle hukuki muameleye taraf olan kişinin iyi niyetine değer verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
Bu ve benzeri kararların ehliyetsiz kişi yönünden ve onun tasarrufları açısından oluşturulduğu, geçersizliğin bu bakış açısıyla yorumlandığı görülmektedir. Ehliyetsizin taraf olduğu, yok hükmünde, batıl, hiçbir zaman yapılmamış sayılan akdin karşı tarafı bakımından sonuç ve hüküm doğuracağı söylenebilir mi? Diğer bir anlatımla, bu akdi ehliyetsiz yönünden geçersiz, karşı taraf için geçerli saymak mümkün müdür? Kanımızca, bu sorulara olumlu yanıt verebilme olanağı yoktur. Yoklukla, butlanla malul akit, bütün tarafları bakımından hükümsüzdür. Hükümsüzlüğün ehliyetsiz tarafından ileri sürülebilmesi ne denli doğru ise akdin karşı tarafınca da ileri sürülebilir olması gerekir.
Nitekim Von Tuhr, "... Kanun vazıı hukuki muamelelere ve diğer hukuki füllere hukuki hükümler tanımıştır. Kanun vazıı her hak sahibinin hukuki vaziyetini menfaat ve arzularına uydurulabilmesini haklı sayar. Bu selahiyet kendisini bir zarardan korumak hususunda bu muameleleri yapan kimsenin menfaatleri için olduğu kadar, kendisiyle münasebetlere girişen üçüncü şahısların menfaati için de asgari bir temyiz kudretine lüzum gösterir. Bununla beraber, kanun temyiz kudretine müstenit bir iradeyi bazen hukuki muamelenin sıhhati için lüzumlu ve bazen de lüzumsuz sayamaz; işlerin emniyet ve selameti bundan zarar görür.
"...Tamamıyla ehliyetsiz bir kimsenin bütün hukuki muameleleri, faydalı olsun veya olmasın batıldır; ehliyetsiz kimse bilahare medeni hakların kullanılması selahiyetini iktisap etse bile bu muamelelerin butlanı devam eder. Kanuni mümessilin muvafakatı da hükümsüzdür..." ( Audreas Von Tuhr. Borçlar Hukuku Umumi Kısım 1 2/1983 S. 202-205 ) ifadeleriyle bu görüşü doğrulamaktadır.
Bu düşünce tarzının yargı kararlarına da yansıdığı görülmektedir. 9.3.1955 gün ve 22/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında, ipotek suretiyle borç para alan kimsenin akit tarihinde ehliyetsizliğinin anlaşılması nedeniyle ipoteğin iptaline karar verildiğinde borç para verenin parasını geri almak için açacağı davada zamanaşımının hangi tarihte başlayacağı tartışılmış; sonuçta "... karz muamelesini temin eden gayrimenkul rehni, rehnedenin temyiz kudretinden mahrumiyeti sebebiyle terkin edildiği takdirde, alacağın tabi olduğu müruruzamanın, rehnin terkini hakkındaki hükmün kesinleştiği tarihten itibaren cereyana başlayacağı..." yargısına varılmıştır.
Anılan kararda bu sonuca gidilirken, mümeyyiz olmayan kişinin tasarrufunun hukuki bir hüküm ifade etmeyeceği, gayri mümeyyizin, muteber olmayan akit zımnında vaki olan iktisabı anında mamelekinde meydana gelen artma nedeniyle diğer akit yönünden geri alma hakkının doğacağı kabul edilmiştir. Kararın temelini bu düşünceye dayalı gerekçe oluşturmuştur.
Eldeki davada, çekişmeli taşınmazdaki payını davacı ( karşı davalı ) Osman'a bağışlayan davalı ( karşı davacı ) Saliha bir süre sonra aynı taşınmazdaki bağışladığı payı adı geçenden satış yoluyla temellük etmiştir. Her iki akit tarihinde de Osman'ın ehliyetsizliği sabittir. Mahkemece, ikinci işleme ilişkin ehliyetsiz kişinin vasisi tarafından açılan dava kabul edilip iptal ve tescile hükmedilirken, ilk temlike dair akit ayakta tutulmuş ve karşı dava reddedilmiştir.
