Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

muris muvazaası

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 29-07-2012, 12:46   #1
av hasancelil

 
Varsayılan muris muvazaası

merhabalar degerli meslektaşlarım...
bir konuda bilginize ihtiyacım var muris ölmeden önce kardeşleri ahmet ve mehmete satışla devir ediyor taşınmazını ama aslında bagışlama kardeşler ahmet ve mehmet de bu taşınmazı akraba olmayan bir üçüncü kişiye devir ediyor aynen satışla aradan biraz süre geçtikten sonra kardeşlerden mehmetin oglu ali bu taşınmazı satın alıyor üçüncü kişiden şuanda kardeşlerden ahmet hayatta degil muriisnde iki çocugu var bunlar benim müvekkilim tapu iptali ve tescili davası açabilir miyim bunun ispatını ne şekilde yapmam lazım elinde yargı kararı olan meslektaşım varsa paylaşırsa sevinirim şimdiden ilgilenen herkese teşekküür borç biliirm
Old 30-07-2012, 10:48   #2
yılmazkan

 
Varsayılan

Müvekkilleriniz, Ahmet'in çocuklarıdır. Ahmet, Mehmet ile birlikte kök muristen muvaaza ile yer almışlar, daha sonra 3. bir kişiye satmışlar, o kişiden de Mehmet'in oğlu Ali taşınmazı satın almıştır. Olayınızın muris muvaazası sayılması, davanın lehinize sonuçlanma ihtimalini zayıf görüyorum.
Old 30-07-2012, 11:26   #3
lethe

 
Varsayılan

Müvekkiliniz murisin çocukları ise muris muvaazasına dayanabilirsiniz. Fakat bu davada 3. Kişinin iyi niyetli olmadığını ispatlamanız gerekir.

Genelde miras muvaazasından kurtulmak için kök muristen bir 3. şahsa devrediyor. Sonrada 3. kişiden kendi üzerlerine veya çocukları üzerine alıyorlar. Maksat 3. kişinin iyiniyet iddiasından faydalanmak.

3. kişiye satışında muvaazanın bir parçası olduğunu ispatlar iseniz davanızı kazanırsınız görüşündeyim.
Old 30-07-2012, 18:46   #4
av hasancelil

 
Varsayılan slm

konuyla ilgilenen arkadaşlardan teşekkür ederim
üçüncü kişinin iyiniyetiyle ilgili yargı kararı olan varsa elinde paylaşırsa sevinirim
Old 30-07-2012, 20:29   #5
law89

 
Varsayılan

Bu durumda üçüncü kişilerin iyi niyetli olup olmadığı önemli.
Ek olarak da muris muvazaasında muvazaalı işlem tarafı olmayan kişinin muvazaayı ispatı bakımından Yargıtay içtihadı,her türlü hukuka uygun delille ispat edilebileceği yönünde.
Old 31-07-2012, 09:53   #6
av hasancelil

 
Varsayılan

ardaşlar elinde muvaazayla iligili yargıtay kararı olan varsa paylaşırsa sevinirim
Old 31-07-2012, 10:18   #7
üye7160

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

1.Hukuk Dairesi
Esas: 2005/6311
Karar: 2005/7409
Karar Tarihi: 16.06.2005


TAPU İPTALİ TESCİL YADA TAZMİNAT İSTEMİ - MİRAS BIRAKANIN TAŞINMAZI DAVALIYA TEMLİK ETTİĞİ - MUVAZAA İDDİASI - MURİS MUVAZAASI - MUVAZAALI İŞLEMİN VEKİL ELİYLE GERÇEKLEŞTİRİLMESİNİN OLANAKLI OLDUĞU

ÖZET: Dava, tapu iptal,tescil yada tazminat isteklerine ilişkindir. Davacılar anılan temlikin kendilerinden mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada muris muvazaası hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Öyleyse mahkemece anılan hukuki sebebe dayalı olarak inceleme ve araştırma yapılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gereklidir.

(4721 S. K. m. 706) (818 S. K. m. 213) (2644 S. K. m. 26) (YİBK 01.04.1974 T. 1974/1 E. 1974/2 K.)

Dava: Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, miras bırakanları Durmuş Kırmızıtaş'ın maliki olduğu 10873 parsel sayılı taşınmazın, 2. eş olan davalı Ayten'in muristen aldığı vekaletname ile mirastan mal kaçırmak amacıyla, durumu bilen diğer davalıya satış suretiyle muvazaalı temlik edildiğini ileri sürerek tapu iptal tescil veya tazminat isteğinde bulunmuşlardır.

Davalı Ayten, temliki işlemin muvazaalı olmadığını, miras bırakanın ihtiyaçları için bilgisi dahilinde satıldığını, davalı Hasan da, iyiniyetli 3.kişi olduğunu bildirip davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davalı Hasan yönünden davanın, kötüniyetli olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine, davalı Ayten yönünden vekalet görevinin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle bilirkişice belirlenen değer üzerinden davacıların payına düşen 3.000.000.000 TL' nın davalıdan alınarak davacılara eşit olarak taksimine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekili ve davalı Ayten vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Sadettin Akyol'un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedildi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.

Karar: Dava, tapu iptal,tescil yada tazminat isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, iptal, tescil isteğinin reddine, tazminat talebinin vekil yönünden kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden miras bırakanın çekişme konusu edilen taşınmazı vekil aracılığıyla davalıya temlik ettiği görülmektedir.

Davacılar anılan temlikin kendilerinden mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada muris muvazaası hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Öyleyse mahkemece anılan hukuki sebebe dayalı olarak inceleme ve araştırma yapılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gereklidir. Muvazaalı işlemin vekil eliyle gerçekleştirilmesi de olanaklıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide <muris muvazaası> olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tesbiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı,miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı,davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Sonuç: Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler dikkate alınmak suretiyle, gerekli araştırmanın yapılması, miras bırakanın dava konusu edildiği ileri sürülen temlikler ile ilgili dava dosyaları da gözönünde bulundurularak, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir. Tarafların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene iade edilmesine, 16.06.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
Old 31-07-2012, 10:22   #8
üye7160

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

1.Hukuk Dairesi
Esas: 2000/15883
Karar: 2001/489
Karar Tarihi: 22.01.2001


MURİS MUVAZAASI - DEĞERLER ARASINDAKİ FAHİŞ FARK- HAYATIN OLAĞAN AKIŞI

ÖZET: Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirascısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Dava konusu taşınmazların temlik tarihindeki gerçek değerleri ile temlik değerleri arasında fahiş fark olduğu sabittir. Miras bırakanın bu taşınmazları satmaya ihtiyacı olduğu davalının da alım gücü bulunduğu hususunda bir delil de ibraz edilmiş değildir. Kaldı ki; murisin paraya ihtiyacı olduğu bir an için kabul edilse dahi, gerçek bedelle 3. kişiye satılabilecekken çok düşük bir fiyatla davalı yana satması da hayatın olağan akışına aykırıdır.

