14-06-2007, 19:12 | #121 |
|
Beynin içindeki mapusluğa çare yoktur.
Koşullar bazen bir mengene gibi tüm çıkış yllarını kapatır, bir mağaranın, kaya ile kapatılmış en karanlığında gibi hissederiz iç dünyamızda kendimizi.
Tek bir alternatif yoktur umuttan yana, maddi manevi tüm kapılarda paslı bir kilit, anahtarımız da yoktur üstelik. Bir zamanlar tek bir selam ile gülümsediğimiz yüzler, düşman kesilirler, en ummadığımız zaman ve tavırla tüm dayanma noktalarınızı sonuna kadar kırarlar. Üstelik bu eylemdeyken olabildiğince özel bir keyif vardır simalarında. İşte sizin çıkmazlarınızı daha da derinleştiren, dost eli uzattığınızda giyotinle kesen, tüm iyiniyet hislerinizi yok eden bu insanlar, aslında beyinlerinde yarattıkları demir parmaklıklardadırlar. Sizi de kendi kısıldıkları mapusluğa çekmek için olanca hızı ile çalışırlar. Ne sizden yardım alarak çıkmayı başarırlar o karanlıklardan, ne sizinle mutluluğu yakalamaya çalışırlar. Ne zaman yardım niyeti ile yaklaşsanız, yüzünüze tokat gibi bir nefret çarparlar. Buz kesersiniz, kahredersiniz. VE SESSZİCE UNUTUP GİDERSİNİZ. Yapılabilecek hiç ama hiçbirşey yoktur artık. Beynin içindeki mapushaneyi yıkmak çok zordur hatta, imkansızdır. Çünkü infazı kendi içindedir, ne kadar sürer, bilinemez, HÜRRİYETLERİ de mapuslukları kadar kendi beyinlerinde gizlidir. Mutlu olmadıkları için edemezler, sürekli bir esaret, evde yolda sokakta, ışığı renkleri şiddetle reddeden, agresif hallerdedirler. Ne kadar iyi niyetle yaklaşırsanız yaklaşın, her adımınızda itilirsiniz. BEYNİN İÇİNDEKİ MAPUSLUĞA, ASLA, ASLA, ASLA , ÇARE YOKTUR. |
15-06-2007, 09:15 | #122 |
|
Sığı sularda kulaç atmak!
Hiç Eşgel'de yüzmeye kalkıştınız mı,
ben denedim. Sığıdır nasıl olsa diye klometrelerce açıldım, öyle acaip bir suyu vardır ki Eşgel'in, beş metre yüzersin, su seviyesi dizlerindedir, bir metre daha kulaç attığında iki adam boyu olur, iki kulaç sonra da beline gelir su. Artık yüzmekten yorularak geri dönmek istediğimde sahil bir nokta gibiydi, paniğe mi kapıldım bilinmez, ayağıma kramp girdi,aylardan ağustos ve saat sabahın yedisi, sahilde sadece iki çöp konteyneri ve başımda uçuşan martılardan başka hiçbir gözle görünür nesne yoktu. Ve ayaklarım kumdan çok uzaktaydı, bir hayli derin rakımlardaydım. Sırt üstü atlayarak on dakika kendimi dinledim, kendime ölümden öte öfkelendim; -Kızım güçlü ol ve derhal kendine gel, kolay teslim olmak yok yok yok. Bu kıytırık ölüme soluksuz can vermek yok. Ve sükunetle sahile ulaştım. Hayatın kendisi de bazen bu istikrarsız sular gibididir. SIĞIDIR diye yanılmamak lazım.Bilemeyiz o sığı kulvarlarda ne derinlikler saklıdır bilemeyiz. Değersizdir, içi boştur, önemsizdir diye aldırış etmediğimiz bir çok şeyin gizeminde kimbilir ne cevherler vardır, dokunmadan, yaklaşmadan, konuşmadan farkına varamayız. Önyargılı olmamak ve yolumuza çıkan her şeyin özünde çok mühim bir takım değerlerin var olabileceğini asla göz ardı etmemeliyiz. Esen kalın. SEVGİLER DOSTLARIM! Nilgün. |
16-06-2007, 11:54 | #123 |
|
Tatil imkanlarımız var mıdır ki yapıyoruz?
