Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

arsanın okul arazisi olarak tahsisi

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 14-02-2008, 17:52   #1
iözkurt

 
Varsayılan arsanın okul arazisi olarak tahsisi

herkese iyi akşamlar ve iyi çalışmalar;
müvekkilin bir arsası var ve bu arsa hisseli..
ancak belediye 1989 yılın arsayı okul arazisi olarak imar planına alıyor.
ancak bu güne kadar herhangi bir yapı yapılmıyor arsaya
ayrıca tabuda şerh var mı yok bilinmiyor.
mevcut durumda neler yapılabilir acaba
tapu da şerh varsa yapılacak bilecekler nelerdir.
tapu da şerh yoksa neler yapılabilir?
imar planında okul arazisi olarak görülen yerde 5 yıl içerinde işlem
yapılmazsa terkin istenebileceğini duymuştum
bu konuda yardım edebilecekler olanlara şimdiden teşekkür ederim...
Old 14-02-2008, 18:53   #2
Gaspıralı

 
Varsayılan

1- Parselasyon işlemi (İmar Kanunu 18. madde uygulaması) yapılmış ise Hukuk Genel Kurulu 02.02.2005 tarihli ve E. 2004/5-555, K.2005/17 sayılı kararına dayanarak kamulaştırma yapmakla görevli idare aleyhine kamulaştırmasız el atma davası açabilirsiniz.

2- Tapu da şerh olup olmaması kamulaştıma açısından önemli değildir.

İyi çalışmalar.
Old 14-02-2008, 20:08   #3
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın Av. İbrahim Özkurt

Ben yukarıda yanıt vermiş olan Sayın Gaspıralı kadar iyimser değilim. İdareleri kamulaştırma yapmaya zorlamak mümkün değildir. Kamulaştırmasız el atma davası açılabilmesi için de imar planı yapılması yeterli değildir; fiilen el atılması gerekir.

Bu konu daha önce aşağıdaki adreste tartışılmıştı. O tarihten bu yana bir şey değişmedi:

http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=7127

Saygılarımla
Old 15-02-2008, 16:19   #4
Gaspıralı

 
Varsayılan

Sayın Konyalı, idareleri kamulaştırma yapmaya zorlamak elbette mümkün değildir.

Bu konuda Danıştay'ın (Anayasa Mahkemesinin İmar Kanununun 13. maddesinin iptaline yönelik kararına dayanılarak kamu idarelerinin kamulaştırma yapmaya zorlanamayacağı) yönünde kararları da var.

Benim burada kastettiğim kamulaştırmaya zorlama davası değil..

Burada açılması gereken dava malikin taşınmaz üzerindeki haklarının kısıtlanması nedeni ile kamulaştırmasız el atma davasıdır.

Hukuk Genel Kurulunun yukarıda bahsettiğim kararı da bu tür durumlarda kamulaştırma yapmaya yanaşmayan idare aleyhine kamulatırmasız el atma davası ikame edilebileceği yönündedir.

Saygılar.
Old 15-02-2008, 18:56   #5
halit pamuk

 
Varsayılan

Konu açılmışken Yargıtay'ın Kamu hizmetine ayrılan imar parselinin Fiili el atma olarak değerlendirilemeyeceğine ilişkin bir kararını da buraya alayım. Araştırana yardımcı olsun.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2007/5-805
K. 2007/826
T. 7.11.2007
• KAMULAŞTIRMASIZ ELATMA ( Varlığı İçin İmar Planında Yol Yeşil Alan Gibi Kamu Hizmetine Ayrılan İmar Parseline Dahi İdarece Fiilen El Atılması ve Mal Sahibinin Tasarrufunun Fiilen Engellenmesi Koşulunun Arandığı )
• TASARRUFUN FİİLEN ENGELLENMESİ ( Kamulaştırmasız El Koymanın Varlığı İçin İmar Planında Yol Yeşil Alan Gibi Kamu Hizmetine Ayrılan İmar Parseline Dahi İdarece Fiilen El Atılması ve Mal Sahibinin Tasarrufunun Fiilen Engellenmesi Koşulunun Arandığı )
• TAŞINMAZIN SALT İMAR DURUMU ( Kamulaştırmasız El Koyma Olgusunun Kabulü İçin Yeterli Bulunmadığı - Fiili El Koymanın Varlığının ve Davacının Tasarrufunun İdarece Fiilen Engellenip Engellenmediğine İlişkin Unsurların Evleviyetle Bulunması Gerektiği )
• TAŞINMAZ BEDELİNİN TAHSİLİ ( Kamulaştırmasız El Koymanın Varlığı İçin İmar Planında Yol Yeşil Alan Gibi Kamu Hizmetine Ayrılan İmar Parseline Dahi İdarece Fiilen El Atılması ve Mal Sahibinin Tasarrufunun Fiilen Engellenmesi Koşulunun Arandığı )
• İMAR PLANINDA YOL YEŞİL ALAN GİBİ KAMU HİZMETİNE AYRILAN İMAR PARSELİ ( Kamulaştırmasız El Koymanın Varlığı İçin Bu Parsele Dahi İdarece Fiilen El Atılması ve Mal Sahibinin Tasarrufunun Fiilen Engellenmesi Koşulunun Arandığı )
2942/m.10,11
16.5.1956 Gün 1/6 Sayılı YİBK

ÖZET : Dava, taşınmaz mala kamulaştırmasız el atma nedeniyle bedelinin alınması istemine ilişkindir.

Kamulaştırmasız el koymanın varlığı için, imar planında yol yeşil alan gibi kamu hizmetine ayrılan imar parseline dahi idarece fiilen el atılması ve mal sahibinin tasarrufunun fiilen engellenmesi koşulu aranmakta olup, taşınmazın salt imar durumu kamulaştırmasız el koyma olgusunun kabulü için yeterli bulunmadığına göre; olduğu gibi bırakılan kadastro parseli niteliğinde olan dava konusu taşınmaz yönünden, böyle bir durumda fiili el koymanın varlığının ve davacının tasarrufunun idarece fiilen engellenip engellenmediğine ilişkin unsurların evleviyetle bulunması gerekli ve zorunludur. Somut olayda kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması olanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki "Kamulaştırmasız el atma iddiasına dayalı tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ümraniye Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.02.2006 gün ve 2003/1328 E., 2006/52 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 18.12.2006 gün ve 2006/12028-14243 sayılı ilamı ile;

( ... Dava, taşınmaz mala kamulaştırmasız el atma nedeniyle bedelinin alınması istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Dava konusu taşınmaza davalı idarece sahiplenmek kastıyla fiilen el atılmadığı kadastro parseli olan taşınmazın yapılan imar planında park ve yolda gösterilmesi nedeniyle dava açılmış olduğu, anlaşılmakla belirtilen nedenle davanın reddi yerine işin esasına girilerek kabulüne karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, kamulaştırmasız el atma iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkilinin tapuda kayden maliki bulunduğu 267 ada 1 parsel sayılı taşınmazın, imar planında kısmen otopark kısmen de park alanında gösterilmiş olması nedeniyle üzerinde inşaat yapılamadığını, taşınmaz üzerinde fiilen otopark ve çocuk parkı yapılmamasına karşın, imar durumu nedeniyle müvekkiline ait arsanın hiçbir bedel ödenmeden hukuken elinden alınmak suretiyle davalı idarece el konulduğunu ileri sürerek, dava ve ıslah dilekçelerinde toplam 62.500.00 YTL kamulaştırmasız el koyma karşılığının dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekili; dava konusu taşınmaz imar planında kısmen park ve kısmen otopark alanı olarak ayrılmış olup, taşınmaz üzerinde davalı idarece yapılan her hangi bir tesis bulunmadığını, dolayısıyla taşınmaza fiilen el konulmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin, "davalı belediyenin davacıya ait taşınmazı imar planında yol ve park alanı olarak ayırmak suretiyle davacının inşaat yapmasına ve diğer tüm tasarruflarına engel olduğu, hukuki el koyma niteliğinde bulunan bu işlemin de kamulaştırması el koyma niteliğinde bulunduğu" gerekçesiyle ve kamulaştırmasız el atmanın varlığını benimsemek suretiyle verdiği "davanın kabulüne" dair karar, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelerden, tapuda davacı adına kayıtlı bulunan 267 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın olduğu gibi bırakılan kadastro parseli niteliğinde bulunduğu ve 1/1000 ölçekli Aşağı Yukarı Dudullu Islah İmar Planına göre kısmen park kısmen de yol alanında gösterildiği; mahkemece, fiili durumu boş arsa konumunda olan dava konusu taşınmazda, imar planında belirtilen park veya yol ile ilgili herhangi bir düzenlemenin yapılmadığının keşfen tespit edildiği anlaşılmıştır.

Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; kadastral parsel niteliğindeki dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmamış olması karşısında, salt imar planında park ve yol alanı olarak ayrılmış olması nedeniyle kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığının kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

16.5.1956 gün, 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, usulü dairesinde verilmiş bir kamulaştırma kararı olmadan ve bedeli ödenmeden taşınmazına el konulan kimse, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, değer karşılığının verilmesini de isteyebilir.

Kamulaştırmasız el atma halinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır ( 11.2.1959 gün, E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden ).

Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için bu noktada öncelikle "Kamulaştırmasız el koyma" kavramının açıklanmasında yarar vardır.

Kamulaştırma yetkisine sahip bir idare, Anayasa ve yasalara uygun bir işlem oluşturmaksızın, bir kimsenin taşınmaz malına el koyar ve onun üzerinde bir tesis veya bina yapar yahut o taşınmaz malı bir hizmete tahsis ederek mal sahibinin taşınmazı üzerinde dilediği gibi kullanma hakkına karşı herhangi bir girişimde bulunursa, idare taşınmaz mala kamulaştırmasız el koymuş sayılır ( Ali Arcak, Kamulaştırmasız Elkoyma ve Yeni Hükümler, Ankara, 1987, s:23 ).

Dolayısıyla bir taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından söz edilebilmesi için, öncelikle idarenin o taşınmaza eylemli olarak el koyup, malikin kullanımını yasaya aykırı şekilde tamamen ortadan kaldırması ve bu durumun kalıcı olması şarttır.

Eş söyleyişle idare; el koyma eylemini, o taşınmazı sahiplenme amaç ve kastı ile yapmış olmalıdır. Fiilen el koyma eylemi bulunan durumlarda dahi; el koyma açıklanan nitelikte değil ve sadece geçici bir kullanım söz konusu ise, kamulaştırmasız el koyma olgusu mevcut değildir. Bundan dolayı malikin bir zararı oluşsa bile, taşınmaz bedelinin istenilmesine hukuken olanak yoktur. Böyle bir durum, sadece ve ancak, uğranılan zararın tazminini başka hukuksal yol ve kavramlara dayalı olarak isteme olanağı verebilir.

Önemle vurgulanmalıdır ki; kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması, mal sahibinin kullanımına engel olma ve taşınmaz malın elinden alınması anlamını taşıdığına göre; taşınmaz, mal sahibinin elinde bulunduğu ve kullanma hakkına sahip olduğu sürece, mal sahibi idareden değer karşılığının verilmesini isteyemez.

Bu noktada; tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulmasının veya 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu uyarınca taşınmazın ikinci derece askeri güvenlik bölgesine alınarak tapuya şerh verilmesinin yada imar uygulaması sonucu taşınmazın yol, yeşil alan gibi kamu hizmetlerine ayrılması ve fiili imar uygulaması yapılmadan taşınmazın imar planında yol, yeşil alan olarak gösterilmesi nedeniyle üzerinde yapı yapılmasının yasaklanmasının, kamulaştırmasız el koyma niteliğinde bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.

Burada, kanun hükümleri ile taşınmazın belli şekillerde kullanılması kısıtlanmakta ise de; böyle bir sonuca ulaşılmasını gerekli kılan neden, taşınmazın halen mal sahibinin tapulu mülkü olması ve fiilen kullanma hakkına sahip bulunmasıdır. Bu haliyle, 11.2.1959 gün E:1958/17 K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ifade edilen, mülkiyete yapılmış bir tecavüz yada haksız fiilden söz edilmesi de olanaklı değildir.

Kısaca; idare, mal sahibinin tasarrufuna sürekli engel olmadığı ve taşınmaz mala sahiplenme kastıyla fiilen el koymadığı sürece idare aleyhine bu dava açılamaz.

Bu nedenledir ki, ister uygulama görmüş imar parseli, isterse olduğu gibi bırakılan kadastro parseli olsun, idarece fiilen el atılmadan bir taşınmazın imar planında yeşil saha, oyun alanı, park yeri olarak gösterilmesi veya ortasından bir yol geçirilmiş bulunması mal sahibine dava hakkı vermez.

Nitekim; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 9.4.2003 gün, E:2003/5-281 K:2003/284; sayılı kararında da aynı görüş benimsenmiş; özellikle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 31.10.2007 gün ve E: 2007/5-718 K:2007/805 sayılı kararında, imar uygulaması sonucu oluşan imar parselinin dahi, fiili el atmanın bulunmaması nedeniyle, salt imar planında oyun alanı olarak gösterilmesinin kamulaştırmasız el koyma niteliğinde bulunmadığı kabul edilmiştir.

Tüm açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde;

Mahkemece alınan fen bilirkişi raporunda, dava konusu 267 ada 1 parsel sayılı taşınmazın fiili durumunun boş arsa olduğu, planlarda belirtilen park veya yol ile ilgili herhangi bir düzenlemenin yapılmadığı ifade edilmiştir.

Tapuda halen davacı adına kayıtlı bulunan ve imar planında kısmen park ve kısmen yol alanında gösterilen 167 ada, 1 numaralı parselin bulunduğu alanda, davalı Belediyece ne 2981/3290/3366 sayılı Yasalara göre, ne de 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesine göre bir plan uygulamasının yapılmadığı; taşınmazın davacının elinde bulunduğu ve mevcut haliyle arsa niteliği ile kiraya verme ve başka şekillerde tasarruf edebileceği anlaşıldığından, davacının kullanımının davalı idarece sahiplenme kastıyla ve sürekli şekilde fiilen engellenmediği açıktır.

Esasen, davacıya ait tapulu yerin, salt imar planında park ve yol alanı olarak ayrılmış olması, mülkiyet hakkının sona erdiğinin kabulüne yetmez.

Bu husus, mal sahibine taşınmaz bedelini talep hakkı vermeyeceğinden, direnme kararında sözü edilen hukuki el atmanın varlığından bahisle kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması olanaklı değildir. Kamulaştırmasız el koyma hükümleri ancak, idarece mal sahibinin malının elinden alınması durumunda uygulanacaktır.