(4721 S. K. m. 647, 706) (743 S. K. m. 587, 634) (818 S. K. m. 213) (2644 s. Tapu K. m. 26)

Davacılar tarafından, davalı aleyhine açılan davada, Mahkemece verilen karar süresinde temyiz edilmekle dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Dava,muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı iptal, tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece davalının iyiniyetli 3.kişi olduğundan söz edilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere; Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirascısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 634, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirascılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini istiyebilirler.

Hemen belirtmek gerekirki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmıyacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış güçünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince: Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğine göre, davacılar murisin 1 ve 2. eşten çocukları,davalılar ise 3 eştir. Murisin, çekişmeli taşınmazları önce damadı Nurettin'e onun da davalı Nazmiye ye temlik ettiği sabittir. Yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına göre,dava konusu taşınmazların temlik tarihindeki gerçek değerleri ile temlik değerleri arasında fahiş fark olduğu sabittir.Miras bırakanın bu taşınmazları satmaya ihtiyacı olduğu davalının da alım gücü bulunduğu hususunda bir delil de ibraz edilmiş değildir. Kaldı ki; murisin paraya ihtiyacı olduğu bir an için kabul edilse dahi, gerçek bedelle 3.kişiye satılabilecekken çok düşük bir fiyatla davalı yana satmasıda hayatın olağan akışına aykırıdır.Toplanan deliller belirlenen olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğin- de murisin mal kaçırmak amacıyla davalı Nurettin'i aracı kullanmak suretiyle üçüncü eşine muvazaalı temlik yaptığı sonucuna varılmaktadır.

Hal böyle olunca,davanın kabulü gerekirken,yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.Davacıların temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 22.1.2001 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Old 07-09-2013, 14:18   #9
msahinparlak

 
Varsayılan

23) Satış bedelinin mutlaka para olması gerekmez bu hizmet veya emek de olabilir. Miras bırakanın temlik sırasında gerçek iradesinin araştırılması, banka hesaplarının ve davalının alım gücünün araştırılması sonucuna göre hüküm tesisi gerekir; … hemen belirtilmelidir ki satışa konu bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emek de olabileceği kabul edilmelidir. (HGK;’nun 29.04.2009 gün 2009/1-130 S.K.) Ayrıca satış bedeli ile rayiç bedel arasında fahiş fark bulunması da tek başına işlemin muvazaalı yapıldığını kanıtlamaz. Asıl olan miras bırakanın temlik sırasındaki gerçek iradesinin ortaya çıkartılması, başka bir deyişle mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla hareket edip etmediğinin saptanmasıdır.(Y.1.HD. 02.11.2009 tarih, E:2009/8159, K:2009/11017);


1. Hukuk Dairesi 2009/10655 E., 2010/1248 K.
• HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE
• HUSUMET
• İYİNİYETİN KORUNMASI
• MURİS MUVAZAASI
• ZAMANAŞIMI

"ÖZET"
MURİS MUVAZAASI HUKUKSAL NEDENİNE DAYALI DAVALAR, MİRAS BIRAKANININ TAŞINMAZI DEVRETTİĞİ KİŞİ VEYA ONUN MİRASÇISI YA DA KÖTÜ NİYETLİ OLARAK TAŞINMAZI DEVRALAN KİŞİLER ALEYHİNE AÇILABİLİR. MURİS MUVAZAASINA DAYALI TAPU İPTAL VE TESCİL DAVALARINDA HERHANGİ BİR HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE VEYA ZAMANAŞIMI SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. ANCAK, MURİS HAYATTA İKEN BU TÜR BİR DAVA AÇILAMAZ.
"İçtihat Metni"
Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, miras bırakan Mehmet'in mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak 803 parsel sayılı taşınmazını oğlu Ömer'e temlik ettiğini, Ömer'in de muvazaalı şekilde davalı Yüksel'e devrettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davalı Yüksel yönünden iyiniyetli olduğu gerekçesiyle, diğer davalılar bakımından husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, Borçlar Yasası'nın 18. maddesinden kaynaklanan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali, tescil isteğine ilişkindir.

Davalı Yüksel, on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, iyiniyetli olduğunu, diğer davalılar da dedeleri Mehmet'in, sattığı taşınmazla ilgili olarak açtığı davanın retle sonuçlandığını bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacıların 3. kişi konumundaki davalı Yüksel'e karşı muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil davası açamayacakları, davalı Yükselin iyiniyetli olduğu, diğer davalılara da husumet yöneltilemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Miras bırakan Mehmet'in 10.01.2008 tarihinde vefat ettiği, mirasçıları olarak davacı kızları ile 12.05.1993 tarihinde ölen oğlu Ömer'in çocukları davalılar Filiz ve Emel'in kaldıkları, davaya konu 803 parsel sayılı 637 m2 miktarlı, kargir ev ve avlusu nitelikli taşınmaz muris Mehmet'e aitken intifamı uhdesinde bırakıp çıplak mülkiyetini 650 bin lira bedelle 13.02.1987 tarihinde oğlu Ömer'e satış suretiyle temlik ettiği, Ömer'in de 26.07.1990 tarihinde davalı Yüksel'e yine satış suretiyle devrettiği kayden sabittir.

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalar, miras bırakanın muvazaalı sözleşme ile taşınmazı devrettiği kişi, onun mirasçısı ya da muvazaalı yahut kötü niyetli olarak taşınmazı devralan ikinci ve sonraki el durumunda bulunan kişiler aleyhine açılabilir.

