Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

bira içmiş akti feshedilmiş

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 03-05-2008, 10:52   #1
ali ekmekçi

 
Varsayılan bira içmiş akti feshedilmiş

bir tane bira içen işçi işyeri kamerasına takılmış ve kendisine bir savunma imzalatılmış,işçi savunmasında ailevi sorunu olduğu için içtiğini yazmış ve imzalamış.Sonra işveren ikramiye alacağını çekle ödemiş ve elinden bir istifa yazısı almış.Şu işe bakın ki işçi emeklilik süresini doldurmuş ve sadece yaşı bekleyen 25 yıllık işçi ve kendisinin kıdem tazminatı ödenmiyor.Yorum ve kararlarınızı bekliyorum...Sizce tazminatını alabilir mi.Sanki Yargıtayın işverenin zararı ile işşçinin menfaati arasında feda edilebilir orantı aradığına ilişkin kararları olacaktı yani işçiye tazminatı verilir kabilinden yardımlarınıza teşekkürler
Old 05-05-2008, 10:26   #2
Av.Selim Balku

 
Varsayılan "Çoğun içinde az da vardır"

84. ve 25/II-d maddeleri durum belirtilmiş.

İşyerine sarhoş olmadığı halde alkollü gelinmesinde bir problem olmayabilirdi. Ancak işyerinde yasak olduğu halde alkol almak işverene haklı fesih imkanı tanımaktadır.

Kişisel fikrim, 25 yıllık bir işçinin bir bira içmesi işverene fesih imkanı verecek kadar ağır olmaması yanında.