Şu da eklenmelidir ki, kamulaştırmasız el koymanın varlığı için, imar planında yol yeşil alan gibi kamu hizmetine ayrılan imar parseline dahi idarece fiilen el atılması ve mal sahibinin tasarrufunun fiilen engellenmesi koşulu aranmakta olup, taşınmazın salt imar durumu kamulaştırmasız el koyma olgusunun kabulü için yeterli bulunmadığına göre; olduğu gibi bırakılan kadastro parseli niteliğinde olan dava konusu taşınmaz yönünden, böyle bir durumda fiili el koymanın varlığının ve davacının tasarrufunun idarece fiilen engellenip engellenmediğine ilişkin unsurların evleviyetle bulunması gerekli ve zorunludur.

Yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca; davalı idarenin, dava konusu 167 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza fiilen el atmadığı, taşınmazı elinde bulunduran tapu maliki davacıyı tasarruftan men etmediği, imar planında park ve yol alanında gösterilmiş olsa dahi bu amaca yönelik olarak taşınmazda fiilen düzenleme yapıp kamu hizmetine tahsis etmediği, bu nedenle kamulaştırmasız el atma olgusundan söz etme olanağı bulunmadığı böylelikle bu durumun mülkiyet hakkı sahibi davacıya bir dava hakkı vermeyeceği sonucuna varılmıştır.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması olanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksi düşünceyle direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 07.11.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.
Old 15-02-2008, 19:22   #6
Gaspıralı

 
Varsayılan

Bir Hukuk Genel Kurulu kararı da ben ekleyeyim.


T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/5-555
K. 2005/17
T. 2.2.2005
• KAMULAŞTIRMASIZ ELATMA BEDELİNİN TAHSİLİ TALEBİ ( İmar Uygulaması Sonucu Davacıya Pay Tahsis Edilen Taşınmazın İmar Planında Okul Alanı Olarak Ayrılması - Kamulaştırmasız Elatma Koşullarının Gerçekleşmiş Olması )
• İMAR UYGULAMASI SONUCU DAVACIYA PAY TAHSİS EDİLEN TAŞINMAZIN İMAR PLANINDA OKUL ALANI OLARAK AYRILMASI ( Kamulaştırmasız Elatma Koşullarının Gerçekleşmiş Olması Nedeniyle Bedelinin Tahsiline Hükmedilmesi Gereği )
• ŞÜYULANDIRMA SONUCU DAVACIYA PAY TAHSİS EDİLEN TAŞINMAZIN İMAR PLANINDA OKUL ALANI OLARAK GÖSTERİLMESİ ( Kamulaştırmasız Elatma Bedelinin Tahsili Talebi - Taşınmaza Elatılmış Sayılacağından Davanın Kabulü Gereği )
3194/m.17/3,18
2942/m.11
ÖZET Dava, kamulaştırmasız elatma iddiasına dayalı bedel istemine ilişkindir. İmar Kanunun 18. maddesine göre uygulamaya tabi tutularak davacılara pay tahsis edilen dava konusu imar parseli, imar planında lise alanı olarak ayrıldığından; davacıların taşınmazdan bağımsız yararlanma ve başka türlü kullanma olanağı kalmadığına göre; mahkemenin, kamulaştırmasız elatma koşullarının gerçekleştiği yönündeki direnme kararı yerindedir.
DAVA : Taraflar arasındaki "kamulaştırmasız el atma iddiasına dayalı tazminat " davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 24.Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 9.6.2003 gün ve 961-362 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5.Hukuk Dairesi'nin 15.12.2003 gün ve 10879-14352 sayılı ilamıyla; ( ...Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.
Davalı idare, davacıların da paydaş olduğu taşınmaza fiilen el atmadığı gibi, üzerinde tesis de yapmadığından, kamulaştırmasız el attığından bahisle bedelin tahsiline karar verilmesi, Doğru görülmemiştir... )
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, kamulaştırmasız elatma iddiasına dayalı bedel istemine ilişkindir.
Mahkemenin; "Kamulaştırmasız elatma koşullarının kayden ve hukuken gerçekleştiği" gerekçesiyle, "davanın kabulüne" dair verdiği karar, Özel Daire'ce yukarıda yazılı nedenle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle 3194 sayılı İmar Kanunun 18. maddesine göre uygulamaya tabi tutularak davacılara pay tahsis edilen dava konusu imar parseli, imar planında lise alanı olarak ayrıldığından; davacıların taşınmazdan bağımsız yararlanma ve başka türlü kullanma olanağı kalmadığına göre; mahkemenin, kamulaştırmasız elatma koşullarının gerçekleştiği yönündeki direnme kararı yerindedir.
Ne var ki bozma nedenine göre işin esası Özel Daire'ce incelenmediğinden, davalı idare vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire'ye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 02.02.2005 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ :
"Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Davaları isimli kitabın ( yazarı Zeki Akar ), Kamulaştırmasız el atma bölümünün 939 ve 941. sahifelerinde;
Kamulaştırmasız el atma;
A- Genel olarak başlığı altında;
Kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için;
Kamulaştırma yetkisine haiz olan idarelerin, kamulaştırma yapmaksızın, başka şahısların taşınmaz mallarına el koymaları ve kamu yararına tahsis etmeleri veya üzerine tesis yapmaları gereğine değinilmiştir.
Somut olayda;
Taşınmaz Hazine adına kayıtlıdır. Birleştirilen parsel ise; şahsa aittir. Birleştiren Belediyedir. Hazine, birleştirme işlemini yapmamıştır. Birleştirmeyi 3. şahıs durumunda olan Belediye yapmıştır. ( Bu davanın Belediye aleyhine açılması gerektiği dahi düşünülebilir. )
Buradaki el atmadan maksat fiili el koymadır.
Aynı kitabın 941. sahifesinde; Y.5 HD. 28.5.1998 T. 1998/5605 E., 8089 S.K.da; "İdarelerin taşınmaza fiilen el atmaları, el atmanın devamlı olması ve sahiplerinin tasarruflarını engellemeleri gerekir." demek suretiyle, fiili el atmanın açıklamasını yapmış, bunun devamlılık arzetmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Yine Y.5 HD. 1.6.1992 T. 1992/9732 E, 14567 sayılı kararında; "Taşınmaza fiilen el konulmadığından, bedelinin talep edilemeyeceği" açıklamıştır.
Bu kararı teyit eden aynı mahiyette binlerce karar vardır. Örnek olarak ( Y.5 HD.'nin 28.5.1998 T. 1998/5605 E, 8089 K.
"29.4.1999 T. 1999/3246 E, 6995 K.
"28.10.1999 T. 1999/14888 E, 16721 ) kararları gösterilebilir.
YHGK.nun 12.5.1999 T. 1999/5-281 E, 284 SK.da;
"Kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için İdarenin taşınmaza fiilen el atması, mal sahibinin tasarrufunun engellemesi gerektiğinden, arazi olarak kullanılması ( olayımızda arsa ) engellenmediğinden, taşınmazın tapu kaydına güvenlik bölgesi içinde kaldığının şerh edilmesi, fiili el atma niteliğinde değildir. " Denilmiştir.
Bu kararı YHGK.nun 12.5.1999 T. 1999/5-280 E, 283 SK.da teyit etmiştir.
Somut olayda fiili el atma var mı? Yok mu?
Bunu irdeleyelim;
Davacıların dava dilekçelerinde, "...Söz konusu parsel imar planında lise yeri olarak ayrılmıştır. Tarafımızdan yapılan inceleme de parsel üzerinde halen Fatih Sultan Mehmet Lisesi ve bahçesinin olduğu görülmüştür. Böylece davalı İdare parseli kamunun kullanımına sunularak kamulaştırmasız el atma eylemini gerçekleştirmiştir, demektedirler.
Halbuki; Hazine'nin taşınmazında daha önceden yapılmış ve birleştirilen davacılar parselinden duvar ile ayrılmış, kendi parseli üzerinde okul ve bahçesi vardır. O yüzdendir ki, davacılar vekili davalı İdarenin fiilen taşınmazlarına el attığını yazmıyor, yazamıyor. Yeni bir el atma türünü ya tutarsa diye ortaya atıyor. Zaten Hazine'ye ait 4201 ada 15 numaralı parsel imar tadilatından önce "Lise binası ve bahçesi" olarak tapuda kayıtlıdır.
Daha önce aynı konuda açılan davanın davacısı da "Dahil edilen kısım bahçe duvarının dışında kalmaktadır. Arsa okul tarafından fiilen kullanılmamaktadır. " Demiştir.
Bilirkişisi Kurulu Raporunda da; kesin olarak; davacıların dahil edilen parseline, davalı İdarenin fiilen bir müdahalesinin olmadığının tesbit edildiği vurgulanmıştır.
Yani Hazine'nin, davacıların parseline fiili bir müdahalesinin olmadığı, davacılar, vekilleri, önceki davanın davacıları ve bilirkişi kurulu raporu ile açık ve net olarak bildirilmiştir.
Kamulaştırmasız el atmadan bahsedebilmek için gerekli olan fiili el atma söz konusu değildir. Fiili el atma olmadığından bunun devamlılık arz etmesinden de bahsedilemez.
Raporun sonuç bölümünde ise, bu açıklamaya aykırı olarak bilirkişiler hakim yerine kaim olarak, istenmediği halde, hukuki durumu irdeleyerek "... Dava konusu taşınmazın rapor eki, mahal krokisi ve resimlerde de görüldüğü gibi okul binası, okul bahçesi gibi tesisler yapılarak, taşınmazda davacı maliklerin kullanma imkanlarının kalmadığı keşif sırasında görülmüştür. .." demek suretiyle tamamen mücerret, yanlış ve yanıltıcı kanaate varmışlardır.
Zira okul binası, bahçesi ve iki parseli ayıran bahçe duvarı daha önceden vardır, yeni yapılmamıştır. Davacıların parseli tarafında kalan taşınmaza Hazine'nin herhangi bir el atması da yoktur. Kendi taraflarını davacılar kullanabilirler. Henüz davacıların kullanmalarına İdarece müdahale de edilmemiştir. Davacılar veya vekillerinin bu şekilde bir iddiaları da yoktur. Yani Hazine, bizlere taşınmazı kullandırmıyor dememişlerdir, diyememişlerdir.
Müşterek mülkiyetin özelliğine göre;
Bir paydaşın, diğer paydaş aleyhine men'i müdahale davası açabilmesi ve müsbet sonuca ulaşabilmesi için;
a- Paydaşlar arasında özel kullanma biçimi belirlenmiş olmak,
b- Davacı paydaşların ellerinde çekişmesiz bir kısım yer bulunmamalı,
c- Davacıların payından yararlanmalarına davalının engel olması, gerekmektedir.
Aksi halde açılan dava red edilir.
Yüksek Yargıtay 1. HD. 15.3.1982 T. 1982/3410 E, 2847 S.K.da ve bu kararı teyit eden, günümüze kadar sapma göstermeden uyguladığı kararlarında bu prensipler aynen aranmaktadır.
Somut olay aynen böyledir. Davacılar şayet men'i müdahale davası açsalardı, bu dava red edilecekti. Bilirkişilere göre tazminat alabileceklerdir. Men'i müdahale davasının red edildiği bir hukuki meselede tazminat alabilmelerini kabul etmek mümkün değildir.
Neden mümkün değildir? Müşterek mülkiyete tabi bir taşınmazda bir paydaşın, diğer paydaş aleyhine ecrimisil davası açabilmesi için;
Bir hissedarın, diğer hissedarı "intifadan ( kullanmadan ) men etmesi" koşulunun gerçekleşmesi gerekir.
Bu koşulun gerçekleşmesi içinde;
a- İstemde bulunan paydaşın, taşınmazdan yararlanma isteğinin karşı tarafa iletilmesi şarttır.
b- Buna rağmen, bu tarafın ( yani iletilen tarafın ) taşınmazdaki payını aşan oranda taşınmaz üzerinde tasarrufa devam etmesi gerekir.
c- Fiilen men edilme eyleminin varlığının sübutu gerekmez.
Bu hususları;
( Y. 3 HD.'nin 30.9.1985 T. 1985/5199 E, 6172 sayılı kararı ve bu kararı teyit eden yüzlerce kararı doğrulamaktadır.
Somut olayda; bu şartların hiç birisi gerçekleşmemiştir. Ecrimisile karar verilebilmesi için dahi bu şartları arayan kanun koyucu ve Yargıtay'ın, kamulaştırmasız elatma nedeniyle açılan tazminat davasında hiçbir şart aramadığını söylemek mümkün değildir. Kendi isteği dışında, taşınmazı ile birleştirilen komşu parsel sahiplerini hiçbir şekilde tasarruftan men etmeye ve fiili el atması olmayan, Hazine'yi tazminatla mahkum etme cihetine gidilmesini düşünmek açıklanan hukuki görüşlerle bağdaşmaz.
Öte taraftan;
Müşterek mülkiyete tabi bir taşınmazda paydaşlardan birinin şuf'a hakkını kullanabilmesi için;
Paydaşlar arasında fiilen taşınmazın parsellenmemiş bulunması gerekmektedir. Eğer taşınmaz paydaşlar arasında parsellenmiş ve herkes bir parçasını kullanmıyorsa o zaman şuf'a hakkını kullanamazlar. Dava açılması iyi niyet kuralları ile bağdaşmaz. Her paydaşın belirli bir kesimi uzun süreden beri tasarruf etmesi, durumunda her paydaşın tasarruf ettiği kesim bağımsız bir taşınmaz niteliğini almış olur.
Bu görüşümüzü de;
( Y. HGK.'nun 13.1.1982 T. 1981/6-10009 esas, 22 sayılı kararı ve 6.Hukuk Dairesinin 24.10.1983 tarih 1983/9973 esas, 10158 sayılı kararı ve aynı Dairenin yüzlerce kararı da doğrulamaktadır. )
Yani paydaşların yerleri ayrı ayrı belli ise, bir paydaşın yerini satması halinde, diğer paydaşın şuf'a davası açamayacağı içtihat edilmiş iken, somut olayda; bilirkişilerin mütalaalarına göre tazminata hükmedilmesini anlamak mümkün değildir.
Yüksek 5.Hukuk Dairesi, bozma kararında;
"Davalı İdare, davacılarında paydaş olduğu taşınmazın birleştirilen bölümüne fiilen el atmadığı gibi, üzerinde tesisde yapmadığından, kamulaştırmasız el attığından bahisle bedelinin tahsiline karar verilmesi doğru görülmemiştir." Gerekçesiyle kararı oybirliği ile ve doğru olarak bozmuş, tashihi karar talebini de haklı olarak red etmiştir.
Verilen bozma kararı neden doğrudur? Neden haklıdır?
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştık.
Ayrıca;
Aynı kitabın 956. sahifesinde somut olaya aynen uyan, Y. 5 HD.'nin 22.11.1999 T. 1999/17315 esas, 18536 sayılı kararında; "İmar planında Hükümet Konağı olarak ayrılan taşınmaza inşaat yapılamaması sebebiyle açılan tazminat davasının fiili elatma olmadığından reddine karar verilmesi gerekir. "
Denilmiştir ve doğrudur.
Davalı Hazine, davacıların birleştirilen kısımdaki taşınmaz malına hiçbir müdahale de ve tasarrufta bulunmamıştır. Bu nedenle bedel talep edilemez.
Önceki kararı doğrulayan ve görüşümüzü teyit eden 5.Hukuk Dairesinin 17.3.1992 tarih 1992/3488-8039 sayılı kararında ve kitabın 1010. sahifesine alınan aynı mahiyetteki 3 adet kararında da şu şekilde içtihatta bulunuyor. "2981 sayılı İmar Affı Yasası'na uygun olarak yapılan düzenlemeler sırasında, bir kısım taşınmaz okul yeri olarak imar planında ayrılmış olabilir. Bu kısma İdare fiilen el atmamış ve sahiplenmemiş ise, imar ıslah çalışması yasa gereği yapılan bir işlemdir. Okul yeri olarak ayrılan kısım için kamulaştırmasız elatma nedeniyle bedel davası açılamaz."
Demektedir.
Daha önce aynı parselin diğer maliklerinin açtıkları ve kabulle sonuçlanan dava aynı Daire tarafından onanmış olabilir. Her dava kendi özelliklerine göre neticelendirilmelidir. Mühim olan doğruyu bulmaktır. Yanlıştan emsal olmaz. O davalarda davanın kabul edilmiş, onanmış ve kesinleşmiş bulunması yanlıştır. Somut olayda verilen son bozma kararı yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız gerekçelere göre doğrudur.
Hazine, Belediyenin yaptığı bir işlem nedeniyle davacıların parselini, kendi parseli ile birleştirilerek, onları kendi parselinde hissedar bulmuştur. Fiilen el atması yoktur. El atması olmadığından devamlılıktan da söz edilemez. Paydaşlarını tasarruftan men etmemiştir. Taşınmazın etrafını çevirmemiştir. Orayı kamu hizmetine tahsis etmemiştir. Tesis yapmamıştır.
Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne katılamıyoruz. 4.2.2005
Old 15-02-2008, 20:02   #7
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Burada açılması gereken dava malikin taşınmaz üzerindeki haklarının kısıtlanması nedeni ile kamulaştırmasız el atma davasıdır.
Sayın Gaspıralı