Dosya içeriği, toplanan delillere göre, davalı ve karşılık iptal davacısının, ehliyetsiz kişiyi ( davacıyı ) zararlandırmak ya da ehliyetsiz olduğunu bile bile kendi yararına çıkar sağlamak gibi MK'nun 2. rnaddesinde deyimini bulan dürüstlük kuralına uygun düşmeyecek bir davranış içerisine girmediği de anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, her iki tasarruf zamanındaki ehliyetsizlik hali gözetilerek; yoklukla, butlanla sakat akitlerin tarafları yününden bağlayıcı olmadığı düşünülmek suretiyle bir sonuca gidilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, taşınmaz satış işleminin hukuksal ehliyetsizlik nedeniyle geçersizliği, karşılık dava ise aynı kişiye daha önce yapılan bağış işleminin de geçersiz olduğu savına dayalı tapu iptali ve tescil davasıdır.
Davacı vekili, müvekkilinin davalının oğlu olup, akıl zayıflığı ile sakat bulunduğunu, davalının 4.9.1972 yılında dava konusu taşınmazın 5/8 payını davacıya bağışladığını, ancak davalının 22.11.1989 yılında müvekkilinin akıl zayıflığından yararlanarak hile ile müvekkilini tapuya götürüp bu payı yeniden üzerine aldığını. yapılan bu satışın gerçek bir satış olmadığını, geçersiz olduğunu bildirerek, yapılan satış işleminin iptali ile 5/8 payın yeniden müvekkili üzerine kayıt edilmesini istemiştir.
Davalı, davacının savlarının geçersiz olduğunu, satışın gerçek bir satış olup geçerli olduğunu bildirerek davanın reddini istemiş, daha sonra açtığı ve bu dava ile birleştirilen karşılık davada ise, kendisinin 1972 yılında yaptığı bağış işleminin de hukuksal ehliyetsizlik nedeniyle geçersiz olduğundan bu işlemin iptalini istemiştir.
Mahkemenin, 9.5.1955 gün ve 22/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı'na dayanarak, hukuksal işlemde bulunan temyiz kudretine sahip olmayan kişinin yaptığı iş, temyiz kudretine sahip olsa idi dahi yapabileceği bir iş ise sırf ehliyetsiz olması nedeniyle yapılan işlemin geçersiz sayılamayacağı, bağış işleminin ehliyetsiz yararına bir işlem olduğu ve bunun iptalini istemenin Medeni Kanun'un 2. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle, bağış işleminin geçersiz olduğuna ilişkin olarak açılan davanın reddine, yapılan satış işleminin ise görünürde satış, gerçekte ise bir bağış işlemi olduğu, davalının bir bedel ödemediği ve ehliyetsiz aleyhine bir işlem olduğu gerekçesiyle tapunun iptaline ilişkin olarak kurduğu hüküm, özel dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Davacı ve birleştirilen davanın davalısı Osman'ın tapuda bağışlama işleminin yapıldığı 4.9.1972 ve gerekse satış işleminin yapıldığı 22.11.1989 tarihinde ayırt etme gücüne ( temyiz kudreti ) sahip olmadığı Adli Tıp tarafından düzenlenen raporlarla saptanmıştır. Bu husus gerek tarafların gerekse yerel mahkeme ile özel dairenin kabulündedir.
Ayırt etme gücüne sahip bulunmayan Osman tarafından yapılan 22.11.1989 tarihli satım akdinin ivazlı bir akit olması ve karşılıklı edimleri içermesi nedeniyle geçersiz olduğu tartışmasızdır. Yerel mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlık, akdin yapıldığı 4.9.1972 tarihinde ayırt etme gücüne sahip olmayan kişi yararına yapılan bağışlamanın geçerli olup olmadığı konuçundadır.
Türk Kanunu Medenisi ile Türk Medeni Kanunu'nun olayda uygulanması gereken hükümlerinde fül ehliyeti yönünden değişiklik olmadığından 3.12.2001 gün ve 4722 Sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca Türk Medeni Kanunu'nun fiil ehliyetine ilişkin hükümlerin uygulanması zorunlu bulunmaktadır.