Kolay gelsin...
Old 05-05-2008, 10:33   #3
Av.Nilay TOPRAK

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
Esas: 1948/11
Karar: 1948/7
Karar Tarihi: 03.11.1948
ÖZET: Tazminat talebine hak veren hukuki hadise; İş akdinin inikat ve tamamiyetine ve ifası lazım gelip gelmediğine taalluk etmeyip bu aktin feshine müteferri bulunmasına ve fesih keyfiyetinin İş Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra vukubulmuş olmasına ve tazminat hakkı; iki tarafın arzu ve iradeleri nazarı itibare alınmayarak mücerret işçiyi himaye etmek ve bir dereceye kadar zaruret ve ihtiyaçtan kurtarmak maksat ve sebebine dayanmış olduğuna binaen Medeni kanunun tatbiki hakkındaki kanunun birinci ve üçüncü maddeleri gereğince tazminat süresinin hesabında mer'iyetten evvelki hizmet süresinin de nazarı itibare alınması lazım gelir.
(818 S. K. m. 313) (1475 S. K. m. 14, 26)
İş Kanunu ile kabul olunan hizmet müddetine göre verilecek tazminatın mezkur kanunun meriyetinden evvelki hizmet müddetine teşmili caiz olup olmadığı hususunda Yargıtay Ticaret Dairesinden verilmiş olan 16.12.1941 tarih ve 1626/3056 ve 11.10.1947 Tarih ve 982/3020 sayılı kararları havi ilamlar arasındaki içtihat uyuşmazlığının mevcudiyeti birinci Başkanlık makamına bildirilmiş olmakla mezkur ilam örnekleri çoğaltılarak 27.10.1948 tarihine rastlıyan Çarşamba günü saat 9.30 da müzakerenin başlıyacağı Genel Kurul Üyelerine bildirilmişti.
Bugün toplanan kurula (elliyedi) zatın iştirak ettiği görülerek müzakere nisabının tahakkuk ettiği anlaşılmakla Birinci Başkan Halil Özyörük'ün başkanlığında müzakereye başlanarak uyuşmazlık konusu kağıtlar birinci Başkan tarafından okunduktan ve olayın özeti anlatıldıktan sonra söz alan;
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Evvela tevhidi içtihadı mucip bir ihtilaf var mı? Bu tespit edilsin. 1941 de verilmiş bir karardır. Ondan sonra dairenin müstekar içtihadı kanunun meriyetinden evvel geçen zamana tazminatın teşmil edilmediği yolunda devam edip gidiyor.
Birinci Başkan; İş Kanununa göre umumi veya mülhak veya hususi bütçelere veya Belediye bütçelerine tahsisat konmak suretiyle veya mali yardımda bulundurularak işletilen müesseselerdeki bedeni işçilere dahi bu kanun tatbik edilir.
Amme idarelerinde idari hizmetler görenler İş Kanununa tabi değildir. İş Kanununun doksandördüncü maddesi İş Kanununa tabi olanlar hakkında bir nizamname çıkarılacağından bahistir. Elektrik şirketi Belediyeden tahsisat konmak suretiyle işletiliyorsa bedeni işçiler İş Kanununa tabi oluyor.
İki ilam arasında işçi bakımından bariz bir muhalefet vardır. Biri Zingal şirketinde çalışan işçidir. Diğeri Elektrik şirketinde çalışan işçidir. Belediyeye intikal edilen Elektrik Şirket dolayısiyle Belediye tarafından idare edilmektedir. Diğerinde Devlet tarafından el konul muştur. İlamın birincisinde daha evvel geçen müddet hesaba katılmıştır, diğerinde katılmamıştır. Bu itibarla muhalefet vardır.
Ticaret Dairesi Başkam Faiz Yörükoğlu; Muhalefet bir tek karara münhasırdır. Fakat daireden çıkmış tek karar olduğuna göre tevhidi içtihat konusu addedilecek mi?
Cevdet Baybura; Mühimdir, amelenin hayatına taalluk ediyor. Baha Arıkan; İhtilafı mucip bir hal yoktur. Faiz yoktur diyor.
(3 Muhalif reye karşı ekseriyetle içtihadın tevhidine karar verilerek müzakereye geçildi).
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Hadisemizi İş Kanununun onüçüncü maddesinin dördüncü fıkrası hükmü halledecektir. Bu fıkrada aynen: (Bilumum işçiler hakkındaki fesihlerde, beş seneden fazla olan her tam iş senesi için ayrıca onbeş günlük ücret tutarında tazminat verilir) denilmektedir. Bu hükme dayanarak dairemiz istifa eden işçi tazminattan istifade edemez yolunda bir içtihatta bulunmuştu. O zamanki noktai nazar: Tazminatın ancak iş mukavelesinin işveren tarafından feshedilmesi halinde verilebileceği, halbuki işçinin kendi arzu ve iradesiyle işinden ayrılmış olması yani istifa etmesi ve bu suretle hizmet bağıtının bozulması halinde bu bağıtı bozan işçinin bir tazminat isteyeceğine dair kanunda bir hüküm bulunmadığı yolunda idi.
Bugün bu içtihat dairemizce kabul edilmemektedir. Müelliflerin kıdem tazminatı dedikleri bu tazminatı işçinin isteyip isteyemiyeceğini tesbit için bu tazminatın hukuki mahiyetini ve gayesini araştırmak lazımdır.
İşçi faaliyetini ve emeğini başka birinin tahsis eden bir şahıstır. Bu şahıs ne kadar himaye edilirse müesseseye o nisbette bağlanır. İşte İş Kanunu işçinin yalnız manen değil maddeten de tatmin edilmesini düşünmüş ve bu onüçüncü maddenin dört numaralı fıkrası hükmünü sevketmiştir.
Bu hükme göre is bağıtı feshedilince kıdemli işçiye çalışma müddetine uygun bir tazminatın işveren tarafından verilmesi mecburi yeti konmuştur.
Bu kıdem tazminatı işverene kanun tarafından tahmil edilmiş bir borçtur. Kanunun aradığı şartlar tahakkuk edince işveren kıdemli işçisine bir para ödemek mecburiyeti altındadır. Bu bakımdan işveren işçi ücretlerinden bir tevkifat yapamaz. Bu nevi tevkifat tekaütlük ve sair maksatlarla yapılır. Halbuki bir tazminat yani kıdem tazminatı bir yardım, uzun seneler doğru dürüst bir şekilde çalışan işçiye ve iş verene merbut kalmış olan bu insana verilmesi kabul edilmiş bir nevi ikramiyedir.
İşçiye göre bu taliki şarta bağlı bir alacak mahiyetindedir. İşçi iş yerinde çalıştığı müddetçe fiilen bir hak iktisap etmez. Kanunun koyduğu şart tahakkuk edinceye kadar bu ikramiye muallaktadır. İşçinin bu ikramiye üzerinde bir hakkı yoktur. Bu tazminat birikmiş bir ücret olmayıp bir şartın tahakkukuna bağlı ve muallak bir alacaktır. Yani bu şart tahakkuk etmedikçe işçi kıdem tazminatı isteyemez. Başkasına devredemez ve bu tazminat haczedilemez. Bu tazminatın tahakkuku için kanun iki şart aramaktadır.
1 - İşçinin beş yıldan fazla çalışmış olması,
2 - İş bağıtınm feshi,
Asıl tefsire muhtaç olan ve Yüksek Heyetin takdirine bıraktığımız mesele bu ikinci şart yani iş bağıtınm feshi keyfiyetidir.
Kanunun metnine göre işçinin tazminata hak kazanması için iş bağıtının <işçi hakkında feshedilmesi> lazımdır. Mücbir sebepler hariç iş bağıtı iç talimatnameye göre ister işçinin yaş haddine varması gibi hiç bir kusuru istinat etmeyen sebeplerle ister işverenin veya işçinin kusursuz veya kusurlu hareketleri dolayısiyle feshedilsin kanunun aradığı müddet ve fesih sebepleri objektif olarak tahakkuk edince işçi bu tazminatı isteyebilir. Zira, bu tazminat ve bunun gayesi bir mükafat ve ikramiye nevindendir. Kendinin aynı yerde devamlı olarak çalışan işçiyi tatyip etmektir. İşçinin işinden ayrılması veya kendi arzusu ile işini terketmesi bu geçmiş hizmet dolayısiyle tahakkuk eden tazminat üzerinde bir tesir yapamaz. Bu tazminat geçmiş faaliyete bir karşılık teşkil eder. Yoksa feshin sebebiyle alakalı değildir. Fesih tabiri dördüncü fıkrada ameli ve mutlak olarak kullanılmıştır.
İşçinin iş aktiyle bağlı kalmıyacağı bütün haller dördüncü fıkradaki (İşçiler hakkındaki fesihler) tabirinde mündemiçtir. Bununla işçi tarafından vaki olacak feshi ihbarlarla bunu tahdit etmek ne müessesenin mahiyeti ne de kanunun maksat ve gayesi itibariyle doğru değildir.
Gelelim makabline teşmil meselesine: İş Kanununun neşri tarihi 12 Haziran 1936 dır. Bu tarihten bir yıl sonra yürürlüğe girmiş olmasına göre bu tarihten itibaren kıdem tazminatına ait onüçüncü maddenin dördüncü fıkrası tatbik edilir. Bu tarihten yani yürürlüğe girmesinden evvel geçen hizmetlere mukabil acaba işçi bu geçen seneler için de bir tazminat isteyebilir mi?
Bu kanunun intikal hükümleri olmadığına göre bu kanunun tatbik şeklini umumi hukuk kaidelerine göre tayin etmek lazımdır. Bütün medeni memleketlerde kanunların makabline şamil olmıyacağı -istisnai haller hariç- esası kabul edilmiştir. Nitekim Medeni Kanunumuz ve Ticaret Kanunumuz tatbikat kanunlariyle bu esası ka bul etmişlerdir. Mucibi münakaşa olmakla beraber İş Kanununu bir amele kanunu addetsek dahi makam tazminatı mali bir mükellefiyet olduğuna göre buna ait hükmün makabline şamil olmaması lazımdır.
