01-01-2007, 13:22 | #1 |
|
Tasvir İmkanımız(yetimiz)
KENDİ TASVİR İMKANIMIZ(METODUMUZ) ÜZERİNE KISA BAKIŞ.
Genel sorunumuz insan beyninin TASVİR etme yetisine ilişkindir. İlkokuldan bu yana beynin tasvir ediş yöntemi üzerine tam kilitlenmiş bir ders yoktur. Sonra hukuk fakültesine gelince bunun eksikliğini çekersin. Ayrıca önemli sorun sizin de bildiğiniz gibi KENDİ KELİMELERİNİ DEĞİL İLLA KİTAPLARDA YAZAN AYNI KELİMELERİ KULLANMANIZ GEREKTİĞİ ŞART KOŞULUR. Gerekçe ise hukukçu olacağınız içindir evet ama küçük kelimelerle önce hukukun ne anlama geldiğini öğretin sonra da gelin bu bilgiyi EN KRAL KAVRAMLA ifade etmeyi bizden öğrenin demek geliyor içimden... En basit ve hatta hukukun Adem Babası olan kavram HAK kavramıdır, onların istediği gibi tanımlayın hiç bir şey anlayamayabilirsiniz. Tanım şöyledir, HAK: Hukuken korunan menfaattir. Tabi ki faydacı görüş bakımından. GELİN BUNU KENDİ KAVRAMLARINIZA VE TASVİRİNİZE TAHVİL EDİN.(Tıpkı dış alemden duyduğunuz sesi beyninizdeki herhangi bir kavrama tahvil ettiğiniz-dönüştürdüğünüz gibi). HAK: Bir işi yapmanızda elinize verilen vasıta,araç ve hatta imkan diye tanımlayın.Bakın işler daha kolay olmuyor mu. Sevgilerimle. Kendi TASVİR SİSTEMİNİZİ OLUŞTURMANIZ DİLEĞİMLE. |
05-01-2007, 14:48 | #2 |
|
Kendi tasvir sistemimizi oluşturmamız dileği enteresan bir dilek, bence.
Sn.calikusu_kamuran, hakkı kendi tasvir sisteminize göre tanımlamışsınız ama pek olmamış, kavramın içi dolmamış. Bir işi yapmak için elinize verilen vasıta, araç veya ( ve hatta ) imkan... Mesela ben çiçek ekmek istediğimde elime aldığım çapa, kürek (neyse artık) bir araç ve hatta imkandır. Bu durumda çapa haktır, öyle mi? Bence bu önerinizi "hak" gibi üzerinde çok tartışılmış ve görece oturtulmuş bir kavram üzerinden ileri sürmeniz söylediğiniz şeyi zayıflatmış. ( Ne söylediğinizi de çok anlamadım ama ) Uzun yıllar boyunca filozofların, siyaset bilimcilerin ve hukukçuların üzerinde tartıştığı ve belli boyutlarıyla önümüze sunduğu kavramlara yeni bir tasvir sistemi arama ihtiyacınız neden kaynaklandı, merak ettim. Bu kavramlarda bir yetersizlik mi gördünüz, yoksa sadece bir oyun, bir akıl alıştırması olarak mı bunu düşündünüz? Sonra bir tasvir sistemi kurmak bu kadar kolay mıdır? Oyun için bile... Bir tasvir sistemi kurmanın ciddi bir donanım gerektirdiğini sizin bir çırpıda ifade ettiğiniz "hak" tasvirinden dahi anlamak mümkün. Burada her "detaylı" tanımın bir sınır getireceğini ve bu sınırın hukukun değişen durumlara uyum sağlaması yeteneğini azalttığını ifade etmek istiyorum. Ancak, belli konularda ( örneğin ceza hukuku) hukukun tanıdığı şeylerin/durumların sınırının çizilmesinin de bilinebilirlik/belirlilik açısından ne kadar önemli olduğunu da söylemek gerek. İşte böyle ince bir ayar var. Şimdi bu ince ayarı, yılların damıttığı bilgi birikimi ile mi halletmeye çalışırsınız, her hukukçunun kendi sistemi içinde oluşturduğu kavramlar curcunası ile mi? Dış alemde duyduğunuz bir sesi , bir kokuyu beyninizdeki bir anlama/an'a/duruma tahvil edersiniz elbette. Ancak bu tahvilin sonucunda ortaya çıkan şey size çok hoş görünür de başkasına fevkalade anlamsız gelebilir, onda bir karşılığı olmayabilir. Oysa hukuki kavramların karşılığı, uygulandığı coğrafya içinde karışık kuruşuk bir şeylere tekabül edemez. Hukukçuların kullandığı bir dil var ki, bu dil teknik bir dildir. Biri feragat dediğinde kalkıp "Aaa bunun anlamı vazgeçmedir." diyemeyiz, biz. Zira hukukun ikisine bağladığı sonuçlar biribirinden farklıdır. Bu sonuçlar da belirli, bilinebilir olmalıdır. Her alanda aynı dili konuşmak isteyeceğim insanlar var. Hukuk alanında ise bu özellikle geçerli. Saygılar. |
05-01-2007, 15:09 | #3 |
|
Sayın Çalıkuşu Kamuran, sesli düşünmek (yazmak) adına güzel bir girişim. Ancak sayın Yılmaz'ın haklı düşüncelerini gözardı edemeyiz. Tasvir metodumuzu verdiğiniz hak örneği ile değilde, daha içsel kavramlarımız üzerine kurarsak belki haklı çıkabildiğiniz durumlar sözkonusu olabilir. Bir olaya, kişiye karşı hislerimiz, duygularımız konusunda düşünceleriniz geçerli olabilir. Mesela; benim Sayın Işıl Yılmaz'ın enerjisi ve bilgi birikimi hakkındaki duygularımı kıskançlık, çekememe, imrenme, takdir etme gibi değişik tanımlamalardan hangisiyle anlatacağız... düşünmek, düşünmeyi düşünmek güzel... bunu sağladığınız için ikinizede teşekkürler...
|
05-01-2007, 21:21 | #4 |
|
Hayat iki şeyden ibarettir
Değerli kardeşlerim, bir eksik olabilecek yönümü hatırlattığınız için teşekkür ederim... Elbette düşüncelerinizde doğruluk payı var...
Fakat, buyrun hayatın en küçük tasvir maketini birlikte yapalım. 1-ARAÇ 2-BU ARAÇLA ELDE EDİLMEK İSTENEN SONUÇ. Şimdi araç kavramını imkan kavramına elbet beynimiz kolaylıkla tahvil edebilmektedir...Bu kavramı daha da çoğaltarak; izin, tanıma, vasıta, olanak, elverişlilik, vs vs. gibi kavramlara ulaşmak elbetteki mümkündür. Şimdi buradan giderek, HAK KAVRAMI ya imkandır(olanak-araç) ya da imkanlı olandır(sonuç). Bunların ikisinin dışına çıkan bir kavramın HAYATTA GERÇEKLİĞİNE İNANMIYORUM VE GERÇEKLİK İÇİNDE DE ONU MAALESEF GÖREMİYORUM...Şimdi HAK KAVRAMININ, genel kullanımına hatta halkın bizzat yaşattığı konuştuğu anlamına da sizler bakarsanız göreceksiniz ki HAK KAVRAMI hem bir sonuç elde etmeye imkan veren vasıta hem de elde edilen sonuç anlamında değişik şekillerde kullanılmaktadır...BUYRUN AKADEMİK KİTAPLAR İÇİNDE YER ALAN Türkçe karşılığı ile ele alınız; HAK: Yarar, yetki, selahiyet vs vs vs....beyninizde size verdiği karşılık nedir...Yarar kavramı yukarıdaki anlatımlarım içinde sürecin hangi kısmına denk düşmektedir...veya Yetki kavramı yukarıda belirtmiş olduğum iki süreçten hangisi içine denk düşmektedir...Buyrun birlikte tesbit edelim... Eğer mümkün olan iş, eylem HAK KAVRAMIYLA anlatılır der iseniz, burda mümkün olan iş veya eylem derken vasıta olarak kullanılan yani bir sonucu elde etmek için kullanılan değeri mi anlatmak istiyorsunuz yoksa bu vasıta ile elde edilen sonucu mu anlatmak istiyorsunuz... Sorunumuz başka bir şey ise onu da öğrenmek elbet benim için büyük bir yarar(ileride kullanılabilecek imkan-kuvvet-tecrübe) sağlayacaktır, getirecektir. Günlük dilden bir cümle; " Dün akşam bir iş için Samsuna gittim, bu vesile(vasıta-imkan) ile oradan bazı şeyler de aldım." şimdi elbette asıl iş farklı iken burada aynı zamanda başka bir iş-sonuç için de imkan doğmuş ve bu imkan başka bir sonuç için de neden teşkil etmiştir...Burada bile açıktır...Hayatta bir sürecin iki kısmı vardır. O ise Neden(vasıta-imkan) ve Sonuçtur. Hayatta YAŞAMAK EYLEMİ BİR SONUÇ İSE ONU MÜMKÜN KILAN VASITAYA VERİLEN AD APAÇIK YAŞAMA HAKKI(İMKANI) DİYORUM.....Yani BİR SÜRECİN ÖNDE GELEN KISMI ELBETTE Kİ imkan olarak teşkil olur... Fakat günlük kullanımı yüzünden imkan kavramının sürecin her iki kısmı içinde kullanıldığını görmekteyiz... ve bu yüzden kavramlar kargaşasını yaşamak hiç de beyni mutlu etmiyor.... Ayrıca bir kavramdan daha yararlanmakta yarar vardır..İzin kavramının az çok beyinde bir somut olayla canlanması mümkündür. Şimdi neredeyse bu imkan kavramı ile izin kavramını özdeşleştirmek de mümkündür...Yani her ikisi de aynı işleve sahiptir desem sanırım hata yapmış olmam... Bizim Ahmet futbolcu olmaya YETENEKLİ(imkan-sonuçta insanın bir iş yapması için gerekli olan kuvvet ve varlıkları imkan olarak anılır) değildir. Yetkisiz temsil kavramındaki YETKİ KAVRAMINI nasıl ifade edeceğiz...Elbette benim için bu apaçık BİR İNSANIN ELİNDE BULUNAN İMKAN VEYA GÜÇTÜR,KUVVETTİR....... Hayatta her KAVRAM bir SOMUT OLAYIN BELİRLİ BİR BÖLÜMÜNÜ ANLATIR yani tüm kavramlar mutlak surette bir somut olay anlatır yani insanın YAŞAYABİLECEĞİ VE HAYATTA AKLIYLA, BEY DUYUSUYLA GÖREBİLECEĞİ HİSSEDEBİLECEĞİ bir olayı anlatır...Yani her kavrama BİR YAŞAM SÜRECİ OLARAK karşılık vardır...Eğer yok ise o kavramın üstünde boşa zaman ayırmaya hiç gerek de yoktur.... Genel olarak şunu söyleyebilirim...bizim Fikir hayatımıza Aristotalesle başlayan DOĞAL HUKUK akımının etkisi çoktur...ve o akım içinde İnsan her kavramı doğuştan getirir yani insan aklında doğuşla birlikte her kavram vardır diye inanılır ama nedense böyle düşünmekle hiç bir kavramı YAŞAMSAL GERÇEKLİĞİNE OTURTAMAZLAR......DOĞAL HUKUK ANLAYIŞI BİLE KENDİSİ KENDİSİNİN NE OLDUĞUNU BİLMEMEKTEDİR.......bu konuda mesajlarımı toplu olarak görme imkanınız olursa açıklamalırım vardır......En nihayet ARİSTONUN A PRİORİ BİLGİSİ YERİNE , AMPRİKLERİN A POSTERİORİ BİLGİSİNİ TERCİH ETMEK YERİNDE OLACAKTIR........ Gerçekliği gösterilemeyen şeyler bilinemez demektir. SAYGILARIMLA....tasvir yeteneğimiz daha da netleşmesi(yaşam gerçeği gibi net görünmesi) dileğimle |
05-01-2007, 21:34 | #5 |
|
Önceki yazıya bir önermecik daha..
