Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Lokali Edebiyat, Müzik, Spor, Sinema, Bilgisayar.. Site üyelerimizin hukukla ilgisiz konularda sohbetleri için. [Siyaset ve din bu sitede konu dışıdır!]

İki Balığın Hikayesi

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 29-06-2008, 13:09   #1
supernatural

 
Yeni Fikir İki Balığın Hikayesi

Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış.
Bir Rus köyü'nde iki balık yaşarmış. Biri turuncu ve
İri, öbürü korkak ve İnce. Bütün çiftler de böyledir
biraz düşününce.

İri sormuş birgün. 'Madem bütün bu denizler birbirine
bağlı, niye biz seninle sadece bu kıyıdan ötekine
yüzüp duruyoruz? Kendimizi bir akıntıya bıraksak, yeni
sularda yüzsek, başka balıklar yesek daha mutlu olmaz
mıydık?' Hak verdi İnce. İnceliğinden sırf. Çünkü onun
mutluluğu için, İri ve o kıyı yeterlidir. Gerisi hava
su değişikliğidir ki, insan bundan beslenemez.
Balıklar hiç...

Katıldı yine de, düştü İri'nin peşine. Akıntıya
bıraktı kendini. Bunlar beraberce, İstanbul ve
Çanakkale boğazlarını geçtiler. Geçerken eğlendiler.
Fakat bir balıkçı, akşam yavrularına balık götürmek
için suya ağ atmıştı. Ve bizimkiler farkına varmadan
bu ağa takıldılar. Daha doğrusu İri takıldı. İri ya.
İnce de sıyrılıp çıktı. İnce ya, bırakıp gitmedi. Hem
inceydi hem aşık. Kemirip ağları, kurtardı İri'yi. 'E,
tabi, ben bu ağlara takılacak kadar güçlü kuvvetli
değilim, eriyip gidecek gibiyim' diyerek, onun
gururunu da okşadı. Aşkta, en yanlış şeyler bile
mantıklı gelir insana. Tabi balıklara da... Çünkü aşk,
suyun içinde de aşktır.

Derken, bizimkiler soğuk denizlere kavuştular. Fakat
İnce, alışık değildi bu serin sulara ve hastalandı.
Pulları dökülüyordu hergün ve gün geçtikçe daha da
yavaşladı. Hatta durdu birgün. Atlantiğin ortasında.
Ya döneceklerdi ve İnce kurtulacaktı. Ya da tek bedene
düşeceklerdi. Çünkü herkesin Küba'ya kadar yüzecek
nefesi kalmayabilir. Hele hastaysa. İri, Küba'ya
gitmeyi seçmeden önce, biraz düşündü. O düşündüğü süre
kadardı sevgisi, ki o da çok sayılmazdı. En başta
sıkılan oydu köyün kıyısından. Demek aslında gitmek
istiyordu İnce'sinin yanından. Ama bizimki bu durumu
anlamadı. Ve onunla Küba'ya varmak için son çabalarla
yüzdü. İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar
aşıktır. Balıklar da...

'İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına sağlığına
kavuşmaktan iyidir' bile dedirtir aşk insana.
Dedirttiği gibi İnce'ye. İki dakika kadar yüzdü ve
öldü. Yukarı doğru çıkarken zayıf gövdesi,
kılçıklarına kadar mutluydu ve gülüyordu. Koca bir
balina onu yuttu, bunu da biliyordu. İri, tek kaldı
ama, suyun ucunda Küba vardı. Var gücüyle yüzdü.
İnce'yi unuttu. İnce'yi unuttuğu kötü oldu. Çünkü
onlar birbirlerine 5 saniyede bir, nereye gittiklerini
hatırlatıyorlardı ve şimdi 10 saniye geçmişti ve
katiyen hatırlamıyordu. Ne İnce'yi, ne Küba'yı ne de
adının İri olduğunu. İnsana adını başkaları
hatırlatır, balıklara da...

O yüzden kayboldu derin sularında Atlantiğin. Ve koca
bir balina onu da yuttu. Fakat mucize bu ya, balinanın
midesinde İnce'yi buldu. Meğer onları yutan aynı
balinaymış, İnce ölmemişmiş, tam tersi midenin
sıcaklığında dirilmişmiş. Ama oradan çıkarsa ölecek.
İri de oradan giderse, nereye gittiğini ve adını
unutucak. O yüzden, artık ikisi de buradalar. Ne fark
eder. İnsana sevdiğinin yanı cennettir. Sevmeden
hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün
balıklar bilir.