Kıdem tazminatı akti değil kanuni bir mahiyet arzeder. Binaenaleyh kanun mevcut olmadığı zamanlarda böyle bir alacağın mevcudiyetini kabul etmek mantıkan da mümkün değildir. Bunun aksine bir hüküm olmadıkça kıdem tazminatına ait kaideyi makabline teşmile biz imkan görmüyoruz. Bu itibarla kanunun meriyetinden evvel geçen yılların hesaba katılması doğru olmaz.
Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; İş Kanunun makabline şamil olup olmadığı hususunda ihtilaf olunmuştur. Bu kanun amme esasına müstenit ise makabline şamildir. Değilse makabline teşmili icap edip etmiyeceğini tayin etmek lazımdır. Fikrimce İş Kanunu amme esasına müstenittir. Ve işçiyi siyanet etmek ve grev ve sair tehlikeyi önlemek için vazolunmuştur. Bu itibarla mutlak surette makabline şamildir. Amme esasına müstenit olmadığı surette de makabline şamildir. Çünkü, her hadise vukuu zamanında meri bulunan kanun hükümlerine tabidir. Meselemizde vakıa, işçinin işten çıkarılmasıdır. Hadisede amele yeni kanun zamanında işten çıkarılmıştır. Yeni kanun hükümlerine göre kendisine tazminat verilmek lazım gelir. Çünkü, yeni kanunda hizmet müddeti esas tutularak amele lehine tazminat verileceği tasrih edilmiştir. Tazminatın lüzumunda hizmet müddeti esas olunca İş Kanununun yürürlüğe girmesinden önce geçen müddetin de hesaba katılmaması icap eder.
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Bence bu meseleyi taalluk ettiği kanunun amme kanunu mudur, değil midir? noktasından çözmeğe hem imkan hem de lüzum yoktur. Bu bir defa ameleyi teşvik için mükafat nevinden iş verene yükletilmiş bir mükellefiyettir. Bu mükellefiyetin hududunu tayin ederken çok dikkat etmemiz lazımdır.
İşverenin hiç bir kusuru olmaksızın yapılan fesihlerde dahi bu tazminatın verilmesini kabul ediyoruz. Kanunun bir ikramiye olarak işçi lehine ve işveren aleyhine kabul ettiği bu tazminatın kanunun meriyetinden evvelki hizmetlere teşmilini kabul edersek hususi bir hizmet akdine dayanan taraflar arasındaki hak ve vecibelere ait muvazeneyi büsbütün ihlal etmiş oluruz. Esasen kanun koyduğu bir taraflı mükellefiyetle bozduğu bu muvazeneyi daha fazla ihlale müncer olacak bu tarzı tefsir yanlış olur.
Vehbi Yekebaş; Bu kanunun vazında gözetilen hedef nedir? Hedef bugün dünyada her tarafta işçi ve işçilik büyük bir ehemmiyet iktisap etmiştir. Hele bunlar işverenlerle karşılıştığı zaman aralarındaki kavga daha büyük bir ehemmiyet alıyor. Bu itibarla onlara bazen o işten istifade edenler aleyhine ve onların lehine bazı haklar kabul ediliyor. Bazı vikaye ve siyanet tedbirleri almağa zaruret hissediliyor, ona da siyasi lehçede sosyalizm deniyor. Bana öyle geliyor ki, bu kanun sosyalizm kanunudur. Bu kanunun vazı sebebi işçilerin sosyalist mevkilerini tayindir. Sosyalist kanun faaliyetinden maddeten intifa edilen adama, maddeten intifa eden şahıs veya müessese adına, bazı nimetlere mazhar kılmaktır. Bu kanun onu gözettiğine göre makabline teşmili doğrudur.
İntifa eden şahıs veya müessese aleyhine ve intifa edilen şahıs lehine bir himaye kanunu olduğuna göre bu himaye mahza himaye midir? Yoksa bunda gözetilen bir şey mi vardır. Burada gözetilen menfaattir. O bir taraf bu adamın mesaisinden faydalanmıştır, kazanmıştır, evet bunun ücretini de vermiştir; amme bu ücretler ekseriya o kadar azdır ki, bu adam işten çıktığı gün aç kalır.
Beriki faydalanmış; öteki aç kalıyor. Bu sebeple iş dedi koduyu mucip olur. Bunun radikal çaresi bu gibi kanunlar vazetmektir. Filhakika Faiz Bey kuvvetli bir noktaya istinat ettiler. Kanun bugün konmuştur. Dünkü işten niye faydalansın. Vakıa kanun bugün konmuştur, amme kazanan fert veya müessese aynıdır. Mesela Devlet dünkü Zingal Şirketini istihlaf etmiştir. Ve dünkü şirketin faydalarından bugün müteneffidir. Dolayısiyle müteneffi olduğuna göre yani onu hukuk ve vecaibiyle istihlaf ettiğine göre bu adamın mesaisinden yirmibeş senedir faydalanan bu hizmetten o adamı, haklı veya haksız, atarlarsa bunun aç kalmamasını nazara almk içinde kanun bir kıstas kabul etmiş ve sen, yirmibeş senedenberi, ne kadar istifade ettin ise istifadene göre bir bedeli tazmin verecek veya bir fedakarlık yapacaksın demiş, tabir üzerinde durmuyorum. Siyanet, fedakarlık, ikramiye v.s. ne derseniz deyin, ötedenberi ettiğin istifade müddetini nazaran alacağım böyle olunca kanunun vazıından işçi istifade ediyor. Burada yalnız bir şey var. Birinde eski müesseseyi Devlet istihlaf etmiş, diğerinde Belediye onun yerine geçmiştir. Ve bir müessese diğerini istihlaf edince istihlaf ettiği müessesenin hukuk ve vecaibine sahiptir. Asıl müessese bu vaziyetten yirmibeş senedenberi istifade ettiğine ve intifalarına mukabil de o nisbet dairesinde bir tazminat ödemekle mükellef olduğuna göre onu istihlaf eden müessesenin de aynı mükellefiyete tabi olması lazımdır. Bunun amme esasına üstenit bir kanun olarak konup konmaması noktasında Fevzi Beyle Sabir Beylere bir şey ilave edecek değilim.
Birinci Hukuk Dairesi Başkanı Şefkati Özkutlu; Amme hizmetine ait kanunların makabline şamil olacağına Kanunu Medeninin meriyetine dair olan kanunda sarahat vardır.
Kanun yalnız işverene bir mükellefiyet tayin eden kanun değildir. Eğer böyle olsaydı mükellefiyet de kanunun meriyetinden başlardı. Kanun hem amelenin hem işverenin hukukunu tanzim ediyor. Bunu tanzim edip makabline şamil olacağını söyleseydi mesele yoktu.
Eğer bu taraflardan birisi bir hakkı müktesep hasıl etmiş ise tabii bu kanun bunu ihlal etmez. Farzedelim ki, Elektrik şirketi işçi ile olan mukavele mucibince işçinin hukukunu tayin etmiştir. Bilfarz orada beş günlük demiştir.
Burada Elektrik Şirketi Belediyeye geçmekle işçi bu hukukunu kaybetmemesi lazımdır. Ve amelenin bir hakkı müktesebi var gibi görünür. Yoksa makabline şamil olacak, çünkü kanun bu adamdan bu adam işten çıkınca şu parayı vereceksin demiyor. Mademki, sen bu adamdan faydalandın o halde bunları da kaldırırken bir şey vereceksin demiş. İş Kanunundan evvei on sene çalıştırmış on sene de ondan sonra faydalanmış şimdi on senelik tazminat veriyor. Yani 1941 senesindeki karar daha doğrudur gibi geliyor.
Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı Zahir Sencer; Vehbi Bey teşbihlerle çok korkkuttu. Bu bir ihdas mıdır? Yoksa bir mevcudiyeti kabul müdür? Zannedersek, birinin lehine diğerinin aleyhine bir kanun ihdas ediyor. Memleketimizde bir takım müesseseler vardır. Mesela kömür şirketi Hükümete geçtikten sonra iki milyon açık vardır. Kazanç fikri gütmeden bir müesseseyi idame ettirmek isteyen insanlarda vardır. Bilfarz bir müessese vardı. Kanun çıktı ben ayrılıyorum paraları verin deyince hangi müessese ihtiyat düşüncesine maliktir. Bütün amelesine para vermek zaruretinde kalır, şirket mahvolur. Binaenaleyh kanunun ihdas ettiği bir hakkı makabline teşmil doğru değildir. Kanun bir hak ihdas ediyor. İhdas, ihdas anından muteberdir. Aksi halde kanunun çıktığı anda şirkette ayrılmak isteyen amelenin tazminatını elli bin lira sermayesi olan bir şirket 200.000 lira ödenmek suretiyle mahva sürükleriz, hangi kanun bu hakkı haizdir. Belki kanunun esbabı mucibe mazbatasında bazı yazılar vardır, bunların tetkiki lazımdır. Biz burada amme kanunudur makabline teşmil lazım değildir, diyemeyiz.
Beşinci Hukuk Dairesi Başkanı Y. K. Arslansan; Müddeti belli olmıyan sürekli iş akitlerinin, iş bitmezden evvel feshi halinde, 3008 sayılı İş Kanununun onüçüncü maddesi gereğince hükmedilecek tazminatın kanunun yürürlüğe girmeden evvelki zamanlara da teşmil edilip edilmiyeceği hakkında Ticaret Dairesinin yekdiğerine mübayin 1941, 1947 tarihli iki kararından hangisinin kanun hükümlerine uygun olduğu noktası tartışma mevzuunu teşkil etmektedir.
Dördüncü Dairenin Sayın Başkam Bay Fevzi Bozer; İş Kanunu bir amme kanunu olduğundan onüçüncü madde hükmü kanunun yürürlüğe girdikten evvelki zamanlara da şamildir. Fesih de kanun yürürlüğe girdikten sonra vuku bulmuştur. Binaenaleyh evvelki müddetler de göz önünde bulundurulmak suretiyle tazminat hükmolunmak gerekir buyurdular. Fakat İş Kanununun bir amme kanunu olduğu hakkında delillerini açıklamadıkları cihetle görüş ve düşünüşleri mesnetsiz kalmaktadır.
İş Kanununun yürürlüğünden evvelki zamanlara şamil olup olmadığını tayin edebilmek için bu kanun bir amme kanunu mudur? Yoksa hususi hukuk alanına giren bir kanun mudur? Evvel emirde bu cihetin halli gerekir.