DÜNYANIN EN BÜYÜK BİNALARI KÜÇÜCÜK KAĞITLARDA PROJE EDİLİR. O nedenle günlük hayatta kullandığınız bir kavramı, bilimsel bir disiplin alanında başka bir kelime(terim) ile ifade etmek o denli büyük bir ustalık değildir. TERİM kavramının ne anlama geldiğini düşünürsek daha kolaylıkla durumu kavrarız. Terim, belli bir kavramın farklı bir disiplin alanında yalnızca FARKLI BİR SES İLE İFADE EDİLMESİNDEN İBARETTİR......BELKİ TIPTA YAPI KAVRAMIYLA ORGANİZMAYI İFADE EDERSİNİZ, MİMARLIKTA BİR BİNAYI, HUKUKTA ÖRGÜTLENMEYİ ama sonuçta maddeler farklı olsa da ortada olan ŞEY aynı şeydir |
06-01-2007, 19:38 | #6 |
|
Tasvir
Daha da açıklayıcı olmak adına...
Ne hakla bunu yaparsınız? gibi bir soruda hak kavramının yapıcı-yapılan sürecince hangi kısma denk düştüğünü görmek çok kolaydır.(yapıcı-yapılan: neden-sonuç). Bir kaç soru daha; İnsanın düşünebilme eylemini gerçekleştirebilecek DONANIMA sahip olmasının değeri nedir? İnsanın düşünmeye HAKKI vardır derken insan düşünme eylemini gerçekleştirecek DONANIMA sahiptir demek zor mu? Bir sonucu-eylemi icra edecek vasıtaya sahip olmak hangi kavramla anlatılır? Bir sonraki aşamaya geçirecek vasıtaya-donanıma sahip olmak hangi kavramla anlatılır? Şu işi gerçekleştirecek HAKKA sahipsiniz, ne demektir? DONANIM kavramıyla ilgisi var mıdır? Yaşama eyleminin gerçekleşmesinin İMKAN ALDIĞI-DAYANDIĞI kavrama ne denilebilir? Bu soruya açıklama: Bir sonucu yaratan sebep nedir? sorusunun cevabı gibi. HAKİMLERİN VERMİŞ OLDUĞU KARARLARIN GEREKÇESİ hangi kavrama denk düşer? Haksızlık kavramı ile dayanaksızlık kavramında yakınlık yok mudur? Her sonucun bir faktörü vardır; her faktör bir fonksiyon görmek için vardır. Buna göre ben "yapılmış olan bu bu iş HUKUKİ FAKTÖRE sahip değildir, dersem ne anlatmaya çalışmış olurum? Demek ki düşünce herhangi bir olayı tasvir ederken tıpkı olayın gerçekliğindeki sürecin sıralaması gibi ÖNCEYE DAİMA FAKTÖRÜ alıyor, yani her işin bir YAPICISI vardır. Yapıcı olmayan her iş dayanaksızdır, haksızdır. Hukuk GEREKÇE(YAPICI) OLMAKSIZIN iş görmez. HAK=YAPICI=DAYANAK=FAKTÖR yine bir soru Bu eyleme imkan veren hukuki bir araç var mıdır?(imkanla araç aslında aynı şey) 1_yapıcı 2_yapılan "Sened" kavramında dahi eminim ne anlatılmak istendiğini daha güzel görmekteyiz.Dayanaktır diye tanımlarız ama ben bunu YAPICI diye tanımlarım.Determinant-Fonksiyon süreci hep işliyor yani. Daha hayati bir gerçeğe inmek istiyorum: Cümlenin yalnızca iki ADET ÖĞESİ vardır. Türkçe gramer ders kitaplarındaki büyük hatayı görmek zor değil. 1.Öge: Özne , 2.Öge: Özne dışındakilerin hepsi yüklem. Şimdi burada ÖZNE, konuyu teşkil eder ve onun dışındaki tüm kelimelerin altını çizin ve işte bu da beyninin bu özneyi TAHVİL ETMİŞ OLDUĞU KAVRAMI temsil eder. Daha güzel bir tasviri şurda bulmak mümkün, bir sesi kulağın duyar ve beyin onu belli bir kavrama tahvil eder. Bu kadar basit. Şimdi burada ÖZNE VEYA KONU diye bahsedilen YAPICI olur yani faktör olur, o neyi YAPMAKTADIR elbetteki beyindeki KAVRAMI OLUŞTURMAKTADIR. Sonuç olarak cümlede yalnızca iki öge vardır ve illa başka öğelere ayırmak istiyorsanız, onları kendi içinde Özneye ait unsurlar ve yükleme ait unsurlar diye ayırmak zorundasınız. 1_Sebep(Ele alınan) 2_Sonuç(beyinde tahvil olan kavram) veya 1_Yapıcı Unsur 2_Yapılan Unsur X konusu (yapıcı) X kavramına(yapılan) dönüşür beyinde. Somut olay şu kavramın altığıdır(altında yer alır). X sesi beynimde Y kavramını oluşturuyorsa burada YAPICI nedir? Hukukta sebeplilik asıldır yani her işin bir yapıcısı olmak zorundadır.Kararlardaki GEREKÇE dediğimiz kavramın da nereden geldiğini daha iyi anlarız böylece. Bu sonucu(kararı) elde eden-ettiren GEREKÇE(yapıcı) nedir? Devlet veya özel anlamışla Hukuk şu eylemin yapılması için hiç kimseye KUVVET-DONANIM-YETKİ-İMKAN-VASITA vermemiştir demek HAK vermemiştir anlamıyla özdeş midir? Bilgi bir vasıtadır, kültür bir vasıtadır, neden sonuç sürecinde önde gelen her şey bir vasıtadır. Prens, prenses, prensib, protokol gibi kavramların derinlemesini düşünülmesi gereklidir. Soy-kök-temel-Aksiyom gibi kavramların süreçteki anlamlarını incelemek yerinde olacaktır. Beynimizdeki KAVRAMLAR bile eğer süreçte önce geliyor ise birer TANITICI ARAÇ-VASITA-İMKAN olmaktan öteye geçemezler. Sonuç: Hayat, YAPICI ve YAPILAN" dan ibarettir. İşte böyle ANLAMAK GÜZELDİR, BEYNİ MUTLU EDER. |
07-01-2007, 10:05 | #7 | |||||||||||||||||||
|
"Omnis definitio in iure civili periculosa" ( Medeni Hukukta her tarif tehlikelidir.) - Alıntı : Hukuk Felsefesi - Hegel
Ancak, hukukun belli alanlarında gerçekten de bir tehlike taşıyan "tarif etme" işinin "yalnızca farklı bir ses" e indirgenmesini ben tam kavrayamıyorum. Yani, neden? Temeldeki derdi anlayamadım hala. Şimdi, elimizde bir kavram var : Hak. Bu kavramın içinin dolduruluş biçimleri var. Hatta, Bentham , Duguit gibi bu kavramı reddedenler, bu kavramı bir hayal olarak kabul edenler veya metafizik içerikli olduğunu düşünenler var. Hak ile ilgili tartışmaları okuduğunuzda eksik , yanlış ya da söylenmemiş gördüğünüz nedir, anlamak istiyorum. Şu ana kadar anlayabildiğim tek şey, bu kavramı gündelik yaşama ( sizin tabirinizle yaşamsal gerçeklik ya da bunun karşılığı olduğuna inandığınız sokaktaki adamın diline ) yaklaştırma ihtiyacınız. ( Yanlışsam, yine düzeltme rica ediyorum.) Eğer bu anladığım doğru ise yeni tasvirlerin sonuçları konusundaki öngörülerinizi merak ederim. Hukuk dilinin, hukuki kavramların bu türden bir yeniden yapılanmasını öneriyorsanız, sisteminiz ne olacak? En temel kavramdan başlayarak bir değişikliğe mi gitmek gerekecek? Bu değişikliğin yansımaları, sonuçları neler olabilir? Verdiğiniz hak tanımına katılmamakla birlikte, kavramları yeniden tanımlama önerinizin altında neler söyleyebileceğinizi merak ediyorum, doğrusu. Bu gerçekten üzerinde düşünülmüş bir öneri mi, değil mi beni ilgilendiriyor. Yanıtınızı merakla bekliyorum. Saygılar. |
07-01-2007, 15:10 | #8 |
|
TASVIR-ŞUUR ve Düşünceyi hapsolduğu yerden kurtarmak.
selamALINTI: ISIL YILMAZ. 1_Anladığım kadarıyla ( yanlışsam lütfen düzeltin ) terimleri gereksiz bulmuyorsunuz da içlerinin farklı şekilde doldurulmasını öneriyorsunuz.