Ya insanlar?

Old 02-07-2008, 07:43   #2
duyurucu1

 
Varsayılan çok güzel bir öykü

Alıntı:
Yazan tobaccoexper
[FONT=Tahoma Sevmeden
hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün
balıklar bilir.

Ya insanlar?[/color][/font]
[/font]

Sevgili tobaccoexper,

Önce güzel öykü için kutlarım.Gerçekten çok güzeldi.Elerine sağlık.

Sevgiyi ,aşkı insanlarda bilir.Hatta balıklar aşkı doğal olarak yaşarlar da insanlar aşka fren takarlar.Hem aşık olmak isterler hem de aşık olanları ayıplarlar.Aşık olup leyla ü Mecnun misali birbirine bağlananları,el ele tutuşup kaçanları sokak ortasında kurşunlarlar.

Aşk nedir?Hayvanlar neden aşık olur?İnsanlar neden aşık olur?

Bu konular dünya tarihi kadar eski ve dünya savaşlarından bile önemli konular.

Ben de "Erkekliğin Kitabı-Yeniden yazılıyor"isimli çalışmamda bu konuları çok geniş olarak işledim.105 inci makaladen sonra gelen yaklaşık on makalenin konusu "aşk" Bakalım 105 makaleyi Türk Hukuk Sitesinde yayımlamaya ömrüm yeter mi?Yoksa bir balinanın midesinde sevgilimle birlikte göğe mi yükselirim?

Selam ve sevgiyle kal

Old 02-07-2008, 11:02   #3
supernatural

 
Neşeli

sayın Duyurucu1
teşekkür ederim bu bana maille gelmişti sizlerle de paylaşmak istedim.

Alıntı:
Sevgiyi ,aşkı insanlarda bilir.

bu bence kalmadı artık maalesef unuttuk


saygılar....
Old 02-07-2008, 19:38   #4
slide

 
Varsayılan

İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar
aşıktır. Balıklar da...

çok güzelllmişşbayıldımm
Old 02-07-2008, 20:03   #5
Av.Mürsel SARI

 
Varsayılan

"Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış."Aynı yazıdan alıntı

Arkadaşım hakkaten ilginç bir iddia...Öykün için teşekkürle.
Old 02-07-2008, 20:52   #6
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Ben en çok -Balıklara da kısmına katılmasam da- "İnsana adını başkaları hatırlatır" sözünü sevdim. Bazen başkaları, bazen eski fotoğraflar. Ama zaman zaman insana kendini gerçekten kendi dışında bir şeyler anımsatır. Bazen dostlar, bazen anılar. Yaşamın koridorlarında en sahici tanıklar.

Saygılarımla...
Old 02-07-2008, 23:26   #7
Opioid

 
Varsayılan

insanı mahfeden bir öykü..
e tabi balıkları da.
teşekkürler
Old 03-07-2008, 13:19   #8
üye8180

 
Varsayılan

Alıntı:
Aşkta, en yanlış şeyler bile
mantıklı gelir insana.


Alıntı:
İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar
aşıktır.


Alıntı:

İnsana sevdiğinin yanı cennettir

Damdan düşenin halini yine damdan düşen anlarmış.

Yarattığın bu duygu fırtınası ve romantizm için teşekkürler sevgili tobaccoexper. aaah. ahhhh.
Old 03-07-2008, 19:11   #9
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan tobaccoexper
Sevmeden hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün balıklar bilir.

Ya insanlar?

Şu sözleri anımsadım ; AŞKTAN sözedildiğini duymasalar aşık olamayacak insanlar vardır...
Old 03-07-2008, 21:58   #10
supernatural

 
Varsayılan

Alıntı:
'İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına sağlığına
kavuşmaktan iyidir' bile dedirtir aşk insana.
Dedirttiği gibi İnce'ye. İki dakika kadar yüzdü ve
öldü.

bence incenin fedakarlığı takdir edilmeli yanılıyor muyum? yoksa yazık mı oldu diyim?
Old 03-07-2008, 22:39   #11
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Bence inceninki ne takdire değer bir fedakarlık, ne de talihsizlik.