Borçlar Kanununun hizmet akdine müteallik onuncu babı hükümleri, son zamanlarda gelişen içtimai ve iktisadi icaplar dairesinde işveren ile işçi arasındaki münasebetleri gereği veçhile düzenlemeye yeterli görülmemiş, zamanın gelişen icapları dairesinde ayrı bir mahsus kanun ile işverenle işçi arasındaki münasebetler yeniden 1937 senesinde düzenlenmiştir.
İşverenle işçinin hak ve borçlarını gösteren 3008 sayılı İş Kanunu, Borçlar Kanununda olduğu gibi, amme hukukuna müteallik bazı hükümleri muhtevi olmakla beraber, hususi hukuk alanına giren bir kanun cümlesindendir.
İçtimai ve iktisadi mülahazalarla Devlet müdahaleyi lüzumlu görerek zamanın gelişme ve icaplarına göre 3008 sayılı İş Kanunu düzenlenmiştir.
Amme kanunundaki unsurlar burada tamamen mevcut değildir Bu kanun tarafların hak ve borçlarını göstermekte olup amme kanunlarında olduğu gibi mevzuu mükellefiyet değildir.
3008 sayılı kanun; sermaye ve emeği eşit olarak göz önünde bulundurmaktadır. İçtimai bakımdan işçilerin hak ve menfaatleri kadar iktisadi bakımdan daima emniyet ve istikrar arayan sermayeyi de korumuştur. Kanun iki tarafın hak ve borçlarını, memleketin yüksek menfaatim göz önünde bulundurmak suretiyle, telif eylemeği hedef tutmuş ve birini diğerine asla takdim ve tercih etmemiştir. Bir işyerinin açılmasının ve işletilmesinin iktisaden yurda sağlayacağı faydalar tafsilden müstağnidir. Açılan işyeri ve işletme ile çalışmak zaruretinde kalmış bir vatandaş işsizlikten kurtarılmış ve hayatını temin edecek bir bilgi sahibi olmuş oluyor. Sermayesiz bir emek bahis konusu olamıyacağı cihetle emek ve sermayenin birbirine takdim ve tercihi bir suretle caiz olamaz. Bu cihet göz önünde bulundurulmaksızın sermaye sahiplerinin mali vecibelerini genişletmek suretiyle onüçüncü maddenin yorumlanması, sermaye kadar işçinin de menfaatına uygun düşmez. Emniyet ve istikrar arayan sermaye sahiplerini iktisadi faaliyetlere girişmekten alıkoyarki gaye olan yurdun iktisadi inkişafı sağlanamaz.
Yukarıda arz ve izah eylediğim sebeplerden ötürü 3008 sayılı İş Kanunu, hususi hukuk şümulüne giren bir kanundur. Onüçüncü maddedeki Hak ve Borçlar Kanunu yürürlüğe girdikten sonra doğar. Sarahat olmadıkça yürürlükten evvelki zamanlara teşmiline hukuk kuralları bir veçhile müsait değildir. Ticaret Dairesinin son kararı kanun hükmüne ve içtimai ve iktisadi icaplara uygundur.
Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Sabir Erbil; İşçi ile işveren arasında bu kanundan evvel bir hak vardır, bu cihete Şefkati Bey ne buyurdular.
Kemal Bey hak ve vecibeleri tanzim eden bir kanun dediler. Tenakus vardır. Böyle hak ve vecibeleri tanzim etmişse ihdas yoktur. Sermaye ve sermayedarlar arasında tedavül ederse bu şiledir, ücret değildir, tazminat değildir, nafaka değildir, muaveneti nakdiyedir.
Beşinci Hukuk Dairesi Başkanı Y. K. Arslansan; Zamanımızdaki kaidelere göre halledelim.
Üçüncü Hukuk Dairesi Başkam Sabir Erbil; Maruzatım 1941 tarihli karar doğrudur.
Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; İş Kanunu, vazındaki maksat ve gayeye göre, bir amme kanunudur, maksat amele hukukunu siyanettir. Bu siyanet memleket ve millet için mefruz olan tehlikeyi bertaraf etmek için düşünülmüştür. Ameleye bu parayı vermekle onu istihdam eden müessese iflasa uğramaz, uğramamıştır. Zira, verilecek tazminat sermayenin % 1'ini bile teşkil etmez. Kanunda şu kadar müddet hizmet edenlere tazminat verilir diyor. Yani hizmet müddeti esastır bundan başka kanunun mer'iyetinden evvelki hizmet müddetinin nazara alınmıyacağı hakkında bir sarahat dahi yoktur. Binaenaleyh bu metinden hem evvelki hem de sonraki hizmetleri muradettiği anlaşılır. Bir misal arzedeyim: Tekaüt kanununda kırk sene hizmet eden memurlara ikramiye verileceği tasrih edilse meriyetten önce geçen süre hesaba katılmıyacak mı? Elbet katılacaktır.
Vehbi Yekebaş; Şunu arzedeyim ki; hizmet tazminatının makabline teşmili suretiyle işveren müesseselerin yıkılacağına kani değilim. O aldığı menfaatten bugün bir ihtiyat ayırıyor. Dün kömür müessesesi kazanıyordu, bugün zarar ediyor, amma bu zarara rağmen yine bu fedakarlığı yapıyor.
Ticarette bugün zarara çalışır amma yarın edeceği kan düşünür. Öyle olmasa acaba kar etmeyerek çalışan müesseselerin vaziyeti ne olurdu. Bugün kar etmeden, kar etmek ihtimalini düşünmeden çalışan müesseseler yoktur. Yalnız hayır müesseseleri vardır. Yoksa bütün dünya cennet olurdu. Hilaliahmer bile bazı teşebbüslerde evvela menfaatim düşünür. Bilahare hayra sarfeder. Sermayelerin ortaya dökülüp dökülmiyeceği meselesi üzerinde durmıyacağım. Sosyalizmde bu mesele mucibi münakaşadır, buna başlamıyorum. Bu kanun sermaye ile sayyin muvazeneye konmasıdır. Kanunun hulasası budur. Esbabı mucibeyi kısaca arzettim.
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Dairemizde yeni bir içtihat vazederken, kanunun bir hükmüne mana verirken o mesele hakkında ilmi ve kazai içtihatlardan yerli ve yabancı dillerde intişar etmiş ne varsa tetkik edip, kanaatimizi bu ilmi esaslardan da mülhem olarak tesis ederiz. İlmi mesailde bu yolu daima hakka götüren en salim bir yol addetmekteyiz. Bu işte de müellifler bizim noktai nazarımızdadırlar.
Sayın Bay Fevzi kanunun mutlak sarahatına dayanarak teşmili muvafık buldular. Biz kanunu iki tarafın mükellefiyetlerini nazara alarak tefsir edeceğiz. Bir taraf lehine konan bir hükümde tahmil edilen bir mükellefiyette bilakis hilafına yani makabline teşmil edilmesi yolunda bir sarahati aramak mevkiindeyiz. Yoksa böyle bir sarahatin olmaması bizi böyle bir mükellefiyetin kabulüne mecbur edici bir hüküm olarak kabul zorunda bırakmaz. Tekaüt hükümlerine istinat etmek istediler. Böyle bir Tekaüt Kanunu henüz çıkmadığına göre bunun münakaşası lüzumsuzdur. Diğer mütalaaları, hissiyata hitap oluyor. Burada yeri olmamak lazımdır. Demeleriyle oylara baş vurma neticesinde karar nisabı hasıl olamadığından gelecek oturumda tekrar gereği düşünülmek üzere talik kılındı.
3.11.1948 İkinci Oturum
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Biz dairemizde verdiğimiz kararların mümkün olduğu kadar ilim ve nazariyata uygun olmasını isteriz. Mantık ve sadece kendi görüşümüz bize rehber olmaz.
Bunu hem hak ve adalete yaklaşmak hem de bu müessesenin itibarını korumak bakımından zaruri sayarız. Bu mesele hakkında yüksek heyeti aydınlatmak ve bu mevzuda ilmin ve nazariyatın sözünü de söylemiş olmak için ihtilaf konumuzu etüt etmiş olan İstanbul Üniversitesi medeniyecilerinden Profesör Ferit Saymen'in bir tetkikini ve neticedeki mütalaasını arzetmeyi faydalı görüyorum. (Yazı okundu.)
Bu ise ait esbabı mucibe layihasında aydınlatıcı bir nokta görmediğim için layihayı getirmeğe lüzum görmedim. Sade bu maddenin tatbiki hakkında neşrettiği nizamnamelerde Çalışma Bakanlığı bu makaleden de istifade etmiştir.
Makabline şümul meselesine taalluk eden noktalan da okuyorum. (Okunur)...
(Devamla) iki tarafın münasebeti iki tarafa hak ve vecibe tahmil eden bir hususi hukuk münasebetidir. Yeni bir kanun tedvin ediliyor. Ve bu kanun bir taraf lehine diğer taraf aleyhine bir mükellefiyet tahmil ediyor. Bu mükellefiyet iki taraf arasındaki münasebete ait muvazeneyi bozan bir mükellefiyettir. Biz bunu ne şekilde tefsir edeceğiz. Acaba hususi bir mahiyet arzeden aktin kanunun neşrinden evvelki tatbikatına teşmil edecek miyiz? Mesele budur.
Beşinci Hukuk Dairesi Başkanı Y.K. Arslansan; 3008 sayılı İş Kanunu; bir amme kanunu mu? Yoksa hususi hukuk, alanına giren bir kanun mudur? İşin aydınlanması bakımından bu hususta tanınmış iki Profesör'ün eserlerine istinaden görüş ve düşünüşüm hakkında ek maruzatta bulunmak istiyorum.;
Bordo Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Julien Bonnecase 1339 tarihli (İnhoducton a l'etude droit) adlı eserinde:
Amme hukuku; bir taraftan Devletin ve amme hizmeti gören hükmi şahısların hukuki bünyesini ifade eden ve diğer taraftan bu uzuvla ve sonrada fertler arasındaki rabıta ve münasebetleri idare eden kaide ve müesseselerin mecmu heyetidir.