2_Yani, neden? Temeldeki derdi anlayamadım hala. 3_Şimdi, elimizde bir kavram var : Hak. Bu kavramın içinin dolduruluş biçimleri var. Hatta, Bentham , Duguit gibi bu kavramı reddedenler, bu kavramı bir hayal olarak kabul edenler veya metafizik içerikli olduğunu düşünenler var. Hak ile ilgili tartışmaları okuduğunuzda eksik , yanlış ya da söylenmemiş gördüğünüz nedir, anlamak istiyorum. 4_Şu ana kadar anlayabildiğim tek şey, bu kavramı gündelik yaşama ( sizin tabirinizle yaşamsal gerçeklik ya da bunun karşılığı olduğuna inandığınız sokaktaki adamın diline ) yaklaştırma ihtiyacınız. ( Yanlışsam, yine düzeltme rica ediyorum.) 5_Bu gerçekten üzerinde düşünülmüş bir öneri mi, değil mi beni ilgilendiriyor. 6_İLK YAZIDAKİ SORUNUZ: Uzun yıllar boyunca filozofların, siyaset bilimcilerin ve hukukçuların üzerinde tartıştığı ve belli boyutlarıyla önümüze sunduğu kavramlara yeni bir tasvir sistemi arama ihtiyacınız neden kaynaklandı, merak ettim. Bu kavramlarda bir yetersizlik mi gördünüz, yoksa sadece bir oyun, bir akıl alıştırması olarak mı bunu düşündünüz? Genel olarak sorularınızı yukarıya aldım. CEVAPLAR 1_Hayır içleriniz doğru ve somutuna uygun bir şekilde doldurulmasını istiyorum. Her soyut fikir(fikir zaten soyuttur), bir somut gerçeği veya en azından duyulan hissedilen veya aklın hissettiği bir GERÇEKLİĞİ anlatır. Gerçekliği olmayanın fikri olmaz. Hele hukukta…… 2_Dert, aslında belli GERÇEĞİ aramak kötü mü sizce. “ Bu işin sonunda benim çıkarım-menfaatim ne olacak?” gibi bir soruyu düşünün burada sizce anlatılan “Bu işin sonunda benim elime geçecek SONUÇ nedir “ gibi bir anlatım değil midir. BENİM MENFAATİM NE OLACAK= BENİM ELDE EDECEĞİM SONUÇ NE OLACAK. Elbette sonuç içinde elde edilen şey, İMKAN olabilir elbette. Fakat aksine YÜK de olabilir. HAK: “Hukuken korunan menfaattir.” Tanımlamasında menfaat=çıkar=sonuç kavramı buraya yakışmış mıdır sizce. AĞIRLIKTA TERCÜMEDEN İBARET KALAN FİKİR HAYATIMIZDA BURADA TERCÜMENİN YANLIŞ YAPILDIĞI KANAATİNDEYİM. Yani Hak kavramını İngiliz hukukçudan çevirenler sanki yanlış tanım çevirisi yapmış gibiler. Çünkü SOMUT GERÇEĞİN DIŞINA ÇIKAN BİR TANIMLAMA VAR ORTADA, hepsi bu. 3_Hak kavramı insanın bir imkanıdır. Yani insanla bütünleşik bir kavramdır. İnsanın bedensel kuvveti gibi onun varlığında cereyan eden bir ÖZELLİĞİDİR. Siz çiçek ekerken kullandığınız KÜREKTEN bahsettiğimi düşünmekte serbestsiniz ve saygı duymak benim GÖREVİMDİR. Ama şunu söyleyim ki KÜREK OLMADAN çiçek ekemiyorsanız ne mutlu bana ki HAK KAVRAMINI ÇOK GÜZEL AÇIKLAYABİLMİŞİM…… Çok basit HAK: İnsanın elinde olan bir imkan bir olanaktır. Fakat bir iş yapmak için elinde olan imkan-olanak. Ne var bunda…Uzaylı olduğumu düşünmeye başladım…Ben yanlış mı düşünüyorum. 4_Amacım sokaktaki insanın diliyle ifade etmek değil….Akademik dilde kullansanız bile bunun tanımını doğru yapmak gerektiğini söylemektir. Ve en azından Yabancı kaynakları daha doğru tercüme edelim lütfen… 5_Sizce ortada bir oyun mu var…Gerçekleri görmek isteyen bunca düşünür oyun mu oynamış….EVET ANLAMAK GÜZELDİR, BEYNİ MUTLU EDER…AMA BU BİR OYUN DEĞİLDİR Kİ… 6_Kavram, esas kökenininden(yapıcı) uzaklaştırılarak kavramın başka dillerdeki karşılıkları ile içini doldurma çabaları sanırım boşa geçmiş. Sanırım artık sokaktaki insan bile Hak kavramını ne anlamda kullandığını bilmiyor çünkü TEKERRÜR EDİLEN SADECE SÖZLE TEKERRÜR EDİLMEKTE ANLAMI DÜŞÜNÜLMEMEKTE GİBİ. Söylemek istediğim bari çevirileri iyi yapın. Bir kavramın apaçık gerçeği-somutluktakini yerini yansıtamadığını düşünseniz siz ne yaparsınız. Benim kafama takıldı, neden TASVİRDE HATALAR var neden somut olaydaki gibi yerli yerinde değil fikirler? Çünkü her fikir, bir gerçekliğe denk düşüyorsa yani her gerçeklik beyinde bir fikre tahvil oluyorsa neden fikir=gerçek eşitliği yoktur. Neden Neden Neden sonuç olarak: GERÇEK, FİKRİN ÜRETİCİSİ İSE NEDEN UYUM YOK. ANLAMAK GÜZELDİR, SAYGILARIMLA. |
08-01-2007, 10:03 | #9 |
|
Sn. calikusu_kamuran,
Kendinizi uzaylı gibi hissetmenize neden olacak birşey söylediysem, lütfen özürlerimi kabul edin. Aksine, söylediğiniz şeyler çok ilgimi çekti. Sadece tam olarak ne söylediğinizi anlama isteği içinde olduğumdan birçok soru sordum. Bence, tanım/tarif yerine tasvir sözcüğünü tercih etmiş olmanız dahi çok önemli. Oyun konusuna gelince, oyun çok önemli bir tema bence. Salt "oyun" için dahi böyle bir şey söylenebilirdi zaten. İmkan sözcüğünü tercih etmenizi de ilgi çekici buldum. İmkan, özne, determinant, tercüme... bütün bu sözcük seçimleri bana Descartes, Heidegger, Lukacs gibi birçok düşünürün adını çağrıştırdı. Bu nedenle söylediklerinizi yabana atmak için değil de neden söylediğinizi anlama ile ilgilendim. Ben sanki, kavramların altındaki ideolojiyi arıyorum ya da kavramların yapısökümü ile ilgileniyorum diyeceğinizi bekledim biraz. Bu nedenle, menfaatçi kuramın hak tanımını bombaladığınızda , bunu yapma ihtiyacınızla yani temel derdinizle ilgilendim. Dert, elbette gerçeği aramak olabilir de bunu hangi yöntemle yaptığımız yani gerçeğe ulaşma bakımından hangi yolu seçtiğimiz en az gerçeğin kendisi kadar önemli. Bu nedenle "dert" sözümü yanlış anlamamanızı rica ediyorum. Açıklamalarınızdan yapısalcı bir yaklaşım içinde olduğunuzu düşünmem yanlış mı olur? Saygılar. |
08-01-2007, 20:04 | #10 |
|
Tasvİr
Sn. Işıl Yılmaz, Uzaylı sözcüğünü olumlu anlama tahvil etmemin yapıcısı olduğuz için teşekkür ederim. Topaloğlu” nun dediği gibi, Dünya da uzaydadır, diyerek sözlerime başlamak istiyorum. İyi bir duygu ile söze başlamak inanın insanı mutlu etmektedir.
Şimdi öncelikle şunu belirtmek isterim ki BU HAYATI ikinci kez yaşayan bir insan değilim, bu nedenle herkes gibi DOĞRUnun ne olduğunu bulmaya çalışmak her beynin işi olsa gerektir. Asıl önemli olan ise baştan beri sezinlediğim daha doğrusu hakkınızda düşündüğüm fikrimin ortadan kalkmış olduğudur ki o da: MUHALEFET KÜLTÜRÜNE SAHİP OLMA ANLAŞI idi. Demek ki sonuçta tarafların ortaklaşa ESASA ulaşma amaçlarının varlığı her iki tarafça benimsenmiştir. En azından karşılıklı olarak varsa diğer tarafın düşünce sürecindeki eksikliğin iyiniyetle(alt etme düşüncesi olmaksızın) kaldırılmasına çalışılmasının var olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle kolaylıkla beyan edilemeyecek bir isteği öncelikle siz beyan ettiğiniz için size karşı müteşekkirim. 1-“Bana öyle bir şekil verin ki gerçeği görmemi sağlasın.” Cümlesinde eminim neyi aramış olduğumu anlamak kolaydır. Burada şunu söylemek istiyorum ki genel olarak da zaten bu yazının konusu bu olacaktır. ALINTI: Açıklamalarınızdan yapısalcı bir yaklaşım içinde olduğunuzu düşünmem yanlış mı olur? İşte bu sorudaki YAPISALCI kavramını açıklamanızı şimdiden burada istemekte yarar görmekteyim. Bu konuya en aşağıda yeniden değineceğim. 2- ALINTI: Bence, tanım/tarif yerine tasvir sözcüğünü tercih etmiş olmanız dahi çok önemli. ********** Elbette tanım/tarif yerine bu sözcüğü seçmemizin bir anlamı vardır. Genel olarak şunu söyleyebilirim ki o da: Tasvir ile düşüncenin işleyiş sürecini anlatma, onun adeta bir göz önündeki maketini-modelini yapma amacımız vardır. DİL NE YAPIYOR, İNSANA NASIL BİR TASVİR İMKANI SUNUYOR. (Dil ne yapıyor, insana nasıl bir tasvir etme imkanı sunuyor?) Gibi soruların cevabını aramaktadır beynim. Bu sorunun cevabına ulaşamadığımız sürece de kavram kargaşalarını yaşamak ve anlatılanları sabit bir TASVİRE oturtamamak gibi bir sorunu hep yaşayacağız ve zaten de bu sorun akademik kitaplarımızda varlını göstermektedir. Sürekli göz önümüzde varlığını koruyacak ve düşüncelerimizin her bir parçasını o TASVİRİN-MODELİN içine oturtmayı amaç edinirsek ve bu uygulamayı başarabilirsek düşüncelerimizle neyi anlatmak istediğimizi daha kolaylıkla karşı taraftakininin beynine ulaştırma imkanımız olmaz mı? Sonuç olarak sanırım dilimizdeki daha doğrusu iletişim SİSTEMİMİZDEKİ-TASVİRİMİZDEKİ-MODELİMİZDEKİ bir eksiği görmek zor olmasa gerektir. Öyle bir küçük MAKET oluşturulmalı ki, tüm anlatılmak istenenler bu KALIBA-MODELE otursun.Bu kavrama tahvil edilebilsin. 