Öyle ya, ne iri ona ille de Küba'ya benimle yüz demiştir, ne de iki dakika daha yüzersen ölürsün, dur, gelme demiştir. İri'nin ne dese gideceğini bilen İnce, kendince bir seçmede bulunmuş ve karşılıklılık içermeyen -Ama kendince vazgeçemediği önceliklerini yine kendince ve salt kendisi için gözeterek- körü körüne, ölüme gitmiştir.

Çünkü incenin bildiği yegane yaşama biçimi de budur

Kaldı ki nihayetinde bir gün, İri de İnce de ölecektir. İri için yaşamı anlamlı kılan başka ülkeler görmekken, İnce için İri'den ayrılmamaktır. Öleceğini bilerek yaşamak ne büyük talihsizlik. İster başka ülkelerin, ister b/irinin peşinde, ne farkeder...

(*Kim yazdıysa bu hikayeyi ne çok konuşturdu bizi )
Old 04-07-2008, 11:10   #12
halit pamuk

 
Varsayılan

Alıntı:
Ya insanlar?


İnsanlar da biliyorlar,Maalesef insanlarda hala balık.

Alıntı:
Şu sözleri anımsadım ; AŞKTAN sözedildiğini duymasalar aşık olamayacak insanlar vardır

Çok normal.
Old 06-07-2008, 21:37   #13
slide

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan tobaccoexper
bence incenin fedakarlığı takdir edilmeli yanılıyor muyum? yoksa yazık mı oldu diyim?
aşk ile fedakarlığın örtüşmediği kanısındayım
Old 06-07-2008, 22:04   #14
supernatural

 
Neşeli

Alıntı:
Yazan slide
aşk ile fedakarlığın örtüşmediği kanısındayım

ben de pek kinayeli söylemiştim ama
Old 18-08-2008, 12:54   #15
supernatural

 
Varsayılan bu da Japon Balıkçıları ve felsefeleri

Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir.


Fakat Japonya sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmamaktadır.

Balıkçılar, Japon nüfusu doyurabilmek
için daha büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılabilmişlerdir.

Balık için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuştur.

Dönüş bir-iki günden daha uzarsa, tutulan
balıkların da tazeliği kaybolmaktadır.


Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişlerdir. Bu problemi çözebilmek için balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlardır.Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş
olarak saklayabileceklerdi.

Ancak Japon halkı taze ile donmuş balık lezzet farkını hissedebiliyordu. Ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemiyorlardı.

Balıkçılar bu defa teknelerine balık akvaryumları yaptırdılar.

Balıklar içeride biraz fazla sıkışacaklardı, hatta, birbirlerine çarpa çarpa birazda aptallaşacaklardı, ama yine de canlı kalabileceklerdi.

Japon halkı canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlayabiliyorlardı.


Hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın, canlı, diri hareketli taze balığa göre lezzeti yine de etkilenmişti.

Balıkçılar nasıl olacakta Japonya'ya taze lezzetli balığı getirebileceklerdi?


Siz olsaydınız ne yapardınız ?

Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz, mesela mükemmel bir eş buldunuz veya çok başarılı bir firmaya girdiniz, borçları ödediniz v.s.

Heyecanınız kaybolmaya başlamaz mı? Aşırı çalışmanız
gerekmiyorsa rahatlamaz mısınız?


Lotoda büyük ikramiyeyi kazananlar parayısavurmaya başlamaz mı?

Japonların taze balık probleminde olduğu gibi çözüm aslında basittir.

1950'lerde L.Ron Hubbart'ın gözlemlediği üzere:
İnsanoğlu ancak hırs iddiası içinde bulunursa
anormal çabalar sarfeder.
Ne kadar akıllı, uzman, inatçı iseniz iyi bir problemle
uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız.

Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız bundan da o derece mutluluk duyarsınız,
heyecan duyarsınız ve enerji dolu, canlı, ayakta kalırsınız.


Japonlarda balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak içine küçük bir de

köpekbalığı attılar. Bir miktar balık köpekbalığı tarafından yutulmuştu,ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmişlerdi.

Buradan da görüleceği üzere sorunlardan kaçmaktansa, onların içine dalıp, boğuşmak ve çözümler üretmek gerekir
Sorunlar çok ve çeşitli olabilir.

Ümitsiz olmayın.

Onları tanıyın, organize edin, kararlı olun, daha
çok bilgi ve yardım desteği ile onları amacınız doğrultusunda çözülmeye zorlayın.

