Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Haberleri Hukuk Haberleri, duyuruları, güncel hukuki gelişmeler. [Haber Ekleyin]

Av.Behiç Aşçı Ölüm Orucuna 293 Gün Sonra Ara Verdi

Yanıt
Konu Notu: 2 oy, 5,00 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 02-09-2006, 01:03   #1
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan Av.Behiç Aşçı Ölüm Orucuna 293 Gün Sonra Ara Verdi

AV.BEHİÇ AŞCI ÖLÜM ORUCUNDA 150 GÜN
Cezaevindeki koşulların düzeltilmesi bağlamında, yapılması gerekenlerin Adalet Bakanlığı ile görüşme isteminin ölüm orucu ile ifade edilmesinin üzerinden 150 gün geçti.

Meslektaşımız Av. Behiç Aşcı, salt siyasi tutuklulara değil,adi suçlulara da yönelik olarak sürdürülen ve özü itibariyle uygulamadan kaynaklanan sorunların çözümüne yönelik çabaların sonuç vermemesi üzerine, kamuoyu yaratma ve tartışma oluşturma amacıyla 150 gün önce ölüm orucuna başlamıştı.

İstanbul Barosu Başkanı Av. Kazım Kolcuoğlu ile Yönetim Kurulu Üyesi Av.Mehmet Durakoğlu, Haziran ayı içinde Av. Behiç Aşcı’yı ziyaret ederek, Adalet Bakanlığı ile yapılması gereken görüşmelerle ilgili girişim kararı almıştı. Bu karar çerçevesinde, İstanbul ve Ankara Baro Başkanları ile bir kısım Üniversite Öğretim Üyeleri ve STK Temsilcilerinin Adalet Bakanı ile yaptığı görüşmelerde, istenilen sonuçların alınamaması ve “en kısa sürede” yeniden diyalog kurulması kararına rağmen, yeni bir yaklaşım sağlanamamıştır.

Öncelikle “insani” bir sorun olarak algılanması gereken bu olgunun “yaşamsal” yönü de gözetilerek, Adalet Bakanlığının duyarlılık göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Kaldı ki, 59.Hükümet Programında, cezaevi koşullarının iyileştirileceğine ilişkin açık bir taahhüdün bulunduğu da bilinmektedir. Bu nedenle, bir meslektaşımızın yaşamını hiçe sayarak anlatmaya çalıştıklarının “dinlenmesinden” ibaret bulunan talebi,sadece “yaşama dair” taşıdığı izler bakımından bile, reddedilmemelidir.

Kaynak: http://www.istanbulbarosu.org.tr/Det...atID=1&ID=2280
Old 02-09-2006, 12:11   #2
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın Av. Ömer Kavili

Cezaevlerinin sorunlarını kamuoyu da bilirse, Bakanla konuşmaya gerek kalmaz. Bakan cezaevlerinin sorunlarını zaten biliyordur.

Ama biliyorum ki, bu sitenin üyesi olan binlerce hukukçu cezaevlerinin sorunlarını bilmiyor. Demokratik sistemin işleyişinde kamuoyunun büyük önemi var. Ölüm orucu ile duyuru, kamuoyu tarafından antipatik karşılanmakta. Şimdiye kadar hiç bir ölüm orucu amacına ulaşamadı. Gandhi'nin ölüm orucu bile Hindistan'daki iç çatışmaları durduramamıştı.

Ölüm orucu çaresiz olanların son başvuru yoludur. Bir avukatın bu yolu seçmesi de kamuoyu tarafından kabul edilemez. Kamuoyu avukatların hak elde etmek için mücadele etmesini bekler. Ölüm orucu bir avukatın mücadele yolu olamaz. Bu nedenle ölüm orucuna giren Sayın Behiç Aşçı'nın avukat kimliğinin öne çıkarılmaması doğru olur. Bu orucu vatandaş kimliği ile yaptığını düşünmek gerekir.

Sayın Behiç Aşçı'nın orucunun yararlı olması için bu başlık altında cezaevlerinin sorunlarını tartışmak bence yapılacak en doğru iş olur.

Tartışmayı ben başlatmak istiyorum :

Cezaevlerinin durumu 20 yıl öncesine göre çok iyidir. Zaman içinde daha da iyileşecektir. Devletin olanakları ölçüsünde artarak görevlendirilecek uzmanlar ve sağlanacak ortamlar ile suçlunun ıslahı mümkün olacaktır.

Buyrun !! Kamuoyu oluşturmaya başlayalım.

Saygılarımla
Old 02-09-2006, 15:02   #3
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan Karar alma sürecinde Avukatın Bağımsızlığı

Sayın Av.Armağan Konyalı,

Bu konu İstanbul Barosu sitesindeki bilginin aktarılmasıdır.

Yazınızdaki düşünceleriniz bir çok önyargıyı taşımakta, önyargılardan uzak kalarak konuların ele alınması gerekir.

Öncelikle Avukat Behiç Aşçı, İstanbul Barosu üyesi bir avukattır; baromuz üyesi olması ve müvekkillerinin hukukunu savunma çabası gösterirken sıkıntıya uğraması öncelikle üyesi olduğu Baro örgütünü, hukukçuları ve herkesi ilgilendirir. Burada ilgi kavramının derecesini herkes kendi belirleyecektir.
Avukat Behiç Aşçı'nın müvekkillerinin tek tek kimler olduğunu ve bu müvekkillerinden tek tek kimlerin hangi haklarının çiğnendiği konusunda benim ayrıntılı bilgim yoktur.
Baromuzdaki Avukat Hakları Merkezi'nde tüm toplantılarda, bir avukatın ölüm orucu tepkisini doğru bulmadığımı herkese belirtmiştim.
Ancak, müvekkilinin hukukunu korumak bakımından savunma araç ve ögelerini seçme ve karar verme yetkisi, yalnızca ve yalnızca Avukat'a aittir. Avukat bu yetkisini özgürce kullanır, O'nun bu bağımsızca alacağı karara herkes saygılı olmalıdır. Bu durum, avukatın, meslek kuralları ve kişisel etik ödevleri altında savunmayı "layıkı veçhile" yapabilmesi için zorunludur. Bu yönüyle, yöntem olarak doğru bulmadığımı belirtmekle birlikte, bir avukat savunma görevi yaparken bir karar almış ve uygulamış olmasını hukukçu meslektaşı olarak saygıyla karşılamak ödevi altındayım. Bunun tersine, bir avukatın vereceği bir kararını kendisinden başka kim değiştirebilir ki ?

Diğer bir nokta ise
Alıntı:
...Devletin olanakları ölçüsünde artarak görevlendirilecek uzmanlar ve sağlanacak ortamlar ile suçlunun ıslahı mümkün olacaktır.
Burada suçlu olandan söz ediyorsunuz ancak ülkemizde tutukevi ile cezaevi ayrımı olmadığından TUTUKLU, başka deyimle "suçluluğu kesin olarak saptanmamış" olanları ayıramadığınızı düşünüyorum.
Ayrıca, suçlu ıslahı kavramı konusunda nelerin uygulandığı ve mevcut uygulamaların "ıslah" sağlayıp sağlamadığı konusunun çok tartışmalı olduğunu belirtmeliyim.

Sonuç: Avukat Behiç Aşçı kendi eylemini bir avukat olarak müvekkillerinin hukukunu koruyabilmek için yaptığını söylemektedir. Bu durumu çürütecek bilginiz varsa tartışalım.

Saygılarımla.

Ömer KAVİLİ
Hukukçu, Yeni sanık
Old 02-09-2006, 16:57   #4
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın Av. Ömer Kavili

Ben bir şeyi çürütmek istemiyorum. Sadece, cezaevlerinin sorunlarını önce site üyelerimiz ve sonra da kamuoyu öğrensin istiyorum.

Alıntı yaptığınız cümle, benim düşüncem olmaktan çok, diğer üyelerin bildiklerini yazmaları için tartışmaya açılmış bir çanaktı. Siz de dayanamayıp çanağa birkaç kuruş atmışsınız. Allah razı olsun !!

Avukatın savunma araç ve öğelerini serbestçe seçmesi konusundaki düşüncelerinize katılıyorum. Ancak bu savunma araçlarının hukuki olması gerektiğini düşünüyorum. Bir avukat ancak hukuki bilgisi ile avukattır. Eğer bir avukat, savunma aracı olarak avukat olmayanların da kullanabileceği yollara tevessül ediyorsa artık mesleki faaliyetten söz edilemez. Ölüm orucu mesleki bir seçim olamaz . Ve tabii böyle bir eylemde meslektaş dayanışmasından da söz edilmez. Bu artık O’nun kişisel seçimi olarak kabul edilmelidir.. Dayanışma yapılacaksa mesleki değil, kişisel düzlemde yapılmalıdır kanısındayım.

Örneğin, bir avukatın televizyondaki magazin programına çıkarak müvekkilini sempatik göstermeye çalışması avukatlık anlamında savunma değildir. Bunu müvekkilin kaynanası bile yapabilir. Bu medyatik savunmayı Baroların desteklemesi beklenemez. Sadece avukat ünvanını taşıdığı için, bu medyatik kişiliğin yanında, Baro Başkanı’nın da uyduruk bir programda boy göstermesi gerekmez.

Eğer Barolar tarafından desteklenecek bir husus varsa, Barolar destek olmaktan öte, bizzat konunun tarafı olup, bu hususta çalışma yapmalıdır. Eğer bu çalışmayı yapmıyor ya da yapıp da sonuç alamıyorsa ‘destek göstermek’ ancak çaresizliği gösterir.

Bütün bunları sizin yazdıklarınıza yanıt olarak yazıyorum. Yoksa benim için asıl konu Sayın Behiç Aşçı’nın eylemi değil, cezaevlerinin sorunlarıdır. Çünkü ölümcül eylem zaten bu sorunlar adına yapılmaktadır.

Cezaevlerindeki sorunlar hakkında, alıntı yaptığınız düşüncemi çürütecek bilginiz varsa, tartışalım.

Saygılarımla
Old 02-09-2006, 18:03   #5
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan

Sayın Av.Armağan Konyalı,

Öncelikle sizi düşüncelerinizde samimi olmaya çağırıyorum. Sizin
Alıntı:
Tartışmayı ben başlatmak istiyorum :

Cezaevlerinin durumu 20 yıl öncesine göre çok iyidir. Zaman içinde daha da iyileşecektir. Devletin olanakları ölçüsünde artarak görevlendirilecek uzmanlar ve sağlanacak ortamlar ile suçlunun ıslahı mümkün olacaktır.
cümlenizi daha sonra ise
Alıntı:
Alıntı yaptığınız cümle, benim düşüncem olmaktan çok, ...
diyerek inkar etmeniz çelişkili duruyor.