3-Ardı ardına sorular gelince elbette ki insanda bir MUHALEFET KÜLTÜRÜ oluşmaktadır yani İNSAN SAVUNMA KÜLTÜRÜNÜ beynine bir imkan olarak öne almaktadır ve karşı tarafa bu imkanları derpiş etmektedir, bunları kullanmaktadır. 4-OYUN sözcüğünü hayatımda ilk kez olumlu bir anlamda kullanan ikinci bir insansınız. En zor bir işten oyun oynamak gibi zevk almayı çok kişiye önermiş ve hatta bunu gerçek hayatta önermiş olmama rağmen kişilerin sürekli karşıdakini işlerini elinden alacakları bir rakip olarak görmeleri gibi bir tavırla karşılaştım. Staj hayatım bile bu yüzden bana iyi bir ders oldu. EVET çok büyük bir meseleyi oyun olarak algılarsanız beyin orada SONUNA KADAR HÜRDÜR VE EN GENİŞ İMKANLARIYLA MÜCADELEYE BAŞLAR. 5-ALINTI: İmkan sözcüğünü tercih etmenizi de ilgi çekici buldum. İmkan, özne, determinant, tercüme... bütün bu sözcük seçimleri bana Descartes, Heidegger, Lukacs gibi birçok düşünürün adını çağrıştırdı. Bu nedenle söylediklerinizi yabana atmak için değil de neden söylediğinizi anlama ile ilgilendim.(İşte burda bana şunu diyorsunuz, sizden gelen duyumun beynimde hangi kavrama tahvil olması gerektiğini bilmek istiyorum)******** Doğrusunu isterseniz ve rahatlıkla sizin düşünce deryanıza kendimi teslim ederek ve takdir sizindir diyerek şunu söylemek isterim: Anladığım kadarıyla belirtilen filozofları okuma imkanınızı kullaşmışsınız (hakkınızı kullanmışsınız). Bu tahvilde(beynin göze gelen bir duyumu bir kavrama dönüştürmesi) öngörülerimin-bilgimin-beyindeki imkanlarımın-kültürün-prensiplerin sizin kadar geniş olamayacağı kanaatindeyim. Ya! duygu sömürüsüne tahvil olmaz inşallah. 6-İdeoloji kavramını ne anlamda-hangi tahvilde kullanmış olduğunuzu umarım anlamışımdır. Siyasi bir fikre tahvil etmek gibi bir anlayışım yoktur. Benim amacım yalnızca beyne bir araç-bir imkan kazandırmaktır ki ideoloji saplantıları kimi zaman uyuşturucudur diyen filozoflarımıza da katılmamak imkansızdır. Tarih de öyle diyor zaten, bakılırsa. Elbette insan, insanlık anlayışı önünde bitaraf kalamaz fakat gerçekliğin tarafında yer almak en güzelidir kanaatindeyim. Ve o gerçekliği bulma çalışmaları her beynin görevidir. Ama burada şunu belirtmek isterim ki sanırım başka bir konu da yazmış olduğunuz yazı idi eğer yanlış hatırlıyorsam affediniz, ARKADAŞLAR NEDEN SOYUT DÜŞÜNMÜYORUZ? Şeklinde bir cümleniz vardı. Evet soyut düşünmek bence bu kavramın ne anlama geldiğini tarafınızdan yeni bir konu olarak başlatmanızı sevgiyle öneririm ve emin olun katılacağım. Aristocular yani a priori bilgiler tasvirler-bilgiler-kavramlar insan beyninde doğuştan getirilmiştir derler, diğer grup amprikler yani a posteriori bilgi görüşüne sahip olanlar hayır insan bu imkanları sonradan öğrenerek-tecrübe ederek kazanırlar demektedir. Ben sonrakilere katılmaktayım ki Aristoculardan olsaydım yani doğuştan bu bilgilere sahip olsa idim şu an size düşüncelerimi doğuştan gelen daha kolay anlatabilme imkanımı kullanırdım.(Ama ne yapayım o sihirli değnek beynimde yok). Zaten kendi tasvir imkanımızı oluşturmak gibi bir arayış nereden geliyordur sizce. FAKAT ŞU BİR GERÇEK Kİ BEYİN DIŞ ALEMDEKİ BU SOMUT GERÇEKLERİ BEYNİNDE BİR FİKRE-VASITAYA-KAVRAMA DÖNÜŞTÜRME İMKANINA DOĞUŞTAN SAHİP OLMASA da bunu yapma imkanına sahiptir ve ayrıca kavram oluşturma imkanına sahiptir ki o da yaşayarak edinilir.Bu konuda bir yazı okumuştum onu aktarayım kısaca: İki kişi uzay gemisiyle uzayda yolculuk yaparken gemileri bir gezegende arıza yapar, fakat bu gezegen ay gibidir yani bitkiler alemi yoktur, doğan çocuklarına hiç bir kavramı yani ağacı, kuşu, vs onları öğretemezler.(Çünkü çocuğun beyninde bu kavramları oluşturacak cisimler yoktur) Çünkü çocuk bunları görmüyor ki beyni resmini şıp diye çekip orda saklasın ve sonuçta kavrama-fikre dönüştürsün. Sonuçta dünyaya gelirler ve bu sesleri yani ağaç, kuş gibi sesleri çocuk artık hangi cisimlere, -tabi ordan da beynine resimlerini aldığı için- hangi kavramlara tahvil edeceğini öğrenmiş olur. 7-Yine inşallah sizi anlamışımdır. Kavramların yapısökümü ile ilgilenmek, eğer bir temel model oluşturmak en küçük modeli oluşturmak anlamına geliyorsa ve bu oluşturulan model-tasvir gerçekliği en iyi ifade edebilen model ise size hak veriririm. Ayrıca şunu söyleyim YAPISALCILIK kavramı ŞEKİLCİLİK kavramına tam denk düşebilmekte midir sizce. YAPMAK kavramı nereye ŞEKİL-SOYUT-KAVRAM-FİKİR gibi kavramlar nereye gidiyor. EMİN OLUN BU KONU DA GÜZEL BİR FİKİR SİRKÜLASYONU İSTEYEN BİR KONUDUR Kİ bir YAPIYA-MODELE-ŞEKLE-KAVRAMA-YÜKLEME halihazır bir ihtiyaç duymaktadır. Süreçte ne, nereye denk düşmektedir araştırılmalıdır. 8-Asıl meseleyi gelin birlikte inceleyim…Menfaatçi KURAMIN-MODEL-KAVRAM-TASVİR-SURET-FİKİR-YANİ KOPYANIN tanımını mı eleştiriyorum yoksa bu kuramın ASIL DİLDE MODELLENMİŞ OLAN TANIMININ Türkçe” ye acaba yanlış tercüme edilmiş olabileceğini mi söylemeye çalışıyorum. Eğer doğru tercüme edilmiş ise sözünüz yerindedir yani bu kuramı şiddetle bombalıyorum. 9-ALINTI: Dert, elbette gerçeği aramak olabilir de bunu hangi yöntemle yaptığımız yani gerçeğe ulaşma bakımından hangi yolu seçtiğimiz en az gerçeğin kendisi kadar önemli.*********Bu önermeniz beni anladığınızı göstermektedir yani ortada olan sözcükler ikimizin beyninde de AYNI KAVRAMA TAHVİL OLMUŞTUR. Ve emin olun çok mutlu oldum. Daha öncekilerde düzeltme yapmadan yollamıştım ama burda düzeltme yaparken aklıma bir öneri daha geldi. " Avrupalı filozofları inceleyince görüyoruz ki klasik mantık sembolik mantığa geçiş döneminde METODdan ibaret olarak devam etmiştir ki çok uzun bir dönemde böylece Avrupalı öncelikle Metodunu oluşturmuştur. Ayrıca BİLİMSELLİK KAVRAMI DA ZATEN AKLIN KABUL ETTİĞİ METOD-YOL-VASITA değil midir? Yani bu bilimsel metodla elde edilmeyen bilgi, bilgi kabul edilmiyor neredeyse.Biz böyle bir süreç yaşadık mı sizce." 10-YAPISALCILIK VE YAPI kavramlarının TANIMINI istiyorum ki sonra daha iyi anlaşacağımızı umarım. SONUÇ: 9. maddedeki alıntıdaki meseledir derdimiz. BEYNE BİR İMKAN OLARAK GERÇEĞİN TA KENDİSİNİ APAÇIK ORTAK BİLİNCE SUNABİLMEK İÇİN BİR METOD. YANİ BİR ARAÇ GÖREVİ GÖREBİLECEK BİR METOD-MODEL-TASVİR-TEMEL-ESAS-KÖK-SOY….vs vs vs Sevgilerimle inanın anlaşılmak daha güzel…Muhafelet kültüründen kurtulmak ise daha da güzel. Bir Esası bulma uğraşı içine Ortaklaşa girmek ise daha güzel. Saygılarımla |
08-01-2007, 21:28 | #11 |
|
yaşama hakkı=yaşama dermanı (potansiyellik)
yaşama hakkı=yaşama eyleminin kendisi(knetiklik) HAK KAVRAMINI bu iki seçenek düşünceden hangisine tahvil ediyor beynimiz? Aranan budur? Tabi TASVİR kavramı için sadece bir örnekti, bu HAK konusundaki yazılar.Bu tartışmanın asıl başlangıcı DİL İLE İLGİLİ BİR KONUDAN KAYNAKLANMIŞTI..... HUKUK DİLİMİZ..konu buydu sanırım. Hak kavramındaki meselemiz ise hak kavramına Türkçe bir karşılık bulunması düşüncesiyle doğmuştu. Bu anlamda ilgili yerdeki yazışmalarda meslektaşımız HAK kavramını YARAR kavramına tahvil etmiş ben ise HAK kavramını İMKAN-OLANAK kavramına tahvil etmiştim. Fakat benim için buradaki asıl mesele BİR KURAL TASVİR İMKANIMIZIN var olup olmadığı şeklinde süreç yaşamıştır. Bu anlamda şu cümleleri beyan etmek istiyorum.Hak kavramının YAPICI-YAPILAN sürecindeki yerini tesbit etmek adına: Tüm olanaklarımız kullacağız.1 Tüm haklarımızı kullanacağız.2 Tüm yararlarımızı kullacağız.3 Bunlara göre hak kavramının hangi kavrama tahvil edilmesi gerekir beyinde. Kanaatimce Tüm hukuki imkanlarımızı yani olanaklarımızı kullacağız demek daha yerindedir, yani ortadaki somut olayımızı bu kavrama tahvil etmek işte gerçekliği en uygun düşünceye tahvil etmektir. |
09-01-2007, 22:55 | #12 | |||||||||||||||||||
|
Sn.calikusu_kamuran,
Yazınız bir hayli uzundu ve okumam epey zamanımı aldı doğrusu. Size yapısalcılıkla ilgili soruyu sormamın nedeni dil üzerinden gitmeniz ve sistem-model gibi sözcükleri sıkça kullanmış olmanızdı. Ve tabii bundan daha da önemlisi isabetle belirttiğiniz
