Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Sahte Veraset Belgesi İle Mirasçı Olan Kişi İçin Yorumlarınıza İhtiyaç Var

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 03-05-2008, 12:48   #1
MASSAN

 
Varsayılan Sahte Veraset Belgesi İle Mirasçı Olan Kişi İçin Yorumlarınıza İhtiyaç Var

Saygıdeğer Meslektaşlarım;
Müvekkilim ilginç Olayla karşı karşıya;Sırası ile yazacağım,Kıymetli yardımlarınıza ihtiyacım var..
Olay Şu:

75 yaşlarında B isminde Vatandaşın biri 1980 li yıllarda Tapu Müdürlüğü ne gidiyor ve kayıtlara bakarken tesadüfen x isimli birinin ismine raslıyor.Bu x şahsının olup olmadığı konusunda Nüfusa gidiyor ve 1926 yılından önce ölenler veya yaşadığı belli olmayanlar Nüfusta yer almadığını ve dolaysıyla bu şahsın yaşayıp yaşamadığının belli olmadığını,eğer yaşadı ise 1926 dan önce ölenlerin kaydının olmadığını Nüfustan öğreniyor.
Sonra;b İsimli vatandaş yaşlı olduğu için ve babasının ismi nüfusta belli olmadığı için ;Tapu da x isimli olarak gördüğü şahsı babam deyip veraset davası açıyor ve Mahkeme;X şahsı Nüfusta kaydı olmadığı için bilirkişi raporu doğrultusunda B şahsına veraset veriyor.
Bu şahısta hemen tapuya kendi mirasçılarla birlikye veraseten alıyor ve izaleyi şuyu davası ile satışa çıkınca,tesadüfen müvekkilim davaya dahil oluyor,Bu x şahsının akrabası görünüyor.Aslında malın tamamı müvekkilimin kendisi ve mirasçıların ama kendilerine çok az miktar çıkıyor ve üstelik müvekkilimin avukatı ,bir ve ikinci satışta haber vermediği için müvekkilim ihaleye dahi giremeden mal bu b şahsı ve mirasçıları tarafından satın alınıyor.

Ben verasetin iptali davası açtım ama kanıtlayamadığım için dava reddedildi .Ayrıva hileli satış ın iptali davası açtım ama onu da kaybettik.Satışın iptali olan 1 yıılık süre doldu.
Acaba ne yapabiliriz.Satış 2006 da gerçekleşti.

Müvekkilimin hakkını nasıl kurtarırız..Yorumlarınız için şimdiden teşekkürler..
Bu durum herkezin başına gelir diyerek değerli yardımlarınızı bekliyorum.
Old 05-05-2008, 22:13   #2
av.özgekaya

 
Varsayılan

inanın çok zor bir durum. ama verasetin iptali davasında x'le arasında gerçekten bir evlat ilişkisi olduğu kanıtlanamadı mı? gerçi x'in mezarında kemik kalmamıştır dna testi yapmak için usulden bir eksiklik bulamaz mıyız acaba? 75 yaşındaki b tapudaki tüm bu işlemleri yaparken doktordan rapor almış mı?
Old 14-05-2008, 14:43   #3
MASSAN

 
Varsayılan

Yorumlarınıza ihtiyacım var...Değerli yorumlarınızı beklerim...
Old 07-06-2008, 12:39   #4
MASSAN