Aktardığınız karar 3 yıldır işe yaramıyor. Aynı sorunu yaşayan onbinlerce vatandaş çaresiz bekliyor. Karardan herkesin haberi var ama kimsenin olayı o karardaki somut olaya uymuyor.

Saygılarımla
Old 16-02-2008, 21:57   #8
gunermeric

 
Varsayılan

Merhabalar, babam da yaklaşık 2-3 yıl önce bize ait bir arsa üzerinde belediyenin şehir planında okul alanı olarak ayrıldığını öğrenince bunu nasıl kaldıracağımızı bana sormuştu. Yaptığım araştırmalar sonunda (bir avukat olarak kendi problemimizi çözmek konusunda yol bulamamam da ayrı bir üzüntü kaynağı olmuştu) bunun şu anki şartlarda mümkün olmadığını babama anlatmaya çalışmıştım. Tabi ki haklı olarak bunu kabul edemedi ve kızım bu nasıl bir adalet anlayışı, kendi malım üzerinde tasarruf yapamıyorum, o zaman satın alsınlar dedi. Bunu yapmaya da zorlayamayacağımızı söyledim. Yıllardır evde bu konu zaman zaman gündeme gelir. Bu durumdan çok mağdur olan insan olduğunu da geçen zaman içinde öğrendim. Bu konuda bir yasal düzenleme yapılması şart gibi görünüyor ama gündemde çok daha önemli konular varken zor değil mi arkadaşlar...
Old 16-02-2008, 22:15   #9
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Bu konuda eksik olan şey yasal düzenleme değil; eksik olan şey PARA. İdarelerin bunca kamulaştırmayı yapacak parası yok.

Para yok ama Hazine gayrımenkul zengini. Bence çözüm ancak Hazine arazilerinin takası ile mümkün olabilir.

Saygılarımla
Old 17-02-2008, 01:44   #10
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Sayın Av.Armağan Konyalı, konunun çözümünde paranın çok önemli bir etken olduğu doğrudur. Ancak aşağıdaki gerekçelerle, mevcut durumun yüksek mahkeme kararıyla tespit edilmiş, açık bir hukuka aykırılık oluşturduğunu ve gerek hükümetler, gerekse yasama organı tarafından yapılması ihmal edilmiş yasal düzenlemelerin varlığını da belirtmek istiyorum.

Bilindiği gibi, İmar yasasının 10 uncu maddesinde, imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarının hazırlanacağı belirtilmiş, ancak bu planların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir. Vatandaşı mağdur eden de bu eksiklik ve süresi belirsiz yükümlülüktür.

3194 Sayılı yasanın 13 üncü maddesinin 1 inci ve 3 üncü fıkraları, Anayasa Mahkemesi'nin 1999/33 e. 1999/51 k. sayılı kararı ile iptal edilmiştir. İptal gerekçelerini aşağıya özetliyorum.

Anayasa'ya aykırılık davası açan İstanbul 6.İdare Mahkemesi, başvurusunda özetle, 3194 sayılı Yasa'nın 13. maddesinin birinci fıkrasında, imar planlarında, resmi yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanlarda, inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği, üçüncü fıkrasında ise imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra parsel sahibinin, başvuruda bulunarak imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanların yapımından ilgili kamu kuruluşunca vazgeçildiğine dair görüş alması koşuluyla tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapabileceği belirtilmiştir.

Buna göre, imar planlarında maddede belirtilen umumi hizmetlere ayrılan alanlarda inşaat veya bina varsa bunda esaslı değişiklik ve ilaveler yapılması, parsel sahibinin, imar planının onay tarihinden beş yıl geçtikten sonra başvuruda bulunarak ilgili kamu kuruluşundan maddede belirtilen hizmetlere ayrılan alanların yapımından vazgeçtiğine ilişkin görüş almasına bağlı bulunduğundan, ilgili kamu kuruluşunun umumi hizmetlere ayrılan alanların yapımından vazgeçmemesi durumunda bu alanlarda parsel sahibinin inşaat olanağı bulunmamaktadır.” görüşlerine yer vermiştir.

Mahkeme, başvuru kararında, yasa koyucunun itiraz konusu düzenlemeyle taşınmaz malikinin mülkiyet hakkını kullanabilmesini adeta taşınmazın imar programına alınabilmesi koşuluna bağladığını, uygulamada ise imar programlarının, yasada öngörülen beş yıllık süre içinde yapılamamasının belirsizlik oluşturduğunu, mülkiyet hakkının gasbına neden olan bu durumun Anayasa'da belirtilen kamulaştırma ve devletleştirme dışında bir mülkiyet sınırlamasına yol açtığını, imar programlarının yapılmasına ilişkin beş yıllık süreye uyulmamasının bir yaptırıma bağlanmaması nedeniyle hukuk devleti ilkesinin en önemli unsurlarından olan hukuk güvenliğinin sağlanamadığını belirterek kuralın, Anayasa'nın 2. ve 35. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür.

Yüksek Mahkemenin incelemeleri ise şöyledir.

"1- Anayasa'nın 13. ve 35. Maddeleri Yönünden İnceleme

Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı düzenlenmiştir. Kişinin bir şey üzerindeki hakimiyetini ifade eden mülkiyet hakkı, malike dilediği gibi tasarruf olanağı verdiği ve ona özgü olduğundan mutlak haklar arasındadır.

Anayasa'nın 35. maddesinde, "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz", kuralına yer verilmiş, temel hak ve özgürlüklerin sınırını gösteren 13. maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceği, temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağı, bu maddede yer alan genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli olduğu belirtilmiştir.

Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak ayrık durumlarda ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilmelidir.

Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez.

Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir.
3194 sayılı Yasa'nın 13. maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında imar planlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Yasa'nın 10. maddesinde de belediyelerin, imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlayacakları belirtilmiş, ancak Yasa'da bu planların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir. 13. maddenin birinci fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu açıktır.

İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de 23.9.1981 günlü Sporrong ve Lonnroth kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

2- Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme

Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan ve hukuk güvenliğini sağlayan devlettir.

İtiraz konusu kuralla, mülkiyet hakkına getirilen sınırlama, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için kullanılamaz hale getirerek bir hukuk devletinde kişinin hak ve özgürlükleri ile kamu yararı arasında bulunması gereken dengenin bozulmasına yol açarak hukuk güvenliğini yok etmektedir."

Bu gerekçelerle, Yüksek Mahkeme 3194 sayılı yasanın 13 üncü maddesinin 1 inci fıkrasını ve ayrıca bu iptal sebebiyle uygulama kabiliyeti kalmayan 3 üncü fıkrasını iptal etmiştir.

Ayrıca iptal halinde meydana gelecek hukuksal boşluk, kamu düzenini ve kamu yararını olumsuz yönde etkileyeceğinden gerekli düzenlemelerin yapılması için yasama organına süre tanımak amacıyla, iptal kararının Resmi Gazete'de yayımından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi gerekli görülmüştür.

Belirtilen iptal kararı 29.06.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.

Sonuç olarak, aradan geçen 7 yıldan fazla zamanda, “kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlama olarak değerlendirilen” imar programlarının tümünün hangi sürede tamamlanacağı konusunda herhangi bir düzenleme yapılmadığı gibi, Yüksek mahkeme tarafından kamu düzeni ve kamu yararını olumsuz yönde etkileyecek nitelikteki boşluk, ( 3194 sayılı yasanın iptal edilen 13 üncü maddesinin 1 inci fıkrası ) hala doldurulmamıştır. Bunun yerine, iptal edilen 13 üncü maddenin 1 fıkrasının uygulamasına, Anayasa'ya aykırı olmasına rağmen eylemli olarak devam edilmektedir.

Saygılarımla.
Old 17-02-2008, 08:58   #11
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ö.Erol Yavuz
konunun çözümünde paranın çok önemli bir etken olduğu doğrudur. ....ve ... yapılması ihmal edilmiş yasal düzenlemelerin varlığını da belirtmek istiyorum.
Çok haklısınız. İdarelerin kamulaştırma yapmalarına ilişkin kurallarda da eksiklik var.

Ama idarelerin kamulaştırma yapmalarına ilişkin kurallara bakılmaksızın, genel hükümlere göre de vatandaşın hakkını koruyacak karar verilebilir kanısındayım. İdarelerin kamulaştırma yapmalarına ilişkin kurallar olmaksızın da mülkiyet hakkını koruma yolunda karar verilebilir. Medeni Kanun'un mülkiyet ile ilgili hükümleri bile vatandaş lehine karar vermeye yeterli diye düşünüyorum. Anayasa da bu kararı destekleyecektir.

Ama para olmayınca karar neye yarar?

''Fakirlik rezillik'' sözü hukukta da geçerli.

Saygılarımla
Old 17-02-2008, 12:21   #12
Gaspıralı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Bu konuda eksik olan şey yasal düzenleme değil; eksik olan şey PARA. İdarelerin bunca kamulaştırmayı yapacak parası yok.

Para yok ama Hazine gayrımenkul zengini. Bence çözüm ancak Hazine arazilerinin takası ile mümkün olabilir.

Saygılarımla


Kesinlikle katılıyorum.

Aslında en etkili yol elbetteki yargı yolu ancak sonuç almak oldukça zor.

Bu durumda özel mülkiyete uygun Hazine arazisi bulunup kamulaştırma yapmakla yükümlü idareye başvurulsa nasıl olur acaba...

Acaba takas yolu ile idareler kamulaştırma yapmaya zorlanabilir mi?

Old 17-02-2008, 21:28   #13
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

[quote=Av.Armağan Konyalı]Medeni Kanun'un mülkiyet ile ilgili hükümleri bile vatandaş lehine karar vermeye yeterli diye düşünüyorum. Anayasa da bu kararı destekleyecektir.
Ama para olmayınca karar ne yarar?[\quote]

Sayın Konyalı, paranın olmadığı gerçek olduğu gibi, çok uzun bir zaman daha olmayacağı da doğrudur. Paranın gelmesini beklesek ne olacak? Büyük bir ihtimalle, bizim nesil zaten göremez. Bunun yerine hukuki mücadele vermek daha doğru, sizi biraz bezgin, sonuç alınacağından ümitsiz görüyorum. Oysa idareyi en iyi tanıyan kişilerden birisi olarak, konuyu hepimizden daha iyi biliyorsunuz. Hukuki mücadele konusunda daha teşvik edici ve yol gösterici yazılarınızı bekliyoruz. Zira, Yüksek mahkeme tarafından tesçilli bir hukuksuzluğa karşı mücadele vermeksizin, sadece paranın gelmesini beklemek çok doğru gelmiyor. Bu Godot'yu beklemek gibi bir şey.

Parasızlık doğrudur, kentlerin olağanüstü göç alması ve köyleşmesi doğrudur, gelinen noktada belediyelerin borçları ve bütçeleri ile bu işin altından kalkılmasının zor olduğu da doğrudur. Ancak konunun bir başka boyutunda, kıt olan kaynakların iyi yönetilememesi, 70 li ve 80 li yıllardaki yoğun göç dalgasına rağmen şehirlerin gelişime kapalı tutularak, imarlı alanların üretilememesi vardır.

Öte yandan 3194 sayılı yasanın 18 inci maddesinde, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar sahanın, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında 'düzenleme ortaklık payı' olarak düşüleceği ve bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık paylarının, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemeyeceği düzenlenmiştir. İmar Kanununun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu oran yüzde otuzbeşti.

Düzenleme ortaklık paylarının, düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumi hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamayacağı da düzenlenmiştir.

İdare, maalesef, imar alanlarının % 53'ü ile % 66'sı arasındaki bir kısmı alma hakkının varlığına rağmen meseleyi çözememiştir.



Ne dersiniz ?

Saygılarımla.
Old 18-02-2008, 15:58   #14
iözkurt

 
Varsayılan

herkese cevaplarından dolayı teşekkür ederim.
görüştüğüm bir kaç kişi
imar planının uygulanmasına ilişkin 5 yıllık
sürelerden bahsediliyor..
bu hususta nedir acaba ?
herkese iyi çalışmalar...
Old 18-02-2008, 16:12   #15
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.İbrahim Özkurt
görüştüğüm bir kaç kişi
imar planının uygulanmasına ilişkin 5 yıllık
sürelerden bahsediliyor..
bu hususta nedir acaba ?
Sorunuzun cevabı İmar Kanunu'nun 10.maddesindedir:

Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.

İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder.
Old 19-02-2008, 11:01   #16
iözkurt

 
Varsayılan

teşekkür ederim armağan bey ancak bu 5 yıllık sürede kamuşatırma adına herhangi bir işlem yapılmazsa; biz bişey yapamıyormuyuz yani 5 yıl bitti ikinci bir 5 yıla mı başlıyor ?
bizim olayımızda yaklaşık 19 sene geçmiş mesela?
Old 22-02-2008, 09:28   #17
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın Av.İbrahim Bozkurt

Yukarıdaki 10 nolu mesajda Sayın Av.Ö.Erol Yavuz'un gönderdiği kararda sorduğunuz konunun yanıtı ayrıntısıyla bulunmaktadır.

Yukarıdaki bilgileri burada sizin sorunuza göre ben özetleyeyim: 19 yıl geçse de bir şey yapamıyoruz.

Saygılarımla
Old 22-02-2008, 11:00   #18
iözkurt

 
Varsayılan

tüm cevaplar için teşekkürler.
herkese iyi günler ve iyi çalışmalar..
Old 24-02-2008, 22:19   #19
Armağan Konyalı

 
Varsayılan


Her ne kadar konu Sayın Av.İbrahim Özkurt tarafından kapatılmış ise de, Sayın Av.Ö.Erol Yavuz'un değerli tespit ve görüşleriyle ilgili olarak yazacaklarımı saklı tutuyorum.

Sayın Av.Ö.Erol Yavuz'un uzun çalışmalarına dayanan mesajlarına yanıt vermek için uzun bir araştırma süresi gerekiyor.

Saygılarımla
Old 25-03-2008, 17:52   #20
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Sayın Av.Armağan Konyalı'nın yanıtını beklerken, Anayasa Mahkemesi'nin kararında bahsi geçen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sporrong ve Lönnroth - İsveç davası kararını aşağıya ekliyorum.

Saygılarımla.

(AİHS m. 6, 13, 14, 17, 18, 50, 1 Nolu Protokol)

Başvuru no: 7151/75

DAVANIN ESASI

I. Dava Konusu Olaylar

9. Bu iki başvuru, uzun süreli kamulaştırma izinleri (expropriation permit) ve inşaat yasaklarının (prohibition on construction) taşınmazlar üzerinde doğurduğu sonuçlarla ilgilidir.

A. Sporrong Miras Şirketi

10. Hukuki bir kişiliğe sahip olan Sporrong Miras Şirketi (Estate), müteveffa E. Sporrong’un kanuni mirasçıları olan bayan Sporrong, bay C. --O. Sporrong ve bayan B. Atmer’den meydana gelmektedir; bunlar Stockholm yakınlarında oturmaktadırlar. Miras Şirketi, Stockholm’ün merkezinde Aşağı Norrmalm bölgesinde bulunan ve "Riddaren No. 8" olarak bilinen bir taşınmazın sahibidir. Bu taşınmazın üzerinde 1860’lı yıllardan kalma bir bina bulunmaktadır; taşınmazın 1975’teki vergi değeri 600,000 İsveç Kronudur.

1. Kamulaştırma izni

11. Hükümet, 1947 tarihli İmar Kanununun (Building Act) 44. maddesine dayanarak, 21 Temmuz 1956 tarihinde Stockholm Belediyesine (City Council) Sporrong Miras Şirketinin sahip olduğu taşınmazın da arasında bulunduğu 164 taşınmazın bulunduğu bölgeyi kamulaştırma izni vermiştir. Belediye, alış-veriş caddelerinden birini ana yola bağlayan bir viyadük yapmayı tasarlamıştır. Viyadük ayaklarından biri "Riddaren" parseline dikilecek, taşınmazın geri kalan kısmı oto parka dönüştürülecektir.

Hükümet, 1917 tarihli Kamulaştırma Kanunu (Expropriation Act) gereğince, kamulaştırmanın gerçekleştirileceği beş yıllık bir süre tespit etmiştir; bu sürenin dolmasından önce Belediye, mal sahiplerine ödenecek tazminatı belirleyecek olan mahkemeye dava açması gerekmektedir; bunu yapmaması halinde kamulaştırma izni ortadan kalkacaktır.

12. 11 Temmuz 1961’de Hükümet, Belediyenin talebi üzerine bu süreyi 31 Temmuz 1964 tarihine kadar uzatmıştır. Bu karar "Riddaren No. 8"in de içinde bulunduğu 138 taşınmazı kapsamıştır. Bu tarihlerde söz konusu taşınmazlar, imar planına tabi değildir.

13. 2 Nisan 1964’te Hükümet, Belediyenin kamulaştırma iznini bir kez daha uzatmıştır; bu uzatma ilk 164 taşınmazdan aralarında "Riddaren No. 8"inde bulunduğu 120 taşınmazı etkilemiş olup, 31 Temmuz 1969 tarihine kadar geçerli kalmıştır. Belediye Lower Norrmalm için "62 tarihli İmar planı" adıyla bilinen genel bir gelişme planı hazırlamıştır; bu plan özel ulaşım için caddelerin genişletilmesine ve yaya yollarının yapılmasına öncelik vermiştir.

Daha sonra genel gelişme planının tadilatı olan, Lower Norrmalm ve şehir merkezinde diğer bir bölge olan Östermalm için "67 tarihli İmar Planı" yapılmış, bu plan daha iyi yol ağı vasıtasıyla toplu taşımacılığı geliştirme ihtiyacını vurgulamıştır. Buna göre söz konusu bazı parseller caddelerin genişletilmesi için kullanılacaktır; ancak kesin karar için, kullanımın gerekliliğine dair bir kararın alınması beklenecektir. "62 tarihli İmar Planı" ile aynı türde olan bu tadilat planının 1985 yılından önce uygulanacağı hesaplanmıştır.

14. Temmuz 1969’da Belediye 62 ve 67 tarihli planlarda kamulaştırma gerekçelerinin hala geçerli olduğuna işaret ederek, "Riddaren No. 8"in de aralarında bulunduğu bazı parseller için kamulaştırma izninin üçüncü kez uzatılmasını istemiştir. Hükümet 14 Mayıs 1971’de, tazminatın tespiti amacıyla davanın açılması için son süre olarak 31 Temmuz 1979 tarihini, yani talepten itibaren on yıl sonrasını göstermiştir.

Mayıs 1975’te Belediye bir plan tadilatı yapmıştır; buna göre "Riddaren No. 8" kullanımı değiştirilmemekte ve üzerindeki yapı kaldırılmayacaktır.

3 Mayıs 1979’da Hükümet, Belediyenin kamulaştırma izin talebini iptal etmiştir (bk. aşağıda parag. 29).

15. Sporrong Miras Şirketi sahip olduğu taşınmazı satmaya teşebbüs etmemiştir.

2. İnşaat yasağı

16. 11 Haziran 1954’te Stockholm İdare Kurulu, yapılması planlanan viyadük ve bağlantı yolun taşınmazın kullanımını etkileyeceği gerekçesiyle "Riddaren No. 8" üzerinde inşaat yasağı koymuştur. Bu yasak, Kurul tarafından 1 Temmuz 1979 tarihine kadar uzatılmıştır.

17. 1970 yılında Sporrong Miras Şirketi, binanın ön kapısını genişletmek için inşaat yasağından muafiyet sağlamışlardır. Başka bir muafiyet tanınmamıştır.

18. "Riddaren No. 8"i etkileyen kamulaştırma izni 23 yıl, inşaat yasağı ise 25 yıl sürmüştür.

B. Bayan Lönnroth

19. Stockholm’de yaşayan bayan Lönnroth, Aşağı Norrmalm bölgesindeki "Barnhuset No. 6" de yer alan taşınmazın üçte ikisinin sahibidir; bu taşınmazın üzerinde 1887-1888 yılında yapılmış, biri caddeye cephesi olan, diğeri arkada bulunan iki bina bulunmaktadır. Taşınmazın başvurucunun hissesine isabet eden 1975’deki vergi değeri 862,500 İsveç Kronudur.

1. Kamulaştırma izni

20. 24 Eylül 1971 tarihinde Hükümet, Stockholm Belediyesine, aralarında "Barnhuset No. 6"nın da bulunduğu 115 taşınmazı kamulaştırma izni vermiş, 31 Aralık 1979 tarihini, yani Belediyenin talebinden on yıl sonrayı tazminatın tespiti amacıyla dava açılması için son tarih olarak belirlemiştir. Belediye bu kararını "67 tarihli İmar planı"na dayandırmış olup, bu plana göre başvurucunun taşınmazı üzerinde çok katlı oto park yapılacaktır.

21. Ancak bu bölgedeki çalışmalar ertelenmiş ve yeni planlar hazırlanmıştır. Başvurucu, binalarının tamire ihtiyacı olduğu gerekçesiyle, kamulaştırma izninin kaldırılmasını talep etmiştir. Belediye, varolan planların istisnaya imkan tanımadığı şeklinde yanıt vermiş ve Hükümet de 20 Şubat 1975’te, Belediyenin açıkça rızası olmadan kamulaştırma izninin kaldırılamayacağı gerekçesiyle talebi reddetmiştir.

Hükümet 3 Mayıs 1979’da, Belediyenin talebi üzerine kamulaştırma iznini iptal etmiştir (bk. aşağıda parag. 29).

22. Bayan Lönnroth’un mali durumu, taşınmazı satmaya zorlamıştır. Başvurucu 1970 ile 1975 yıllarında taşınmazı yedi kez satmaya teşebbüs etmiş, ancak müstakbel alıcılar Belediyeye danıştıktan sonra satın almaktan vazgeçmişlerdir. Ayrıca başvurucu, bazen kiracı bulmakta zorlanmıştır.

2. İnşaat yasağı

23. 29 Şubat 1968’de Stockholm İdare Kurulu, bu parselin oto parka dönüştürüleceği gerekçesiyle "Barnhuset No. 6"in üzerine inşaat yasağı koymuştur. Bu yasak daha sonra Kurul tarafından 1 Temmuz 1980 tarihine kadar uzatılmıştır.

24. 1970’te başvurucuya binasının üçüncü katında tadilat yapma izni verilmiştir; başvurucu başka bir muafiyet istememiştir.

1970’li yılların başında, taşınmazın başlıca ipotek alacaklılarından biri, binanın ön yüzünde yenileştirme yapılmasını istediği zaman, başvurucu kredi temin edememiştir.

25. Özetlenecek olursa, bayan Lönnroth’un taşınmazı sekiz yıl kamulaştırma iznine, on iki yıl da inşaat yasağına tabi tutulmuştur.

C. Stockholm Belediyesinin imar politikası

26. İkinci Dünya savaşında yıkıldıktan veya ağır surette tahrip olduktan sonra yeniden inşa edilen bir çok şehirde olduğu gibi, Stockholm şehir merkezinde de onlarca yıldır geniş çaplı değişikler meydana gelmektedir.

27. Aşağı Norrmalm bölgesi, kentin önemli idari ve ticari faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir bölgedir. 1945 yılında, bu faaliyetlerin tatmin edici bir şekilde yürütülebilmesi için bölgenin yeniden inşa edilmesi gerektiği görüşü hakim olmuştur. Örneğin, uyun bir yol ağına ihtiyaç hissedilmiştir.

Ayrıca, binaların bir çoğu ayakta duramaz olmuş, tamir edilemeyecek kadar kötü duruma gelmişlerdir. Bürolar ve dükkanlar uygun binalar yapmak ve temiz ve sağlıklı bir çalışma ortam yaratmak için geniş çaplı bir yeniden gelişme planı gerekli hale gelmiştir. 1947 tarihli Yasanın 44. maddesini değiştiren 1953 tarihli Yasayla tanınan belirli bir alanın kamulaştırılması imkanı, Belediye planlarının uygulanması için anahtar bir vasıta haline gelmiştir. On yıldan daha kısa bir sürede yüzden fazla bina yıkılmıştır. Bu suretle açılan alanların bir kısmı yeni yolların yapılması için kullanılmış ve diğer bir kısmı da daha büyük ve daha işlevsel komplekslerle bütünleştirilmiştir.

28. 1970’li yıllarda Stockholm imar politikası önemli ölçüde değişmiştir. Yerel makamlar merkeze doğru yeni yollar açmaktan çok, artık şehirdeki taşıt sayısını düşürmeye çalışmışlardır. Bu yeni politika, 19 Haziran 1978’de kabul edilen "77 tarihli İmar Planı"na yansımıştır. Bu plan, her şeyden önce, kentin mevcut yapısını dikkate alarak tedricen yeniden inşa edilmeye dayalı bir kentsel yenileşme için hükümler getirmiş ve varolan binaların bir çoğunun korunmasını ve restorasyonunu öngörmüştür.

29. 3 Mayıs 1979’da Hükümet, Belediyenin Ekim 1978 tarihli talebini kabul ederek, aralarında başvurucuların taşınmazlarının da bulunduğu yetmiş kadar taşınmaz üzerinde, 1956 ve 1971 tarihlerinde verilmiş olan kamulaştırma izinlerini kaldırmıştır. Çünkü artık, yeni imar planının uygulanması için Belediyenin bu taşınmazlara sahip olmasına gerek kalmamıştır.

30. Belirli alanı kamulaştırma izninin varlığı nedeniyle meydana gelen güçlüklere rağmen, Stockholm’deki bu tür izinlerden etkilenmiş altmış altı taşınmazın satışının yapılabilmesi mümkün olmuştur.

II. Konuyla İlgili İç Hukuk

A. İmar Hukuku (Town Planning Law)

31. 1947 tarihli Yasa, İsveç’teki imar politikasının temel belgesidir. Bu bakımdan Yasa, nazım planları ile imar planları yapılmasını sağlamaktadır.

32. Bir nazım planı (genel plan), daha ayrıntılı planların çatısını kurmak için gerekli görüldüğü takdirde belediye tarafından yapılır. Bu plan belediye meclisi tarafından kabul edilir; meclis, planı onay için İl İdare Kuruluna (1 Ocak 1973’ten önce Hükümete) gönderir (md. 10).

33. İmar planları, gerekli görülen kentsel alanlar (urban areas) için yapılır (md 24). İmar planı, nazım plandan daha ayrıntılıdır; hangi alanlardan nasıl yararlanılacağını --konu, yollar, meydanlar, parklar, vd. -- gösterir ve bu yerlerin kullanımına ilişkin daha ayrıntılı hükümler de içerebilir (md. 25). Bu planın belediye meclisi tarafından kabul edildikten sonra, İl İdare Kurulu tarafından onaylanması gerekir. Bu süreç içinde mülk sahipleri, çeşitli makamlara görüşlerini iletme imkanına sahiptirler; son çare olarak planı kabul eden karara karşı itirazda bulunabilirler.

34. Bazı hallerde nazım planları ve imar planları, karar için Hükümete sunulur.

35. Bu planlarla bağlantılı olarak veya bağımsız olarak, İsveç resmi makamları kamulaştırmaya ve inşaat yasaklarına başvurabilirler; bu tedbirlerin arasında bir hukuki bağlantı bulunması gerekmez.

