Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Tapu Sİcİlİndekİ Kayda GÜven İlkesİ

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 22-06-2008, 18:35   #1
dsahutoglu

 
Varsayılan Tapu Sİcİlİndekİ Kayda GÜven İlkesİ

Değerli meslektaşlarım izale-i şuyuu davası nedeniyle açık artırmayla satışa çıkarılmış bulunan taşınmazın ihalesine müvekkil en yüksek teklifi vermek suretiyle adına tescilini 1988 tarihinde sağlamış bulunmaktadır. taşınmazda tapu sicilinde müvekkil adına tescil edilmek suretiyle müvekkil o taşınmazın mülkiyetini iktisap etmiş bulunmaktadır. Ne var ki 2005 tarihinde hazine vekili tapu sicilinin iptali ve hazine adına tescili davasını açarak müvvekkil adına kayıtlı bulunan taşınmazın hazine adına tescili talep etmektedir. Gerekçesi de ortaklığı giderilen taşınmazın kayıt malikinin 1937 tarihinde ölen suriye uyruklu bir şahıs olmasıdır. Ama izale-i şuyuu davası açan kayıt maliğinin tüm mirasçıları Türkiye Cumhuriyeti uyruklularıdır. Çünkü 1062 sayılı kanun uyarınca suriye uyrukluların türkiyedeki taşınmazlarına el konulmuş olup bu taşınmazlar üzerindeki tasarrufları 1939, 1940 ve 1966 tarihli kararnamelerle kısıtlanmıştır. Şimdi müvekkil ihaleye girerken tapu sicilinde bu taşınmazla ilgili tasarrufun kısıtlandığına dair hiçbir şerh düşülmemiştir. Hazine vekili 2005 tarihinde bu davayı açıyor. Bu konuda fikri olan meslektaşlarım düşüncelerini paylaşırlarsa sevinirim. Hazinenin bu iddiasına karşı naısl bir savunmada bulunulmalı. Tapu sicilindeki kayıtlar söz konusu hazine olunca hiçe mi sayılıyor. Hazine 65 yıl sonra böyle bir iddiayı ortaya atıp müvekkilin ihale yoluyla iktisap ettiği mülkiyet hakkı elinden alınabilir mi ?
Old 22-06-2008, 21:00   #2
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Olayın anlatımı ve konu ilk bakışta hakkın kötüye kullanılması yasağını düşündürüyor.Hakkın kötüye kullanılması yasaktır,dava hakkının kötüye kullanılması da yasaktır. Devletin dava hakkını kötüye kullanması ise daha da yasaktır. Bu kavramdan hareketle araştırmak,ayrıca somut olayın bu özelliklerine göre yolsuz tescil ve kazandırıcı zamanaşımı hükümlerine bakmak çözüme yaklaştıracaktır.

Kaldı ki,özel mülkiyete tabi bir mülkün hazine arazisi vasfından ötürü tapusunun mahkeme kararı ile iptal edilerek hazine adına tescil edilmesi durumunda malikine muhik bir tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir. Tapu iptal edilirse tazminat talebi hakkı doğacaktır.AİHM ve Y 1. HD kararlarına göre. (Tapunun iptal edilmesi halinde muhik bir tazminat istemi ile ilgili karşılık dava da açılabilir)
Old 22-06-2008, 23:30   #3
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Müvekkiliniz aleyhine bir karar çıkacağını sanmıyorum. Zira, olayın çetrefiline girmeden, müvekkilinizin, mülkiyeti kazandığını söyleyebiliriz. Hiçbir savunma yapamasak dahi, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı def'ini ileri sürebilirsiniz. Ancak, mahkeme hazine arazisi olması nedeniyle tapu iptaline ve hazine adına tesciline karar verirse, artık hazineye ait araziler hakkında kazandırıcı zamanaşımı uygulanamayacağı savıyla da karşılaşabilirsiniz. Sayın Olguner'in devletin hakkını kötüye kullanması ile ilgili yorumlarına da katılmamak elde değil. Saygılar.
Old 23-06-2008, 09:31   #4
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

KONU İLE İLGİLİ BİR KARAR :

SURİYE UYRUKLULAR;
KARŞILIKLIK ESASI;
YABANCININ MÜLK EDİNİMİ ;

(Misilleme)kuralına uygun olarak 1939 tarihinden itibaren bir Suriyeli'nin,Türkiye'de taşınmaz edinmesi olanaksızdır ve bu tarihten sonra da bir Suriyeli taşınmazını bir Türk"e devredemez.

Ancak,bu işlemler ilhaktan önce tamamlanmış ise Hatay Cumhuriyetince kabul edilen 7 Temmuz 1939 tarih ve 3173 sayılı yasa ile o tarihte yürürlükte bulunan hükümlerin gözönünde bulundurulması gerekir;