TMK'nun 13. maddesinde fiil ehliyeti ayırt etme gücünün varlığına bağlanmış, 14. maddede ise ayırt etme gücü bulunmayanların fiil ehliyeti olmadığı vurgulanmıştır. Kanunun 15. maddesinde "kanunda gösterilen durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz." hükmüne yer verilmiştir. Anılan kanunun 16. maddesinde ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlıların, yasal temsilcilerinin rızası olmaksızın karşılıksız kazandırıcı ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanabilecekleri öngörülmüştür.
Fiil ehliyeti ile ilgili hükümler birbirini doğrulamakta ve tamamlamaktadır. Küçüklerin ve kısıtlıların karşılıksız kazanma ile ilgili hukuki işlemlerinde ayırt etme gücünün varlığının ön koşul olması kanunun ayırt etme gücünü temel öğe olarak kabul ettiğini göstermektedir. Ayırt etme gücüne sahip olmayanlar tarafından yapılan işlemlerin yaptırımı kanunlarda belirtilen ayrık durumlar dışında hukuki geçersizliktir.
Bağışlama iki taraflı bir akit olup bağışlayan ve bağışlananın icap ve kabul doğrultusundaki iradelerinin birleşmesi ile oluşur. Bağışlama bağışlanan yönünden ivazsız bir akittir. ( BK. m. 234 ) Bağışlama koşulsuz olabileceği gibi koşullu veya birtakım yükümlülüklerle sınırlı da olabilir.
BK'nun 235. maddesinde "bağışlama ehliyeti", 236. maddesinde ise "bağışlamayı kabul ehliyeti" düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu, Türk Kanunu Medenisi'nden sonra yürürlüğe girdiği halde bağışlama akdi ile iki tarafın ehliyeti yönünden ayrıca özel düzenleme yapılması anlamlıdır. Konumuzu ilgilendirdiği için 236. maddenin açıklanması gerekli görülmüştür. Maddenin 1. fıkrasında "Medeni haklarını kullanmak selahiyetinden mahrum olan kimse, temyiz kudretine malik ise bağışlamayı kabul ve bu sebeple mal iktisap edebilir" denilmektedir.
Kanun koyucu bağışlamayı kabul için ayırt etme gücünün ( temyiz kudreti ) varlığını zorunlu görmüştür. "... Temyiz kudretine malik ise..." sözcüklerinin başka türlü yorumlanması olanaksızdır. Bu ibarenin karşıt anlamından ayırt etme gücüne sahip olmayanlara yapılan bağışlamanın geçersiz olduğu sonucuna varılır.
Bağışlama akdi ivazsız bir akit olduğu için değişik yorumları önlemek amacıyla TMK'nun 16. maddesine paralel bir düzenleme yapılmıştır.
TMK'nun 15. maddesinde, kural olarak ayırt etme gücü bulunmayan kişilerin fiillerinin kanunda gösterilen ayrık durumlar dışında hukuki sonuç doğurmayacağı belirtilmiştir. Kurala aykırı uygulama yapılabilmesi için ayrık durumların kanunlarda açıkça gösterilmiş olması gerekir. Maddenin açıklığı karşısında yorum yoluyla kurala ayrık durum getirilmesi mümkün değildir. TMK'nun 2. maddesi, dürüst davranma ile ilgili olup genel hüküm niteliğindedir. Genel hüküm uygulanarak ehliyet yönünden kanunda öngörülmeyen ayrık durum yaratılması kanunun sarahatına uygun düşmez. Kaldı ki BK'nun 236. maddesinde ehliyetle ilgili özel düzenleme yapılmış olması kanun koyucunun genel kuraldan ayrılmadığını ve ayrık durum getirmediğini kanıtlamaktadır.
Yerel mahkemece, somut olayda 9.3.1955 tarih 1954/22 esas ve 1955/2 sayılı, özel daire ise 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları'nın uygulanması gerektiğini belirtmişlerdir.