Öte yandan, muris muvazaasına dayalı iptal, tescil davalarında herhangi bir hak düşürücü süre veya zamanaşımı söz konusu değildir. Başka bir anlatımla, muvazaalı işlem hiçbir hüküm doğurmaz ve muvazaa nedeninin ortadan kalkması ya da bir zamanın geçmesi ile görünürdeki batıl işlem geçerli hale gelmez. 01.04.1974 gün 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi muris muvazaasına dayalı davalar, miras bırakanın ardılı olarak değil, miras hakkının çignenmesinden ötürü zarara uğrayan kişi olarak ve kendi miras hakkına dayalı olarak açılmaktadır. Bu tür davalarda, dava hakkı murisin ölümü ile doğmaktadır. Muris hayatta iken bu tür bir dava açılmasına yasal olanak yoktur.

Ayrıca, tapu sicilindeki kayda iyiniyetle istinat ederek mülkiyet ya da diğer bir ayni hakkı iktisap eden kimsenin bu iktisabı yasal koruma altındadır ve aslolan kayden edinenin iyiniyetli olmasıdır. Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde hüküm altına alınan bu kural, sadece sözleşmenin yanlarını değil, aynı zamanda tapulu taşınmazların intikalinde güveni, toplum yararını ve huzurunu sağlamak amacı ile konulmuştur. Ancak, durumu bilen ya da bilebilecek konumda olan kişilerin bu haktan yararlanamayacakları da tartışmasızdır. (TMK 1024. md.)

Somut olaya gelince;

Dinlenen tanıklar, murisin taşınmazını bedel almadan oğlu Ömer'e devrettiğini, Ömer'in de "mirasçılar bu yeri elimden alır, size devredeyim, tapu masraflarını da ben yapayım" şeklinde kendilerine getirdiği teklifi kabul etmemeleri üzerine davalı Yüksel'e yine bedelsiz temlik ettiğini, Yüksel'in taşınmazı hiç kullanmadığını bildirmişlerdir. Davalı Yüksel, 03.11.2008 günlü cevap dilekçesinde, muris ve oğlu Mehmet ile sihri hısım olduklarını beyan etmiştir. Bu durumda, davalı Yüksel muvazaalı işlemi bilebilecek konumdadır. Bunun yanında, satın aldığı taşınmaz ev olup satış tarihinde intifa hakkı miras bırakan Mehmet'e aittir. Bir kimsenin ev nitelikli taşınmazı intifa hakkı ile yükümlü olarak alması, onu kullanmayacağı anlamına gelir ki, bu da hayatın olağan akışına ters düşer. Kaldı ki, davalı Yüksel taşınmazı intifa hakkı sahibi murisin ölümünden sonra da hiç kullanmamış, taşınmazı kullanan davacılardan birisi hakkında da bir yasal işlem başlatmamıştır. Bu durumda, davalı Yüksel'in iyiniyetli olduğundan ve Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesindeki koruyuculuktan yararlanacağını söylemek olanaksızdır.

Tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, muris Mehmet'in kız çocuklarından mal kaçırmak amacı ile taşınmazı oğlu Ömer'e bedelsiz, muvazaalı biçimde devrettiği, kayıt maliki Yüksel'in de iyiniyetli olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Her ne kadar, davalılar Emel ve Filiz, muris tarafından açılan davanın reddedildiğini savunmuşlar ise de, miras bırakanın dava konusu taşınmazı oğlu Ömer'e temlik ettikten sonra, kayıt maliki olmadığı dönemde oğlu Ömer aleyhine elatmanm önlenmesi davası açtığı, daha sonra feragat ettiği ve davanın feragat nedeniyle reddedildiği, 1987/356-1988/5 sayılı o davanın eldeki davayı etkiler bir yönü olmadığı, kaldı ki, muvazaalı işlemi gerçekleştirenin kamufle amacıyla böylesine bir davayı açabileceği de izahtan varestedir.

Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir.

Davacıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMY'nin 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 09.02.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/10309
K. 2004/11665
T. 20.10.2004
• MURİS MUVAZAASI ( Salt Bedeller Arasındaki Oransızlığın Tek Başına Muvazaanın Kanıtlanmasına Yeterli Olmayacağı - Tapu İptal ve Tescili )
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Salt Bedeller Arasındaki Oransızlığın Tek Başına Muvazaanın Kanıtlanmasına Yeterli Olmayacağı )
• BEDELLER ARASINDAKİ ORANSIZLIK ( Tek Başına Muvazaanın Kanıtlanmasına Yeterli Olmayacağı - Tapu İptal ve Tescili )
818/m.18
4721/m.706
ÖZET : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil istemine ilişkindir.
Salt bedeller arasındaki oransızlığında tek başına muvazaanın kanıtlanmasına yeterli olmayacağı da kuşkusuzdur.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, miras bırakanları adına kayıtlı ( eski 1 parsel ) 60 parsel sayılı taşınmazını, mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak gelini olan davalıya devrettiğini, davalının alım gücünün olmadığını, murisin de tek mal varlığı olan evini satmaya ihtiyacı bulunmadığını terekesinde paranın çıkmadığını ileri sürüp davalı adına olan kaydın iptali ile mirasçılar adına tesciline olmadığı takdirde tenkisine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın süresinde açılmadığını, davacının 3.kişilere olan borcundan dolayı taşınmazın davacı tarafından ilk önce satışa çıkarıldığını, aile büyüklerinin zorlaması sonucunda, taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını, taşınmazı satın alabilecek maddi gücünün bulunduğunu belirtip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, tapudaki satışın muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Berna Dizdaroğulları Koç'un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirascısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirascılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini istiyebilirler.
Hemen belirtmek gerekirki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmıyacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tesbiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşınmaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış güçünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; çekişme konusu taşınmazın, 1990 tarihinde miras bırakan tarafından Almanya'da bulunan oğlunun eşi davalıya temlik edildiği, davalının temlik işlemi sırasında kendisini vekille temsil ettirdiği, tanık beyanlarına göre satış bedelinin bir kısmı ile davacının borcunu ödendiği, kalan bedelin terekeden çıkmamasınında temlik ile ölüm tarihi arasındaki süre nazara alındığında olağan bulunduğu miras bırakanın 1992 yılında da 3.kişiye İstanbul'da bulunan bir başka taşınmazını sattığı dosya kapsamı ile sabittir. Bu durumda dava konusu temlikin muvazaalı değil, gerçek satış niteliğinde bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Salt bedeller arasındaki oransızlığın da tek başına muvazaanın kanıtlanmasına yeterli olmayacağı da kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabulü yönünde hüküm kurulması doğru değildir. Davalı vekilinin temyiz itirazları yerindedir.
SONUÇ : Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.10.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.