Davacı,taşınmazı,12.7.1932 tarihli senetle Suriyeli Fariye'den satın almıştır.Taşınmazın öncesinin tapusuz olduğu anlaşılmaktadır.Satın alma tarihinde davacının Fransızların işgalinde bulunan Yayladağı'nda oturduğu anlaşılmaktadır.1939 tarihinde Hatay,Türkiye'ye ilhak edilmiştir.Taşınmaz tapusuz olduğuna göre o tarihte Hatay'da yürürlükte bulunan hükümlerin nazara alınması gerekmektedir.O tarihlerde Hatay'da Suriye hukuku,daha doğrusu Mecelle ve arazi kanunları uygulanmaktaydı.Taşınmaz arazi olduğuna ve mülk sayılmadığına göre o tarihte yürürlükte bulunan hükümler uyarınca müruruzaman yoluyla kazanılması mümkündür.Olayın 1939 tarihine göre incelenmesi gerekmektedir.1932 tarihinden önce taşınmazın yine Fariye tarafından tapusuz olarak tasarruf edildiği ve kazanılmış olduğu anlaşılmaktadır.Bu durumda taşınmaz o tarihte Suriye'de yürürlükte bulunan kanun hükümlerine göre geçerli bulunmaktadır.Bilahare Fransa ve Türkiye arasındaki hükümlere göre Suriye uyruklu olan Fariye tarafından kazanılmış ve 1932 tarihinde Fransızların işgalinde bulunan ve Yayladağı'nda ikamet eden davacıya geçmiştir. Davacının iktisabı o tarihte Suriye'de yürürlükte bulunan kanun hükümlerine göre geçerli bulunmaktadır. Bilahare Fransız hükümeti ile Türkiye arasında g.menkul meselelerinin halli için birtakım komisyonlar kurulmuş,bunun çözümü yönüne gidilmiş,ancak Fransızların davranışları sebebiyle bir çözüme bağlanamamış,bunun üzerine 1062 sayılı yasa ile 1939 ve 1940-1942 tarihlerinde Türk hükümetince çıkarılan kararnamelere göre Suriyelilerin Türkiye'de bulunan taşınmaz mallarına vaziyet edilmiştir. Şu hale göre misilleme kuralına uygun olarak 1939 tarihinden itibaren bir Suriyelinin Türkiye'de gayrımenkul iktisabı mümkün olmadığı gibi bu tarihten sonra bir Suriyelinin taşınmazının bir Türk'e devri de mümkün olmayacaktır.Ancak bu muameleler ve işlemler ilhaktan önce tamamlanmış ve Hatay Cumhuriyetinin kurulması ile Hatay Cumhuriyetinin kabul ettiği 7 Temmuz 1939 tarihli ve 3713 sayılı Kanunla o tarihte yürürlükte olan hükümlerin nazara alınması gerektiğine göre 1932 yılında yapılan satış geçerli sonuç doğurmaktadır.Davacı,ilhak suretiyle Türk vatandaşı sayıldığına göre iktisabı korunacaktır. O itibarla davanın kabulüne ilişkin karar doğrudur.Temyiz itirazlarının reddine karar verilerek usul ve yasaya uygun hükmün onanmasına.
8 HD 29.5.1989 2319-5554
Old 23-06-2008, 09:59   #5
dsahutoglu

 
Varsayılan

sayın olguner teşekkür ederim yanıtınız için.
Old 23-06-2008, 10:53   #6
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Doğan Bey ;

Olayınızın hallinde öncelikle dava hakkının kötüye kullanılması yasağı nedeniyle hazine talebinin ve davasının bu sebeple reddinin hukuka uygun ve beklediğim çözüm olduğunu,yukarıdaki 8.HD kararında açıklanan hukuki sebeplerin bir başka red nedeni olabileceğini,ancak davanın reddedilmemesi ve tapunun iptal edilmesi halinde vatandaşın mağduriyetine neden olabilecek olası bu durum ve sonuç için yine hukukun öngördüğü yeni bir telafi yolu olarak tazminat talebinde bulunabileceğinizi düşündüğümü tekrar ederek, tazminat talebinize dayanak olabilecek şu kararı da eklemek istiyorum :

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/5574
K. 2007/9733
T. 10.10.2007
• KIYI KENAR ÇİZGİSİ İÇİNDE KALAN TAPULU TAŞINMAZ ( Sınırlandırılabileceği - Malikin Tapu Kaydının İptalinden Dolayı Ancak Tazminat Talebinde Bulunabileceği )
• MÜLKİYET HAKKININ SONA ERDİRİLMESİ ( Kıyıların Kamunun Yararlanacağı Yerlerden Olduğu Tapu Kaydı Oluşturulmuş İse İptalinde Kamu Yararının Bulunduğu - Karşılıklı Hak Dengesinin Sağlanması İçin Tazmini Niteliğinde Bedel Ödeneceği )
• KIYININ TAPU SİCİLİ HÜKÜMLERİNE BAĞLI TUTULMASI ( Mülkiyet Hakkının Kamu Yararının Bulunduğu Hallerde Sona Erdirilebileceği - Devletin Verdiği Tapunun Geçersizliğini İleri Sürerek Hiçbir Karşılık Ödemeksizin İptalini İsteyemeyeceği )
• KAMU YARARI ( Bulunduğu Hallerde Mülkiyet Hakkının Tamamen Kaldırılabileceği/Karşılıklı Hak Dengesinin Sağlanması İçin Tazmini Niteliğinde Bedel Ödeneceği - Kıyı Kenar Çizgisi İçinde Kalan Taşınmazın Tapusunun İptali )
• TAPU İPTALİ VE ELATMANIN ÖNLENMESİ ( Kıyı Kenar Çizgisi İçinde Kalan Tapulu Taşınmaz - Mülkiyet Hakkının Kamu Yararının Bulunduğu Hallerde Sona Erdirilebileceği/Karşılıklı Hak Dengesinin Sağlanması İçin Tazmini Niteliğinde Bedel Ödeneceği )
• AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ ( İç Hukukun Üstünde Sayıldığı/Hükümlerince AİHM'nin Verdiği Kararda Kamu Yararı İle Mülkiyet Hakkından Yoksun Bırakılan Kişinin Hakkı Arasında Hak ve Adalet Dengesini Sağlayacak Bir Oranın Kurulması Gereği - Kıyı Kenar Çizgisi İçinde Kalan Taşınmazın Tapusunun İptali )
• İÇ HUKUKUN ÜZERİNDE SAYILAN AİHS HÜKÜMLERİ ( Dayanarak AİHM'nin Verdiği Kararda Kamu Yararı İle Mülkiyet Hakkından Yoksun Bırakılan Kişinin Hakkı Arasında Hak ve Adalet Dengesini Sağlayacak Bir Oranın Kurulması Gereği - Devletin Verdiği Tapunun Geçersizliğini İleri Sürerek Karşılık Ödemeksizin İptalini İsteyemeyeceği )
2709/m.35/1, 43, 90/5
3621/m.4
4721/m.683
2644/m.33
3402/m.16
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol 1-1
AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı karar
ÖZET : Davacı Hazine, tapuda davalı adına kayıtlı 9 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürüp, tapu kaydının iptali, elatmanın önlenmesi ve yıkım istemiştir.

