Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Sahte Kimlikle Tapuda Satış

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 19-10-2011, 15:50   #1
concardia

 
Varsayılan Sahte Kimlikle Tapuda Satış

İyi Çalışmalar,

Konuya ilişkin tam bir cevap bulamadığım için görüşlerinizden faydalanmak istedim.

Müvekkil yurt dışında yaşamaktadır. Müvekkilin haberi olmaksızın kendisine babasından miras yolu ile intikal eden bir arsanın 2005 yılında sahte nüfus cüzdanı çıkarılarak satış işlemi yapılmış olduğu ve arsanın el değiştirerek 3. şahsa da satışının gerçekleştirildiği öğrenilmiştir. Ayrıca bu taşınmaz satışının gerçekleşmesinden sonra arsa üzerine 3. şahıs tarafından bina da inşa edilmiştir. Hem taşınmazın miras yolu ile kendisine kaldığını hem de satışının gerçekleştirilmiş olduğunu müvekkil yeni öğrenmiştir.

Söz konusu sahte kimlikte tüm bilgiler doğru olarak düzenlenmiş yalnızca müvekkilin fotoğrafı farklı düzenlenmiştir. Önemli olabilecek diğer bir husus da, aynı tarihte olaya konu yerleşim yerinde, buna benzer birden fazla olayın gerçekleşmiş olduğu ve savcılık nezdinde de takibe konu olduğu yapılan araştırmalar neticesinde öğrenilmiştir.

Bu durumda tapu iptali ve tescil davası açmayı düşünüyorum ama bunun yanında Tapu Müdürlüğünün ya da devletin sorumluluğu cihetine gidilebilmesinin yolu var mıdır? Cezai yönden de tapu memurları ve sahte kimlikle işlem yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunulabilir mi? Ve arsa üzerinde bina yapılmış olması davayı nasıl etkiler?

Yapılabilecekler açısından yol gösterebilirseniz çok memnun olurum.
Old 20-10-2011, 10:44   #2
meltem2007

 
Varsayılan

Sahte kimlikle yapılan işlem yolsuz tescil olduğu için burada 3. kişi iyiniyetli bile olsa iyiniyetinin korunması sözkonusu olmaz.Tedbir istemli bir tapu iptal tescil davası açın.Davayı terditli açın ki tapu iptal ve tescil talebiniz kabul edilmediği takdirde bedeli tazmin hakkınız doğsun.Bu nedenle terditli olarak açacağınız bu davada davalı olarak aynı zamanda tapu müdürlüğünü de göstermelisiniz.
Old 20-10-2011, 11:51   #3
egemen48

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan meltem2007
Sahte kimlikle yapılan işlem yolsuz tescil olduğu için burada 3. kişi iyiniyetli bile olsa iyiniyetinin korunması sözkonusu olmaz.Tedbir istemli bir tapu iptal tescil davası açın.Davayı terditli açın ki tapu iptal ve tescil talebiniz kabul edilmediği takdirde bedeli tazmin hakkınız doğsun.Bu nedenle terditli olarak açacağınız bu davada davalı olarak aynı zamanda tapu müdürlüğünü de göstermelisiniz.
tamamen aksi görüşteyim burada 3.kişiye yolsuz tescil nedeniyle dava açamazsınız çünkü burada şu an 3.kişi sahte kimliğe güvenen kişi değildir,kimliğe güvenen kişi 2.kişidir şu an taşınmazda bulunan kişi 2.kişiden tapu kaydına güvenerek taşınmazı almıştır ve mk1023 uyarınca da eğer iyiniyetli ise taşınmazın sahibidir.Siz bu durumda ilk satan kişiye sebepsiz zenginleşme davası açmalısınız
Old 20-10-2011, 18:27   #4
mylassos

 
Varsayılan

Meslektaşım;

1- Ceza sorumluluğu bakımından; sorunuzda aynı yerde benzer sahteciliklerin yapıldığını ve bunun Savcılığa yansıdığından bahsetmişsiniz. Bu konuda derdest soruşturma veya dava mevcutsa buraya müdahil olmayı denemeniz daha kolay olur. Devam etmiyorsa dahi bir dava açılmışsa buradaki sanıklar muhtemel sizin olayınızın da failleri olacaktır. Her durumda söz konusu soruşturmanın sonuçlarına bakmanız yararınıza olacaktır. Hiçbir ciddi soruşturma açılmamışsa dahi sizin sahtecilik ve dolandırıcılık için suç duyurusunda bulunmanız açacağınız davaya yardımcı olacaktır.

2- Hukuksal bakımdan ise tapu iptal davası 3. kişi tapu malikinin iyi niyetli olmadığını kanıtlayabilmenize bağlıdır. Bu hususta arsa üzerine bina yapılması iyi niyet bakımından az da olsa aleyhinize kanaat yaratacaktır.
Sizin için daha doğru yol tapu sicilinin uygun tutulması sebebiyle devletin sorumluluğuna gitmeniz olacaktır. Burada aşağıda yer alan kararlar uyarınca devlet sahte belgelerle yapılan tapu işlemleri nedeniyle sorumluluk altındadır. Meğer ki tapuda yapılan işlemle zarar arasında illiyet bağı kesilmiş olsun.


T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2007/4-422

K. 2007/536

T. 11.7.2007

• TAZMİNAT DAVASI ( Tapuda Sahte Vekaletnameye Dayalı Satış - Tapu Sicil Müdürlüğü Görevlilerinin Kusurlu Olup Olmadığının Araştırılmasına ya da kusurun Varlığının İspatına Gerek Olmadığı Gibi Esasen Devletin Sorumluluğu İçin Bu Kusurun Varlığı da Şart Olmadığı )

• TAPUDA SAHTE VEKALETNAMEYE DAYALI SATIŞ ( Tapu Sicil Müdürlüğü Görevlilerinin Kusurlu Olup Olmadığının Araştırılmasına ya da kusurun Varlığının İspatına Gerek Olmadığı Gibi Esasen Devletin Sorumluluğu İçin Bu Kusurun Varlığı da Şart Olmadığı )

• TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ GÖREVLİLERİNİN KUSURU ( Olup Olmadığının Araştırılmasına ya da Kusurun Varlığının İspatına Gerek Olmadığı Gibi Esasen Devletin Sorumluluğu İçin Bu Kusurun Varlığı da Şart Olmadığı )

• DEVLETİN SORUMLULUĞUNU GEREKTİREN İLLİYET BAĞI ( Bulunması Nedeniyle Tapu Sicilinin Tutulmasıyla İlgili İşlemden Doğan Davacı Zararından Davalı Hazinenin Sorumlu Bulunduğu )