1. Kamulaştırma

36. Kamulaştırma konusunda bu davada uygulanabilir hükümler esas itibarıyla 1917 tarihli Yasada yer almaktadır; bu Yasanın yerini, 1 Ocak 1973 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 1972 tarihli Kamulaştırma Yasası almıştır.

37. Kamulaştırma yetkisi vermeye karar verecek olan Hükümettir. Hükümetin kararı kamulaştırmaya izin verme biçiminde olup, Yasada yer alan belirli şartlara tabidir. İzin verilmesi otomatik olarak kamulaştırmaya yol açmaz; sadece belirli bir kamu makamına (veya, istisnai hallerde özel bir şahsa veya şirkete) gerektiği takdirde kamulaştırma yapma hakkı verilmiş olur. Bu izin kararı, mülk sahibinin mülkünü satma, kiralama veya ipotek ettirme hakkına dokunmamaktadır; bu izin, kamulaştırma makamının kamulaştırma tazminatının tespit edilmesi için dava açma süresini belirlemektedir; süresi içinde kamulaştırma yapılmaması halinde izin sona erer. 1917 tarihli Yasada süre sınırı ve iznin geçerliliğini uzatma konusunda hüküm yoktu.

1972 tarihli Yasanın gerekçesi, kamulaştırma izninin mülk sahipleri bakımından mülklerini kullanma imkanlarının belirsiz bir şekilde kısıtlanması, masraflarına katlanıp katlanmamaya karar vermekte güçlük yaratması gibi dezavantajlar oluşturduğuna, zaman geçtikçe dezavantajlı durumun giderek ağırlaştığına dikkat çekmiştir.

Bu nedenle, 1972 tarihli Yasanın 3. bölümünün 6(1). fıkrası şu hükümleri içermektedir.

"Kamulaştırma izni, (tazminatın tespiti amacıyla) yargısal işlemlerin başlatılması için süre tayin eder. Özel sebepler bulunması halinde bu süre uzatılabilir. Süre uzatma talebi sürenin dolmasından önce yapılır. Mülk sahibinin kamulaştırma işinin askıda kalmasının çok ağır zararlar verdiğini ortaya koyması halinde, kendisinin talebi üzerine bu süre kısaltılabilir. Kamulaştırma izninin verilmesinden sonra bir yıl geçmedikçe, sürenin kısaltılmasına karar verilemez."

Tazminat miktarı tespit edilip ödenmedikçe, kamulaştırma tamamlanmış olmaz. Bu konuda Taşınmaz Mahkemeleri (Real Estate Court) yetkilidir; bu mahkemenin kararlarına karşı Üst Mahkemeye başvurulabilir, son derece mahkemesi, Yüksek Mahkeme’dir.

38. 1 Temmuz 1953’ten önce, kamulaştırma sadece münferit mülklere ilişkin olarak yapılırdı; her kamulaştırma izni talebi, kamulaştıracak makamın söz konusu mülkü nasıl kullanmayı tasarladığını ayrıntılı bir şekilde tanımlardı.

Mevcut başvurular, alan kamulaştırması (zonal expropriation) olarak bilinen başka tür bir kamulaştırmayla ilgilidir. Konuyla ilgili hükümler, 1947 tarihli Yasanın 44. maddesi 1953 yılında değiştirilmek suretiyle getirilmiş ve 1971 yılında çıkan bir yasayla, 1 Ocak 1972 tarihinden itibaren kaldırılmıştır. Bu hükümler şöyleydi:

"Yoğun nüfusa sahip olan bir bölgenin tamamen yeniden gelişimini sağlamak amacıyla ana yollar veya şehir imarı için gerekli görüldüğü takdirde ve böyle bir yeniden gelişme sadece bölgenin bütünüyle inşası suretiyle gerçekleştirilecek olması, yeniden gelişme tedbirlerinin şehir imar planının bu bölge için değiştirilmesini gerektirmesi halinde, Hükümet belediyeye yeniden gelişme için ihtiyaç duyulan ve aynı bölgede veya yakın çevresinde bulunan yerleri ve planın uygulanması sonucu değeri önemli ölçüde artacak olan yerleri satın alınma yetkisi tanıyabilir..."

1 Ocak ile 31 Aralık 1972 tarihleri arasında, bu 44. maddeye karşılık gelen hükümler 1917 tarihli Yasaya sokulmuştur; bu hükümler artık 1972 tarihli yasada yer almaktadır (Bölüm 2, md. 1)

İşte alan kamulaştırması, bu suretle büyük imar projeleri için bir araç olarak düzenlenmiştir. Bunları kamulaştırma izinleri, şehrin yeni imar planı yapıldıktan hemen sonra, yani uygulanması için ayrıntılı düzenlemeler henüz yapılmadan önce bile verilebilir.

39. 1972 tarihli Yasanın geçici 11. maddesine göre, bu yeni Yasa yürürlüğe girmeden önceki kamulaştırma izin talepleri, eski Yasa hükümlerine tabidir.

40. 1917 tarihli Yasa gibi 1972 tarihli Yasa da, bir kamulaştırma izninin uzun sürmesinden veya iznin kullanılmamasından doğan zararların tazminine imkan vermemektedir. Bunun sadece bir istisnası vardır (Bölüm 5, md 16): kendisine kamulaştırma izni verilen kişi veya kurum tazminatın tespiti için dava açmış, ancak daha sonra bundan vazgeçmiş ise, kamulaştırma izni verilmesinden doğan zarar tazmin edilir.

2. İnşaat yasağı

41. 1947 tarihli Yasa, imar planına uygun olmayan yeni bir inşaat yapılmasını yasaklamaktadır (md. 34). Yasa, böyle bir imar planının belediye tarafından kabul edilip yetkili makamlar tarafından onaylanmasına kadar ve hatta bundan önce, geçici bir tedbir olarak inşaat yapılmasını yasaklama yetkisi vermektedir (1947 tarihli Yasanın 14 ve 15. maddeleriyle bağlantılı olarak 35. maddesi). Yasanın 15. maddesi şöyledir:

"Belirli bir alan için nazım planının kabul edilmesi veya kabul edilmiş bir nazım planın değiştirilmesi için ihtiyaç ortaya çıktığında, İl İdare Kurulu, belediyenin talebi üzerine, bu alanda her türlü yeni inşaat yapılmasını yasaklar. Konuyla ilgili olarak belediye tarafından en geç bir yıl içinde karar verilinceye kadar yasak sürer. İl İdare Kurulu, belediyenin talebi üzerine, gerektiği takdirde inşaat yasağının geçerliliğini bir defada en fazla iki yıl uzatabilir.

Yukarıdaki fıkrada geçen inşaat yasağından, Yönetmeliğe göre İl İdare Kurulu veya imar Kurulu tarafından muafiyet verilebilir."

Yetkili makamlar yeni bir imar planı yapmayı veya mevcudu değiştirmeyi düşündüklerinde aynı ilkeler uygulanır (1947 tarihli Yasa, md. 35). Bu ilke sadece yeni inşaatlarla ilgilidir; ancak 1947 tarihli Yasanın 158. maddesi, yeni inşaatlarla ilgili hükümlerin "Yönetmeliğe göre yeni inşaat olarak sınıflandırılan mevcut yapılardaki değişikliklere de" uygulanacağını belirtmektedir. Bu sonucu doğuran hükümler, 1959 tarihli İmar Tüzüğünün (Building Ordinance) 75. maddesinde yer almaktadır. Buna göre:

"Yeni inşaat terimi:

(a) tümüyle yeni binaların yapılması;

(b) mevcut binaların yatay veya dikey olarak genişletilmesi;

(c) binanın içinin veya dışının yeniden yapılması veya yeni inşaat sayılabilecek ölçüde değiştirilmesi;

(d) kabul edilmiş nazım planına (master plan), imar planına (city plan) veya inşaat projesine (building plan) veya imar planları veya inşaat projeleri dışında kalan alanlarda imar mevzuatına uygun olmayan sonuçlar yaratan tadilatlar; ve

(e) iki konuttan fazla olmayan meskenler veya bunların müştemilatları dışında, mevcut durumları yukarıdaki planlara ve yönetmeliklere uygun olmayan yapılardaki tadilatlar

anlamına gelir."

Ancak, yapılmasına izin verilmiş olmasa bile mevcut halinde uzun bir süre kalabileceği beklenen binanın içine ısıtma, tuvalet veya sağlıkla ilgili diğer tesisatların yapılması, "yeni inşaat" terimine girmez.

42. Parlamento Ombudsman’nın 1967 tarihli raporunda, uzun süreli inşaat yasaklarının yarattığı sonuçlara değinilmiş ve belirli çözümlere yer verilmiştir:

"Olayın şartlarından tespit edilebildiği kadarıyla, Boras ve Östersund olaylarındaki mülk sahipleri imar planından bir yarar bekleyemezlerdi. Bu demektir ki plan, açıkça uzun süreli yasakların neden olduğu zararlar için her hangi bir tazminat sağlamıyordu. İmar planlarının belediyeler için daha az masraflı şekilde uygulanması için bu gibi olaylarda uzun süreli yasakların olumsuz sonuçlarına karşı mülk sahiplerini koruyucu tedbirler alınmaması halinde, imar planı sorununu esas itibarıyla kamunun menfaati için, makul bir sürede çözmek amacıyla getirilmiş bir inşaat yasağının olumsuz sonuçlarına, bir veya birden fazla mülk sahibi katlanmak zorunda kalacaktır. Böyle bir sistem, hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir Devlette olması gereken durumla bağdaşmaz.

Uzun bir süre yürürlükte kalan geçici inşaat yasağının olumsuz sonuçlarına karşı bir mülk sahibini korumak için ne gibi düzenlemeler yapılması gerektiğini, sorun üzerinde ayrıntılı bir çalışma yapmadan söylemek zordur. Ancak, geçici yasağın geçerliliğine azami bir süre sınırı getirmek, çözümlerden biri olabilir. Bununla birlikte böyle bir çözümü güncel ihtiyaçlara uygun görmek zordur; çünkü gelecekteki gelişmelerin hangi biçimde gerçekleşeceğini belirlemekteki güçlükler nedeniyle, uzun süreli gecikmelerden her zaman kaçınmak mümkün değildir. Yasağın konulmasından belirli bir süre sonra yürürlükte kalması halinde, mülk sahibine kanıtladığı kayıpları için belediyeden tazminat talep etme hakkı tanımak veya araziyi belediyeye satmasını gerekli kılmak, tercih edilebilir bir yöntemdir.

Ancak bunun için de, yasağın uzun bir süre yürürlükte olması ve mülk sahiplerinin imar planı sayesinde kazanmayı ümit edecekleri avantajla tazmin edilemeyecek önemli olumsuz sonuçların meydana gelmesi şartı bulunmalıdır.

Yukarıda anlatılanların ışığında, makul olmayan uzun bir geçici inşaat yasağının olumsuz sonuçlarına karşı özel mülk sahipleri için koruma sistemi getirme sorunu üzerinde çalışılması gerektiği görüşündeyim."

B. Kamu makamlarına karşı hukuk yolları

1. Belediye meclis kararlarına karşı başvuru

43. Başvurucuların İnsan Hakları Avrupa Komisyon’una başvuruda bulundukları tarihte, 1953 tarihli Belediyeler Yasası ile 1957 tarihli Stockholm Büyükşehir Yasası, belediyelerin kararlarına karşı bir başvuru hakkı tanımış ve düzenlemişti. Bu Yasalar, bir bölgede ikamet eden bir kimsenin, belirli istisnalar dışında, belediye meclisi kararlarına karşı İl İdare Kuruluna itirazda bulunma imkanı vermişti.

Böyle bir başvuru sadece şu gerekçelere dayanabilirdi: kanuni usullere uygun davranmama, yasanın ihlali, yetki tecavüzü, başvuruda bulunanın haklarının ihlali veya yetkinin uygunsuz amaçlarla kullanılması. İtiraz, tutanakları kabul edilen kararın belediye ilan tahtasına asılmasından itibaren üç hafta içinde İl İdare Kuruluna yapılırdı; ilan tahtasında, tutanakların görülebileceği yer de gösterilirdi.

Başka türlü belirtilmemiş ise, itirazda bulunan kişiye tebliğinden itibaren üç hafta içinde, İl İdare Kurulu kararına karşı Yüksek İdare Mahkemesine başvurulabilirdi.

Hemen hemen aynı hükümler, şimdi 1977 tarihli Belediyeler Yasasının 7. bölümünde yer almaktadır. Bu hükümler 1 Ocak 1981 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 1980 tarihli Yasayla, başvurunun, İl İdare Kurulu yerine Üst İdare Mahkemesine yapılması şeklinde küçük bir değişikliğe uğramıştır.

44. Yukarıdaki kurallar, Hükümetten kamulaştırma izni vermesi veya uzatması için talepte bulunan belediye meclisi kararlarına karşı da uygulanır.

Öte yandan bu kurallar, inşaat yasağı getiren veya süresini uzatan İl İdare Kurulu kararlarına karşı uygulanmaz; aslında böyle bir karara karşı İdare Mahkemesi başvuru yolu açık değildir.

2. İdari tasarruflara karşı hukuk yolları

(a) İdari başvurular

45. İsveç’te idari görevler büyük ölçüde, karar alma mekanizmaları Hükümetten bağımsız olan idari makamlara bırakılmıştır. Bu makamlar her hangi bir Bakanlığın altında yer almazlar, ve ne Hükümet ne de Bakanlıklar, idari makamlara şu veya bu olayda yasayı nasıl uygulayacaklarına dair emir veya talimat veremezler.

46. Ancak genellikle, idari makamların kararlarına karşı Hükümete başvurmak mümkündür.

Böylece İl İdare Kurulu tarafından inşaat yasağı konması veya uzatılmasına dair bir karara karşı, itiraz yoluyla Hükümete başvurmak mümkündür (1947 tarihli Yasa, md. 150(2)).

(b) Yargısal başvuru yolları

47. İsveç idaresi genel olarak bakıldığında, adli (olağan) mahkemelerin denetimine tabi değildir. Bu mahkemeler sadece sözleşmeden doğan sorumluluklarla ilgili sorunlarda Devlete karşı ve bazı yasalara göre idari kararlara karşı yapılan başvuruları görür.

48. İdari tasarrufların yargısal denetimi, öncelikle İdare Mahkemelerinin görev alanına girer. İdarenin içinde yer alan bu mahkemeler üç aşamalıdır: İl İdare Mahkemesi, Üst İdare Mahkemesi ve Yüksek İdare Mahkemesi. Bu son mahkeme 1909’da Fransız Conseil d’Etat gibi bazı yabancı kurumlar tarzında kurulmuştur; ancak bazı temel noktalarda, onlardan farklıdır. Bu mahkemeler yaşam boyu görev süresi için atanan bağımsız yargıçlardan oluşur ve kural olarak, bir idari tasarrufu sadece iptal değil, fakat onu değiştirme veya yerine başka bir tasarruf koyma gibi geniş yetkiler kullanırlar. Uygulamada, bu tür tasarrufların hukukiliğine karşı başvuru yaygındır.