Mahkemece, taşınmazın kısmen kıyıda kaldığı gerekçesi ile tapu iptali ve elatmanın önlenmesi isteminin kabulüne karar verilmiştir.

Mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.

Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5.maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere "... kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır."

Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur.Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının korunması gerekeceği muhakkaktır.

Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir durum olacaktır.

Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yönlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43.,Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir.Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur.Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında "... Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41.madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar..." şeklinde dile getirilmiştir.

Somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmamaktadır. Davalı tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabilir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada;

Davacı Hazine, tapuda davalı adına kayıtlı 9 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürüp, tapu kaydının iptali, elatmanın önlenmesi ve yıkım istemiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, taşınmazın kısmen kıyıda kaldığı gerekçesi ile tapu iptali ve elatmanın önlenmesi isteminin kabulüne karar verilmiştir.

Karar, davalı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 25.09.2007 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat İbrahim Tekesin ile temyiz edilen Hazine vekili Avukat Armağan Örücü geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı.Bilahare Tetkik Hakimi Hülya Gerçeker tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı.Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptali, sicil kaydının terkini elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davalılara ait çekişme konusu taşınmazın kabul kapsamında kalan bölümünün 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre tanımı aynı yasanın 4.maddesinde yapılan kıyıda kaldığı saptanmak suretiyle, davanın davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki; mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. ( Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1 ).Türk Medeni Yasasının 683.maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.

Öte yandan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı ve özel mülkiyete konu olmayacak yerlerdir.Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır.Bunu sonucu; kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir.Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43.maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.

Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.

Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5.maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere "... bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin...", "kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği...", "bu önlem alınırken"... başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerekiği.", kişinin "...kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı..." açıktır.

Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.

Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de: çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşurulan kıyı kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.

Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur.Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.

Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir durum olacaktır.

Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yönlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43.,Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir.Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur.Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir.Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında "... Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41.madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar..." şeklinde dile getirilmiştir.

SONUÇ : Yukarda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının ONANMASINA, 13.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14.maddesi gereğince gelen temyiz edilen vekili için 500.00.-YTL duruşma avukatlık parasının ve aşağıda yazılı 1.645.90.-YTL bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına, 10.10.2007 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Dava konusu taşınmaz, kadastro sırasında zilyetliğe dayanılarak davalı taraf adına tespit edilmiş;süresinde ( 30 günlük askı ilanı içinde ) kadastro tespitine itiraz edilmemiş olması sebebiyle sicil oluşmuştur.

Davacı Hazine, davalı taraf adına oluşan tapu sicil kaydının kamu malı niteliğinde devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyı kenar çizgisi içindeki denizel alanda kaldığını zilyetlikle kazanılamayacağını ileri sürmüş, iptal ve tescil isteği ile eldeki davayı açmıştır.Mahkemece, uzman bilirkişiler aracılığı ile yapılan uygulama ve inceleme sonucu temyize konu taşınmaz bölümünün kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı, kamu malı niitelikli bu gibi taşınmazların özel mülkiyete konu edilemeyeceği belirlenmek suretiyle, bu bölümle ilgili davanın kabulüne karar verilmiştir.Bu bölüme yönelik davanın kabulünde bir isabetsizlik yoktur.Çoğunluğun bu yöndeki onama görüşüne aynen iştirak edilmiştir.Çoğunluğun tazminata ilişkin değerlendirilmesine gelince:

Dairemizin çoğunluk görüşünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bazı kararlarına yollama yapılmış, ...kamu yararı ile mülkiyet hakkından yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir hak ve adalet dengesi sağlayacak bir oranın kurulması asıldır..."denilerek tapu kaydının iptalinden dolayı uygun bir tazminat istenebileceğine dikkat çekilmiştir.

Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde taraf ülke durumundadır.Şüphesiz ki,AİHM. tarafından verilen kararların taraf ülkeleri bağlayacağı, iç hukuk bakımından da sözleşmeye değer verileceği muhakkaktır.Ancak, yüksek sözleşmeci tarafın iç hukuku, sözleşmenin 41.maddesi uyarınca tazminata izin vermesi halinde hakkaniyete uygun bir tazminatın zarar görene verileceği öngörülmektedir.

Gerçekten, sözleşmenin ek protokol bölümündeki mülkiyetin korunması ile ilgili Madde 1 de; "... Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.Bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir..." denilmektedir.

Sözleşmenin ilgili maddeleri ve insan hakları mahkemesi kararları dikkatlice incelendiğinde, kişinin özellikle yasalar karşısında korunmaya değer bir mülkiyet hakkının varlığı ve bu nitelikteki mülkiyet hakkından yoksun bırakılması halinde hakkaniyete uygun bir tazminatın verilmesi gerektiğine işaret edilmektedir.Ancak, bunun için geçerli ve muteber bir mülkiyet belgesinin, bu bağlamda bir tapu kaydı olması asıldır.Esasen, gerçek ve tüzel kişilere ait geçerli bir tapu kaydı kamu yararının gerektirdiği hallerde devlet tarafından bedeli ödenmek suretiyle kamulaştırılmaktadır.Mülkiyet hakkı yasalarla güvence altına alınmıştır.Her somut olayı kendi özgün durumu içinde değerlendirmek gerekir.Somut olay incelendiğinde kişinin bu taşınmaz üzerinde hak sahibi olmadığı ve olamayacağı görülmektedir.Anayasanın 43., Medeni Kanunun 715, 3621 Sayılı Yasanın 5.maddesine göre kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup,kamu malı niteliğindedir ve özel mülkiyete konu edilemez.Her nasılsa, tapuya bağlanmış olması bu yerde kişinin hak sahibi olduğu anlamına gelmez.Kadastro tespitlerinde zamanla bu gibi hatalı tespitler yapılmaktadır.Bu tespitler Hazinenin isteği dışında yapılmaktadır.Şöyle ki; 3402 Sayılı Yasanın 3.maddesi kadastro ekibi ve komisyonun kuruluşunu açıklamaktadır.

Kadastro ekibi; en az iki kadastro teknisyeni, mahalle veya köy muhtarı ile üç bilirkişiden oluşur.Kadastro tespitleri bunların huzurunda sanık ve mahalli bilirkişi beyanları varsa belgeler ( tapu kaydı,vergi kaydı vs. ) uzman bilirkişiler aracılığı ile yerine uygulanmak ve elde edilen tüm bilgiler değerlendirilmek suretiyle yapılmaktadır.Bu tespitlerde Hazine yer almaz.Ancak, aleyhte yapılmış bir tespit varsa itiraz ve dava hakkını kullanabilir.Yapılan bu tespitler doğru olabileceği gibi hatalı da olabilir.Şüphesiz ki; hata yapılan bu tespitlere karşı itiraz ve dava hakkı ilgili yasalarca güvence altına alınmıştır.Bu bağlamda, Hazinenin de devletin temsilcisi olarak itiraz ve dava hakkı mevcuttur.Hatta Hazinenin devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan özel mülkiyete konu edilmeyecek kamu malları ile ilgili olarak açtığı davalarda 3402 Sayılı Yasanın 12/3.maddesinin uygulanmayacağı, başka bir anlatımla süreye tabi olmaksızın her zaman dava açacağı yargısal uygulamalarla kararlılık kazanmıştır.Burada asıl sorun bu tespitler sonucu oluşan ancak iç hukuk açısından tapuya bağlanmayacak ve yolsuz tescil niteliği taşıyan bu gibi tapu kayıtlarının sanki Hazine ya da devletin yetkili kurumları tarafından verilmiş geçerli ve muteber ( doğru temele dayalı ) bir kayıt gibi yorumlamak ve algılamakta gerekmektedir.

Oysa, mevcut yasalar karşısında bu nitelikteki tapuların elde edilmesine yasal olanak yoktur ve yolsuz tescil niteliği taşıyan bu gibi kayıtlara bir değer izafe edilemez.Somut olayda, davalılar tapu kaydına bağlanmaması gereken bir yerle ( kıyı kenar çizgisi içinde kalan ) ilgili olarak her nasılsa adlarına tapu kaydı oluşmuştur.Yapılan uygulama sonucu temyize konu edilen kaydın bir bölümünün kıyı çizgisi içinde kaldığı ve yolsuz tescil niteliğinde olduğu saptanmıştır.Bu durumda, haksız olarak elde edilen bu bölümle ilgili kayda değer verilemez.

Bütün bu açıklamaların ışığı altında hak sahibi olmadıkları ( haksız işgalci durumunda bulundukları ) halde, AİHM de açıklandığı gibi geçerli bir tapu kaydından kaynaklanan bir mülkiyet hakkı varmış ve bu haktan yoksun bırakılmış gibi tazminata hak kazandıkları sonucuna varılması, bir başka anlatımla tazminata hak kazanmaları gerektiğinin kabulü doğru değildir.

Açıklanan sebeplerden dolayı tazminatla ilgili çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.