Biz hukukçular kaypak olmayan, samimi düşünceleri ele alarak tartışır ve sorumluluk duygumuzla da paylaşmaya çalışırız. Bu tavır; düşüncede tutarlı olma, hukuksal düşünme, düşünceye önem verme anayışıyla ilgilidir. Bu çerçevede yazınızdaki ayrıntıya önem vererek tartışmış olmamıza çanak-sadaka vb. türü sözlerle yaklaşmanızı şık bulmuyorum.

Sizin
Alıntı:
Ölüm orucu bir avukatın mücadele yolu olamaz.
cümleniz, doğrudan avukatın bağımsızlığını yok etmektedir. Çünkü bu cümleyle diğer bir avukatın 'mücadele yolu' olarak seçip karar verdiği bir konuya, siz yasak koymuş oluyorsunuz. Oysa, siz 'mücadele yolu olarak kabul etmeyebilirsiniz.'
Sizin cümleniz ile bu cümle arasındaki ayrım, bu cümlenin başka avukatların bağımsızlığına saygı, özerklik alanı tanımasıdır.

Size İstanbul Barosu 2001 yılı Sempozyum kaynaklarına ulaşabilmenizi öneriyorum.

Avukat Behiç Aşcı müvekkilleri için, onların hak ihlallerini çözemediği için başlattığını söylediği ölüm orucuna 5 Nisan 2006 Avukatlar Günü başlamıştı. Avukatın hak çiğnenmelerine karşı çıkmasının baroyu, baroları ilgilendirdiği düşüncesindeyiz.

Ömer KAVİLİ
Hukukçu, Yeni sanık
Old 04-09-2006, 00:33   #6
Av.Selim Balku

 
Varsayılan

Ölüm orucu bir mücadele yolu olmamakla beraber bu yolu tercih edenin ayrıca bir meslektaşımın oluşu beni rahatsız etmektedir.

Hak arama mücadelesinde ki ölüm orucunun anayasal bir zemini yoktur, bu olayın kanuni boyutudur. Ben avukat olarak müvekkilimin hakkını kanunlar çerçevesinde aramalıyım...

Avukat Behiç AŞÇI'nın tutumu ile devletin maaşı az geliyor diye rüşvet yiyen memurdan farkı nedir? İkisinin mücedele paydası eşittir, ikiside amaç için yanlış yol tercih etmektedir. Memur maaşın azlığından dolayı rüşvet yerine, sendika hakkını, dilekçe hakkını vd. haklarını kullanarak aktifini artırma yoluna gitmelidir...

Avukat da, başvuru, şikayet, dava haklarını kullanıp müvekkilini mutlu etmenin yollarına bakmalıdır. Eğer yol kalmamışsa çare ölüm orucu değil, birlik dayanışma ve istekle olmalıdır, baroların kurulma amaçlarından biride budur...

Sayın Konyalı'nın tutumunu destekliyorum, ölüm orucunu destekleyip meşrulaştırmaktansa, yaranın kökünü deşip, temizleyelim... Ben baro aidatımın, ödediğim binlerce baro pulunun karşılığını görmek istiyorum, gerekli tüm ekonomik destek verdiğimiz barolar dururken bir avukatın böyle bir fiile tenezzürüne ne hacet!

Geçenlerde kesin kazanacağım ve haklı bulduğum bir dava karar tashihindende alyehime sonuçla döndü, ne yapayım şimdi müvekkilim haklı diye yargıtay binasının önünde soyunarak çıplak sov mu yapayım...

2006 yılındayız kamuoyu oluşturmak için böyle davranışlara lüzumun olmadığı kanısındayım...
Old 04-09-2006, 00:55   #7
Av.Selim Balku

 
Varsayılan

Cezaevi koşulları önceki yıllara göre iyi olduğu tartışmasızdır ancak kesinlikle yetersizdir, mahkumu rahat ettirmek değil, mahkumu ıslah ettirmek için yetersizdir. Mahkumlara sıklıkla pedogojik eğitim verilmeli, ceza evinden çıktığı gün toplumla adaptasyon sorunu çekmemesi için meslek eğitimi verilmeli, emekle bir şeylerin elde edilebileceği gösterilmelidir... Vatan severlik duygularını nakletmek için hassasiyetle yaklaşılmalı, pişmanlık duygusunu sonuna kadar içselleştirilmelidir...

Şimdi bu yazdıklarımından sonra onlar mahkum mu turist mi, yada bu koşulları nasıl vereceğiz dediğinizi duyar gibiyim. İkinci soruya cevap vermek benim işim değil bir şekilde bunlar yapılmalı, kim nasıl yapıyorsa yapmalı!

İlk soruya (turist mi) cevabımıda müsadenizle kendimden örnekle vereyim, yıllar önce bendenizde cezaevinde(tutukevi) bulundum, statü olarak mı yada başka bir nedendir bilmiyorum ama diğerlerine göre bizlere çok iyi bakıyorlardı, inanın o zamanlar dışarda yemediğim yemeği içerde yiyordum, çamaşırlarım günlük temizleniyordu ve 20 kişilik koğuşlarda yatıyordum, televizyon izleme saatimiz, istediğimiz kadar kitap okumak için kütüphanemiz ve hatta tavla, dama, satranç oynama imkanımız, vardı... Dışardan bakılınca tam konforlu 5 yıldızlı tatil gibi görünüyor ama dışardan bakılınca öyleydi, zira bir tutuklu olarak herşeye sahiptik ama özgürlüğümüzden uzaktık.

İlk soruyu soranlara cevabım, özgürlük olmadan yemek, yemek değil. su, su değil. Yatak yatmak değildir.... Yaşayan bilir...
Old 05-09-2006, 18:52   #8
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Mesaj Sahibi:Av.Selim Balku

Alıntı:
Avukat Behiç AŞÇI'nın tutumu ile devletin maaşı az geliyor diye rüşvet yiyen memurdan farkı nedir? İkisinin mücedele paydası eşittir, ikiside amaç için yanlış yol tercih etmektedir. Memur maaşın azlığından dolayı rüşvet yerine, sendika hakkını, dilekçe hakkını vd. haklarını kullanarak aktifini artırma yoluna gitmelidir...

Avukat da, başvuru, şikayet, dava haklarını kullanıp müvekkilini mutlu etmenin yollarına bakmalıdır. Eğer yol kalmamışsa çare ölüm orucu değil, birlik dayanışma ve istekle olmalıdır, baroların kurulma amaçlarından biride budur...


Sayın Av.Selim Balku,

Her şey bir yana; bugüne kadar yazdıklarınız nedeniyle yukarıdaki alıntının size ait olmadığını düşünmek istiyorum.

Sayın Av.Behiç Aşçı'nın açlık grevi yapmasını, bir memurun rüşvet yemesiyle eşdeğerde tutmakta ve ne fark demektesiniz...

Bana göre farklar şunlardır:

1- Memur, kendisine tevdi edilen görevi yapmamak/farklı yapmak şeklinde görevini suistimal etmekte; Sayın Aşçı ise müvekkil/lerinin haklarını korumak için hukuk yollarının tükendiğini düşünerek hiçbir maddi menfaat gütmeden bedenini ölüme yatırmaktadır.

2-Memur,maaşının artması için sendikal örgütlenmeye katılmamakta; Sayın Aşçı ise böylesi bir eyleme katılabilecek bilinçte ve kararlılıkta olduğuna göre mutlaka mesleki veya değil; bir örgütlenme içinde yer almıştır.

3- İkisinin mücadele paydası eşit değildir. Rüşvetçi memur gününü kurtarmayı mücadele bayrağı olarak kendisine seçmiştir, yakalanmazsa ömrünün kalan bölümünü haksız kazanımlarıyla gül gibi geçirecektir. Sayın Aşçı ise, sağ kalacaksa muhtemelen korsakoff gibi illet hastalıklara yakalanacak ve ömrünün kalan bölümünde kötü bir kazanıma(sağlık bakımından)sahip olacaktır.

4- Rüşvetçi memur, eyleminin kimse tarafından duyulmasını istemez(sebebi malum). Sayın Aşçı ise, tam tersine herkes tarafından duyulması için uğraş verir. Kendisine göre bulabildiği tek yol belki de budur.

5- Rüşvetçi memur hiçbir şeyi protesto etmemektedir, bencildir, daha fazla kazanmak için statükodan yanadır. Aşçı ise, protestocudur. Kendisi için değil; müvekkil/leri ve aynı durumda olan cezaevlerindekiler için açlık grevini protesto yolu olarak seçmiştir.

Sayın Balku, bana kırılmazsınız umarım. Ancak okuyunca inanamadım bu benzetmeye...Başkası yazmış olsa neyse...Ama Sitedeki hukuki yorumlarını beğendiğim birisi bunu yazınca dayanamadım.

Ben de kimsenin açlık grevi/ölüm orucuna yatmasını kabullenemiyorum.Bunun için de hukukçu olarak mücadele ettim. 1991 Yılındaki o ana kadar en büyük katılımın olduğu Buca Cezaevindeki açlık grevini (sanırım 55 inci gündü) bitirilmesine katkı koyan 2 avukattan birisiydim.(Diğeri Sayın Av.Nedim Değirmenci'dir). ÇHD İzmir Şube Sekreteri idim. Gece yarısı Adalet Bakanlığı ile yaptığımız görüşme olumlu sonuçlanınca, açlık grevi sona ermişti.İnanılmaz sevinmiştim. Çünkü tutuklulara günlerce açlık grevinden vazgeçmelerini telkin etmemize rağmen başaramamıştık.

Açlık grevi yapanları desteklemiyorum. Ancak onları ilgisiz şeylere benzetmek yerine, saygı duyuyorum. Saygı duymayanları da, çok değil 3 gün aç kalmaya davet ediyorum.

Sayın Av.Ömer Kavili'ye konuyu Site'ye taşıdığı için ayrıca teşekkür ederim.