MURİS MUVAZAASINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL OLMADIĞI TAKDİRDE TENKİS TALEBİ - TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİNİN REDDİ GEREĞİ - TENKİS TALEBİ İNCELENEREK HÜKÜM KURULMASI GEREĞİ
KAYIT NO : 73438
**************
Esas Yılı : 2004
Esas No : 8613
Karar Yılı : 2004
Karar No : 13506
Karar Tarihi : 23.11.2004
Daire No : 1
Daire : HD
**************
ÖZET : Davacı vekili, müvekkilinin murisi ......'in parasını vererek satın aldığı 6 ve 7 parsel sayılı taşınmazları eşit olarak davalılar adına tapuya tescil ettirdiğini, aslında bağışladığı halde onlar almış gibi işlem yapıldığını, parayı murisin ödediğini ileri sürerek muvazaa nedeni ile pay oranında tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istemiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 6 ve 7 parsel sayılı taşınmazların ortak miras bırakan tarafından bedeli ödenmek suretiyle dava dışı kişiden satın alındığı ve davalılar adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Davada ileri sürülen iddianın içeriğine ve davalının savunmasına göre; yanlar arasındaki uyuşmazlık, murisin gerçekte bedelini bizzat ödeyip, üçüncü kişiden satın aldığı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla tapu siciline yarar sağlamak istediği kişi ( davalı ) adına kaydettirmesi halinde 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulup bulamayacağı noktasında toplanmaktadır. Gerçekten, 1.4.1974 tarihli karar, konusu ve sonuç bölümü itibariyle, murisin kendi üzerindeki tapulu taşınmazlar yönünden yaptığı temliki işlemler için bağlayıcıdır. Somut olayda olduğu gibi bedeli ödenerek ""gizli bağış"" şeklinde gerçekleştirilen işlemler hakkında anılan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının doğrudan bağlayıcı olma niteliği yoktur. Bu durumda iptale ilişkin talebin reddiyledavaya tenkis istemi yönünde devam edilerek, terekenin aktif ve pasifinin parasal olarak değerlendirilmesi; miras bırakanın saklı paya tecavüz edip etmediğinin bulunan rakam üzerinden hesaplanması; tenkis uygulanırken TMK'nın 570. maddesindeki sıraya uyulması; önce, tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan sabit tenkis oranında tasarrufa konu malın paylaşılması mümkün ise bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline; aksi halde TMK'nın 564. maddesi uyarınca davalıya tercih hakkının kullandırılması gerekir.
**************
(4721 S. K. m. 506, 561, 563, 564, 565, 570)
DAVA : Taraflar arasında görülen davada;
Davacı vekili, müvekkilinin murisi Abdulkadir'in parasını vererek satın aldığı 6 ve 7 parsel sayılı taşınmazları eşit olarak davalılar adına tapuya tescil ettirdiğini, aslında bağışladığı halde onlar almış gibi işlem yapıldığını, parayı murisin ödediğini ileri sürerek muvazaa nedeni ile pay oranında tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili, dava konusu taşınmazların müvekkilleri tarafından satın alındığını, işlemlerde muvazaa bulunmadığını bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, murisin gizli bağış yaparak mal kaçırdığı gerekçesi ile tapu iptali ve tescil davasının kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar vekili tarafından süresinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 26.10.2004 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edilen vekili Av. M.D. geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz eden vs. vekili avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin ""sözlü açıklamaları"" dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı bilahare Tetkik Hakimi Hüseyin Çelik'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 6 ve 7 parsel sayılı taşınmazların ortak miras bırakan tarafından bedeli ödenmek suretiyle dava dışı kişiden satın alındığı ve davalılar adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Davada ileri sürülen iddianın içeriğine ve davalının savunmasına göre; yanlar arasındaki uyuşmazlık, murisin gerçekte bedelini bizzat ödeyip, üçüncü kişiden satın aldığı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla tapu siciline yarar sağlamak istediği kişi ( davalı ) adına kaydettirmesi halinde 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulup bulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten, 1.4.1974 tarihli karar, konusu ve sonuç bölümü itibariyle, murisin kendi üzerindeki tapulu taşınmazlar yönünden yaptığı temliki işlemler için bağlayıcıdır. Somut olayda olduğu gibi bedeli ödenerek "gizli bağış" şeklinde gerçekleştirilenişlemler hakkında anılan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının doğrudan bağlayıcı olma niteliği yoktur. Bunun yanısıra, karara, yorum yoluyla gizli bağış iddialarına yönelik olarak uygulama olanağı sağlanamayacağı; Hukuk Genel Kurulunun 30.12.1992 tarih 586/782; 21.12.1994 tarih 248/538; 21.12.1994 tarih 667/856; 11.10.1995 tarih 1995/1-608 sayılı kararlarında belirtilmiş; Dairenin yargısal uygulaması bu doğrultuda kararlılık kazanmıştır.
Bu durumda çekişmeli taşınmazlar bakımından yukarıda ifade edildiği üzere 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararının olaya uygulanma olanağı yoktur. Öyle ise tapu iptali ve tescil kararı verilmesi isabetsizdir.
Ne var ki, davada iptal isteği yanında tenkis talebi de mevcuttur. Ancak, mahkemece bu konuda bir araştırma yapılmış değildir.
Bilindiği üzere; Tenkis ( indirim ) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların ( tebberru ) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan öncesine etkili, yenilik doğurucu ( inşai ) davalardandır.
Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul; miras bırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların, zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma ( temlik ) dışı terekenin tümü ile bilinmesiyle mümkündür. Tereke miras bırakanın ölüm; tarihinde bırakmış olduğu mameleki kıymetler ile iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Miras bırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bir aylık nafakası, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tesbit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tesbiti gerekir. ( MK md. 565 ) Miras bırakanın Medeni Kanunun 506. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif ( nesnel ) ve sübjektif ( öznel ) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedelenen kastının varlığından söz edilemez.
Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda ( Ölüme bağlı tasarruflar veya Medeni Kanunun 565. maddesinin 1, 2 ve 3 bentlerinde gösterilenler ) veya saklı payı ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken Medeni Kanunun 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirasçılardan ise aynı kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki harcını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, almanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir.
Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda ( SABİT TENKİS ORANI ) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı ( MK md. 564 ) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir.
Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihinin kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmak ve 11.11.1994 günlü 4/4 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca süratle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, tercih hakkının kullanıldığı gündeki hatlara göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak NAKTİN ödetilmesine karar verilmelidir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gereğince gerekli araştırmanın yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturma ve gerekçe ile yazılı şekilde davanın kabulü doğru değildir.
SONUÇ : Davalıların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile açıklanan nedenlerle HUMK'nın 428. maddesi uyarınca kararın BOZULMASINA, alınan peşin harcın teniyiz edene geri verilmesine, 23.11.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

