 
Varsayılan

veraset belgesinin iptali açtık ve kaybettik.Takrar açsak kaybedilen davanın bir zararı olur mu..
Old 08-06-2008, 02:38   #5
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Yeniden dava açarsanız maddi anlamda kesin hüküm sözkonusu olduğundan davanız reddedilecektir. Ayrıca bildiğiniz üzere mmahkeme ilamları sahteliği ispat edilinceye kadar geçerlidir. Anlatımlarınızdan çıkardığım sonuç ise ilamın sahte olmadığı; yalnızca mahkeme ilamının B isimli şahsın gerçeğe aykırı beyanları sonucu verildiğidir. İspatı açısından hayli güç bir yol olmasına rağmen veraset yargılaması bakımından iade-i muhakeme yolunu deneyebilirsiniz. Zira ortada hileli bir durum dolayısıyla verilen hüküm gerçeği yansıtmamaktadır. İade-i muhakemenin temelindeki fikrin de bu hatayı düzeltmek olduğunu düşünürsek ve hakikatin mutlaka tecelli edeceğine inanırsak bu yolu denemekte fayda vardır. Ancak sayın av.özgekaya'nın da belirttiği gibi usul işlemleri açısından da bir sakatlık arayabilirsiniz.
Bunun dışında kolay gelsin demekten başka bir şey bulamıyorum. Gerçekten zor bir durum...
Old 08-06-2008, 21:12   #6
hukukcu1985

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2006/1-513
Karar: 2006/516
Karar Tarihi: 12.07.2006

ÖZET: Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; davalıların sahtecilik ile gerçekleştirilen işlemi bilebilecek konumda olup olmadıkları, bu bağlamda Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinden istifade etmelerine olanak bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Somut olayda, dava konusu taşınmazın payının asıl maliki A. 1986 tarihinde ölmüş ve bu suretle mirası davacılara intikal etmiştir. Dava dışı İ.' in sahte veraset ilamı ile tapuda muris Abdullah adına kayıtlı bulunan bu payı, dava dışı annesi Azime üzerine yaptırdığı intikal işlemi ilk el olup; mirasçılık ilişkisinin sahtecilikle kurulduğu ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiştir. Bu itibarla sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirilen ilk intikalin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu kuşkusuzdur. Ondan edinen ve ikinci el durumunda bulunan dava dışı Yalçın'ın ise, İbrahim'le el ve işbirliği yaparak sahte işlemi gerçekleştirdiği ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiş olup, mahkumiyetine karar verildiği anlaşıldığından, davalıların, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde öngörülen sicile güvenin koruyucu etkisinden yararlanmaları söz konusu olamaz.


(4721 S. K. m. 2, 1023, 1024)

Dava: Taraflar arasındaki <tapu iptal ve tescil> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 13.07.2005 gün ve 20011627 - 2005/556 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 28.11.2005 gün ve 10985-12581 sayılı ilamı ile,

(... Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1210 (1275 yeni) parsel sayılı taşınmazdaki davacıların murisi Abdullah' a ait payın 27.03.1997 tarihinde veraset ilamı kullanılmak suretiyle dava dışı İbrahim'in annesi Azime'ye intikal ettirildiği ve aynı gün dava dışı Yalçın'a satış suretiyle temlik edildiği, ondan da davalı Cemil'e ve Zeki'ye 02.04.1997 tarihinde satış yoluyla intikal ettirildiği anlaşılmaktadır.

Davacılar, murisleri Abdullah üzerindeki kaydın sahte veraset belgesi ile intikal ettirildiğini iddia ederek iptal ve tescil istemişlerdir.

Dava dışı İbrahim ve Yalçın hakkında açılan ceza davası sonucu Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 24.02.2003 tarih 2003/97 nolu ilamı ile iddia konusu veraset ilamının sahte olarak düzenlenmesi sebebiyle mahkum oldukları böylece ilk intikalin sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirildiğinin belirlendiği sabittir.