Kafanızın içine bir köpekbalığı atın ki, sorunlarınız ve çözümleriniz yenilenip diri kalsınlar; bu da hayatın kendisi oluyor zaten...


Old 18-08-2008, 12:58   #16
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan tobaccoexper

Kafanızın içine bir köpekbalığı atın ki, sorunlarınız ve çözümleriniz yenilenip diri kalsınlar; bu da hayatın kendisi oluyor zaten...


Kafamızdaki tilkileri ne yapacağız?
Old 18-08-2008, 13:00   #17
supernatural

 
Neşeli

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Kafamızdaki tilkileri ne yapacağız?

orasına karışamam Sayın Aladağ
Old 18-08-2008, 14:50   #18
tuval2310

 
Varsayılan

Alıntı:
Japonlarda balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak içine küçük bir de
köpekbalığı attılar. Bir miktar balık köpekbalığı tarafından yutulmuştu,
ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmişlerdi.


Bunun yerine daha az balık tutsalardı da akvaryum dolmasaydı , balıklara daha çok yer kalsaydı dolayısıyla balıklar birbirine çarpıp aptallaşmadan taze kalabilselerdi ayrıca balıkçılar bir de köpek balığı tutmak zorunda kalmasalardı daha akıllıca bir çözüm olmaz mıydı

Yani sorunların oluşmasını engellemek onları yok etmekten daha iyi bir çözüm
Old 18-08-2008, 14:58   #19
supernatural

 
Neşeli

Alıntı:
Yazan tuval2310

Bunun yerine daha az balık tutsalardı da akvaryum dolmasaydı , balıklara daha çok yer kalsaydı dolayısıyla balıklar birbirine çarpıp aptallaşmadan taze kalabilselerdi ayrıca balıkçılar bir de köpek balığı tutmak zorunda kalmasalardı daha akıllıca bir çözüm olmaz mıydı

Yani sorunların oluşmasını engellemek onları yok etmekten daha iyi bir çözüm

ama normal birbirlerine çarpışmadan yüzselerdi yine köpek balığının onları kovalamasındaki eforu gösterip can havliyle canlı taze kalamazlarki.aptallaşmamış olmaları değil taze olmaları lazım yenmek için hoş gariplerim bir bilseler sonunda gidecekleri yer yine mide en azından kızarmayacaklar köpek balıkları onları yediklerinde
Old 18-08-2008, 15:21   #20
Gülümse

 
Varsayılan

Köpek balığı bulamayan dostlarıma benimkilerden verebilirim.
Old 25-08-2008, 22:32   #21
Gülümse

 
Varsayılan Bir hikaye daha...

Günlerden bir gün:


Buddha bir ağacın altında öğrencileriyle oturmaktadır. Bir adam gelir ve yüzüne tükürür. Buddha yüzünü siler ve adama sorar, “Başka? Başka ne söylemek istiyorsun?” Adam şaşırır, çünkü bir insanın yüzüne tükürülünce “Başka?” diye sormasını beklememiştir. Böyle bir deneyimi yoktur. Daha önce insanları hep aşağılamıştır ve onlar da kızarak tepki vermiştir. Ya da korkudan gülümsemiş ve adama yaranmaya çalışmışlardır. Ama Buddha ikisini de yapmamış, ne öfkelenmiş, ne de korkmuştur. Sadece düz bir şekilde “Başka?” diye sormuştur. Tepki vermemiştir.

Ama Buddha’nın öğrencileri öfkelenir, tepki verir. En yakın öğrencisi Ananda der ki: “Bu çok fazla, buna tahammül edemeyiz. Sen öğretine devam et, biz de şu adama bunu yapamayacağını gösterelim. Cezalandırılması gerekiyor. Yoksa herkes aynı şeyi yapmaya başlar.”