Bölüm 1/-
YAŞAMI EMANET EDECEĞİMİZ NESİLLER İÇİN NE YAPMAKTAYIZ? Düşündürücü boyutlarda bir uçurum var, okuyan araştıran hayatı keşfetme sınırlarını yakalamış ANA VE BABALAR ile günübirlik yaşamaya çalışan, yaşamın eğitim sürecini algılayamamış ebveynler arasındaki derinlik her geçen gün açılmakta. İŞTE DEVLETİMİZİN ORGANLARINDAN MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI da kayıtsız tutumları ile bu boşluğun ebatlarını azaltmak yerine sürekli dolgular aşınıyor, EĞİTİLEBİLEN KALİTELİ GENÇLER İLE İMKANSIZLIKLARDAN DOLAYI açıkta kalan, işsizler ordusu çığ gibi sarıyor bilardo salonlarını, kahvehaneleri, lokalleri... NEREYE BU GİDİŞ, soruyorum nereye? Özel okullarda olabildiğince ÖZEL VE GÜZEL eğitilen bir genç ile, devlet okulunda yetişerek yüksek okul imkanlarında kapının dışına acımasızca atılmış diğer bir genci yan yana koyalım bakalım. FARKLARI BULALIM. 1-Önce duruşlar farklıdır, biri dimdik başı yukardadır, diğeri mahçuptur, ailesine ne yapayım buraya kadarmış, derken sanki onlara ihanet etmiş olmanın burukluğu ve utancı içindedir. 2-Kurulan cümleler farklıdır. Birisi ideallerden hedeflerden yurt dışındaki mesleki seminerlerden, bahsederken, diğeri geleceğinden kaygılıdır. SÖZ SÖYLEME HAKLARI ELİNDEN ALINDIĞI İÇİN KONUŞMAZ KONUŞAMAZ. 3-Giyim farklıdır, birisi kravatına kadar markalı kostümlerle donanmışken, diğeri belki de babasına ait küçülmüşlerle, ya da eş dost akrabaların verdiği yardımlarla, semt pazarlarından güçlükle giyinir. 4-Hobiler farklıdır. Biri tenis kortlarında, dans salonlarında, konferanslarda, halı sahalarda golf alanlarında, atlı spor sahalarında kayak pistlerinde tatillerini yaparken, diğerleri kendilerine en yakın, internet kafe ya da semt kahvesindedirler. 5-Ebeveyn olduklarındaki pozisyonlar da çok ama çok farklıdır. Biri kendisine sunulan imkanları zekası ve şansın tanıdığı platformlarda arttırarak kendisinden sonraki nesillere aktarırken, diğerinin çocuğuna vereceği sadece bir dilim ekmek ve az umuttur hayata dair. İŞTE UÇURUM. Yaşamın, bir alüvyon gibi havaya fırlatarak vakumladığı dev bir uçurum. KİMİ HAYATTA KALMA SAVAŞI İÇİN CENK EDE DURSUN, diğerleri ÖZEL ÖZEL yaşamlarda mutlu olsun. BU UÇURUM nasıl kapanacak... 2. yazımda. SAYGILAR SEVGİLER DOSTLARIM... Kaos üreten, hoşnutsuz huzursuz bir yazı gibi gelmesin bu sayfalarım size, sadcece BOY AYNASI tutuyorum kendimize ve de çocuklarımıza tanıyabildiğimiz imkanlara. Biz tatil den başka ne yaşatmaktayız onlara? KAR yağar, tam çocuklar eğitime ısınmış koşu halindeyken, iki gün kapatırız okullarımızı. Bekleriz KAR DİNSİN, İKLİM hakimiyetinden vazgeçsin, yollar açılsın, teri soğuyan çocuklarımız, TATİL REHAVETİ İÇİNDE oflaya puflaya sil baştan kaldıkları yerden devam etmeye çalışırlar. Tam eğitim bir raya oturmuş, akslar hedeflere yakınlaşacakken SÖMESTR TATİLİ, milli bayramlar, dini bayramlar, yılbaşı, haftabaşı, tatil cenneti hayalet okullarda aksayan yapılamayan eğitimler, ders kitaplarında es geçiler konular, ama bu teğet geçişlerde ÖSS OKS de karşılarına çıkıvereceğinden emin olduğumuz konular, işlenemeden çevrilip çevrilip geçiliverilir ne yazık ki. FATURA KİME ÇIKMAKTADIR? Elbette devlet okularında okutmaya mahkum olduğumuz çocuklarımıza. Telâfisi imkansız aksayan eğitim saatlerinin eksikliğini, yokluğunu bir de bir takım nedenler ile derse katılamayan BRANŞ EĞİTİMCİLERİNİ DE ekleyecek olursak ortaya çok tehlikeli, bir tablo çıkacaktır. VERİLEN hizmet eşit değil ama iki kategoride eğitim alan, özel okullar ve devlet okullarında okutulan iki genci siz aynı sınavlara oturtarak, üstelik de BAŞARI BEKLEYECEKSİNİZ. KAHRETSİN YA BU NE İLKEL VE AZ GELİŞMİŞ BİR ADALETSİZLİKTİR BÖYLE? Bu kadar despot ve eşit olmayan bir sistem görülmüş müdür? Eğitiminin belirli ara dönemlerinde hem özel okul hem de özel dersi ve dershane imkanlarını da yanına ekleyiniz, hayatında dershane yüzü göremeyen bir genç ile bu tabloyu dengeleyin. Sokun ünüversite sınavına acımasızca. Silahsız savaşa sokmaktan farkı var mıdır bunun. Karşı cephenin tam donanımlı HARP aksamı mevcutken, üzerindeki yamalı ceketle cenke uğurlamak gibi değil midir yenileceğini bile bile. HAYAT SAVAŞINA; isimsiz gaziler döneceğini bile bile, bu gün caddelerde umutsuzca volta atan milyonlarca işsiz ve ümitsiz genci yaratacağımızı yok sayarak, güle oynaya o sınavlara sokarız bir de utanmadan. İşte size uçurum! EN açık ve en gizlisiz saklısız kendi gerçeklerimize dokunalım istedim. TATİL CENNETİ MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARIDIR BUNLAR. Devamı gelecek... NİLGÜN ÇAKICI/ BURSA |
16-06-2007, 13:37 | #124 |
|
Tatil lüksümüz olmamalı!