4721/m.1007

743/m. 917

ÖZET : Dava, tapuda sahte vekaletnameye dayalı satış nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Dava, hukuksal dayanağını kusursuz sorumluluktan almakta ve kusura değil tehlike prensibine dayanmaktadır. Tapu sicil müdürlüğü görevlilerinin kusurlu olup olmadığının araştırılmasına yada kusurun varlığının ispatına gerek olmadığı gibi, esasen devletin sorumluluğu için bu kusurun varlığı da şart değildir. Tapu sicil müdürlüğünün hukuka aykırı eylem ve işlemleri ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğuna göre bu zarardan devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Diğer bir ifadeyle, davacının zararı, tapu dairesinde yapılan işlemden kaynaklanmakla, olayda, Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemenin, tapu sicilinin tutulmasıyla ilgili bu işlemden doğan davacı zararından, davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu yönündeki kararı usul ve yasaya uygundur.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Elmadağ Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.02.2005 gün ve 2004/208-2005/9 sayılı kararın incelenmesi Davalılar Hazine ve Tülay Çiftçioğlu vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 03.04.2006 gün ve 2006/1956-3585 sayılı ilamı ile;
( ... Dava, tapuda sahte vekaletname ile işlem yapılmasından kaynaklanan zararın tazminine ilişkindir. Yerel mahkemece davalılar Ergin Çelik mirasçıları ve Yaşar Sargın hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılardan Maliye Hazinesi ve Tülay Çiftçioğlu tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, sahte vekaletname ile kendisine tapuda satılan taşınmazın gerçek malikin açtığı tapu iptali ve tescil davasını kazanması sonucu elinden çıktığını, zarara uğradığını belirterek tazminat istemiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre, davalılar Ergin Çelik ve Yılmaz Timurlenk tapu maliki Recep Kılıç'ın kimlik bilgilerine ulaşarak haricen sahte bir nüfus cüzdanı düzenlemişler ve davalı Ergin Çelik'in fotoğrafını yapıştırmışlardır. Bu nüfus cüzdanı ile davalı Tülay Çiftçioğlu'nun görevli olduğu Urla Noterliği'nde, Ankara İli Elmadağ İlçesi Hasanoğlan Beldesi 531 Ada, 13 parsel sayılı taşınmazın satışı hususunda emlakçilik yapan davalı Yaşar Sargın'a düzenleme şeklinde vekaletnameyi davalı Ergin Çelik vermiştir. Daha sonra davalı Yaşar Sargın bu vekaletname ile taşınmazı davacıya tapuda satmıştır. Asıl malik Recep Kılıç durumu öğrenince suç duyurusunda bulunmuş ve tapu iptali tescil davası açarak taşınmazını geri almıştır.
Yine dosya içeriğine göre davalılar Yılmaz Timurlenk ve Ergin Çelik sahtecilik suçundan mahkum olmuşlardır. Vekaletnameyi düzenleyen noter katibi ise sahtecilik suçundan beraat etmiştir. Davalı noter hakkında ise Adalet Bakanlığınca koğuşturma izni verilmemiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuarları Dairesi Başkanlığı'nın 9/8/2001 tarihli ekspertiz raporuna göre vekaletname çıkarılmada kullanılan sahte nüfus cüzdanı iğfal kabiliyetine haizdir.
Davalılar Maliye Hazinesi ve Noter Tülay Çiftçioğlu'nun sorumlulukları Medeni Kanun'un 1007. maddesi ve Noterlik Kanunu'nun 162. maddesi gereğince kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören bu davalıların kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Bu davalılar da kusurlarının bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamalıdırlar. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun olması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda iğfal kabiliyeti bulunan nüfus cüzdanını kullanan üçüncü kişinin bu eylemi ile illiyet bağı kesilmiştir.
Şu durumda davalılardan Maliye Hazinesi ve Tülay Çiftçioğlu hakkındaki davanın reddi gerekirken yerel mahkemece anılan davalıların da sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, karar bu nedenle bozulmalıdır... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece kısmen önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, tapuda sahte vekaletnameye dayalı satış nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davacı vekili 13.05.2004 tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin Elmadağ Hasanoğlan Beldesi Sanayi Mahallesi 531 ada 13 parsel sayılı taşınmazı, taşınmaz maliki Recep Kılıç'ın emlakçi Yaşar Sargın'a Urla Noterliğinin 30.07.2001 tarih ve 5897 yevmiye sayılı işlemi ile verdiği vekaletnameye dayanarak Elmadağ Tapu Sicil Müdürlüğünde yapılan işlemle satın aldığını, daha sonra taşınmaz satışının sahte nüfus cüzdanına dayanılarak noterde tanzim edilen sahte vekaletname ile yapıldığının anlaşılması ve taşınmaz malikinin açtığı davalar sonunda tapu kaydının iptali ve kendisi hakkında da ceza davası açılması, hiçbir dahli ve kusuru olmadığı halde parasını verip satın aldığı taşınmazı kaybetmesi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını, ifadeyle, elinden çıkan taşınmazının dava tarihindeki sürüm değeri kadar maddi tazminat ve ayrıca müvekkilinin ağır cezada yargılanması nedeniyle 2.000.000.000 TL manevi tazminatının müştereken ve müteselsilen davalılardan alınarak müvekkiline verilmesini istemiş; bilirkişilerin raporlarını ibrazından sonra verdiği ıslah dilekçesiyle de, 263.928 YTL taşınmazın ellerinden çıkması nedeniyle uğramış oldukları maddi zarar ve 13.141 YTL'de 2001/478 esas sayılı dosyasında davayı kaybetmeleri nedeniyle ödemek zorunda kaldıkları yargılama gideri ve ücreti vekalet bedeli olmak üzere toplam 277.069 YTL'nin davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı hazine vekili 09.06.2004 tarihli cevap dilekçesinde özetle; davacının zararının tapu kayıtlarının düzenli tutulmamasından kaynaklanmadığını, tarafların kendi aralarında yapmış oldukları geçersiz akitten doğduğunu, MK. 917. ( 1007. ) maddesinin hazinenin ancak tapu sicilinin usulüne uygun tutulmamasından doğan zararlardan sorumlu olabileceğini düzenlediğini, somut olayda tapu sicilinde bir usulsüzlük bulunmadığını, öte yandan satış akit tablosunda satış bedelinin yazılı olması nedeni ile davacının ancak bu miktarı talep edebileceğini, tapu sicil memurunun satışa dayanak olan vekaletnameyi ilgili noterliği arayarak teyid ettiğini, taşınmazı satın alan davacının kendisinin yeterli ihtimamı göstermediğini, ifadeyle davanın reddini savunmuştur.
Davalı Noter vekili 14.06.2004 tarihli cevap dilekçesinde özetle; müvekkili notere ibraz edilen nüfus cüzdanının sahteliği anlaşılamayacak kadar muntazam tanzim edilmiş bir cüzdan olup, müvekkilinin nüfus cüzdanında resmi yapıştırılmış olan şahsın vekalet veren kişi olduğunu anlaması nedeni ile de istemi uyarınca vekaletnameyi düzenlediğini, olayda kusurunun ve sorumluluğunun bulunmadığını, bu sebeple davanın müvekkili yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini, ayrıca tapu kaydında taşınmazın satış değerinin gösterilmiş olması nedeni ile davacının daha fazla bir meblağı talep etmesinin haksız olduğunu, manevi tazminat talebinin de yasal bir dayanağı bulunmadığını ifadeyle, davanın reddini savunmuştur.
Davalı Yılmaz T. usulüne uygun olarak davetiye tebliğine karşın duruşmaya katılmadığı gibi temsilci yada cevap da göndermemiştir.
Davalılar Yaşar Sargın ve Ergin Çelik'e dava dilekçesi tebliğ edilememiş, davacı, öldüğü anlaşılan Ergin Çelik'in mirasçılarına karşı dava hakkını 16.07.2004 tarihli dilekçe ile; diğer davalı Yaşar Sargın hakkındaki davasını ise 14.12.2004 tarihli oturumdaki imzalı beyanı ile atiye bırakmıştır.
Yerel mahkemece davalılar Ergin Çelik mirasçıları ve Yaşar Sargın hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılardan Maliye Hazinesi ve Tülay Çiftçioğlu tarafından temyiz edilmiştir.
Özel Daire, temyiz eden her iki davalı yönünden de "üçüncü kişilerin haksız eyleminin illiyet bağını kestiği, kusursuz sorumluluğu bulunan davalıların eylemleri ile sonuç arasında illiyet bağı kesildiğinden sorumlu olmayacakları ve bunlar hakkındaki davanın reddi gerektiği" gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Mahkemece noter yönünden bozmaya uyulmuş; Hazine yönünden ise önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü, Hazine vekili temyize getirmektedir.
Somut olayın uyuşmazlığa etkili ayrıntılarının kısaca ortaya konulmasında yarar vardır;