Hususi hukuk: Münhasıran hususi menfaatlere ait olmak üzere bir taraftan amme mefhumu dışındaki hak ve rabıtaları, idare eden diğer taraftan da aile teşkilatında olduğu kadar şahsiyet mefhumunun gerçek şahıs ve topluluğa ve hususi teşebbüsten doğma zümre ve tesislere uygulanmasında hakim olan kaide ve müesseselerin mecmuunun heyetidir, diyor.
Amme hukuku: Anayasa, İdare Hukuku, Ceza Hukuku, Usul Hukuku, sonra kabul olunan yeni bir terim (ıstılah) ile bütün Adalet Teşkilatını da kapsayan usule müteallik hukuk, Devletler hukuku.
Hususi hukuk: Medeni Kanun, Kara ve Deniz Ticaret Hukuku, İş Hukuku, ve saire olarak gösterilmiştir.
İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi eski Dekanı Profesör Hıfzı Veldet Medeni Hukukun Umumi Esasları isimli eserinde (sahife 30) da amme hukuku taksimatında gösterilen hukuktan başka son zamanlarda çok inkişaf eden bir takım amme hukuku veya Devlet Hukuku da buraya girer,
Gösterilen hukuk dallarından başka Toprak Hukuku, İş Hukuku, Fikir Hakkı, Sigorta Hukuku, Maliye Hukuku gibi hukuk dalları (sahife 36) vardır ki, bunlardan mühim bir kısmı Medeni Hukuk ve Ticaret Hukuku çerçevesine ve bir kısmı da İdare Hukuku çerçevesine girdikleri cihetle bahsolunan sistem ve tasnif içinde ayrıca gösterilmemiştir.
Son çağda; eskiden hususi hukukun düzenlediği alanlara yavaş, yavaş Devlet müdahale etmeğe başladı: Bu suretle ame hukuku alanı, hususi hukuk alanının zararına olarak genişlemeye yüz tuttu. Bugünkü durum gözden geçirilecek olursa, her iki hukuk alanı arasındaki haddin memleketten memlekete bariz bir şekilde değiştiği görülür.
Mesela: Ferdiyetçi memleketlerde hususi hukuk alam Totaliter memleketlerinkine nazaran daha geniştir. Onlarda Şemendöfer nakliyatı, Uçak, nakliyatı, Radyo neşriyatı ve işletmeleri hususi şahıslara veya teşekküllere bırakılmıştır. Bu münasebetlerin en çoğunu hususi hukuk tanzim eder. Halbuki Totaliter memleketlerde ise bütün bu alanlar Devlete aittir. Ve bunlara giren münasebetleri amme hukuku tanzim etmektedir.
Türkiye'de dahi yukarıda sayılan hususlar ve bundan başka İnhisarlar ve -bazı hususlarda- iktisadi Devlet Teşekkülleri amme hukuku çevresine girdiği için alan eskisine nazaran gittikçe genişlemektedir. Deniliyor.
Profesör Julien Bonnecase ve Profesör Hıfzı Veldet'in yazıları da gösteriyor ki, her memleketin mevzuatına ve içtimai ve hukuki telakkilerine göre İş Kanunları amme veya hususi hukuk kanunları sayılmaktadır. Geçen oturumda açıkladığım gibi Borçlar Kanununun hizmet akline müteallik hükümleri ihtiyaca yeterli görülmediğinden işveren ve işçinin hak ve borçlan 3008 sayılı İş Kanunu ile düzenlenmiştir. Nasıl ki Borçlar Kanununun hizmet aktine mütedair onuncu babı hükümleri bir amme hukuku değil hususi bir hukuk cümlesinden ise, bizim memleketimiz mevzuatına ve içtimai ve iktisadi telakkilerine göre 3008 sayılı kanun hususi hukuk şümulüne giren bir kanundur.
Borçlar Kanununun hizmet aktindeki amme hukuku cümlesinden bulunan 318 ve 337 inci madde hükümleri Borçlar Kanununun mahiyetini değiştirmediği gibi İş Kanunundaki mevcut amme hukukuna, amme intizamına müteallik hükümlerde İş Kanununa bir amme kanunu mahiyetini izafe edemez.
İş Kanunu, işveren ile işçi arasındaki hak ve borçları düzenleyen hususi hukuk alanına giren bir kanundur. Mevzuu, hakimiyet esasına dayanan bir mükellefiyet olan amme kanunu değildir.
Sayın Ticaret Başkanı tarafından tartışma mevzuuna taalluk eden kısımlarını okudukları Doçent Ferid Saymen'in yazısında da belirtildiği veçhile 3008 sayılı kanunun onüçüncü maddesi hükmünün kanunun yürürlüğe girdikten evvelki zamanlara da teşmil edilebilmesi kanunda sarahat bulunmasına bağlıdır. Halbuki kanunda böyle bir sarahat bulunmamaktadır.
Bundan başka şirketin statüsü ve işveren ile işçi arasındaki bağıt hükümleri de göz önünde bulundurulmak gerekir.
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Kıdem tazminatı bakımından işçinin bu tazminatı işverenin kusuru halinde alması her zaman mümkündür.
Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; İş Kanunu, biz Borçlar Kanununun tanzim ettiği bir hizmet aktidir. Ancak amme intizamını alakadar eden hükümleri de vardır. Nitekim 13 üncü madde bu kabildendir. Tazminat meselesi tarafların irade ve ihtiyarı nazara alınmıyarak tanzim olunmuştur.
Medeni Kanunun tatbikati hakkındaki kanunun üçüncü maddesi mucibince meriyetinden itibaren İş Kanunu hükümlerine tabi olur, şayet kanunun maksadı kanunun meriyetinden sonraki beş sene olsaydı bunu ayrıca sarahatla gösterirdi, böyle bir hüküm koymamıştır. Buradaki hüküm mutlaktır. Itlakı üzerine cari olur.
Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Sabir Erbil; Fevzi bey meseleyi arzettiler. Medeni Kanunun mevkii meriyetine ait kanunda bu noktayı açıkça söyliyor. Kimse Kanunu Medeni amme kanunudur demiyor. Amme intizamına müteallik hükümler ammeye mütealliktir. Ferit beyin makalesinde bu tazminat değil geçmiş hizmete mukabil bir mükafattır diyor. Böyle olunca hizmet ister İş Kanunundan evvel olsun ister sonra; yani işçi kapı dışarı edildimi açıkta kalmadın demektir. Hizmet akti hakkındaki, küçüğün tasarrufu hak kındaki hükümlerin bu hadise ile alakası yoktur (B.K. Madde: 316-317).
İş Kanunu işverenle işçi arasında umumi bir mukaveledir. Mademki böyledir umumimukaveleye aykırı olan hususi akitlerde hükümsüzdür. Nasıl olurda müddeti tecezzi ettirebiliriz. Nasıl olurda ıtlak üzere vazolunan hükmü parçalayabiliriz. Tatbikat Kanunu hükümlerine göre bu hizmeti ister İş Kanunundan evvel olsun ister sonra; parçalamamasıdır.
Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı Zahir Sencer; Kanunlara mutlak surette amme ve bahusus kanundur diye damga vurmamalıdır. En hususi kanunda bazan amme mahiyeti alabilir. Bu noktada durmamız fazladır. İş Kanunu birçok hususlarda amme hukuku namına hareket etmekle beraber mutlaka amme Kanununun makabline gidemiyeceğini nereden çıkarıyoruz. Ceza Kanunu da amme kanunudur. Bunda bile makabline şamil olan hükümler vardır. Tekaüt Kanununu bununla mukayese edemeyiz. Bunda parayı verecek Hükümettir. İş Kanununda parayı verecek ferttir. Hükümet Varlık Vergisi gibi bir kanun ihdas eder ve nereden verileceğini düşünmez. Bu vergi kanunu, mükellefiyet kanunu başkadır. Ahmet, Mehmet için vecibe tahmil eden kanun başkadır. Bu kanun ancak meriyet tarihinden muteber olur. Çünkü, bunu Hükümet vermiyecektir, Ahmede Mehmed'e tahmil edilmiştir. Ahmed'e Mehmed'e vecibe tahmil eden kanun sarahat olmadıkça makabline şamil olamaz. İş Kanunu meriyete girdikten sonra Devlet ben şu şartlan koydum, eğer sen bu fabrikayı istersen işletebilirsin demektedir. Tekaüt Kanunu makabline şamildir. Çünkü, o mecburiyetle yapılmıştır. Hani Tekaüt Kanunundaki hakkı müktesepler ne oldu. Kanunun buna müteallik hükümleri tehir edildi. Hükümet kendi hesabına yaptığı vecibeleri geri alıyor. Nasıl olur da fert hesabına yapılan vecibeleri makabline teşmil edebilir. Mutlak olan maddeye parçalamıyoruz. Mutlak olan madde kanunun meriyeti tarihinden itibaren geçen müddeti nazara almaktır. Biz her şeyi bıraktık, işçiyi himayeyi düşünüyoruz. İş Kanununun amelinin aleyhindeki hükümleri bu kanunun neşrinden bir sene sonraya talik edildiği halde sermayedar hakkında neden teşmil ediyoruz.
Devlet eğer kendi kesesinden ödenecek tazminat için bir şey ihdas ederse o zaman makabline teşmil eder. Devlet bugün neşrettiği kanunla sermayedara yirmibeş sene evvelki hizmete göre bir mükellefiyet tahmil edemez. Daima sermayedarı yıkmış oluyoruz. Sermayedarın kazanç temin ettiğini ve ameleyi istismar ettiğini soyuyoruz. Bunu iddia edebilmek için bilançoyu tetkik etmek lazımdır Bitaraf olalım ne amele vardır ne sermayedar vardır. Her ikisi de ferttir. Binaenaleyh kanunun vaz'ettiği hükümler kanunun neşri tarihinden muteberdir.
Vehbi Yekebaş; Hizmet ikramiyesinin nereden geldiğini, neden münbais olduğunu geçen celsede kısaca izah etmiştim. Necmettin Zahir beyin muhafazakar tenkitlerine yine de teşekkür ederim. İnsanlar ötedenberi, hatta bir nakısa olarak, kıskançtır, bu kıskançlık bilhassa varlıklara karşıdır. Her varlığı her yoksul kıskanır bu yal nız sermayeye mahsus değildir. Alimi cahil, sıhhatli ve gürbüzü mariz ve malul; hatta güzeli çirkin ...... ilah kıskanır. Bu tabiat beşeriyet icabıdır. Bunun fevkine çıkan, kendilerinde olmıyan ehliyetleri bitaraf bir muhakeme ile tastik ve tasvip eden fertler ekalliyette kalır, umumi ahlak böyledir. Bu cümleden olmak üzere sermayedarı yıkmayalım; amma ne çare ki insan hilkatinin fıtri zaafı buna münafi.