Eğer bir kavramı yıkmayı kafana koyduysan eğer, önce onun fizibilite raporlarını çıkaracaksın, maliyet hesaplarını yapacaksın, yıktın, geriye kalan enkazı temizlemek, mevcut alanda DAHA DERİN BAKIŞ GELİŞTİREBİLMENİN bilançoları, planlamaları, projeleri, kimler ne derece bu yıkıma ve yeniden yapılanmaya gönül verecek, bunların organizasyonlarını, yıkılan ve yerine yeniden koyulan arasındaki KALİTE VE ARANILIRLIK boyutları nedir?
Bu dengelerin hakkından gelemeyeceksen eğer, yıkarak çöken enkazın altında kalacaksan, bırak eski hali ile , kendi kendine yıkılana kadar bırak kendi haline. O günlerde bu teknik açıklamanın içinde saklı olan matematiksel hesaplamaları ve derin felsefeyi algılayamıyordum ama şimdi anlayabiliyorum bu cümlelerin hayata koymaya çalıştığı taşları son derece gereklidir ve önemlidir. EĞİTİM kadar çok geniş ve detaylı bir konuyu sil baştan yapılandıramayacağımızın elbette farkındayım. Bunun yapıldığında bir diğer taraf mutlaka hoşnutsuz kalacaktır. HERKESİ aynı anda aynı oranda mutlu edebilmemiz asla mümkün olamayacaktır. TATİLLERİ ELA ALALIM şu an sadece tatillerin eğitimi nasıl baltaladığından söz edelim. Şimdilik sadece bunu konuşalım yeterli olacaktır. Çünkü tam zamanıdır. YAZ TATİLİNE GİRİLDİ. 16 HAZİRAN ı gösteriyor bilgisayarımın takvimi. Eylül 12 ye kadar uzun bir süreç var önümüzde. HEPİMİZ ANA BABAYIZ. İmkanı olanlarımız, yaz okulları tatil beldeleri, özel dil kursları vs vs. kanatlarımızın arasında maddi tüm imkanlarımızı referans göstererek savaşacağız yine canımızn diğer yarıları evlatlarımız için. Ya yapılamayanlar. İNTERNET KAFELERDE küfürler ve sigara dumanları arasında, sokak aralarında, sahipsiz başıboş dolaşmayacaklar mıdır? BEN Kİ BLOGDAKİ İLK YAZIMA, TÜRKÜM DOĞRUYUM İLKEM, yazısı ile o kırkbeş dakikalık ANDIMIZ merasimlerini bile İSRAF olarak düşünürken, bu aylarca sokağa atılan mücevher günleri nasıl hoş görebileceğimin endişesindeyim bu gün. ÇOCUKLARIMIZA GİT TATİL YAP DEMEK... Ne kadar hoyrat bir başı boşluktur. DEVLETİMİN OKUL BİNALARI HAYALET halinde terkedileceğine neler yapılabilinirdi oysa... Başlıyorum saymaya= 1- Beden eğitimi branş öğretmenlerimize maaşını biz veliler öderiz söz. Çocuklarımıza ritmik jimnastik, masa tenisi valey bolbasketbol, tenis gibi eğitsel faaliyetlere devam edilsin. 2-Yabancı dil kursları açılsın.YAZ KURSLARININ ÜCRETİN biz ana babalar lar veririz. 3-Folklör kursları açılsın yine branç eğitimcilerine aylık ödemeler bizlerce takdim edilsin 4-Öğrenci hangi dersten zayıf ise ona joker olarak o dersten DESTEK EĞİTİMLER verilsin. 5-Öğrenci hangi ders ve branşta yetenekli ise yine joker olarak destek eğitim alsın. Bir üst sınıfa geçerken dolu dolu olsun hem beyni hem de yüreciği. 6-Bilgisayar kursları açılsın. 7-Okul binalarımız hayalet okullar olarak çınlamasın. ÇOK MU ZOR BUNLARI KOORDİNE ETMEK? BİZİM ÇOCUKLARIMIZ için, DEĞMEZ Mİ? DEĞMEZ Mİ? DEĞMEZ Mİ? Keşke meclislerde yumruklaşmak yerine bu fotograf kareleri tartışılabilse o milletimin salonlarında. SAYGILAR. NİLGÜN ÇAKICI/ BURSA |
18-06-2007, 10:56 | #125 |
|
Avını yakala tut ve yut=evlilik mi?