İçtihadı Birleştirme Kararları, konuları ile sınırlayıcı, gerekçeleri ile açıklayıcı ve sonuçları ile bağlayıcı kararlardır. Dava konusu olayda hangi İçtihadı Birleştirme Kararı uygulanacaktır?
9.3.1955 gün 22/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümü "... Karz muamelesini temin eden gayrimenkul rehini, rehinin temyiz kudretinden mahrumiyeti sebebiyle terkin edildiği takdirde alacağın tabi olduğu müruruzamanın rehinin terki hakkındaki hükmün kesinleştiği tarihten itibaren cereyana başlaması icap ettiğine..." şeklindedir. Kararın sonuç bölümünde ayırt etme gücüne sahip olmayanların kazanımlarının sonucuyla ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. İçtihada konu olan olay ipotekle ilgilidir. Kararın gerekçesinde ayırt etme gücü ile ilgili değerlendirmeler yapılmış ise de gerekçe bağlayıcı nitelik taşımadığından dava konusu olayda uygulanamaz.
Buna karşılık 11.6.1941 gün 1941/4-21 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümü "... Mümeyyiz olmayan bir kimse ile hukuki muamelede bulunan diğer akidin bunu bilmeyerek hüsnüniyetle hareket etmiş olması zikri geçen 15. maddenin mutlak ve kat'i sarahatı karşısında öyle bir kimsenin tasarrufu üzerine hukuki hükmün terettüp etmesi için kafi değildir. Kanun o gibi temyiz kudretinden mahrum kimselerin esasen hüküm ifade etmeyen tasarrufları hususunda o tasarruftan dolayı hak iddia edenlerin hüsnüniyetlerini himaye etmemektedir. ... Medeni Kanunumuzun metin ve ruhundan başka türlü bir netice çıkarılmasına imkân yoktur..." şeklindedir. İçtihadı birleştirme kararının sonuç bölümünde ayırt etme gücünden yoksun olan kişilerin tasarruflarının geçersiz olduğu açıkça vurgulanmıştır. Dava konusu olayda bu kararın uygulanması gerekmektedir.
Ehliyetsiz kişinin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Akit iki taraflı bir hukuki işlemdir. Ehliyetsiz kişinin fiil hukuki sonuç doğurmaz ise, buna bağlı olarak akdin diğer tarafı için de bu fıil sonuç doğurmaz. Zira akit karşılıklı olarak iki tarafın iradesinin birleşmesiyle oluşur. Batıl olan akit bir taraf için geçerli, diğer taraf için geçersiz kabul edilemez.
Dava konusu olayda MK'nun 638. ( 712 ) maddesinin uygulanması gerektiği ileri sürülmüştür. Olağan zamanaşımı ile iktisap için iyi niyet ve malik sıfatı ile zilyetlik koşullarının gerçekleşmesi gerekir.
Ayırt etme gücü bulunmaması nedeniyle fiil ehliyeti bulunmayan kişinin malik sıfatı ile zilyetliğinden söz edilemeyeceği gibi bu zilyetliğe değer verilmesi de mümkün değildir. Öte yandan iradesi olmayan kişinin iyi niyetinden de söz edilemez.
Somut olayda dava konusu evin 5/8 payını elinde bulunduran davalı ve birleştirilen davanın davacısı Saliha bu payını 4.9.1972 tarihinde davacı Nurettin'e bağışlamış ve Nurettin daha önce üzerinde kayıtlı pay ile birlikte tam malik durumuna gelmiş, 22.11.1989 tarihinde bu kez Saliha daha önce bağışladığı payını Nurettin'den satın almıştır. Her iki işlemin yapıldığı tarihte de Nurettin'in ayırt etme gücünün olmadığı konusunda bir çekişme olmadığı yukarıda açıklanmıştır.
O halde tapuda yapılan satım akdi de bağış akdi de hukuken geçersizdir. Davanın ve birleştirilen davanın kabulü ile çekişmeli parselin 3/8 payının davacı Osman, 5/8 payının ise Sabiha adlarına tesciline karar verilmesi gerekir. Özel daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi isabetsiz olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar ve karşılık davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 27.11.2002 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