MURİS MUVAZAASINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİ - MİRASTAN MAL KAÇIRMA - GİZLİ BAĞIŞ NİTELİĞİ
KAYIT NO : 77802
**************
Esas Yılı : 2005
Esas No : 9067
Karar Yılı : 2005
Karar No : 10079
Karar Tarihi : 26.09.2005
Daire No : 1
Daire : HD
**************
ÖZET : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davada ileri sürülen iddianın içeriğine ve davalının savunmasına göre; yanlar arasındaki uyuşmazlık, murisin gerçekte bedelini bizzat ödeyip, üçüncü kişiden satın aldığı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla tapu siciline yarar sağlamak istediği kişi ( davalı ) adına kaydettirmesi halinde 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulup bulamayacağı noktasında toplanmaktadır.Gerçekten , 1.4.1974 tarihli karar , konusu ve sonuç bölümü itibariyle , murisin kendi üzerindeki tapulu taşınmazlar yönünden yaptığı temliki işlemler için bağlayıcıdır.
Somut olayda olduğu gibi bedeli ödenerek" gizli bağış " şeklinde gerçekleştirilen işlemler hakkında anılan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının doğrudan bağlayıcı olma niteliği yoktur. Bunun yanısıra, karara, yorum yoluyla gizli bağış iddialarına yönelik olarak uygulama olanağı sağlanamayacağı; Hukuk Genel Kurulunun 30.12.1992 tarih 586/782; 21.9.1994 tarih 248/538; 21.12.1994 tarih 667/856; 11.10.1995 tarih 1995/1-608 sayılı kararlarında belirtilmiş; Dairenin yargısal uygulaması bu doğrultuda kararlılık kazanmıştır.
Somut olay yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde 3.kişiden miras bırakanın oğluna temlik edilen taşınmaz yönünden 1.4.1974 tarih ½ Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararının uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirir.
**************
(818 S. K. m. 18) (1.4.1974 Tarih 1/2 Sayılı YİBK)
Dava: Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, ortak miras bırakanları Yusuf'un çekişmeli taşınmazın bedelini ödeyip o tarihlerde öğrenci olan oğlu Musa adına muvazaalı olarak tescil ettirdiğini, onunda bu payı davalı Huriye'ye temlik ettiğini ileri sürüp 1 ve 5 imar parsellerinde davalı adına kayıtlı payların miras payları oranında iptal ve tescilini istemişlerdir.
Davalı; davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacıların iddiaları sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:
Karar: Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu 139 parseldeki 1044/38250 payın dava dışı 3.kişilerden Musa'ya bilvekale anne ve babası tarafından 20.9.1978 tarihinde satın alınarak sicil oluşturulduğu Musa'nın da anılan taşınmazı 20.8.1987 tarihinde annesi olan davalı Huriye'ye 300.000 lira bedelle devrettiği taşınmazın imar uygulamasına tabi tutularak 1 ve 5 sayılı imar parsellerinde halen davalının paydaş olduğu anlaşılmaktadır.
Davada ileri sürülen iddianın içeriğine ve davalının savunmasına göre; yanlar arasındaki uyuşmazlık, murisin gerçekte bedelini bizzat ödeyip, üçüncü kişiden satın aldığı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla tapu siciline yarar sağlamak istediği kişi ( davalı ) adına kaydettirmesi halinde 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulup bulamayacağı noktasında toplanmaktadır.Gerçekten , 1.4.1974 tarihli karar , konusu ve sonuç bölümü itibariyle , murisin kendi üzerindeki tapulu taşınmazlar yönünden yaptığı temliki işlemler için bağlayıcıdır.
Somut olayda olduğu gibi bedeli ödenerek" gizli bağış " şeklinde gerçekleştirilen işlemler hakkında anılan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının doğrudan bağlayıcı olma niteliği yoktur. Bunun yanısıra, karara, yorum yoluyla gizli bağış iddialarına yönelik olarak uygulama olanağı sağlanamayacağı; Hukuk Genel Kurulunun 30.12.1992 tarih 586/782; 21.9.1994 tarih 248/538; 21.12.1994 tarih 667/856; 11.10.1995 tarih 1995/1-608 sayılı kararlarında belirtilmiş; Dairenin yargısal uygulaması bu doğrultuda kararlılık kazanmıştır.
Somut olay yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde 3.kişiden miras bırakanın oğluna temlik edilen taşınmaz yönünden 1.4.1974 tarih ½ Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararının uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Sonuç? Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene iade edilmesine, 26.9.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)




























T.C
Y A R G I T A Y
1.HUKUK DAİRESİ
Sayı:
Esas 2005 Karar
7006 9494
YARGITAY İLAMI

Mahkemesi :K.Ç. 2.As.H.H.
Tarihi :15.3.2005
Nosu :243-182
Davacı :İbrahim
Davalı :Nildeniz 'e vesayeten Faruk
Üçüncü Şahıs :

Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, çekişmeli 2694 sayılı parseldeki payını 3.kişilere olana borcundan dolayı emaneten davalının miras bırakanı Namık 'a devrettiğini ancak tapuda satış gösterildiğini, bu hususta harici belge de düzenlendiğini ileri sürerek tapusunun iptaliyle adına tescilini istemiştir.
Davalı vasisi, olayı sonradan öğrendiğini, harici belgedeki imzanın miras bırakana ait olduğunu belirtmiştir.
Mahkemece, kanıtlanamadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 13/9/2005 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili avukat S.İlgün geldi. Davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı, bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 5694 sayılı parseldeki davacı payının 8.10.2003 tarihli resmi akitle davalının miras bırakanı Namık a satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, anılan temliki işlemin gerçeği yansıtmadığını, muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazan aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler ( nisbi muvazaa ) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her ne kadar muvazaayı düzenleyen Borçlar Kanununun l8. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmiyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekirki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir.Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu
görüşten hareketle 5.2.l947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad ( namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Somut olaya gelince; davacı, iddiasının kanıtı olarak "sözleşme" başlıklı belge ibraz etmiş, belgedeki imzanın davalının miras bırakanına ait bulunduğu davalı temsilcisi tarafından kabul edilmiştir.
Hal böyle olunca, anılan belgenin yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek değerlendirilmesi, bunun yanında HUMK'nun 292.maddesinin de dikkate alınması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK'nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 4.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 400,00 YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, peşin alınan harcın temyiz edene iade edilmesine, 13.9.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye
Ü
















