Buddha konuşur:”Sesini çıkartma. O beni kızdırmadı, ama siz kızdırdınız. O bir yabancı, buralara yeni gelmiş. Benim hakkımda bir şeyler duymuş olmalı; ‘bu adam tanrı tanımaz, tehlikeli, insanları yoldan çıkarıp yanıltıyor’ gibi şeyler. Benim hakkımda bir fikir edinmiş. O bana tükürmedi, kendi fikrine tükürdü; beni tanımıyor ki, bana nasıl tükürmüş olabilir? Eğer düşünürseniz, o kendi zihnine tükürdü. Ben onun bir parçası değilim, ve görüyorum ki bu zavallı adamın söyleyecek başka bir şeyi olmalı. Çünkü bu, bir şey söylemenin bir yolu; tükürmek bir şey söylemenin bir yolu. Bazen dilin yetmediğini hissettiğin anlar olur; derin sevgide, yoğun öfkede, nefrette, duada. Dilin yetmediği yoğun anlar olur. O zaman bir şey yapman gerekir. Derin sevgi duyduğunda, birine sarılırsın; ne yaparsın orada? Bir şey söylersin. Çok öfkelendiğinde birine vurursun, tükürürsün, bir şey söylüyorsundur. Bu adamı anlayabiliyorum. Söyleyecek başka bir şeyi daha olmalı. O yüzden ‘Başka?’ diye sordum.”

Adam daha da çok şaşırır! Ve Buddha öğrencilerine der ki: “Siz beni daha çok kızdırdınız, çünkü siz beni tanıyorsunuz, benimle yıllarca yaşadınız, ama yine de tepki veriyorsunuz.”

Şaşıran, kafası karışan adam evine döner. Bütün gece uyuyamaz. Bir buddha gördükten sonra artık eskisi gibi uyumak zordur, mümkün değildir. Bu deneyim tekrar tekrar aklına gelir. Ne olduğunu kendine açıklayamaz. Titreme, terleme nöbetleri geçirir. Böyle bir adama hiç rastlamamıştır; bütün zihni, bütün kalıpları, bütün geçmişi dağılır.

Ertesi sabah geri döner. Buddha’nın ayaklarına kapanır. Buddha sorar: “Başka? Bu da sözle söylenemeyeni söylemenin başka bir yolu. Ayaklarıma dokunduğun zaman, sözcüklere sığmayan, sıradan dille anlatılamayan bir şey söylüyorsun.” Buddha devam eder: “Bak Ananda, bu adam yine burda, bir şey söylüyor. Çok derin duyguları olan bir adam bu.”

Adam Buddha’ya bakar: “Dün yaptığım şey için beni affet.”

Buddha cevap verir: “Affetmek mi? Ama ben, dün o hareketi yaptığın adam değilim ki. Ganj nehri sürekli akıyor, o hiçbir zaman aynı Ganj değil. Her adam bir nehirdir. Senin tükürdüğün adam artık burada değil; aynı onun gibi görünüyorum, ama aynı değilim, bu yirmidört saatte öyle çok şey oldu ki! Nehirden çok su aktı. O yüzden seni affedemem, çünkü sana kızgın değilim.'

“Ve sen de yenilendin. Görüyorum ki sen dün gelen adam değilsin, çünkü o adam kızgındı. O kızgındı, ama sen önümde eğilip ayağıma dokunuyorsun, nasıl aynı adam olabilirsin? Sen o değilsin, o yüzden bunu unutalım. O iki adam; tüküren adam ve tükürülen adam, artık yok. Yakına gel. Başka şeylerden konuşalım.'
Old 11-09-2008, 11:02   #22
Gülümse

 
Varsayılan 12 inek ödedi, kız 12 ineklik bir kadın haline geldi...

Zig Ziglar Doğru erkek, Doğru kadın hakkında yazdığı kitapta
'on ineklik bir kadın aranıyor' başlıklı bir öykü anlatır.

Çok yıllar önce Hawai adaları ndan ohao da insanlar alışık olmadıkları bir olaya tanıklık ederler. Ohao da müstakbel bir koca bir aileye kızlarıyla evlenebilmek için belli sayıda inek vermek zorundadır. Ama kız bir eşte bulunabilecek bütün özellikleri ve güzelliğiyle alışılmadık b ir örnekse dört inek verildiği de olmuştur. Yıllar önce adanın en ücra köşelerinde n birinde doğruluğu kanıtlanmamış da olsa çok çekici ve iyi huylu bir kadının astronomik fiyat sayılan beş inek karşılığında gelin gittiği doğrultusunda belli belirsiz bir rivayet de dolaşmaktadır.