Yapısalcı derken bir "kavram"dan değil bir kuramdan bahsediyorum ve bu kuramsal tartışmaların bütününden. Felsefeden ziyade sosyoloji temelli bir yaklaşımdan. Bu "kavramların" yapısalcılık ve yapının tanımını istemişsiniz. Bu o kadar zor ki. Zira yapı'nın içinde yer aldığı yapısalcılık bir kavram değil kuram olduğundan tanımı verilemez de ancak Durkheim'dan başlamak üzere anlatılabilir. Ben bu işin öğreticisi değil de öğrenicisi olduğumdan her anlatma girişimim de boyumu aşacaktır. Bu nedenle ben size uyacağım. Sizin tartışmanıza katılmaya çalışacağım. Ancak, düşüncelerinizi yer yer takip etmekte zorlandığım için size bol bol soru soracağım, sanırım. Şimdi, sözcüklerin ( hakkı, yetkiyi yani seçilen sözcüğün kendisini geçiyorum ve soyutlama yapmaya yöneliyorum) temel/en küçük birime/köke doğru tasvir edilmesini ( betimlenmesini) önerdiğinizi anladım. Bunu yaparken de "dış alemdeki gerçekliğe en yakın" şeklini bulmak gerektiğini söylüyorsunuz. Dolayısıyla tanımdan vazgeçip betimlemeye gidiyorsunuz. O zaman " dış alemdeki gerçek" in ne olduğu gündemime geliyor. Peki "dış alemde gerçekliği olmayan" şeyler var mıdır? Varsa bunlar ne olacak? Hepsi de Saussure'ün işaret ettiği "toplumsal uzlaşı" yoluyla mı sağlanacak? Bu açıklamaları/soruları bırakıp hak tasvirinizle ilgili yorumlarımı yapayım. Hak, birşeyi yapmak için elimizdeki imkandır, diyorsunuz ki buna katılmadığımı daha evvel ifade etmiştim. Katılmamamın sebebi, tasvirinizdeki "imkan" sözcüğüne yapılan vurgudur. Zira bu vurgu bana sezgisel olarak hakla ilgili görünmüyor. Elimde birini öldürme imkanı var. Bu durumda, bir işi yapmak ( öldürme) için bana tanınmış bir haktan ( tabirinizle imkan) söz edilebilme ihtimali dahi hukukun ihlalidir veya sezgisel olarak bu işte bir yanlışlık var, dedirtmektedir. Dolayısıyla imkan sözcüğü kullanılarak hak tasvirinin temel bir modelinin ortaya çıkamayacağını düşünüyorum. İmkan her zaman iki kişiyi gerektirmez. Oysa haktan söz edebilmek için en az iki kişi gerekli ( Robinson'un belli bazı işleri yapmak için imkanları vardı ama Cuma gelene kadar hukuka ihtiyacı yoktu.) Dolayısıyla hak tasviri yapacaksak felsefi anlamda "değer"e ilişkin birşeyler içermesi gerekli bu tasvirin. Ancaaak, imkan yerine ne koymalı ya da senin tasvirin ne derseniz, bunun üzerinde biraz düşünmem gerekir. İnsan her oyuna hazırlıklı giremiyor ne de olsa. Saygılar. |
10-01-2007, 23:55 | #13 |
|
Bu denli özenle yazılmış bir yazı için sanırım benim de düşüncelerimi bir düzene koyarak karşı tarafa en iyi şekilde aktarmak yolunu seçmek zorunluluğum doğar ki karşı taraf olmaktan çıkmış hakikaten beynimi görmek isteyen bir çaba ve hatta benim beynimi kendi beyni gibi incelemeye alma çabası var ortada. Neredeyse iki farlı düşünceyi bir beyinde bütünleştirmek. Tamam bunu yapacağım.
Üstüne üstlük yapı kavramını da size açıklayacağım ve aslında DEĞER kavramını da açıklamakta zorlanacağınızı düşünerek bunu da ortaklaşa açıklamaya çalışacağız, inşallah bu önerimi de siz(biz) kabul edebiliriz. Ama bu son yazınızı okuyup ve tekrar okuyup beynimi gözlerinizin önüne nasıl getirebileceğimi düşünmeyi iyiniyet adına gerekli görüyorum. Ama şunu da belirtmek isterim ki burada ben tek taraflı olarak düşünmüyorum yalnızca birlikte yol alınacağını ve benim beynimde görmüş olduğunuz bir eksikliği ne ile doldurmam gerektiğini de siz düşünürseniz eminim bana siz de çok şey katacaksınız. Ayrıca imkan sözcüğü hakkında fazla yorulmamanız adına İMKAN: HUKUKİ İMKAN KAVRAMINA tahvil ediniz. YAPI-KURAM-TEORİ gibi kavramların cümlede hangi kısma denk düştüğünü söylemekle başlamak lazım ama bunlar sadece şimdilik...Aslında sonra yazacaktım ama bunlar sadece giriş. Cümlede yüklem tarafına düşerler ve yüklemin ise ne olduğunu sanırım biliyoruz, özne dışındaki tüm kelimelerin altını çizin bu sizin beyninizdeki kavramın ta kendisidir. Yani beyniniz ortadaki-dış alemdeki özneyi işte bu kavrama-yükleme tahvil etmektedir. Umarım burada anlaşmışızdır. Yazi özne dışındakiler komple bir bütündür...Şimdi buna göre YAPI-KURAM-TEORİ-ŞEKLİ-YAPISAL gibi kavramların YÜKLEME denk düştüğünü görürüz. Ve sizden ricam lütfen sürekli olarak CÜMLENİN ÖZNE-YÜKLEM şeklini sürekli aklınızda tutunuz. Çünkü Avrupalı iyi incelerseniz bu yapıda temellendiriyor-modelliyor düşüncelerin anlatımını. Başka neyden bahsetmiştiniz bir bakayım yukarıya. (dış alemde gerçekliği olmayan şeyler yoktur-ki çok öteye gitsem En yüce varlık bile gözlerimizin önündedir.)(Hayır mesele toplumsal uzlaşı değil ama şu bir gerçek ki bir SSSSSSSSS sesi tüm beyinlerde aynı kavrama mesala YILAN SESİ kavramına tahvil olması için mutlak surette ortak bir metoda-modele artık ne derseniz ihtiyaç vardır. Yani beynimizde ortak bir tasvir modeli oluşturmak zorundayız ki bu olmadığı için birbirimizi anlamamak gibi bir durumla yüzyüzeyiz.)(hukuktaki kişiye öldürme imkanı verilmiş mi sizce, bu anlamda hukuktaki kişinin tanımı içine öldürmeye yetkili-imkanlı varlık kavramını sokabilir miyiz?) (Değer konusuna bir giriş: Öznelere yüklenebilecek kavramlar-yüklemler) (Ya bu cümleyi göz önünde tutunca çok kolay çok şeyi tanımlamak biliyor musun) Gelelim asıl meseleye sizin düşüncelerinizin benim düşüncelerime ihtiyaç duymuş olabileceğini garantileyemem çünkü sizin beyniniz benim beynimde olmadığı için tartamadım. Avukatlar davayı kazanma garantisi veremez ne de olsa. Ama şunu biliyorum ki o denli okumuş olmanıza rağmen tüm kavramları soyuttan kurtarıp somutuna indirmek de zorlanıyor beyniniz öyle değil mi? Çünkü aynı durumu ben de yaşadım. Tüm Anayasa mahkemesi kararlarına bakınız SOSYAL DEVLETİ tanımlayamaz, yalnızca bazı unsurlarını sayar geçer. Tanımlanırsa hata yapılabilir ya bu tanım değilse sonunda ulaşılacak olan, öyle ya! Ama en azından elimizde bir imkan var DİLDEKİ CÜMLE YAPISI İLE HUKUKİ KAVRAMLARI İÇ İÇE SOKABİLMEK, bana öyle geliyor ki Avrupalı bunu yapmış ama varsa bunun piyasada bir kitabı ve ilgi alanınıza girerse bulunca lütfen sitemizden bizlere de ulaştırmaya çalışın...Çünkü insan en azından dilini biliyor ve o dilin yapılanması üzerine hukuki kavramları oturtmak mümkündür. Şimdilik bu kadar... Genel olarak bunlar da en azından size beynin ihtiyaç duyacağı bir şeyi karşı taraftan alabilir miyim gibi bir soru için bilgi verebilir. Şöyle diyeyim sizi rahatlatmak adına, O" na birlikte ulaşmak mümkün müdür? |
12-01-2007, 00:47 | #14 |
|
Beynin kavram bulundurma(hıfzetme) yapısına genel bakış;
Eminim matematikteki KÜMELER konusunu az buçuk herkes hatırlar. Beyin bir kavramı iki kez kendinde barındırmaz bir kavram tek olarak bulunur beyinde. İnsan kavramı olarak beyinde tek bir kavram varlığını sürdürmektedir. Kümeler konusundaki ven şemasını burada göstermek mümkün olmadığına göre LİSTE YÖNTEMİYLE kümeyi gösterelim. A kümesi= * 1, 2, 3,(tüm insanlar), insan , elma * yıldız işareti kümenin dış kısmındaki işaretin yerine geçeni ifade etsin. İçerdekiler ise yani virgülle ayrılanlar ise elamanları olsun. B kümesi veya Evreni= * 5,6,fidan, insan,(tüm insanlar), 1 * B kümesi yani B evreni ise bu elemanlardan oluşsun. Şimdi genelde matematik derslerinden de hatırlayacağınız gibi bu kümenin BİLEŞİM KÜMESİNİ YAZINIZ DESELER bir kavramı-elamanı iki kez yazamamaktasınız. Bileşik kümesini artık iki kümenin TEK EVRENDE OLMASI OLARAK DÜŞÜNÜNÜZ. Artık ortada olan tek bir evdendir yani bileşim kümesi ile yani artık ortada tek bir beyin vardır ayrı iki beyin değil. Şimdi BU MATEMATİKTEKİ kümeler kosu beyindeki kavramların hıfzediliş şeklini göstermiş olsun. Bileşik kümesi= A bileşim B = * 1, 2, 3, (tüm insanlar), insan, elma, 5, 6, fidan * bileşim kümesini de böylece oluşturmuş olduk. Yani beyinde kavramların ne şekilde hıfzedildiğini ve bir kavramdan iki adet bulunmadığını öğrenmiş olduk. iki adet bir asla iki farklı kavram olarak 1 değildir bütünleşmiş yani bir arada olan iki adet 1 olarak hıfzedilir. Genel olarak bu durum böyle. Yani YÜKLEM tarafı yani cümleyi söyleyen kişinin BEYNİNİ OLUŞTURAN TARAF yani kavramın bulunduğu yer olan taraf böyle bir yapıda. Özne tarafı******************************yüklem tarafı (Herhangi bir (Cümleyi söyleye- yerdeki şey) nin beynindeki şey-kavram) Şimdi işte bu temel yapı üzerine tüm fikirleri oturtmamız mümkün müdür? Yüklem tarafı elbet kavram-kuram-teori-yapı-durum-şekil-şekli-yapısal-formel-formal-ideal- gibi kavramlara denk düşen