Karşı Oy
Yüce Kurulun çoğunluk ve azınlık görüşü arasındaki uyuşmazlık, tam ehliyetsize yapılan bağışlamanın, aradan geçen uzun yıllar sonunda bağışlayan tarafından dava yoluyla iptal edilip edilememe noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın normatif dayanağı Medeni Kanun md. 15 ve Borçlar Kanunu md 236'dır.
Medeni Kanun md. 15/I'e göre, tam ehliyetsizin irade açıklaması kural olarak bir hukuki sonuç doğurmaz. Anılan hükmün istisnası dürüstlük kuralıdır. Medeni Kanun md. 15 tam ehliyetsizi koruma amacıyla konulmuştur. Bu nedenle MK md. 15/I'de belirtilen kesin hükümsüzlük tam ehliyetsiz zararına ileri sürülemez. Sürüldüğü takdirde MK md. 2/II engeliyle karşılaşır. Bu düşünce öğretinin tamamı tarafından paylaşılmaktadır. ( Örneğin; Dural, Mustafa, Gerçek Kişiler, İstanbul 1995, s. 72, 73 Öztan, Bilge, Şahsın Hukuku, B. 7. Ankara 1997, s. 86, 87; Akipek, Jale G/Akıntürk, Turgut, Şahşm Hukuku, B. 2, Ankara 1996, s. 81 )
Yargıtay bu görüşlere ikinci bir kriter getirmiştir. Buna göre, "... Filhakika mümeyyiz olmayan kimse, temyiz kudretine sahip olsa idi aynı tarz muamelede bulunacak idi ise temyiz kudretinden mahkûm olduğunu ileri sürerek muamelenin hükümsüzlüğünü dermeyan edememelidir." ( 1955-22/2 İç. Bir. ) Bu gerekçe ile hakkın kötüye kullanma yasağı tam ehliyetsiz aleyhine de işletilebilir.
Uyuşmazlığın ikinci dayanağı Borçlar Kanunu md. 236/I'dır. Anılan maddede "medeni hakları kullanmak selahiyetinden mahrum olan kimse, temyiz kudretine malik ise bağışlamayı kabul ve bu sebeple mal iktisap edebilir." hükmü yer almaktadır.
Dürüstlük kuralı uygulanırken, kanun hükümlerini ihlal sonucunu doğurmaması, hukuka güvenin sarsılmaması, keyfiliğe yol açılmaması ve kanun hükümlerinin yumuşatılmaması gerektiği bilinen gerçeklerdir. Ancak yargıç, somut olaya kanun hükümlerini uygularken, kanunun genelliğinden, eksikliğinden, adalet hissinin tatmin etmediği ve taraf menfaatler dengesine uygun sonuç vermediği durumlarda dürüstlük kuralını devreye sokmalıdır. ( Akyol, Şener, Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 1995, s. 15 ). Ancak bu uygulama istisnai bir yoldur.
Somut olayda, anne oğluna 1972'de taşınmazı bağışlamış, 1999 yılında bağışlamanın iptalini istemiştir. Aradan geçen bunca süre içerisinde tam ehliyetsiz oğlun hukuki durumunda bir değişiklik olmadığı gibi bağışlamanın iptalini gerektirecek somut bir eylemi de ileri sürülmemiştir. Gerek MK. md. 15, gerek BK md 236 temelde ehliyetsiz olanı korumaya yöneliktir. Aksine bir yorum karşı tarafa sınırsız bir üstünlük kazandırır.
Medeni Kanun md. 2 emredici bir hüküm değildir. Kural olarak BK md 236'yı ortadan kaldıramaz. Ancak MK md 2, kanun maddelerinin neticelerini ve bu neticenin dürüstlük kuralı ile bağdaşıp bağdaşmadığını inceler. Bir başka anlatımla MK md 2 yasaları ortadan kaldırmaz; özünü irdeler.
Sonuç olarak uzun süre önce gerçekleşmiş bir bağışın, tam ehliyetsizlik nedeniyle iptaline gitmek, üst norm olan MK md 2'ye aykırılık teşkil edeceği düşüncesiyle, çoğunluk görüşüne katılamıyorum. Mustafa KILIÇOĞLU - Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Üyesi