Davacı Ayla Yıldırım'ın eldeki tazminat davasına konu olan olay ve işlemler zinciri davalılardan Yılmaz Timurlenk ve arkadaşlarının, taşınmaz maliki Recep Kılıç'ın nüfus bilgilerine ulaşarak davalı Ergin Çelik'in resmini taşıyan sahte nüfus cüzdanını düzenlenmeleri ve Recep Kılıç yerine dublör olarak yine resmi bulunan Ergin Çelik'i kullanmak suretiyle 20.07.2001 tarihinde Elmadağ Tapu Sicil Müdürlüğüne müracaatla zayiinden tapu senedi tanzimini istemeleri ve tapu senedini almaları ile başlamıştır.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Müfettişliğinin raporu ve eki belgeler, ceza dosyası kapsamında yer alan beyanlar, ceza dosyası içinde bulunan 13.08.2001 tarihli 676 sayılı Elmadağ Tapu Sicil Müdürlüğünün Merkez Karakol Amirliğine muhatap yazısı kapsamından; Yılmaz Timurlenk ve Ergin Çelik'e yerine geçtiği Recep Kılıç adına 29829-29830 sayılı bağış makbuzu karşılığında zayiinden tapu verildiği ve işlemi yapan memurlar hakkında başta yazılı başvuru belgesi düzenlettirmemek olmak üzere yapılan usulsüz işlemler nedeniyle usuli ve mali mevzuata aykırılıktan disiplin yönünden uyarma cezası verilmesi istendiği anlaşılmaktadır.
Tapu çalışanlarının mevzuata aykırı olduğu belirlenen bu eylemleri nedeniyle tapu müstenidatını inceleme olanağı bulan, tapu senedi aslını da bu yolla elde eden sahtecilik-dolandırıcılık eylemleri de ceza mahkemesi kararı ile kesinleşen Yılmaz Timurlenk ile Ergin Çelik, diğer davalı emlakçi Yaşar Sargın'ı sahte vekaletname ile malikin vekili tayin ettirmişler; 531 ada 13 parsel nolu taşınmazın 07.08.2001 tarihinde 1578 yevmiyeli işlemle davacı Ayla Yıldırım'a ve bu davaya konu olmayan 532 ada 1 parselin de 06.08.2001 tarihinde 1570 yevmiyeli işlemle yine bu davada taraf olmayan Rasim Kahraman'a tapuda satışını gerçekleştirmişlerdir. Tapuda resmi senet düzenlenirken bu kez de akit tablosunun açıklama kısmında taşınmaz malikinin Recep Kılıç olan adı Recep Demir olarak gösterilmiştir.
Yine ceza dosyasında bulunan belgelerden, tapu sicili müstenidatında resmi yer alan Recep Kılıç ile onun yerine geçerek işlem yaptıran Ergin Çelik'in vekaletname ve nüfus cüzdanı fotokopisindeki resimlerinin karşılaştırılmasında da, aralarında hiçbir benzerlik olmadığı görülmektedir.
Sahte vekaletnameyi düzenleyen noter katibi hakkında ise, resmi evrakta sahtecilik suçundan, İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/179 esas sayılı dosyasında ilk celse "kasıt yokluğundan" beraat kararı verilmiş ve anılan karar Yargıtay incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiştir. Anılan bu eylem nedeni ile Urla Noteri hakkında da, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nce ve Noterler Birliğince, gerek disiplin gerek cezai yönden kovuşturma izni verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Diğer sanıklarla birlikte davalılar Yılmaz Timurlenk, Yaşar Sargın, Ergin Çelik ve davacı Ayla Yıldırım hakkında "sahte nüfus cüzdanı tanzimi ile kullanmak, dolandırıcılık ve bu suça iştirak" suçlarından Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve yapılan yargılama sonucunda davacı Ayla Yıldırım ile davalı Yaşar Sargın'ın "atılı suçları işlediklerine ve diğer sanıkların eylemlerine iştirak ettiklerine ilişkin" delil bulunmadığından bahisle beraatlarına, davalılar Yılmaz Timurlenk ve Ergin Çelik'in atılı suçlardan mahkumiyetlerine karar verilmiş; bu karar Yargıtay 6. CD'nin 2003/8756 esas ve 2004/2301 karar sayılı ilamı ile 04.03.2004 tarihinde onanmıştır.
Tapu işlemleri sonrası, gerçek malik Recep Kılıç, Elmadağ Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/478 esas sayılı dosyasında açtığı tapu iptali ve tescil davası sonunda tapunun iptalini sağlamış; tapu iptali kararında, davacı Ayla'nın kusurlu işlemi olduğuna ilişkin bir belirleme yapılmamış; aksine iyiniyetli olduğu vurgulanarak, durum böyle olsa bile sahte vekaletname nedeniyle işlemin sakatlığı söz konusu olduğundan yolsuz tescile dayalı kaydın iptali gerektiği, gerekçe olarak gösterilmiştir.
Davacı Ayla Yıldırım ile ona satışı gerçekleştiren emlakcı Yaşar Sargın'ın bu kişilerin eylemine dahil olmadıkları, haklarında verilen bu yargı kararları ile belirgindir.
Tapuda resmi şekilde satın aldığı taşınmaz yönünden aleyhine verilen tapu iptal davasının kesinleşmesi ve taşınmazın eski maliki adına kaydedilmesi üzerine davacı Ayla Yıldırım; eldeki davayı açmıştır.
Davacı, eldeki dava ile tapu ve noter memurlarının özensizliği nedeniyle uğradığı maddi zararının tazminini ayrıca haksız yere sanık sıfatıyla yargılanması nedeniyle de manevi zararını istemektedir.
Yapılan yargılama sonucunda gerçek kişiler yönünden verilen kararlar ile noter hakkındaki red kararı kesinleşmiş, bozma ve direnme kararlarının kapsamına göre; uyuşmazlık, Hazinenin sorumluluğu noktasında düğümlenmiştir.
Davacı, taşınmazı sahte vekaletname ile vekil kılınan emlakçi vasıtasıyla tapuda yapılan işlemle satın almış; Hazinenin sorumluluğunun bulunduğu iddiasını ise tüm aşamalarda iki noktaya dayandırmıştır;
Bunlardan birisi disiplin cezasına da konu olan tapu memurlarınca zayiinden tapu verilmesi işlemlerinin usulsüzlüğü diğeri ise tapuda sahte vekaletnameye dayalı satışın gerçekleştirilmesidir.
Davacının, Hazinenin sorumluluğu yönünden illiyet bağını kesecek kusurlu yada kasıtlı herhangi bir eylemi belirlenmemiş; aksine iyi niyetli alıcı olduğu gerek hukuk gerek ceza yargılamasında ortaya konulmuştur. Kaldı ki, bu husus uyuşmazlık konusu da değildir.
Diğer yandan dosyaya yansıyan belgelerden davalı gerçek kişilerin noterlik ve tapu sicil müdürlüklerinde yaptıkları benzer işlem ve yöntemlerle birçok sahtecilik-dolandırıcılık eylemini gerçekleştirdikleri anlaşılmaktadır.
Açıklanan maddi olgu, bozma ilamı ve buna ilişkin direnme kararının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; yasa gereği kusursuz sorumluluğu bulunan davalı Hazinenin bu sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir olgunun gerçekleşip gerçekleşmediği, bu cümleden olarak; tapu sicilinde üçüncü kişilerin sahtecilik eylemleri ile birleşen her iki işlem nedeniyle tapu sicilinin tutulması ile davacı zararı arasında hazine açısından uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı ve sonuçta Hazinenin sorumluluğundan söz edilip edilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.
İlkin belirtilmelidir ki, davacının davalı hazineye yönelik tazminat isteminin yasal dayanağı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. ( 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 917. ) maddesi olup, bu hükümde devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan sorumluluğu düzenlenmiştir.
Bu sorumluluğun niteliği ve somut olay yönünden değerlendirilmesine geçilmezden evvel, kusursuz sorumluluğa ilişkin temel ilkeler ve öğretide yer alan görüşler üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır.
Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa kadar uzayan bir yol izlenmektedir.
Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür ( Tandoğan Haluk, Türk Mesuliyet Hukuku, 1967, s:89 ). Kusur sorumluluğunda, "kusur" sorumluluğun öğesidir ( Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554 ).
Tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağlama bakımından da yetersiz kalmaya başlamıştır.
Böylece sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, hukuk alanında da etkisini doğurmuş ve bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu, kısacası kusursuz sorumluluğu getirmiştir ( Prof.Dr.Haluk Tandoğan, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, 1981 Bası, sh.1-4 ).
Öğretide kusursuz sorumluluk halleri "olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu" olmak üzere ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi ( Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22 ); "hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu" şeklinde üçlü ayırıma gidildiği de görülmektedir ( Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop/Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498 ).
Öte yandan, "objektif sorumluluk" üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır.
Tehlike sorumluluğu, "terminolojide" "ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu"; "ağırlaştırılmış objektif sorumluluk" olarak yer alır ( Koçhisarlıoğlu Cengiz, Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s:183 ). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak bu türde kurtuluş beyyinesi ( kanıtı ) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.
Türk Özel Hukukunda kusura dayanmayan sorumluluk hallerinden birisi de Tapu sicilinin tutulmasından Devletin sorumluluğudur.
Bu sorumluluğun niteliği ve somut olay yönünden değerlendirilmesine gelince;
Devletin "tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna" ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/tehlike sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanır.
Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında "Devletin sorumluluğu" o kadar önemlidir ki, 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 917, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddelerinde açıkça;
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder"