Mahkemece, taşınmazın kendisine intikali sağlanan Azime tarafından Yalçın'a yapılan temlik işleminde Yalçın'ın 2. el olduğu ve iyi niyetli bulunduğu, dolayısıyla ondan edinenlerin de iyi niyetinin korunacağı kabul edilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Gerçekten de, 27.12.1939 tarih 11/60 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sahte veraset belgesi kullanılmak suretiyle taşınmazdaki pay kaydının Azime'ye intikal işlemi ilk el olup, adı geçen kişinin temlikin hukuksal dayanağı olan belgeden edinmesi sebebiyle iyi niyetli kabul edilemeyeceği açıktır. Ondan edinen Yalçın'ın ise anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca 2. el durumunda bulunduğu da tartışmasızdır. 2. el durumunda bulunan kişinin iyi niyetli olması halinde ediminin korunacağında şüphe yoktur. Ancak yukarıda değinilen ağır ceza mahkemesinin mahkumiyet kararında dava dışı İbrahim ile Yalçın'ın birlikte hareket etmek suretiyle sahte işlemi gerçekleştirdikleri belirlenmiştir. O halde Yalçın'ın iyi niyetli olduğu söylenemez. Öte yandan Yalçın'dan edinen Cemil ve Zeki'nin de kardeş oldukları, ayrıca her ikisinin de taşınmazda önceden' paydaş oldukları kayden sabit olduğuna göre, sahtecilik ile gerçekleştirilen işlemi bilebilecek konumda oldukları da açıktır. Öyle ise, anılan kişilerin Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinden istifade etmelerine de olanak yoktur...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar vekili; ... ilçesi ... Köyü 1210 parsel sayılı taşınmazın 6538887/265006080 payının müvekkillerinin murisi Abdullah adına tapuda kayıtlı iken, dava dışı akrabaları olan İbrahim tarafından alınan sahte veraset ilamı ile önce annesi Azime'ye intikalinin yaptırıldığını, ardından aynı gün dava dışı Yalçın'a sattığını, bu kişinin de bir hafta sonra davalılara satış suretiyle temlik ettiğini, tüm bu işlemlerden müvekkillerinin intikal işlemleri için tapuya gittiklerinde haberdar olduklarını; Gölbaşı ilçesinin küçük bir yerleşim birimi olması nedeniyle muris Abdullah'ın mirasçılarının müvekkilleri olduğunu herkesin bilebileceğini; üstelik, dava konusu taşınmazda davalıların temlik tarihinden evvel pay sahibi olup tüm hisse alımlarının davalılar tarafından yapıldığını, ilk temlik işleminde satış bedeli 70.000.000.-TL olmasına karşın, bir hafta sonra davalıların çekişmeli payı 300.000.000.- TL bedelle satın almış olmalarının eşyanın tabiatına aykırı bulunduğunu, dolayısıyla tüm işlemlerin iyi niyetle yapılmadığını ileri sürerek, dava konusu 1210 parselde davalılar adına kayıtlı bulunan 6538887/265006080 payın iptali ile müvekkilleri adına payları oranında tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili; müvekkillerinin, çekişmeli payı tapu kaydına güvenerek ve iyi niyetli olarak satın aldıklarını, önceki temliklerde hukuki ihlaller var ise bundan müvekkillerinin sorumlu olmadığını savunarak, haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olan davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin, <davalıların temlik işlemi sırasında gerekli tüm özen ve dikkati gösterdikleri, tapu kayıt maliki Yalçın'ın mülkiyet durumuna güvenerek çekişmeli payı iyi niyetli olarak iktisap ettiklerinin anlaşıldığı> gerekçesiyle <davanın reddine> dair verdiği karar, özel dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece <öncelikle davacıların, çekişmeli payın davalılara temlik edildiği tarihten dört yıl sonra dava açmalarının Medeni Kanun'un 2. maddesinde öngörülen objektif iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı; birlikte iş yapan davalıların, dava konusu payı yatırım amacıyla ve piyasa koşullarına uygun satın aldıkları, bu itibarla başlangıçta yapılan geçersiz işlemi bilmelerine olanak bulunmadığı> gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; 1210 parsel sayılı taşınmazda davacılar murisi Hacı adına kayıtlı bulunan dava konusu payın, dava dışı İbrahim tarafından alınan sahte veraset ilamıyla 27.03.1997 tarihinde annesi Azime'ye intikal ettirildiği ve aynı gün dava dışı Yalçın'a satış suretiyle temlik edildiği, ondan da davalılar Cemil ve Zeki'ye 02.04.1997 tarihinde satış yoluyla intikal ettirildiği anlaşılmaktadır. Dava dışı İbrahim ve Yalçın hakkında açılan ceza davası sonucu, iddia konusu veraset ilamının sahte olarak düzenlenmesi sebebiyle mahkum oldukları ve davalıların, dava konusu payın alımından önce taşınmazda pay sahibi bulundukları da sabittir.

Özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; davalıların sahtecilik ile gerçekleştirilen işlemi bilebilecek konumda olup olmadıkları, bu bağlamda Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinden istifade etmelerine olanak bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu yön itibariyle, öncelikle <yolsuz tescil> kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Bilindiği üzere hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.

Bu amaçla Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.

Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan öteki unsur ise topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliği (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.

Belirtilen ilke Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde aynen <tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişini bu kazanımı korunur> şeklinde yer almış; aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. maddede başka bir ifade ile tekrarlanarak, iyi niyetli olmayan üçüncü şahısların kazanımını hükümsüz saymıştır.

Anılan yasal düzenlemeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir.

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.

Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse; diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nitekim bu görüşten hareketle <kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re'sen) nazara alınacağı> ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 Esas, 1991/13 sayılı İnançları Birleştirme Kararı'nda kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.

Somut olayda, dava konusu 1210 parsel sayılı taşınmazın 6538887/265006080 payının asıl maliki Abdullah 1986 tarihinde ölmüş ve bu suretle mirası davacılara intikal etmiştir. Dava dışı İbrahim' in sahte veraset ilamı ile tapuda muris Abdullah adına kayıtlı bulunan bu payı, dava dışı annesi Azime üzerine yaptırdığı intikal işlemi ilk el olup; mirasçılık ilişkisinin sahtecilikle kurulduğu ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiştir. Bu itibarla sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirilen ilk intikalin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu kuşkusuzdur. Ondan edinen ve ikinci el durumunda bulunan dava dışı Yalçın'ın ise, İbrahim'le el ve işbirliği yaparak sahte işlemi gerçekleştirdiği ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiş olup, mahkumiyetine karar verildiği anlaşıldığından, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesi hükmünden yararlanması olanaklı değildir.

Dava konusu payın son maliki davalıların durumuna gelince:

Az önce de açıklandığı üzere, satıcıların üzerindeki kayıt yolsuz olarak oluşturulmuştur. Kardeş olan davalıların, küçük bir yerleşim birimi olan taşınmazın bulunduğu köyde birlikte çalıştıkları ve tapu kayıtlarına göre, taşınmazda önceden pay maliki olup, mütemadiyen pay alımı yaptıkları tartışmasızdır. Bu haliyle, davalıların kendilerinden beklenen özeni göstermeden, bilirkişi raporunda değeri 30.226.000.000.- TL olduğu belirlenen böyle bir taşınmazı 300.000.000.- TL bedel mukabilinde satın ve devralmış olmaları karşısında, iyi niyetli olduklarının kabulüne imkan görülmemiştir.

Direnme kararında sözü edilen, temlik işlemlerinden uzunca bir süre sonra dava hakkının kullanılmış olması, davacıların intikal işlemleri sırasında sahte işlemlerden haberdar olmamalarından kaynaklandığından; Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde öngörülen objektif iyi niyet kurallarından yararlanacakları her türlü duraksamadan uzaktır.

Şu açıklamalardan anlaşıldığı üzere davalıların, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde öngörülen sicile güvenin koruyucu etkisinden yararlanmaları söz konusu olamaz.

Sonuç: Hal böyle olunca; yerel mahkemece, davanın kabulü gereğine işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 12.07.2006 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
Old 08-06-2008, 21:21   #7
hukukcu1985

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2004/4-526
Karar: 2004/589
Karar Tarihi: 10.11.2004

ÖZET : Davacı davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.

