Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Kısa karar/Gerekçeli karar/Hmuk m. 388

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 19-03-2008, 18:04   #1
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan Kısa karar/Gerekçeli karar/Hmuk m. 388

Sayın Meslektaşlarım,

Mahkeme kararı tefhim ederken kabul etmeye karar verdiği bir kararı sehven kısa kararda REDDİ yazıldığı için, HMUK'un 388. maddesindeki kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olmaması kuralını gözönüne alarak, gerekçe tam tersine olmasına rağmen hüküm fıkrasında RED olarak yazdırıyor.Yine, olayın bir diğer ilginç noktası ilgili karar Yasaya göre temyiz edilemez olduğu halde hüküm fıkrasında "Yargıtay Yolu Açık Olmak Üzere" deniyor.Şimdi;

1. Kesin hüküm, gerekçe olmayıp hüküm fıkrasında yer alan bölüm olduğuna göre davanın reddi davalı lehine hak doğuracak mıdır?
2. Yasa tarafından Kesin olduğu belirtilen bir kararın Mahkeme tarafından temyizi kabil hale getirilmesi mümkün değildir.Buna rağmen bu kararın temyiz edilmesi hakkında ne düşünürsünüz?
3. Kararda maddi hata olduğundan bahisle temyizi kabil olduğuna kanaat getirilebilir mi? Zira maddi hata usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğu gibi, kesin hükümlerde dahi kararı temyizi kabil hale getirebilmektedir.


Bu sorularım şu an itibariyle çok güncel ve önemli bir dava ile ilgilidir.İlerleyen zamanlarda gidişatından bilgi vereceğim.

Teşekkürler
Old 19-03-2008, 18:31   #2
law in law

 
Varsayılan

Kısa kararın hüküm fıkrasında "davanın reddine" gerekçeli kararın hüküm fıkrasında "davanın reddine "yazıyorsa kısa kararla gerekçeli karar arasında fark olduğu söylenemez.
Anladığım kadarı ile gerekçeli kararın gerekçesinde davanın kabulü gibi bir gerekçe yazılmış, gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ise "davanın reddine " karar verilmiştir. Bu durum gerekçe ile hüküm arasında uygunsuzluk bu durum da da temyizi kabil olmayan karar temyiz edilemez. Kanun yararına bozma istenir.
( Mahkemenin red kararı sonuç olarak doğru ise zaten temyizde de gerekçe değiştirilerek onanırdı).
Old 19-03-2008, 19:12   #3
law in law

 
Varsayılan

Dava telekom aleyhine açılan sabit ücret davasımı? Miktar itibariyle kesin bir karar olduğuna göre...

Türk Telekom'dan yapılan açıklamada, İstanbul 4. Tüketici Mahkemesi tarafından hazırlanan ve davanın şirket aleyhine sonuçlandığının hata ile belirtildiğini bildiren gerekçeli karar bugün kendilerine ulaştığı kaydedildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
"Gerekçeli kararda belirtildiği gibi sabit ücret alınması 406 sayılı Telgraf ve Telefon kanununa uygundur. Mahkeme tarafından davanın şirketimiz aleyhine sonuçlandığının mahkemede meydana gelen karışıklık nedeniyle ve hata ile belirtildiği, şirketimizin sabit ücret almakta haklı olduğu ve Yargıtay’a başvuru yolunun açık olduğu gerekçeli kararda açıklanmıştır. Hata sonucu verildiği mahkemesince de kabul edilen bu kararla ilgilli gerekli hukuki adımlar şirketimiz tarafından atılacaktır."
Old 20-03-2008, 11:30   #4
Av.Turhan Demiroğlu

 
Varsayılan

Hatanın "ağır ve açık bir maddi hata" olduğu anlatımdan anlaşılıyor. Böyle bir kararın hukuki sonuç doğurması kabul edilemez. Aksi düşünce, şekil uğruna esasın feda edilmesi olur ki, hukuk mantığına sığmaz.
Alıntı:
kesin hükümlerde dahi kararı temyizi kabil hale getirebilmektedir
Kararın bu haliyle bozulacağı kanaatindeyim.
Saygılarımla.

Ek:Gerekçeye aykırı hüküm oluşturulamayacağı da göz önüne alınmalı.. Gerekçe ve hüküm zıtsa birbirine , mahkeme kararlarının gerekçeli olması lüzumuna da aykırılık vardır ve karar yoklukla maluldür denebilir.
Old 20-03-2008, 13:48   #5
halit pamuk

 
Varsayılan

1. Kesin kararların yok hükmünde olsa dahi temyiz edilemiyecğini düşünüyorum.


2. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 455. maddesine göre "Hüküm müphem ve gayrivazıh olur veya mütenakız fıkraları ihtiva ederse icrasına kadar iki taraftan her biri ilamın tavzihini ve tenakuzun ref'ini isteyebilir" düzenlemesi karşısında, gerekçe ile hüküm arasındaki belirgin maddi hatanın, taraflar yararına usulü kazanılmış hak yada kesin hüküm oluşturmaz. (T.C.
YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ E. 2005/9744 K. 2005/13540 T. 19.12.2005)
Old 20-03-2008, 15:39   #6
nephilis

 
Varsayılan

Buradaki İçtihadı birleştirme kararına bir göz atarsanız faydalı olur, sanırım.
Old 20-03-2008, 21:45   #8
Nuriye Değer

 
Varsayılan

İlgili mahkemenin gerekçeli kararını bir forumdan bulup ekledim,
''... 406 Sayılı Telgraf ve Telefon Yasası ve taraflar arasında düzenlenen telefon abone sözleşmesine dayalı olarak, telefon abonesinden her ay sabit ücret alınması usul ve yasaya uygun Beykoz Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığının 14 Ocak 2008 tarihli kararı, 406 Sayılı Telgraf ve Telefon Yasası hükümlerine aykırı olduğundan, karara yönelik itirazın kabulüne Beykoz Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığının 2008/1 sayılı 14 Ocak 2008 tarihli kararının iptaline karar vermek gerekir iken, duruşma sırasındaki karışıklık nedeniyle sehven davanın reddine şeklinde karar tefhim edildiği anda hatanın farkına varılmış ise de, hüküm sonucu duruşma tutanağına geçilerek okunduğundan duruşma tutanağı imzalanmamış olsa da tefhim edilen hüküm sonucundan geri dönmek mümkün olmamıştır.''
Old 20-03-2008, 23:39   #9
Av.Sever Köz

 
Varsayılan

Kısa karar ile gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yani çelişkiler içermesi açık bir temyiz/bozma sebebidir. Ancak kesin hüküm niteliğindeki bir kararın içerdiği çelişkileri/yanlışlığı gidermek hükmün anlaşılır olmasını sağlamak ancak sayın koray'ın da belirttiği gibi tavzih hükümleri vasıtasıyla olur.

Saygılarımla,
S/K
Old 21-03-2008, 09:59   #10
Av.Turhan Demiroğlu

 
Varsayılan

*Tavzih yoluyla esas hükmün değiştirilemeyeceği kuralı dikkate alınmalıdır. Bu yolla esas hükmün tam aksi istikamette bir karar verilemeyeceği kanaatindeyim.

*Doğrudan temyiz yolu denenmeli, temyiz talebinin reddi kararı temyiz edilerek dosyanın temyiz merciince incelenmesi sağlanmalı;olumlu sonuç alınamazsa:

*Hükmün icrasına kadar tavzih yolu açık olduğuna göre, tavzih yolu işletilerek dosyanın bir de bu açıdan temyiz merciine gitmesi sağlanmalıdır diye düşünüyorum.
(Tavzih talebi hakkında verilecek karar temyizi kabil olduğundan karar ne yönde olursa olsun taraflardan biri tarafından temyiz edilecektir.)
Saygılarımla.
Old 21-03-2008, 18:46   #11
Gamze Dülger