Hükmüne yer verilerek, bu sorumluluk yasal düzenleme altına alınmıştır.
Diğer taraftan, devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı Devlet'e fer'i değil, aynen İsviçre'de olduğu gibi asli sorumluluk yüklenmiştir ( Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303 ).
Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu "Devletin sorumluluğu"ndan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi bulunmamakta; böylece Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluğun özel bir hali olarak ortaya konulmaktadır.
Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Devletin sorumluğunun dayandırıldığı tapu sicilinin doğru tutulmasına ilişkin güvenin devamını sağlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden daha geniş bir anlam taşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güvenen iyiniyetli üçüncü kişilerin iktisaplarının korunamadığı bazı hallerde dahi, onların bu yüzden uğradıkları zarardan da Devlet sorumlu tutulur.
Görülmektedir ki; kusursuz sorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan Devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.
Tapu sicil müdür yada memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı yada yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür yada memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır ( Dr.Lale Sirmen, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devlet'in Sorumluluğu, Ankara, 1976 Sh.63 vd ). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunlukta gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır.
Az yukarıda ayrıntıları açıklandığı ve vurgulandığı üzere; Devletin sorumluluğunun bir tehlike sorumluluğu olduğu hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.10.1955 gün ve 1955/4-58 esas, 1955/64 karar sayılı; 29.06.1977 gün ve 1977/4-845 esas ve 1977/655 karar sayılı; 24.09.2003 gün ve 2003/4-491 esas ve 2003/487 karar sayılı; 19.04.2006 gün ve 2006/4-113 esas ve 2006/205 karar sayılı; 09.05.2007 gün ve 2007/4-212 esas, 2007/261 karar sayılı, ilamlarıyla yargısal uygulamada da büyük ölçüde kabul edilmiştir.
Somut olay açısından Devletin sorumluluğu irdelendiğinde;
Davacı, üçüncü kişiye ait taşınmazı, elinde vekaletname bulunan emlakçiden tapu sicil müdürlüğünde gerçekleştirilen resmi senetle almış; daha sonra gerçek malikin açtığı dava sonucunda bu tescilin sahte kimlikle alınan vekaletnameye dayalı ve yolsuz olduğu gerekçesiyle adına olan tapu kaydı iptal edilerek bedelini peşinen ödediği taşınmaz uhdesinden çıkarak gerçek maliki adına tapuya tescil edilmiştir.
Tapudaki işlemin dayanağı olan vekaletnamenin sahtecilik yoluyla elde edildiği ve tescilin yolsuz olarak gerçekleştiği yargı kararları ile belirgindir. Davacı zararının kaynağı da başından beri birleşen tüm işlemlerle birlikte sağlanan bu yolsuz tescildir ve kendisinin kasıtlı yada kusurlu eylemiyle bu zararın gerçekleşmesine neden olduğuna ilişkin herhangi bir belirleme de dosya kapsamında bulunmamakta, aksine eylemlere dahil olmadığı ve iyiniyetli alıcı durumunda olduğu ceza ve hukuk mahkemelerince verilmiş kararlarla kabul edilmektedir.
Önemle vurgulanmalıdır ki, tapu sicil müdürlüğünün uygulaması gereken hukuki esasları ihlali halinde hukuka aykırılığın bulunduğunun kabulü gerekmekte; tapu memurlarının faaliyetleri çerçevesine giren herhangi bir işlem tapu kütüğünün tutulması işlemi ve böyle bir işlemin kanuna aykırı şekilde yapılmış olması dolayısıyla, bu tür işlemler nedeniyle uygulamada oluşan tecrübe ve görüşler uyarınca oluşması mutad kabul edilen bir zarar da, Türk ve İsviçre hukuk sistemlerinde tazminat istemlerine esas teşkil eden uygun illiyet nazariyesine göre tapu sicilinin tutulmasından doğan zarar sayılmaktadır.
Tapu sicil müdürlüğünde yapılan işlemler bu yönüyle değerlendirildiğinde görülmektedir ki;
Davacının zararına neden olan olay ve işlemler zinciri davalılardan Yılmaz ve arkadaşlarının, taşınmaz maliki Recep Kılıç'ın nüfus bilgilerine ulaşarak davalı Ergin Çelik'in resmini taşıyan sahte nüfus cüzdanını düzenlemeleri ve Recep Kılıç yerine dublör olarak yine resmi bulunan Ergin Çelik'i kullanmak suretiyle 20.07.2001 tarihinde Elmadağ Tapu Sicil Müdürlüğüne müracaatla zayiinden tapu senedi tanzimini istemeleri ve tapu senedini almaları ile başlamış; devamında yine sahte kimlikle Noterden alınan vekaletname kullanılarak tapu memuru önünde resmi şekilde satışla devam etmiştir.
Zayiinden yeni tapu belgesi tanzim edilerek gerçekte malik olmayan kişiler eline geçmesinin sağlanması inandırıcı sahte bir belgeye dayalı yapılmış olsa dahi hukuka aykırıdır ve bu hukuka aykırılık görevlilerin kusuru olsun olmasın sonuçta zarara uğranılmasında etkilidir. Zira, tapu sicil müdürlükleri sadece tapu kaydını değil buna dayanak belgeleri de elinde bulundurmakta sicilde ve müstenidi belgelerde malikin resmi, imzası ve kimlik bilgileri yer almaktadır. Tapuda işlem yapabilmek, "ilgili sıfatıyla" imzalı başvuru belgesinin varlığını gerektirmektedir. Oysa somut olayda, zayiinden yeni tapu senedi verilirken bu gereklere uyulmadığı gibi başvuran sahte kişi, gerçek malike hiç benzemediği halde resimler üzerinde kontrol yapılıp, imzası da alınmadığından kolaylıkla gerçek malikmiş gibi müstenidat bilgilerinden yararlandığı ve tapu senedini elde ettiği dosya kapsamı ile belirgindir. İlgililerin bu işlemin yapılmasında, kasta varan ihmalleri söz konusudur.
Sicilin sağlıklı biçimde oluşturulması, tüm kayıtların usulünce tutulması, korunması, devamlılığı, güvenilirliği hem yasalarla, hem Tapu Sicil Tüzüğü ile hem de Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün uygulama genelgeleri ile düzenleme ve teminat altına alınmış; sicile güven ilkesi ile de bunlar ve benzeri tapu sicil müdürlüğü işlemleri devletin sorumluluğu kapsamında kabul edilmiştir. Dolayısıyla, usuli ve mali mevzuata aykırı olarak zayiinden yeni tapu senedi tanzimi ve ilgili sıfatını haiz olmayan kişiye verilmesi dahi başlı başına bu sorumluluk kapsamında değerlendirilmelidir.
Nitekim, kendisini malik yerine koyan kişi ele geçirdiği bu tapu senedi ve bu senetteki bilgilerle noterde de kolaylıkla vekaletname tanzimini sağlamış yine aynı kolaylıkla tapuda resmi memur önünde vekil vasıtasıyla maliki olmadığı taşınmazın satışını gerçekleştirmiştir.
Özetle ifade edilecek olursa; tapu müdür yada memurunun, gerçek tapu maliki olmayıp, "ilgili" sıfatı taşımayan başvuru sahibinin imzasını taşıyan yazılı başvuru belgesini almadan ve sicildeki resimle bu kişinin ibraz ettiği sahte nüfus cüzdanındaki resmi ve kayıtları karşılaştırmadan, kayıp nedeniyle yeniden tapu senedi düzenleyip bu kişiye vermesi resmi senette soyismin yanlış yazılması ve ardından da temin edilen sahte vekaletnameye dayalı olarak sicile yolsuz tescil işlemini gerçekleştirmiş olması hukuka aykırıdır. Bu hukuka aykırı davranışla zarar arasında illiyet bağının varlığı belirgin olup; devlet bundan doğan zarardan sorumludur.
Tüm bu eylem ve işlemler üçüncü kişinin dahli de olsa hukuka aykırı biçimde tapuda gerçekleşmiş olmakla, olay mücerret şekilde noterde başlayıp biten ve tapu sicilinin tutulması ile ilgili olmayan bir işlem olarak nitelendirilemez. Zira; zarar, salt sahte vekaletname tanzimi ile değil açıklanan şekilde tapuda hukuka aykırı şekilde yapılan işlemlerle, bu sahte vekaletnamenin tescil işlemine dayanak alınmasıyla ve sonuçta da yolsuz kabul edilen tescilin iptali ile ilk malikine dönüşüyle ortaya çıkmıştır. Zararın bu şekilde gerçekleşmesi işlem dünyasında bilinebilir, mutad bir sonuç olup; bu açık durum karşısında zarar ile tapu memurlarının eylem ve işlemleri arasında uygun illiyet bağının kesildiğinden de söz edilemez.
Önemle ve sıklıkla vurgulandığı üzere dava, hukuksal dayanağını kusursuz sorumluluktan almakta ve kusura değil tehlike prensibine dayanmaktadır. Öte taraftan tapu sicil müdürlüğü görevlilerinin kusurlu olup olmadığının araştırılmasına yada kusurun varlığının ispatına gerek olmadığı gibi, esasen devletin sorumluluğu için bu kusurun varlığı da şart değildir. Tapu sicil müdürlüğünün hukuka aykırı eylem ve işlemleri ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğuna göre bu zarardan devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Diğer bir ifadeyle, davacının zararı, tapu dairesinde yapılan işlemden kaynaklanmakla, olayda, Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemenin, tapu sicilinin tutulmasıyla ilgili bu işlemden doğan davacı zararından, davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı DİRENME KARARI UYGUN OLUP, hükme konu miktara yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 11.07.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.