Ancak bu ilkenin önemli bir istinası vardır: Hükümet kararlarına karşı yargı yoluna başvurulamaz.

3. Hükümet tasarruflarına karşı başvuru

49. Bazı önemli siyasi veya mali sonuçları olan idari konular, ilk ve son derecede Hükümetin karar verebileceği konular olarak ayrılmıştır. Kamulaştırma izinleri bu kategoriye girer (bk. yukarıda parag. 37).

1971 tarihli Kamu İdare Yasası, Hükümet önündeki işlemlerde resmen uygulanabilir değilse de, bu işlemler bazı ilkelere uygun bir şekilde yürütülmelidir: ilgili kişinin dosyadaki tüm belgelere ulaşma hakkı vardır; dosyaya giren bir belge hakkında idarenin kişiyi bilgilendirme ve bunun hakkında görüş belirtmesine imkan verme görevi vardır; ilgili kişi görüşlerini sözlü olarak iletmek istiyorsa buna hakkı vardır.

Hükümet bir kamulaştırma izin talebi hakkında karar vermeden önce, talep dosyayı hazırlayacak olan İl İdare Kuruluna yapılır. Kurul, özellikle mülk sahibine talep hakkında görüşlerini sunması için bir fırsat vermelidir. Kurul gerekli verileri topladıktan sonra, karara varabilecek duruma gelen Hükümete dosyayı iletir.

50. Hükümet tarafından incelenen meseleler kural olarak, itirazı mümkün olmayan kararlarla sonuçlanır. Ancak bazı özel durumlarda, yeniden muhakeme başvurusu adıyla bilinen dar kapsamlı bir itiraz mümkündür. 1 Ocak 1975’ten önce, itiraz mercii olarak Hükümet tarafından alınan bir kararla ilgili olabilecek olan bu tür başvurular Yükse İdare Mahkemesine yapılırdı (Anayasanın 11 bölümü, md. 11). Yeniden muhakeme sebepleri, Yüksek İdare Mahkemesini resmen bağlayıcı olmamakla birlikte, Yargılama Usulü Yasasının 58. bölümünün 1. maddesinde yer almaktadır:

"Bir davada verilen karar kesin hüküm (res judicata) haline aldıktan sonra, aşağıdaki hallerde, taraflardan birinin menfaati için, yeniden yargılama kararı verilebilir:

1. mahkeme üyelerinden biri, uyuşmazlığın konusuyla bağlantılı olan bir cürüm veya kabahatten hüküm giyerse veya uyuşmazlığın konusuyla bağlantılı bir suç avukatlardan veya hukuki temsilcilerden biri tarafından işlenmiş ise ve bu cürüm veya kabahatin davanın sonucunu etkilediği kabul edilecek olursa;

2. delil olarak sunulan bir belgenin sahte olduğu anlaşılırsa veya yeminli olarak dinlenen bir taraf, bir tanık bir uzman veya çevirmen yanlış beyanda bulunmuşsa, ve belge veya beyanların davanın sonucunu etkilediği kabul edilecek olursa;

3. daha önce mahkemenin önüne getirilmiş olsaydı, davanın sonucunun farklı olabileceğine dair maddi olaylar veya delillerin varlığı sonradan anlaşılmış ise;

4. hükme temel oluşturan kanunun uygulanması açıkça kanunun kendisine aykırı ise.

İlgili taraf, her türlü çabasına rağmen maddi olayları veya delilleri İlk Derece Mahkemesi veya Yüksek Mahkeme önüne getiremediğini veya getirmemesinde bazı haklı gerekçesi olduğunu kanıtlamadıkça, yukarıdaki üçüncü fıkrada belirtilen sebeplere dayanan yeniden yargılama kararı verilmez."

Mevcut olayda olduğu gibi Yüksek İdare Mahkemesi, yeniden muhakeme kararı verecek olursa, bütün meseleyi ya kendisi inceler veya Hükümete gönderir.

Her yıl Hükümet tarafından çok sayıda karar verilmesine rağmen, sadece birkaç tanesi yeniden muhakemeye gitmektedir.

C. Kamu makamlarının sorumluluğu

51. Geçmişte merkezi ve yerel organlar, kamu yetkisini kullanırken verdikleri kararlar nedeniyle, sahip oldukları muafiyetin kapsamı konusunda bazı tereddütler bulunmakla birlikte, hiçbir sorumluluğa sahip değildiler, ve bu tür kararlardan doğan zararlar için tazminat ödemezlerdi. Bu konudaki İsveç hukuku, içtihatlardan, özel yasalardan ve yazısız prensiplerden çıkmıştır.

52. Aynı hukuk halen bir çok noktada uygulanmaktadır, ancak 1 Temmuz 1972’de Medeni Sorumluluk Yasası (Civil Liabilitiy Act) yürürlüğe girmiştir. Bu yasa, sözleşme dışı meselelerde verilen zararlar için tazminatı düzenleyen bir hukuk dalını bütünleştirmekte ve geliştirmektedir. Bu yasa, merkezi ve yerel yönetimlerin tasarrufları nedeniyle medeni açıdan sorumlu olmadıklarını hükme bağlamaktadır. Ancak Yasa, radikal bir değişiklik yapmıştır: kusur veya ihmal bulunması halinde, kamu makamlarının tasarrufları tazminat hakkı doğurabilir (Bölüm 3, md. 2).

Ancak yasakoyucu, bu yeni ilkeye önemli bir kısıtlama getirmiştir; söz konusu kararın kaldırılması veya değiştirilmesi hariç, Parlamento, Hükümet, Yüksek Mahkeme, Yüksek İdare Mahkemesi ve Milli Sosyal Güvenlik Mahkemesi kararlarına karşı tazminat davası "açılamaz" (Bölüm 3, md. 7). Yetkili hukuk yorumcularına göre, mahkeme kendiliğinden, böyle bir davanın kabuledilemez olduğuna hükmetmek zorundadır.

KOMİSYON’DAKİ YARGILAMA

53. Başvurucular, meseleyi 15 Ağustos 1975 tarihinde İnsan Hakları Avrupa Komisyon’u önüne getirmişlerdir. Başvurucular Birinci Protokolün 1. maddesindeki mal ve mülklerini barışçıl bir biçimde kullanma haklarına haksız bir müdahalenin bulunduğundan şikayet etmişlerdir. Başvurucular ayrıca, kamulaştırma ve tazminat sorunu hakkında İsveç mahkemeleri tarafından makul bir sürede karar verilmediği gerekçesiyle, Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının ihlal edildiğinden ve kamulaştırma izinlerinden ve inşaat yasaklarından kaynaklanan ihlallere karşı ulusal bir makam önünde etkili hukuk yoluna sahip olmadıkları için, Sözleşme’nin 13. maddesinin ihlal edildiğinden şikayetçi olmuşlardır. Başvurucular son olarak, Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmişler ve Sözleşme’nin 17 ve 18. maddelerine dayanmışlardır.

54. Komisyon iki başvuruyu, 12 Ekim 1977 tarihinde İçtüzüğünün 29. maddesine göre birleştirmiş, ve 5 Mart 1979 tarihinde kabuledilebilirlik kararı vermiştir.

55. Komisyon 8 Ekim 1980 tarihli raporunda (Sözleşme md. 31), Sözleşme’nin 13. maddesinin ihlal edildiği (ikiye karşı on oyla) sonucuna varmıştır. Öte yandan Komisyon, Birinci Protokolün 1. maddesinin (üçe karşı on oyla), Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının (beşe karşı on bir oyla) ve Sözleşme’nin 14, 17 ve 18. maddelerinin (oybirliğiyle) ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

(Dava, süresi içinde Mahkeme’nin önüne getirilmiştir.)

KARAR GEREKÇESİ

I. Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlali iddiası

56. Başvurucular, sahip oldukları mülkleri etkileyen kamulaştırma izinleriyle birlikte inşaat yasaklarının yürürlükte kaldığı sürenin uzunluğundan şikayetçi olmuşlardır. Başvuruculara göre bu, Birinci Protokolün 1. maddesindeki mülkiyetini barışçıl bir biçimde kullanma hakkına haksız bir aykırılık oluşturmaktadır. Bu madde şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına sahiptir. Kamu yararı gerektirmedikçe ve uluslararası hukukun genel ilkeleri ile hukukun aradığı koşullara uyulmadıkça, hiç kimse mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.

Ancak yukarıdaki hükümler hiçbir biçimde, mülkiyetin genel yarara uygun olarak kullanılmasını denetim altına almak, vergiler ile diğer harç veya cezaların ödenmesini sağlamak için Devletin gerekli gördüğü yasaları yürürlüğe koyma yetkisini ortadan kaldırmaz."

Mahkeme bu maddenin amacını, 13 Haziran 1979 tarihli Marcx kararında şöyle tanımlamıştır (bk. parag. 63):

"Birinci Protokolün 1. maddesi, herkesin maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına sahip olduğunu tanımakla, esas itibarıyla mülkiyet hakkını güvence altına almıştır. ‘Maliki olduğu şeyler (possessions)’, mülkiyeti kullanma (use of property) kelimelerinin bıraktığı açık izlenim budur; Sözleşme’nin hazırlık çalışmaları, bunu açıkça teyid etmektedir: Sözleşme’yi hazırlayanlar, bu maddenin öncüleri olan tasarılardaki bu konu için sürekli olarak ‘mülkiyet hakkından’ ve ‘mülkiyete haktan’ söz etmişlerdir."

Başvurucuların bu haklarına müdahale olup olmadığı, müdahale varsa haklı olup olmadığı belirlenmelidir.

1. Başvurucuların mülkiyet haklarına bir müdahalenin varlığı

58. Başvurucular, söz konusu kamulaştırma izinlerinin ve inşaat yasaklarının iç hukuka uygun olduğuna itiraz etmemişlerdir. Başvurucular öte yandan, kamulaştırma tazminatının tespiti amacıyla Stockholm Belediyesine dava açması için verilen sürenin uzunluğundan şikayet etmişlerdir (Sporrong Miras Şirketi olayında beş yıl, sonra üç yıl, sonra beş yıl ve son olarak on yıl; bayan Lönnroth olayında on yıl, bk. yukarıda parag. 11-14 ve 20). Başvurucular ayrıca, kamulaştırma izni ve inşaat yasağı kararlarının çok uzun bir süre (izinler bakımından 23 yıl ve 8 yıl; inşaat yasağı bakımından 25 yıl ve 12 yıl (bk. yukarıda parag. 18 ve 25) yürürlükte kalmasından şikayetçi olmuşlardır. Başvurucular mülkiyet hakları üzerinde, bu tedbirlerin bu şekilde birbirine bağlanmasının meydana getirdiğini iddia ettikleri olumsuz sonuçlara işaret etmişlerdir. Başvurucular mülklerini normal piyasa fiyatlarından satma imkanını kaybettiklerini iddia etmişlerdir. Başvurucular, mülklerinin masraflarına katlanmaları halinde büyük bir risk ile karşılaşacaklarını ve bu durum böyle kaldıkça, bir inşaat izni aldıktan sonra çalışma yapmış olsalar bile, kamulaştırma halinde hiçbir tazminat talep etmeme yükümlülüğü altına gireceklerini eklemişlerdir. Başvurucular ayrıca, ipotek tesis etmek istemiş olsalar güçlüklerle karşılaşacaklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular son olarak, arazileri üzerinde her hangi bir "yeni inşaatın" yasaklanmış olduğunu hatırlatmışlardır.

Başvurucular mülkiyetlerinden resmen ve kesin olarak yoksun bırakılmadıkları halde, söz konusu kamulaştırma izni ve inşaat yasağının mülklerinden yararlanma ve tasarruf etme yetkilerini ağır kısıtlamalara tabi tuttuğunu ve her hangi bir tazminata da meydan vermediğini iddia etmişlerdir. Başvurucuların iddiasına göre, söz konusu tedbirler yürürlükte kaldığı sürece, mülkiyet hakları özünden yoksun kalmıştır.

59. Hükümet, kamulaştırma iznine tabi bir mülkün rayiç bedelden satılmasının veya kiralanmasının güç olduğunu ve kamulaştırma izninin yürürlükte kalmasının bu sorunu daha da ağırlaştırdığını kabul etmiştir. Hükümet ayrıca, inşaat yasağının mülkiyetin normal kullanım hakkını kısıtladığını da kabul etmiştir. Ancak Hükümet, bu tür kamulaştırma izinlerinin ve inşaat yasaklarının şehir imarına içkin özellikler olduğunu ve Birinci Protokolün 1. maddesindeki maliklerin "mülkiyetten barışçıl bir biçimde yararlanma" haklarını zedelemediğini savunmuştur.

60. Mahkeme bu görüşe katılmamıştır.

Kamulaştırma izni, maliklerin sahibi olan şeyleri kullanma ve tasarruf etme (dispose) haklarına dokunmadığı halde, pratikte bu hakların uygulanma olasılığını önemli ölçüde düşürmektedir. Ayrıca bu izin ve yasak, kamulaştırmadan önce her türlü kamulaştırmanın hukuka uygunluğunu tanımakla ve Stockholm Belediyesine gerekli gördüğü her zaman kamulaştırma yapma yetkisi vermekle, mülkiyetin özüne dokunmaktadır. Bu suretle, başvurucuların mülkiyet hakkı istikrarsız (precarious) ve terk edilebilir (defeasible) hale gelmiştir.

İnşaat yasakları da hiç kuşkusuz başvuruların maliki oldukları şeyleri kullanma haklarını kısıtlamıştır.

Mahkeme ayrıca, kamulaştırma izinlerinin ve inşaat yasaklarının, analizler bu ikisinin arasında bir ayrım yapmayı gerektirmedikçe, kural olarak birlikte incelenmesi gerektiğini düşünmektedir. Çünkü bu tedbirler arasında zorunlu bir hukuki bağlantı olmamasına (bk. yukarıda parag. 35) ve hatta geçerlilik süreleri farklı olmasına rağmen, birbirlerini tamamlayıcı olup, ard arda yapılan imar planlarına uygun bir şekilde kentin geliştirilmesi amacını kolaylaştırıcı olmak gibi tek bir amaca sahiptirler.

Bu nedenle, başvurucuların mülkiyet hakkına bir müdahale vardır; Komisyon’unun da haklı olarak belirttiği gibi, kamulaştırma izinleri ve inşaat yasaklarının uzun bir süre ve birlikte kullanılması, hiç kuşkusuz, bu müdahalenin sonuçlarını ağırlaştırmıştır.
2. Başvurucuların mülkiyet haklarına müdahalenin haklılığı

61. Geriye, Mahkeme’nin tespit ettiği müdahalenin Birinci Protokolün 1. maddesini ihlal edip etmediği belirlemek kalmaktadır.