T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas : 2004/14-464
Karar : 2004/588
Tarih : 10.11.2004

ÖZET : Kural olarak bir sözleşmenin tarafları muvazaa iddialarını senede karşı senetle ispat kuralı uyarınca (HUMK. 290) tanıkla ispat edemezler. Ancak; HUMK.nun 292 nci maddesinde belirtilen kurallara uygun yazılı delil başlangıcı bulunması durumunda taraf muvazaasının tanık dahil her türlü takdiri delille kanıtlanması mümkündür. Bir sözleşmenin, gayrimenkul satış vaadine ilişkin hüküm ve sonuçları meydana getirmesi, gerçek niteliği bakımından gayrimenkul satış vaadi olarak kurulmasına bağlıdır. Teminat sözleşmesinin kurulması amaçlanıp da görünüm olarak gayrimenkul satış vaadi biçiminde düzenlenmesi halinde gerçek bir gayrimenkul satış vaadinden söz edilemez. Hukuk sistemimizde şahsi teminat; kefalet, ayni teminat; taşınmazlar için ipotektir. Gayrimenkul satış vaadi sözleşmeleri teminat olarak kullanılamaz. Borçlar Kanunun 18 nci maddesi uyarınca muvazaa sebebiyle geçerli olmayan böyle bir sözleşmeye dayalı olarak tescil kararı verilemez.

(818 s. BK. m. 18) (1086 s. HUMK. m. 290, 292)

KARAR METNİ :
Taraflar arasındaki "tapu iptali, tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Küçükçekmece 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 6.6.2002 gün ve 1998/1046 -2002/665 E- K sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 28.1.2003 gün ve 9348-499 sayılı ilamı ile, (...Dava; 24.6.1998 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı cebri tescil, birleştirilen karşı dava ise; satış vaadi sözleşmesinin, borcun teminatını teşkil etmek üzere muvazaalı olarak düzenlenmesi nedeniyle iptali isteğine ilişkindir.

Mahkeme; davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine karar vermiş, hükmü; davalı (karşı davacı) vekili temyiz etmiştir.

Davalı-satıcı Nebahat Doğan 19.6.1997 tarihli vekaletname ile dava dışı kocası Sadık Doğan'ı vekil tayin etmiş, o da bu vekaletnamedeki yetkisine istinaden 24.6.1998 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile davacıya satış vaadinde bulunmuştur. Sözleşme içeriğine göre satış bedeli 10.000.000.000 Lira peşinen ödenmiştir.

Davalı vekili; satış vaadi sözleşmesinin, müvekkilinin kocasının davacıdan aldığı borç paranın güvencesini teşkil etmek üzere düzenlendiğini savunmaktadır.

Bir sözleşmenin, gayrimenkul satış vaadine ilişkin hüküm ve sonuçları meydana getirmesi, gerçek niteliği bakımından gayrimenkul satış vaadi olarak kurulmasına bağlıdır. Teminat sözleşmesinin kurulması amaçlanıp da görünüm olarak gayrimenkul satış vaadi biçiminde düzenlenmesi halinde gerçek bir gayrimenkul satış vaadinden söz edilemez. Hukuk sistemimizde şahsi teminat; kefalet, ayni teminat; taşınmazlar için ipotektir. Gayrimenkul satış vaadi sözleşmeleri teminat olarak kullanılamaz. Borçlar Kanunun 18 nci maddesi uyarınca muvazaa sebebiyle geçerli olmayan böyle bir sözleşmeye dayalı olarak tescil kararı verilemez.

Uyuşmazlığa konu olayda üzerinde durulması gereken husus; dayanak sözleşmenin muvazaaya müstenit olup olmadığı, bu yoldaki savunmanın ispatlanıp ispatlanmadığıdır.

Kural olarak bir sözleşmenin tarafları muvazaa iddialarını senede karşı senetle ispat kuralı uyarınca (HUMK. 290) tanıkla ispat edemezler. Ancak; HUMK.nun 292 nci maddesinde belirtilen kurallara uygun yazılı delil başlangıcı bulunması durumunda taraf muvazaasının tanık dahil her türlü takdiri delille kanıtlanması mümkündür. Bunun yanı sıra, genel yaşam deneylerine ve yaşamın olağan akışına dayanan kişi de, artık iddiasını ispatla yükümlü değildir. Eylemli (ya da beşeri) karine denen yaşam deneyi kuralları, tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlilik derecesi hakkında, hakimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam deneylerinin ortaya koyduğu değer hükümleridir. (Bilge Umar/Ejder Yılmaz-İspat Yükü 2.Bası-İstanbul 1980 sayfa 165 vd. 174 ve 60 vd) Buna göre hakim, iddianın doğruluğunu, yaşam deneyi kurallarına dayanarak kabul edebilir ve bu durumda delil gösterme yükü, o olayın aksini ileri süren tarafa geçer.

Bu ilkeler çerçevesinde somut olay değerlendirilecek olursa;

Davalı tarafın muvazaa savunmasını doğrudan kanıtlamaya elverişli, karşı taraftan sadır olmuş yazılı bir kanıtı yoktur. Ancak, muvazaa iddiasının tamamen ispatına yetmemekle beraber, bunun vukuuna delalet eden ve karşı taraftan sadır olmuş yazılı delil başlangıcı niteliğinde belgeler bulunduğu gibi muvazaa iddiasının doğruluğunun kabulünü gerektiren eylemli karineler bulunmaktadır. Şöyle ki; davalı satıcının kocası tarafından keşide edilip davacı tarafından tahsile ve takibe konu edilen çekler, davacı tarafından davalının kocasına muhtelif tarihlerde yapılan havaleler, Kartal Rahmanlar'daki taşınmazlar dışında Gebze, Yalova, Eskişehir, Bursa Orhangazi gibi değişik yerlerdeki pek çok taşınmazın davalı veya kocası tarafından ya tapudan ya da satış vaadi sözleşmeleri ile davacıya satılmış bulunması, bunların bir kısmının muhtemelen ödeme sonucu feshedilmesi veya tapudan satış suretiyle iade edilmesi, hatta bir kısım taşınmazların davalının kocası Sadık Doğan'a iade edileceğine dair davacı tarafından 6 Mayıs 1998 ve 13 Mayıs 1998 tarihli belgeler verilmesi muvazaanın mevcudiyeti yönünden fiili bir karine oluşturmaktadır. Artık muvazaa bulunmadığını ispat yükü davacıya düşer. Davacı yan ise bunu kanıtlayamamıştır. Bu itibarla, cebri tescil isteğinin reddi gerekirken kabulü doğru görülmemiştir.