Saygılarımla
Old 05-09-2006, 21:04   #9
Av.Selim Balku

 
Varsayılan

Açıkçası rüşvet alan memurla, ölüm orucuna giren avukatla kıyas yapılmayacağını daha cümlelerimi yazarken düşündüm hatta sildim ama tekrar yazdım nedendir bilmiyorum ama aklıma ilk ve tek gelen benzetme bu oldu, tabi bu durum mazeret değil, hal açıklamasıdır, ben teşbihte hata olmaz diyerek benzetmemi açıklayım;

Memur 600-700 maaş alıyor, 400 kira veriyor (İzmir de) geriye kalanla ailesine ve kendisine bakmaya çalışıyor. Olayı dramatize etmeden şunu söyleyeyim rüşveti alan memur başka çarem yok diyor, rüşvet almasam çocuklarıma bakamayacağım diyor, “başka çarem yok diyor”

Rüşvet bana göre son çare değildir, çocuklarına ve ailene bakma mücadelesini başka çarelerle bulması gerekiyor…

Avukat, dava alıyor, müvekkil üstleniyor, Türkiye şartlarında ben müvekkillerimi mutlu edemedim, vicdanen rahatsızım ve “başak çarem yok” diyor

Ölüm orucu bana göre son çare değildir, hatta çare değildir, hukukun üstünlüğü mücadelesini daha başka çarelerle araması gerekiyor…

Dikkat ederseniz rüşvet suçunun yüz kızartıcı tarafı ile değil mücadele kısmındaki paydalara işaret gösterdim, yoksa elbette ki, rüşvet suçunun yüz kızartıcı tarafı ile ilgilemiyorum ve olayla eşdeğer tutmuyorum… Ancak verdiğim misalin yanlış olduğunu, elastik olduğunu, her yere çekilebileceğini kabul ediyorum…

Ancak mesajım özünün hala arkasındayım, hala ölüm orucu gibi aciz davranışın bir avukata yakışmayacağını düşünüyorum…

İnsanların reaksiyon hürriyetlerine saygı gösteriyorum ancak reaksiyonu gösteren benimle aynı misyonu taşıyorsa rahatsız oluyorum…

Sizlerden ricam verdiğim misalin yanlışlığından çok konu hakkındaki olgulardan bahsedilmesi olacak…

Sayın Ergin uyarınızdan kırılmadım meslektaşım olarak talep ettiğiniz takdirde, sizi ve sizinle aynı fikirde olanlara karşı saygımdan dolayı iletimin rahatsız eden kısımlarını samimiyetle silebilirim… Saygılar



Old 06-09-2006, 01:50   #10
Gemici

 
Varsayılan

Alıntı:
Ülkemizde kan gövdeyi götürür durumdayken ve de aflar sayesinde cezaevilrinden hakettiklerinden çok daha kısa sürede çıkmaları vesilesiyle suçlara eğilimin artması konusu dururken,hukukta çare aramaktan üşenmiş olan avukatın ölüm orucunun yerindeliğini tartışmak...
Hepimiz, heryerde ölüm orucuyla bir haksızlığı protesto eden ve yaşamını hiçe sayan 'O Avukatın!' gösterdiği hassasiyeti göstermiş olsak ülkemizde kan gövdeyi götürmezdi diye düşünüyorum.

Saygılarımla
Old 06-09-2006, 08:12   #11
idealist

 
Varsayılan

Ben Nahidelaw isimli arkadaşımıza farklı bir konuyu dile getirmek suretiyle katılıyorum. Herne kadar arkadaşımız dışarıdakilerin durumunu dile getirerek bu durumun bir nevi çarpıklığını dile getirmiş ise de, bugün Doğu da Güney Doğu'da her güne şehit haberi sığdırdığımız şu günlerde bu gibi konuların gündemde tutulmaya çalışılması, savunmasının yapılması ve destek çıkılması çok saçma ve gereksiz. Bana göre düşünülmesi ve üzerinde durulması gereken konu bu. Sonuçta cezaevlerine suçu günahı olmayan adamları atmıyorlar, ama doğu'da ve güney doğu'da her gün suçu günahı olmayan askerler ölüyor. Suçu günahı olan adamların savunuculuğunu değil bunların savunmasının yapılması gerekir.
Old 06-09-2006, 14:31   #12
medenikal

 
Varsayılan

kişi eylemini kendi adına ,kendi inancına yapmaktadır.

ama bu benim kanımcada uygun bir davranış değildir.

avukat ,mücadelesiyle varsa bir yanlışlık ;varsa bir kanuna aykırılık veya anayasaya aykırılık veya insan haklarına aykırılık,

hukuki mücadele verecek;

bu mücadelesini basın ve yayın organlarında,

çeşitli sivil kurum ve kuruluşlar desteği ile ayakta ,tutacak ve;

bu arada hukuk mücadelesine devam edecek;

haklıysan kendini ve iddianı haklı görüyorsan;
gerekcen evrensel hukuk ilkelerini dayanak alıyorsa bu halde;

türkiye kanunları ve hukuk düzeni içinde sonuç alınamadıysa;

avrupa insan hakları mahkemesine gideceksin

yoksa açlık ve ölümle sonuç almak ;

kanımca hukuk insanının yolu olmaması gerekir;

hukuk mücadelesi zordur,meşakkadlidir.ama mutlaka sonuç alınır.

sonuç için yaşamalı ve yaşatmalıdır;
Old 06-09-2006, 16:57   #13
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Ölüm kararı

Hapishanelerde insanlar birbirine yaklaştırılmıyor belki ama dışarıda da hepimize, sadece kendimizin sığacağı küçüklükte, tek kişilik hücreler inşa ediliyor. Biz, öteki "hücrelerde" ne olup bittiğini merak etmedikçe bu inşaatların duvarlarına bir tuğla daha döşeniyor.
Oysa Şişli'de, Cami'yi Taksim'e doğru az geçince, sağ kolda bir apartman dairesinde bir avukat, insanlar hücrelerde yalnızlaştırılmasın diye ölmeye karar veriyor.

Tecride karşı 278 imza

Ölüm oruçlarında 122 insan öldükten sonra Avukat Behiç Aşçı'nın da katıldığı eylem için 278 aydın imza verdi geçen günlerde. Kaçımızın haberi var? Oysa metinde şöyle deniyordu:

Somut adımlar

"Cezaevlerinde yürütülen tecrit uygulamalarının kaldırılmasına yönelik somut adımlar atılması gerektiği görüşündeyiz. Somut adımdan ne anlıyoruz?

1. Adalet Bakanı, tecrit uygulamasının 'tartışılabilir' olduğunu kabul etmeli ve bu girişimin sözcüleriyle görüşmelidir.

2. Tartışma süreci boyunca, yani ilgili bilim adamları, meslek örgütleri, tutuklu-hükümlüler ve yakınları ile infaz idaresi bu konudaki tartışmayı tamamlayıncaya kadar;
Sorun yeni uygulamalarla ağırlaştırılmamalıdır.

Bu süre boyunca tartışma zeminine elverecek tür ve sayıda temel tecrit uygulamasından vazgeçilmelidir.

Girişimde bulunuruz

Bakanlığın bu somut adımları atması halinde; tüm tartışma zemininin takipçisi olacağımızı ve ölüm orucu eylemlerinin çözümünü sağlamak için girişimlerde bulunacağımızı bildiririz.

Çağrımıza duyarsızlık, tecrit kaynaklı işkence ve ölümlerin; hukuksal ve tarihsel sorumluluğunu siyasal iktidar üzerinde bırakacaktır."

Adalet Bakanı, bir insanın ölümünü "tartışmayacak" kadar umursamıyor olamaz değil mi? Olmamalı...

Hayat kaç metrekare?

Ölüm orucu yöntemini doğru bulmayabilirsiniz. Ölümden hayat çıkmayacağını düşünebilirsiniz. 122 insan öldükten sonra ölüm orucu eylemlerinde diretmenin boş bir inat olduğuna inanabilirsiniz.

Bir hukukçunun, adalet ararken hukuk yollarını tükettiğini, ölüm orucu eylemi yapmaktan başka çaresi kalmadığını söylemesinden hoşlanmayabilirsiniz.

Yani, bütün bu hadiseyi hiç onaylamayabilirsiniz. Ama bütün bunları düşünürken şunu da düşünün:

Bir hayat kaç metrekare olmalıdır? Bir başkasının ölümünü umursamayacak kadar dar mı?


http://www.milliyet.com.tr/2006/06/3...emelkuran.html
Old 06-09-2006, 17:19   #14
Deniz İpek

 
Varsayılan

bence sayın Ascının sorunu cozme seklınde bı ılgınclık var .o bır avukat ve cozmek ıstedıgı problemı hukuksal yollarla cozme calışmalı.bunu yaparken avukat olması hıcbırseyı degıstırmez cunku herhangı bırı ne bıleyım belkı fırma calısan bır ıscı bıle bu tarz bı yolu secebılır.bır avukat olarak elınden gelenı yapmalı sonuc alınmıyorsa yapacak pek bır seyler kalmıyor belkıde.cezaevlerının durumu ortada ama olay baska taraflara sapmasın.o sen ben butun hukukcular olum orucuna gırse ne care.. bız okullarda cozumu olum orucu olarak ogrenmıyoruz
Old 06-09-2006, 17:23   #15
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Alıntı:
"Bir hukukçunun, adalet ararken hukuk yollarını tükettiğini, ölüm orucu eylemi yapmaktan başka çaresi kalmadığını söylemesinden hoşlanmayabilirsiniz"

Forumda Behiç Aşçı'nın eylemi ile ilgili yazılıp çizilenler arasında, konunun özünde herkes hemfikir olmasına karşı, eylemin türü konusunda, dahası bu eylemi yapanın bir hukukçu oluşu karşısında duraksama da değil,
net karşı tavırlar sözkonusu.

Temelkuran, hukukçu kimliğini ön plana çıkarmayan, iyi bir yazar ve iyi bir gazeteci.

Ama yine de yukarıda alıntıladığım paragrafı yazmayı unutmamış.

Forum konusunda, Sn.Konyalı'nın yazdıklarına aynen katılıyorum. Eylem avukat kimliği ile değil, vatandaş kimliği ile öne çıkmalı.

Öyleyse şu soruyla bitirmek bana yanlış gelmiyor.

Ya hukuk kaç metrekare? Hukukçu kimliğiyle bağdaşmayacak yöntemlere tevessül edecek kadar dar mı?

Bu sorunun reel yaşamdaki mevcut ve müstakbel karşılığını, hukuk adına savaşan hukukçuların söz ve eylemleri belirleyecektir.

Saygılarımla...
Old 10-09-2006, 21:36   #16
Gemici

 
Varsayılan

Problem:
Var olan tüm sistemler, varlıklarını devam ettirebilmek için, kendilerini korumak zorundadırlar. Bu, toplumlar ve devletler için de söz konusudur; Her toplum kendisini korumak zorundadır. Düzenini bozanları veya bozmak istiyenleri toplum cezalandırır. Bu cezalandırma demokratik toplumlarda halk ve toplum adına karar veren mahkemeler vasıtasıyla olur.