Yavuz ÖZTÜRK
Muhalif Üye
Old 23-06-2008, 11:49   #7
AV,MEHMET KÜÇÜK

 
Varsayılan


Sayın meslektaşım,
Tapu sicilinde kayıtlı bir taşınmaz yolsuz olarak tescil edilmiş olsa dahi,bu taşınmazı malik gibi kullanan kişinin haklarının korunacağı Türk Medeni Yasası'nın amir hükümlerindendir. Kaldı ki,tapu sicillerini tutmak devletin görevi olup, bu sicillerin tutulmasından doğan zararlardan da devletin sorumlu olduğu yine yasa gereğidir.Bu konuda yargıtayın aşağıda sunacağım kararının da size yardımcı olacağını sanıyorum.
Keza saygıdeğer meslektaşlarımın görüşüne iştirak ile müvekkiliniz aleyhine bir sonuç oluşmayacağı kanısınday
Saygılar,
Av.Mehmet KÜÇÜK
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

Esas : 2006/201
Karar : 2006/1961
Tarih : 28.02.2006

ÖZET : Çekişmeli taşınmazı ihaleden satın alan dava dışı A. mirasçıları ile bunlardan taşınmazı satış yoluyla edinen B. bakımından sicilin yolsuz hale geldiği ve dayanaksız kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, davalı B.'den taşınmazı satış yoluyla edinen diğer davalı şirketin temellükünün iyiniyete dayalı olduğunun belirlenmesi halinde bunun korunması gerekeceği de kuşkusuzdur. Ne var ki, davalı şirketin taşınmazı edinmesinde iyiniyetli olmadığı ileri sürülmesine rağmen mahkemece bu konuda iddiaların yeterince değerlendirilmediği ve araştırılmadığı anlaşılmaktadır.

(4721 s. MK. m. 2, 3, 6, 688, 998, 999, 1023, 1024)

KARAR METNİ :
Taraflar arasında görülen davada; Davacı, kayden paydaş olduğu 4 parsel sayılı taşınmazın, paydaşlar arasında görülen ortaklığın giderilmesi davası sonunda ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilerek taşınmazın ihale ile satışa çıkarıldığını, 1. satış bedelinin yatırılmaması nedeniyle satışın düştüğünü, 2. ihalede 20 milyar lira bedelle satılması üzerine dava dışı ipotek alacaklısı tarafından açılan ihalenin feshi davasının kabul edilerek kesinleştiğinden tescilin yolsuz hale geldiğini ileri sürerek tapunun iptali ile tescilini istemiştir.

R. müdahil davacı olarak davaya katılmış ancak takip etmemiştir. Davalı şirket; çekişmeli taşınmazı bedeli ile satın aldığını, iyiniyetli 3. kişi olduklarını bildirip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, son malikin taşınmazı kötüniyetle devir aldığı hususunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine, müdahil yönünden takip edilmediğinden açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Karar, davacı tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 28.2.2006 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat M. geldi. Davetiye tebliğine rağmen temyiz edilenler ve vekili avukatlar gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı, bilahare Tetkik Hakimi U. tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu 4 parsel sayılı taşınmazın davacı ile dava dışı A. adına kayıtlı iken, izale-i şuyu davası sonucu satışa çıkarılmasıyla A. mirasçıları tarafından ihaleden 20.700.000.000 lira bedelle satın alınarak 4.12.1998 tarihinde adlarına tescil edildiği, anılan taşınmazın 14.12.1998 tarihinde davalı B.'ya 22 milyar lira bedelle devredildiği, davalı şirketin ise 38 milyar lira bedelle 11.2.2000 tarihinde satın aldığı taşınmazın, halen adına kayıtlı olduğu; dava dışı ipotek alacaklısı A. T. tarafından açılan ihalenin feshi davasının A. 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2000/396 esas-522 karar sayılı ilamı ile kabul edilerek 21.3.2001 tarihinde kesinleştiği davacının anılan karar gereğince ihalenin yolsuz hale geldiğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunduğu görülmektedir.

Bu durumda çekişmeli taşınmazı ihaleden satın alan dava dışı A. mirasçıları ile bunlardan taşınmazı satış yoluyla edinen B. bakımından sicilin yolsuz hale geldiği ve dayanaksız kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, davalı B.'den taşınmazı satış yoluyla edinen diğer davalı şirketin temellükünün iyiniyete dayalı olduğunun belirlenmesi halinde bunun korunması gerekeceği de kuşkusuzdur.

Ne var ki, davalı şirketin taşınmazı edinmesinde iyiniyetli olmadığı ileri sürülmesine rağmen mahkemece bu konuda iddiaların yeterince değerlendirilmediği ve araştırılmadığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke MK.nun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 üncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 üncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötüniyet iddiasının defi değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle yeterli araştırmanın yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

SONUÇ : Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 4.12.2005 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için (450,00) YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, peşin ım.Saygılar.
Old 23-06-2008, 14:00   #8
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Konuyla İlgili Faydalı Bir Karar Daha :

