Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

257/1 Dekİ KİŞİlerİn MaĞdurİyetİnİn Kapsami Nedİr?

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 03-11-2008, 17:31   #1
ENGİN YURTBAY

 
Varsayılan 257/1 Dekİ KİŞİlerİn MaĞdurİyetİnİn Kapsami Nedİr?

Arkadaşlar.
257/1 gereği yargılanan bir kamu görevlisi müvekkilim var.
Vatandaşa haklı olarak ceza kesmiş.Ancak aynı gün aynı konumda ceza kesilmesi gereken kişilere ceza kesmemiş bulunduğu için eşitliğe aykırı davrandı denilerek işlemi iptal edilmiş ve ceza kesilen vatandaş manevi zarara uğramıştır diye hakkında dava açılmış. Ceza kesilen vatandaş suç işlemiş olmasına rağmen manevi zarara uğramış olarak kabul edilebilirmi?
Old 03-11-2008, 18:46   #2
ahmetyılmaz

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Onüçüncü Hukuk Dairesi
Esas No
: 2001/05388
Karar No
: 2001/07380
Tarih
: 05.07.2001
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı vekili Av. İlhan gelmiş diğer taraftan kimse gelmemiş olduğundan onun yokluğunda duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak, dosya incelendi gereği düşünüldü:


KARAR
Davacı, murisi babasının 18.05.1989 tarihli vekaletname ile 3402 sayılı yasanın tanıdığı iki yıllık ek süreden faydalanarak dava açması için davalıya vekaletname verip vekalet ücretini de peşin ödediğini davalının davayı açmadığı halde açıldığını söylediğini şikayeti üzerine Ağır Ceza Mahkemesinde görevi kötüye kullanmaktan ceza aldığını, diğer dava açanların taşınmazların mülkiyetini kazandıklarını ileri sürerek taşınmazın bugünkü değeri olan 1.050.000.000 TL maddi, 150.000.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden yasal faizi ile ödetilmesini talep etmiştir.

Davalı ağır ceza mahkemesinde zamanaşımı dolduğundan davacı murisi için hüküm kurulmadığını, davacı murisinin kadastro tesbitine itirazı ettiğini ancak süresinde dava açmadığını, taşınmazın mer'a olarak tesbit gördüğünü kazanılmış bir hak olmadığından böyle bir talepte bulunulamayacağın, savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece zamanaşımının 7.5 yıl olup henüz dolmadığına, Ağır Ceza mahkemesi kararına dayanılarak davanın kısmen kabulüne 879.960.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden, faiziyle tahsiline, 150.000.000 TL manevi tazminatı hükmedilmiş karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.


Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delilerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

Davaya konu olan 1307 parsel 15.09.1960 tarihinde mer'a olarak sınırlandırılmış olup, davacının murisi olan Mehmet tarafından bu parselin tutanağına itirazda bulunulmuştur. Tapulama Komisyonunun itirazı reddetmesi üzerine adı geçen 30 günlük yasal süre içinde tapulama mahkemesine dava açmamıştır. Ancak bu parselin diğer kısımlarına itiraz edip itirazı reddedilen dava dışı şahsılarca açılan dava sonucunda taşınmazın bir kısmı hakkında gerçek kişiler adına tesciline karar verilmiş, bir kısmı hakkındaki davalarda reddedilmiştir. Bu şekilde dava konusu taşınmazın tutanağı 10.01.1990 tarihinde hükmen kesinleşmiştir. Davacının murisi davalıya kendi itiraz ettiği yer hakkında tapu iptali tescil davası açması için vekaletname vermiş, ancak davalı ücretini de almış olduğu halde açması gereken davayı açmamıştır. Bu yön dosya içeriği ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır.
Tapulama tesbitine itiraz davaları 766 sayılı Kanunun yürürlükte bulunduğu zaman açıldığına göre tutanağın diğer kesimleri de ihtilaflı sayılır. Bu nedenle malik hanesi dolduruluncaya kadar tutanak kesinleşmemiş durumda kalır. Mahkeme ilamı ile tutanağın kesinleştiği tarihten itibaren 3402 sayılı yasanın öngördüğü hak düşürücü süre içerisinde davacının tapu iptali ve tescil davası açma hakkının varlığının kabulü zorunlu hale gelir. Davacı eldeki davayı 09.09.1996 tarihinde açtığına ve bu tarihte tutanağın kesinleşmesinden sonraki 10 yıllık hak düşürücü süre dolmamış bulunduğuna göre taşınmazın aynı hakkında ilgili mahkemede dava açması gerekirken eldeki davayı açmak suretiyle kaim değerini istemesi MK 2 madde afaki iyiniyet kuralları ile bağdaşmaz. Davacı ancak davalıya ödenmiş olan bedelin istirdadını talep edebilir. Açıklanan bu nedenlerle eve kendi kusuru ile hak düşürücü sürenin dolmuş olması nedeniyle bir talepte bulunamaz. Davacı ancak ödenen vekalet ücretini çoğun içinde az vardır kuralından hareketle isteyebilir. Ancak bunun iadesine karar verilirken denkleştirici adalet ilkesini gözden uzak tutulmaması gerekir.

Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. İlke böyle olmakla beraber iade edilecek zenginleşme miktarının tesbit ve hesaplanmasında öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktarı konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri kısaca "fakirleşme kadar olmalıdır" veya fiili değer artışı yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o kadar" ve yahut ihlal edilen hakkın sahibine bahsettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken şüphesiz öğretideki bu görüşlerden yararlanılmaktadır.

Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon uzun yıllardan beri yüksek oranlarda seyretmekte ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.

Bugüne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verilen paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sıkıntılara tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip, saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları görevli organlarca değiştirilinceye kadar bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu göreve paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de ancak istenen sonuç aynıdır.

Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulaması gerektirici geçersiz senetlerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği MK 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hakkındaki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun için uygulanması gereken kurallar mevcut yasalar ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmaktadır.

BK 63. ve 64. maddeleri iade sonucunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleşmenin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre ayrım yapmıştır. Hukuken geçersiz sözleşmeler haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin hem de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılır ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kimi iade durumu oluşacak iade dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak iade borçlularının iade de direnmelerine neden olacaktır. Ancak burada denkleştirme yapılırken, bir hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilemeyeceğini öğrendiği tarihin iade kapsamını tesbit de önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira geçersiz sözleşmenin artık ifa edilemeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararı iade borçlusundan isteyememelidir.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında davalıya ödenen vekalet ücretinin ödendiği 18.05.1989 tarihi itibariyle davacının ödediği bedelin tesbiti ile bunun dava tarihinde ulaşacağı alım gücü değerinin ne miktar alacağı az yukarıda belirtilen ilke ve esaslar altında ve bu konuda bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak belirlenmeli ve bu yolla belirlenecek miktara istemle de bağlı kalınarak hükmedilmelidir. Mahkemenin aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar vermiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.


Davacı uğranılan acı ve hayal kırıklığına dayanarak manevi tazminat talebinde bulunmuştur.49 maddesi gereği manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişinin kişiliğine bağlı haklarının haleldar olması gerekmektedir. Davacı, davaya kişisel yararlarının haleldar olduğunu ispatlayabilmiş değildir. Malvarlığına yönelik eylem kişiyi az veya çok manevi bir üzüntüye düşürebilirse de böyle bir üzüntü49 maddesindeki kişisel hakların ihlalinden doğan bir eylem niteliğinde değildir. Bu nedenle davacının manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şeklide kabulü de uslu ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Yukarıda 1. bent gereğince sair temyiz itirazlarının (REDDİNE) , 2. ve 3. bentte açıklanan nedenlerden dolayı temyiz edilen hükmün davalı yararına (BOZULMASINA) , peşin harcın istek halinde iadesine, 60.000.000 lira duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, 05.07.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 03-11-2008, 18:49   #3
ahmetyılmaz

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Dördüncü Ceza Dairesi
Esas No
: 1979/07837
Karar No
: 1979/07867
Tarih
: 14.12.1979

GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK

MANEVİ TAZMİNAT
ÖZET:
Görevi kötüye kullanmak suçunda TCK.nun 38. maddesinde öngörülen "Şeref ve haysiyet kırıcı" kişilerin bedensel bütünlüğüne zarar verici" saldırı eylemi nitelikleri bulunmamaktadır. Bu nedenle tinsel (manevi) ödenceye hükmolunamaz.
Görevi kötüye kullanmaktan sanık Hasan'ın yapılan duruşması sonunda; ( TCK.nun 72 , 240 , 647 sayılı Kanunun 4 - 6. maddeleri gereğince 2.000 lira ağır para cezasiyle mahkumiyetine ve cezasının ertelemesine dair (Salihli Asliye Ceza Mahkemesi) nden verilen 23.7. 1979 günlü hükmün Yargıtay'ca incelenmesi sanık vekili tarafından süresinde istida ve şartı depo parası verilmek suretiyle ifa edilerek dava evrakı onama isteyen 26.11.1979 günlü tebliğ name ile daireye gönderilmekle okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Sanığa memuriyetten mahrumiyet cezası verilmemesi, kabul itibariyle de her bir müdahil için beşyüzer lira manevi tazminata hükmedilmiş olmasına göre; ayrı ayrı nisbi harç alınması gerekli iken tazminatın toplamı üzerinden eksik nisbi harç tayini, aleyhe temyiz olmadığından bozma sebebi sayılmamış ve sair itirazlar yerinde görülmemiştir. Ancak:

TCK.nun 38. maddesi uyarınca müsbet suçun şeref ve haysiyeti ihlal eden suçlardan bulunmadığı gözetilmeden sanığa; müdahiller lehine manevi tazminat yükletilmesi,

Bozmayı gerektirmiş ve sanık vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde bulunmuş olduğundan tebliğnamedeki onama isteyen düşüncenin reddiyle hükmün bu sebepten dolayı (BOZULMASINA) , ve depo parasının geri verilmesine, 14.12.1979 gününde oybirliği ile karar verildi.


YKD.1980/07
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Belirli süreli iş sözleşmelerinin KAPSAMI... av.knel Meslektaşların Soruları 4 26-01-2008 14:31
İlgİnÇ Bİr Soru-konu SÖzleŞmesİz Daİre Alan KİŞİlerİn MaĞdurİyetlerİ.. MASSAN Meslektaşların Soruları 15 28-11-2007 16:02
senette sadece faıze ıtıraz ve ıtm dekı dava.... Av.Ayse E. Meslektaşların Soruları 4 01-04-2007 15:11
Temİnatin Kapsami mehmetseyrek Meslektaşların Soruları 1 10-08-2006 13:13


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04194999 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.