Mahkemelerin verdikleri cezaların en yaygın olanı hapis cezasıdır. Hapis cezasına çarptırılan kimse cezasını özel olarak yapılmış hapishanelerde çeker. Ceza süresince toplumdan kopmuş durumdadır.

Cezaevi, Hapishane, Zindan diye adlandırılan bu yerlerin tarihi gelişimine baktığımızda, hapis cezasına çarptırılmış kimselerin bu yerlerde işkenceye uğratıldığını, dövüldüğünü, sövüldüğünü, aç bırakıldığını bazen boğulduğunu, kısacası insanlık onuruna yakışmıyan muamelelere uğratıldığını görürüz. Ceza üstüne ceza sayılan bu türden muameleler, çoğunlukla yasalarda yer almaz. Cezaevine düşen kişi bazen devlet politikası olarak, bazende cezaevi yetkililerinin kendi inisiyatifi sonucu anasından doğduğuna pişman edilir. Öyle ki bazı zindanların kapısına ‘Buraya Tanrı Girmez’ diye bir yazı yazılır. Kimin bu türden bir yazıyı zindan kapısına yazmış olduğu önemli değil aslında, önemli olan herhangi bir kimsenin bu türden bir yazıyı yazma veya yazdırma gereksinimini duymuş olmasıdır.

Çözüm:
İşkencenin ve insanlık onuru ile bağdaşmıyan küçültücü muamelelerin önlenmesi konusunda imzalanmış ve Türkiye’nin de katılmış olduğu iki anlaşma var:
Birinci anlaşma:
İŞKENCENİN VE GAYRİ İNSANİ YA DA KÜÇÜLTÜCÜ CEZA
VEYA MUAMELELERİN ÖNLENMESİNE DAİR AVRUPA
SÖZLEŞMESİ, imzalanışı 26 Kasım 1987. Türkiye bu anlaşmayı 25 Şubat 1988 tarihinde onaylamıştır.
Alıntı:
DİBAÇE
Aşağıda imzaları bulunan Avrupa Konseyi üyesi Devletler, İnsan
Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme
hükümlerini dikkate alarak;
Aynı Sözleşmenin, “hiç kimse işkence veya gayrıinsani veya küçültücü
ceza veya muameleye tabi tutulmayacaktır” şeklindeki 3. maddesini
hatırda tutarak;
3. Madde ihlallerinin mağdurları olduklarını iddia eden kişilerle ilgili
olarak bu Sözleşmede öngörülen mekanizmanın işlemekte olduğunu
kaydederek;
Hürriyetinden yoksun bırakılan kişilerin işkence ve gayriinsani ya da
küçültücü ceza veya muameleye karşı korunmalarının, ziyaretlere
dayanan, önleyici nitelikte, adli olmayan yollarla
kuvvetlendirilebileceğine kani olarak;
Aşağıdaki gibi anlaşmışlardır:


İkinci anlaşma:
İŞKENCE VE DİĞER ZALİMANE, GAYRİ İNSANİ VEYA
KÜÇÜLTÜCÜ MUAMELE VEYA CEZAYA KARŞI SÖZLEŞME’dir
Bu anlaşma 10 Aralık 1984 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir. 26 Haziran 1987 tarihinden beri yürürlükte olan anlaşmayı Türkiye 25 Ocak 1998 tarihinde imzalamaış ve 21 Nisan 1988 tarihinde ihtirazi kayıtla onaylamıştır.
Bu anlaşma işkenceyi şöyle tarif etmektedir:
Alıntı:
Madde 1
1. Sözleşme amaçlarına göre, .İşkence. terimi, bir şahsa veya bir
üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden
şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf
elde etmek için veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir
kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki
veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya
ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin
uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı
ve ızdırabı içermez.
2. Bu madde, konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva
eden herhangi uluslararası bir belge veya milli mevzuata helal getirmez.


Irak’taki hapishanelerden dışarıya sızan işkence resimleri, Guantanamo ve CİA’nın gizli hapishaneleri ve daha bir nice örnek, tüm anlaşmalara rağmen işkence ve insanlık onuru ile bağdaşmıyan muamelelerin önünün alınamadığını gösteriyor.

Hukukçulardan beklenen, bu türden muamelelerin önünü almak için tüm hukuki imkanlarını kullanmalarıdır. Kabul etmek gerekir ki hukuki imkanlar devletlere karşı genelde sınırlıdır.

Benim görüşüme göre insanlık onuru ile bağdaşmıyan muamelelere karşı sadece hukuki yoldan karşı çıkmak yeterli değildir. İnsanlık onuruna saygı duyan herkesin, hukukçu veya başka meslek sahibi olması önemli değil, bu türden uygulamalara karşı politik yoldan da karşı çıkması gerekir. Sırf kendisine zararı olan ölüm orucu mu tutar, siyasi bir partiye üye mi olur, eline bir pankart alıp yola mı çıkar kendi bileceği konu. Yasalara ve toplum düzenine ters düşmediği sürece kimin ne yapacağı, kendi problemi. Önemli olan yapılan eylemin demokratik yollarla ve demokratik bir çerçeve içinde ortaya konması. Karşı çıkmayan kimsenin, hayatını ortaya koyarak karşı çıkan kimseye, en azından saygı göstermesi gerekir.

Saygılarımla
Old 11-09-2006, 18:49   #17
alisuat

 
Varsayılan

Sayın Av.Ömer Kavili dışındaki tüm yorumlara üç aşağı beş yukarı bende katılıyorum, bir hukukçunun ölüm orucuna girmesi yapabileceği şeyleri de yapamaması demektir, bu hukuka, adalete, mesleğe ve yaşamına olan saygısını yitirmiş olması demektir, burada inandığı değerler uğruna yaşamını hiçe sayıyor gibi bir tablo ortaya çıkabilir ama inandığı şeyleri savunması ve gerçekleştirmesi için herşeyden önce karşısındakilere karşı dimdik durması gerekir. Sayın Av.Armağan Konyalı'nın başlatmış olduğu tartışmayla ilgili olarakta son derece yerinde görüyorum ve söylediklerine katılıyorum.. Sayın Av.Selim Balku'dan
Alıntı:
yıllar önce bendenizde cezaevinde(tutukevi) bulundum, statü olarak mı yada başka bir nedendir bilmiyorum ama diğerlerine göre bizlere çok iyi bakıyorlardı, inanın o zamanlar dışarda yemediğim yemeği içerde yiyordum, çamaşırlarım günlük temizleniyordu ve 20 kişilik koğuşlarda yatıyordum, televizyon izleme saatimiz, istediğimiz kadar kitap okumak için kütüphanemiz ve hatta tavla, dama, satranç oynama imkanımız, vardı... Dışardan bakılınca tam konforlu 5 yıldızlı tatil gibi görünüyor ama dışardan bakılınca öyleydi, zira bir tutuklu olarak herşeye sahiptik ama özgürlüğümüzden uzaktık.
Ben cezaevlerini çok yakından bilen bir adliye çalışanı olarak söyleyebilirim ki, cezaevlerinin içerisindeki yaşama koşulları emin olun dışardakinden çok daha iyi ve lüks, eksik olan özgürlük ama orasıda bir otel değil, suçluların ıslahı ve bir daha suç işlememeleri için haklarından mahrum bırakıldığı yerler, buna rağmen yemekleri, sosyal faaliyetleri, tedavi imkanları ve yasal haklarıyla cezaevlerimiz devletimizin tüm imkanlarından son derece güzel faydalanmaktadır. Koğuş sistemine gelince de normal bir adi suçluyu koğuşta yatırmazlar, nitelikli suçlardan girenler, örgüt, çete liderleri, terör suçluları veya bulunduğu koğuşta sürekli olay çıkararak diğer mahkumlara kötü örnek olan kişileri tecrite koyarlarki bence bu da son derece doğal ve mantıklı bir yaklaşım...
Old 24-09-2006, 00:30   #18
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan Tanımlamada çelişki

Alıntı:
...Bir avukat ancak hukuki bilgisi ile avukattır. Eğer bir avukat, savunma aracı olarak avukat olmayanların da kullanabileceği yollara tevessül ediyorsa artık mesleki faaliyetten söz edilemez...

İkilem: Dilekçe yazılması avukat olmayanların da kullanabileceği yol olduğuna göre, avukatlar dilekçe yazmakla acaba mesleksel çalışma yapmış sayılmayacak mıdır ?

Ömer KAVİLİ
Hukukçu, Yeni sanık
Old 16-12-2006, 18:35   #19
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan F Tiplerinde Disiplin Uygulamaları

F TİPLERİNDE DİSİPLİN UYGULAMALARI: Domuzbagı, aç bırakılma, tuvalet izni vermeme



ERKAN ÇINAR BIRGÜNIZMIR

Behiç Aşçı açlık grevinin 257. gününü doldururken, F tiplerindeki disiplin uygulamaları ile korkunç iddialar da birbirini izliyor. Disiplin suçu işleyen mahkûmların domuzbagı ile bağlanması, aç bırakılması, tuvalet izni verilmemesi bunların arasında.

İzmir Ceza ve Tutukevleri Bağımsız İzleme Grubu tarafından hazırlanan Kasım 2005-Ekim 2006 cezaevi izleme raporu açıklandı. Konuyla ilgili Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şubesi'nde düzenlenen basın toplantısında konuşan ÇHD İzmir Şube Başkanı Aysun Koç, çalışmalarında en çok tecrit yakınması ile karşılaştıklarını belirterek, " pek çok uygulama da tecridin parçası ve destekleyicisi olarak tanımlanmaktadır" dedi.

İzleme Grubu'na daha önce dahil olan, ancak değişen yönetimlerle birlikte gruptan çekilen İzmir Barosu ve İzmir Tabip Odası'na çalışmalara yeniden katkıda bulunma çağrısı yapan Koç, 2005-2006 döneminde gruba toplam 38 başvuru yapıldığını ve bu başvuruların büyük çoğunluğunun İzmir 1 ve 2 No'lu F Tipi Cezaev-leri'nden geldiğini söyledi. Koç, en çok yaşam hakkının ihlali, işkence ve kötü muamele iddiaları, ölüm orucu eylemi ve açlık grevi, disiplin uygulamaları, Kürtçe konuşma yasağı, savunma hakkının kısıtlanması gibi konularda başvuru aldıklarını dile getirdi.
Hazırlanan raporda, toplam 35 mahkumun hakkında gruba başvurduğu 'Süngerli Odada Domuzbagı' uygulaması dikkat çekti.