taraftır. Özne tarafına bir yerde düşünülmüş kuramı koyalım. Yani ilk olarak yüklem tarafında belirmiş bir unsuru özne tarafına alalım. Düşünce düşüncedir. Gibi soyut kavramın özneye konulması yani soyut bir kavramın yüklem ile açıklanması durumunda ortada ŞEKLİLİK-YAPISALLIK-SOYUTLUK vardır veya DEĞER diyelim sizin deyiminizle. Şimdi temel olarak kilitlenmemiz gereken yapıyı-durumu-düşünceyi umarım anladık. Bu konuda şimdilik bu kadar, valla ben bile bu durumu beynime tam oturtmuş muyum acaba? Dedim ya baştan hayatı ikinci kez yaşamıyorum. Şimdi serbest yazmak istiyorum ki asıl meseleye sizin de katkınız olması gereklidir, tabi devam ettirmek istiyorsanız. Aslı yok bu işin de diyor beyin, benim beynimde çok söyledi bunu ama TV izlerken, konuşurken, muhabbet ederken insanın aklına bu yapı geldikçe çok şeyi daha iyi kavrıyor insan. Tv de bir cümle duysanız hiç bilmediğiniz bir kavram olsa ve hatta bazen daha önce anlamadığınız bir sözcüğü bir anda somutlaştırıveriyorsunuz bu yapı ile. Bir kaç örnek öylesine; Sosyal statü kavramını çok kitapta okumuşuzdur ama nedense somuta indiremeyiz. sosyal statü= sosyal suje, sosyal özne, sosyal kişi, sosyal yapıcı gibi kavramlara tahvil ediniz. İş kolaylaşır Hukuki kişi: hukuki suje, hukuki özne, hukuki yapıcı KİŞİ: Hukuki imkanlar yapılanması, hukuki imkanlar bütünleşmesi ki böylece YAPICI-ÖZNE özelliğine kavuşur. Belli sayıda hukuki imkan birleşince ÖZNEYİ-YAPICIYI oluşturur. Nicelik belli sayıda yapılanınca niteliğe dönüşür gibi.10 adet asker tim mi oluşturuyordu ya... askerliğimi henüz yapmadım...o yüzden. Yani belli sayıdaki hukuki imkanlar bütünü bir yapı bir nitelik kazanıyor yani kendi başına hak edinebilen varlık durumuna geliyor. Yani özne-yapıcı-kişi-suje oluyor. Şimdi bu tanımlamayı elbet genel olarak DEVLET yapıyor, fakat doğal hukukçular der ki insanın-kişinin-öznenin devletçe yapılmış tanımı olmadan önce DOĞACA yapılmış tanımı vardır derler ve devlet buna uymak zorundadır yani aynı tanımı kendi tanımı içine almak zorundadır. (bu ayrı bir konu) DEĞER: YÜKLEME AİT OLAN, İNSAN BEYNİNİN ÜRETTİĞİ BİR KAVRAM. İnsan beynininde yer alan tarafta yani yüklem tarafında yer alan. İmkanla ilgili cümle: Bu sonuç elde edilebilir. Bu sonucun elde edicisi var. Bu iki cümle aynı anlama geliyor fakat...biri daha net. *ÖNERİ* 1- Adam Yayınları" ndan SÖZLERİN SOYAĞACI Çağdaş Türkçe" nin Etimolojik Sözlüğü Sevan Nişanyan 2-Sosyal Bilimler Sözlüğü: Mustafa Acar- Ömer Demir Adres Yayınları 3-Prf. Dr. Necati Öner, Klasik Mantık (Bilim Yayıncılık1998) 4-Liseler için herhangi bir Mantık kitabı, ben Doğan Özlem aldım bir tane....bir tane de Necati Öner-Teo Grünberg aldım Bunlar içinde en çok işine yarayacak olan emin ol, SÖZLERİN SOYAĞACI sözlüğüdür. Tabi bu sözlük şu an hangi yayınevinde çıkıyor bilmiyorum. Bittiği söyleniyordu internette aramalarımda. Bu Ocak veya Şubat ayında genişletilmiş olarak yeniden çıkacağını duydum. Bir kelimenin ilişik olduğu tüm kelimelerle birlikte sunulmuş olması güzel orda. Aslında daha farklı nitelikleri var ama uzun anlatmak. Bu kitapları okuduktan sonra ve LES sınavları ile ilgili Türkçe Dilbisi anlatımlarına bakınca benim söylemek istediğim sonucu siz de ortaya çıkarabilirsiniz ama KİTABI SADECE BİR DÜŞÜNDÜRÜCÜ MATERYAL OLARAK KULLANMANIZ GEREKİR. Yani orda olandan sonuca çıkmayı denemeli beyin. Orda olan doğru olmayabilir de önemli olan hem doğru olap olmadığını hem de en üst yapılaşmasını görmeye çalışmak dilin. Bazen ÖSS sınavlarında bile bazı sorular iptal edilir ki birileri cevabın 5 şıktan biri olmadığını 6. şıkta olduğunu bulmuştur. SAYGILARIMLA |
12-01-2007, 01:00 | #15 |
|
Cümle yapısını daha iyi anlamak adına:
Birçok mantık kitabında şu cümlenin öğelerini şöyle ayırırlar. Yağmur yağmışsa yerler ıslaktır. Bana göre ise Yerler, yağmur yağmışsa ıslaktır. Şimdi her sözlükteki açıklama yapısını buraya uygulayım. Yerler: Yağmur yağmışsa ıslak olan. Yani Yer kavramını açıklamak isteyen sözlük bu yapıyı kullanıyor öyle değil mi? mesala YAPI:.......................... şeklinde bir açıklama yapar. İşte açıklaman kelime Özne olsun geriye kalan ise YÜKLEM HEPSİ BU. Yer nedir? giibi bir soruya, YARMUR YAĞARSA ISLANANDIR. demek mümkün değil mi yani. Böylece "yağmur yağarsa ıslanandır." yüklem-kavram-cümleyi söyleyenin beyninde verdiği karşılık-tahvil olmuyor mu yani. |
12-01-2007, 11:22 | #16 |
|
*DÜN BURDA BENİM SİZE SÖYLEMEDİKLERİM*
1-Bir LES hazırlık kitabındaki AKIL YÜRÜTME konusunda geçen cümleleri aynen aktarıyorum. " Çalışmalaranız, aynı zamanda, bir altakoyma işlemidir. Bu, bir önermede konunun, yüklem altına konmasıdır. Her yargı bir nesneyi bir kavramın altına koyar. Örneğin, "Bu kapı ağaçtandır." yargısında-önermesinde "bu kapıyı", "ağaç nesneler" kavramı altına koymuş oluruz. Her önerme bir bakımdan bir konunun, bir yüklem altına konmasıdır, başka deyişle her yargı bir altakoymayı gerektirir. Denilebilir ki TÜM YAŞAM, düşünen bir varlık olan insanın, bu tür düşünce yetisini geliştirmek için düzenlenmiş çok yönlü bir eğitim alanıdır." Sanırım bu sözcükler bazı şeyleri anlatıyordur. LES için hazırlık kitabından, Tayfur Karayakalı(ÖSYM ESKİ TEST UZMANI) 2-Borçlar Hukuku, imkansızlık türleri a- maddi imkansızlık b-hukuki imkansızlık: Sanırım bu imkansızlık kavramının hukukça yapılmak istenen iş için bir hak-imkan tanınmadığını göstermeye yeter. Sadece biraz düşünmek lazım. Şimdi cümlenin yapısına tekrar döndüğümüzde....Bu yazının başlığı altındaki maddeleri bir kalemle daire-evren içine alın ve başlığı da ayrı bir daire-evren içine alınız. Açıklamalar kısmındaki daireye-evrene X diyelim. Önermeyi kuralım. X, nedir? X, *DÜN BURDA BENİM SİZE SÖYLEMEDİKLERİM*"dir. X"in dışındakiler komple yüklem yani. Yapı her zaman her yerde geçerlidir. Şu matematikte kümeler-evrenler ile ilgili konuda belirttiğimiz hakkında: Madem, Nuhun Gemisi gibi beyinde her kavram-varlık-özellik tek bir tane olarak bulunmaktadır. Öyleyse beyin gerçekler alemi için SADECE BİR MODEL-NUMUNEDİR. Yani beyin hayattakilerin sadece birer örneğinin yer aldığı bir yapı-modeldir. Yani beyin gereksiz olanı yüklemiyor kendine. Her bilinen için bir farklı noktacık oluşturuyorsa beyin, işte bu farklı noktacıklar insanların parmak izleri gibi birbirlerinden tamamen farklı olduğunu düşünmeliyiz. Ben beynimdeki bir kavramı sese dönüştürdüğümde ve bir başkasının kulağına duyum olarak ulaşınca beyin onu benim beynimdeki aynı noktaya benzeyen noktaya tahvil eder. Bunlara göre biz ESAS-YAPI-MODEL-NUMUNE-ASIL olarak bu modeli anlatıyoruz. Esas diye belirttiğimizi bu beyin evrendeki olarak almaktayız ki neden dış alemde bir çok insan var iken onları model olarak almak yerine BİR TANE olanı almayalım. Beyin kolaylık yeridir. SAYGILARIMLA |
15-01-2007, 00:32 | #17 |
|
ÖZNE TARAFI: Herhangi bir yerdeki şey- herhangi bir taraf
YÜKLEM TARAFI: Cümleyi söyleyenin beynindeki taraf-şey-kavram. |
15-01-2007, 23:07 | #18 |
|
Syn. Işıl Yılmaz; tüm bunlara dayanarak(yani tüm bunları sizi sonuca götürecek bir imkan olarak kullanarak) FORM, BİÇİM, ŞEKİL kavramlarını açıklamanızı saygıyla isteyebilir miyim?
Şunu kullanımınıza sunmak istiyorum: Ses bir duyumdur ve bu duyum beyne geçince başka bir kavrama tahvil olur. Yani gönderdeki bayrağın, ulusun bağımsızlığını ifade etmesi gibi. İnşallah iyi bir sonuca varabiliriz? SAYGILARIMLA |
15-01-2007, 23:11 | #19 |
|
Fiilin / yüklemin önemini kabul ediyorum. Özne ile yüklemin dönüşebilirliğini de. ( Fiil teorisi bize bunu açıklıyor. )
Peki ama temsilin tam olarak mümkün olması için bunlar yeterli midir? Söz dizimi niye vardır? Tasvir, görünürü ( yapıyı) sınıflandırmak ise, yapıyı parçaladığımızda, görünürü ortadan kaldırdığımızda ne olacak? Yoksa böyle birşey mümkün değil mi? Yapıda, görünende belirsizlik varsa tasviri nasıl olacak? Saygılar. |
16-01-2007, 01:35 | #20 |
|
Anladığım kadarıyla, son olarak yazmış bulunduğum FORM-ŞEKİL-BİÇİM ile ilgili soru tarzlı yazıyı okumamışsınız. Buraya FORM-ŞEKİL-BİÇİM ile aynı anlamda kullanılmakta olan YAPI kavramını da eklemek mümkündür ki KAVRAM, yapı/temsil eden şey anlamına gelmektedir.