Bu madde üç ayrı kuralı kapsamaktadır. Genel nitelikte olan birinci kural, mülkiyetten barışçıl bir biçimde yararlanma hakkını beyan etmektedir; bu kural birinci fıkranın birinci cümlesinde yer almaktadır. İkinci kural, mülkiyetten yoksun bırakmayı içermekte ve bunu belirli koşullara bağlamaktadır; bu kural, aynı fıkranın ikinci cümlesinde yer almaktadır. Üçüncü kural Devletlerin, başka şeylerle birlikte, genel yarara uygun gördükleri yasaları çıkarmak suretiyle bu amaca uygun olarak mülkiyetin kullanılmasını kontrol etme hakkına sahip olduğunu tanımaktadır; bu kural ikinci fıkrada yer almaktadır.

Bu durumda Mahkeme, birinci kurala uygunluk bulunup bulunmadığını düşünmeden önce, son iki kuralın uygulanabilir olup olmadığını belirlemelidir.

(a) Birinci fıkranın ikinci cümlesinin uygulanabilirliği

62. İlk önce, İsveç yetkili makamlarının başvurucuların mülklerini kamulaştırmadığı hatırlanmalıdır. Bu nedenle başvurucular, hiçbir zaman resmen "sahibi oldukları şeylerden yoksun" bırakılmamışlardır; mülklerini kullanmaya, satmaya, vasiyet etmeye, bağışlamaya veya ipotek etmeye devam etmişlerdir.

63. Resmen bir kamulaştırma, yani mülkiyetin nakli yapılmadıkça, Mahkeme görünüşün ardına geçmek ve şikayet konusu durumdaki gerçekleri araştırmak zorunda olduğunu hissetmektedir (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, 24.06.1982 tarihli Van Droogenbroeck kararı, parag. 38). Sözleşme, hakları "pratik ve etkili" bir şekilde güvence altına almayı tasarladığından (bk. 09.10.1979 tarihli Airey kararı, parag. 24), başvurucuların savunduğu gibi bu durumun fiili kamulaştırma (de facto expropriation) olup olmadığını belirlemek zorundadır.

Mahkeme’ye göre, şikayet konusu sonuçlar (bk. yukarıda parag. 58), söz konusu mülkleri tasarruf etme imkanının daraltılmasından kaynaklanmıştır. Bu sonuçlar, istikrasız hale gelen mülkiyet hakkı üzerindeki kısıtlamalardan ve mülklerin değeri üzerine doğmuş kısıtlamanın sonuçlarından kaynaklanmıştır. Bununla birlikte söz konusu hak özünden bazı şeyler yitirmekle birlikte, tümüyle kaybolmamıştır. Söz konusu tedbirlerin sonuçları, mülkiyetten yoksun bırakmaya indirgenebilecek türden değildir. Mahkeme bu bağlamda, başvurucuların mülkleri Stockhlom’deki kamulaştırma izinlerinden ve inşaat yasaklarından etkilenmesi nedeniyle satma imkanının daha da zor hale gelmesine rağmen, mülklerini kullanabilme ve satabilme imkanına sahiptir. Hükümetin verdiği bilgiye göre, bir çok satış gerçekleşmiştir (bk. yukarıda parag. 30).

Bu nedenle, bu davada birinci fıkranın ikinci cümlesini uygulama imkanı yoktur.

(b) İkinci fıkranın uygulanabilirliği

64. İnşaat yasakları açıkça ikinci fıkradaki anlamıyla, başvurucu tarafından "mülkiyeti kullanmanın kontrolü"nü oluşturmaktadır.

65. Öte yandan kamulaştırma izinleri, mülkiyeti kullanmayı sınırlama veya kontrol etmeyi amaçlamamaktadır. Kamulaştırma izinleri mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan sürecin bir ilk adımı olduklarından, ikinci fıkra kapsamına girmezler. Bunlar birinci fıkranın birinci cümlesine göre incelenmelidirler.

(c) Kamulaştırma izinlerinin birinci fıkranın birinci cümlesine uygunluğu

66. Başvurucuların şikayetleri ilk olarak, hem İsveç hukukuna ve hem de Sözleşme’ye aykırı gördükleri Stockholm Belediyesine verilen sürelerin uzunluğuyla ilgilidir.

67. 1917 tarihli Yasa, kamulaştırma yapacak makamın kamulaştırma tazminatının belirlenmesi amacıyla dava açma süresiyle veya izinlerin geçerliliğinin uzatılma süresiyle ilgili hükümler içermemektedir.

Başvuruculara göre, bu Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra uygulamada Taşınmaz Mahkemesine dava açma süresi bir yıl olarak yerleşmiştir. Mevcut olayda beş yıl ve on yıl gibi süreler olduğundan, ilk kamulaştırma izinlerinin hukuki temeli bulunmadığı iddia edilmiştir; Sporrong Miras Şirketinin mülkünü etkileyen üç uzatma için de aynı şey geçerlidir.

Davalı Devlet, kamulaştırma izinlerinin verilmesinin ve uzatılmasının İsveç hukukuna uygun olduğu şeklinde yanıt vermiştir. Davalı Devlet, ilk kamulaştırma iznin geçerlilik süresini belirlemeye yetkili olan Hükümetin, aksine bir hüküm bulunmadığından, uzatmaya da yetkili olduğunu savunmuştur.

68. Mahkeme, İsveç hukukunun yorumlanmasıyla ilgili iki görüş arasındaki farklılığı çözmesi gerekmediği düşünmektedir. Şikayet konusu kamulaştırma izinleri İsveç hukukuna aykırı olmasa bile, bu izinlerin iç hukuka uygun olması, Birinci Protokolün 1. maddesiyle güvence altına alınan hakka da uygun olduğunu ortaya koymayacaktır.

69. Kamulaştırma izinlerinin birinci fıkranın ikinci cümlesine veya ikinci fıkraya girmemesi, bu hakka müdahalenin birinci fıkranın birinci cümlesindeki kuralı ihlal ettiği anlamına gelmez.

Bu son hüküm bakımından Mahkeme, toplumun genel yararının gerekleri ile bireyin temel haklarının korunması arasında denge kurulup kurulmadığını belirlemek zorundadır (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte 23.07.1968 tarihli Belçika Eğitim Dili Davası, parag. 5). Sözleşme’nin bütününe içkin olan bu denge arayışını, Birinci Protokolün 1. maddesi de yansıtmaktadır.

Hükümet temsilcisi, böyle bir denge ihtiyacının varlığını kabul etmiştir. Hükümet temsilcisi 23 Şubat 1982 sabahı yapılan duruşmada, olayda kamusal amaç başka yollarla gerçekleştirilebilecek ise, Kamulaştırma Yasasına göre kamulaştırma izni verilememesi gerektiğine işaret etmiştir.

Mahkeme, yasama organının bu kaygısını gözden kaçırmamıştır. Dahası Mahkeme, Sözleşmeci Devletlerin büyük şehirlerin gelişmeleri gibi karmaşık ve zor bir alanda kendi imar politikalarını uygulamak için geniş bir takdir alanı kullanmalarının doğal olduğunu tespit etmektedir. Bununla birlikte Mahkeme, kendi denetim yetkisini kullanmazlık edemez; kurulması gereken dengenin başvurucunun Birinci Protokolün 1. maddesi anlamında "mülkiyetten barışçıl bir biçimde yararlanma hakkı"na uygun bir biçimde kurulup kurulmadığına karar vermek zorundadır.

70. O tarihlerde yürürlükte bulunan mevzuatın bir özelliği, esnek olmayışıdır. Bu konudaki mevzuat, kamulaştırma izninin belediyenin rızasını gerektiren tamamen geri alınma istisnası dışında, mülk sahiplerinin durumunu daha sonra değiştirebilecek hiçbir araç sağlamamıştır. Bu bağlamda Mahkeme, Stockholm Belediyesine kamulaştırma izninin Sporrong Miras Şirketi olayında ilk önce beş yıl verildiğini sonra üç yıl, daha sonra beş yıl ve son olarak on yıl uzatıldığını, bayan Lönnroth olayında on yıl olarak verildiğini hatırlatır. Bu izinler olayda, birincisi için 23 yıl, ikincisi için 8 yıl yürürlükte kalmıştır. Başvurucular bütün bu dönem boyunca, mülklerinin istikbali konusunda tamamen belirsiz bir durumda bırakılmış olup, karşılaşmış olabilecekleri güçlükleri İsveç Hükümetinin dikkatine sunma imkanına sahip değildirler. Komisyon raporunda bu tür güçlüklerden birine yer vermiştir. Bayan Lönnroth Hükümetten, kamulaştırma iznini geri almasını talep etmiştir. Buna Belediye, mevcut planların kamulaştırma iznini askıya alma yetkisi vermediği şeklinde yanıt vermiştir; Hükümet ise, Belediyenin açıkça rızası olmadıkça kamulaştırma iznini kaldıramayacağı gerekçesiyle talebi reddetmiştir (bk. yukarıda parag. 21).

Mahkeme, Stockholm Belediyesinin imar planlarını uygulamak amacıyla mülkleri kamulaştırma seçeneğine sahip olmasındaki menfaatini gözden kaçırmamıştır. Ne var ki Mahkeme İsveç yasama organının, kamulaştırma izinlerinin verilip yürürlükte kaldığı uzun dönemlerde, Belediyenin ve mülk sahiplerinin menfaatlerinin makul aralıklarla yeniden takdir edilmesi imkanına yer vermemesinin sebebini anlayamamıştır. Bu olayda, kamulaştırma izinlerine vurgu yapan imar planları ve aynı zamanda başvurucuların mülklerinin öngörülen kullanma amacında bir çok kez değişiklik yapılması, böyle bir imkana daha fazla ihtiyaç hissettirmiştir.

71. 1972 tarihli Yasa gerekçesinde gösterildiği gibi, İsveç Hükümeti, "varolan sistemin bazı yönlerden mülk sahipleri için dezavantajlar doğurduğunu" şu şekilde kabul etmiştir:

"Sadece bir kamulaştırma izninin verilmesi, doğal olarak mülk sahibini belirsiz bir duruma sokmaktadır. Pratikte, mülkünü satarak, kullanımını devrederek veya üzerinde bina yaparak tasarruf etmesi çok büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Mülk sahibi tadilat ve modernleştirme masraflarına katlanıp katlanmamaya karar verirken de güçlük çekebilir. Kamulaştırma izninin yarattığı dezavantajlar, adli sürecin uzun bir süre başlatılmaması halinde tabii ki artar."

1972 tarihli Yasa, bu problemleri kısmen dikkate almaktadır. Kabul edilmelidir ki Yasa, kamulaştırma izninin uzun sürmesi nedeniyle zarara uğramış mülk sahiplerine tazminat ödenmesini öngörmemektedir; ancak Yasa mülk sahiplerine, söz konusu kamulaştırmanın askıda kalmasının kendisine önemli ölçüde zarar verdiğini ortaya koyması halinde, kamulaştırma tazminatının tespiti için açılacak dava süresinin kısaltılmasını elde etme imkanı vermektedir (bk. yukarıda parag. 37). Bu hükümler, eldeki olaya uygulanabilir olmadığından (bk. yukarıda parag. 39), başvurucuların karşılaştıkları güçlükleri yenmelerine yardımcı olamamıştır.

72. Mahkeme ayrıca, vurgulanan inşaat yasağının bütün bu dönem boyunca varlığını sürdürmesinin, kamulaştırma izinlerinin geçerlilik sürelerinin uzunluğunun zararlı sonuçlarını daha da ileri götürdüğünü tespit etmektedir. Başvurucuların mülkiyet haklarını tam olarak kullanmaları, Sporrong Miras Şirketi olayında toplam yirmi beş yıl, bayan Lönnroth olayında on iki yıl engellenmiştir. Bu bağlamda Mahkeme, Parlamento Ombudsmanı’nın 1967 tarihinde, uzatılmış yasakların mülk sahipleri üzerinde yarattığı olumsuz sonuçları, hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir Devlette olması gereken durumla bağdaştırılabilir görmediğini (bk. yukarıda parag. 42) kaydeder.

73. İki seri halinde birbirine bu suretle bağlanan tedbirlerin yarattığı durum, mülkiyet hakkının korunması ile genel menfaatin gerekleri arasında sağlanması gereken dengeyi bozmaktadır. Sporrong Miras Şirketi ile bayan Lönnroth, ancak sürelerin kısaltılması veya tazminat için talepte bulunma imkanları kendilerine verilmiş olması halinde meşru sayılabilecek olan ferdi ve aşırı nitelikte bir yük taşımışlardır. O tarihe kadar İsveç hukuku bu imkanlara yer vermemiş ve ikincisine de hala yer vermemektedir.

Mahkeme’nin görüşüne göre, başvurucuların gerçekten zarar görüp görmediklerini bu aşamada belirlemek gerekli değildir (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, yukarıda geçen Marckx kararı, parag. 27); gerekli dengenin bulunmamasına yol açan şey, onların hukuki durumlarıdır.

74. Sonuçları inşaat yasaklarıyla ağırlaştırılmış olan kamulaştırma izinleri, bu nedenle her iki başvurucu bakımından Birinci Protokolün 1. maddesini ihlal etmiştir.

(d) İnşaat yasaklarının Birinci Protokolün 1. maddesine uygunluğu

75. Yukarıdaki açıklamalar ışığında Mahkeme, inşaat yasaklarının ayrıca tek başına Birinci Protokolün 1. maddesini ihlal edip etmediğini belirlemeyi gerekli görmemektedir.

II. Birinci Protokolün 1. maddesiyle birlikte ele alınan Sözleşme’nin 17 ve 18. maddelerinin ihlali iddiası

76. Başvurucular ayrıca, Sözleşme’nin 17 ve 18. maddelerine dayanmışlardır. Başvurucular mülkiyetten barışçıl bir biçimde yararlanma haklarının "Birinci Protokolün 1. maddesinin "düşündüğünün çok ötesine geçen kısıtlamalara" tabi tutulduğunu ve bu maddede geçmeyen bir amaca sahip olduğunu iddia etmişlerdir.

Komisyon burada oybirliğiyle ihlal bulunmadığı sonucuna varmıştır.

Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmış olan Mahkeme, olayı Sözleşme’nin 17 ve 18. maddeleri bakımından incelemenin gerekli olmadığını kabul etmektedir.

III. Birinci Protokolün 1. maddesiyle birlikte ele alınan Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlali iddiası

77. Başvurucular, Birinci Protokolün 1. maddesiyle birlikte ele alındığında Sözleşme’nin 14. maddesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir; başvurucular mülkleri kamulaştırılmayan mülk sahipleriyle, İsveç hukukuna ve Sözleşme’ye uygun bir biçimde mülkleri kamulaştırılan mülk sahipleri olmak üzere iki kategorideki mülk sahipleriyle karşılaştırıldıklarında, kendilerinin ayrımcılığın mağduru olduklarını savunmuşlardır.