----------------------------------

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2002/1578 K. 2002/3175

• EHLİYETSİZLİĞE DAYALI İPTAL VE TESCİL DAVASI ( Mahkemece Yapılması Gereken Araştırmalar - İktisapta Bulunan Kişinin İyi Niyetli Olup Olmadığının Tam Olarak Tespiti )

• İPTAL VE TESCİL DAVASI ( Ehliyetsizliğe Dayalı/Mahkemece Yapılması Gereken Araştırmalar - İktisapta Bulunan Kişinin İyi Niyetli Olup Olmadığının Tam Olarak Tespiti )

• BİLİRKİŞİ RAPORU GEREĞİ ( Akıl Hastalığı Veya Akıl Zayıflığı - Ehliyetsizliğe Dayalı İptal ve Tescil Davası )

• MAHKEMECE YAPILMASI GEREKEN ARAŞTIRMALAR ( Ehliyetsizliğe Dayalı İptal ve Tescil Davası - İktisapta Bulunan Kişinin İyi Niyetli Olup Olmadığının Tam Olarak Tespiti )

• TAPU KAYDINA İYİNİYETLE İSTİNAT EDEREK İKTİSAP ( İktisapta Bulunan Kişinin İyi Niyetli Olup Olmadığının Tam Olarak Tespiti )

• KÖTÜNİYET İDDİASI ( Tapu Kaydına Dayalı İktisapta İddia ve Savunmanın Genişletilmesi Yasağına Tabi Olmaması )

• İYİNİYET ( Ehliyetsizliğe Dayalı İptal ve Tescil Davası - İktisapta Bulunan Kişinin İyi Niyetli Olup Olmadığının Tam Olarak Tespiti )

• HUKUKİ TASARRUFUN İPTALİ DAVASI ( Vesayet Kararına İstinat Olunması - İktisapta Bulunan Kişinin İyi Niyetli Olup Olmadığının Tam Olarak Tespiti )

• VESAYET KARARINA İSTİNAT OLUNMASI ( Hukuki Tasarrufun İptali Davası - İktisapta Bulunan Kişinin İyi Niyetli Olup Olmadığının Tam Olarak Tespiti )

4721/m.2, 3, 9, 10, 15, 409/2, 1023, 1024

1086/m.286


ÖZET : Davacı vasisi, davacı Huriye'nin akli melekelerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle vesayet altına alındığı; bu halde iken 4836, 4838 parsel sayılı taşınmazları G... Tekstil Limited Şirketine sattığı; hukuki ehliyeti bulunmadığından bu satış işleminin yok hükmünde olduğu iddiasıyla taşınmazların tevhit ve ifraz sonucu oluşan tapu kayıtlarının iptaline karar verilmesini istemiştir.Davalılar iyiniyetli olduklarını savunmuşlardır. Mahkemece davacı Huriye'nin sözleşme tarihinde hukuki ehliyetinin bulunup bulunmadığı Adli Tıp Kurumundan soruşturulup araştırılmadan sonuca gidilmiştir.
Tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.</B>
DAVA : Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan davada, mahkemece verilen karar süresinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı vasisi, davacı Huriye'nin akli melekelerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle vesayet altına alındığı; bu halde iken 4836, 4838 parsel sayılı taşınmazları G... Tekstil Limited Şirketine sattığı; hukuki ehliyeti bulunmadığından bu satış işleminin yok hükmünde olduğu iddiasıyla taşınmazların tevhit ve ifraz sonucu oluşan tapu kayıtlarının iptaline karar verilmesini istemiştir.Davalılar iyiniyetli olduklarını savunmuşlardır. Mahkemece davacı Huriye'nin sözleşme tarihinde hukuki ehliyetinin bulunup bulunmadığı Adli Tıp Kurumundan soruşturulup araştırılmadan sonuca gidilmiştir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti ( gücü ) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç ( yükümlülük ) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun " fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir " biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek " ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. " hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü " eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde " yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. ( Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21 )
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.'nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mutaalası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Öte yandan, davacının aleyhlerine dava açmakla davalıların iyiniyetli olmadıklarını iddia etmiş durumdadır.Ancak davalıların iyiniyetli olup olmadıklarıda yeterince araştırılmış değildir.
Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiş tir.Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini ( herkese açık olmasını ) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den ( resen ) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.1991 tarih 1990/4 esas 199l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca, gerek ehliyet gerekse iyiniyet konusunda yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi, TEAŞ kuruluşu tarafından kamulaştırma yapıldığının gözönünde tutulması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.
SONUÇ : Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 11.3.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 04-08-2009, 12:48   #3
idas