ALINTI: Peki ama temsilin tam olarak mümkün olması için bunlar yeterli midir? Söz dizimi niye vardır? Elbetteki bu söylemiş olduğunuz beynin hayattaki tüm gerçekleri(örneğin düşünmek eylemi de bir gerçektir) tam olarak tanımış olması ile ilişkili bir meseledir. Örneğin insanlar bir zamanlar belli hastalıkların varlığından bile haberdar değildi. Fakat bu bilinmeyenin zaten bilinmeyen kavramı da bunu ifade ediyor ki beyinde bir karşılığının olması mümkün değildir. Söz dizimi niye vardır? sorusuna gelince sanırım burda insanın var olmuş olması meselesi ile ilgilidir. Yani bir şey vardır onu duyumlayan ve sonuçta algılayan/resmeden varlık vardır. Yani bir algılayan var olduğu sürece Özne ile yüklem daima var olmak zorundadır ki insan kendi beynini bile eleştiren bir varlık değil midir? Yani beynimdekileri bile bir gören olarak kendim varım. YANİ DOĞANIN BİR SOMUT GERÇEĞİ OLSA GEREK BU DURUM. Yani bir yargının yapılanması böyle olmaktadır. Örneğin ben salt Işıl demiş olsam bile ortada bu sözün temsil ettiği bir varlık vardır. Ve elbette ki Temsil edici de beynimde veya dilimde var olmaktadır. Bu sanırım hayatın zorunlu bir meselesi. Sadece isimler bile yalnız başına bir temsilcidir. Onları cümle içinde kullanmasanız bile bir öznenin başka bir şey ile örneğin ses ile kavram ile temsili vardır ortada. Dediğim gibi salt "IŞIL" sözcüğü yalnız başına bile bir YÜKLEMDİR. ALINTI: Tasvir, görünürü ( yapıyı) sınıflandırmak ise, yapıyı parçaladığımızda, görünürü ortadan kaldırdığımızda ne olacak? Yoksa böyle birşey mümkün değil mi? Evet böyle bir şey mümkün değil...Zorunlu olarak TASVİR EDİLEN VE TASVİR EDEN VAR ORTADA. Çünkü bir duyan/algılayan var. İnsanın kendi düşüncesini bile yargılama/yüklemleme imkanı elbet vardır. Buradan yola çıkarsak "yargı" elbet bir yüklemleme işidir. Bu konudaki yargınız nedir diye sorulduğunda size elbetteki bu konuya/özneye yükleminiz nedir diye sorulmaktadır. ALINTI: Yapıda, görünende belirsizlik varsa tasviri nasıl olacak? Sonuçta elbette ki YÜKLEMİNİZ de belirsiz olacak. Yani YÜKLEM olarak BELİRSİZDİR diyebilirsiniz. Sanırım üç değerli mantığı öngörenlerin düşüncesi buydu. Fakat burada şunu belirtmek isterim ki OLANSIZA bir yüklem yükleme işini ŞEKLİ-YAPISAL olarak yüklemlemek sözkonusudur.Örneğin hukuk kitaplarında şöyle deniyor. "Olması gereken hukuku" konu edinmiştir Kelsen denmişse sanırım yalnızca düşüncesinde olanı belirtmiştir yani gerçek hayatta OLAN niteliği olmayanı beyan etmiştir denmek isteniyor olmalı.Eğer herhangi bir ülkenin var olan hukukunu konu edinmiş olsaydı elbette şeklilik kavramından bahsedemezdik. SONUÇ: Sizin de yazınızda görüldüğü gibi YAPI kavramını somut durum diye ALGILAYANLAR vardır. Yani ortada bir karmaşa varlığını sürdürüp gitmektedir. Oysa yapı, çoğu yerde KAVRAMIN ta kendisidir yani bir örneği/modelidir. Yani temsil edendir. Böylece sanırım şekil-form-biçim-yapı kavramlarını da açıklamış olduk ki sanırım sorumuzun bir anlamı kalmadı. Benim kendi tasvir yeteneğimizi bari oluşturalım derken sanırım belirtmek istediğim anlaşılmıştır. Bari kendimiz GERÇEĞİ GÖRÜP ONUN BİR TASVİRİNİ OLUŞTURALIM diyorum. Sonra bizim için çok şey daha da kolaylaşacaktır. Eğer bu olayı çözmüşsek karşıdakinin hangi taraftaki unsuru konu edindiğini daha iyi anlamış oluyoruz. Bir şey daha yazacaktım ama unuttum inanın. Neyse inşallah başka zaman hatırlarım. SAYGILARIMLA(bu arada yazılarda alıntı yapma işini nasıl yapıyorsunuz bilmiyorum. yani buranın imkanlarını kullanmayı bilmiyorum.....O yüzden bir çok kişinin beyaz tabela içinde alıntı yapması gibi alıntı yapamıyorum. aslında bir çok özelliği bilmiyorum desem daha yeridir.) |
16-01-2007, 01:41 | #21 |
|
Bu yapı/model/emsal bilerek gösterilmiyor olabilir mi?
Dille oynayarak beynin gerilemesini veya gelişmesini sağlamak mümkün mü? Daha dilimizin bir çok özelliklerini bilmezken, ingilizcenin dayatılmak istenmesi ve bir ingiliz, kendi anadilini daha iyi bildiği için beyin olarak bizden çok ilerde olacaktır ki bunların bir politika olması mümkün mü? Eğer böyle bir durum varsa bence bir birey olarak en azından kendimiz, kendimiz için bir şeyler yapmalıyız demek yararsız mı? |
16-01-2007, 18:00 | #22 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu konuyu biraz açabilir misiniz, sayın Çalıkuşu_Kamuran? İngilizceyi bize kim, neden dayatmaktadır? Saygılar p.s: Beyin kasırgasına dönüşen seviyeli tartışmanızı böldüğüm için özür dilerim ama bu sorunun cevabını gerçekten merak ettim. |
16-01-2007, 18:20 | #23 |
|
yeniden cedelleş
bu başlığı koymak zorunda kaldım çünkü, insan cedelleşme oyununda daha bir aktif oluyor.
Neyse gelelim konuya...Sınıflandırma kavramını hangi şekilde anlamış olduğunuzu bilmiyorum. Fakat şunu söyleyebilirim ki beynin yapmış olduğu iş aslen sınıflandırma değildir ki beyinde bir konu için tek bir kavram vardır bu durumda şöyle bir sonuç çıkar ortaya Siz bin tane varlık da gösterseniz beyinde tek bir kavrama tahvil olur bunlar ki hepsi aynı ve tek kavramı uyandırır beyinde. Yani beyin şöyle yapıyor alttakilerin hepsi işte şu belirttiğim başlığa tahvil olur der size. Aynı türden binlerce varlık yazalım alt alta ve yukarıda hepsine ortak bir isim bulalım bunların, işte bu ortak belirtmiş olduğumuz isme/kavrama tahvil olur hepsi yani bu ortak kavram hepsini ayrı ayrı temsil eder. Umarım anlatabildim. Şimdi gelelim başka bir meseleye tabi ki bu konuyla ilgili. Değerli meslektaşlarımdan(tabi ben sizler için müstakbel meslektaş olmaktayım) Av. Şehper Ferda Demirel, ADAM ÖLDÜRMEK YASAK MI? adlı konuda sizi anlamıyorum demektedir. Elbetteki bir çok değerli arkadaş bunu söyledi. Olabilir belki kendimi anlatmakta zorlanıyor olabilirim. Fakat şunu söylemeliyim oradaki konuda.......Eski insanlar, dolayısıyla hukukçular BİR OLAYIN SÜRECİNİ ŞÖYLE TASVİR EDERLER........... Niyet(etki diyebilirsiniz-duyum da diyebilirsiniz) neyse sıralamayı yapayım ben... Niyet-Geçit-Uygulama şeklinde bir olayın cerayanını tasvir ederler. Şimdi daha somutlayalım meseleyi........... Bu taraf-KÖPRÜ-öbür taraf Siz beyninizden karşı tarafta olmayı düşünürsünüz veya istersiniz....işte bu isteğe BİR KÖPRÜ var ise elbet elinizde imkan vardır ki uygulamayı yani sonucu icra edersiniz. Eğer köprü yoksa ortada engel-set vardır. İşte oradaki konuda YASAK kavramı bu engeli-setti-köprüsüzlüğü-duvarı anlatır ki oradaki olayda düşünsel bir set vardır. Ama anlatamadım ne yapayım.... Bugün ise bu ana tasvirin yerini belki başka bir kavram almıştır ki örneğin UYGUNDUR kavramı yani bu kavram bir çok anlamda kullanıldığı gibi GEÇİT VARDIR anlamında da kullanılıyor gibi. Ne dersiniz? Başka bir konuda ise bir arkadaşım MEDENİ kavramını ŞEHİR kavramına tahvil etmişti. Şimdi medeni insan kavramıyla sanki GEÇİT VEREN insan kavramı anlatılmakta gibidir. Diyelim ki Şehir kavramına tahvil edilmiş olsun Şehrin özelliklerini siz Sosyoloji ile ilgilendiğinize göre daha rahat anlarsınız. Şehir bir çok işe, geçit veren yer-merkez anlamına tahvil edilebilir mi? Yani KÖPRÜ ÖZELLİĞİ var mıdır.....Çok iş için geçilmesi gereken köprü mesela..... Bu konu için siz BEYNİNİZDE MODELİ DAHA KOLAY YAPILANDIRABİLİRSİNİZ(kurabilirsiniz). Eğer bunları beyninizde yapılandırabilmişseniz, şuraya geçelim. HAK: Ya geçiti olan iş-uygulama yani köprünün öbür tarafı anlamında olmalı, Ya da Geçitin-imkanın-köprünün kendisi olmalı. Size samimiyetle sormaktayım sizce hangisi? şu yazacağım ise size hitaben değil ilerde burda hatırlamak adına kendim için bir not: Hukuk, test edici bir geçit mi kurmaktadır? (bu soru kendim için ok) Ayrıca şunu sormak istiyorum.....son yazınızda İLK CÜMLENİZDE parantez içinde yer alan FİİL TEORİSİ ne anlama geliyor bilmiyorum. İnşallah beni aydınlatırsınız. Sevgilerimle SAYGILAR |
16-01-2007, 18:40 | #24 |
|
ALINTI: Syn. Tiocfaidh: Bu konuyu biraz açabilir misiniz, sayın Çalıkuşu_Kamuran? İngilizceyi bize kim, neden dayatmaktadır?