İnsanlar cemiyet halinde taazzuv ettikleri zaman bu kıskançlık biraz daha artmıştır. Bundan dolayı yoksullar varlıklının malına göz koymuştur. İşte nizamı içtimaiyi muhafaza mülahazası buna müstenittir. Ta Eflatundan bugüne kadar bir çok mütefekkirler varlıkla yokluk arasında bir muvazene tesis etmek istemişler. Bunun tesisi için bu yoksullar ki, işçilerin bu sayini kim çalıştıracak? Tabii sermayedar, kazanç ikiye bölünecek işte kavga buradan çıkıyor. Ondokuzuncu asrın birinci nısfının sonlarında toplanmış olan birinci enternasyonalden sonraki teşekküllerle bu kavga çok büyümüştür. Çünkü, mesela: Krupp fabrikasında 300 bin kişi çalışır ve bundan sade Krupp'un varisleri istifade eder. İşte enternasyonalciler ve onların fikrine taraftar olanlar bu 300 bin kişinin sayinden bir kişinin istifadesine mani olmak isterler. Bilhassa irse itiraz ederler; Krupp'un kendi icadiyle vücut verdiği çalıştığı, kurduğu müessesede evlatları için bir hak isbatına hiç yanaşmak istemezler.
İşte Sosyalizm denilen şey böyle taazzuv etmiştir. Bunun muhtelif şekilleri vardır, üzerinde durmıyacağım. Komünizm, Kolektivizm, Etatizm, Totaliterizm (ilah) suretinde bunun muhtelif ve mütehalif şekilleri vardır.
Bu şekilde sayi ile sermaye arasında kavga başladıktan yeni mesai tarzları ve iktisadi müesseselerde say fikri say hakkının rüçhani fikri gittikçe büyüdükten sonra sermayedarı, maruz kaldığı tehlike ve ondan cemiyetin göreceği zarar itibariyle, himaye etmek isteyenler korkmuşlar ve bunu müdafaa edenlerin en başında da bulunanlar bunların radikal şeklinin tahakkuku kabiliyeti bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.
Mektepte talebe iken bir makale okumuştum. Fransada Sosyalizm'i önlemek için Fransız servetini Fransız ferdine taksim etmeği düşünmüşler adam başına 35 lira düşmüş. Bu onlara bir menfaat temin edemiyeceği halde Fransız iktisadiyatını yıkacağı cihetle sermayenin himayesini intaç etmek gerektir. Sayi fikrinin hareketi sermayedarı yıkacaktır, İşte bunun önüne geçmek için sayi erbabının hastalığına yetişmek, çocuğunu okutmak ve saire kabilinden bazı zaruri ihtiyaçlarına yetişmek ve bunun en başında da bazı ikramiye vermek düşünülmüştür. Bu sermayenin yıkılmasını önlemek için şayi eshabının işten çıktığı gün aç kalmaması çaresine başvurulmuştur. Vakıa bizde henüz Sosyalizm vücut bulmamıştır. Siyasi fırka, iktisadi faaliyet olarak taazzuv etmemiştir.
Memlekette yeni yetişen idraksiz gençler arasında Komünizme meylanlar görülmüştür. Zavallı ameleye bunlar <Sen ne sürünüyorsun> diyeceklerdir. Ve servetin umumi inkısamından ona, sefaletini önleyecek bir kemiyet düşmiyeceğini, bunun imkansız olduğunu bildirmiyecekler onu yalnız isyana tahrik edecekler, kıskançlık hislerini kamçılayacaklar. İşte bunun önüne geçmek için Devlet <Sen de sürünmiyeceksin; işte sana ikramiye temin ediyorum. Sen müstemirren saye devam edersen devam ettiğin mesai nisbetinde seni mükafatlandıracağım> diyor. Bu pay ayırma bir vecibedir, diyen Beşinci Daire Başkanı Bay Kemal Arslansan'dan bu hususta ayrılıyorum, bu vecibe değildir. Çünkü vecibeler şebih akitler veya akitler neticesinde taraflar için mütekabilen vücut bulan şeylerdir. Burada böyle bir akit veya şebih akit yoktur. Biri çalışmış diğeri ona ücret vermiş, tarafların karşılıklı taahhütleri hitam bulmuştur. Buradaki vecibe işverenin iş görene verdiği ücrettir, bundan başka bir şey yoktur. Bu doğrudan doğruya bir mükellefiyet, bir mükafat, bir ianettir. Bay Sabirin kullandığı sile tabiri, bir az eski de olsa, yardım manasını müfit olmak itibariyle, tam yerindedir. İşçi lehine, işveren aleyhine tesis edilmiştir. Mükellefiyet daha doğrusu yardım olunca bu ne zaman meydana gelir. Bay Zahir Sencer bu tekaüt ikramiyesine kabili kıyas değildir dediler. Bu hususta da kendilerine iştirak edemiyeceğim, bence tekaüt ikramiyesi de, bir nevi mükafattır. Binaenaleyh bir vecibe teşkil etmez. Nitekim mükellefiyetler de vecibe teşkil etmez, saltanat devrinden beri memuruz bu mükafatı Meclis kendi kesesinden vermiyecektir. Meclis ancak, vazedilen kanunlarla taayyün eden iratları Devletin masraflarına taksim eden bir müessesedir. Kaldı ki, bunu kendi kesesinden ödemeyi düşünse de ayrı ahkama tabi olması lazımdır. Bu itibarla bana öyle geliyor ki, evvela bunu umumi veya hususi hükümler şeklinde ayırıp makabline şamildir veya değildir demeye ihtiyaç yoktur, buna lüzum görmüyorum. Bay Fevzi geçen celsede uzun izahat verdiği için üzerinde durmuyorum. Bu celsede bu noktada çok ısrar edildi. Esasen mahz isabet olduğu halde yerleşmiş telakkiler karşısında pek radikal bir fikir olduğu için korkumdan söylemedim. Fakat fikrimin tamamının izahı için bu sefer söylemek ıztırarındayım Haddi zatında kanunlar makabline şamil midir, değil midir? Bu Avrupada esaslı münakaşa mevzuu olmuştur. Aşağı yukarı olarak kabul edilmiştir ki, esas itibariyle kanun makabline şamil değildir. Halbuki kanunlar amme ihtiyacını temin eden hukuki düsturlardır. Eğer kanun ihtiyacı temin edemezse dahi iyisini yapmak için o ihtiyaca intibak edecek yeni kanun vazediliyor. Son asrın hukukçularının iddiası budur. Öyle ise gerek Doktrin, gerek ihtiyaçlarla tetabuk bakımından yeni kanunlar daha mütekamildir. Şu halde kemale mi tatbik edilmeli nakısa mı: Öyle zannediyorum ki, Sayın Bay Faizin nakısanın tatbikinde ısrar etmezler. Zecri kanunlar men kanunlarıdır. Kanun falan şeyi menetmiştir, buna riayet etmezsen seni şu şekilde zecredeceğim. Adam bu şekilde düstur konulmadan neyin menedileceğini neyin zecredileceğini bilemez. Geçen celsede Bay Zahir de vaktiyle sermayedar bu mükellefiyeti bilmezdi demiştir. Mükellefiyeti bilmemek yani, izahları gibi, vaktiyle ihtiyat akçesi ayırmamış, ayıramamak meselesi mevzuubahis olamaz.
Bir sanat Bankası son beş senelik bilançosunu çıkararak ben beş senedir zarar ediyorum derse bu ihtiyat akçesini ayıramamış demektir. Binaenaleyh bu hususta medarı itizar olamaz. Ayırsın ayırmasın; kar etsin, etmesin; sermaye amelenin müşterek mesaisinden istifade eylemiş çalışan işçi olan adamlar için o kudretin mesaisi devam etmiştir.
Amele sermaye hesabına muttariden çalışınca bu mükafata müstehak olur, sanıyorum. Bu hükümle de sermayedarın istismar edildiği fikrinde değilim. Bunu açıklamak isterim ki, Bay Necmettin Zahirin ameleyi istismar ettikleri yolundaki söze alınmıyorum. Çünkü, ben Sosyalist değilim.
Birinci Ceza Dairesi Başkanı Fuat Tuğcu; Bay Vehbi Yekebaş meseleyi çok karıştırdı, nereden başlıyacağımı bilemiyorum.
Hukuku amme bahsi ile intizamı amme bahsi arasında müellifler hayli fark buluyorlar. Bu iş kanunu sosyalist kanun değildir. Sosyal kanundur. Esas itibariyle bu kanun grevi tanımaz. Sosyalist mezhebinin çıkardığı Sosyalist kanunu değildir. Makabline şümul meselesini her iki hukuk nazarında tahlil etmemiz lazımdır. Kanun işverenle işçiyi nasıl tarif ediyor. Kanuna göre her ikisi arasında bir akit tehaddüs ettiği anlaşılır.
Şu halde hususi mahiyet arzeder. Maamafih müelliflerin her iki hukuk sahasını ayırmak isteyen kriteryumlar henüz tavazzuh etmemiştir. Kah hususi hukuka kah amme hukukuna girmektedir. Mesela aile hukukunu tanzim eden hukuk acaba hangi zümredendir. Bazı müellifler bunu hukuku hususiye zümresine ithal ederler.
İş Kanunu akit bakımından hukuku hususiye zümresindendir. Sigortalar bakımından amme hukukuna intikal ediyor. Şu halde kısmen amme kısmen hususi hukuk zümresindendir. Müellifler hususi hukuk zümresinden olması mutlak makable teşmilini icap ettirmez diyorlar.
Bay Sabir Medeni Kanunla tatbikat kanununu karıştırdılar. Burada işaret amme hukukuna talluk etmez. Bunlar fertlerin iradesinin izharından sonra tahmil edilen şekle tabi vecibelerdir. Binaenaleyh müdahale şekil bakımındandır. Amme hukuku ile alakası yoktur. Bu maddelere istinaden bir işi makabline teşmili hukuk esaslarına uygun bir kaide değildir. Vasiyetname tahriri olacaktır. Devlet buna intizamı amme bakımından şekil vermek istiyor. Fakat fert iradesini izhar etmeden Devlet müdahale edemez.