(4721 S. K. m. 1007, 1023)

Dava: Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Eskişehir Dördüncü Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.10.2002 gün ve 2000/284- 2002/703 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.06.2003 gün ve 1424- 7982 sayılı ilamı ile, ( ... Davacı davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir.

Dosyadaki kanıtlara göre tapuda cinsi mesken olan ve kat mülkiyeti kurulmuş bulunan bağımsız bölümün Behçet adına kayıtlı iken 28.07.1995 tarihinde davacı Muzaffer'e satış yolu ile devredildiği görülmektedir. Durumu öğrenen gerçek tapu maliki Behçet tarafından davacı Muzaffer aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davası sonucunda Şaban adlı kişinin gerçek malikmiş gibi düzenlediği sahte nüfus cüzdanı sonucu diğer davalı Muzaffer'e satıldığı belirlenerek kaydın iptaline ve gerçek malik olan davacı Behçet adına tesciline karar verilmiş karar temyiz incelenmesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir.

Yine dosya içinde yukarıda adı geçen Şaban hakkında sahte nüfus cüzdanı düzenlemekten ve kullanılmaktan dolayı açılan kamu davası sonunda yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesi ile beraatı yönünde hüküm kurulmuştur.

Yukarıda açıklanan olgular itibarıyla usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917. md. ( yeni 1007 )maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklandığı belirlenmiştir. Madde de öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza dosyasında gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden ve ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibarıyla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.

Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez. Dava reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir... )gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 10.11.2004 gününde yapılan 2. görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :

Dava, önceki MK'nun 917 veya yeni MK'nun 1007. maddelerine dayalı, Devlet'in tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna yönelik tazminat istemine ilişkindir.

Anılan maddelere göre düzenlenen sorumluluğun kusursuz sorumluluk olduğu çekişmesiz bir hukuki olgu olup, tapu sicil memurunun yaptığı işlem nedeniyle oluşan zararın giderilmesinde kusur aranmamaktadır. Sorumlulukta aranan husus, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle bir ayni hak kaybına sebebiyet verilmiş olmasıdır. Diğer bir deyişle, sorumluluğun doğabilmesi için tapu sicilinin yanlış tutulması ile ayni hakkın kaybı, yani zarar arasında uygun illiyet bağı olması yeterli ve kafidir. Böyle bir sorumluluğun oluşturulmasındaki ana amaç ise, tapu siciline güvenin sağlanmasıdır.

Bu genel açıklamalardan sonra dava konusu olaya dönülecek olunursa; uyuşmazlık konusu olay iki kademede gerçekleşmektedir. Birinci aşamada sahte bir belgeye ( sahte vekaletname, sahte veraset belgesi veya dava konusu olayda olduğu gibi sahte nüfus örneği )dayalı olarak gerçekleştirilen ve oluşturulan bir tapu sicil kaydıdır. Bu işlemle doğru bir sicil kaydı kaldırılmakta ve yerine doğuşu sakat bir sicil kaydı oluşturulmaktadır. İşte bu durumda, asıl ve gerek kayıt malikinin eski MK'nun 917 veya yeni MK'nun 1007. maddelerine dayalı olarak Devlet'in kusursuz sorumluluğuna gidebilmesi yerinde ve zorunludur. Ne var ki, gerek öğreti, gerekse uygulamada bu halde dahi gerçek kayıt malikine anılan maddelere göre, doğrudan dava hakkı tanınmamaktadır. Böyle bir durumda gerçek kayıt malikinin öncelikle sahte kayıtla oluşturulan yeni sicil malikine karşı dava açması ve şayet o dava sonucunda sicil kaydını düzelttiremediği takdirde ve ancak o aşamadan sonra anılan maddelere göre kusursuz sorumluluk ilkesine göre Devlet'in sorumluluğuna başvurabilmektedir. İşte, önceki MK'nun 917 ve yeni MK'nun 1007. maddelerinde düzenlenen dava hakkı bu çerçevede sonuç doğurabilmelidir. Zira, yukarıda da değinildiği gibi, yapılan sahte belgeye dayalı işlemle gerçek kayıt malikinin ayni ( mülkiyet )hakkı sona erdirilmiş ve bunun sonucu olarak tapu siciline olan güven de zedelenmiştir.