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 1977/11612
K. 1977/12728
T. 23.12.1977
• KAMU MALI KUMLUĞUN BELEDİYE TARAFINDAN İKTİSABI
• HAZİNENİN HATASI İLE KAMU MALININ ÖZEL MÜLKİYETE KONU OLMASI
• TAPUYA TESCİLİN HÜKÜMLERİ ( İyiniyetli Üçüncü Kişi )
743/m.931
ÖZET : Kaydının iptali istenen çekişmeli taşınmazın kamu malı sayılması gereken kumluk olduğu kabul edilse bile, tapuya tescil edilmemesi, özel mülkiyet rejimine bağlanmaması gereken bu yer tapu sicilinde üç yıl Hazine üstünde kalmış Hazine bu süre içinde susmuş, yanlış tesbiti düzeltecek girişimde bulunmamış, kaydı sildirmemiş olmakla taşınmazın özel mülkiyet konusu olmasına ve sayılmasına neden olmuştur.Hazine’nin, yasa uyarınca belediyeye devredilmiş bu taşınmazdan ayrılan bazı parçaları değişik zamanlarda belediyeden satış yolu ile maledinmesi de iptalini istediği tapuya kendisinin değer ve geçerlik tanımasıdır. Bu nedenle tapu sicilinde Hazine’nin önderliği altında yürütülen ve sürdürülen işlemlerle taşınmaz özel mal niteliği hüviyetini kazanmış olup bu işlemlere bakarak ve dayanarak mal edinen kişi kötü niyetli sayılamaz.

DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki davada;

Davacı, Hazine adına kayıtlı 18 ada, 181 parsel sayılı kumluk yerin 7367 sayılı Kanun’a göre Belediyeye intikal ettirildiğini ve belediyece de davalıya satıldığını, Bakanlar Kurulunun 29.2.1968 gün ve 6/9636 sayılı kararı ile bu gibi yerlerin Hazine uhdesinde bırakılması öngörüldüğünden kaydın iptalini, tesbit dışı bırakılmasını istemiştir.

Dava dosyasında yer alan, uyuşmazlığın çözümünde yararlı ve gerekli olan bilgi ve belgelerin özetleri yukarıya çıkarılmıştır. Şimdi bu bilgi ve belgelerin ışığı altında davayı iki açıdan, önce kamu hukuku ve sonra özel hukuk yönünden incelemek zorunluğu vardır.

1 - Uyuşmazlık konusu olayda, davacı "Devlet"tir. Devlet bir ülke üzerinde yaşayan insanların en yüksek düzeyde kurdukları sosyo-politik hukuksal bir varlıktır. Devlet "nüfus" ve "ülke" siyle ve bunların taşıdıkları maddi ve manevi potansiyel ile belirli bir coğrafi alanda yaşayan insanların oluşturdukları çok yönlü en üstün güçtür. Günümüzde devletle insanlar arasındaki ilişkilere, üstte, zirvede bulunan kişi veya kuruluşların "buyruk" ve "fermanları" değil, yasalara dayalı bir "Hukuk düzeni" hakimdir. Devlet; yetkili organıyla yasa yaparken ve öteki organlarıyla yasayı uygularken yasaların sınırları dışına çıkmamak zorunluğundadır. Kısaca çağımızda Devlet, temelden çatıya, tabandan tavana malzemesi "yasa" olan bir kuruluştur. Günümüzde Devlet yapısının harcı hukuktur.

Bu gün Devlet tasarruflarında ve yurttaş yaptığı işlerde yasalara bağlı kalmak zorunluğunda, hatta Devlet bu konuda kendi insanına "önder" veya "örnek" olmak durumundadır. Bunca yasaya rağmen, hukuksal bir varlık olan "Devlet" ile onun sosyolojik temelini teşkil eden "insan" arasında bir çok işlerde uyum yoktur. Çok kez Devletle yurttaşı olan insan veya tüzel kişiler arasındaki çeşitli ilişkilerin sayısız uyuşmazlıklara yol açtığı inkârı mümkün olmayan bir "vakıa" ve kabulü zorunlu olan bir "gerçek"tir. O kadar ki ceza davalarında, küçük bir istisna dışında, taraflardan biri -davacı- daima "Devlet"tir. Hukuk davalarının çoğunda ise Devlet ya davacı veya davalıdır. Devlet'in bu kadar çok davada "taraf" olması da eşyanın tabiatı icabıdır. Çünkü kendi varlığını korumak, kişilerin can ve mal güvenliğini sağlamak zorunda olduğu için devletin ceza davalarında davacı olarak yer alması ve ülkenin en büyük maddi varlığına sahip olmasından ötürü özel hukuk uyuşmazlıklarında taraf olması çok doğaldır. Devlet bir ülkede yaşayan insan topluluğunun yalnız en güçlü değil, aynı zamanda sözüne ve tasarruflarına en çok güvenilen varlığı olmalıdır. Devlet tasarruflarının yasalara uygunluğu kadar istikrarlı ve tutarlı olması da gereklidir. Devlet yeri geldiğinde, yüceliğinin, şan ve şerefinin gerektirdiği ölçüde samahat ve atıfat göstermekten geri kalmamalıdır. Bazı hallerde Devletin saygınlığı ve itibarı maddi hesaplardan üstün tutulmalı, ölçülü bir hoşgörü ve atıfat sınırlarını aşmamak kaydıyla Devlet verdiğini geri almaktan vazgeçebilmelidir. Zira, bir ülkenin ve toplumun "büyüğü" olmak, "baba" olmak, bazan maddî değerlerin üstüne ve dışına çıkmayı zorunlu kılabilir. Tasarruf yanlış ise, Devlet yapılan yanlışlığı en kısa zamanda düzeltmeli, düzeltme yolunu tutmadığı ve yanlışlığı sürdürdüğü ve yanlışın doğru sayılması kanısını uyandırdığı hallerde bunun faturasını durumdan hiç sorumlu olmayan bir kişiye, yurttaşa ödetmeğe kalkışmamalıdır.