T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2007/4-212

K. 2007/261

T. 9.5.2007

• TAPU SİCİLİNDE SAHTECİLİK ( Davacının Zararı Tapu Dairesinde Yapılan ve Görevin Suistimali Mahiyetinde Olan İşlemden Kaynaklandığı - Olayda Devletin Sorumluluğunu Gerektiren İlliyet Bağının Bulunduğu )

• TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DEVLETİN SORUMLULUĞU ( Satış İşlemi Yapılırken Satıcının Kimlik Belgesi Sureti İşlem Dosyasına Alınmamış ve Dosyadaki Asıl Malikin Hüviyeti İle Karşılaştırılmaması Nedeniyle Devletin Sorumlu Olduğu )

• TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN DOĞAN ZARAR ( Satış İşlemi Yapılırken Satıcının Kimlik Belgesi Sureti İşlem Dosyasına Alınmamış ve Dosyadaki Asıl Malikin Hüviyeti İle Karşılaştırılmaması Nedeniyle Devletin Sorumlu Olduğu )

• KUSURSUZ SORUMULULUK ( Tapuda İşlem Yapan Memurlar Bu İşlem Sırasında Gerçek Malikin Kimliğine İlişkin Hiç Bir Evrakı İncelemediği - Satışın Yapılmasına Göz Yumduğundan Devlet Yapılan Bu Haksız Satıştan ve Neticesindeki Tazminattan Sorumlu Olduğu )

• İLLİYET BAĞI ( Tapuda İşlem Yapan Memurlar Bu İşlem Sırasında Gerçek Malikin Kimliğine İlişkin Hiç Bir Evrakı İncelemediği - Satışın Yapılmasına Göz Yumduğundan Devlet Yapılan Bu Haksız Satıştan ve Neticesindeki Tazminattan Sorumlu Olduğu )

4721/m.1007

743/m.917

ÖZET : Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davacının tapuda kendi adına kayıtlı taşınmazı, davacıya ait olmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından dava dışı bir kişiye satılmıştır. Satış işlemi yapılırken; satıcının kimlik belgesi sureti işlem dosyasına alınmamış ve dosyadaki asıl malikin hüviyeti ile karşılaştırılmamıştır. Tapuda işlem yapan memurlar, bu işlem sırasında gerçek malikin kimliğine ilişkin hiç bir evrakı incelememişler, satışın yapılmasına göz yumuşlardır. Bunların yaptıkları eylem nedeniyle Devletin sorumluluğu yönünden illiyet bağı bu olayda kesilmemiştir. Devlet yapılan bu haksız satıştan ve neticesindeki tazminatan sorumludur. Diğer bir ifadeyle davacının zararı, tapu dairesinde yapılan ve görevin suistimalı mahiyetinde olan işlemden kaynaklanmıştır. Bu itibarla olayda, devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir.
DAVA : Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; K. Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.06.2004 gün ve 2003/851 E- 2004/322 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.10.2005 gün ve 2004/12722-2005/11105 sayılı ilamı ile;
( ... l-Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konu taşınmazın davacıya ait bulunmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından dava dışı ç.'ye satışının yapıldığı; onun tarafından da yine dava dışı kişilere satıldığı anlaşılmaktadır. Davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan dava dışı H. A.'ya karşı açılan iptal ve tescil davası reddedilmiş, temyiz incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin yapılan sahtecilik eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Yani zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesine etken olan sahtecilik işleminden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917 ( Türk Medeni Kanunu 1007 ) maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumlu olacağı belirtilmektedir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı anlaşılmaktadır. N e var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden veya ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Bu itibarla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez. Davanın reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir.
2-Yargılama ve hüküm, ancak davanın tarafları hakkında verilebilir.
Yargılama giderleri de hükmün sonuçlarına göre yanların sorumlulukları ile ilgili bulunduğundan, hüküm ile birlikte karara bağlanması gerekir. ( 29.5.1957 tarih ve 4116 sayılı IBK. ). Bu bağlamda, yargılama giderleri aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir ve vekalet ücreti de yargılama giderlerindendir. ( HUMK.m.417/1, m 423/b.6 ).
Diğer yandan, 4667 sayılı Yasa m.77 hükmü ile değişik 1136 sayılı Avukatlık Yasası'nın 164/son maddesindeki düzenlemede; dava sonunda, karar ile tarifeye dayalı olarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olacağı belirtildiği gibi; bu hükme koşut bir düzenleme de Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde "yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti" biçiminde yer almıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere gerek Avukatlık Yasası ve gerekse de yasaya dayalı olarak hazırlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde yer alan düzenlemeler; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun davanın taraflarına ve hükmün kimlere yönelik olarak kurulacağına ilişkin hükümlerini kaldırıcı veya değiştirici nitelikte değildir. Aksine, hükmün ve ayrıntısı niteliğindeki yargılama giderlerinin -ve bu bağlamda vekalet ücretinin- davanın tarafları hakkında kurulması gerekir. Avukatlık Yasası'ndaki, "vekalet ücreti avukata aittir" biçimindeki düzenleme hükmü kuran mahkemeye değil, vekil ile vekil edene yönelik bir kuraldır. Bu yorum ve varılan sonuç aynı maddedeki "bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez" biçimindeki düzenleme ile de doğrulanmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, taraf sıfatı bulunmayan vekil yararına vekalet üccretine hükmedilmesi de doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/1 1. fıkrası hükmü gereğince davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna yönelik tazminat istemine ilişkindir.
Davacı R. D. vekili; müvekkilinin yurtdışında ikamet etmekte olduğunu, 1994 yılında Türkiye'ye geldiğini, tapuda adına kayıtlı bulunan bahçeli kargir ev niteliğindeki 177 parsel sayılı taşınmazın, sahte imza ve kimlik belgesi kullanılmak suretiyle 10.05.1993 tarihinde dava ... dışı Ç. Ç.'ye satıldığını, onun tarafından 27.07.1993 tarihinde dava dışı B. Ü.'ye ve bu şahıs tarafından da 16.08.1993 tarihinde davalı H. A.'ya satışının yapıldığını öğrendiğini; adı geçen şahıslar ve işlemi yapan memurlar aleyhine açılan ceza davalarının berat kararıyla sonuçlandığını, müvekkili tarafından son kayıt maliki davalı aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasının da reddine karar verildiğini; tapu sicil memurunun hukuka aykırı eylemi sonucu 10.05.1993 tarihli satış işlemi yapılmış olduğunu, hukuka aykırı eylem ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğunu ve zarardan Hazinenin sorumlu olduğunu ileri sürerek; dava ve ıslah dilekçeleriyle toplam 282.000.000.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Hazine vekili; taşınmazın, sahte nüfus cüzdanı ve imza kullanılarak satışına dair işlemi yapan sorumlular aleyhine ceza davası açıldığını savunarak, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiş; İhbarda bulunulan A. O. A., satış işleminde kusurunun bulunmadığını savunmuş, M. A.'ya usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmaya katılmamıştır.
Mahkemenin; "sahteciliğe konu satış işlemini memurların, sahte imza ve fotoğrafı ayırt edememiş olmakla kusurlu bulundukları ve işlemin tapu sicil müdürlüğünde gerçekleşmiş olması nedeniyle davacının zararından Hazinenin sorumlu olduğu" gerekçesiyle, "davanın kabulü ile 282.000.000.000 TL tazminatın 9.10.2003 dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline" dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, "davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağı bulunmaması nedeniyle davanın reddi gereğine" işaret eden 1 numaralı bozma gerekçesine direnilmiş; "vekalet ücretinin taraf yararına hükmedilmesi gereğine" değinen 2 numaralı bozma gerekçesine uyulmuştur.
Dosyadaki kanıtlara göre; tapuda cinsi bahçeli kargir ev olan 177 parsel sayılı taşınmaz, davacı R. D. adına kayıtlı iken; davacıya ait bulunmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından 10.5.1993 tarihinde dava dışı Ç. Ç.'ye satışının yapıldığı; Ç. Ç. tarafından 27.7.1993 tarihinde dava dışı B. O.'ye, onun tarafından da 18.8.1993 tarihinde H. A.'ya satıldığı anlaşılmaktadır. Adı geçen şahıslar ve satış işlemini yapan memurlar aleyhine açılan ceza davalarında sanıkların beratlarına karar verilmiş; durumu öğrenen gerçek kayıt maliki R. De. tarafından, son kayıt maliki-dava dışı H. A.'ya karşı açılan tapu iptal ve tescil davası da reddedilerek kesinleşmiştir.
1-Açıklanan maddi olgu, bozma ilamın birinci bendi ve buna ilişkin direnme kararının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; olayda, davalı Hazinenin sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı, dolayısıyla davalının sorumluluğundan söz edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumluluğunun niteliği ve yasal dayanağı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür ( Tandoğan Haluk, Türk Mes'uliyet Hukuku, 1967, s:89 ). Kusur sorumluluğunda, "kusur" sorumluluğun öğesidir ( Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.l, B.6, İstanbul 1998, s:554 ).
Sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu getirmiştir.
Öğretide kusursuz sorumluluk halleri "olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu" gibi ikil ayırıma tabi tutulduğu gibi ( Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.l, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22 ); "hakkaniyet sorumluluğu nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu" şeklinde üçlü ayının yapanlar da vardır ( Tekinay / Akman /Burcuoğlu / Altop / Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, Istanbul 1993, s:498 ).
Öte yandan, "objektif sorumluluk" üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, "terminolojide" "ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu"; "ağırlaştırılmış objektif sorumluluk" olarak yer alır ( Koçhisarlıoğlu Cengiz, Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s: 183 ). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyinesi ( kanıtı ) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.
Bu noktada, Devletin "tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna" ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk!ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk! tehlike sorumluluğa ilişkin kurallar uygulanır.
Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinde ( 743 sayılı TKM m.917 ); "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder" hükmü öngörülmüştür.
Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı feri değil, aynen İsviçre'de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir ( Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303 ).
Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur.
Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Bu nedenledir ki, az yukarıda vurgulandığı üzere; devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur ( HGKK 05.10.1955 gün, E:4/58 K:64 ve 29.06.1977 gün, E: 1977/4-845 K:655 ).
Somut olayda; davacının tapuda kendi adına kayıtlı taşınmazı, davacıya ait olmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından 10.5.1993 tarihinde dava dışı ç. ç.'ye satılmıştır. Satış işlemi yapılırken; satıcının kimlik belgesi sureti işlem dosyasına alınmamış ve dosyadaki asıl malikin hüviyeti ile karşılaştırılmamıştır. Gerçek malikin tescil dosyasında bulunan fotoğrafı ile, sahte satıcının evraka eklediği fotoğraflar çok farklı olmasına karşın işlem ilgili memurlar tarafından ifa edilmiştir. Davacı, tapu maliki R. D.'ye ait tapudaki nüfus kayıt bilgilerinin hane no: 530 olmasına karşın, sahte satışa konu akit tablosundaki nüfus kayıt bilgilerinin hane no: 514 olmasına rağmen satış işlemi yapılmıştır. Ayrıca; davacı Rüşti olmasına ve ilk işlem dosyasında da bu isim ve soy isim bulunmasına rağmen kimliği belirsiz kişinin yaptığı satış ile ilgili müracaat formunda isim Rüşdü yazılı bulunmasına karşın satış işlemi gerçekleştirilmiştir. Tapuda işlem yapan memurlar, bu işlem sırasında gerçek malikin kimliğine ilişkin hiç bir evrakı incelememişler, satışın yapılmasına göz yumuşlardır. Bunların yaptıklar eylem nedeniyle Devletin sorumluluğu yönünden illiyet bağı bu olayda kesilmemiştir. Devlet yapılan bu haksız satıştan ve neticesindeki tazminatan sorumludur.
Diğer bir ifadeyle davacının zararı, tapu dairesinde yapılan ve görevin suistimalı mahiyetinde olan işlemden kaynaklanmıştır. Bu itibarla olayda, Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle; Yerel Mahkemenin, doğan zarardan davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
Ne var ki; davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
2- Mahkemece, bozma ilamının 2. bendinde yer alan ve "Vekalet ücretinin taraf yararına hükmedilmesi gereğine" işaret eden bozma gerekçesine uyularak, yeni hüküm oluşturulmuştur.
Şu itibarla, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.
SONUÇ : 1 ) Yukarıda 1 numaralı bete açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere, dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
2 ) Yukarıda 2 numaralı bentte açıklanan nedenlerle, bozma çerçevesinde verilen yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 09.05.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.
Old 22-10-2011, 14:58   #5
av.syn