Bu iş işverenin aleyhine sayın bayın dedikleri gibi mükellefiyet ise makabline teşmil edilmemesi bir kat daha tezahür eder. Çünkü mükellefiyetler ancak bir kanunun neşrinden sonra bir adama tahmil edilir.
Bir kanun neşri tarihinden muteber midir değil midir? Bir içtihat vardır. Burada deniliyor ki, eğer kanun neşri tarihinden itibaren bir takım mükellefiyetler tahmil ediyorsa sadece bunun gazete ile ilanı kafi değildir. Bunun iki ay içinde köy, köy halka ilanı lazımdır. Ancak bundan sonra demek ki, kanunun neşri tarihinde mükellefiyete tahmil eden şeyin mükelleflerden tahsili için bile mükellefin ıttılaı aranmaktadır. Bundan çıkan netice o andaki mükellefiyetleri bile Vazıı Kanun derakap mükellefe tahmil edemiyor. Hukuku amme tek budur. Amme kaidesi olsa bile sarahat lazımdır.
Borçlar kanunun tatbikat kanunu bile eşkale ait mükellefiyetleri ihtiva etmektedir. Şu itibarla Ticaret Dairesinin ikinci kararı doğrudur.
Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; İş Kanununun onüçüncü maddesine göre halledeceğimiz mesele müddetin hesabında İş Kanununun meriyetinden evvel geçen müddetin hesaba katılıp katılmamasından ibarettir. Bunu da onüçüncü maddenin sarih metni halletmiştir. Çünkü, maddenin metninde (beş seneden fazla olan her tam hizmet senesi...) denilmektedir. Bu itibarla hizmet süresini parçalamak; caiz olmaz kanunun ruh ve maksadına ve hakkaniyet prensiplerine aykırı olur.
Ticaret Dairesi Başkam Faiz Yörükoğlu; Hallini istediğimiz mesele bu değildir. Amme kanunları her zaman makabline şamil değildir. Makabline şamil olan ahlaka ve adaba ve amme intizamına ait hükümlerdir. Burada öyle bir vaziyet yoktur ki, münakaşasını yapalım. Mükellefiyeti kanun getirdiğine göre kanunun meriyeti tarihinden itibaren muteber olması lazımdır.
Baha Ankan; İş Kanununa göre işçi ile işveren arasındaki münasebet malumudur. Bilfarz onbeş bin amelesi olan bir müessese var. Kanun neşredildi. Bir sene zarfında ben ameleye şu kadar para vereceğim diye hazırlandı. Ve kanunun meriyete girdiği gün Fabrikayı terkeden bu adama sen buradaki yirmi senelik ameleye para vereceksin diyemeyiz, hiç bir mantık bunu amir değildir.
Başkan; Hakikaten dünyada insanların gayesi mesut yaşamaktır. Fertlerin münasebetini tanzim eden hükümleri tanzim eden kanundur diyor. Fertlerin birbirlerine münasebetini tanzim eden kanunlara hususi, ferdin camia ile münasebetini tayin eden hükümlere umumi kanun diyoruz.
İş Kanununun hangi sahaya gireceği hususu zaman, zaman tereddüdü mucip olabilir. Hakikaten (Juliyen Bonakarsın) o zamanki tasnifi o zamanki zamana uyabilir. Fakat Umumi Harpten sonraki değişiklikler amelenin camia ile münasebetini tanzim eden kanunu o zamanki telakkilere göre tefsir mümkün değildir. Tekrara hacet yok. Ferde hakkının tanımaması harekatın tahdidi gibi şeyler mücerret memlekette huzur ve sükunun temini içindir.
Bu itibarla bizde Hıfzı Veldet'in dediği gibi bunu hangi hukuk çerçevesine sokmak meselesi telakkiye bağlı bir şeydir, İş burada değildir. Muhtelefünfih olan mesele onüçüncü maddenin makabline teşmili meselesidir.
Mali mükellefiyeti makable teşmil doğru değildir dediler. Kanun bir sene sonra meriyete gireceğini beyan etmekle sermayedarların vaziyetlerini ayarlamasını muamelatını tanzim etmek için zaman bırakılmıştır. İntikal devresi ani olmamıştır. Mali mükellefiyetten maksat hangisidir. Eski İş Kanununun tatbikinden evvelki seneleri ihtiva eder mi, etmez mi Kanunlar elimizde bir kaidei hukukiyedir ki, hiç bir zaman değişmez. Ve hadise zamanında meri olan hükümlere göre halledilir. Onüçüncü madde mucibince beş senesi tenzil edildikten sonra geçmiş müddetlerin bir senesi için onbeş günlük tazminat miktarlarıdır. Bir nokta ki, bununla tevemdir. İş altı aydan az sürmüş olan işçi hakkında ilah... Bunlar Borçlar Kanununun umumi hükümlerinden ayrı hükümlerdir. Bir akit fesholunacağı zaman işçi bu itibarla mükellef midir, değil midir? Bu noktada tereddüt var mıdır? Fesih keyfiyeti yeni hükümlere göre hallolunuyor. Halbuki Borçlar Kanununda bu müddet onbeş gündür. Şu halde fesih meselesinde yeni kanun tatbik edilir diyoruz ve tereddüt etmiyoruz, nasıl olur da geçmiş senelerin taalluk etmemesine müteallik meselede tereddüt ediyoruz. Hadise aktin vukuu meselesi midir, fesih meselesi midir? Bunu tefrike sebep yoktur. Aynı hükümler olunca ikiye ayırmak lüzumsuzdur. Kül halinde mütalaası zaruridir. Ahkamı amire intizamı amme meselesi ve bunların tesisi derecesi Medeni Kanunun mevkii meriyetine müteallik kanunda ayrıca tefsir edilmiştir. Binaenaleyh onüçüncü maddeyi böyle anlayacağız. Niçin mali mükellefiyet işverene tahmil edilmiştir. İki tarafta da mükellefiyet vardır. İşçi de akti fesihde ihbarla mükelleftir. İki tarafın irade ve ihbarını nazara almaksızın vazedilen onüçüncü madde ahkamı amiredendir.
Bazı fikirleri karıştıran noktalar var. Tekaüt Kanunu ile mukayese edildi. Burada hizmet edilen müessese meselesi vardır. Bir işçi muhtelif müesseselerde 20 seneye baliğ olan bir hizmeti olsa son girdiği müessesede bana bu kadar para vereceksin diyebilir mi? Şüphesiz diyemez! Şu halde bu müstemirren aynı müessesede çalışan işçi hakkında mevzuubahistir Tekaüt kanununa benzer.
Mesele fesih meselesidir. Bu hukuk kaidesi dünyanın her tarafında muayyendir, telakkiye göre değişir. İş Kanununun ihtiva ettiği hükümleri düşünelim. İş Kanunun maksadı işçiyi sefalete düşürmemek vazife ve haklarını tanzim etmek ve umumi intizamı bozacak şeylerden işçileri menetmektir.
Bizim memleketimizde tedvini sebebine ve ihtiva ettiği hükümlere göre umumi hukuk zümresine girebilir. Mutlaka bir kaidei katiye koymaya imkan tasavvur edilemez. Demeleriyle: Sonuçta;
3008 sayılı İş Kanununun onüçüncü maddesinden anlaşıldığına göre süresi belli olmıyan sürekli iş akitlerinde işveren veya işçi tarafından iş bitmezden önce diğer tarafa ihbarda bulunulmak ve bu maddede gösterilen sürelere de riayet olunmak şartiyle iş akdi feslıolunabilir. İş akdi, gerek işveren ve gerek işçi tarafından feshedilmiş olsun, işçinin ücreti tam olarak verildikten başka beş seneden fazla olan her bir tam iş senesi için ayrıca onbeş günlük ücret tutarında bir tazminatın dahi verilmesi gerektiği bu maddenin sarih hükümleri icabındandır. Ancak, İş Kanunu yürürlüğe girdikten sonra vukubulan fesihlerde meriyet tarihinden evvel geçen sürenin meriyet tarihinden sonraki hizmet süresine katılıp katılmıyacağı hakkında Yargıtay Ticaret Dairesinin muhtelif kararları arasında ihtilaf tahaddüs etmiştir.
Her ne kadar İş Kanununun 146 ncı maddesinde <bu kanunun neşri tarihinden bir yıl sonra meri olacağı> yazılı ise de, ihtilafın halli için sadece Kanunun neşri tarihi değil, aynı zamanda tazminat talebine hak veren hukuki hadisenin vukuu tarihi ve Kanun Vazıının maksadı da göz öniinde tutulmak icap eder.
Tazminat talebine hak veren hukuki hadise; iş akdinin inikat ve tamamiyetine ve ifası lazım gelip gelmediğine taalluk etmeyip bu aktin feshine müteferri bulunmasına ve fesih keyfiyetinin İş Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra vukubulmuş olmasına ve tazminat hakkı; iki tarafın arzu ve iradeleri nazarı itibare alınmıyarak mücerret işçiyi himaye etmek ve bir dereceye kadar zaruret ve ihtiyaçtan kurtarmak maksat ve sebebine dayanmış olduğuna binaen Medeni Kanunun tatbiki hakkındaki kanunun birinci ve üçüncü maddeleri gereğince tazminat süresinin hesabında mer'iyetten evvelki hizmet süresinin de nazarı itibare alınması lazım gelir. Kaldı ki, onüçüncü maddenin metninde (beş seneden fazla olan her bir tam iş senesi için...) denilmek suretiyle tazminatın tayininde mutlak surette hizmet süresi esas tutulmuş ve İş Kanununun yürürlüğe girmesinden evvelki sürelerin hesaba katılmayacağı hakkında bir sarahat dahi bulunması olduğundan evvelki sürelerin hesaba katılması; Adalet ve hakkaniyet icaplarına ve kanunun ruh ve maksadına uygun olur.
İşte bu sebeplere binaen İş Kanununun onüçüncü maddesindeki hizmet süresi, bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce geçen sürenin dahi katılması gerektiğine birinci oturumda üçte iki çokluk olamadığından 03.11.1948 tarihli ikinci oturumda salt çoklukla karar verildi.