Nişanlılık ya da flört süreçlerinde;
takım elbiseler, jilet kaydı traşlar, losyonlar, iğne kaydı ütülü pantalonlar, zarif sözler, kırmızı güller,kuaför çıkışlı röfleli saçlar, bugidesiz başlar!Kaçıksız çoraplar, ter kokmayan kazaklar... Hiç olunmadığı kadar kendimizin bile bilmediği mizahi dokunuşlar ve espirilere ne oluyor, bir sabun köpüğünün baloncukları gibi evliliğe dokunduğu an yok oluveriyor. Bir imza ile KATLİAM başlıyor sanki. Kabalaşıyor muyuz nedir? Çantada keklik, nasılsa benim artık benim... Pijamaları çekip önümüze patlamış mısırları çektiğimiz an ile tanışılan ilk romantik akşamları yan yana koymak var şimdi. Yok yok bu ikisi arasında komik bir fark var, insanoğlunun doğasında olan bir süreç bu galiba. AVLAN AVNI YAKALA TUT VE YUT... Mısır yeme seansları da yutma devreleri oluyor galiba. Avalanana kadar pusuda olunan devrelerdeki pençeler, o nazik gülüşler romantizm ötesi dokunuşlar ve gülümseyişler oluyor zannediyorum. Aşkıııııııııııııım, seni çok özledim= Ulen bir evlenirsek var ya gör bak çoraplarımı nasıl sağa sola atıverecem. Sevgilim sensiz dakikalar yıl gibi=Ah ah, beni beklettiğin bu işkencelerin her saniyesini arkadaşlarla hafta sonu kaçamaklarında nasıl da ödeteceğim sana dur hele dur, hamle sırası bana da gelecek elbet. Seni çok seviyorum= Ana/baba olmamızın baharı geçmeden bi çocuk sahibi olalım bari! Soldaki cümleleri sarfederken sağdakileri demek isteriz sanki. Komik ama gerçek değil mi? Flörtlerdeki hal-i vaziyetlerimiz ile evlendikten sonra gelinen evreler arasındaki bu aniden alınan mesafelerin başkaca bir açıklaması varsa buyrun! PAZARTESİYE evlilik düşmanlığı ile başladık hayırlar ola... Güzellikler sizinle olsun. |
18-06-2007, 15:13 | #126 |
|
Köşe başlarındaki KADIN gölegeleri=
CD çalardaki SUFİ-NEY &PİANO,
eşliğinde yazıldı bu dizeler. BU KADRERİ paylaşan hem cinslerimin hapsolundukları kaderin sefaletine bir deklânşör de ben basmak istedim. Nedense bu tarz et pazarlarında sekse hep ARZ=TALEP denir, ikisinde de et vardır, bakalım mı şu denkleme: arz=acziyet, talep=et, SADECE BİRİNDE et varsa adil değil bu terazinin kefeleri. Bir yürüyüşüm sonrasında ÇELİK PALAS önünde gördüğüm aleni ? pazarlığını gözümün önüne getirerek sığdırdım kalemime bu yazılanları: **KÖŞE BAŞINDAKİ GÖLGELER** Ağlardı, tenine her erkek eli değdiğinde, güldüğü kadar ağlardı gücü yettiğince gencecik yüzü. Hiç bir erkek duymazdı hıçkırıklarını, göremezdi üstelik, yanaklarından gizlice süzülen gözyaşlarını, sadece gülümseyen yüzünde, bembeyaz dişleri ve gür siyah saçlarının, özenle taranmışlığı vardı aynalarda bıraktığı, ağlardı , her sabah, gündeliğe çıktığı bu pazarda, etini okkaya koyardı, hayat tezgahında, üç aşağı beş yukları hesaplaşmalarında, ne kimse duydu isyanını, ne gören oldu gözyaşlarını, sadece uzun ve ölümüne simsiyah bir yoldu, isteksiz uyandığı kimsesiz sabahları, Köşe başındaki koyu ve çaresiz gölgesiydi, onun tek şahidi, ve sığınağı... İsmini her sorduklarında, hep bilmiyorum sen koy ne istersen, o olsun adım soluklarında, bunu derdi hınzırca, ismi de yoktu ki zaten, bu yola çıktığından beri ismi de kalmamıştı hafızasında, anasının pişirdiği çorbaya bandığı, o sıcacık ekmeğin lokmalarının tadı, tüterken bağrında, o günlerde bırakılmıştı sahipsiz kalan ve çaresiz adı... Kendi gerçeklerimiz bunlar, memleketimizin bakmaya dayanamadığı, kimi zaman acıdığı, iğrendiği kınadığı, tepkiler ne olursa olasun var olan, KADIN GERÇEKLERİMİZ. Sevgiler dostlarım. Haftaya bir hayli yoğun başladık... NİLGÜN ÇAKICI/ BURSA |
20-06-2007, 13:05 | #127 |
|
İlaç mümessilleri ile doktorların meşki ve muayene saatleri...