Kabule göre de; satış vaadi sözleşmesinde gösterilen değer üzerinden harç ve vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken fazla harç ve vekalet ücreti takdiri doğru bulunmamıştır. ..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı (K.davacı) vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı (k.davacı) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 10.11.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Hukukumuzda bazı istisnalar dışında sözleşme serbestliği kabul edilmiş olup, Borçlar Kanununun 11. maddesi "Aktin sıhhati kanunda serahat olmadıkça hiçbir şekle tabi değildir" hükmünü öngörmüş, 2. fıkrası ile de "Kanunun emrettiği şeklin şumül ve tesiri derecesi hakkında başkaca bir hüküm tayin olunmamış ise akit, bu şekle riayet olunmadıkça sahih olmaz" denilmek suretiyle istisnaları hüküm altına alınmıştır.

Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanunun 706, 2644 sayılı Tapu Kanununun 26 ve Borçlar Kanununun 213. maddesi hükmü uyarınca gayrımenkullerin alım ve satımlarının resmi şekilde yapılmamışsa hukuken hüküm ifade etmeyeceği kuşkusuzdur. Şüphe yoktur ki, bu kuralın konulma amacı, kişiyi muamele yapmadan önce düşünmeye sevk etmek suretiyle toplum düzenini korumak ve sağlamak böylelikle sosyal barışı gerçekleştirmektir. Bir başka ifadeyle, yasa koyucu devletçe tutulan tapu sicillerine azami nitelikte önem vermiş ve taşınmazlardaki mülkiyet değişiklerinin resmi şekilde yapılmadıkça hüküm ifade etmeyeceğini açıkça belirlemiştir. Bu düzenlemenin aynı zamanda kamu düzeniyle ilgili ve mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerekli bir kural olduğu da tartışmasızdır.

Davada ileri sürülen iddianın ve savunmanın içeriğine göre, yanlar arasındaki uyuşmazlık, ferağa icbar davasında dayanılan gayrımenkul satış vaadi sözleşmesinin teminat maksadıyla temlik (karz karşılığı temlik) niteliğinde olup olmadığı ve bu işlemin ispatı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, uyuşmazlığın sağlıklı bir sonuca ulaştırılması, konuya ilişkin hukuki müesseseler ve kavramlar yönünden özet açıklamalar yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Bilindiği üzere, Eski hukukumuzda, "nam-ı müstear", geçerliliği kabul edilmiş bağımsız müessese olarak düzenlenmiş bulunmasına karşın (Mecelle 1592, 1594, 1595); bu günkü pozitif hukukumuzda; (yasalarımızda) nam-ı müstear diye bir deyim yer almış değildir. Buna rağmen hukukumuzda nam-ı müstear'ın hukuki niteliğinin belirlenmesi sorunu büyük önem kazanmıştır. Yargıtay'ın üç içtihadı birleştirme kararına (8.5.1941 gün, 29/5 sayılı; 5.2.1947 gün ve 20/6 sayılı; 7.10.1953 gün ve 7/8 sayılı) ve önemli öğreti çalışmalarına konu olan bu sorun, son yılların Türk hukuk hayatındaki en önemli sorunlardan birini teşkil etmiş ve güncelliğini sürdüregelmiştir.

İsviçre/Türk Hukukları'nda, araya giren şahıslar ve ilişkiler ile ilgili durumlar, her somut olayın özelliğine göre farklı bir rejime tabi tutulmuştur. Sırf görünüş belirtilerine bakılıp her nam-ı müstear durumunun muvazalı bir işlem olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğu; özellikle, irade serbestisi prensibine (B.K. madde.19) ve taraf iradelerine aykırı bulunduğu öğretide kabul edilmiştir.

Bu bakımdan, sorun her somut olayın ortaya çıkış durumu gözetilerek; ya muvazaalı işlemler, yada inançlı işlemler veya dolaylı (vasıtalı) temsil hukuki rejimine tabi tutulması gerekecektir. (Ergun Özsunay, Türk Hukukunda ve Mukayeseli Hukukta İnançlı Muameleler, İstanbul 1968, Sh.229 vd; Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, sh.177;

Feyzi Necmettin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku-Genel Hükümler, Cilt 1, İstanbul 1976, sh.223 vd; İlhan Postacıoğlu, Nam-ı Müstear Meselesi, Vekalet ve İtimat Muameleleri ile Muvazaanın Karşılıklı Münasebetleri-Makale-İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XIII, sayı 3, sh.1050 vd). Nam-ı Müstearın, Türk/İsviçre Hukukunda ya muvazaa, ya itimada dayanan muamele yada dolaylı (vasıtalı) temsilin hukuki rejimine tabi tutulduğu başkaca kaynaklarda da ifadesini bulmuştur (Kenan Tunçomağ, Borçlar hukuku, Cilt 1, Genel Hükümler, 1972, sh.206; İsmet Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, Cilt 4, sh.501).

Davada ortaya çıkan uyuşmazlık; teminat maksadıyla temlik sözleşmesi yapıldığı noktasından kaynaklandığına göre; bu tür sözleşmenin hukuki mahiyetininde açıklanması gerekir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmelerinden, bir alacağın temini bakımından vuku bulan inançlı (Fiduziarisch) mülkiyet intikalleri anlaşılmalıdır. Bu tür sözleşmelerin iki esaslı unsuru vardır. Bunlardan ilki, mülkiyet intikalinin teminat maksadıyla yapılması; diğeri ise, inançlı sözleşmedir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmesi, bir iltizami muamele olarak mülkiyetin nakline imkan sağlar. Başka bir anlatımla, tasarrufi muamele ile, tarafların iltizami muamelede ifadesini bulan irade gerçekleştirilmiş olur.