 
Varsayılan

Merhabalar,
Bunlara ilaveten belirtmek isterim ki; bir taşınmazı sahte nüfus kaydı kullanılarak elde edilen veraset vesikasına dayanılarak veya sahte vekaletname kullanarak adına tescil sağlayanın bu tescili yolsuzdur.MK 1023 maddesiyle korunan iyiniyet tapu sicilindeki kaydın doğruluğuna ilişkindir.Tapu sicili kapsamına girmeyen belgeye dayalı iyi niyetten söz edilemez. Yani sahte nüfus cüzdanına dayanarak satış yapılan kişinin iyi niyeti korunamaz. Bu nedenle açılacak olan tapu iptal ve tescil davasının kazanılabileceğini düşünüyorum.

Bu konuda açılacak olan ceza soruşturmasının yeterli bir sonuç doğuracağına ihtimal vermiyorum. Çünkü burada sorumlu olan sadece sahtecilik eylemini gerçekleştiren şahıstır. Bu şahısa ulaşmanın mümkün olmadığı kanaatindeyim. Belki tapu memurlarının sorumluluğu ve ihmali ispatlanabilir ise haklarında görevi ihmal suçundan şikayet yoluna gidilebilir.

Benim burada aklıma takılan husus; arsa üzerine yapılan binanın akıbetinin ne olacağıdır.Gerçek hak sahibi bu konuda nasıl bir yol izlemelidir açıkçası bende emin değilim.

Saygılarımla...
Old 22-10-2011, 20:58   #6
magistra175

 
Varsayılan

MK'nın ilgili hükmü gereğince tapu kaydının yanlış tutulmasından doğan zararlardan devlet sorumludur.Zararın bizzat tapuda ki kayıttan değilde tescil işlemi için gerekli olan vekaletname kimlik vs. belgelerin sahte olmasından kaynaklanması halinde de devleti sorumluluğu söz konusu olacaktır. Zira kütükte yapılan tescil tapu memurunun kendisine ibraz edilen kimliğin sahteliğini anlayamamasından ileri gelmiştir. Tapu memuru kendisine ibraz edilen kimliğin sahte olup olmadığını kontrol etmekle mükelleftir. Böyle bir belgenin sahte olduğunu memurun anlayamaması ve bunda tamamen kusursuz olması mümkündür. Fakat zaten MK'nın devletin sorumluluğuna ilişkin hükmü kusursuz bir sorumluluk halini öngörmektedir ve bu hüküm tapu memuruna verilen görevlerin aksamalarından doğan zararların mutlaka memura ait kusurdan doğmasına lüzum göstermemiştir. Ancak şu noktayı belirtelim ki A'ya ait bir taşınmazın B tarfından sahte bir kimlikle Ü'ye temlik edilmesi A'nın mülkiyet hakkına nihayet vermez. Ü iyiniyet sahibi olsa daha durum böyledir. Zira bu taktirde Ü tapu sicil kaydına değil, B'nin malik olduğuna güvenerek iktisapta bulunmuştur. Halbu ki MK'nın 1023. maddesi iyiniyetli üçüncü sahışların sadece sicil kaydına güvenmeleri halinde onların iktisaplarını geçerli saymıştır. Böyle olunca A'nın Ü'ye karşı tapu sicil kaydının düzeltilmesi davası açması ve böylece taşınmazını aynen elde etmesi mümkündür. Diğer söyleyişle A mülkiyet hakkını Ü lehinde ki kayda rağmen muhafaza etmektedir. O halde A'nın mülkiyet hakkının kaybından doğan bir zarara uğramış sayılması mümkün değildir. Buna mukabil Ü sözü geçen taşınmazı Y adına satıp temlik ettiği taktirde iyiniyetli Y'nin iktisabı dolayısıyla A sahte kimlik kullanılmasından dolayı zarara uğramış bulunacaktır.
Tapudaki kayıt yanlışlığı yüzünden bir kimsenin hakkı haleldar olmuş bulunmakla beraber, bu yanlışlığın düzeltilmesi mümkün oldukça, ortada tazmini gereken bir zarar olmadığına ve böyle hallerde devletten tazminat istemek yerine tapu siclinin düzeltilmesini dava etmekle maksadın temin edileceğine özellikle dikkat etmek gerekir. Mamafih Federal mahkemenin kararına konu olan bir olayda, buna benzer bir hadise dolayısıyla verilen bir kararda açılıpta kazanılamayan böyle bir davanın masraflarının dahi devletten talep edilebileceğinden söz edilmiştir.(Tekinay Eşya Hukuku 5. bası 1989'dan yararlanılmıştır.)
Old 25-10-2011, 15:52   #7
concardia