Devletle ilgili ve zorunlu olan bu açıklamadan sonra olayın kolayca ve isabetli şekilde değerlendirilmesi olanağı elde edilmiş bulunmaktadır.

Dava konusu taşınmaz kadastroca "kumluk" olarak nitelenmek suretiyle 1957 yılında Hazine yani Devlet adına tesbit ve tapuya tescil edilmiştir. "Kumluk" olarak nitelendirilen bu arz parçasının "yalı şeridi" içinde kalan bir yer mi, yoksa tarıma elverişli kumluk bir saha mı olduğu hususu kesinlikle saptanmış değildir. Zira bilirkişilerin bu konudaki açıklamaları birbirine aykırıdır. Hazine’nin bu tesbitle ilgili olarak yıllardan beri takındığı tavır karşısında nizalı yerin gerçek niteliğini araştırmak, bilirkişi raporları arasındaki aykırılığı gidermek zorunluğu dahi yoktur. Bir an için nizalı yerin yalı şeridi içinde kaldığı, kamu malı sayılması gereken "kumluk" olduğu farz ve kabul edilsin, bu takdirde, bu nitelikteki bir yerin tapuya tescil edilmemesi, özel mülkiyet rejimine tabi tutulmaması gereklidir. Nizalı yer tapu sicilinde -üç yıl- Hazine’nin üstünde kalmış, Hazine bu süre içinde susmuş, yanlış tesbiti düzeltecek bir girişimde bulunmamış, kaydı terkin ettirmemiş, böylece taşınmazın özel mülkiyet konusu olmasına ve sayılmasına neden olmuştur.

Hazine’nin ilgisizliği bu kadarla kalmıyor. 1960 yılında taşınmaz 7367 Sayılı Kanunla Erdemli Belediye'sine devredilmiştir. Hazine 1963 yılından 1968 yılına kadar süren 5 yıllık dönem içinde bu gayrimenkulden ifraz edilen bazı parçaları değişik zamanlarda satış veya bağış yollarıyla iktisap etmiştir. Hazine muhtelif tarihlerdeki iktisaplarında iptalini istediği tapuya bizzat kendisi değer ve geçerlilik tanımıştır. Taşınmazın Belediye üstünde kaldığı dokuz yıl içinde Hazine suskunluğunu sürdürmüş, kaydın silinmesi yolunda hiç bir teşebbüste bulunmamıştır. Daha sonra nizalı taşınmaz, 775 sayılı Gecekondu Kanunu gereğince belediyeye geçtiği cihetle İmar ve İskân Bakanlığının yazılı müsaadesi alınmak suretiyle satışa -ihaleye- çıkarılmış, davalı kooperatif ihaleye katılarak iktisapta bulunmuştur.

1957 den 1969 yılına kadar süren dönem içinde yetkili makamların birbirini izleyen muhtelif tasarruflarıyla artık bu konuda, Devlet dönüş yapamayacak bir noktaya gelmiştir. Kadastro görevlileri yanlış tesbit yapmışlarsa, Hazine’nin bu yanlışlığı normal sayılabilecek bir süre içinde düzeltmesi gerekirdi. Devlet kendi organlarının yaptıkları yanlış ve kusurlu işlemleri makûl ve haklı sayılabilecek bir süre içinde düzeltmediği, yanlışı adeta kasıtlı denilebilecek şekilde sürdürdüğü, fazla olarak bu durumun doğru sayılması lâzım geldiği kanısını uyandıran bazı tasarruflarda bulunduğu hallerde sonuca katlanması ve zararı sineye çekmesi gerekli ve zorunlu olur.

Olayda davalı kooperatifin Devleti yanılgıya düşüren hilesi değil, en küçük bir hatası mevcut olmadığına, tersine olarak Hazine hükümsüz saydığı tapuyu zamanında iptal ettirmemek ve sicilden terkin ettirmemek ve hatta bu tapudan iktisaplarda bulunmak suretiyle davalıyı yanılgıya düşürdüğüne göre sonuçtan kimin sorumlu tutulması lâzım geldiği çok söz söylenmesini gerektirmeyecek kadar açıktır.

Türkiye'de Devletin mal varlığına vazüülyet olan "Hazine’"dir. Devletin mal varlığı ile ilgili bulunan bu dava "Devlet" adına "Maliye Hazine’si" tarafından açılmıştır. "Nef'i Hazine’" ilkesi günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir. Bu gibi hallerde Hazine yararından çok Devletin yüksek varlığını ve yüce kişiliğini korumak, şeref ve itibarını sarsmamak, Devlete karşı beslenilen güven duygularını zedelememek önde gelir. Yargıtay, Devletin memurlara yaptığı hatalı ödemelerin geri alınmasına ilişkin davaların geçerli olmadığını kabul etmek suretiyle yukarıda yazılı ilke ve düşüncelere üstünlük tanımıştır. Kısaca yetkili makam ve kişilerin dikkatli, uyanık ve duyarlı davranmak suretiyle Devletin üstün kişiliğini zaafa uğratan tasarruflardan kaçınmaları gereklidir. İşte bu düşüncelerle davanın reddi gerekirken, kabul edilmesi doğru değildir.