Yineleyerek belirtilmelidir ki; teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri, taraflar arasında karşılıklı itimat esasını şart kılmaktadır. Teminat için taşınmazını temlik eden borçlu, borcun ödenmesi halinde taşınmaz mülkiyetinin tekrar kendisine devredileceği inancını taşımaktadır. Değinilen niteliklerinden ötürü, gerek öğretide; gerekse yargısal uygulamada, teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri; hukuki mahiyetleri itibariyle inançlı muameleler (Fiduziarisches Geschaeft) arasında yer almıştır. Federal Mahkeme kararlarında da bu içerikte açıklamalar yapılmıştır. (Bedi Eğilmezler; Alman ve İsviçre Hukukunda Teminat Maksadıyla Temlik Akitleri, Adalet Dergisi, 1965, Cilt 1-2, sh.1028 vd; 1966, Cilt 1, sh.58 vd.) .

Öte yandan, inançlı işlemin, taraf muvazaası ile benzer noktalarının bulunmasına karşın; ayrıldığı yönlerininde olduğu; bunlardan en önemlisinin, inançlı işlemde, tarafların devir ve temlik işlemini ciddi olarak istemelerine rağmen, muvazaada bunu istememeleri şeklinde ifade edildiği bilinmektedir (Kenan Tunçomağ; a.g.e; sh.209).

Bu anlatımlar çerçevesinde somut olaya bakıldığında taraflar arasındaki çekişmenin hukuksal yapısının teminat mukabili (karz karşılığı-temlik) temlik işlemi olduğu anlaşılmaktadır.

Gerçektende inançlı işlem, taraf muvazaası ve teminat mukabili temlik işlemlerinin hukuki niteliği Borçlar Kanununun 18. maddesinin tevsiri ile ortaya konulmuş ve buna göre her üç işleminde kökende muvazaalı işlem olduğu gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda benimsenmiş bulunmaktadır. Nevar ki, aynı nitelikte olmakla birlikte nam'ı müstear (iğreti ad) olarak nitelendirilen işlemlere yasalarımızda yer verilmemiş ve bununla ilgili bir düzenleme getirilmemiştir. Konu yargısal uygulamalarla çözüme kavuşturulmuştur. Öte yandan nitelikleri bu olan müesseselerle ilgili olarak yapılan işlemler taşınmazlara ilişkin ise resmi şekilde yapılması gerektiği yasal bir zorunluluktur.

O halde, resmi sicile yönelik bu işlemlerden kaynaklanan çekişmenin giderilmesi konusunda ispat şeklinin ne olması gerektiği önem arzeder. Bir başka ifade ile böyle bir iddianın ispat hukuku açısından dinlenilebilme olanağı var mıdır?

Medeni Kanunun 7. maddesi gereğince resmi sicillerin aksi ancak aynı kuvvet ve derecedeki sicillerle ispatı mümkün bulunmaktadır. Tanık ve alelade yazılı bir belge ile ispatı olanaksızdır. O halde, sicile yönelik iddiaların aksinin hiçbir zaman ispatının mümkün olduğu söylenemez. Genel kural budur. Nevar ki, yasalarda yer verilmeyen namı müstearla ilgili sicile yönelik işlemler yönünden çıkan çekişmeler toplum düzenini sağlamak ve sosyal barısı temin amacıyla yargısal uygulamalarla çözüme kavuşturulmuş ve 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile sicilin aksinin resmi akit tarihinden önce veya engeç akit tarihini taşıyan yazılı bir belge ile ispatı öngörülmüştür. İçtihadı Birleştirme Kararlarının gerekçeleri ile açıklayıcı sonuç bölümleriyle bağlayıcı olduğu kuşkusuzdur.

Kaldı ki, ispat hukuku açısından değinilen İçtihadı Birleştirme görüşmelerinde başından sonuna kadar (3. oturumda karar bağlanmıştır) muvazaa ile nam'ı müstear birlikte ele alınmış ve aynı şekilde değerlendirmeler yapılarak hukuki neticeye bağlanmış, sonuç bölümünde de, nam'ı müştearın adi yazılı bir belge ile ispatı kabul edilmiştir. Buna göre, inançlı işlem taraf muvazaası ve teminat mukabili temliki tasarruflarda da ispat hukuku açısından yarım asırı aşkın bir süredir İçtihadı Birleştirme Kararı ile kabul edilen ve bu müesseselerde de uygulanmasına mani bir hüküm bulunmayan hallerde adi yazılı belge ile ispat kuralı gözetilerek çekişmelerin çözümü cihetine gidilmiş ve yargısal uygulamalarda ilke olarak benimsenmiştir. Hemen açıklamak gerekir ki, değinilen bu düzenleme Medeni Yasanın öngördüğü sicil sisteminin güven, inandırıcılık ve kuvvetten düşümüne neden olacak bir boyutta olmayıp toplum hayatındaki düzenin temini ve bir gereksinimin giderilmesi açısından zaruretten kaynaklanan, istisnai nitelikli bir çözüm tarzı olduğu da tartışmasızdır.

Bütün bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde, çekişme konusu ferağa icbar davasında dayanılan G.M.S.V. sözleşmesinin gerçekten teminat mukabili (karz karşılığı) temlik olduğu yönündeki davalının (karşı davacı) iddia ve savunmasının akitten önceki veya en geç akit tarihini taşıyan yazılı bir belge ile ispatının gerekeceği kuşkusuzdur. Oysa dayanılan belge akte mukaddem (akit öncesi) veya engeç akte tekaddüm (akit tarihinde) eden bir belge niteliğinde olmayıp sonraki tarihi taşımakta olup 5.2.1947 tarih ve 20/6 Sayılı tevhidi İçtihat kararının öngördüğü nitelikte bir belge değildir.

Hal böyle olunca asıl davanın kabulüne karşı davanın ise reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle aksine olan çoğunluk görüşüne ilke bazında iştirak edemiyoruz
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
muris muvazaası av.alevctn Meslektaşların Soruları 1 20-03-2011 19:46
Muris Muvazaası AV.MAHİROĞLU Meslektaşların Soruları 5 29-06-2010 09:45
muris muvazaası,inançlı işlem,nam-ı müstear acil yardım lütfen Ahmet Akbulut Meslektaşların Soruları 3 12-09-2009 12:36


THS Sunucusu bu sayfayı 0,16686511 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.