Ada da iki kızı olan bir adam yaşamaktadır. Büyük olanı bizim toplumumuzdaki deyişle 'kabul görmeyen' tipte baştan şansı olmayan bir tiptir. Neredeyse bir cüce kadar kısadır. Babası ona üç inek fiyat biçmiştir. İki inekli bir teklife de severek kabul edecektir. Hatta iyi pazarlık yapan biri çıkarsa tek ineğe 'fit' olmaya razıdır. Aslında pazarlık çok ağırlaşırsa yaşlı baba ömür boyu kızını besleme yükünden kurtulacağını düşünerek hiç inek almadan bile verecektir. Küçük kız kardeşte ise durum farklıdır. Baba muhteşem bir güzellik ve cazibenin iyi huyla birleşmesinin örneği olan küçük kızdan çok kolay kurtulacağını bilmekte ve geleceğinden hiçbir endişe duymamaktadır.
Adanın en zengini olan Johny Lingo bu evin kapısına geldiğinde herkes onu küçük kızı isteyeceğini d üşünür. Oysa o herkesin tahmininin dışında bir şey yapar. Yaşlı adamı sevince boğarak büyük kıza talip olur. İhtiyar sevincinden neredeyse havaya uçmaktadır. Hem çok zengin hem de eli açık insan olarak tanındığı için en azından standart fiyatın karşılığı olarak üç ineği ödeyeceğini düşünür. Sonra biraz hayal kurarak cömertliği ve zenginliğiyle belki dört inek vereceği de aklına gelir. Derken adam hayal sınırlarını zorlar. Ve belki de beş inek bile verebileceğini düşünür.

Johny kızı istemeye gelince yanında 12 tane inekle gelince babanın nasıl duygular beslediğini anlayamazsınız. Yaşlı baba neredeyse kalpten gitmek üzeredir. Johny fikrini değiştirmeden ölmeden veya kendini toparlamadan kabile reisine hazırlıklar yapması için haber vermeye koşar. O günlerde normal balayı bir yıl sürerdi ama 12 ineklik gelin aldıysanız herhalde üç ineklik balayı ile yetinmezsiniz. Böylece gelin ve d amat iki yıllık balayı niyetiyle bilinmeyen yerlere gitmek üzere yola çıkarlar.
Damatla gelinin dönmesinin beklendiği gün onları görür görmez haber vermek üzere köyün dışına bir gözcü gönderilir. Gün doğduktan az sonra gözcünün sesi duyulur. Doğal olarak gelenler gelinle damat mı diye merak ederler. Gözcü öyle tahmin ettiğini ama emin olamadığını söyler. Adam Johny'i hemen tanımış fakat kızdan emin olamamıştır. Kız aşina gelmiştir. Ama yaklaşan kadın çok güzel zarif ve kendinden emin birisidir. Çift iyice yaklaştığında hiç kimsenin tereddüt'ü kalmaz. Kızın güzelliği cazibesi ve çekiciliği en eleştiric i gözlerde bile reddedilmeyecek ölçüdedir. Yakından bakanlar. Johnny'nin 12 inek karşılığında iyi alışveriş yaptığını düşünürler.

Aslında 'doğru adam' doğru kadını inşa eder.
Doğru kadında doğru adamı...
Old 11-09-2008, 11:08   #23
supernatural

 
Neşeli

Alıntı:
Yazan Gulumse
Aslında 'doğru adam' doğru kadını inşa eder.
Doğru kadında doğru adamı...

Bu lafın üzerine başka ne denir ki?Teşekkürler Sayın Gülümse
Old 16-10-2008, 00:00   #24
Gülümse

 
Varsayılan Yaptığınız kötülükleri anlatmayın

Çölde yolculuk eden bedevi susuzluktan ölmek üzere olan birini bulmuş. Ona bakıp kendisini toparmasına yardımcı olmuş. Adam kendini toparlar toparlamaz, Bedevi'nin devesini alıp kaçmaya başlamış.

Bedevi arkasından seslenmiş, "Bu yaptığını kimseye anlatma".

Adam şaşkın deveyi durdurup, bunun nedenini sormuş.

Bedevi; "Eğer bu yaptığın duyulursa, bir daha kimse çölde ölmek üzere olanlara durup yardım etmez..."
Old 21-10-2008, 12:57   #25
Gülümse

 
Varsayılan İyi Buğday

En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

Hamiş: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.
Old 21-10-2008, 12:58   #26
Gülümse

 
Varsayılan Geleceğini biliyordum.