'SÜNGERLİ ODA'DA DOMUZBAGI'

Gruba başvuran mahkumların iddialarına göre İzmir Kırıklar 1 ve 2 No'lu F Tipi Cezaevle-ri'nde mahkûmlar zaman zaman bulundukları hücreden Ani Müdahale Mangası' adı verilen birim tarafından alınarak kaba dayak ile 'Süngerli Oda' adı verilen 8-10 metrekarelik, içinde sadece tuvalet taşı bulunan ve duvarları tamamen süngerle kaplı tek kişilik bir hücreye götürülüyorlar. Aynı iddiaların devamında mahkûmlar, ayna ve yatak bulunmayan odada ayaklarının ve ellerinin birleştirilmesi, sonra ise el ve ayaklardaki bağın vücuda bağlanması ile oluşturulan ve 'domuz bağı' olarak tanımlanan pozisyonda yere yatırılarak bekletildiklerini belirtiyorlar.

Başvurularında, bağlama sırasında ise kelepçe, bez, koli bandı, yatak çarşafı gibi materyaller kullanıldığını vurgulayan mahkûmlar, uzun süre aç bırakıldıklarını, yemek verilmesi sırasında ise elleri açılmayan ve gardiyanlar tarafından beslenen arkadaşları olduğunu belirttiler. Yine raporda, 5 saatten 7 güne kadar uzayabilen uygulama süresince tuvalet ihtiyaçlarını gideremeyen mahkûmlardan birinin hemoroid olduğu, tutulma sırasında dilekçe verme, görüş ve doktora çıkma istemlerinin de reddedildiği ifade edildi.

http://www.birgun.net/index.php?sayf...788#haber_basi
Old 16-12-2006, 18:47   #20
Kavaz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Suat Ergin
F TİPLERİNDE DİSİPLİN UYGULAMALARI: Domuzbagı, aç bırakılma, tuvalet izni vermeme
ERKAN ÇINAR BIRGÜNIZMIR

Behiç Aşçı açlık grevinin 257. gününü doldururken, F tiplerindeki disiplin uygulamaları ile korkunç iddialar da birbirini izliyor. Disiplin suçu işleyen mahkûmların domuzbagı ile bağlanması, aç bırakılması, tuvalet izni verilmemesi bunların arasında.

Hazırlanan raporda, toplam 35 mahkumun hakkında gruba başvurduğu 'Süngerli Odada Domuzbagı' uygulaması dikkat çekti.

'SÜNGERLİ ODA'DA DOMUZBAGI'
Gruba başvuran mahkumların iddialarına göre İzmir Kırıklar 1 ve 2 No'lu F Tipi Cezaevle-ri'nde mahkûmlar zaman zaman bulundukları hücreden Ani Müdahale Mangası' adı verilen birim tarafından alınarak kaba dayak ile 'Süngerli Oda' adı verilen 8-10 metrekarelik, içinde sadece tuvalet taşı bulunan ve duvarları tamamen süngerle kaplı tek kişilik bir hücreye götürülüyorlar. Aynı iddiaların devamında mahkûmlar, ayna ve yatak bulunmayan odada ayaklarının ve ellerinin birleştirilmesi, sonra ise el ve ayaklardaki bağın vücuda bağlanması ile oluşturulan ve 'domuz bağı' olarak tanımlanan pozisyonda yere yatırılarak bekletildiklerini belirtiyorlar.

Başvurularında, bağlama sırasında ise kelepçe, bez, koli bandı, yatak çarşafı gibi materyaller kullanıldığını vurgulayan mahkûmlar, uzun süre aç bırakıldıklarını, yemek verilmesi sırasında ise elleri açılmayan ve gardiyanlar tarafından beslenen arkadaşları olduğunu belirttiler. Yine raporda, 5 saatten 7 güne kadar uzayabilen uygulama süresince tuvalet ihtiyaçlarını gideremeyen mahkûmlardan birinin hemoroid olduğu, tutulma sırasında dilekçe verme, görüş ve doktora çıkma istemlerinin de reddedildiği ifade edildi.

http://www.birgun.net/index.php?sayf...788#haber_basi

Bunların hepsi gerçek mi? O zaman bu tip cezaevlerinin amacı ne ki? Bunları yaşayan insan ıslah olmaz ki.Peki denetim yok mu? İnsan hakları kapsamı...

Daha önceden sitemizde yapılan bir ankette, hukukçunun hukuki olayları değerlendirirken bu kimlğini bir kenara bırakıp bırakamayacağını tartışmıştık.Hukukçu hayatındaki her alanda hukukçu mudur soruları gündeme gelmişti.Genel olarak,yanlıs hatırlamıyorsam,yapılan ankette çoğunluk bu kimliğinin bırakılamayacağı görüşündeydi.Şimdi ise hukukçu kimliğini belki kişi değil fakat başka faktörler ön plana çıkarmaktadır.Buna göre her hukukçu istese de istemese de yaptığı her hareketinden hukukçu kimliği ile sorumlu olmak zorunda mı bırakılmaktadır...
Old 16-12-2006, 21:10   #21
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

F TİPLERİNDE DİSİPLİN UYGULAMALARI başlığı altında verilen haber yönetimin başarısızlığı ve haksızlığı hakkındadır. Bu uygulamaların F tipi ile ilgisi bulunmayıp, her tip cezaevinde yapılabilir.

Bence kamuoyuna F tipi cezaevlerinin sakıncası anlatılmalıdır. Ben hala bilmiyorum.

Saygılarımla
Old 16-12-2006, 21:21   #22
Kavaz

 
Varsayılan

Bende bilmiyorum.Ancak hatırladığım kadarıyla F tipi cezaevlerinin kuruluş amacı; daha çok,diğer mahkumlarla biraraya geldiklerinde onlara zarar verebilecek psikolojiye sahip mahkumlara yönelik olarak kurulmuş.Yalnız uygulamada asıl amacının dışına cıkılmıs dıye hatırlıyorum(hukuk sosyolojisi dersimden.Yalnız yukarıda yazılanların olabileceğini hiç tahmin etmedim.
Old 16-12-2006, 22:09   #23
güler ataş

 
Varsayılan

BEHİÇ ve bu ölüm orucu ile ilgili elim saldırganlaşacak uzun yazarsam..Sadece VİCDAN denen şeyi sorgulamaktan yanayım.
Bir gün F tipi bir yerde çocuğunuz olduğunda BEHİÇ'i hatırlayacakmısınız?
Şimdi kulağınız tıkalı, o gün tıkaçlarını açmasını isteyecekmisiniz birilerinden?
Şimdi gözünüz bantlı, o gün : gözünüzü açın, görün diye bağıracakmısınız?
Akşam 3 çeşit doyururken karnınızı BEHİÇ'i ve F tiplerini düşünecekmisiniz?
Bir gün erk olmadığınızda, orada olmayacağınızın garantisini aldınızmı?
Yaşam başkaları için ölmeyi düşünecek kadar onurlu yaşanmalı..Ve göğsümüzün altında yumruktan büyük bir duygu olmalı..Adı VİCDAN olsun.Ama var-mış gibi durmayan, olan..
BEHİÇ ve diğer dayanışan tüm duyarlı insanlara daha çok direnç diliyorum..
Old 16-12-2006, 22:21   #24
güler ataş

 
Varsayılan

hiç bir yakınınızı ziyarete gittinizmi o lüks ortamda..hı şöyle demek gerek, siz çalışansınız onlar yaşayan..elbette arada ki farkı kaçırmamak gerek bu yorum için.Suç toplumsal bir şeydir.bireysel bakarsak eğer,hukuk işlemez..yani bir caninin bile yaşama hakkını korumak zorundadır hukuk,hemde insanca.
tüm ceza sistemine bireysel bakarsak vallahi ceza evleri diye birşeyde olmazdı zaten,herkes birbirinin cezasını ödetir, hukuğada gerek kalmazdı..hatta o evlerin kaç yıldızlı olduğunuda bu gün tartışmıyor olurduk.
Haksızmıyım..
Alıntı:
Yazan alisuat
Sayın Av.Ömer Kavili dışındaki tüm yorumlara üç aşağı beş yukarı bende katılıyorum, bir hukukçunun ölüm orucuna girmesi yapabileceği şeyleri de yapamaması demektir, bu hukuka, adalete, mesleğe ve yaşamına olan saygısını yitirmiş olması demektir, burada inandığı değerler uğruna yaşamını hiçe sayıyor gibi bir tablo ortaya çıkabilir ama inandığı şeyleri savunması ve gerçekleştirmesi için herşeyden önce karşısındakilere karşı dimdik durması gerekir. Sayın Av.Armağan Konyalı'nın başlatmış olduğu tartışmayla ilgili olarakta son derece yerinde görüyorum ve söylediklerine katılıyorum.. Sayın Av.Selim Balku'dan Ben cezaevlerini çok yakından bilen bir adliye çalışanı olarak söyleyebilirim ki, cezaevlerinin içerisindeki yaşama koşulları emin olun dışardakinden çok daha iyi ve lüks, eksik olan özgürlük ama orasıda bir otel değil, suçluların ıslahı ve bir daha suç işlememeleri için haklarından mahrum bırakıldığı yerler, buna rağmen yemekleri, sosyal faaliyetleri, tedavi imkanları ve yasal haklarıyla cezaevlerimiz devletimizin tüm imkanlarından son derece güzel faydalanmaktadır. Koğuş sistemine gelince de normal bir adi suçluyu koğuşta yatırmazlar, nitelikli suçlardan girenler, örgüt, çete liderleri, terör suçluları veya bulunduğu koğuşta sürekli olay çıkararak diğer mahkumlara kötü örnek olan kişileri tecrite koyarlarki bence bu da son derece doğal ve mantıklı bir yaklaşım...
Old 17-12-2006, 01:10   #25
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Behiç Aşçı, bir hukukçu olarak ölüm orucu yoluyla bir sivil itaatsizlik eylemine girmiştir ve hepimize tüm çarelerinin tükendiğini, başka türlü direnmesinin imkanı kalmadığını anlatmaktadır.

Behiç Aşçı eleştiriliyor, kullandığı yöntem nedeniyle. Bize okulda ölüm orucu öğretilmedi bile demeye vardırmış bir site üyesi. Evet, bize okullarda bu öğretilmiyor, bize okullarda öğretilen ilk şey, itaattir. O itaat ki, muktedire boyun eğmenin onlarca incelmiş yoluyla gözümüzü boyar ve bu boyalar bizi hiç değilse kendimize karşı yaşamımız boyunca meşrulaştırır.