Mahkeme, önündeki materyaller arasında hiçbir delille desteklenmeyen bu iddiayı kabul edemez.

IV. Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının ihlali iddiası

78. Başvuruculara göre, mülklerini etkileyen kamulaştırma izinleriyle ilgili şikayetleri İsveç mahkemeleri tarafından görülmemiştir ve görülemezdi de; başvurucular bu bakımdan da Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Bu fıkra şöyledir:

"Herkes, kişisel hak ve yükümlülükleri ile hakkındaki bir suç isnadının karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından, makul bir sürede, adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir. ..."

A. Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının uygulanabilirliği

79. Başvurucuların mülkiyet hakları hiç kuşkusuz "kişisel bir hak"tır. Aslında bu nokta üzerinde bir tartışma yoktur. Geriye, bu hakkın başvurucular ile İsveç makamları arasında bir "uyuşmazlığın" konusu olup olmadığını belirlemek kalmaktadır.

80. Komisyon, kamulaştırma işlemlerinin bir kişisel hak ile ilgili olduğunu kabul etmekle birlikte, 1917 tarihli yasaya göre verilen kamulaştırma izinlerinin mülk sahiplerinin kişisel haklarının veya yükümlülüklerinin belirlenmesi anlamına gelmediği görüşünü savunmuştur. Komisyon, başvurucuların mülklerini etkileyen kamulaştırma izinlerini veren ve daha sonra uzatan idari işlemlerin, Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının kapsamına girmediği sonucuna varmıştır.

Mahkeme bu görüşe katılmamaktadır. Mahkeme, 23 Haziran 1981 tarihli Le Compte, Van Leuven ve De Meyere kararında Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının "sadece belirli bir aşama geçirmiş bir davaya uygulanabilir olmadığına; kişisel haklarından birini kullanılmasına yapılan bir müdahalenin hukuka aykırı olduğunu düşünen ve iddiasını Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının şartlarını taşıyan bir yargı yeri önüne getirme imkanı bulamadığından şikayet eden herkes tarafından dayanılabilir" olduğuna işaret etmiştir (bk. bu karar parag. 44; 21.02.1975 tarihli Golder kararına atıfla). Söz konusu uyuşmazlığın kamu yetkisini kullanarak yetkili makam tarafından alınmış bir idari tedbirle ilgili olmasının pek bir önemi yoktur (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte 16.07.1971 tarihli Ringeisen kararı, parag. 94, ve 28.06.1978 tarihli König kararı, parag. 94).

Bu olayda başvurucular, kamulaştırma izinlerinin verilmesi ve uzatılması nedeniyle yaratılan durumu incelemeye yetkili bir yargı yerine başvurma imkanı bulamadıklarını vurgulamışlardır.

81. Sporrong Miras Şirketi ve bayan Lönnroth, böyle bir iznin verilmesi veya uzatılmasının hukukiliği konusunda ise, Taşınmaz Mahkemesine dava açma süresi normal olarak bir yıl olduğu halde (bk. yukarıda parag. 67), kendileriyle ilgili olayda verilen uzun sürelerin İsveç hukukuna da uygun olmadığını savunmuşlardır. Hükümet bu yoruma itiraz etmiştir. Mahkeme, görüşler arasındaki bu farklılığı çözmek durumunda olmadığını hatırlatır (bk. yukarıda parag. 68). Başvurucuların mülkiyet haklarını etkileyen tedbirlerin kabul edilmesinin ve uzatılmasının hukuka aykırı olduğunu düşünmeleri ve bu tedbirlerin kendileriyle ilgili olaylardaki dönemler kadar yürürlükte kalmış olması, başvurucuların bu sorunu ulusal hukuka göre bir yargı yeri tarafından karar verilmesini isteme hakkına sahip olmaları yeterlidir.

82. Başvurucular ayrıca, kamulaştırma izinlerinin ve inşaat yasaklarının birlikte meydana getirdiği kayıpları gidermek amacıyla dava açamadıklarından şikayetçi olmuşlardır. Mahkeme, hemen yukarıda bu konuda bir uyuşmazlık olduğu sonucuna vardığından, bu iddiayı incelemeyi gerekli görmemektedir.

83. Özetle, başvurucuların mülklerini etkileyen kamulaştırma izinleri bir "kişisel" hak ile ilgili olup, yürürlük süreleri de Sözleşme’nin 6(1). fıkrası anlamında bir "uyuşmazlığa" yol açmaktadır.

B. Sözleşme’nin 6(1). fıkrasına uygunluk

84. Mahkeme, İsveç hukukunun başvuruculara "bir mahkeme hakkı" tanıyıp tanımadığını tespit etmek durumundadır ki, bu hakkın bir yönü mahkemeye başvurma, yani kişisel konularda yargı yetkisine sahip bir mahkemeye dava açma hakkıdır (bk. yukarıda geçen Golder kararı, parag. 36).

1. Belediye Meclis kararlarının hukukiliğinin denetimi

85. Hükümet, Stockholm Belediyesinin kamulaştırma izni verilmesi veya uzatılmasına dair Hükümetten talepte bulunma kararlarının hukukiliğine karşı başvurucuların itirazda bulunma yolunun açık olduğunu belirtmiştir.

Başvuruculara herhangi bir tebligat yapılmamasına rağmen, bu kararları öğrendiklerinde, sorunu İl İdare Kurulu ve sonra gerekirse Yüksek İdare Mahkemesi önüne getirebildikleri (bk. yukarıda parag. 43) doğrudur. Ancak Belediyenin talepleri sadece hazırlık adımları olup, bunlar her hangi bir aşamada kendi başlarına kişisel bir hakka müdahale etmemişlerdir. Dahası, bu taleplerin hukukiliğine, Hükümetin bu konuda verdiği kesin kararın hukukiliği ile aynı kriterlerin uygulanması zorunlu değildir.

2. Hükümet kararlarının hukukiliğinin denetimi

86. Kamulaştırma izni verilmesi ve uzatılmasına dair Hükümet kararlarına karşı İdare Mahkemelerine başvuru yolu yoktur.

Kabul edilmelidir ki, mülk sahipleri Yüksek İdare Mahkemesinden yeniden muhakeme talebinde bulunarak, bu tür kararların hukukiliğine itiraz edebilirler. Ancak başvurucular uygulamada, Yargılama Usulü Kanunun 58. Bölümünün 1. maddesindeki sebeplerle (bk. yukarıda parag. 50) aynı veya benzer sebeplere dayanmak zorundadırlar. Ayrıca bu, Hükümetin de kabul ettiği gibi, olağanüstü bir hukuk yolu olup, nadiren kullanılır. Yüksek İdare Mahkemesi böyle bir başvurunun kabuledilebilirliğini incelerken, olayın esasını incelemez; bu nedenle her hangi bir aşamada kişisel bir hakkı etkileyen tedbirleri tam olarak denetlemekle yetkili değildir (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, yukarıda geçen Le Compte, Van Leuven ve De Meyere kararı, parag. 51, 54 ve 60). Yüksek Mahkemenin sadece bir başvuruyu kabuledilebilir bulduğu takdirde bu tür denetimi, ya kendisi tarafından yada meseleyi daha önce ele almış bir mahkeme veya makam tarafından gerçekleştirilebilir. Kısaca, sözü edilen bu hukuk yolu Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının gereklerini karşılamamaktadır.

87. Özetle, Sporrong Miras Şirketi ve bayan Lönnroth olayı, meselenin bütün yönleri hakkında karar vermeye yetkili bir yargı yeri tarafından görülemezdi. Bu nedenle, her iki başvurucu bakımından da Sözleşme’nin 6(1). fıkrası ihlal edilmiştir.

V. Sözleşme’nin 13. maddesinin ihlali iddiası

88. Başvurucular, şikayetçi oldukları ihlaller konusunda ulusal bir "makam" önünde etkili bir hukuk yolundan yoksun olduklarını ileri sürmüşler; Sözleşme’nin 13. maddesine dayanmışlardır. Bu madde şöyledir:

"Bu Sözleşme’de düzenlenen hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi hareken eden kişilerden başka kimseler tarafından işlenmiş olsa da, ulusal bir makam önünde etkili bir hukuki yola başvurma hakkına sahiptir."

Komisyon raporunda, Sözleşme’nin 13. maddesinin ihlal edildiği görüşünü beyan etmiştir. Hükümet bu görüşe, özellikle bu konuya ayırdıkları 31 Temmuz 1981 tarihli dilekçelerinde karşı çıkmıştır.

Mahkeme, Sözleşme’nin 6(1). fıkrası bakımından vermiş olduğu kararı dikkate alarak, olayı 13. madde bakımından incelemenin gerekli olmadığı kanaatindedir; çünkü 13. maddedeki şartlar, Sözleşme’nin 6(1). fıkrasındaki şartlara göre daha hafif olup, bu maddenin içinde yer almaktadır (bk. yukarıda geçen Airey kararı, parag. 35, ve ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte 18.06.1971 tarihli De Wilde, Ooms ve Versyp kararı, parag. 95 ve yukarıda geçen Golder kararı, parag. 33).

VI. Sözleşme’nin 50. maddesinin uygulanması

89. Başvurucuların avukatı 23 Şubat 1982 tarihli duruşmada, Mahkeme’nin bir ihlal bulması halinde müvekkillerinin maddi kayıpları ve hukuki giderler için Sözleşme’nin 50. maddesine göre adil karşılık isteyeceklerini belirtmiştir. Başvurucuların avukatı bu konudaki taleplerinin, büyük ölçüde verilecek kararın gidişatına bağlı olduğunu ve bu nedenle bu sorunun incelenmesinin ertelenmesi gerektiğini belirtmiştir.

Hükümet, Sözleşme’nin 50. maddesinin uygulanması hakkındaki görüşlerini saklı tuttuklarını belirtmekle yetinmiştir.

Mahkeme’ye göre, İçtüzüğünün 47. maddesine ileri sürülmüş olmasına rağmen, bu sorun karara hazır değildir. Mahkeme bu nedenle bunu saklı tutmak ve davalı Devlet ile başvurucular arasındaki muhtemel bir anlaşmayı dikkate alarak bundan sonraki usulü tayin etmekle yükümlüdür.

bu gerekçelerle mahkeme,

1. Dokuza karşı on oyla, her iki başvurucu bakımından Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiğine;

2. Oybirliğiyle, olayı Birinci Protokolün 1. maddesiyle birlikte ele alarak Sözleşme’nin 17 ve 18. maddeleri bakımından incelemenin gerekli olmadığına;

3. Oybirliğiyle, Birinci Protokolün 1. maddesiyle birlikte ele alınan Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlal edilmediğine;

4. Yediye karşı on iki oyla, her iki başvurucu bakımından Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının ihlal edildiğine;

5. Oybirliğiyle, olayı bir de Sözleşme’nin 13. maddesi bakımından incelemenin gerekli olmadığına;

6. Oybirliğiyle, Sözleşme’nin 50. maddesinin uygulanmaya hazır olmadığına;

buna göre,

(a) bu sorunun tümüyle saklı tutulmasına;

(b) Komisyon’u bu kararın verildiği tarihten itibaren iki ay içinde bu sorun hakkında yazılı görüş bildirmesi ve özellikle Hükümet ile başvurucuların varabilecekleri bir dostane çözüm hakkında Mahkeme’yi bilgilendirmesi için davet etmeye

(c) sonraki usulleri saklı tutmaya ve Mahkeme Başkanını gerekli gördüğü tedbirleri alması için yetkilendirmeye

karar vermiştir. (¤¤)

Kaynak Sinerji Mevzuat
Old 25-03-2008, 18:12   #21
Gaspıralı

 
Varsayılan

Sporrong ve Lönnroth - İsveç davası kararı, benim bu konudaki görüşlerime paralel... Ancak bir de AİHM'nin ALAN JACOBSSON/İSVEÇ davası kararına da göz atmakta fayda var diye düşünüyorum...

Karar Tarihi: 25.10.1989 Davalı Devlet: İSVEÇ
Başvuru no: 10842/84

Karar Özü: Başvurucu 1974 yılında bir mülk satın almıştır. Bu arazi bir imar uygulama planı kapsamına girmektedir. Bu plana göre, söz konusu arazinin belirli bir bölümüne yeterli su ve kanalizasyon tesisi sağlanmadıkça, hiç bir inşaat yapılamaz. Arazi ayrıca, belediye imar planı hazırlanıncaya kadar çeşitli sürelerle inşaat yasaklarına tabidir. Başvurucu, arazinin ikiye bölünmesine izin verilmesi için, inşaat yasağından muaf tutulmak ve ikinci bir ev yapmak üzere izin verilmesi için bir çok kez idari makamlara başvurmuş, ancak olumlu sonuç alamamıştır. Böylece taşınmazın bulunduğu bölgede 13 yıldır yapılaşma yasağı sürmüştür. Başvurucu İnsan Hakları Avrupa Komisyonu'na başvurarak, mülkiyet hakkının, mahkemeye başvurma hakkının ve etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.



MÜLKİYET HAKKI-Mahkeme'ye göre , inşaat yasağının uzatılması, hiç kuşkusuz mülkiyetten barışçıl bir biçimde yararlanma hakkına bir müdahale oluşturmuştur. Başvurucunun taşınmazı kamulaştırmaya veya zorunlu satışa tabi tutulmamıştır. Olayda sadece imar uygulama planının hazırlanması sürerken yapılaşma yasağı getirilerek, ikinci fıkraya göre mülkiyetin kullanılması kontrol altına alınmıştır. Müdahalenin hukukiliği ve amacı konusunda Mahkeme, müdahalenin İsveç hukukuna uygun olduğu ve amacının 1. maddede yer alan genel yarar içindeki imar planının yapılmasını kolaylaştırmak olduğundan kuşku duymamaktadır. Ayrıca başvurucu taşınmazı satın alırken taşınmaz üzerindeki kısıtlamaları biliyor olması gerekir. Mahkeme'ye göre bu yapılaşma yasağı, belediyenin bölgeyi planlama meşru amacıyla orantısız değildir. Bu gerekçeyle P1, md 1. ihlal edilmediğine...
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İmar planında okul sahası olan arsanın kamulaştırılmaması Akademiker Meslektaşların Soruları 59 02-08-2013 13:09
Okul müdürü'nün okul bahçesindeki ağaçları kesmesi hakkında! av.egemen Meslektaşların Soruları 1 18-01-2008 00:16
Eve Gelmesini Istemiyorum-Boşanma Davası Sırasında Tedbir ve Evin Tahsisi Konuk Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) 1 25-10-2007 17:19
tapu tahsisi belgesi- vergi Av. Nurgül Meslektaşların Soruları 1 11-01-2007 17:12
İmarlı Olarak Almış Olduğum Arsanın Daha Sonradan İmarının Kaldırıldığı Engin Hukuk Soruları Arşivi 1 04-03-2002 21:32


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10349607 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.