 
Varsayılan

Uzun süredir foruma giremediğim için cevaplarınızı göremedim. Tüm meslektaşıma cevapları ve Yargıtay Kararları ile yol gösterdikleri için teşekkür ederim.

Bu sürede ben de bir kaç kitap çalıştım , yanıtlarınızla birlikte de kafamda yol haritam oluştu diyebilirim.

Alıntı:
Yazan egemen48
3.kişiye yolsuz tescil nedeniyle dava açamazsınız çünkü burada şu an 3.kişi sahte kimliğe güvenen kişi değildir,kimliğe güvenen kişi 2.kişidir şu an taşınmazda bulunan kişi 2.kişiden tapu kaydına güvenerek taşınmazı almıştır

Olayımı yanlış ifade etmiş olmalıyım, burada bahsettiğiniz şekilde 3.kişi bulunmamakta, yani sadece sahte kimliğe güvenen 2.şahıs bulunmaktadır. Bu nedenle sahte belgeye dayalı olarak tapu kaydına güven ilkesinin korunması söz konusu olmayacaktır. Çünkü MK 1024 "Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. " diyerek tanımı açıkça yapmıştır.

Diğer meslektaşlarımın da belirttikleri gibi yolsuz tescil söz konusu olduğu için MK 1023 hükmüne dayanılarak iktisabın geçerli olduğu ileri sürülemeyecektir.
Bu durumda Tapu İptal ve Tescil davası neticesinde tescilin asıl mülkiyet sahibi müvekkil adına geçirilmesi söz konusu olacaktır. Arsa üzerine yapılmış bulunan binanın, şahsın iyiniyeti aleyhine de delil teşkil edeceğini umuyorum.

Aynı zamanda sayın mylassos'un da belirttiği gibi Tapu İptal ve Tescil davasının reddedilmesi halinde, devletin sorumluluğuna da gidilerek kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminat davasından sonuç elde edilebilecektir. Nitekim Yargıtay Kararları da bu durumu destekliyor.

Ve kafamı karıştıran bina hususunda da; tescilin gerçekleşmesinden sonra men-i müdahale ve kal davası açılabilecektir gerçi iyiniyet ve bina değeri durumu güçleştirecektir. Ancak binaya ilişkin tek yapılabilecek yolun bu olduğunu düşünüyorum...

İlk defa tapuya ilişkin dava açacağım için fikirlerinize başvurma ihtiyacı hissettim, yol göstericiliğiniz için tekrar teşekkür ederim
Old 15-07-2014, 14:12   #8
eser_29