 
Varsayılan

Sayın Av. Engin paylaşımlarınız için çok teşekkür ederim. Fiili ehliyeti olmayan birinin tasarruf işleminin batıl olduğunu bizde netleşti. Peki uygulamada direk tasarrufun İptali davasını mı açmam gerek. Bu arada bağışlayan halen yaşıyor ve bu davayı kimler açabilir. eşi veya çocuklarından birinin açması yeterli midir?
Old 04-08-2009, 17:28   #4
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Sayın idas;
Medeni Kanun'un ilgili maddesini incelediğimizde(M.K. 565), sizin olayınızda sağlararası karşılıksız bir kazandırmanın gerçekleşmiş olduğunu görürüz. Mirasçıların saklı paylar zedelenmiş olduğuna göre, mirasçıların dava açma hakkı söz konusu olur. Ancak miras bırakan henüz ölmediği için davanın mirasçılarca açılabilmesi de imkan dailinde değildir. Bizzat kendisi, yapmış olduğu bağışlamadan dönebilir. Bağışlama işlemini temyiz kudretini kaybettiği bir dönemde yaptığını ve bağışlamadan rücu etmek istediğini talep edebilir. Saygılarımla..

3. Sağlararası kazandırmalar
a. Tenkise tâbi kazandırmalar
Madde 565. Aşağıdaki karşılıksız kazandırmalar, ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tâbidir:
1. Mirasbırakanın, mirasçılık sıfatını kaybeden yasal mirasçıya miras payına mahsuben yapmış olduğu sağlararası kazandırmalar,geri verilmemek kaydıyla altsoyuna malvarlığı devri veya borçtan kurtarma yoluyla yaptığı kazandırmalar ya da alışılmışın dışında verilen çeyiz ve kuruluş sermayesi,
2. Miras haklarının ölümden önce tasfiyesi maksadıyla yapılan kazandırmalar,
3. Mirasbırakanın serbestçe dönme hakkını saklı tutarak yaptığı bağışlamalar ve ölümünden önceki bir yıl içinde âdet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar,
4. Mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar.

Madde 571.Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer.
Bir tasarrufun iptali bir öncekinin yürürlüğe girmesini sağlarsa, süreler iptal kararının kesinleşmesi tarihinde işlemeye başlar.
Tenkis iddiası, def'i yoluyla her zaman ileri sürülebilir.
Old 08-09-2009, 17:13   #5
idas

 
Varsayılan Teşekkür

Bu konuda emeği geçen herkese teşekkür ederim. Değerli meslektaşlarım Sulh Hukuk Mahkemesinden Kısıtlama kararı aldıktan sonra Geçmişe yönelik olrak tasarrufun iptalini talep edecem.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
bağışlama MELEK Meslektaşların Soruları 2 31-03-2009 15:12
Gayrimenkul bağışlama taahhüdü.. imge_nil Meslektaşların Soruları 3 02-03-2008 18:55
bağışlama!! ayanlar07 Meslektaşların Soruları 0 30-12-2006 22:03
ayırt etme gücü iurista Hukuk Soruları Arşivi 7 25-09-2006 00:23


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08415890 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.