Old 05-05-2008, 10:41   #4
ali ekmekçi

 
Varsayılan

nilay hanım bilhassa bu kararı işçi lehine yorum ilkesiy olarak algıladım..Teşekkür ederim işçinin kıdemi karşısında tazminatsız feshin geçersizliğine dair elinizde daha güncel ve olaya uygun kararlar eminim ki vardır bu yönde de bilgi ve yardım beklerim..Saygılar
Old 05-05-2008, 10:46   #5
Av.Selim Balku

 
Varsayılan

Kararı yayınlayan meslektaşımız, mümkünse konu ile ilgili dayanak cümleleri koyulaştırabilir mi ya da dayandığı kararın özünü bir kaç cümle ile özetleyebilir mi ?
Old 05-05-2008, 10:58   #6
Av.Nilay TOPRAK

 
Varsayılan

Mücbir sebepler hariç iş bağıtı iç talimatnameye göre ister işçinin yaş haddine varması gibi hiç bir kusuru istinat etmeyen sebeplerle ister işverenin veya işçinin kusursuz veya kusurlu hareketleri dolayısiyle feshedilsin kanunun aradığı müddet ve fesih sebepleri objektif olarak tahakkuk edince işçi bu tazminatı isteyebilir. Zira, bu tazminat ve bunun gayesi bir mükafat ve ikramiye nevindendir. Kendinin aynı yerde devamlı olarak çalışan işçiyi tatyip etmektir. İşçinin işinden ayrılması veya kendi arzusu ile işini terketmesi bu geçmiş hizmet dolayısiyle tahakkuk eden tazminat üzerinde bir tesir yapamaz. Bu tazminat geçmiş faaliyete bir karşılık teşkil eder. Yoksa feshin sebebiyle alakalı değildir. Fesih tabiri dördüncü fıkrada ameli ve mutlak olarak kullanılmıştır.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İhtiyaç İçin Tahliye,Sözlü Kira Akti av.sinem Meslektaşların Soruları 4 26-02-2008 21:24
haklı nedenle feshedilmiş sözleşmeye dayanan tazminat talebi avasas Meslektaşların Soruları 2 07-06-2007 17:23
Süreli Kira Akti / Tahliye Av. Bülent Sabri Akpunar Meslektaşların Soruları 7 16-05-2007 20:40
Hizmet Akti -İstisna Akti -Alt İşverenin Sorumluluğu Gamze Dülger Meslektaşların Soruları 5 10-01-2007 12:09


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05691099 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.