 
Varsayılan

Kısa karar ile gerekçeli kararın çelişkili olması kamu düzeninden olup hükmün bozma nedenidir.(Humk 382 vd )
Kamu düzeninden olan hususlarda ;mahkemelerin,kamu düzenine aykırı kararlarının varolması halinde bana göre kararın kesin olup olmamasının bir önemi yoktur.Karar kesin olsa dahi,bu kesinleşmiş haliyle kamu düzenine aykırılık yaratıp,insanların adalete ve hukuka olan inancını zedeleyeceğinden ve yine yargısal kararlar arasındaki bütünlük bozulacağından çelişkili ilam yazılı emirle dahi bozulabilir.
Bana göre mahkeme var olan hukuki yanlışlığı karar kesin olsa dahi temyizi kabil haline getirerek Yargıtay'ın bozması ile karşılaşmasını sağlamaya çalışmıştır.
Her ne kadar aslen kesin olan ilamın temyizi kabil olmak üzere şeklinde yazılmak suretiyle temyiz yolu açılamayacağı düşünülse de;Yargıtay sırf kamu düzenini sağlamak adına (ki bence de doğru olan budur) hükmü bozup yeniden karar verilmek üzere dosyayı mahkemesine gönderebilir.
Ki son zamanlarda böyle bir iki karara rastladım.
Davanın reddi veya kabulü taraflar açısından usuli kazanılmış hak oluşturmaz."HUMK.'nda usuli kazanılmış hak kurumuna ilişkin açık bir hüküm yoktur. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul görmüş, usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir.
Usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurması için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık ve net biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir." Kararın maddi hata ile yanlış yazıldığının açıkça kabulü karşısında kimse lehine usbuli müktesep hak doğmayacağı açıktır.Çünkü kararda açıkça kararın maddi hata ile verildiği bildirilmiş ve aslen bunun hukuki olmadığı da açıklanmıştır.yani mahkeme şeklen karar vermek zorunda kalmış ancak esesan verdiği kararın yanlış olduğunu ve kanuna ve dosya kapsamına aykırı olduğunu belirtmektedir.
Yine usuli müktesep hakkın istisnası kamu düzenine ilişkin kararlar olup,yukarıda da değindiğim gibi kısa karar ile gerekçeli kararın çelişkili olması kamu düzenine aykırı olduğundan böyle bir karar usuli müktesep hak doğurmaz.
Maddi hataya dayanan Yargıtay kararlarına uyma dahi usuli müktesep hak doğurmuyor iken ,maddi hataya dayalı verilen mahkeme kararlarının ilgilisine usuli müktesep hak doğurmaması gerekir !
Her ne kadar meslektaşlarımda konu ile ilgili kararlar mevcut olsada tüm meslektaşların yararlanabilmesi açısından önemli olduğunu düşündüğüm kararları aşağıya kopyaladım.


Saygılarımla
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1995/9-348

K. 1995/556

T. 24.5.1995

• AÇIK MADDİ YANILGIYA DAYALI BOZMAYA UYMA ( Usuli Müktesep Hak Sağlamaması )

• USULİ KAZANILMIŞ HAK ( Açık Maddi Hataya Dayalı Bozma Kararına Uyulması Halinde Sözkonusu Olmaması )

1086/m.427

1475/m.14


ÖZET : Açık maddi yanılgıya dayalı bozmaya uyma taraflara usuli kazanılmış hak sağlamaz.
DAVA : Taraflar arasındaki "fark kıdem ve ihbar tazminatı" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya İş Mahkemesi`nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.1.1994 gün ve 1993/118 E. - 1994/538 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi`nin 23.12.1994 gün ve 1994/18735 E. - 18462 K. sayılı kararı; ( ... Mahkemece bozma kararına uyulmuş olmasına rağmen fark kıdem tazminatının tahsiline karar verilmiş olması usuli kazanılmış hak ilkesine aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, ihbar ve kıdem tazminatları farklarının alınması istemine ilişkindir. Mahkemece bozmadan sonra yine kıdem tazminatı farkına ilişkin isteğin kabulüne, ihbar tazminatı farkına dair isteğin ise reddine karar verllmiştir. Ancak, bu kez verilen karara, iş aktinin 1.7.1991 tarihinde feshedildiği ve bu tarih itibariyle yürürlüğe giren kıdem tazminatı tavanından davacı işçinin yararlanmasının doğal olduğu görüşü gerekçe yapılmıştır. Her ne kadar mahkemece bozma kararına uyulmakla ilgilileri yönünden usuli kazanılmış hak doğacağı ve mahkeme için de hükmüne uyduğu bozma çerçevesinde karar verme yükümlülüğü meydana geleceği asılsa da, açık maddi yanılgıya dayalı bozmaya uymanın taraflara usuli kazanılmış hak sağlıyamayacağı da yine uyulması gerekli bir usul kuralıdır. Olayda aktin feshi tarihi ile yeni kıdem tazminatı tavanın yürürlüğe girdiği tarihin 1.7.1991 olduğu kesin olarak saptanmıştır.
Oysa hükmüne uyulan bozma kararı ve önceki yerel mahkeme kararı bu tarihleri tamamen hatalı algılayarak sonuca ulaşmışlardır. Bu itibarla yerel mahkemenin bozma kararının açık maddi yanılgıya dayalı olduğuna değinen direnmesi yerindedir. Ne var ki işin esası ile ilgili temyiz itirazları Özel Dairesince incelenmemiştir.
O itibarla dosya gerekli tetkikat yapılmak üzere dairesine gönderilmelidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde ise de işin esası ile ilgili olarak kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 9. Hukuk Dairesine gönderilmesine, oybirliği ile karar verildi.


T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1998/20-710

K. 1998/708

T. 14.10.1998

• USULİ MÜKTESEP HAK DOĞMAMASI ( Mahkemenin Uyduğu Yargıtay Bozma Kararının Açık Bir Maddi Yanılgıya Dayalı Olması )

• AÇIK MADDİ YANILGIYA DAYALI BOZMA KARARINA UYMA ( İlgilisi Yararına Usuli Müktesep Hak Doğurmaması )

• MAHKEMENİN AÇIK MADDİ YANILGIYA DAYANAN YARGITAY BOZMA KARARINA UYMASI ( İlgilisi Yararına Usuli Müktesep Hak Doğmaması )