Geleceğini biliyordum…

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür.
Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

Hamiş: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.
Old 21-10-2008, 13:00   #27
Gülümse

 
Varsayılan Kavak Ağacı ile Kabak

Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

Hamiş: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.
Old 16-12-2008, 00:00   #28
Gülümse

 
Varsayılan

BİR KIZILDERİLİ ÖYKÜSÜ

Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri torunlarına eğitim veriyordu.

Onlara dedi ki: "İçimde bir savaş var. Korkunç bir savaş. İki kurt arasında:

Bu kurtlardan birisi; korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, üzüntüyü,
pişmanlığı, açgözlülüğü, kibri, kendine acımayı, suçluluğu,
küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, yapmacık gururu, üstünlük
taslamayı ve egoyu temsil ediyor.

Diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu paylaşmayı,
cömertliği, dinginliği, alçakgönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliliği,
dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı temsil ediyor. Aynı savaş
sizin içinizde de sürüyor ve diğer tüm insanların içinde."

Çocuklar anlatılanları anlamak için bir dakika düşündüler ve
içlerinden biri büyükbabasına, "Hangi kurt kazanacak" diye sordu.

Yaşlı Cherokee kısaca cevapladı…

"Beslediğiniz "
Old 19-12-2008, 15:38   #29
supernatural

 
Yeni Fikir Farkına bile varamadığımız daha neler var acaba??

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro
istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre
içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının
önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez
orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra
da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam
eder..

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra
alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne
koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek
dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele
ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur.
Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle
kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu
yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak,
çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk
daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için
zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok
kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek,
para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı
bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark
etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve
elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri
çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini
konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100
dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla
metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama,
keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği
kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir
saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz?
Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...

Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi
müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek
bir dakikamız dahi yoksa,
başka neleri kaçırıyoruz acaba?
Old 14-01-2009, 14:13   #30
supernatural

 
Yeni Fikir Aşk ve Ayakkabı

Bedenin yükünü ayaklar taşır,ruhun yükünü yürekler

Bütün ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran ayaklar için rahatlığı ve şıklığı bir arada barındıran ayakkabıyı seçersiniz.

İçinizin acılarını,sıkıntılarını,kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk arasınız.

Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir.

Bazıları çamur,yağmur,toz,toprak,kar,buz gibi her türlü "kötü hava" koşullarına dayanıklıdır.
Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider.

Aşkları da ayakkabılar gibi "itinayla" seçmezseniz tıpkı ayağınız da olduğu gibi yüreğinizde "nasır" oluşabilir.

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için "zamanla açılır" diyen satıcıya inanarak alırsanız , zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar.

Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yanlızca fiziksel beğeniye kapılıp "zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldığını" görebilirsiniz.

Aşık olabileceğiniz insan türü,tıpkı ayakkabılar kadar değişik
stillerde farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir".

Aşkı bir çeşit serüven olarak "spor" gibi yaşayanlar,aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.

Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar.

"Dekolte ayakkabılar "gibi sadece cinsellik ve eğlence zevkleriyle ateşlenen aşklar da vardır.

"Bez ayakkabılar" gibi kısa ömürlü "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur.

"Marka ayakkabı" alır gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" aşıklar görürsünüz.

Katı plastikten "yağmur çizmesi" edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.

Ayrıca ne tuhaf ki,psikolojik testlerde "zaafı" olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

Evet, aşk "ayakkabıdır" Aynen ayakkabılarınıza bakım yapmayıp "hor kullandığınız zaman kolayca eskittiğiniz gibi,aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede "eskitirsiniz".

Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğiniz de yanlızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız; "delik bir aşkı onarmaya kalktığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır."

Can Yücel
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Bir kişilik hikayesi Veysel Site Lokali 103 31-12-2010 13:02
3 Adamın Hikayesi NİLGÜN SEYMEN Site Lokali 2 12-04-2006 11:24
Bir Aşk ,Bir Onur ,Bir"YOK"luk Hikayesi..... Av.Habibe YILMAZ KAYAR Site Lokali 1 08-03-2003 20:22
Admin'in Hikayesi.. Admin Site Haberleri 0 23-03-2002 13:04
Bir Tayin Hikayesi Admin Hukuk Haberleri 0 03-12-2000 23:07


THS Sunucusu bu sayfayı 0,09860396 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.