2 - Dava konusu taşınmaz Hazine’den belediyeye geçtikten sonra muhtelif zamanlarda yapılan müteaddit ifrazlarla bir çok parçaya bölünmüş, ifraz edilen parçalardan bazılarını Hazine iktisap etmiş, geri kalan son parçayı da davalı kooperatif satın almıştır. Tesbitin yanlış olduğu kabul edilse bile, yapılan ifrazlarla ve onu takibeden iktisaplarla dava konusu taşınmaz "özel mal" durumuna gelmiştir. Hazine’nin birbirini izleyen tasarruf ve iktisaplarıyla bu konuda aldığı mesafe karşısında taşınmazı "kamu malı" saymak imkân ve ihtimali kalmamıştır. Hazine’nin iktisapta bulunduğu zamanlarda tapu "geçerli" sayılsın, davalı kooperatif iktisap edince Hazinece tapunun "iptale mahkûm olduğu" ileri sürülerek dava açılsın, bu denli çelişkili bir kabule dayanılarak hüküm vermek olanağı yoktur. Kısaca tapu sicilinde Hazine’nin önderliği altında yürütülen ve sürdürülen işlemlerle taşınmaz tamamen bir özel mal niteliği hüviyeti kazanmıştır. Tapu sicilindeki bu işlemlere bakarak ve dayanarak iktisapta bulunan kişide dava konusu yerin niteliği yönünden en küçük bir kuşku uyanması ve onun kötü niyetli sayılması mümkün değildir. Hâl böye olunca davalının M.K.’nun 931. maddesinden yararlanması lâzım geldiği sonucuna varılması zorunlu olmaktadır.

SONUÇ : İşte yukarıda yazılı neden ve düşüncelerle Hazine’nin açtığı iptal davasının reddi gerekirken kabul edilmesi doğru olmadığından hükmün HUMK.’nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ) peşin harcın iadesine, gelen temyiz eden vekili için 1400 lira duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden tahsiline oybirliğiyle karar verildi.
Old 23-06-2008, 16:31   #9
AV,MEHMET KÜÇÜK

 
Varsayılan

Sayın Olguner,
Söz konusu ettiğiniz 1977 tarihli kararda davalı vekili olarak ben de taraf bulunuyorum.Karar bizim lehimize çıktı.Daha da önemlisi,söz konusu karar,Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nan da geçmiş bulunmaktadır.Ancak:
Old 23-06-2008, 16:41   #10
AV,MEHMET KÜÇÜK

 
Varsayılan

Sayın Olguner,belirttiğiniz 1977 tarihli karar,Mersin/Erdemli Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından,yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bozma kararına uyulması sonucu tesis edilen ve Yargıtay 1.H.D.tarafından onanan bir karar olup,bu kararda davalı vekili olarak taraf bulunmakta idim.
Kararı,başka davalarda emsal olarak gösterdim ve hata kararı onayan 1.Hukuk Dairesindeki bir mürafaa esnasında aynı karadan emsal olarak söz ettiğim esada,o tarihte kararda imzası olan Sn.1.H.D.Başkanı tarafından bu kararın "nev'i şahsına münhasır" bir karar olduğu cevabını aldım.Bu gün ne olur bilemem .Fakat emsal olarak bu karara bir başka yargılamada dayanıldığına tanık olmadım. Bilmenizde yarar olur kanısında olduğumdan böyle bir bilgi verme ihtiyacı duydum.
Daha öcce de belirttiğim üzere,olayınızda müvekkiliniz aleyhinde bir kararı çıkması olasılığı çok zayıf bir ihtimal kanısındayı.
Saygılarımla.
Old 23-06-2008, 17:38   #11
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Mehmet Bey,

Açıklamanız için teşekkür ederim. Davalı taraf olarak çok güzel ve haklı,adalete hizmet eden bir karar alınmasına,savunmalarınızla yardımcı olmuşsunuz,kutlarım. Bu kararın soru sahibi meslektaşımızın olayında da örnek olmasını ve uygulanmasını,adil bulduğum gerekçelerle aynı sonuca ulaşmasına destek olmasını ben de dilerim.
Old 25-06-2008, 18:07   #12
dsahutoglu

 
Varsayılan

değerli meslektaşlarım gerçekten çok önemli bilgiler içeren karar örnekleri gönderdiniz. Bu emeklerinizden dolayı sizlere teşekkür ediyorum. Yarın karar açıklanacak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gerçekten bir hukuk devleti mi yoksa eskiden olduğu gibi bir polis devleti mi olduğuna hep beraber tanıklık yapacağız.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
''Güvenliğiniz için konuşmanız kayda alınıyor'' !!! Seyda Ceza Hukuku Çalışma Grubu 9 24-09-2011 12:55
EŞİtlİk İlkesİ yyyasemin Hasta Hakları Çalışma Grubu 0 10-04-2008 22:51
Kendİne GÜven Üzerİne! NİLGÜN SEYMEN Kadın Hakları Çalışma Grubu 4 04-04-2006 12:09
Tapu Siciline Güven nke Hukuk Sohbetleri 1 22-10-2003 17:14


THS Sunucusu bu sayfayı 0,16214299 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.