1086/m.429


ÖZET : Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyulması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü meydana gelir. Usuli kazanılmış hak olarak tanımlayacağımız bu durum mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararındaki esas çerçevesinde işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirir. Usuli kazanılmış hak müessesesinin uygulamasında iki istisna öngörülmüştür. Bunlar mahkemece Yargıtay Dairesi bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulama imkanı bulunan yeni bir İçtihadı Birleştirme kararı çıkması, diğeri de hükmüne uyulan bozma kararından sonra göreve ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin getirilmiş olmasıdır. Bunlar dışında maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle kazanılmış hakkın bulunmadığından sözedilebilmek için ancak Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak tartışmasız ve açık bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde yine usuli kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmaz.
DAVA : Taraflar arasındaki "kadastro tespitine itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tekirdağ 1. Kadastro Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27/11/1996 gün ve 1993/56-1996/17 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 16/4/1997 gün ve 1997/3484-4413 sayılı ilamıyla; ( ...Davacı Orman Yönetimi ile Hazine Yukarı Kılıçlı Köyünde yer alan 541, 544 ve 545 parsel sayılı taşınmazların tespitlerine itiraz etmişler, tapulama komisyonu yetkisizlik kararı vererek, tutanak ve ekleri kadastro mahkemelerine aktarılmıştır. Yapılan yargılama sonunda yerel mahkeme taşınmazların tespit gibi tesciline karar vermiş, hüküm davacı yönetimler tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 16. Hukuk Dairesi ile Dairemiz orman incelemesi eksikliğine değinerek orman olmadığı saptandığında miktar fazlasının sınırda bulunan eylemli ormandan açma yapıldığının kabul edilmesi gerektiği hususuna değinerek hükmü bozmuştur. Bozmaya uyan yerel mahkeme, taşınmazların aynı kayıttan revizyon gördüğünü açıklayarak dava dosyalarının birleştirilmesine karar vermiş, yargılamaya bu şekilde devam edilerek sonuçta davanın reddine ve taşınmazların tespit gibi davalı gerçek kişiler adlarına tescillerine karar vermiş, hüküm tekrar yönetimler tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyulmasına rağmen bozma doğrultusunda karar verilmemiştir. Yargıtay bozma ilamına uyulmakla tarafları açısından usuli kazanılmış hak doğmuştur. Usule ilişkin kazanılmış hak müessesesi usul yasasının dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile ilgilidir ( 9/5/1960 gün 21/9; 4/2/1959 gün 13/5 sayılı içtihadı Birleştirme kararları ). Hal böyle olunca, mahkemece yapılacak iş; uyulan bozma ilamı doğrultusunda gerekli araştırma ve inceleme yapıldıktan sonra hasıl olacak durum uyarınca yeni bir karar vermekten ibarettir. Bu temel ilkeye rağmen Yargıtay bozma ilamına uyulduğu halde, usuli kazanılmış hak ilkesi gözardı edilerek değişik düşüncelerle yazılı şekilde davanın reddi yolunda hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
2- Davacı Hazine vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava hukuksal nitelikle kadastro tespitine itirazdır.
Mahkemece verilen son hüküm, özel Dairece incelenmiş, önceki bozma kararına mahkemece uyulmakla usuli kazanılmış hak oluştuğu, uyulan bozma kararı doğrultusunda karar verilmesi gereğine değinilerek tekrar bozulmuştur. Gerçekte de 9/5/1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme kararında da açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü meydana gelir. Usuli kazanılmış hak olarak tanımlayacağımız bu durum mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararındaki esas çerçevesinde işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirir. Uzun yıllardan beri Yargıtay uygulamaları ve öğretide benimsenen usuli kazanılmış hak müessesesi, usul hukukunun dayandığı vazgeçilmez ana temellerden biridir. Bu kuralın uygulamasında iki istisna öngörülmüştür. Bunlar mahkemece Yargıtay Dairesi bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulama imkanı bulunan yeni bir içtihadı Birleştirme kararı çıkması, diğeri de 4/2/1959 tarih 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulandığı üzere hükmüne uyulan bozma kararından sonra göreve ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin getirilmiş olmasıdır. Bunlar dışında maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle kazanılmış hakkın bulunmadığından sözedilebilmek için ancak Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak tartışmasız ve açık bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde yine usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı kuşkusuzdur.
Usul hukukunun temel taşlarından bulunan usuli kazanılmış hak ile ilgili olarak yapılan bu genel açıklama çerçevesinde dava konusu somut olaya bakıldığında dava konusu taşınmazların tespitine dayanak yapılan ve davalıların dayandığı tapu kaydının revizyon gördüğü davadışı komşu 540 ve 522 sayılı parsellerle ilgili olarak Hazinenin tapu kaydı yüzölçümü fazlasının ormandan açılma olduğu iddiası ile açtığı dava, kadastro mahkemesince taşınmazların sabit sınırlı tapu kaydı kapsamında olduğu gerekçesiyle reddedilmiş ve Hazine vekilinin temyiz istemi aynı gerekçeyle Yargıtayca reddedilerek hüküm kesinleşmiştir. Bu durumda özel Dairenin tapu kaydının değişebilir sınırlı olduğu yolundaki bozma kararı içeriği itibariyle dosyada mevcut ve tartışmasız olan kayıt belge ve dosyalara uygun olmadığı gibi maddi olaylara da duraksanmayacak biçimde aykırı bulunduğundan, bozma ilamına uyulması ilgilisi yararına usuli kazanılmış hak oluşturmaz. O halde bu yoldaki direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, Harçlar Kanunun değişik 13. maddesinin "j" bendi gereğince Hazineden harç alınmamasına ve Orman idaresince gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 14/10/1998 gününde oybirliği ile karar verildi.



T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/7947

K. 2006/8632

T. 17.7.2006

• ANAYASA VE USUL KURALLARINA AYKIRILIK ( Duruşmaların Aleniliği ve Kararların Gerekçeli Olması/Karar Harfiyen Müzakere ve İttihaz Olunur ve Alenen Tefhim Edilir Kuralı - Bozma Nedeni )

• KISA KARARLA GEREKÇELİ KARAR ARASINDAKİ ÇELİŞKİ ( Durumun Mahkemelere Duyulan Güveni Sarsacak Nitelikte Bulunduğu - Bu Yönün Kamu Düzeni İle İlgili Olduğu İleri Sürülerek Kanun Yararına Bozulması Talebi )

• KANUN YARARINA BOZMA TALEBİ ( Kısa Kararla Gerekçeli Karar Arasındaki Çelişki - Durumun Mahkemelere Duyulan Güveni Sarsacak Nitelikte Bulunduğu/Bu Yönün Kamu Düzeni İle İlgili Olduğu İleri Sürülerek )

2709/m.141

1086/m.382,427/6


ÖZET : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Asliye Hukuk Mahkemesi'nin hakem sıfatıyla verdiği kararın, Anayasa'nın 141. maddesinde ifade edilen duruşmaların aleniliği ve kararların gerekçeli olması kuralı ile Usulün 382. maddesinde yer alan "Karar harfiyen müzakere ve ittihaz olunur ve alenen tefhim edilir" kuralına aykırı olduğu, kısa kararla gerekçeli karar çelişkili olup bu durumun mahkemelere duyulan güveni sarsacak nitelikte bulunduğu, bu yönün kamu düzeni ile ilgili olduğu ileri sürülerek HUMK'nun 427/6. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir. İstem yerindedir. DAVA : Davacı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, müvekkili belediyeye ait taşınmazın 11.492 m2'lik bölümünü davalı belediyenin, üçüncü şahıslara kiraya verip 1/8/1994 ile 2/9/1994 tarihleri arasında haksız intifa bedeli elde ettiğini ileri sürerek 22.000.000 lira haksız intifa bedelinin tahakkuk tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödetilmesini istemiştir.
KARAR : Mahkemece davaya Hakem sıfatıyla bakılmış ve son oturumda "davanın reddine" denildiği halde gerekçeli kararda davanın kabulü yönünde hüküm kurulmuştur.
Davalı vekili kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye değinerek itiraz yoluna başvurmuş ancak itirazın reddi üzerine bu defa tavzih isteminde bulunmuş, bu istemi de reddedilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2006 tarihli dilekçesi ile; Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin hakem sıfatıyla verdiği kararın, Anayasa'nın 141. maddesinde ifade edilen duruşmaların aleniliği ve kararların gerekçeli olması kuralı ile Usulün 382. maddesinde yer alan "Karar harfiyen müzakere ve ittihaz olunur ve alenen tefhim edilir" kuralına aykırı olduğu, kısa kararla gerekçeli karar çelişkili olup bu durumun mahkemelere duyulan güveni sarsacak nitelikte bulunduğu, bu yönün kamu düzeni ile ilgili olduğu ileri sürülerek HUMK'nun 427/6. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir.
Gerçekten 27/3/2002 tarihli son oturumdaki kısa kararda "Sözleşmenin imza edilmiş olduğu tarih itibariyle davacı Belediye Başkanlığının vaki haksız kullanma tazminatı talebinin reddine ilişkin taraf vekillerinin yüzlerine karşı itirazı kabil olmak üzere verilen karar alenen ve usulen okunup tefhim kılındı." denildiği halde daha sonra yazılan gerekçeli kararda davanın kabulü ile 22.000.000 liranın 2/9/1994 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiştir. Böyle bir durumun bozma nedeni oluşturacağı 10/4/1992 gün 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da kabul edilmiştir.
Şu durumda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kanun yararına bozma istemi yerinde olup karar bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA, gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavacılığı'na gönderilmesine 17/7/2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.

YARGITAY

2. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/1223

K. 2003/2646

T. 27.2.2003

• KISA VE GEREKÇELİ KARAR ARASINDA ÇELİŞKİ ( Usulü Bozma Nedeni-Kısa Karardaki Yanlışlığın Ancak Temyizle Düzeltilebilmesi )

• KISA KARARDAKİ YANLIŞLIK ( Gerekçeli Karada Düzeltilememesi-Kısa ve Gerekçeli Karar Arasında Çelişki )

• USULİ BOZMA NEDENİ ( Kısa ve Gerekçeli Karar Arasında Çelişki )

4721/m.161, 162, 163, 164, 165, 166, 184

1086/m.381, 388


ÖZET : Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre, gerekçeli karar kısa karara uygun olmalıdır. Tefhim edilen karar yanlış da olsa gerekçeli karar buna uygun düzenlenmelidir. Yanlışlık ancak temyiz yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm nafaka ve ücreti vekalet yönünden temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Gerekçeli karar tedbir nafakası yönünden kendi içinde çelişki olduğu gibi yoksulluk nafakası yönünden de tefhim edilen karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 38l/2 maddesi uyarınca kararın tefhimi en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Bu durumda gerekçeli kararın, tefhim edilen karar yanlış da olsa, buna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak temyiz yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir. Tefhim edilen kararla gerekçeli karardaki aykırılık diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur. O halde mahkemece yapılacak iş, 10.4.1992 tarihli 7/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı gözetilerek yeniden karar oluşturmaktan ibarettir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 1998/7111

K. 1999/2092

T. 11.3.1999

• KISA KARARLA GEREKÇELİ KARARIN ÇELİŞKİLİ OLMASI ( Mahkemenin Bozmadan Sonra Kısa Kararla Bağlı Olmaksızın Yeniden Hüküm Kurması )

• TAZMİNAT MİKTARLARI ARASINDA ÇELİŞKİ BULUNMASI ( Kısa Kararda ve Gerekçeli Karardaki - Mahkemenin Yeniden Hüküm Kurması )

• GEREKÇELİ KARARLA KISA KARARIN ÇELİŞKİLİ OLMASI ( Mahkemece Bozmadan Sonra Vicdani Kanaate Göre Yeniden Hüküm Kurulacağı - Önceki Kararla Bağlı Olmama )

1086/m.382, 388, 389, 428

( YİBK. E : 1991/7, K : 1992/4, 10.4.1992 )


ÖZET : Kısa karar ile gerekçeli kararın birbirine uygun olması usul gereği olup; böyle bir çelişki bulunması kişilerin yargıya olan güvenini sarsacağından, kısa karar ile gerekçeli kararın çelişkili olması durumunda mahkeme önceki kısa karar ile bağlı kalınmaksızın, çelişkiyi kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre yeniden bir hüküm kurmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesi görülerek verilen 22.4.1998 tarih ve 907-259 sayılı kararın Yargıtay incelemesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 9.3.1999 günde davacı avukatı Aydın Erdoğan ile davalı avukatı F.Cumhur Dalkılıç gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Seyfi Çizmeci tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacılar vekili, davalının işletmesi altındaki trenle yapılan taşıma sırasında yükün tünel girişine çarpması nedeniyle meydana gelen kazada yük refakatçısı Hüseyin T'ın vefat ettiğini, eşinin ve kardeşinin destekten yoksun kaldıklarını ve davacıların manevi zarara uğradıklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacı Emine için 50.000.000.- lira maddi, 700.000.000.- lira manevi, kardeşi Mehmet T. ( 1947 D.'lu ) için 50.000.000.- lira maddi, bu ve diğer davacılar'ın her biri için 300.000.000.- lira manevi tazminatın olay tarihinden itibaren reeskont oranında faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, öncelikle işbölümü itirazında bulunmuş ve davanın Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmesi gerektiğini ileri sürmüş, esasa ilişkin cevabında, kazanın, ölen Hüseyin T'ın refakat ettiği yükün bağlantı tellerinin kopması sonucu tünel girişine çarpması sonucu meydana geldiğini, ölenin kusurlu davrandığını, müvekkili işletmenin bir kusurunun bulunmadığını, kazada ölen Hüseyin'in davacılara desteğinin bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre; kazanın meydana gelişinde davalı TCDD'nin tamamen kusurlu bulunduğu, davacı Emine A'ın destek yoksunluğu zararının 16.829.136.313.- lira olduğu, davacı Mehmet Topal'ın murisin desteğinden yararlanmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davacı Emine A. için 50.000.000.- lira maddi, 200.000.000.- lira manevi tazminatın, diğer davacıların her biri için 100.000.000.- lira manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin isteğin reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1-Mahkemece kısa kararda davacı Emine A. lehine 16.829.136.313.- lira maddi tazminata hükmedildiği halde, gerekçeli kararda bu davacı lehine 50.000.000.- lira maddi tazminata hükmedilmiş, böylece kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki doğmuştur.
Kısa karar ile gerekçeli kararın birbirine uygun olması usul gereği olup; böyle bir çelişki bulunması kişilerin yargıya olan güvenini sarsar. 10.4.1992 tarih ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere kısa karar ile gerekçeli kararın çelişkili olması durumunda mahkemece önceki kısa karar ile bağlı kalınmaksızın, çelişkiyi kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre yeniden bir hüküm kurulmalıdır.
Açıklanan bu nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.
2-Bozma sebeb ve şekline göre davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesi gerekli görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1.bentte açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, 2.bentte yazılı nedenlerle davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 30.000.000.- lira vekillik ücretinin davacıdan alınıp, davalıya ödenmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 11.3.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2006/15-275

K. 2006/366

T. 14.6.2006

• USULİ KAZANILMIŞ HAK ( Sonuçlanan Asıl Davada "Kira Kaybının Giderimi" İsteminin Açıkça Tefrikle Eldeki Davaya Bırakılması Hususuna Karar Gerekçesinde de Yer Verilmesi - Davalı Yararına Usuli Kazanılmış Hak Gerçekleşmeyeceği )

• TEFRİK KARARI ( Takiben Verilen Esas Hüküm Gerekçesinde de Bu Karara Yer Verilmesi/Davacının Taleplerinden Biri Sonuçlandırılıp Diğerinin Açıkça Ayrılması - Davalı Yararına Usuli Kazanılmış Hakkın Varlığından Söz Edilemeyeceği )

• KİRA KAYBININ GİDERİMİ ( Sonuçlanan Asıl Davada İstemin Açıkça Tefrikle Eldeki Davaya Bırakılması Hususuna Karar Gerekçesinde de Yer Verilmesi - Davalı Yararına Usuli Kazanılmış Hak Gerçekleşmeyeceği )

• DAVACININ TALEPLERİNDEN BİRİSİNİN TEFRİKİ ( Sonuçlanan Asıl Davada Eldeki Davaya Bırakılması Hususuna Karar Gerekçesinde de Yer Verilmesi - Davalı Yararına Usuli Kazanılmış Hakkın Varlığından Söz Edilemeyeceği )

1086/m. 46, 429


ÖZET : HUMK.'nda usuli kazanılmış hak kurumuna ilişkin açık bir hüküm yoktur. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul görmüş, usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir.
Usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurması için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık ve net biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Somut olaya açıklanan bu ilkeler çerçevesinde bakıldığında; davacının "kira kaybının giderimi" talebi eldeki davaya konu olup, sonuçlanan davada bu konuda yapılmış bir irdeleme ve verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Sonuçlanan asıl davada "kira kaybının giderimi" istemi açıkça ayrılan eldeki davaya bırakılmış; bu hususa asıl davada verilen karar gerekçesinde açıkça yer verilmiş; tefrik kararını takiben verilen esas hükümle birlikte de ayrıca ve açıkça davacının fazlaya ilişkin hakları da saklı tutulmuştur. Taleplerinden biri sonuçlandırılıp, diğer talebi açıkça ayrılan davacının ayrılan talebine yönelik olarak; bu taleple ilgisi kalmayan dava dosyasında herhangi bir aşamada karşı çıkması beklenemez. Bu nedenle davacının asıl dosyadaki beyanları ve usuli işlemleri nedeniyle davalı yararına gerçekleşecek bir usuli kazanılmış hakkın varlığından söz etmeye de olanak yoktur. Yerel mahkemece hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadan usuli kazanılmış hakkın varlığından bahisle davanın reddedilmesi hatalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 12. Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 16.07.2004 gün ve 1992/981-2004/346 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 06.05.2005 gün ve 2004/7452-2005/2817 sayılı ilamı ile;
( ... Dava, Borçlar Yasası'nın 355 ve devamı maddelerinde tanımlanan eser sözleşmesinin bir türünü oluşturan kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan kira kaybı giderim istemine ilişkindir.
Davacı vekili 17.12.1990 tarihli dava dilekçesi ile 09.09.2002 günlü ıslah dilekçesinde müvekkili ile davalı taraf arasında 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile 19.06.1984 tarihli ek sözleşme düzenlendiğini, sözleşmelerle davalı yüklenicinin davacıya ait Ankara-Çankaya ... Caddesi'nde yer alan arsa üzerine % 50 oran üzerinden daire karşılığı inşaat yapmayı üstlendiğini, ancak edimini gereği gibi ifa etmeyip 01.09.1986 tarihinden itibaren temerrüde düştüğünü, inşa edilen binadaki 3, 4, 7 ve 8 nolu daireler ile 9 nolu dükkanın tamamının müvekkiline isabet ettiğini, 10 nolu dükkanın % 64.22 payının mahkeme kararıyla verildiğini, 9 nolu dükkanın zemin katta oluşu ve kullanım için fazla bir restorasyona ihtiyaç göstermediğinden Aralık 1995 tarihinde kiraya verildiğini, dairelerin ise büyük ölçüde masrafı gerektirdiğinden kullanılamadığını, zaten teslimin gerçekleşmediğini, bu nedenle maddi kaybın doğduğunu ileri sürerek, dava dilekçesinde belirtilen kira alacağı dışında kalan 3, 4, 7 ve 8 nolu dairelerin 17.12.1990 tarihinden itibaren, 9 nolu dükkanın da yine 17.12.1990 tarihinden O1.12.1995 tarihine kadar kiradan mahrumiyet alacağının B.K. 83/2 uyarınca bilirkişi marifetiyle belirlenecek döviz hesabı miktarı üzerinden uyuşmazlığın mahiyeti ve davalının tacir sıfatı nazara alınarak TTK. 21/2 hükmü de göz önünde tutularak reeskont faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya ödenmesine, ayrıca Ankara 12. Asliye Hukuk Hakimliği kararı ile % 64.22 arsa payı davacıya verilen 10 nolu dükkanda uğranılan kira mahrumiyetinin de hisse oranında davalıdan tahsiline, fazlaya dair hakların saklı tutulmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili Av. N.I.M. savunmasında, davacının daha önce aynı konu ile ilgili olarak dava açtığını, aynı mahkemenin 2000/29 Esas sayılı dava dosyasında davanın görüldüğünü, mülkiyeti müvekkiline ait bulunan 10 nolu dükkanın % 64.22 arsa payının davacıya verildiğini, mahkemece verilen bu kararın Yargıtay'ca onanarak kesinleştiğini, davacının uğradığını iddia ettiği tüm zararlarının karşılandığını, diğer yandan inşaatın sözleşme ve buna ek sözleşme uyarınca inşa edilip 17.03.1987 tarihinde bitirilerek iskan ruhsatının alındığını, bu nedenle davalının sorumlu tutulamayacağını belirterek davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
Yerel mahkemede yapılan yargılama sonucunda davacının asıl davası ile ek davasının iki bölümden oluştuğu, bu bölümlerden birincisi olan eserin imalatındaki ayıp nedeniyle davacı yararına oluşan maddi giderim hususundaki çekişmenin 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında çözümlendiği, verilen kararın ise kesinleştiği, yine aynı asıl dava ile ek davanın ikinci konusunu oluşturan kira mahrumiyetinden kaynaklanan tazminata ilişkin dava bölümünde ise asıl davada bu konuyu karara bağlamayan yerel mahkeme kararının davacı tarafından onanmasının istendiği, bu durumda davalı lehine usulü kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı yanca temyiz olunmuştur.
Eser sözleşmesi, taraflara karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir iş görme akdidir. Yüklenici, eseri sözleşme koşullarına teknik ve sanatsal kurallara ve amaca uygun olarak imal edip iş sahibine teslim etmekle, iş sahibi ise iş bedelini ödemekle mükelleftir.
Somut olayda Ankara ili Çankaya ilçesi ... Caddesi'nde yer alan ada no 5506 parsel no 20'de kayıtlı taşınmaz davacıya aittir. Bu yere davalı kat karşılığı inşaat yapmayı üstlenmiştir. Yanlar arasında Ankara 4'üncü Noterliği'nde 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi, 19.06.1984 günlü ek sözleşme düzenlenmiştir. Davalı yüklenici sözleşme gereği inşaatın yapımına başlamış, ancak eseri sözleşme koşullarına fen ve tekniğe uygun olarak meydana getiremediğinden yanlar arasında uyuşmazlık çıkmıştır. Bunun üzerine arsa sahibi davacı tarafından davalı hakkında açılan ve Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında görülen davada fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla eksik ve ayıplı imalattan kaynaklanan nefaset farkı, kira mahrumiyeti nedeniyle maddi giderim tutarı 75.000.000.-TL karşılığı davalıya ait bir dükkan ile yine ona ait bir numaralı daire üzerinde ve bu iki parça taşınmaza karşı davalı muarazasının meniyle takas-mahsup hükümleri gereğince bu iki gayrimenkule ait hisselerin hükmen tapu sicilinde uhdesinde bırakılmasına ve bu iki parça taşınmazın 75.000.000.-TL talep değerini aşması halinde taşan kısmın ayrıca nakit olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, yapılan yargılama sonucunda taraflar arasında düzenlenen 18.05.1983 ve 19.06.1984 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile inşaatın sözleşme hükümlerine göre yapılması halinde yükleniciye ait olan 10 nolu 151683/768000 arsa paylı dükkanın % 62.22 payına tekabül eden 97410/151683 payının davacı arsa sahibi üzerinde ipkası ile % 35.78'e isabet eden 54227/151683 payının iptali ile yüklenici adına tapuya tesciline karar verilmiş, karar Yargıtay denetiminden de geçerek kesinleşmiştir. Bu dava dosyasında yapılan yargılama sürecinde eldeki dava 1990/763 Esasta kayıtlı iken birleştirilmiştir. Daha sonra görülen lüzum üzerine kira giderimi istemiyle ilgili bölüm ayrılmış, yeni bir esasa kayıt yapılarak 1992/981 Esas numarasını almıştır.
2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında dava konusu olarak sadece nefaset farkı ile ilgili kısım kalmış, yargılama bu kapsamda sonuçlandırılmıştır. Eldeki davada istenen kira giderimi ile ilgili konuda herhangi bir karar verilmemiştir. Bu bakımdan davacının mevcut talebi açısından davalı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşması mümkün değildir.
Diğer yandan davalı taraf eserin sözleşme koşullarına uygun olarak imal edilip yapı kullanma izin belgesinin alınıp davacıya teslim edildiğini savunmuş, dosyaya iki adet fotokopi iskan izin belgesi sunmuştur. Oysa davacı yan kendisine bırakılan 7 ve 8 nolu iki daire ile iki dükkanın yapı kullanma izin belgesinin alınmadığını, tüm bağımsız bölümlere ilişkin fiili teslimin halen gerçekleşmediğini, bomboş ve bir harabe halinde durduğunu, sadece 9 nolu dükkanın 1995 yılında kiraya verildiğini ısrarla ileri sürmüştür. Kira kaybı kural olarak eserin sözleşmeye göre teslimi gereken tarihten, ifanın tam olarak yerine getirildiği ve eserin iş sahibine teslim edildiği tarihe kadar olan süre için istenebilir. Eserin arsa sahibine teslim keyfiyetini kanıtlama yükü de yüklenicidedir.
Yerel mahkemece anılan konularda hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya, yönteme ve tüm dosya içeriğine uygun olmamıştır.
O halde mahkemece yapılması gereken iş, binaya ilişkin genel ve ferdi iskan ruhsatı, ilgili merciinden getirtilmeli, konusunda uzman iki inşaat mühendisi ve hukuki yorum ve nitelendirmede yardımcı olmak üzere bir hukukçu bilirkişi tayin edilerek oluşturulacak bu bilirkişi heyeti ile yerinde tatbiki keşif yapılarak sözleşme içeriği, iskan izin durumu ve tüm dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirilerek somut gerçek her türlü tereddüt ve kuşkudan uzak bir şekilde saptanmalı, sonucu dairesinde işlem yapılmalıdır.
Bu nedenlerle yukarıdan açıklanan olgular gözden uzak tutularak eksik araştırma ve inceleme sonucunda davanın reddine karar verilmesi isabetli olmamış, hükmün davacı yararına bozulmasına karar verilmesi uygun bulunmuştur... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, Borçlar Yasası'nın 355 ve devamı maddelerine dayalı kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan kira kaybı giderimi istemine ilişkindir.
Yanlar arasında Ankara 4'üncü Noterliği'nde düzenlenen 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile 19.06.1984 günlü ek sözleşme, eser sözleşmesini oluşturmaktadır. Davacı yüklenicinin sözleşme şartlarına uygun imalat yapmadığı gerekçesiyle önce Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1989/21 Esas sayılı dosyasında dava açarak nesafet farkı ve kiradan mahrumiyetten kaynaklanan tazminat istemiş ve buna ek olarak aynı mahkemede kira mahrumiyeti yönünden ek dava açmış; önce birleşen davalar sonra tefrik kararı ile birbirlerinden ayrılmışlardır. tık davada tefrik kararı verilirken kısa kararda birleşen dosyanın tefrikine karar verilmekle birlikte gerekçede kira mahrumiyeti isteminin tefrik edildiği ifade edilmiştir. Sonuçta da ana dosyada kira mahrumiyeti incelenmeyerek bu konuda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiş; nesafet farkına dayalı talepler incelenip karara bağlanarak, davacının fazlaya ilişkin istemlerinin saklı tutulmasına da hükmedilerek, karar kesinleşmiştir.
Eldeki dava ise tefrik edilen "kira mahrumiyeti" istemli davadır. Mahkeme esas yönünden karar vermemiş; ayrılan ve kesinleşen ana dosyada da kira mahrumiyeti talebi olduğu ve olumlu ya da olumsuz sonuca bağlanmadığı halde davacının kararlarla ilgili kabule ve onamaya yönelik beyanları ve bozmalara uyulmasını istemesi ve uyulması karşısında davalı lehine usulü kazanılmış hakkın gerçekleştiği ifade edilerek davanın reddine karar verilmiş; özel dairece tefrik kararına işaretle usulü kazanılmış hakkın olmadığı, işin esasına girilerek inceleme yapılması gereği vurgulanarak hüküm bozulmuştur.
Mahkemece verilen direnme kararını davacı temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; esasa ilişkin olmayıp, davacının ilk davasında dava dilekçesi içeriğinde geçen kira mahrumiyeti istemi hakkında açtığı ek davanın önce birleşmesi sonra tefriki sonucu diğer yönleriyle kesinleşen karar aşamasında dosyada davacının beyan ve dilekçeleri kapsamına göre davalı lehine usulü kazanılmış hakkın gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için hem eldeki davanın hem de bu davanın tefrik edildiği asıl davanın tüm safahatıyla ortaya konulması ve buna göre de mahkeme kararının dayanağını teşkil eden usuli kazanılmış hak kurumunun uygulama yeri olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, gerek sonuçlanıp kesinleşen "nefaset farkı"na ilişkin asıl dava ve gerekse tefrikle eldeki uyuşmazlığa konu "kira kaybının tazmini"ne ilişkin dava, taraflar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Eser sözleşmesi taraflara karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir iş görme sözleşmesi olup; yüklenici, eseri sözleşme koşullarına teknik ve sanatsal kurallara ve amaca uygun olarak imal edip iş sahibine teslim etmekle, iş sahibi ise iş bedelini ödemekle yükümlüdür.
Somut olayda; Ankara ili Çankaya ilçesi, ... Caddesi'nde yer alan ada no 5506 parsel no 20'de kayıtlı taşınmaz davacıya aittir. Yanlar arasında düzenlenen Ankara 4'üncü Noterliği 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve 19.06.1984 günlü ek sözleşme ile davalı bu yere kat karşılığı inşaat yapmayı üstlenmiştir.
Davalı yüklenici sözleşme gereği inşaatın yapımına başlamış, ancak eseri sözleşme koşullarına, fen ve tekniğe uygun olarak meydana getiremediğinden yanlar arasında uyuşmazlık çıkmıştır.
Bunun üzerine arsa sahibi davacı tarafından, davalı hakkında Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1989/21 esasıyla açılıp, en son 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayısını alan dava dosyasında görülüp bitirilen dava açılmıştır.
Anılan dosyada; davacı taraflar arasındaki eser sözleşmesine dayanarak 19.02.1988 tarihinde açtığı dava ile sözleşmenin ana unsuru olan ve ana sözleşmede 9. maddede yer alan inşaatın arsanın bulunduğu semtin şan ve şerefine uygun bir şekilde davalı yanca inşa edileceğini, davalının lüks işçilik, lüks malzeme ve en üstün kalitede yapmayı kabul ve taahhüt ettiğini, koşuluna uygun ve zamanında yapılmadığını temel alarak, inşaatta olduğunu iddia ettiği eksikleri sayarak binada payına düşen taşınmazları tasarruf edemediğini, yine ek sözleşmede yer alan edimlerin de yerine getirilmediğini ifadeyle aynen; "Bu dava dilekçesinde yer almamış olan hususlar ile bu dava sonunda ancak ortaya çıkacak fazlaya ilişkin talep hakkını ve ayrıca BK'nun değişik 126/b-4 hükmünden ileride doğacak sair bilumum haklarım mahfuz kalmak kayıt ve şartı ile filhal davalı tarafta alacağını olan 75.000.000.- TL değer karşılığı davalıya ait bir dükkan ile yine ona ait bir numaralı daire üzerinde ve bu iki parça gayrimenkule davalı taraf muarazasının meni ile ( takas-mahsup )hükümleri gereğince bu iki gayrimenkule ait hisselerin hükmen tapu sicilinde uhdemde bırakılmasına ve bu iki parça gayrimenkul değeri harca tabi ( 75.000.000 )milyon talep değerini aşması halinde taşan kısmın ayrıca "nakit olarak" davalıdan tahsiline ve alınan ihtiyati tedbir kararının aynen devamına, ortaya çıkacak ve belirlenecek miktar üzerinden davalının tacir sıfatı da nazara alınarak TTK'nun 1461 ve 21. maddeleri hükümlerine göre davalının temerrüde düştüğü, 01.09.1986 gününden itibaren müddeabihe ticari temerrüt faizi yürütülmesine, HUMK'nun 417. maddesi hükmünce masraflarının davalıdan tahsiline" karar verilmesini istemiştir.
Davacı 14 sahifelik bu dava dilekçesinin içeriğinde istenen bu miktarın kaynağını sözleşmeye aykırı ve eksik yapılan işlerden kaynaklanan nesafet farkı ve bunların ikmali için geçen süre için kira mahrumiyeti bakımından gün olarak yapılacak tespit olarak açıklamış; ondördüncü sahifede aynen "arsa sahibi olarak ben, gerek nefaset farkı nedeniyle gerekse değiştirilmesi ve onarılması bilirkişi kurulunca öngörülen inşaat birimleri maliyet tutarı ile halen dahi işleyen kiradan mahrumiyet tazminat alacağını bakımından davalı müteahhitten fazlaya ilişkin bilumum talep ve dava haklarım mahfuz kalmak kayıt ve şartı ile filhal ( 75.000.000 )milyon alacaklı durumda olduğum için bu alacağını bakımından davalının dükkanı ile Ö. isimli şahsa 10.000.000.- TL' sına sattığı bir numaralı daire üzerinde ayni hak olarak takas mahsup ve hapis haklarımı kullanmak imkanına sahip bulunmaktayım ( BK. 118, MK. 864 ve 895 )" ifadelerine yer vermiştir.
Davalı da verdiği 18.03.1988 tarihli cevap dilekçesinde 5. maddede nesafet farkı ve kiradan mahrumiyet nedeni ile 75.000.000.- TL talep ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yargılamanın son celsesi öncesi davacı kira kaybının tazmini yönünden birleşen eldeki dava ile bu dosyanın ayrılmalarını talep etmiş; 30.12.1992 tarihli son celse mahkemece bu husus zapta geçirilerek davacı vekili talebini tekrarlamış, davalı vekili talebin reddini istemiş mahkemece verilen ara kararı ile birleşen 1990/763 Esas sayılı dava dosyası bu dosyadan tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydedilerek ( uyuşmazlığa konu dava dosyası )ayrıca sürdürülmüş; 1989/21 Esas sayılı dosyasındaki dava ise sonlandırılarak; "taraflar arasında düzenlenen 18.05.1983 ve 19.06.1984 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile inşaatın sözleşme hükümlerine göre yapılması halinde, davalı müteahhide bırakılması kararlaştırılan 1 nolu daire ile bir dükkanın sözleşme hükümlerine müteahhit tarafından uyulmaması, ayıplı ve kusurlu inşaat yapması karşılığı olarak, arsa sahibi olan davacıya verilmesine ve üzerinde bırakılmasına, söz konusu dükkan ve daireye davalının muarazasının menine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına..." karar vermiştir.
Gerekçeli kararda da talep ve dava edilen kısım ayıplı, kusurlu ve eksik inşaat nedeniyle değer kaybı olarak kabul edilerek hüküm bu hususta kurulmuş; fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak tefrik edilen dava ile ilgili ( eldeki dava )açıklamada ise ayrılan davanın kira mahrumiyeti alacağına ilişkin bulunduğu ve delillerinin toplanma aşamasında olduğundan ayrıldığı kararın 5. sahifesinde açıklanmıştır.
Bu kararı davalı, müdahiller ve davacı taraf ayrı ayrı temyiz etmiş; davacı taraf, dosyada inceleme eksiği olduğu, birçok talebin cevapsız bırakıldığı gerekçesiyle hükmü temyiz etmiştir.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 16.09.1994 tarihli ilamıyla karar oyçokluğu ile onanmış ve gerekçede de talebin iş bedelinden indirim olduğu ve bunun karşılığı arsa payının verilmesinde isabetsizlik olmadığı belirtilmiştir. Davalı ve müdahiller karar düzeltme isteminde bulunmuş, davacı karar düzeltme isteminin reddini istemiştir. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 06.04.1995 tarihli kararı ile davalının ve müdahillerin karar düzeltme istemini kabul ederek "davayı inşaatın eksik ve ayıplı yapılmasından kaynaklanan değer eksikliğinin giderilmesi olarak nitelemiş ve sonuçta hükmü inceleme eksiğinden" bozmuştur. Davacı 25.05.1995 tarihli dilekçesi ile ısrar kararı verilmesini istemiş; duruşmada tekrarlamış, davalı bozmaya uyulmasını istemiştir.
Mahkemece 08.06.2005 tarihli 1995/358-479 sayılı kararla önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalı ve müdahil temyiz etmiş; davacı 27.09.1995 tarihli temyize cevabında onama istemiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 20.12.1995 gün ve 1995115-902-1139 sayılı kararıyla; onama kararıyla usuli kazanılmış hak gerçekleşmeyeceği, bu nedenle mahkemenin usule ilişkin direnmesinin yerinde olmadığı, mahkeme ile daire arasında davalının arsa payında yapılacak indirimde uygulanacak yöntemin ne olduğuna ilişkin uyuşmazlık bulunduğu belirtilerek bozma yönünde hüküm kurulmuştur.
Mahkemece 1996/203 esasına kaydedilen dosyada Hukuk Genel Kurulu kararına uyularak inceleme yapılıp raporlar alınmış ve sonuçta 27.04.1999 tarihli kararla;
"Taraflar arasında düzenlenen 18.05.1983 ve 19.06.1984 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile inşaatın sözleşme hükümlerine göre yapılması halinde davalı yükleniciye bırakılması gereken 10 nolu dükkanın arsa payının 151.683 pay üzerinden 89.943/151.683 payının yüklenici adına tesciline, 61.741151.683 payının arsa sahibi davacı üzerinde bırakılmasına, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına" karar vermiştir.
Davacı hükmü temyiz etmiş; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nce 30.11.1999 tarih ve 1999/3184-4364 sayılı ilamla hükmüne uyulan bozmaya uygun karar verilmediği gerekçesi ile hüküm bozulmuş; mahkemece bozmaya uyularak 08.03.2000 tarihinde dosya 2000/29-132 sayıyla karara bağlanmış; yine davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına karar verilmiştir.
Davacı hükmün onanmasını istemiş; özel dairece davalı ve müdahilin temyizi üzerine 06.07.2000 tarih ve 2000/2296-3535 sayılı kararla hüküm bozulmuş ve yine denetime elverişli bilirkişi raporu alınmak üzere inceleme eksiğinden hüküm bozulmuş; bozmaya uyularak yapılan inceleme sonunda 24.01.2001 tarih ve 2000/594-2001/20 sayılı kararla pay oranları belirlenmiş ve davacının fazlaya ilişkin istemlerinin saklı tutulmasına karar verilmiştir.
Davacı hükmün bozulması ya da düzeltilerek onanması ve nakli dava yapılması istemiyle hükmü temyiz etmiş; diğer tarafların da temyizi üzerine özel dairece 25.10.2001 gün ve 2001/4402-4822 sayılı kararla hüküm onanmıştır. Davacı vekilinin karar düzeltme istemi özel dairece 05.03.2002 gün ve 2001/6082-2002/941 sayılı ilamla reddedilmiştir. Hüküm bu haliyle kesinleşmiştir.
Sonuçta içeriği açıklanan 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında dava konusu olarak sadece "nefaset farkı" ile ilgili kısım kalmış, yargılama bu kapsamda sonuçlandırılmıştır.
Dolayısıyla eldeki davaya konu "kira kaybı giderimi" ile ilgili olumlu ya da olumsuz herhangi bir karar verilmemiş; bu isteklerin çözümü tefrik edilen dosyada yapılacak yargılamaya bırakılmıştır.
Yeri gelmişken "usuli kazanılmış hak" kurumu üzerinde durulmalı ve yukarıdan beri açıklanan olgular karşısında somut olay ve taraflar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediği irdelenmelidir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nda "usuli kazanılmış hak" kurumuna ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Yargıtay uygulaması ile kabul edilmiş ve şekillenmiştir.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğınuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtay'ın bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur ( 04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK ).
Yargıtay içtihatları ile kabul edilmiş olan "usuli müktesep hak" kurumunun bir çok hukuk kuralında olduğu gibi, özellikle kamu düzeni düşüncesi ile, yine Yargıtay içtihatları ile getirilmiş istisnaları vardır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkarsa, bu yeni İçtihadı Birleştirme Kararı'nın mahkemede ve Yargıtay'da görülmekte olan bütün işlere uygulanması gerekir. Buna karşı usuli kazanılmış hak iddiasında bulunulamaz ( 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK ).
İçtihadı Birleştirme Kararı'nda olduğu gibi, bozmadan sonra yürürlüğe giren ve geçmişe etkili bir yeni kanun karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak, hukukça değer taşımaz.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse, artık usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir ( HGK'nun 21.01.2004 gün, 2004/10-44 E., 19 K. ).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi, "kamu düzeni" ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez ( Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, cilt 5,2001 ).
Görüldüğü üzere, usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurması için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık ve net biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Somut olaya açıklanan bu ilkeler çerçevesinde bakıldığında; davacının "kira kaybının giderimi" talebi eldeki davaya konu olup, sonuçlanan davada bu konuda yapılmış bir irdeleme ve verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Sonuçlanan asıl davada "kira kaybının giderimi" istemi açıkça ayrılan eldeki davaya bırakılmış; bu hususa asıl davada verilen karar gerekçesinde açıkça yer verilmiş; tefrik kararını takiben verilen esas hükümle birlikte de ayrıca ve açıkça davacının fazlaya ilişkin hakları da saklı tutulmuştur. Taleplerinden biri sonuçlandırılıp, diğer talebi açıkça ayrılan davacının ayrılan talebine yönelik olarak; bu taleple ilgisi kalmayan dava dosyasında herhangi bir aşamada karşı çıkması beklenemez. Bu nedenle davacının asıl dosyadaki beyanları ve usuli işlemleri nedeniyle davalı yararına gerçekleşecek bir usuli kazanılmış hakkın varlığından söz etmeye de olanak yoktur.
Diğer taraftan, sonuçlanan davada mahkemece verilen karar ve yukarıda ayrıntısıyla açıklanan yargı süreci içinde eldeki davaya konu "kira kaybının giderimi" istemi yönünden herhangi bir usul ya da esasa ilişkin değerlendirme de bulunmamaktadır. Bu husus, hükmüne uyulan bozma ilamlarına konu olmadığı gibi, bu istemi etkileyecek bir taraf işlemi de bulunmamaktadır. Kararın gerekçesinde açıkça "kira kaybının giderimi" talebinin tefrike konu edildiği açıklandığından ve kararla birlikte tefrik kararı da verildiğinden ortaya çıkan sonuç yargılaması sürmekte olan bir talebin varlığıdır.
Bir an için mahkemece sadece birleşen davanın ayrıldığı, asıl davadaki talebin sürdüğü kabul edilse dahi karar gerekçesinde kira kaybı giderine ilişkin talebi tefrik ettiğini belirterek bu konuda olumlu ya da olumsuz bir karar vermeyen mahkemenin maddi bir hatasından söz edilebilir ki bu da davalı yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engeldir ve ortada kesinleşmiş bir olgu da bulunmamaktadır. Eldeki davanın tefriki ile bu talep tümüyle ayrılmış ve üstelik sonuçlanıp kesinleşen "nesafet farkı"na ilişkin davada verilen kararda davacının hakları kısıtlanmayıp, fazlaya ilişkin hakları da saklı tutulmuştur.
Sonuçta; uyuşmazlığa konu eldeki davada, müddeabih davacının kira kaybının giderimi isteminden oluşmaktadır. Bu istem konusunda daha önce yapılmış bir değerlendirme, varılmış bir sonuç ve karar bulunmadığına, bu istemin değerlendirilmesi açıkça tefrik edilen davaya bırakıldığına göre davalı yararına usuli kazanılmış hakkın varlığından söz etmeye olanak yoktur.
Mahkemece, hakkaniyete de aykırı düşecek bir yoruma gidilerek davalı yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiği gerekçesiyle varılan sonuç; usul ve yasaya, dosya safahat ve kapsamına uygun bulunmamıştır.
Diğer taraftan, işin esası yönünden davalı taraf eserin sözleşme koşullarına uygun olarak imal edilip yapı kullanma izin belgesinin alınıp davacıya teslim edildiğini savunmuş ve bunu ispata yönelik olarak dosyaya iki adet fotokopi iskan izin belgesi sunmuştur. Davacı yan ise, kendisine bırakılan 7 ve 8 nolu iki daire ile iki dükkanın yapı kullanma izin belgesinin alınmadığını, tüm bağımsız bölümlere ilişkin fiili teslimin halen gerçekleşmediğini, bomboş ve bir harabe halinde durduğunu, sadece 9 nolu dükkanın 1995 yılında kiraya verildiğini ısrarla ileri sürmüştür.
Kira kaybı kural olarak eserin sözleşmeye göre teslimi gereken tarihten, ifanın tam olarak yerine getirildiği ve eserin iş sahibine teslim edildiği tarihe kadar olan süre için istenebilir. Eserin arsa sahibine teslim keyfiyetini kanıtlama yükü de yüklenicidedir.
Yerel mahkemece anılan konularda da hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadan usulü kazanılmış hakkın varlığından bahisle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya ve tüm dosya içeriğine uygun olmamıştır.
Şu durumda; eldeki davaya konu davacının kira kaybı giderimi talebiyle ilgili usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine yol açacak bir olgunun varlığı söz konusu olmamakla, mahkemece yapılması gereken iş, öncelikle binaya ilişkin genel ve ferdi iskan ruhsatını, ilgili merciinden getirtmek olmalıdır. Ardından bozma ilamında da açıkça işaret olunduğu üzere konusunda uzman iki inşaat mühendisi ile hukuki yorum ve nitelendirmede yardımcı olmak üzere bir hukukçu bilirkişi tayin edilerek oluşturulacak bu bilirkişi kurulu ile yerinde uygulamalı keşif yapılarak sözleşme içeriği, iskan izin durumu ve tüm dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirilerek "kira kaybı giderimi"i saptanmalı, uygun sonuç çerçevesinde hükme varılmalıdır.
Yukarıda açıklanan olgular gözden uzak tutularak, eksik araştırma ve inceleme sonucunda, dosya içeriğine uymayan gerekçelerle, usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edilerek davanın reddine karar verilmesi ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. Direnme kararı açıklanan tüm bu nedenlerle davacı yararına bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.'nun 429. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 14.06.2006 gününde, oybirliği ile karar verildi.
Old 11-04-2008, 08:20   #12
Av.Kemal

 
Varsayılan

11 Nisan 2008 CUMA
Resmî Gazete
Sayı : 26844

YARGITAY KARARI

Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden:

Esas No : 2008/1170

Karar No : 2008/2577

Davacı Pınar Çüllü'ye velayeten babası Murat Çüllü vd. ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Gevaş Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan 30/1/2007 günlü ve 2006/91-2007/21 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16/1/2008 gün ve Hukuk-294052 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Dava dilekçesinde davacıların kızı Pınar Çüllü'nün 1996 olan doğum yılının 1989 olarak düzeltilmesi istenilmiştir.

Gerekçeli kararın, tefhim edilen kısa karara uygun olması gerekir. Kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili bulunması durumu 10/4/1992 gün ve 1991/7-1992/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince mutlak bozma nedenidir.

Davanın kabulüne karar verilerek Pınar Çüllü'nün doğum tarihinin ay ve günü baki kalarak 1989 olarak düzeltildiği, ancak gerekçeli kararda dava ile ilgisi bulunmayan Rahmi Yurdagül'ün yaşının düzeltilmesine ilişkin hüküm kurulduğu saptanmıştır. Saptanan bu çelişki karşısında, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca diğer hususlar incelenmeksizin mahkeme kararının bozulması gerekmiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 6/3/2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
esenlikler dilerim..
Old 11-04-2008, 11:01   #13
avmurat

 
Varsayılan

Kısa kararın gerekçeli karar aykırı olması ile gerekçe ile hüküm arasında aykırılık olması arasında mahkeme bir tercih yapmak durumunda kalmış.Yani her iki durumda da karar hatalı olacaktı.Mahkeme burada kısa karar ile gerekçeli kararın aykırı olmasını daha vahim bulmuş olacak ki diğer seçeneği tercih etmiş.Bence de doğru yapmış zira aksi durumda her verilen karardan sonra acaba karar değişecek mi şüphesinin varolması, ben bir maddi hata yaptım demekten daha vahim olacaktır.Burada tek usül olarak kanun yararına bozma kurumu işletilebilir diye düşünüyorum ancak bu durumda da bozma kararlarına dikkat ettiyseniz, kararlar "Sonuca etkili olmamak kaydıyla" bozuluyor.Hiç başıma gelmediği için bunun da ne demek olduğunu açıkçası bilmiyorum.Yani karar bozuluyor ancak sonuca etkili olmaması dendiğine göre bu taraflara bir kazanılmış hak mı sağlıyor?Bu bozmanın pratik faydası ne oluyor?Benim de aklıma takılan bu oldu.
Old 11-04-2008, 12:01   #14
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avmurat
.Burada tek usül olarak kanun yararına bozma kurumu işletilebilir diye düşünüyorum ancak bu durumda da bozma kararlarına dikkat ettiyseniz, kararlar "Sonuca etkili olmamak kaydıyla" bozuluyor.Hiç başıma gelmediği için bunun da ne demek olduğunu açıkçası bilmiyorum.Yani karar bozuluyor ancak sonuca etkili olmaması dendiğine göre bu taraflara bir kazanılmış hak mı sağlıyor?Bu bozmanın pratik faydası ne oluyor?Benim de aklıma takılan bu oldu.

Sayın avmurat,

Yazılı emir , "Yargıtay denetiminden geçmeksizin kesinleşen kararların Yargıtayca denetlenmesini sağlayarak, Yargıtayın yasaları yorumlamak ve içtihat birliğini sağlamak görevini takviye için düzenlenmiş olağanüstü bir kanun yoludur."(YCGK.10.12.1990- 4/305-328)

Soruya gelince…Yaklaşık 20 yıl önce benzer durum benim başımdan geçmişti. Borçlu, yaptığımız ilamlı takibin iptali için icra mahkemesine müracaat etmişti. Son celse “TALEBİN REDDİNE” karar verilmişti. Doğal olarak süre tutum dilekçesi sunmamıştık. Gerekçeli kararı görünce bu defa “TALEBİN KABULÜNE” karar verilmişti. Hakimle konuştuk, “ tavzih dilekçesi verin” dedi. O aceleyle tavzih dilekçesi vermiştik. Daha sonra hükmün tavzih edilemeyeceğini öğrenmiştik. Aynı araştırmayı hakim de yapmış olacak ki, hükmü düzelteceğine, duruşma günü tayin etmişti. Hakim kendi hatasını düzeltmenin yollarını arıyordu. Talebimizi red ederek “ Son kararın temyiz edilebileceğine” karar verdi. Temyiz ettik, olumlu bir netice alamadık. Bu karar değişik isimlerle İzmir Barosu Dergisi’nde yayınlanmıştı.

Soruya yanıt veren bazı katılımcılar, kararın kesin karar olduğunu gözden kaçırmıştır. Ben hem yaşadığım tecrübe nedeniyle, hem de mevzuat nedeniyle kararın temyiz edilemeyeceğini, edilse bile bozulmayacağını düşünmekteyim. Ancak taraflardan birinin Telekom olması, konunun kamuya mal olması nedeniyle Yargıtay’ın bir orta yol bulabileceğini ihtimal dahilinde görüyorum.

Saygılarımla
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Gerekçeli karar kısa karardan farklı ise ne yapılır? ilksan Meslektaşların Soruları 8 03-07-2013 16:08
görevsizlik - itiraz - temyiz - kısa karar ottomann Meslektaşların Soruları 6 09-10-2009 09:49
İş mahkemesinde tefhim edilen kısa karar ve gerekçeli karar TABUOSMAN Meslektaşların Soruları 3 18-06-2008 13:04
Ekli gerekçeli karar üye18721 Meslektaşların Soruları 1 12-10-2007 19:06


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08527493 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.