Göz doktorundayım,
günler öncesinden zor bela ulaşılan BURSA DEVLET HASTAHANESİNİN 0 224 227777 numaralı o sürekli meşgul sinyali vererek insanı delirten, tek hatlı telefon numarasından sıra almanın sonsuz rehaveti ile, sabahın erken saatlerinde dolmuş otobüs diyerek buralara kadar yolumuz düşmüş, kolay değildir taa Şible'den Çekirgelere... Ardından sıra beklemişiz ayakta sıkış tepiş, hah tam sıra bize gelmiş, işte o ilaç firmalarının takım elbiseli büyülteç dereceli gözlükleri ile ciddi duruşlu mafyavari adımlı üyesi çat kapı dalıverdi içeri... Ben tam da derdimi anlatmak üzereydim: -Efendim kitap okuyamıyorum şu son günlerde sayfalar bulanık olmaya başladı da! Espritüel hemşire hanım, başını o koca kayıt defterinden kaldırarak saçlarını arkaya savurak beni şak diyerekten yanıtladı: Siz de okumayınız efendim, bakınız biz okuyabiliyor muyuz? İşiniz mi yok, bakın rahatınıza... Hadi bakalım. Çık işin içinden, biz doktorla muhatabız karşımıza çıkana da bakın. Ha bu arada doktorumuz da kiminle yakınen alakalı? Malum ilaç mümessili ile sıkı diyaloglar içinde, hoş sohbet, laf lafı kovalamış, ne zaman davetiyeni alacağız, ne zaman şampanyaları patlatacağız, ardından yakma başını, bekarlık sultanlıktır muhabbetleri, elinde kendisine uzatılan fiat listesini incelerken sanki mali müşavir edalarında, ilaçlar ve teknik ayrıntılar konusunda uzun uzadıya deliksiz bir sohbetin en orta yerindeyim. İMDAT YA! Yok mu beni bu ilgisizlikten kurtaracak, beni oturttuğu koltukta gözüme taktığı bu ağır tarama cihazının arkasında , son derece sahipsiz ve korumasız hissettim kendimi. Buymuş demek ki HALKTAN BİRİSİ OLMAK DİYE iç geçirdim o an. Neden sonra doktorla göz göze gelebilmek için, olmayan ısmarlama öksürüğümün sesini son desibel yankılattım ufacık odada. -Öhö öhööööööööö! Doktor, bana doğru bakarak, elini uzattı yanındaki genç adama ve ilaç mümessilini, müşterisi/pardon hastası olduğunu anımsayarak, uğurladı ve benim ihtiyacım olan gözlük derecesini karneme yazarak özür dileme gereği bile duymadan, karneyi hışımla uzattı. Benden sonraki hastanın adı okundu; Sıradaki hasta, hadi bekletmeyelim doktor beyi çabuk olunuz lütfen! Bekleyen hasta olunca iş kıyak tabi nasılsa ses çıkmıyor biz zavallılardan değil mi? Bu ne ilk olacaktı ne de son. Hastahanelerin satın alma koordinasyonlarının işi olması gereken bu ayrıntıların hastaların gözünün içine sokula sokula zamanlardan çalına çalına yapılmaya kalkışılması da STANDART EŞKİYASI ülkemde oluyor,maalesef. maalesef. Sevgiler. Nilgün Çakıcı |
09-07-2007, 17:54 | #128 |
|
AŞiri Kİlolarimiz= Et HammaliĞimizdir...