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2009/7-217
Karar: 2009/276
Karar Tarihi: 17.06.2009
(4721 S. K. m. 718) (818 S. K. m. 61) (1086 S. K. m. 76) (YİBK 04.06.1958 T. 1958/15 E. 1958/6 K.)
Dava: Taraflar arasındaki <muhdesat tespiti> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.12.2007 gün ve 279-424 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 10.7.2008 gün, 3268-3142 sayılı ilamı ile;
(… 1- Dava niteliği ve içeriği itibariyle taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatın aidiyetinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de, varılan sonuç ve oluşturulan hüküm davanın niteliğine, dosya kapsamında toplanan delillere, yasal düzenlemelere uygun düşmemiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 718. maddesi hükmünde, arazi üzerindeki mülkiyetin, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklandığından, taşınmaz üzerindeki bina, ağaç gibi bütünleyici parça nitelikli muhtesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Bu olgu göz önüne alındığında kural olarak ve aksine bir hüküm bulunmadıkça taşınmaz üzerindeki muhtesatların mülkiyetinin veya aidiyetinin tespiti dava edilemeyeceği gibi, mahkemelerce de muhtesatların taşınmazın arzına malik olanlar dışında başka bir kişiye ait olması sonucunu doğuracak şekilde hüküm de verilemez. Ne var ki, çoğun içinde azın da bulunduğu, muhtesatların mülkiyetinin veya aidiyetinin tespiti isteminin muhtesatların meydana getirildiğinin tespiti istemini de içerdiği göz önüne alındığında, mülkiyet veya aidiyet tespiti istemiyle açılan davalarda, koşullarının varlığı ve davanın kanıtlanması halinde davaya konu muhtesatların davacı tarafça meydana getirildiğinin tespitine, mülkiyet veya aidiyet tespiti isteminin ise reddine karar verilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince dosya içeriğindeki delil ve belgelerden, tapuda davacı ve davalı Maliye Hazinesi adına paylı mülkiyet şeklinde kayıtlı, ortaklığın giderilmesi davasına konu 224 ada 3 parsel sayılı taşınmazın öncesinde dava dışı Mehmet Tarık Yükseler adına kayıtlı olduğu, taşınmazın 18.03.1969 tarihinde sahte vekaletname ile Saim Ayhan Erdem tarafından yine dava dışı Mustafa Özcan’a satıldığı, Mustafa Özcan’ın 14.05.1969 tarihinde İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğünden inşaat ruhsatı alarak taşınmaz üzerindeki eski ahşap binayı yıkıp davaya konu bodrum+4 katlı betonarme karkas binanın yapımına başladığı, 20.05.1969 tarihinde temel teskeresi aldığı, taşınmazın önceki maliki Mehmet Tarık Yükseler mirasçılarının 30.05.1969 tarihinde Kadıköy Asliye 2. Hukuk Mahkemesinde sahte vekaletname ile yapılan satışın iptali için dava açtıkları, davalı Mustafa Özcan vekilinin bu davaya verdiği 16.06.1969 tarihli cevap dilekçesinde müvekkilinin taşınmazı iyiniyetle satın alarak 4 katlı binayı yaptığını savunduğu, mahkemenin bozma üzerine verilen 1973/313 esas, 1982/401 karar sayılı 22.09.1982 günlü kesinleşmiş ilamı ile Mustafa Özcan adına yapılan satışın ve oluşturulan tapu kaydının iptaline karar verildiği ve taşınmazın bu karar üzerine yeniden Mehmet Tarık Yükseler adına kaydedildiği ve ölümü nedeniyle de verasette iştirak olarak mirasçıları olan dava dışı Kadriye Gül ile Suudi Arabistan uyruklu Gazi, Saad ve Muhammed adına intikal ettiği, mirasçıların 26.10.1988 tarihinde iştirak halinde mülkiyeti müşterek mülkiyete çevirdikleri, Mustafa Özcan’ın henüz tapu kaydı iptal edilmeden önce noterde düzenlenen 08.12.1969 tarih ve 45191 yevmiye sayılı satış vaadi sözleşmesi ile halen inşaatı devam eden binanın zemin kattaki 2 numaralı dairesini davacı İsa Arabacı’ya satmayı vaad ettiği, bu arada paydaşlardan Kadriye Güloğlu’nun taşınmazdaki 3/6 payını 26.10.1988 tarihinde davacı İsa Arabacı’ya satarak taşınmazda paydaş olduğu, daha sonra Mustafa Özcan’ın taşınmazdaki 3 numaralı daireyi de 27.12.1988 tarihli adiyen düzenlenmiş harici senetle İsa Arabacı’ya sattığı, İsa Arabacı’nın bu sözleşme ile yabancı uyruklu paydaşların payını 20.000.000 TL bedelle satın almayı, kat mülkiyeti kurulduktan sonra 2 ve 3 numaralı bağımsız bölümlerin arsa payını kendi üzerinde bırakarak kalan daireleri Mustafa Özcan’a devretmeyi üstlendiği, davalı hazinenin bu olaylardan sonra Kadıköy Asliye 6. Hukuk Mahkemesinin 1999/967 esas, 2001/113 karar sayılı dosyasında hasımsız olarak açtığı davada yabancı uyruklu paydaşların gaip olduklarının kabulü ile bu paydaşlara ait 3/6 payın iptali ile hazine adına tesciline karar verilmesi üzerine taşınmazda paydaş olduğu anlaşılmaktadır.
Az yukarıda açıklanan hukuksal olgu göz önüne alındığında tapu kaydının iptaline karar verilmekle Mustafa Özcan’ın taşınmazdaki ve taşınmaz üzerinde bulunan davaya konu binadaki mülkiyet hakkının sona erdiği, adı geçenin taşınmazda ve taşınmaz üzerinde bulunan binada hiçbir hakkının kalmadığı, ancak koşullarının varlığı halinde Borçlar Kanunu’nun 61 ve devam eden maddeleri hükmüne göre sebepsiz zenginleşme kurallarına göre alacak davası açarak yaptığı giderleri isteyebileceği, bu hakkın varlığının ise davacıya binanın kendisine ait olduğunu öne sürme hakkı vermediği kuşkusuzdur. Kaldı ki, mahkeme kararının kesinleşmesi ile 2 numaralı dairenin davacı İsa Arabacı’ya satış vaadi imkansız hale geldiği gibi, daha sonra harici senetle 3 numaralı dairenin satışına ilişkin yapılan sözleşme dahi şekil şartına uyulmamış olması nedeniyle geçersizdir. Davacı İsa Arabacı 26.10.1988 tarihinde taşınmazda pay satın almakla ancak taşınmazın mülkiyet payı ile birlikte aynı oranda olmak üzere taşınmaz üzerinde bulunan binanın mülkiyet payını da satın almıştır. Davaya konu binanın davacı tarafından meydana getirilmediği, Mustafa Özcan’ın da mahkeme kararı ile taşınmaz üzerinde bulunan binadaki tüm haklarını kaybettiği gözetildiğinde davacının sonradan taşınmazda pay satın alması, Mustafa Özcan’ın kaybettiği hakları geri getirmeyeceği gibi binanın davacıya ait olması sonucunu da doğurmaz.
Hal böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken yersiz gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi, kabule göre de davanın binanın davacı ait olduğunun tespitiyle açıldığı, bu istemin mülkiyet tespiti anlamına geldiği, az yukarıda açıklanan hukuksal olgular dikkate alındığında aidiyet tespitine karar verilemeyeceği gözetilerek davanın kısmen kabulü ile davaya konu binanın davacının bayi tarafından meydana getirildiğinin tespitine, davacının fazla istemlerinin reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne ilişkin hüküm oluşturulması dahi isabetsiz, davalı hazinenin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde değildir…),
Gerekçesi ile bozularak, dosya yerel mahkemesine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: İlkin belirtilmelidir ki, taşınmaz mülkiyetinin kapsamını düzenleyen, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 718. maddesinde yer alan <Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.> hükmü karşısında, taşınmaz üzerindeki bina, ağaç gibi bütünleyici parça nitelikli muhtesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyete konu olması olanaklı değildir.
Durum bu olunca aksine bir hüküm bulunmadıkça kural olarak; taşınmaz üzerindeki muhtesatların mülkiyetinin veya aidiyetinin tespiti dava edilemeyeceği gibi, mahkemelerce de muhtesatların taşınmazı arzına malik olanlar dışında başka bir kişiye ait olması sonucunu doğuracak şekilde hüküm kurulması da olanaklı değildir.
Diğer taraftan, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76. maddesi ve 4.6.1958 tarih ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, olayları izah davacıya, hukuki tavsif mahkemeye aittir.
Mahkeme, önüne gelen uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, hukuki nitelendirmeyi yaptıktan sonra, davaya konu edilen talebin dinlenilirliğini ve yasal koşullarını irdeleyecek, ortaya konulan deliller çerçevesinde yargılama yaparak; hukuka uygun olmak üzere, nihai kararını verecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Davacı, dava dilekçesinde sonuç talebini <taşınmaz üzerindeki binanın kendisine ait olduğunun tespiti> şeklinde açıklamış ise de, dilekçenin bütünü ele alındığında, davacının taşınmazın paydaşlarından olması ve paydaşlar arasında görülmekte olan paydaşlığın giderilmesi davasının varlığı karşısında; gerçek amacının <taşınmaz üzerindeki binanın kendisi tarafından inşa edildiğinin tespiti ve bu yolla paydaşı bulunduğu taşınmazın satışına karar verilmesi halinde muhdesatın bedelini talep edebilme olanağını elde etmek> olduğu anlaşılmaktadır.
Zira, davaya konu edilen muhdesatın (binanın) üzerinde bulunduğu taşınmazın mülkiyeti, 1/2 payla hükmen Hazine, 1/2 payla da satın alma yoluyla, davacıya aittir. Taraflar arasında görülmekte olan paydaşlığın giderilmesi davası sonucunda arza tabi olan muhdesatın arzla birlikte satışı söz konusu olabileceğinden, muhdesatın kendisince inşa edildiğini ileri süren davacının eldeki tespit davasını açmakta hukuki yararının olduğu açıktır.
Öyle ise, eldeki davanın, taşınmaz üzerindeki muhdesatın mülkiyetinin tespiti değil, bu muhdesatın (binanın) davacı tarafından inşa edildiğinin tespiti istemine ilişkin olduğunun kabulü gerekir.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş; davanın bu niteliği, davacının açıklanan gerçek iradesi ve ortaya konulan tüm olgular gözönünde bulundurularak, taraf delilleri toplanmak suretiyle, paylı mülkiyete konu taşınmaz üzerindeki davaya konu binanın tamamının davacı tarafından inşa edilip edilmediği, önceki maliklerin binanın inşaatına katkılarının olup olmadığı ve varsa bunun oranının ne olduğunun tespiti ile varılacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek olmalıdır.
Sonuç itibariyle; yerel mahkemenin mülkiyetinin tespitine ilişkin direnme kararı usul ve yasaya aykırı olup, kararın yukarıda açıklanan değişik gerekçeyle bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 17.06.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Old 15-07-2014, 17:44   #9
eser_29

 
Varsayılan

Bu gibi durumda taşınmazı alan şahıs, tapuda gösterilen satış bedelini mi talep edebilir yoksa gerçek satış bedelini mi ? Gerçek satış bedelini hangi delillerle talep edebilir ? Ya da dairenin güncel değerinin tespitini mahkemeden talep edebilir mi ?
Old 21-07-2014, 16:33   #10
concardia

 
Varsayılan

Hangi şahıs olduğunu tam olarak anlayamadım. Bir üst yazınızda yer alan Yargıtay Kararında muhdesatın aidiyetinden bahsedilmiş. Yani arsayı alıp üzerine yapı inşa eden kişiden bahsediyorsanız; Bina yapımında kullandığı masraflarını alabilir. Bunu tespiti ise TMK 723. maddeye göre yapılmaktadır. "Yapıyı yaptıran malzeme sahibi iyiniyetli değilse, hâkimin hükmedeceği miktar bu malzemenin arazi maliki için taşıdığı en az değeri geçmeyebilir." maddesince bilirkişiler hesaplama yapmaktadır.

Tapu İptal ve Tescil davasında ise davacının müddeabih değeri yolsuz tapu tescil işleminde gösterilen taşınmaz değeri kadar olup, ıslah ile emsal değere çekilmektedir.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
sahte kimlikle şirket kurma zeyrek Meslektaşların Soruları 29 05-02-2014 13:13
Sahte Vekalet ile tapuda devir, tapu memurunun satış talebini reddi M. Emre Bulut Meslektaşların Soruları 3 12-09-2009 10:49
Sahte kimlikle şuç işleme Yeşim Dağgeçen Meslektaşların Soruları 5 01-08-2008 12:45
Sahte Kimlikle Satış - İşlemin Akibeti Av. Melih Meslektaşların Soruları 3 15-01-2007 00:28
Tapuda Ölmüş Kimse Adına Sahte Kimlikle Yapılan Satışlar Ve Sahtekarlıkla Yapılan Kaz terazinin kefesi Meslektaşların Soruları 2 26-08-2006 18:09


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07783198 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.