Uyuşmazlık konusu olaylarda ikinci kademe ise, ilk ve gerçek kayıt malikinin sahte belgeye dayalı olarak oluşturulan sonraki sicil kaydını dava yolu ile iptal ettirmesinden sonra, iptal muhatabı olan kayıt malikinin ( dava konusu olayda taşınmaz alıcısının ), bu iptal sebebi ile oluşan zararının giderilmesine yönelik ikinci aşamadır ki, bu davanın konusu da budur. Davacı alıcı lehine oluşturulan sicil kaydı, sahte işleme dayandığından ( önceki MK'nun 931. maddesi ve yeni MK'nun 1023. maddesi saklı kalmak kaydı ile )yoklukla sakat bir işlemdir ve baştan itibaren geçersizdir. Diğer bir deyişle, alıcı lehine oluşturulan sicil kaydı yok hükmündedir. Kaldı ki davacı yani alıcı bu sahte ve geçersiz işlemin tarafı olup, üçüncü kişi durumunda da, değildir. Bu kişinin oluşturulan sahte belgeye dayalı sicilden dolayı ayni hakkı doğmamıştır ki, ayni hak kaybı nedeniyle Devletin kusursuz sorumluluğuna gidebilsin. Keza, Devlet'in sorumluluğuna esas olan tapu siciline güven ilkesinin zedelenmiş olması unsuru da ikinci kademe bakımından gerçekleşmemiştir. Zira, davacı alıcının satış işlemine dayanak olan tapu sicil kayıtları gerçek ve sağlıklıdır. Tapu siciline güven ilkesi davacının taraf olduğu dava konusunu teşkil eden sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirilen satış işleminden sonra bozulmuş bulunmaktadır. Aksi halde, yukarıda anılan maddelerdeki sorumluluğun amacı dışına çıkılmakta ve taşınmaz satımlarında satıcının edimi, Devlet tarafından alıcı yararına garanti altına alınması sorumluluğuna gidilmektedir. Oysa, Devlet'in böyle bir sorumluluğu asla bulunmamaktadır.

Böyle bir durumda Devlet'in sorumluluğu ancak, sahte belgeye dayalı taşınmaz satışının tapuda gerçekleştirilmesi sırasında tapu sicil memurunun kasıtlı veya kusurlu eyleminin bulunması halinde kusur sorumluluğuna yani BK'nun 41 ve 55. maddeleri hükümlerine dayalı bir sorumluluk olmalıdır.

Mahkeme kararının yukarıda açıkladığım gerekçelere dayalı olarak bozulması düşüncesinde olduğumdan, gerekçe yönünden sayın çoğunluğun aksine karşı oy kullanmış bulunuyorum.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
mirasın reddi+veraset belgesi+karar aranıyor hukukcu1985 Meslektaşların Soruları 2 04-04-2018 15:57
Sağ kalan eş ile birlikte mirasçı olan üst soyun miras paylaşımı Mehmet Celâlettin Pe Meslektaşların Soruları 4 22-10-2010 11:17
İhtiyaç İçin Tahliye,Sözlü Kira Akti av.sinem Meslektaşların Soruları 4 26-02-2008 21:24
izaleyi şüyu davasında veraset belgesi bekletici mesele olurmu? köktaş Meslektaşların Soruları 1 29-05-2007 00:05
Bağkur Emeklisi Olan Kişi Yakınlarından İhtiyaç Nafakası Talep Edebilir Mi? zamanyolcusu Hukuk Soruları Arşivi 0 07-03-2003 12:13


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05020189 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.