Merhaba,
kışın aşırı yemek yeme alışkanlıklarımızdan dolayı ailece kilo aldık. En son 13 hazirandaki baskülde 81 kilo olduğumu gördüğümde, şok oldum ve radikal bir karar alarak kendime sınırlar koydum. NELER Mİ YAPTIM? 1-Buzdolabına tesadüfen alarak rafa bıraktığım kekik suyunu ARİFOĞLU ETİKETLİ, sabahları bir duble bardak sıcak suyun üzerine bir ölçü koyarak içmeye başladım. 2-Gün içinde aklıma geldikçe büyük bardak ile sıcak su ve üzerine yarım limon sıkarak içmeye devam ettim. Bu ne mi yapıyor, midede sıcak su 20 dk gibi uzunca bir süre kaldığı için tokluk hissini körüklüyor. 3-Yaşamımdan interneti çıkartmaya çalıştım. 4-Bloglardaki YAZARLIK ŞAİRLİK serüvenimi askıya almaya çalıştım. 5-Odamın neredeyse tamamını kaplayan koskoca bir koşu bandı alarak 6ya ayarlayarak her gün yarım saat yürüdüm. 6-Yaşamımdan beyaz ekmeği, kızartmaları tereyağlı ve bol soslu lezzetleri soyutladım. 7-Domates, salatalık, marul, roka, havuç gibi vitaminleri bolca miktarda soframa davet ettim. 8-Karbonhidratları ölçülü kullandım ve proteiner ile yan yana getirmemeye çalıştım. 9-Soframdan doymadan kalkmaya çalıştım. 10-Karpuz beyaz peynir yan yana son derece doyurucu oluyor öneririrm. 11-Salatalara az miktarda zeytinyağ ve bol limon kulandım. 12-Zeytin reçel kolalı ve asitli içecekler hamurlu tatlıları bulunduğu stantlara uğramadım. 13-Kolalı ya da konsantre içecekler yerine taze meyveler, az şekerli çay, EN ÖNEMLİSİ İSE İNSANIN KENDİSİNE VERDİĞİ KESKİN SÖZLER! 14-Akşam yemeklerine oturmadım, çok mecbur kalırsam da büyük bir kase yoğurdun içine kuşbaşı doğranmış salatalıklar ile aileme eşlik ettim. 15-Arada bir yoğurt içine keten tohumu atarak denedim. 16-Büyük su bardağı ile ölçerek her gün on bardak sıcak su... 17-Dün 8 temmuzdu ve bir dost yemeğindeydik, kendimi inceledim, acaba kontrolü elden yitirir miyim diye, ama hayır mucizedir, sadece 4 küçük dilim balık ve bolca su salata ile kalktım sofradan ekmeğe dokunmadım, çünkü kepek ekmeği değildi. 18-Kesinlikle hamurlu tatlıların yerine sütlü ve az şekerli sütlaç muhallebiler... BEN GALİBA KENDİMLE SAVAŞMAYI BAŞARDIM, Öfkelerde, sevinçlerde, isyanlarda, hüzünlerde, psikolojik tüm travmalarda YEMEK YİYEREK mutlu olmak gibi bir kötülüğü artık kendimden uzak tutuyorum dostlarım. Bir önemli ayrıntı sizlere diyetisyenimden= Boy ölçünüzün yarısı=BEL ÇEVRESİ, Her fark fazla alınmış kilo olarak yüzünüze çarpan bir AYIPTIR UNUTMAYINIZ. Bu ayıp da et hammallığıdır ayaklarınıza yüklenen. Ne mecburiyeti var ki o bir çift ayağımızın onca kilo eti taşıtıyoruz o çelimsiz zavallı tabanlarımıza. Sonra kalp, ha,mideyi hiç sormayın, fabrikalar gibi harıl harıl çalışıp yağ depolattığımızı anlayalım artık, Bu sözcükleri bana kapımdan uğrayarak kızan halaoğlum dr. Bülent Kızıltunç'dan işittiğimde çok ama çok içerlemiştim. -KUZEN SEN KENDİNE NE YAPMIŞSIN BÖYLE dedi... BU KARARIMI TETİKLEYEN ikinci faktör de Faruk mağazasındaki tezgahtarın, -Bu bulüzün XXLı var mı diye sorduğumda, -Maalesef hanımefendi biz battal beden çalışmıyoruz diyerek kıkırdayarak bana bakmasından sonra kesin karar verdim. Kızım dedim sen bu değilsin olamazsın. Bu mağazaya geleceksin ve 40 beden pantalon satın alacaksın, nedir 46 beden şalvarlar, HİÇ YAKIŞIYOR MU ? İşte kendimle olan kavgam, sizden gizlemden harf ve harf paylaştım. Belki sizlerden biri de faydalanır sağlığını düzene koyar diye yazdım. Eğer yemek yiyerek keyif almaya başlamışsanız lütfen dikkat. BEN BAŞARDIM İSTİKRARLI YAŞAMAYI... Son bir ayrıntı daha unutmadan eklemek istedim sevgili dostlarım, -YEŞİLÇAY açmeye başladım. Ve şu an 74 kiloyum. Hızlı kilo vermek gibi bir hırsım yok, azim ve inanç ile sabır ile kendime olan inançlarımı kullanarak azar azar ideal kilo 60 a kadar gideceğim ve hep orada kalacağım. sevgiler... NİLGÜN ÇAKICI/BURSA |
17-07-2007, 09:48 | #129 |
|
Profösörün EŞKİYA ANALİZİNE LÜTFEN DİKKAT!
DEPREM PRÖFÖSÖRÜ SN AHMET ERCAN'ın şahsından izin alarak bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Ne tuhaftır hırsız AHMET ERCAN gibi bir profösörün evine giriyor ve onca değer arasından sadce PARA YÜRÜTÜYOR. Kütüphanesinden aşıracağı tek bir klasör bile onun kimbilir nasıl canını acıtırdı, ya kitapları haritaları taslakları, antikaları, o eve girseydim sadece ajandanızı ve kitaplarınızı çalardım dediğimde gülümsemişti bana... Hırsızlarımızı da eğitmemiz gerekecek galiba! Çalacaksan adam gibi çal kardeşim, beyin hırsızlığı da olsun ara sıra mesela. ŞAŞIRTSANA BİZİ... Kulağa ne hoş geliyor, İMDAT POLİS BEY, EVİME HIRSIZ GİRDİ VE CÜZDANIM PANTALONUMDA ÖYLECE DURUYORKEN O HAİN EŞKİYA SADECE AMA SADECE KÜTÜPHANEMDE TEK BİR KİTAP BIRAKMADI YETİŞİİİİİİİİİN! AH NEREDE O GÜNLER! Şimdi de AHMET BEYİN SİTESİNDEKİ YAZIYI AKTARAYIM SİZLERE... DEPREM PROFESÖRÜ AHMET ERCAN’IN EVİNE HIRSIZ GİRDİ . Yedi aydır Büyükada’da oturan Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCAN’ın evine Temmuz ayında ikinci kez hırsız girdi. Yan kapıdan eve giren hırsız, komşu, eski Al Pansiyon edinicisi Jakop beyin evine de uğrayarak 1 000 YTL götürdü. Giriş saati 01:00 ile 05:00 arası. Prof. Ercan hırsızın şu özelliklerini belirlemiş; Not=LÜTFEN ANALİZLERE ÇOK DİKKAT.Ben çok güldüm ilk okuduğumda. 1. Fotoğraf çekmeyi sevmiyor. Elektromanyetik Dalgalar beyini etkiliyor diye cep telefonuyla ilgilenmiyor 2. Ancak adayı çok seviyor, geçimini Ada’dan sağlıyor. Ada dışına pek çıkmıyor. O nedenle akbil düğmesini kullanmıyor. 3. TV’ler deki kötü izlencelerden bıkmış, artık TV izlemiyor .4. Sanata ayıracak zamanı yok, o nedenle biblolar, yontular ilgisini çekmiyor. 5. Aydınlanma ile eğitim için kitap okumuyor. 6. Cumhuriyet gazetesinin yan tutmasından bıkmış, yeni gazetenin sayfasını bile açmıyor, 7. Çin malı saatlerin 10 YTL’ye satıldığından beri duvar saatleri ile ilgilenmiyor. 8. Bilgisayar kullanmıyor, çetleşme yapmıyor. Bir çet sevgilisi yok. 9. Eli çabuk, çevik olmasına karşın “burjuva oyunu” deyip tenis oynamıyor. O nedenle raketleri almıyor, !0. Mısır kilimleri, Türkmen ile İran halılarına ilgi duymuyor. 11. Süreli ağacımda asılı olan Türk bayrağına saygısı yok. , ya da Atatürkçü değil. Seçimde bu gibi partilere oyu yok. 12. Balığa alışkın değil. Izgara balığı tutmuyor ya da öğün atlatacak ölçüde aç değil. 13. Tanrıya şükür giyim giyeceği var. Ne gömlek, ne kazak, ne de ayakkabıya gerek duymuyor. 14. Kıyımcı ya da saldırgan, tacizci değil. 15. Onunla Ada’da bir ortamı paylaşıyor, bir havayı soluyoruz. O, bizden biri. 10 milyon işsizden biri. Geleceğe umutla bakamıyor. Ona küçük hırsız diyorlar. Tutuk evleri onlar gibileri ile dolu. Ancak, hele bir İstanbul’a gitmeye görün; orada bunun büyük boyları var. Tümü dışarıda. Götürdü mü büyük götürüyor. Türkiye ekonomisini bile etkiliyor. Uğurlar Olsun 15 Temmuz 2007 |
27-07-2007, 08:24 | #130 |
|
www.hekimce.com dan posta kutuma gelen akşam bülteninden seçkiler.