Bazı insanlar vardır, bir zaman sonra kendilerini meşrulaştıramazlar. Olan biteni görür ve elimden başka ne gelirdi diye sormadan edemezler. Behiç Aşçı da en sonunda üzerinde hakkı olan en değerli şeyi önümüze sürüyor : bedenini... yaşam hakkını... İnsancıl bulmadığı bir politikayı şiddet kullanmadan, başkasını önüne ardına katmadan, tek başına protesto ediyor ve muktedire direniyor. Yaşamı pahasına direniyor. Bu direnişinde yaptığı şey, yaşama inananlara tutunmak aslında. İnsana, yaşama , insanca yaşama hakkına inanan herhangi birinin Behiç Aşçı'nın durumunu ve taleplerini görmezden gelmesi olası mı?

Yaşamanın bir değer olduğuna inanan herkesin içi acıyor, canı yanıyor. Keşke bu ölüm orucunu bitirse diyoruz. Ancak o, direnmeye devam ediyor. Bu orucun bitmesinin tek yolu olduğunu eriyen bedeniyle bize her gün söyleyerek.

Behiç Aşçı'nın bu eylemi hukukçu kimliğinden bağımsız olarak sürdürdüğünü düşünmüyorm. Behiç Aşçı'nın kendisini hukukçu - insan - vatandaş - sivil itaatsiz olarak ayırdığını da düşünmüyorum. Behiç Aşçı'ya bakıyorum ve önce hukukun yetersiz kalışına direnen bir avukat görüyorum. Onun hukukçu olması eyleminin gerekçelerini daha da öne çıkarıyor, daha da ciddi hale getiriyor.

Şiddet sıradan hale geldi. Behiç Aşçı bu sıradanlaşmaya meydan okurken tekrar şiddete maruz kalmamalı.
Old 17-12-2006, 03:26   #26
ömer adaleti

 
Varsayılan

Sayın arkadaşlarım,elbette bir insan göz göre göre ölüme terkedilemez eğer bu toplumsal bir olaysa,yok eğer toplumsal değilde,o toplumun sadece bir kısmını ilgilendiren ve onların politik görüşlerini içeren bir mesele içinse,ben bir şey diyemem.Acaba başka ölümler karşısındada,haksızlıklar karşısındada,gözlerimizin önünde; topluma faydalı olacakken,aymazlar ve vurdumduymazlar tarafından yıkılan fidanlar için neden ağıtlar yakılmıyor,protestolar edilmiyor. neden mi ? nasılsa onlar için ağlayan ana ve babaları var.Onlar gazetelerde yer almıyor,haberiniz var mı acaba 15 gün önce yürüyen merdiven boşluğuna düşüp vefat eden gencin arkasından bugünde 3,5 yaşındaki bir bebe aynı yerden düşerek rahmete kavuştu,acaba ölümlü olay olduktan sonra bile tedbir almayan böyle bir firma aleyhine hangi avukat arkadaşımız bu davaya bakacak ve söke söke cinayetten mahkumiyet kararı çıkarttırabilecek,varsa öyle biri o avukatın ellerini öperim.bize itaat edilme öğretilmedi yalnızca,hakkını arama ve haksızlığa karşı mücadelede öğretildi.bana göre behiç aşçı itaat etmediğinden değil belli bir zümreye arka çıktığından tutuyor orucunu,bir soru sormak istiyorum herkese,F tipi cezaevinin farkı koğuş sistemi gibi olmaması,F tipi cezaevi 1,2 veya 3 kişilik odalardır,neden burada rahat etme olanağı varken insanlar koğuş sistemini tercih eder acaba ? yoksa fikirleri birbirlerine daha kolay ulaştırılabilsin diyemi isterler? neyse fazla bir şey söylemek istemiyorum,aşağıda Behiç Aşçı nın fikirleri doğrultusundaki bazı haberleri aktarıyorum.
Umarım toplumda meydana gelen olaylardada herkes bu kadar hassas davranır(!)
Seninle,benimle ilgili haberler bunların haberleri değil,aşağıdaki yazıların tümünün özeti tek bir web sayfasından alınmıştır.
-------------------------------------------------------
ÖZET --YORUMSUZDUR
Avusturya TAYAD Komite yayınladığı yazılı açıklama ile 19 Aralık 2000 tarihinde Türkiye’de 20 hapishaneye yapılan katliamın yıl dönümünde 2 günlük...
--
Ankara’da Meşaleli Yürüyüş


Ankara’da TAYAD’lıların her Cuma günleri saat 17.30’da yaptıkları meşaleli yürüyüşlerin 4.’sü bu hafta da yapıldı. Her Cuma Yüksel Caddesi...



HÖC Blair’i Protesto Etti


Haklar ve Özgürlükler Cephesi (HÖC) İstanbul Temsilciliği İngiltere Başkanı Tony Blair'in Türkiye'ye gelişini protesto etmek için 16 Aralık günü....


Tutuklama Terörü Sürüyor



13 ve 14 Aralık günleri Sarıgazi ve Gazi Mahallesi’nde yapılan baskınlarda gözaltına alınan 8 kişiden 6’sı tutuklandı. Sarıgazi’de 13 Aralık...



19 Aralık Etkinliklerine Çağrılar


Ankara Haklar ve Özgürlükler Cephesi 15 Aralık günü dağıttıkları bildirilerle 19 Aralık 2000 yılında yaşanan hapishaneler katliamının...


Tecrite Karşı Eylemler


Tecrite karşı eylemler devam ediyor. Antalya’da KESK Şubeler Platformu tecrite ilişkin basın açıklaması yaparken, Antakya’da da TAYAD’lıi...



“İfade Özgürlüğü İçin Türkü ve Söz”
15/12/06 - Belçika’da 4 ayrı kurum bir araya gelerek, ülkede yaşanan gelişmelere ilişkin ifade özgürlüğü için bir etkinlik...





“Pinochet İçin Saygı Duruşu”
15/12/06 - Binlerce Şili halkının katili diktatörü Augusto Pinochet'nin ölümü nedeniyle mecliste saygı duruşunda...




İstanbul'da 3 Kişi Gözaltına Alındı
15/12/06 - Geçtiğimiz hafta demokratik kurum ve yayın kuruluşlarına yönelik baskınların ardından gözaltı ve tutuklama terörü sürüyor.





Gülbeyaz Karaer Tutuklandı
15/12/06 - Mersin TAYAD üyesi Gülbeyeaz Kareer 14 Aralık günü gözaltına alınarak tutuklandı.





Baskınlar Protesto Edildi
15/12/06 - İstanbul polisinin aralarında Yürüyüş Dergisi ve Ozan Yayıncılık, Temel Haklar Federasyonu ve federasyona bağlı...




Polis İnsan Avına Devam Ediyor
14/12/06 - 7 Aralık günü demokratik kurum ve yayın kuruluşlarına yönelik başlayan baskın terörü İstanbul polisinin...







Geleceğimize Sahip Çıkacağız!
15/12/06 - KESK 14 Aralık Perşembe günü iktidarın ekonomi politikalarına, emekçilere yönelik saldırılarına karşı...


E.Ü. Faşist Saldırı Protestosu
15/12/06 - Ege Üniversitesi’nde geçen hafta yaşanan faşist saldırılar 13 Aralık günü protesto edildi.




Brüksel Temyiz Mahkemesi’nin Kararı
15/12/06 - Brüksel Temyiz Mahkemesi DHKC Davası tutsaklarının hapishane koşullarına ilişkin 12 Aralık günü kararını açıkladı. ...




Avukatlardan Tecrite Karşı Eylemler
15/12/06 - İstanbul Barosu’na kayıtlı avukatlar 15 Aralık günü Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde yürüyüş düzenlerken, Antalya Barosu’na...





Aşcı’dan Basına Çağrı
15/12/06 - F tipi cezaevlerindeki tecrit uygulamalarına karşı ölüm orucunu sürdüren Avukat Behiç Aşçı...
Old 17-12-2006, 04:40   #27
semih

 
Mesaj ...

Haberi ve yorumların hepsini dikkat ve özenle okudum.Öncelikle kanaatim şu ki ; sanırım bu haberin tek hukuki yanı: Sn. Aşçı nın avukat olmasıdır.Ki haberin,sadece bu yonuyle,Hukuk Haberleri adlı forumda yer alması için yeterli bir neden oldugunu dusunmuyorum.'Hayır sadece bu degil,yapılan eylemin hukuk dışı olmasından da kaynaklıdır diyorsanız..' yerinde bir haber olmus.
[Sn.Av.Armağan KONYALI,,Sn.Av.Selim BALKU,,Sn.nahidelaw,,Sn.idealist,,Sn.Av.Mehmet Emin TASLAK,,Sn.Deniz İpek,,Sn.Av.Şehper Ferda DEMİREL ve Sn.alisuat,,Sn. ömer adaleti] taraflarından yazılan yorumların geneline katılıyorum.Sn.Av.Selim BALKU nun benzetmesin deki payda açıktır,acıklama veya silinmesine gerek olmadıgını,Sn nahidelaw,Sn.idealist ve Sn.Deniz İpek in duygularını paylastığımı,,Sn.Av.Mehmet Emin TASLAK ,Sn.Av.Şehper Ferda DEMİREL ve Sn. Ömer adaleti [-ellerinize saglık-] ne ise KESİNLİKLE KATILDIĞIMI belirtmeliyim.
Çok ,ama cok derin bir konu..
Duyguları paylasanları değil,duyguların arkasına gizlenerek yapılan fiileri ve tabiki bu fiileri yapan kişileri dogru bulmuyorum.Bu paragraf Sn.Aşçı için değil,genel niteliktedir.
Yapılan eylemi doğru bulmuyorum.
Kişisel gorusumdur; GERCEKTEN ÖZÜMSENEREK İNANILAN DEĞERLERE saygı duyarım.
Ancak benim inandığım DEĞERLER açısından kabule sayan bir davranıs degil.


Saygılarımla..
Old 17-12-2006, 10:37   #28
Kavaz

 
Varsayılan ?

Alıntı:
Yazan Av.Ömer KAVİLİ
...müvekkilinin hukukunu korumak bakımından savunma araç ve ögelerini seçme ve karar verme yetkisi, yalnızca ve yalnızca Avukat'a aittir. Avukat bu yetkisini özgürce kullanır, O'nun bu bağımsızca alacağı karara herkes saygılı olmalıdır.
Sonuç: Avukat Behiç Aşçı kendi eylemini bir avukat olarak müvekkillerinin hukukunu koruyabilmek için yaptığını söylemektedir. Bu durumu çürütecek bilginiz varsa tartışalım.