Bir önceki Syn. Başbakanımıza, Amerika ziyaretinde basın açıklaması sırasında ÜLKENİZDE İNGİLİZCEYE AĞIRLIK VERECEK MİSİNİZ? şeklindeki bir soruyu ısrarla sorduklarını hatırlatır ve tv de bunu izlemiş olmanızı dilerdim. SAYGILARIMLA |
20-01-2007, 20:47 | #25 | |||||||||||||||||||||||
|
Ben de dış ticarette ABD'den satın aldığımız ve ABD'ye sattığımız ürünlerin listesini gözden geçirmenizi dilerdim. Satın aldıklarımız: Bilgisayar, yazılım ve donanım teknolojileri, medikal ürünler, ağır sanayi makinaları, askeri ve sivil hava araçları, bu araçların çipleri ve işlenmiş madenler. Sattıklarımız: Tütün, kenevir, fındık, soya fasülyesi, bulgur, kuru kayısı, antep fıstığı ve benzeri tarım ürünleri. Kanser ilacını veya şu an bu mesajı okumanızı sağlayan bilgisayar donanımını satın almak için ABD ile ticaret yapmamız gerekmektedir. Bu saydığım yüksek teknoloji ürünlerinin üretildiği alternatif ülkelere pek rastlanmadığı için de, çaresiz İngilizce'yi öğrenip ABD ile müzakere ve pazarlık şansımızı kendimiz yaratmaktayız. İşte bu yüzden İngilizce öğreniyoruz. Yani dayatan Onlar değil, halen bu ürünleri tedarik edebilecek bir iç sanayi geliştirememiş olan bizleriz. Onlar neden mi nohut, fasülye satın almak için Türkçe öğrenmiyorlar? Çünkü nohut ve fasülyeyi her ülke üretiyor ancak her ülke bilgisaysar programı yapamıyor. Saygılar |
20-01-2007, 22:02 | #26 |
|
GÜÇLÜNÜN DAYATMALARINA kanılırsa!
Syn. Tiocfaidh vbmenu_register("postmenu_55289", true); güçlünün yani ekonomik olarak güçlünün dayatmalarına kandığımız sürece domatesi salça yapıp satamayız. Yenikliğin baştan kabulüne götüren cümleler derpiş ettiğiniz için ve belki de karşıdakine salt muhalefet olsun diye yazmış da olabileceğiniz için pek önemsemeyerek devam etmek istiyorum ben. Yalnızca yukarıdaki asıl konuyu okumuş olduğunuzu kabul ederek devam etmek isiyorum. Size sadece şunu söyleyim, Malazgirt Muharebesi başkomutanısınız ve erlerinizin bu savaşı kazanması durumunda varlıklarının nereye ulaşacağını ve büyük adımın ne olacağını buyrun siz belirtin. Evet dinliyorum sizi............Eminim şunları söyleyeceksiniz, Türkçeyi kaybettik...onlara TOMATIO-POTATIO satacağız onun için bu savaşı kazanmalıyız erlerim mi diyeceksiniz? Apaçık bir komedi olur bu. Tarihi süreci iyi izleyiniz ki Mustafa Kemal Paşa sizin belirtmiş olduğunuz durumu öngörmemiştir. Yenikliğinizi ve hatta kendi kendinizi aşağılamayı dayatmış ve benimsetmiş olanların bu isteklerine boyun eğmeksizin bu ülkenin evladı olmanın ne anlama geldiğini ve Türkçe" nin İNSANLARIMIZIN bilincinde asıl kıvraklığını kazanması isteğimle ben devam ediyorum....
Sonuç olarak şunu belirteyim, ingilizin dili size hakim bile olsa asla ama asla onları tam anlamıyla anlama kudretine sahip olamazsınız. İlave olarak da şunu belirteyim onlar size bir ürünlerini satabilmek için tüm kültürünüzü üstten aşağı inceler ve kültürün hangi kısmını değiştirirsem bu ürünümü satabilirimin araştırmasını yaparlar ve hatta bunun için para sınırı koymazlar. Bu konuyla ilgili bir hikaye: Bir kabilede güçlülüğün göstergesi at iken buraya otomobillerini nasıl satacaklarını düşünür yabancılar. Sonra kabile başkanına kabul ettirirler asıl güçlülüğün göstergesi otomobildir diye. Yani kültürün değişmesi gerektiğini anlamışlardır satıcılar ve değiştirirler ve iyi bir tüketim toplumu da çok iyi bir şekilde oluştururlar. Haaa bu arada üretmek için değil artık onların dilini ise ARAÇLARINI SATIN ALMAK İÇİN ÖĞRENİRLER. Ne güzel. Bizim araçlarımızı satın almak için bizim dilimizi öğrenmek zorunda kaldılar. Oysa onların dilini öğrenmekle ARAÇ ÜRETİMİNİ ÖĞRENMEK arasında ne ilişki vardır. Doğanın dilini öğrenseler daha iyi değil mi. Sanırım araç üretimini gerçekleştirenler bir başkasının dilini öğrenerek araç üretmeyi öğrenmediler. Benzin ne işe yarar, demir ne işe yarar, şu ne işe yarar diye öğrenmiş olmalılar, ne dersiniz? SAYGILARIMLA |
21-01-2007, 10:49 | #27 |
|
Sayın calikusu_kamuran,
Şahsımı salt muhalefet olma çabasında olan biri olarak görmenizi bir yere kadar anladım, ama Malazgirt muharebesiyle konunun nasıl bir bağlantısı var onu kavrayamadım. Alparslan'la, Romen Diyojen'le günümüz siyasi ve ekonomik sorunlarını tartıştığımız bu konunun ne ilgisi var açıklarsanız gerçekten mutlu olacağım. Bir önceki mesajımda anlatmaya çalıştığım şey gayet kısa, basit ve netti. Dış ticarette ithalat ve ihracat ürün kalemlerimiz arasında nitelik yönünden inanılmaz bir fark var ve bu durum malesef ABD başta olmak üzere eleştirdiğiniz batı ülkelerinin lehine. Şimdi konuyu Malazgirt muharebesine getirerek post modern milliyetçi-ulusalcı(veya adına her ne diyorsanız) söylemlerle batı karşısındaki teknolojik ve ekonomik geriliğimizden(ve kompleksimizden) bundan 1000 yıl önce adamlara karşı kazandığımız zaferleri gündeme getirerek mi kurtulalım? "Adamlar Mücrosoft'un sahibi, biz de Kürşat zamanında Çin sarayını bastık, sonra Viyana'ya kadar ilerledik, kurtuluş savaşında adamları denize döktük" diyerek mi kurtulacağız sizin o çok şikayetçi olduğunuz 'sömürülülen' pozisyonundan kutulmak için? Günün şartları bellidir, ilerlemenin ve bağımsızlığın ön koşulu milli ağır sanayi ve yüksek teknolojiye sahip olmaktır. Siz bunları 2007 senesine kadar başaramamışsanız, kendi üretiminiz olan tek bir otomobil markası yoksa, insanlarınız hastalıklara batı'dan ithal edilen ilaçlarla şifa arıyorsa, teknolojik olarak uzayda Fransız imalatı 3 tane uydudan başka gurur duyacak hiç bir şeyiniz yoksa, işte o zaman içinde bulunduğunuz aciz durumdan "bize ingilizce'yi onlar dayatıyorlar", "adamlar IQ seviyemizi düşürmek için bize ingilizce öğretiyorlar" söylemleriyle kurtulamazsınız. Teknolojinin korkunç bir hızla ilerlediği 2007'de siz hayalini kurduğunuz gibi otomobil üretmek için "demir nasıl çıkarılır, nasıl işlenir, nasıl şekillendirilir, demir nasıl hareket ettirilebilir, tekerlek nasıl döner" sorularının cevaplarını aramaya ve doğanın dilini çözmeye çalışmaya devam edin gitsin. Tarih sürecini 5000 yıl geriden takip etmenin de kendi içinde bir mantığı vardır elbet, 7007 yılında kendi yerli otomobilimizi üretiriz, değil mi? Saygılar |
21-01-2007, 23:01 | #28 |
|
Adamlar zaten istediklerini gerçekleştirmişler, BİZİ BİRBİRİMİZİ ANLAYAMAZ HALE GETİRMİŞLER. BÜTÜNLEŞMEK AH BÜTÜNLEŞMEK BELKİ HAYALİ BİLE ZOR ARTIK. BİRGÜN TARZANCAYLA ANLAŞMAK ÜMİDİYLE.
SAYGILARIMLA(Ne İngiliz ne Fransız ne Japon ne Çin ne Hintli ne Rus ne de bir başkası bir başkasının dilini öğrenerek ilerlemediler. Onlar doğanın dilini öğrendiler. Bilgisayarı hangi maddelerle üretiriz. Uzaya gidecek aracın yakıtı doğadaki hangi maddedir. Doğanın bize sunmuş olduğu hizmeti nasıl keşfedebiliriz. Hadi doğayla ingilizce konuşun bakalım size hepsini anlatacak mı? ) |
22-01-2007, 00:03 | #29 | |||||||||||||||||||||||
|
Hala doğayla iletişim diyorsunuz. Sayın Calikusu, şu an tarih yaprakları 2007'yi gösteriyor ve doğayla iletişim kurulacak çağı geride bırakalı tam 6.000 sene geçti. Bugün ihtiyacımız olan taşı yontmak, sonra ateşi bulmak, sonra demiri onunla eritmek ve icat edeceğimiz tekerlekle bütünleştirip ilkel arabayı kullanıma sumak değil. İhtiyacımız bu siteyle olan irtibatınızı sağlayan bilgisayarda(ve ülkemizdeki tüm bilgisayarlarda) kullandığınız işletim sisteminin kullanım lisansını -o'nu üreten ABD'den- satın almak. Bunun için de bilin bakalım hangi dili öğrenmemiz gerekiyor? Saygılar |
22-01-2007, 00:27 | #30 |
|
Şu bilgisayarda doğanın ürünü olmayan bir adet madde varsa, ben hiç bir şey bilmiyorum demektir.Doğanın dışından elde edilmiş bir adet ilaç varsa ben yine hiç bir şey bilmiyorumdur. TARZANCAYI ÖĞRENMEK İÇİN DİL KURSU VAR MI BEN ORAYA GİTMEK İSTİYORUM.
SAYGILARIMLA |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |