Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk ve Felsefe Hukukun felsefi yönüne dair sohbetler. Hak, Hakkaniyet, Adalet, Eşitlik kavramlarına hukuk felsefesi gözüyle bakış

Hukukun felsefi yönü

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 31-03-2006, 21:20   #1
MİMAR

 
Varsayılan Hukukun felsefi yönü

Hukukun felsefi yönü hakkında

Hukukun adalet kavramı üzerine temellendirilmiş olması,adalet kavramının irdelenmesini gerektirir.Çünkü,ancak bu şekilde hukukun gerçek anlamına yakın bir duruş elde edilir.

Öyleyse başlayalım.Adalet nedir?

Adalet eşitliktir.Önyargısız ve tarafsızca yaklaşılan her olgu adildir.

Öyleyse hukukun tanımına tekrardan ulaşmaya çalışalım.

Hukuk ; adalet temeline dayanıp,suça karşı ceza verilerek , "HAK ALMA" veya "HAK VERME" sanatıdır.

Hukuk olgusu,varolup evrildiği günden bu yana hep güçlülerin tekelinde olduğu kanısındayım.Çünkü güçlü olan değer yaratıp yıkarak adaleti yaratır ve onunla ooynayarak değiştirir.Adalet hep güce göre göreli bir kavram olmuştur.

Kültürden kültüre değişim gösteren İYİ ve KÖTÜ kavramları dolayısıyla,hukukun temeli olan adaletin tanımı da hep değişmiştir.Daha doğrusu kapsadığı alan ve detaylandırdığı olgular değişmiştir.

Bu sebeple hukukun evriminde tarafsız bir adalet duygusu yatmasa gerek.Çünkü herhangi bir vukuatı bir kültür suç olarak görsede diğer bir kültür suç olarak görmeyebilir.Hatta kahramanlık olarak bile algılayabilir.

Benim şahsi fikrim ; hukukun hep güçlülerin yarattığı değerlere göre değişim gösterip güçlülerin tekelinde olmasıdır.

SEÇGÜL
Old 01-04-2006, 01:25   #2
erdemlig

 
Varsayılan

Hukuk ve adalet! Haksızlığa uğradığını düşünen herkes, adaletin tecelli edeceği inancıyla hukuk arar. Ancak yukarıda da işaret edildiği gibi 'adalet' nedir? Adaleti sağlayacağına inanılan mercinin (hukukun) hükmünü uygulayacak gücü var mıdır? Dolayısıyle hukuk ister istemez güçlünün istediği doğrultuda şekillenmeye başlıyor. Adalet de adalet olmaktan çıkıp hakim gücün istediği hükme dönüşüveriyor. Şu kısacık ömrümüzde gerek ülkemizde, gerekse dünyada bunun birçok örneğini görüp duymayanımız yoktur sanıyorum. Adalet dediğimiz şey, güçlünün kurallarından başka şey (maalesef) değildır. Mevcut durum, bundan binlerce yıl önce, kitaplarda okuduğumuz ve vahşi dediğimiz insanın beğendiği tarlaya silahını dayayarak el koymasından farklı değildır. Aradaki fark sadece yöntemin biraz daha incelmiş olmasıdır. Devletler hukukuna hiç girmeyeceğim. Zira olan biten tüm dünyanın gözü önündedir ve bugün her ülke gücü oranında diğerlerine kendi kurallarını dayatmaktadır. En büyük güç ise sadece benim menfaatime uyan kurallar geçerlidir demektedir.

Ülke içinde de maalesef durum parlak değildir. Dördüncü kuvvet denilen basın gerçekte birinci kuvvettir. Hukuka da gerektiğinde gerektiği ölçüde yön verme kudretindedir. 'Bir şeyin şuyu vukuundan beterdir' anlayışı da ne menem bir anlayışsa mazlumun zalim sıfatı ile nitelendirilmesine yetmektedir. Dolayısıyle gerektiğinde basın da kullanılarak bu ülkede anayasa ve kanunlarımız her ne kadar delile dayanmayan suçlamanın geçersiz olduğunu yazsa da istenilen sonuca ulaşılmaktadır.

Hukuk ve adaletin ne olduğu gerçekte her insanın vicdanında berrak bir biçimde vardır. Bu kavramların somutlaştırılması konusunda milletlerin de insanlığın da bir sıkıntı yaşamayacağı ve ortak noktaları rahatlıkla belirleyebileceği hakkında da hiç şüphem yoktur. Ancak mesele bu değildir. Asıl mesele insanlığın vicdanında var olduğunu bildiğimiz soyut adalet anlayışının tecellisindedir. Bir gün bir deha bu problemi çözebilir mi diyeceğim ama dilim varmıyor doğrusu! Görebildiğim tek çare güçlü olmak! Ama kim nereye kadar güçlü olacak? Gücün de gerek insanları, gerekse milletleri şımarttığını; zayıfken adalet peşinde koşanların güç sahibi olduklarında eski zalimleri dahi arattıklarını unutmadan cevaplamamız gerekiyor. Her şeye rağmen önce güç! Gücün olmadığı yerde adaletten bahsetmenin dilencilikten pek farklı olmadığını hisseder gibi oluyorum. Nihayetinde adalet ve hukuku tek başına irdelemek yetmiyor. Meseleye 'insan ve toplum'u her yönüyle ele alarak; yasama, yürütme, eğitim, ekonomi gibi tüm alanları kuşatıcı bir yaklaşımla bakmak gerekiyor galiba. Çözüm:şimdilik imkansız gibi bir şey. Saygılarımla.
Old 02-04-2006, 01:28   #3
Gemici

 
Varsayılan

Alıntı:
Gücün olmadığı yerde adaletten bahsetmenin dilencilikten pek farklı olmadığını hisseder gibi oluyorum.

Adaletin temeli gerçekten güçmüdür?
Old 02-04-2006, 11:52   #4
erdemlig

 
Varsayılan

Siz gerçekten adaletin haklılık ve hakkaniyet ölçülerinde tecelli ettiğine mi inanıyorsunuz? Öyleyse bazı gerçekleri genelden özele doğru değerlendirelim:
Kanun ve adalet kavramları farklıdır. Biz doğru veya yanlış hepsini karıştırmış toptan adalet ve hukuk kavramlarının içine yerleştirmişiz. Gerek ülke gerekse dünya ölçeğinde kanunların asıl kaynağı güçtür. Güçler dengesi kanunları oluşturur. Ayrıca var olan kanunların yaptırımı da kanunun uygulanacağı kişi veya grubun gücüne bağlı olarak vardır veya yoktur.
Bizim sormamız gereken soru şu olmalı: 1. Gerçekten adalet nedir? 2. Adaletin gereği ancak güç ile yerine getirilebileceğine göre bu güç hangi kaynaktan nasıl sağlanabilir. Unutmayınız ne kadar haklı olursanız olunuz, eğer o hakkı savunup alabilecek güçten yoksunsanız ancak ve ancak zavallı bir dilenciden öte bir şey değilsiniz!
Sorularımızı cevaplandırmaya çalışalım:1. Gerçekten adalet insanların vicdanlarındaki adalet ve hukuk kavramlarının ortak paydasından başka bir şey değildir. Bir yönüyle evrensel, diğer bir yönüyle de yerel veya millidir.
2. Adaletin tecellisi aşamasında ve tecellisinden sonra uygulaması aşamasında müdahalelerden korunması gerekir ki bu da ancak güç ile olur. Yani meseleye nereden nasıl girerseniz giriniz güç olmadan adalet olmaz. Şimdi asıl vurucu sorumuza gelelim: Güçlünün adaleti mi adaletin gücü mü peşinde olduğumuz? Adaletin gücü amacımız olduğuna göre; adalet peşinde olanlar da en az zalimler kadar güçlü olmadıkça adalet tecelli etmez. Yalnız şunu unutmayalım: Gücün kaynağı nedir peki? Onu da başka bir zaman değerlendiririz. Saygılarımla.
Old 02-04-2006, 22:04   #5
Gemici

 
Varsayılan

Sayın erdemlig,
Yukarıdaki soruyu sormamın gerekçesi bir kavram kargaşası oluşmasını önlemek amacına dayalı idi. Gücün, kaba kuvvetin, despotluğun, keyfiliğin, adam kayırmanın olduğu yerde, adalet yoktur ve olamazda. Kendi gücüne veya silahlarının gücüne dayanarak başkalarının üstüne çullanmanın adaletle ilgisi olmadığı gibi.

Bir Nazi Almanyasında, bir Mussolini İtalyasında ve bir Franko İspanyasında yürürlükte olan bir hukuk olduğu halde adalet yoktu.

Verdiğiniz örneklerde de durum aynı, ortada adalet yok adaletsizlik var. Adaletsiz bir uygulama kendisini adalet olarak nitelendirmekle 'adalet' olamaz. Yürürlükteki hukukla adaleti birbirine karıştırmamak gerekir. Yürürlükteki hukuka uygun olan adalet kavramına ters düşebiliyor çoğu zaman.

Adalet kavramı sitede 'adalet ve şans' başlığı altında tartışılmıştı. Aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

http://www.turkhukuksitesi.com/showt...t=ilahi+adalet

Adaletin tarifi konusunda Ziya Paşanın 'Takvimden bir Yaprak ' alanına aldığım çok güzel bir özdeyişi var:

Kadı ola davacı ve muhzır dahi şahit,
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?

Ziya Paşa

muhzır: mahkeme görevlisi


Saygılarımla
Old 06-04-2006, 23:05   #6
erdemlig

 
Varsayılan

Sayın Gemici, belirttiğiniz anketle ilgili yazıları zevkle okudum, teşekkür ederim ancak; bir noktayı özellikle vurgulamak isterim. Kanun ve hukuk farklı kavramlardır. Mussoloni ve benzeri diktatörlerin hüküm sürdüğü ülkelerde -kendileri her ne kadar hukuk deseler de- ancak kanun vardır, hukuk yoktur. Bu tür devletlere de 'hukuk devleti' denmez, 'kanun devleti' denir. 'Hukukun üstünlüğü' ilkesinin benimsendiği ülkelerdir ki ancak onlara hukuk devleti diyebiliriz. Adalet kavramına gelince zamana, mekana ve topluma göre kapsamı değişmektedir. Aynı toplumda dahi bir dönem 'adil' kabul edilebilen bir uygulama ileriki bir dönemde 'haksız ve yanlış' görülebilmektedir. Bundan dolayıdır ki adalet kavramı için toplumun vicdanını ölçü almakta fayda vardır. Benim asıl üzerinde durmaya çalıştığım husus, hukukun kaynağının ne olduğudur. Buna birileri yasama organı, başka birileri hukuk kurumlarının içtihatlarıdır diye cevap verebilir. Onlara diyecek bir sözüm de yoktur. Benim asıl aradığım hukukun asıl kaynağının ne olduğudur ki belirtirseniz sevinirim. Saygılarımla.
Old 28-08-2006, 20:48   #7
RıFaT

 
Varsayılan

her eşitlik adalet midir?eşitlik ve adalet aynı töz müdür?ayrı tözler mi?
Old 26-09-2006, 16:42   #8
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Sn.Rıfat'ın sorusu çok doğru bir noktayı işaret etmiş. Bence, adalet =eşitlik pek doğru değil. Adalet, eşitlikten ziyade denklik ile ilişkilendirilmeli. Aksi halde hukukta her olayın "biricik" oluşundan söz etmemizin anlamı kalmıyor. Her olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi inceliği es geçilebiliyor. Adalet, eşitlik değildir. Belki eşit olduğunu hissetmektir , ama kavram olarak eşitlik tek başına adalet duygusunun varlığı için yeterli olamaz.

Sayısal olarak 2'ye eşit olan şey, size 2 sonucunu getirecek tüm çarpımlar, çıkarmalar, bölmeler ve toplamalar olacaktır.Ancak işin içine insan girince bu kadar keskin bir eşitliğin sağlanmasının mümkün olamayacağını düşünüyorum. Bu nedenle eşitlik yerine denklik daha uygun bir kullanım gibi geliyor.

Saygılar.
Old 01-01-2007, 02:31   #9
calikusu_kamuran

 
Varsayılan

her eşitlik adalet midir?eşitlik ve adalet aynı töz müdür?ayrı tözler mi?

Değerli arkadaşım bu soruyu yerinde sormuş. Evet Adalet eşitlik veya denklik değildir. Ama şöyle düşünmekte yarar vardır. Diyelim ki insanların elinde en iyi HAK olarak yalnızca 2 adet hak olsun başka bir hak olmasın insaların elinde, işte burada Her insanın bu 2 haktan yararlanma haklarını hangi kavramla anacaksınız. Biz eğer insana yakışan tüm imkanları, durumları, halleri, hakları bilir isek sonuçta herkesin bu haklara ulaşmasını EŞİTLİK VEYA ADALET kavramı ile anmak zorundayız. Yani nereye varırsanız varın en yüce HAZZA ülkede bir veya iki kişi ulaşabilirken diğer insanlar ulaşamıyorsa adaletin yokluğundan bahsedilir. İnsana yakışan hakkın ne olduğu sorunu başka onun her insana tanınması sorunu başkadır. İnsana hangi hakkın da verilmesi gerektiği inasanın BİLGİ ALANIYLA İLİM ALANIYLA İLGİLİ BİR MEVZUDUR VE sürekli bir değişim gösterir. Diyelim ki insanların yalnızca BİR ELMA AĞACINDAN YEME HAKLARI OLDUĞU İLKEL BİR TOPLUM DÜŞÜNELİM ...İŞTE burada en yüce istek elbette ki insana en yakışan olarak bu elmadan yemek olacaktır. O elmadan yalnızca Efendi yiyor ise işte EŞİTLİK yani ADALET KALKMIŞTIR...Şimdi yalnızca elma yemek gibi en üstün bir hazza ulaşma imkanı olan devirdeki insanları düşünür isek ve bugünkü hazlara ulaşabilen insanlarla kıyaslar isek bu sefer İLKEL DÖNEMİN İNSANLARINI ADALETSİZ olarak yargılamak zorundayız. Ama o insanlardan her biri yalnızca elma yiyerek Adaleti yani eşitliği sağladılar...Ama bugünün imkanları insanların ulaşabildikleri ile kıyaslar isek Adaletsizdiler diyeceğiz çünkü yalnızca elma yeme HAKLARI vardı. Evet yalnızca elma yemek tek varlıkları idi ama ona eşit bir şekilde her biri ulaşmışsa orda adalet vardır.....EN NİHAYET SONUÇ İNSANIN ULAŞMIŞ OLDUĞU EN YÜCE DEĞERLERE HER İNSAN EŞİT BİR ŞEKİLDE ULAŞMA HAKKINA SAHİP İSE ORDA ADALET VARDIR. İnsanlık bu devirde uzaya çıkıyor iken bir kısım insanlar bu en yüce değerden yararlanma hakkına sahip değil ise orda adalet yoktur....KISACA ADALET EN YÜCE DEĞERLERE EŞİT BİR ŞEKİLDE ULAŞMA İMKANINA SAHİPLİKTİR.Not: En yüce değer kavramı artık Evrensel Değerler veya İnsan hakları kavramlarıyla da ifade edilebilmektedir.Sevgiler
Old 19-01-2007, 18:33   #10
calikusu_kamuran

 
Varsayılan

DENKLİK: Terezinin iki tarafındakilerin eşit olması.
Old 27-01-2007, 14:28   #11
elektra

 
Varsayılan

merhaba.hukuğun felsefi yönüyle bakıldığında kanunlar sadece geçerli.hukuğun felsefi yönüyle bakarsak.sadece kanunlar.ama yorum yapma hakkı yok.ben çok yakından hukukçu adliye personeli olarak görüyorumki hukuğun felsefesi yok.tartışmata yorum yapma gibi bir ortam yok.benim düşüncem.sizlerinde düşüncelerini paylaşmaktan mutluluk duyarım.
Old 07-02-2007, 18:50   #12
RıFaT

 
Varsayılan

Adalet, bir zamanlar teklifin konusuydu; şimdi talep bile edilemez durumda. Bugün adalet'ten söz etmek, bir mit'ten, bir hurafe'den, içi boş, sözde bir kavramdan söz etmek gibi görülüyor; tıpkı 'insan' gibi, 'insanlık' gibi.


Nedir insan? Sözgelimi 'insan' gösterilebilir mi?


Kimsenin kuşkusu olmasın ki bu soruya umumiyetle 'Hayır!' cevabı verilecek ve modernler bize 'insan' sözcüğünün dilde, 'insan' kavramının ise zihinde var olduğunu söylemekle şişineceklerdir. Varolan sadece "bu insan"dır, Ahmet'tir, Mehmet'tir, Leyla'dır, Hülya'dır ve fakat aslâ 'insan' değildir. İnsan'ı gör(e)meyen bu zihinsel duruşun durduğu noktadan elbette 'insanlık' görülemez. Bu insan'ın olduğu yerde 'insan', insan'ın olduğu yerdeyse 'insanlık' görülemiyor. İşte sırf bu yüzdendir ki 'insanlıksız' bir dünyada ister istemez "bu insan" da gerçek anlamıyla fark edilemiyor.


İnsanlık fark edilemiyorsa, bizler adalet'ten nasıl söz edebiliriz? Adalet'i mümkün kılan, adalet üzerine konuşmamıza imkân veren de insan'ın özü, yani 'insanlık' değil midir?

İnsanın özü farkedilmediği sürece, adalet'in de özü farkedilemez! Bir diğer deyişle adalet'i mümkün kılan öncelikle 'insanlık'tır; sonra 'insan', en son da 'bu insan'.


"Bu insan"ların toplamına verilen ad "insanlar"dır; 'insan' veya insanlık' değil! Adaletin özü, bu insan'ın farkedişine bırakılamaz; Hz. İnsan'ın ortaya çıkışını beklemek gerekir. Çünkü Hz. İnsan ortada olmadıkça adalet de ortada olamaz. Adaletin ikamesi Hz. İnsan'ın varlığına bağlıdır; zira Hz. İnsan olmayı başaramadıkça, âdil olmayı da başaramayız. Bu bakımdan yerkürenin sakinleri önce 'insanlık'ı farketmek, sonra insanlık nokta-i nazarından insan'ı tanımlamak, en nihayet bu tanımdan hareketle "bu insan"a, yani "insanlar"a adaleti teklif etmek imkânı bulabilirler.

Adalet'in elbette ahlâkî, hukukî, siyasî, iktisadî yönleri vardır; burası doğru! Ancak hepsinden evvel adalet, metafiziğe ilişkin bir kavramdır. 'İnsanlık' ile 'adalet' arasındaki bağa işaret etmem de başka bir şeyden değil, bu ilkeden kaynaklanıyor; yani sözkonusu olan metafizik temelli bir adalettir. Çünkü 'insanlık'ı temellendiren bilim ilk felsefe'dir (metafizik/hikmet-i ilahiye); insan'ı tanımlayan bilim fiziktir (hikmet-i tabiiye), "bu insan'ı araştıran ethik (tehzib-i ahlâk) iken, "insanlar"ı da hukuk, iktisad ve siyaset (tedbir-i menzil ve siyaset-i medeniye) bilimleri kendisine konu edinir.

Kadim siyaset felsefesinin Osmanlı'da tekemmül etmiş şekli "Adalet Dairesi" ile temsil edilir. Çünkü zulm ü cevr bir yokluktur; adaletin yokluğu... Önce varlık/varolan bilinmeli, sonra yokluk varlığa nisbetle tanımlanmalı. Bu bakımdan "bir şeyi yerli yerine koymak" anlamına gelen adalet'i tanımlayabilmeliyiz ki ardından "bir şeyi yerli yerine koymamak" anlamına gelen zulm ü cevri de tanımlayabilelim.


AAdalet bir sonuçtur; sonuçların sonucu. Bu sonucun ortaya çıkmasında cihan "maddî neden/material cause", devlet "sûrî neden/formel cause", padişah-ı âlem "fâil neden/efficient cause", salâh-ı cihan ise "gaî neden/final cause"dir. Arada ise hukukî, siyasî, askerî, iktisadî, ictimaî kuvvetler rol oynar. Hepsinin yerini bilmesi, yani olmaları gereken yerde bulunmaları adalet'le, aksi ise zulüm'le sonuçlanır.


Şimdi sözü uzatmadan Osmanlı siyaset sisteminin en üst açıklamalarından biri olan Adalet Dairesi'ni görelim:


1) Adl'dir mucib-i salâh-ı cihan (gaî neden)
2) Cihan bir bağdır, divarı devlet (maddî ve sûrî neden)
3) Devletin nâzımı şeriattır (hukukî güç)
4) Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk (siyasî güç)
5) Mülk zabteylemez illâ leşker (askerî güç)
6) Leşkeri cemedemez illâ mal (iktisadî güç)
7) Malı cemeyleyen raiyettir (ictimaî güç)
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl. (fail neden)


Bir dairenin içinde yer alan bu tanımlar birbiri ardısıra okunmalı ve son satıra gelindiği an tekrar ilk satıra dönülmeli. Mümkün olsaydı da en üste Adalet'i, onun tam altına gelecek şekilde Mülk'ü yerleştirebilseydik. Bu durumda Mülk ile Adalet birbirinden ayrı düşünülemeyen iki kavram olarak yerlerini alır ve Adalet ile Mülk arasında cihan, devlet ve hukukun, Mülk ile Adalet arasında da yine sırasıyla askerî, iktisadî ve ictimaî güçlerin yer aldığı daha açık bir biçimde görülebilirdi.


"İnsan medeniyyun bi't-tab'dır/sosyal bir canlıdır" hükmünün köklü bir yorumundan ibaret olan Adalet Dairesi'nin anlamını kısaca şöyle açıklayabiliriz:

1) Adalet dünya barışının temelidir.
2) Cihan bağının sınırlarını devlet belirler.
3) İşbu devlet duvarını inşa edecek, devlete nizam verecek olan hukuktur.
4) Siyasî güç olmaksızın hukuk, fonksiyonlarını (yaptırımlarını) icra edemez.
5) Siyasî gücü askeriye korur.
6) Askerî gücün yaşamasını iktisad sağlar.
7) İktisadî gücü halk temin eder.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adalettir.

1) Adalet dünya barışının temelidir.
2) ...
Old 20-04-2007, 02:15   #13
erkanparay

 
Varsayılan felesefe ve sosyolojinin hukuk da yeri ve önemi sizce nedir_?

sizlerinde tanıdığını düşündüğüm PROF.DR Cahit CAN hocamızın değimi ile hukuk felsefesi ve sosyolojisi olmayan bir hukuk dalı boş bir kutu gibidir..bir inşaatın temeli demişti hocamız ilk çağlardan günümüze gelinceye kadar insanların adalet eşitlik kavramları anlatılıyo yapılan tanımlar hep aynı güünümüzde de aynı uygula alanına gelindiğinde ise çok değişim göstermektedir. sizce hukuk felsefesi ve sosyolojisi hukuk kurallarının düzenlenmesinde ve uygulanmasında yeri nedir_? SAYGILARIMLA
Old 20-04-2007, 14:08   #14
GENÇ HUKUKÇU 88

 
Varsayılan

Sosyal bir varlık olarak birey 'sosyal ödev'le yükümlüdüe.Hukuk sosyal insanın kualıdır.(yasasıdır);çünkü sosyal algılar sosyal insanın gerçekliğidir.‘Sosyal ödev’ öncelikle, bireyin, bireysel benliğini, bilinç düzeyini, mümkün olabilen en üstün formda geliştirme yükümlülüğü olarak kendini hissettirir. Birey, yaşadığı toplumsal koşullar içinde, mümkün olabilen en üstün formda kendisini geliştirmek, yetiştirmek için çaba sarf etmek yükümlülüğü altındadır.19 ‘Sosyal ödev’, bireye, kendi gelişimini sürdürürken, diğer bireylerin, bireysel gelişimlerine engel oluşturmama yükümlülüğü olarak da anlam kazanır. ‘Sosyal ödev’ yükümlülüğü, son aşamada, bireye, toplumsal yaşam gerçekliğine katkıda bulunma yükümlülüğü olarak varlık kazanır. Birey, bu yükümlülük alanı içinde, sahip olduğu tüm fiziksel ve düşünsel yeteneğini, toplumsal yaşam tablosunun ‘olumlu’ bir gelişim süreci göstermesine katkı sağlamak yönünde kullanır. Bu anlamda, birey, sahip olduğu tüm olanakları, öncelikle toplumsal yararlılığı gözeterek kullanmak; bireysel yarara, toplumsal yararlılığı gözeterek ulaşmak, bireysel olanla toplumsal olanı bağdaştırmak yükümlülüğü altındadır. Bireyin sahip olduğu tüm hakların kullanım biçimi, gerçekte onun ‘sosyal fonksiyonu’ olarak somutlaşır.‘Sosyal ödev’, kamusal gücü elinde tutan kamu görevlilerine de, bireylerin fiziksel ve düşünsel gelişimi için uygun koşulların yaratılması, onların gelişimine engel olunmaması, bu amaca yönelik bütün yıkıcı eylemlere karşı çıkılması ve ‘olumlu toplumsal yaşam koşulları’nın oluşturulması yönünde etkin katılımda bulunma yükümlülüğü olarak somutlaşmakta ve bu anlamda bireysel yükümlülükten daha da ağır sorumluluklar içermektedir.Hukuk Kuralının Temeli Davranış Kuralıdır (Hukuk Sosyal Bir Olgudur) :
Nerede bir toplumsal yaşam var ise, orada kaçınılmaz bir şekilde davranış kuralı (sosyal norm) mevcuttur. Davranış kuralı sosyal bir üründür ve daha ziyade o, toplumsal yaşamın kendisidir; topluluk yaşamının varlığı, zorunlu olarak davranış kuralının varlığını da içerir. Toplum ve davranış kuralı bir ve aynı şeydir; davranış kuralı, insanların topluluk halinde yaşaması olgusu sayesinde vardır. Toplumsal yaşam gerçekliği içinde hangi biçim ve içerik altında olursa olsun davranış kuralı mutlaka vardır. Davranış kuralı, insan toplulukları var olduğundan bu yana vardır ve insan toplulukları var olduğu sürece de var olacaktır. Davranış kuralı en ilkel topluluktan en gelişmiş topluma kadar tüm insan toplulukları içinde, basit ya da karmaşık bir yapı olarak daima var olmuştur.20 Bunun içindir ki, bütün davranış kuralları, kaçınılmaz olarak toplumsallıkla işbirliği içinde olmayı öngörür.
Davranış kuralı, toplumsal gerçeklikten doğuyor ve toplumsal gerçekliğin doğasına katkı sağlayan, bireysel yükümlülüklerin yerine getirilmesine olanak tanıyan normlar olarak ve sonuçta bir sosyal olgu olarak varlık ve işlev kazanıyor. Davranış kuralının varlığı, birey için olgusal bir gerçekliktir. Toplumda geçerlilik kazanmış tüm davranış kuralları (informel ya da formel kurallar) sosyal olgunun doğasından çıkan temel ilke üzerinde oluşmuş ve varlık (işlev) kazanmıştır. Bireyin, toplumsal gerçekliğin doğasından çıkan ilkeye uygun davranmak ya da aykırı davranmaktan kaçınmak yönünde oluşan iki yönlü zorunluluğu, davranış kuralını belirliyor. Toplumsal gerçekliğin doğasından çıkan, sadece kuralın ilkesi değil, aynı zamanda kuralın içeriğidir; çünkü toplumsal gerçekliğin doğası, kuralın ilkesini oluşturduğu gibi kuralın içeriğini de belirler. Sonuç olarak, davranış kuralı toplumsal gerçeklikten doğuyor ve toplumsal gerçekliğin doğası üzerinde biçim ve içerik kazanıyor ve toplumsal gerçekliğin yapısında meydana gelen değişime bağlı olarak devingenlik gösteriyor.Hukuk, Toplumsal Yaşam Gerçekliğinin Yapısı ve İşlerliğine Katkıda Bulunmak Ödeviyle Tanımlanmış Bir Sosyal Kurumdur:
Hukuk, bireyin ‘sosyal ödevi’ni gerçekleştirmesi amacına uygun olarak, her şeyden önce bireysel benliğin üstün bir formda gelişmesine, bireysel gelişimi engelleyen, durduran tüm faktörlerin ortadan kaldırılmasına; bireyin, toplumsal yaşam gerçekliğini oluşturan koşul ve değişkenlerin geliştirilmesine katkıda bulunmasına, bu amaçla kamusal görevlerin etkin olarak düzenlenmesine katkı sağlayan; bireysel istek ve özlemlere, toplumsal amaçlara sağladığı katkı ölçüsünde saygınlık (meşruluk) kazandıran; ‘sosyal ödev’in gerçekleşmesi amacına uygun düzenlemeler yapan ve bu amaçla, gerekli olan kural ve kurumları yaratan, kural etkinliğini sağlayan ve sonuçta, toplumsal gerçekliğin doğasından çıkan ilke üzerinde bireysel iradeyi yönlendiren bir sosyal olgu olarak işlev görür.
Hukukun bireysel iradeye yüklediği ‘sosyal ödev’ yükümlülüğü, bir yandan bireyselliğin gelişimine katkıda bulunmak, diğer yandan toplumsal yaşam gerçekliğini oluşturan koşullara ya da bu koşullar içinde yer alan değişkenlere, onların varlığına, gelişimine, süreklilik kazanmasına, kısaca ‘olumlu toplumsal yaşam tablosu’nun oluşumuna katkıda bulunmak yükümlülüğü (ödevi) olarak varlık kazanıyor. Hukukun öngördüğü düzen ile bireysel bilincin istek ve özlemleri arasında bir karşıtlık oluşmuyor, aksine güçlü bir uzlaşma, karşılıklı olarak bir onama bilinci gelişiyor; çünkü, bireysel bilinç, acı ve ızdıraplarını dindirmek ve daha az acı çekme özlemini gerçekleştirmek için ‘olumlu toplumsal yaşam tablosu’nun kaçınılmaz bir gereklilik olduğu bilincine ulaşıyor. Bir yandan bireysellik diğer yandan toplumsallık bilinci, bir paradoks olarak değil, bireyin gerçekliği olarak anlam kazanıyor.
Old 30-04-2007, 15:20   #15
üye15905

 
Varsayılan

bilimlerin bilimi felsefeden ilk ayrılan matematik olmuş onu hukuk izlemıştır.
zaten büyük hukukçular metamatikciydiler.
ayrılmaz parçadır hukuk da felsefe içinde.
isterim ki universitelerde ana ders olarak okutulsun felsefe.
Old 24-11-2011, 15:56   #16
RıFaT

 
Varsayılan

Asıl öğretilmesi zorunlu olan matematiktir.Adı üstünde yargı kavramı yarmaktan türer.Herhangi bir şeyi yarmak,adaletli bir şekilde yarmak matematiğin öğrenilmesini zorunlu haline getirir.
Old 02-12-2011, 22:47   #17
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan üye15905
isterim ki universitelerde ana ders olarak okutulsun felsefe
1- Felsefeyi öğrenmek için, ana ders bile olsa hukuk fakültesi yetmez. Yarım yamalak okunan bir dersin yarardan çok zararı olur diye düşünüyorum.

Örnek olarak bakınız: Hukuk fakültesini bitirmemiş ama hukuku bildiğini iddia edenlerin düştüğü gülünç yanlışlar.

2- Doğruluğu konusunda üzerinde anlaşmaya varılmış bir felsefi görüş bulunmamaktadır. Derste öğretilecek bir doğru yoksa dersin yararı konusunda kuşku duyulur.
Alıntı:
Yazan RıFaT
Asıl öğretilmesi zorunlu olan matematiktir. Adı üstünde yargı kavramı yarmaktan türer.Herhangi bir şeyi yarmak,adaletli bir şekilde yarmak matematiğin öğrenilmesini zorunlu haline getirir.
-Miras hukukunda bayağı kesirleri bilmek gerekir.
-Faiz hesabında yüzdeleri bilmek gerekir.
-Sürelerin hesaplanmasında parmak hesabı veya excell programı kullanılabilir.

Hukukçuya gereken matematik bilgisi ilkokulda alınmaktadır.

Matematiğin gerekçesi ''Yarmak'' ölçütüne bağlanırsa odun yarmakla ömür geçiren odunculara da matematik dersi önermek gerekir.

Özetle: Hukukçuların öğrenmesi gereken tek şey hukuktur ki ona da ömür yetmez. En doğrusu bir (ya da birbiriyle ilgili iki-üç) dalda uzmanlaşmaktır.

Saygılarımla
Old 03-12-2011, 14:32   #18
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Sürelerin hesabında, parmak usulünden şaşmayınız. ( Prof. Dr. Bâki Kuru,; yer: Ankara Hukuk Fakültesi 3 ncü sınıf anfisi; tarih: bir zamanlar).
Old 03-12-2011, 15:26   #19
Gemici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Özetle: Hukukçuların öğrenmesi gereken tek şey hukuktur ki ona da ömür yetmez. En doğrusu bir (ya da birbiriyle ilgili iki-üç) dalda uzmanlaşmaktır.
Hukuk nedir?
Hukuku nasıl tarif edebiliriz?
Hukukun tarifini, hukukun ne olduğunun cevabını bize hukuk mu verir, yoksa başka kaynaklardan faydalanmak mı gerekir?
Hukuk yürürlükteki yasalar ve diğer hükümlerle mi sınırlıdır?
Hukukçu yürürlükteki yasaları, yönetmelikleri ve diğer hükümleri mi öğrenmelidir?
Hukukçunun öğrenmesi gereken tek hukuk nedir?

Saygılarımla
Old 03-12-2011, 16:51   #20
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Gemici
Hukukun tarifini, hukukun ne olduğunun cevabını bize hukuk mu verir, yoksa başka kaynaklardan faydalanmak mı gerekir?
Sanıyorum yukarıdaki kolay soruları felsefe dersi bağlamında sordunuz. Ben de bu çerçevede yanıtlıyorum:

Hukukun ne olduğunu hukukçu bilir. Hukukun ne olduğu hukuk fakültelerinin birinci sınıfında Hukuk Başlangıcı - Hukuka Giriş derslerinde öğretilir. Ama hukukçu bu konuyu emekli olmaya yakın bir zamanda daha iyi kavrar.

Değişik felsefe okulları da hukuku tanımlayabilir. Ama bu tanımlar felsefe alanında geçerli olur. Hukukçu kendi felsefi görüşüne göre felsefi tanımlardan birini benimseyebilir. Ama hukukçunun bilmesi gereken tanım hukuk fakültesinde öğretilenlerdir.
Alıntı:

Hukuk yürürlükteki yasalar ve diğer hükümlerle mi sınırlıdır?
Hukukçu yürürlükteki yasaları, yönetmelikleri ve diğer hükümleri mi öğrenmelidir?
Hukuk kanun ve yönetmeliklerle sınırlı olsa hukuk diye bir kavram olmazdı. Borçlar Hukuku dersi yerine Borçlar Kanunu dersi olurdu. Şimdi fakültelerde öğretilen de Borçlar Kanunu değil borçlar hukukudur.
Alıntı:
Hukukçunun öğrenmesi gereken tek hukuk nedir?
Hukukçunun öğrenmesi gereken tek şey hukuktur. Hukukçunun matematik veya felsefe dersleri almasına ihtiyacı yoktur. Hukuk nosyonu ve daha sonra alacağı mesleki formasyonu ile zaten yargılama, tartma, denkleştirme ve mağduru mutlu etme işlemlerini yapabilir. Matematik ve felsefe bundan daha fazlasını yapamaz.

Çiçek koklamak ile çiçek koklamak üzerine düşünmek ayrı eylemlerdir. Bana çiçek koklamak üzerine felsefi görüşler gönderilmesi yerine bir çiçek gönderilmesini tercih ederim.

Saygılarımla
Old 03-12-2011, 16:55   #21
Av.Ömer Güntay

 
Varsayılan

Hukuk öğrenimi olması gerekenlerle (hukuk) olanın (yasa ve diğer yürürlük kaynakları) öğretildiği, olana, olması gerekene göre nasıl anlam verileceğinin de (uygulama) öğretildiği bir öğretimi ifade eder.
Hukukçuya hukuku kavramaya yetecek kadar bir nitelikli düşünme gücü (felsefe/hukuk felsefesi) ve olayların azlık-çokluk, zamansal akış ve sonuçlarını ölçüp biçecek kadar bir mantıksal yeti (matematik) yeterlidir. Fazlasına "gerek" yoktur; olursa olur. Yalnız, iyi bir hukukçuluk, felsefe ve matematik bilmeye "bağlanırsa" ben onu kabul etmem.
Yanılıyorsam şayet, ben hukukçu değilim.
Saygılar.
Old 05-12-2011, 01:20   #22
Gemici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Özetle: Hukukçuların öğrenmesi gereken tek şey hukuktur ki ona da ömür yetmez. En doğrusu bir (ya da birbiriyle ilgili iki-üç) dalda uzmanlaşmaktır.
Sayın Av.Armağan Konyalı,

açıklamalarınız için teşekkürler. Koyulaştırdığm cümleniz kafamda karışıklıklara yol açtığı için bir önceki mesajımda 'Hukuk nedir' sorusunu yöneltmiştim. yazdıklarınız büyük ölçüde konuyu açıklığa kavuşturdu. Buna rağmen bir hukukçunun neleri bilmesi gerektiği konusuna bir açıklık getirmek gerektiğini düşünüyorum.
Bence bir hukukçu:
Hukuk teorisi,
Hukuk felsefesi,
Hukuk tarihi ve
Hukuk sosyolojisi konularında bilgi sahibi olmalıdır.
Hukukun teorisini, ferlsefesini, tarihini ve sosyolojisini bilmek içinse, teorinin, felsefenin, tarihin ve sosyolojinin ne olduğunu bilmek zorundadır hukukçu.

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Değişik felsefe okulları da hukuku tanımlayabilir. Ama bu tanımlar felsefe alanında geçerli olur. Hukukçu kendi felsefi görüşüne göre felsefi tanımlardan birini benimseyebilir. Ama hukukçunun bilmesi gereken tanım hukuk fakültesinde öğretilenlerdir.

Hukuk felsefesi konusunda sizinle aynı fikirde değilim. Hukuk felsefesinden ve felsefeden etkilenmiyen hiçbir hukuk sistemi yoktur. Her hukuk sisteminin ve her devlet yapısının temelinde ya bir bir felsefi ya da bir dini düşünce yatar.
Saygılarımla
Old 05-12-2011, 13:41   #23
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Gemici
Hukukun teorisini, ferlsefesini, tarihini ve sosyolojisini bilmek içinse, teorinin, felsefenin, tarihin ve sosyolojinin ne olduğunu bilmek zorundadır hukukçu.
Felsefe ''olan hukuk'' ile ilgilenmez. Felsefe ''olması gereken hukuku'' anlatır. Hukukçu ise ''olan hukuku'' öğrenmek ve uygulamak zorundadır.

Bu anlamda, felsefe öğrenmesi gereken hukukçu değil, kanun koyucudur. Hukukçu olması gereken hukuku uygulayamaz: hukukçu olan hukukla bağlıdır.

Hukukçu, hukukun yanı sıra felsefeyi de öğrenebilirse hukukçu - filozof olur; daha büyük hukukçu olmaz. Felsefenin olması gereken hukuku anlatmasıyla hukukçunun hukuk bilgisi genişlemez; felsefe bilgisi genişler.
Alıntı:

Hukuk felsefesi konusunda sizinle aynı fikirde değilim. Hukuk felsefesinden ve felsefeden etkilenmiyen hiçbir hukuk sistemi yoktur. Her hukuk sisteminin ve her devlet yapısının temelinde ya bir bir felsefi ya da bir dini düşünce yatar.
Hukukun etkilenmediği bilim yoktur. Örneğin tıp da hukukla ilgilidir. Bu ilgi Adli Tıp olarak adlandırılır. Ama adında ''ADLİ'' olduğuna bakmamak gerekir: Adli tıp tıp biliminin bir dalıdır; hukukun dalı değildir. Hukuk felsefesi felsefenin bir dalıdır; hukukun dalı değildir.

Hukuk ayrı bir ağaçtır. Hukuk aynı ormanda aynı yağmurlarla beslense bile diğer ağaçlardan ayrıdır.

Hukukun dalları ile siyaset biliminin dalları birbirine girebilir. Hukukun dalları ekonominin dallarının gölgesinde kalabilir. Ama ağaçları birbiri ile karıştırmamak gerekir. Meyveleri farklıdır.

Sonuç olarak ''ilgilidir-etkilidir'' diyerek hukukçuya hukuk dışında bilim yapma zorunluluğu getirilmesi hukuka zarar verir. Hukukçuya tıp, ekonomi, felsefe gibi bilimler öğretilmeye kalkılırsa hukuk eğitimi güdük kalır. Hukukun alanı geniş olduğundan hukukçunun zamanı dardır.

Hukukçu ömrünü hukukla geçirmezse iyi bir hukukçu olamaz. Hukukçu ömrünü hukukla geçirirse belki iyi bir hukukçu olabilir.

Saygılarımla
Old 05-12-2011, 22:40   #24
Gemici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı


Alıntı:
Yazan Gemici


Hukukun teorisini, ferlsefesini, tarihini ve sosyolojisini bilmek içinse, teorinin, felsefenin, tarihin ve sosyolojinin ne olduğunu bilmek zorundadır hukukçu.


Felsefe ''olan hukuk'' ile ilgilenmez. Felsefe ''olması gereken hukuku'' anlatır. Hukukçu ise ''olan hukuku'' öğrenmek ve uygulamak zorundadır.

Bu anlamda, felsefe öğrenmesi gereken hukukçu değil, kanun koyucudur. Hukukçu olması gereken hukuku uygulayamaz: hukukçu olan hukukla bağlıdır.

Hukukçu, hukukun yanı sıra felsefeyi de öğrenebilirse hukukçu - filozof olur; daha büyük hukukçu olmaz. Felsefenin olması gereken hukuku anlatmasıyla hukukçunun hukuk bilgisi genişlemez; felsefe bilgisi genişler.

Alıntı:
Yazan Gemici
Hukuk felsefesi konusunda sizinle aynı fikirde değilim. Hukuk felsefesinden ve felsefeden etkilenmiyen hiçbir hukuk sistemi yoktur. Her hukuk sisteminin ve her devlet yapısının temelinde ya bir bir felsefi ya da bir dini düşünce yatar.


Hukukun etkilenmediği bilim yoktur. Örneğin tıp da hukukla ilgilidir. Bu ilgi Adli Tıp olarak adlandırılır. Ama adında ''ADLİ'' olduğuna bakmamak gerekir: Adli tıp tıp biliminin bir dalıdır; hukukun dalı değildir. Hukuk felsefesi felsefenin bir dalıdır; hukukun dalı değildir.

Hukuk ayrı bir ağaçtır. Hukuk aynı ormanda aynı yağmurlarla beslense bile diğer ağaçlardan ayrıdır.

Hukukun dalları ile siyaset biliminin dalları birbirine girebilir. Hukukun dalları ekonominin dallarının gölgesinde kalabilir. Ama ağaçları birbiri ile karıştırmamak gerekir. Meyveleri farklıdır.

Sonuç olarak ''ilgilidir-etkilidir'' diyerek hukukçuya hukuk dışında bilim yapma zorunluluğu getirilmesi hukuka zarar verir. Hukukçuya tıp, ekonomi, felsefe gibi bilimler öğretilmeye kalkılırsa hukuk eğitimi güdük kalır. Hukukun alanı geniş olduğundan hukukçunun zamanı dardır.

Hukukçu ömrünü hukukla geçirmezse iyi bir hukukçu olamaz. Hukukçu ömrünü hukukla geçirirse belki iyi bir hukukçu olabilir.

Saygılarımla

Sayın Av.Armağan Konyalı,

1. yazdıklarınızı göz önünde bulundurursak, hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi, hukuk tarihi, Roma hukuk gibi derslerin okutulmaması gerekir,demek gerekir, çünkü hukukçular tarafından uygulanmıyorlar. Ama okutuluyorlar. Bu dalların okutulmaları ve öğrenilmeleri yersiz mi sizce?
2. yazdıklarınızdan çıkardığım ikinci bir sonuç, hukuk fakültesinde hukuk öğrenip mezun olanlar uygulamacıdır. Benim düşüncem tam tersi yönde: Hukuk fakültesi hukuk bilimini öğretir, meslek değil. Bu anlamda bilim öğreten fakültelerle meslek yüksek okulları arasında bir fark vardır. Hukuk fakülteleri akademiker yetiştirir, teknokrat değil.
3. Adli tıpla ilgili tespitinize katılıyorum, adli tıp bir tıp dalıdır,ismindende anlaşılacağı üzere bir adli dal değildir.
4. Genelde kanun koyucu oturup kanun taslağı hazırlamaz, kanun taslakları hukukçu danışmanlar tarafından hazırlanıp kanun koyucunun/parlamento komisyonlarının veya parlamentonun önüne tartışılıp üzerinde bir karar verilsin düye konur.
5. Hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi vs. okutan hocalar filosof değildir, hukukçudurlar ve hukukun felsefesini yapmaktadırlar.
6. Sırf yasa maddelerini bilen ve uygulayan bir hukukçu, hukuk fakültesini bitirmiş olsa bile iyi bir hukukçu değildir, bu hukuk bilgisi sosyolojik, psikolojik, antropolojik, felsefi bir temele otrutulmadığı sürece
7. Yasalar ve uygulama devletten devlete değişir, buna rağmen iyi bir hukukçu diğer ülkelerin yasalarını ve uygulamasını bişlmese bile, hukuku hukuk yapan temel değerleri kavramışsa eğer, düğer ülkelerde de iyi hukukçu olarak kabul görür. Buna en iyi örnek, Nazi Almanyasından kaçıp gelen Alman hukukçulardır.

Saygılarımla
Old 07-12-2011, 16:23   #25
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
1. yazdıklarınızı göz önünde bulundurursak, hukuk fakültelerinde Roma hukuku okutulmaması gerekir,demek gerekir, çünkü hukukçular tarafından uygulanmıyorlar. Ama okutuluyorlar. Bu dalların okutulmaları ve öğrenilmeleri yersiz mi sizce?
Yersiz değil tabii. Çünkü sizin de isabetle tespit ettiğiniz gibi Roma Hukuku dersi Romalılarla değil, günümüz hukukuyla ilgilidir. Geçen yıl yazdığınız mesajda ''Roma Hukuku’nu öğrenmek demek, yürürlükteki hukuku derinliğine anlamak ve bu hukukun prensiplerini ve yapısını keşfetmek demektir.'' demişsiniz. Bu doğru bir tespittir: Roma Hukuku tarihin konusu değil, yürürlükteki hukukun konusudur. Roma Hukuku hukukun ta kendisidir.

(Mesajınız için tıklayınız: http://www.turkhukuksitesi.com/showt...t=5794&page=11 11.sayfa 314.mesaj )
Alıntı:
1. yazdıklarınızı göz önünde bulundurursak, hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi, hukuk tarihi gibi derslerin okutulmaması gerekir,demek gerekir, çünkü hukukçular tarafından uygulanmıyorlar. Ama okutuluyorlar. Bu dalların okutulmaları ve öğrenilmeleri yersiz mi sizce?
Okutuluyor ama öğrenilecek kadar okutulmaması da benim görüşümü haklı çıkarıyor. Hukuk felsefesini ve hukuk sosyolojisini hangi hukukçu bildiğini iddia edebilir? Bunlar genel kültür dersidir. Bu dersler lisans öğrencilerine hitap etmez; lisans üstü eğitim yapmak isteyen akademisyenler için böylesi bölümler açılır.

Eğer sizin görüşünüz doğru olsaydı alacak davası olanlar avukat olarak hukuk felsefesi uzmanı arardı. Ama gördüğümüz kadarıyla borçlar hukuku uzmanı aranıyor.
Alıntı:
4. Genelde kanun koyucu oturup kanun taslağı hazırlamaz, kanun taslakları hukukçu danışmanlar tarafından hazırlanıp kanun koyucunun/parlamento komisyonlarının veya parlamentonun önüne tartışılıp üzerinde bir karar verilsin düye konur.
Sözünü ettiğiniz hukukçu danışmanlar hukuk felsefesi üzerine uzman mıdır?
Alıntı:

5. Hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi vs. okutan hocalar filosof değildir, hukukçudurlar ve hukukun felsefesini yapmaktadırlar.
Yani felsefe yapmaktadırlar... Anayasa hazırlık komisyonunda hukuk felsefesi hocası var mı?
Alıntı:

6. Sırf yasa maddelerini bilen ve uygulayan bir hukukçu, hukuk fakültesini bitirmiş olsa bile iyi bir hukukçu değildir, bu hukuk bilgisi sosyolojik, psikolojik, antropolojik, felsefi bir temele otrutulmadığı sürece
Hukukçu başı boş değildir. Hukukçunun birey olarak yapabileceği hukuk kurallarıyla sınırlıdır. Bu nedenle hukukçunun edindiği sosyolojik, psikolojik, antropolojik, felsefi görüşler hukukçunun iç dünyasını zenginleştirir ama hukukçuya hukuk çerçevesinde yarar sağlamaz. Buna karşılık hukukçu hukuka ayıracağı kısıtlı zamanını boşa harcamış olur. Orkide yetiştirmekle hukuk felsefesi aynı entellektüel kefeye konmalıdır.
Alıntı:
7. Yasalar ve uygulama devletten devlete değişir, buna rağmen iyi bir hukukçu diğer ülkelerin yasalarını ve uygulamasını bişlmese bile, hukuku hukuk yapan temel değerleri kavramışsa eğer, düğer ülkelerde de iyi hukukçu olarak kabul görür. Buna en iyi örnek, Nazi Almanyasından kaçıp gelen Alman hukukçulardır.
Nazilerden kaçan Alman hukukçuların başarısı Roma hukukundan kaynaklanmaktadır. Bugün Sudan'dan kaçıp gelen hukukçuların, felsefe ve antropoloji bilseler de Türkiye'de hiç şansları bulunmamaktadır.

Saygılarımla
Old 08-12-2011, 08:54   #26
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan

Alıntı:
Av.Armağan Konyalı
Alıntı:
Hukukçunun birey olarak yapabileceği hukuk kurallarıyla sınırlıdır. Bu nedenle hukukçunun edindiği sosyolojik, psikolojik, antropolojik, felsefi görüşler hukukçunun iç dünyasını zenginleştirir ama hukukçuya hukuk çerçevesinde yarar sağlamaz.


Felsefe; "felsefeyle uğraşan kişinin, ne olmadığını tam olarak bildiği fakat ne olduğunu yaklaşık olarak bile bilemediği" bir uğraştır.

Yasa koyucu
Avukat
Vekil-Avukat

Saygılarımla
Old 08-12-2011, 09:24   #27
Av.Ömer Güntay

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Orkide yetiştirmekle hukuk felsefesi aynı entellektüel kefeye konmalıdır.

Old 08-12-2011, 11:26   #28
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Ben
Orkide yetiştirmekle hukuk felsefesi aynı entellektüel kefeye konmalıdır.
Alıntı:
Yazan Av.Ömer Güntay
Sayın Av.Ömer Güntay

Yukarıdaki mesajınızı cümlemin anlamsızlığı konusunda bir uyarı olarak anladım. Bu nedenle cümleyi açıklama gereği duydum:

Orkide yetiştirmek güzel bir uğraştır. Hukuk felsefesi de öyle. Her güzel uğraş gibi bunlar için çok zaman ayırmak gerekir. Ama emekçilerin ve hukukçuların bu işe ayıracak zamanı yoktur. Emekçiler yaşam kavgasıyla, hukukçular kurallarla boğuşmak zorundadır. Orkide yetiştirmek veya hukuk felsefesini öğrenmek ancak meraklı ve işsiz entellektüellerin işidir.

Böyle olması sakıncasızdır çünkü hukukçuların işlerini yaparken orkideye ihtiyacı bulunmamaktadır.

Saygılarımla
Old 10-12-2011, 01:08   #29
Gemici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Okutuluyor ama öğrenilecek kadar okutulmaması da benim görüşümü haklı çıkarıyor. Hukuk felsefesini ve hukuk sosyolojisini hangi hukukçu bildiğini iddia edebilir? Bunlar genel kültür dersidir. Bu dersler lisans öğrencilerine hitap etmez; lisans üstü eğitim yapmak isteyen akademisyenler için böylesi bölümler açılır.

Eğer sizin görüşünüz doğru olsaydı alacak davası olanlar avukat olarak hukuk felsefesi uzmanı arardı. Ama gördüğümüz kadarıyla borçlar hukuku uzmanı aranıyor.


Sayın Av.Armağan Konyalı,
laf lafı, laf'ta yeni konuları açtığı için tartışılacak konu çoğaldı, yazdıklarınızın hepsine birden cevap vermek konuyu dağıtabileceği için, ilk etapta önemli bulduğum konulardan bir veya iki tanesine cevap vermeye çalışacağım, zaman bulabilirsem sıra diğerlerine de gelebilir.

Herşeyden önce ne üzerinde tartıştığımızı belirlemek ve konuyu ona göre sınırlandırmak zorundayız.
Hukuk ve felsefe, veya hukukçu ve filosof konusu; ben hukukçu filosof veya filosof hukukçu yetiştirelim demiyorum. Sadece ve sadece hukukçunun, hukuk felsefesini, hukuk sosyolojisini, hukuk antropolojisini ve hukuk tarihini bilmesi gerektiğini savunuyorum. Saydıklarımı bilmeyen bir hukukçu hukukçu değildir demiyorum, hukukçudur ama sizinde belirttiğiniz gibi sadece bir uygulamacı. Benim düşünceme göre bir üst yapı kurumunun temsilcisi olan hukukçu, kime, neye, neden, nasıl hizmet ettiğinin bilincinde olmalıdır. Bu bilince varmak içinse, sizin genel kültür olarak adlandırdığınız, benim bir hukukçunun dağarcığında bulunması gerektiğini savunduğum ve hukukçu kimliğinin olmazsa olmazı olarak gördüğüm dalların, fakültelerde öğretilmesi gerekir. Ve öğretiliyor da, ama benim düşünceme göre gerektiği gibi ve yeteri kadar değil.

Alıntı: Okutuluyor ama öğrenilecek kadar okutulmaması da benim görüşümü haklı çıkarıyor.diye belirtmişsiniz: Ben bir dersin okutulup'ta 'öğrenilecek kadar okutulmaması'nı kabul edemiyorum. Başka ülkelerde gereği kadar öğretiliyorsa, bizde baştan savma yapılıyorsa, kabahati hukukta veya ders'te değil, başka yerde aramak gerekir.

Genel kültür: saydığımız dallar genel kültürdür, ama sıradan genel kültür değil, hukukçu kimliğini belirleyen ve hukukçu kişiliğe bir hukukçu temeli bahşeden bir hukuk genel kültürü. Böyle olduğu için'de hukuk fakültelerinde genel kültür ve temel ders olarak söz konusu dersler öğretilir; aynı şekilde genel kültür oluşturan, edebiyat, müzik, resim vs. değil.

Saygılarımla
Old 10-12-2011, 09:47   #30
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Anılan hususlarda, ne güzel ders verdikleri anlatılırdı ya da verirlerdi: Prof. Dr. E. Hirsch; Prof. Dr. Kudret Ayiter; Prof. Dr. Hamide Topçuoğlu; Prof. Dr. Adnan Güriz...
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Hukukun Kitapları demirlaw Kitap 7 19-07-2013 15:33
polisi ilgilendiren yönü ile insan haklarında hukuki gelişmeler Av.Elvan Akkaya İnsan Hakları Hukuku Çalışma Grubu 4 24-11-2007 01:00
Faturanın Mal Teslimi Ve Hizmet İfasından Önce Veya Sonra Düzenlenmesi Gerektiği Yönü bekirbilgu Hukuk Soruları Arşivi 1 03-01-2005 12:00
Yaşananlar Ve Türkiye'de Hukukun İşleyişi sbudak Hukuk Sohbetleri 3 28-06-2004 08:46
Hukukun Tebessüme İhtiyacı Var!! abinitiolaw Site Lokali 3 06-06-2002 22:06


THS Sunucusu bu sayfayı 0,28415608 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.