Sayın Kavili;
Bir avukatın savunma araç ve ögelerini seçme ve karar verme yetkisini sınırlayan olgu nedir? Avukatın bu yetkisini özgürce kullanmasını,onun kimliği ile bağımsız karar karar almasını dikkate aldığımızda, o zaman hukuki cerceveler olsun olmasın bir insanın yaşama hakkından feragat etmesi,zafere giden her yol mübah mıdır sorusunu aklıma getirdi.Madem böyle ise hukuk dışı kazanılan zaferler zafer olarak görülebilinir mi?Saygılarımla...
Old 17-12-2006, 17:35   #29
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
F TİPLERİNDE DİSİPLİN UYGULAMALARI başlığı altında verilen haber yönetimin başarısızlığı ve haksızlığı hakkındadır. Bu uygulamaların F tipi ile ilgisi bulunmayıp, her tip cezaevinde yapılabilir.

Bence kamuoyuna F tipi cezaevlerinin sakıncası anlatılmalıdır. Ben hala bilmiyorum.

Saygılarımla

Sayın Av.Armağan Konyalı sizin bir uygulayıcı olarak sorunu bilmediğinizi sanmıyorum. Ancak F tipi cezaevleri hakkında hukukçuların dahi bilgisinin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. En azından bilgi verme fırsatını sağlamış oldunuz. Teşekkür ederim. Kısa bir sürede yaptığım araştırmalarla aşağıdaki bilgilere ulaştım.Hala bilgi yetersizdir diyen üye olursa, daha fazla ayrıntı verebilirim.

Saygılarımla


F TİPLERİ

Devlet 1992 yılında 17 cezaevi için 60 milyon dolarlık bir yatırım planladı ve 2000 yılında açılması planlanan 11 adet F-tipi cezaevinin yapımına başlandı.

Koğuş sistemini ortadan kaldırarak hücre sistemini getiren F-tipi cezaevleri, bir ve üç kişilik hücrelerden oluşuyordu. Bu yeni cezaevlerine öncelikle siyasi mahkûmlar taşınacaktı. Hücre sistemi, devlet tarafından terörle mücadelede yeni bir adım olarak değerlendiriliyordu. Tam bir denetim sağlamak üzere tutuklu ve hükümlüler arasındaki her türlü ilişkiyi istenildiği anda kesmeye olanak sağlayan hücre sistemi ve yüksek güvenlikli F tipi cezaevlerinin, şimdiye dek yaşanan her türlü bozukluğu ortadan kaldıracağı düşünülüyordu.

Ancak, başta mahkûmlar olmak üzere onların aileleri, sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları, F tipi cezaevlerine karşı çıktılar. Yeni sistemin küçük grup veya tecrit izolasyonuna yol açacağına dair endişelerin bugün ne kadar yerinde olduğu ortada. Çünkü dokuz yıl boyunca kamuoyuna hiçbir bilgi verilmeden yürütülen F tipi cezaevleri projesinin hukuksal temelleri, 1991 yılında yürürlüğe konan 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın (TMY) 16. maddesine dayanıyordu.

Madde 16: "Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların cezalan, tek kişilik veya üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında infaz edilir.

Bu kurumlarda açık görüş yaptırılmaz. Hükümlülerin birbirleriyle irtibatına ve diğer hükümlülerle haberleşmesine engel olunur.

Bu kurumlarda cezasının en az üçte birini iyi halle geçiren hükümlüler diğer kapalı infaz kurumlarına nakledilebilirler.

Bu Kanun kapsamına giren suçlardan tutuklananlar da birinci fıkrada gösterilen şekilde inşa edilmiş tutukevlerinde muhafaza edilirler. İkinci fıkra hükümleri tutuklular hakkında da uygulanır."


Sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucularının da çabaları sonucu, geçici kabulü yapılan üç cezaevinden biri olan Sincan F-tipi Cezaevi, Adalet Bakanlığı'nın izni ile 28 Temmuz 2000 tarihinde İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Mazlum Der temsilcileri tarafından incelendi. İncelemenin ardından yapılan açıklamalarda "Hücre kapılarının dışında birer sürgü olduğu ve havalandırmaya çıkışın tümüyle cezaevi yönetiminin kontrolünde olduğu, tek kişilik odaların tecrit odası niteliğinde olduğu ve mahkûmların nasıl yönetileceği, hangi haklara sahip bulunduğunu düzenleyen hukuksal bir metnin olmadığı" belirtildi.

Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Barolar Birliği başta olmak üzere birçok kitle ve meslek örgütü hazırladıkları raporlarda "yüksek güvenlikli cezaevi" olarak tasarlanan F-tipi cezaevlerinin sosyal izolasyon ve duyusal yalıtım koşullarına sahip olduğunu ve bu nedenle iddia edilenlerin aksine insan onuruyla bağdaşmayan çağdışı bir nitelik taşıdığını belirttiler.

http://birgun.net/bolum-57

Eski Cumhuriyet Savcısı, Av.Necati Özdemir'in Hukukcu.com'da yayınlanan makalesinden bir alıntı(Altçizgi ve kalınlaştırma yazar tarafından yapılmıştır):

Alıntı:
Kesin olarak biliyor ve iddia ediyorum. F Tipi Cezaevleri birkaç kişinin kendi dünya görüşü ve ideolojik anlayışlarına göre geliştirdikleri bir yapılanma modelidir. Hiçbir ilmi çalışma yapılmamıştır.

F Tipi Cezaevleri özellikle, muhalif düşünce sahiplerinin susturulması için tecrit edilecekleri yapılar olarak hazırlanmaktadır. ‘’Köle birey’’ anlayışını kafalarından atamamış, özgür-kişilikli birey anlayışına tahammülü olmayan bir zihniyetin ürünüdür.

Tarih sayfaları arasında bu sahneleri birçok kez görebiliyoruz. Ortaçağdaki kale zindanlarında tek başına ya da iki-üç kişi olarak çürümeye terk edilen mahkumlarla, günümüzde modern F Tipi hücrelerde barındırılacaklar, arasında fark yoktur. Bedensel işkencenin, psikolojik işkenceye dönüştürülmesi gibi küçük nüanslar farklı olabilir. Kaldı ki; bedensel işkencenin de olmayacağını kimse garanti edemez.

Bu noktada ben F Tipi Cezaevlerine hangi mahkumların konulacağı ile ilgili değilim. Temel karşı çıkış noktam F Tipi Cezaevi modeli anlayışıdır. Dayatmalarla, baskı ile hiçbir netice alınamayacağını en iyi bizim insanımız ortaya koymuştur. Bu yanlıştan da dönülecektir. Üzüntüm, yaşanabileceği sinyalleri veren toplumsal acılardır. Buna gerek yoktur. Cezaevlerindeki insanlar her ne olursa olsun insandır, bizim insanımızdır. Yok etmek yerine, bir gün yeniden bir arada huzur içinde yaşayabileceğimiz anlayış, tedbir ve yapılanmalar düşünülmelidir.


Çok inanarak ve uygulamanın içinden gelen biri olarak söylüyorum: Hapishanelerde mevcut işleyiş ve yönetim noktasında bu utanç verici durumdan kurtulmak çok kolaydır: Hapishanelerde görev yapan personel ve mahpuslara, uygar, insani ve hukuki yaklaşım ve yaşam biçimi sunmaktır.

Şurası unutulmamalıdır ki; daha önce olduğu gibi bundan sonrada suç, ceza, cezanın infazı, bir toplum gerçekliği olarak devam edecektir. Bu sebeple sorunun çözümünde, sadece hapishanelerin mimarı yapısı ya da fiziki şartları ve ya davranış biçimi değiştirilmek sureti ile çözüm elde etmek mümkün değildir. Ceza infazı ve infaz şekilleri, içinde bir çok farklı bilimlerin çalışma alanlarının bir arada bulunması gereken bir yaşam biçimi olmalıdır.

Konuya bir bilimadamı olan Prof.Dr.Toktamış Ateş ise şöyle yaklaşmış:

Alıntı:
F tipi cezaevleri

En büyük şairlerimizden Orhan Veli, bir şiirinde yalnızlığı şu mısralarla değerlendirir:
"Bilmezler yalnız yaşamayanlar,/ Nasıl korku verir sessizlik insana; / İnsan nasıl konuşur kendisiyle: / Nasıl koşar aynalara, / Bir cana hasret, / Bilmezler..." Gerçekten, kimi zaman yaşamın ve yaşadığımız kentin gürültüsü içinde özlediğimiz ve kimi tatillerde, çok uzaklara kaçarak aradığımız "yalnızlık"; kimi zaman, aklın alamayacağı bir işkence haline gelir. Bizde kimi terör ve anarşi suçlularına uygulanan " F tipi cezaevi" uygulaması, işte bunu yaşatıyor. Ünlü Çin işkencesini hep duymuşuzdur. İşkence yapılarak konuşturulmak istenen kişi, bir iskemleye bağlanarak damlayan bir suyun altına oturtulurmuş. Ve başına düzenli aralıklarla su damlatılırmış. Başlangıçta insanın umursamayacağı bir şey gibi görünen bu işlem; bir süre sonra, rahatsız etmeye başlarmış. Ve sonunda öyle bir noktaya gelinirmiş ki; insanın başına düşen her damla, çok ağır bir nesne gibi hissedilmeye başlanırmış. Ve söylendiğine göre, işkence uygulanan kişi, "çözülürmüş" ve istenen her konuda "bülbül gibi" konuşmaya başlarmış. Korkarım "F tipi cezaevleri", benzer bir beklentiyle oluşturuldu ya da uygulama işi bu noktaya getirdi.
***
Ftipi cezaevlerindeki durumun, belki de uygulamanın sonucu olmasını temenni ediyorum. Çünkü bu uygulamayı başlatan eski Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk, değer verdiğim bir meslektaşım ve arkadaşımdır. Zaten bu uygulamanın başlangıcında bizleri cezaevlerine götürerek, nasıl bir uygulama yapılacağını da anlatmıştı, fakat gerçekleşen uygulamalar, beklendiği gibi ya da Sayın Türk'ün beklediği gibi olmadı. O dönemde, hapishanelerin "dışarıyı yönettiği" gibisinden bir anlayış, ya da bir inanç vardı. İçerdeki mahkûmların, dışarıdaki olayları düzenledikleri ve planladıkları düşünülüyordu. Bu düşünce dışında, hapishane koğuşlarındaki arkadaşlık ve dayanışma nedeniyle, hapishanelerin çok da moral bozucu yerler olmadığı düşünülüyordu. Ve bu düşünce, (kimilerinin) beklentilerine ters düşüyordu. Sayın Hikmet Sami Türk de, böylesi bir düşünce içindeydi. Ve "Hapishaneler geçici bir süre kalınacak lüks oteller değildir", derken bu düşüncesini dile getiriyordu. Fakat tanıdığım kadarıyla Sayın Türk'ün, bugünkü durumdan hoşnut olduğunu hiç sanmıyorum.
***
Günümüzde F tipi cezaevleri uygulaması, tam bir işkenceye dönüşmüştür. Burada üzerinde durulması gereken birkaç husus vardır. 1) İşkence, bir insanlık suçudur. Dünya üzerinde hiçbir demokratik devlet, bu suça ortak olmaz. Resmi amaç bu olmasa bile, uygulamalar bu cezaevlerini işkenceye çevirmiştir. 2) Suçu ne olursa olsun ve ne türden olursa olsun, bir zanlının yargılanmasının belli bir prosedürü vardır ve cezasını yargıç verir. ("Bağımsız yargı", falan gibisinden, doğruluğuna pek inanmadığım sözcükleri kullanmıyorum). F tipi uygulamasında, ikinci bir ceza verilmiş gibi olmaktadır. Zira mahkûmlar genellikle (odaların geniş olmasına karşın), tek kişi olarak tutulmakta ve havalandırma sırasında bile, başka mahkûmlarla konuşması engellenmektedir. Böylece mahkûm, psikolojik olarak çökertilmektedir. 3) Yasalarımızda, bir mahkûmun hangi disiplinsizlik durumlarında hücre cezası alacağını yazar. Fakat F tipi uygulaması, bizatihi hücre cezasıdır. 4) F tipi cezaevleri, insanları yalnızlığa mahkûm ettiğinden, sonunda hasta etmektedir. Sürekli yalnız kalan kişi, konuşma ve düşünmeyi karıştırmaktadır. Düşünürken, farkında olmadan konuşmakta; konuşurken, cümlesini yarım kesip düşünmektedir. Tam bir psikolojik çöküş... ***
Ftipi cezaevlerindeki mahkûmlar ve dışarıdaki yakınları, yıllardan beri bu uygulamalarla mücadele ediyorlar. Ve insanın en güçlü silahı olan, canlarını ortaya koyuyor ve "açlık grevine" gidiyorlar. Bu mücadelede, şimdiye dek 122 kişi canını verdi. Söylendiğine göre, 600'ün üzerinde fiziki ve psikolojik sakat varmış. Ve şimdi de bir avukat, Behiç Aşçı, açlık greviyle ölüme yatmış durumda.

Bunlara ilgisiz kalamayız, kalmamalıyız... Bu direnişe katılanların düşünce ve beklentilerine katılmayabilirsiniz. Fakat bu tür uygulamalar, ülkemize yakışmıyor. Adalet ve adil bir devlet, herkese gereklidir... Ben adil bir devlette yaşamak istiyorum.


http://www.bugun.com.tr/haberler/171206/p26770y132.asp
Old 17-12-2006, 18:00   #30
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
İLKİNC
Bunların hepsi gerçek mi? O zaman bu tip cezaevlerinin amacı ne ki? Bunları yaşayan insan ıslah olmaz ki.Peki denetim yok mu? İnsan hakları kapsamı...

Sayın İLKİNC,

Reyhan isimli bitkiyi bilir misiniz? Ben tanıyalı daha 2 yıl oldu. Vişne rengiyle, hoş kokusuyla salatalara katılan bir bitkidir. Özellikle mevsim salatasına koyduğunuzda salataya bambaşka bir tat verir. Akşam yerseniz, sabah kalktığınızda o hoş kokunun nefesinizde halen mevcut olduğunu görürsünüz. Şahsen mideme de iyi gelmektedir. Bu bitkinin tüm bu iyiliklerine karşılık ben bir kötülğünü görmedim. Hele hiç yıkıcı ve anarşist gibi durmamaktadır.

Ama...İzmirli bir avukat arkadaşım telefonda, F tipi cezaevinde hücresinde Reyhan yetiştiren mahkumun bitkisinin alındığını söyleyince donup kalmıştım. Kaynak var mı dedim. ÇHD İzmir Şubesinin web sitesinde yazıldığını söyledi. Ancak sitede bir problem olduğu için giremedim. Mahkum "en çok reyhanı almalarına üzüldüm" demiştir.

Diğer mesajınızda ise, F tipi cezaevleri ile ilgili olarak derste farklı şeyler okuduğunuzu yazmışsınız.Bir önceki mesajımı okuyun lütfen...Orada cevap verilmiştir.

Alıntı:
Mesaj Sahibi:ömer adaleti
Alıntı:


Sayın arkadaşlarım,elbette bir insan göz göre göre ölüme terkedilemez eğer bu toplumsal bir olaysa,yok eğer toplumsal değilde,o toplumun sadece bir kısmını ilgilendiren ve onların politik görüşlerini içeren bir mesele içinse,ben bir şey diyemem.Acaba başka ölümler karşısındada,haksızlıklar karşısındada,gözlerimizin önünde; topluma faydalı olacakken,aymazlar ve vurdumduymazlar tarafından yıkılan fidanlar için neden ağıtlar yakılmıyor,protestolar edilmiyor.


Sayın ömer adaleti,

Siz acılı bir babasınız. Toplumu sizin acınızı paylaşmamakla, sorununuza çare bulmamakla suçlarsınız. Ama mesajınızda "o toplumun sadece bir kısmını ilgilendiren mesele içinse" demektesiniz. İşte sorun da burada yatmaktadır. Siz kendi meselenizi öne çıkarıyorsunuz, bir başkası da kendi meselesini...Oysa meseleler toplandığında asıl mesele ortaya çıkmaktadır. Herkesin derdi ortak olmalı: insan haklarına dayalı bir hukuk devleti...

Siz acılı bir babasınız...Ben daha önce (Başlatmış olduğunuz forumda) yazdığım gibi sizi teselli edecek kelime bulunamaz. Peki aşağıda alıntısını yaptığım yazıdaki babayı siz teselli edebilir misiniz? Yoksa kendisine"senin meselen toplumun bir parçasını ilgilendirir kardeşim" der misiniz? Çocuğu cezalandırdık diyelim, babaların annelerin ne günahı var?

Alıntı:
NİYAZİ Ağırman Kandıra F tipi hücrede hayatını kaybeden Volkan Ağırman'ın babası.

Tecriti en yakından yaşayan bir baba. "Tecriti en iyi ifade eden Volkan'dı. En iyi anlatan.... Çünkü canıyla ödedi" diyen Ağırman şimdi de Tekirdağ F tipinde kalan kardeşi Cemel Ağırman için mücadele ediyor. Ben iki tane çocuğumu kaybettim bir de kardeşimi kaybetmek istemiyorum" diyor.

Niyazi Ağırman tecriti ve tecritte kaybettiği oğlu Volkan Ağırman'ı anlattı:

Benim oğlum 19 Aralık operasyonuyla Kandıra'ya götürüldü. Orada hücrede tek kalıyordu. Görüştüğümüzde diyordu ki "bir insan sesine bile hasretim."

Tecrit isterse altın kaplama olsun, orada bir yalnızlık var. Tecrit yalnızlık demek, insansızlık demek. İnsan toplumsal bir varlık olduğu için bir şeyler paylaşmak ister, sevincini hüznünü, kederini her şeyini. Orada bunların hiçbiri yok
. Tecrit oğlum Volkan'ın canını alan bir azrail. Oğlum 15 Temmuz 2002'de ölü bulundu. 'Hücresinde kendini asmış' ya da bilinmiyor kimin astığı. Oğlum üç kişilik hücrede tek başına kalıyordu. Hiç insan yüzü görmüyordu. Gerçekten bunaldı kendini mi astı yoksa başka şeyler mi var işin içinde bilmiyorum. Tecrit olmasaydı, arkadaşlarıyla birlikte yaşıyor olsaydı, şimdi oğlum yaşıyor olacaktı. Ben de evlat acısı çekmemiş olacaktım.

Ölmeden 25 gün evvel görmüştüm Volkan'ı. Annem ve kız kardeşim de bir hafta evvel. Gayet iyiydi. Bizi gördüğü için iyiydi, insan gördüğü için iyiydi. Yalnızlık öldürdü onu, tecrit öldürdü. Hikmet Sami Türk bir odaya girsin tek başına alsın günlerce. Bakalım nasıl oluyor. Başka yere de gitmesine gerek yok kendi evinin içinde bir oda da günlerce insansız yaşasın. Sonrada tecrit var mı yok mu anlatsın.

Tecriti en iyi ifade eden Volkan'dı. En iyi anlatan... Çünkü canıyla ödedi.

Şimdi Kardeşim Tekirdağ f tipinde yatıyor. Cemal Ağırman. Biz İstanbul'dayız. Onca yol, onca arama sonrasında da 1 saat görüşme. Camın arkasında telefonla konuşabiliyorsun. Kardeşim Hiper-tansiyon hastası. Onu hiçbir yere götürmemişler. Bunu ilettim... Bazen ilaçlarını vermiyorlar. Kardeşimin durumu iyi değil. Ben iki tane çocuğumu kaybettim bir de kardeşimi kaybetmek istemiyorum. Tecrit kalksa böyle bir sorun kalmayacak. Öncelikle Cemil Çiçek kardeşimin durumuna baksın bakalım tecrit var mı yok mu. Cemal Ağırman ile konuşsun.

Sivil toplum kuruluşlarından kişiler geliyor ama sadece adli tutukluları görebiliyor. Siyasilerle görüştürmüyorlar. Bunun için insanlar 7 yıldır direniyorlar. 122 kişi can verdi. 600'den fazla kişi sakat kaldı. Avukat Behiç Aşçı ölüm sınırında.
http://birgun.net/bolum-57

Saygılarımla
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
gaiplik mi ölüm karinesi mi?? eses Hukuk Soruları Arşivi 33 29-12-2006 22:34
Arınç, Aşçı ile 27 Aralık'ta görüşecek Seyda Hukuk Haberleri 1 29-12-2006 17:18
Yargıtay, asılsız şikâyete tazminat cezası verdi ahmetsacit Hukuk Haberleri 2 29-09-2006 20:55
ölüm karinesi meL Hukuk Soruları Arşivi 4 12-05-2006 21:46


THS Sunucusu bu sayfayı 0,12657404 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.