Kilo vermeye başlamak için ihtiyacınız olan tek şey 1 dakika! İşte aldığınız kalorileri azaltmak ve daha çok yağ yakabilmek için tam 25 tane öneri. Üstelik de uygulanmaları çok kolay. Yapmanız gerekense, bu önerileri günlük hayata geçirmek. Eğer hali hazırda diyet yapıyorsanız, bunları uygulayarak kilo vermenizi hızlandırabilirsiniz.
1. Karıştırın Sevdiğiniz meyve suyunu maden suyuyla karıştırın. Bunu yaparken, normalde içtiğiniz meyve suyunun yarısını kullanacağınız için, aldığınız kaloriyi önemli miktarda azaltmış olursunuz. Hele de meyve sularının bolca tüketildiği şu sıcak yaz günlerinde. 2. Telsiz telefon kullanın En yakın arkadaşınıza günün sıcak dedikodularını verirken, aynı zamanda da kalori yakmaya ne dersiniz? Çamaşırları yıkayın (68 kalori), masayı hazırlayın (85 kalori), ya da çiçekleri sulayın (102 kalori). (Bu değerler, 68 kiloluk bir kişi ve yarım saat üzerinden geçerlidir.) 3. Çiklet çiğneyin Yakın zamanda yapılan bazı araştırmalara göre, tüm gün şekersiz (tatlandırıcılı/damla sakızlı) çiklet çiğnemek metabolizma hızınızı yüzde 20 oranında artırıyormuş. Biz araştırmacıların yalancısıyız! 4. Abur cuburların karşılığını nakit ödeyin Ne zaman biri size abur cubur, ya da yememeniz gereken bir şey önerdiğinde kabul ederseniz, kenara bir 500 yüz bin lira koyup, bunu çocuğunuza, kardeşinize, ya da dilencilere verin. Paracıklar cebinizden eksilmeye başladığında, hayır demeyi de öğreneceksiniz. 5. Ambalaja dikkat edin Ambalaj üzerlerini iyice okuyun. Çünkü kalori değerleri genellikle 100 gram üzerinden bildirilir. Oysa yediğiniz şey, 100 gramdan fazlaysa çok daha fazla kalori alıyorsunuz demektir. 6. Yürüyüşe çıkmadan önce yeşil çay için Kafein yağ asitlerinin açığa çıkmasını sağlar. Böylece daha kolay yağ yakarsınız. Ayrıca yeşil çayda bulunan polifenoller (antioksidan bileşikler), kafeinle birleşerek yakılan kalori miktarını artırırlar. Ancak eğer yüksek tansiyonunuz varsa, bu öneriyi dikkate almayınız. 7. Yemeğinizi evden getirin Dışarıda yemek genellikle daha çok kalori almanıza neden olur. Dışarıda bulmanın zor olduğu şeyleri evde hazırlayıp yanınızda getirebilirsiniz. 8. İlla da salata sosu istiyorsanız… O zaman bu tarife göre kendi salata sosunuzu yapın. Çünkü bu sosta bulunan yağ miktarı 1.5 gr ve içerdiği kalori de sadece 20 dir. • 1 çay kaşığı balsamik sirke • Çeyrek çay kaşığı zeytinyağı • 3/4 çay kaşığı dijon hardalı • Çeyrek çay kaşığı yaban turbu 9. Kan testi yaptırın Yaklaşık 12 kadından birinin tiroid bezleri yeterince iyi çalışmıyor ve bu da metabolizmayı yavaşlatan etkenlerden. 10. Suyu tercih edin Meşrubat tercihinizi sudan yana kullanın. Yanınızda şişe bulundurmak faydalı olabilir. 11. Tat alma duyunuzu yanıltın Öksürük için olan mentollü drajelerden bir taneyi ağzınızda eritmek, canınız bir şey çektiğinde, bu duyguyu köreltebilir. 12. Baharatları kullanın Örneğin yediklerinize acı eklemek, daha uzun bir zamanda acıkmanıza yardımcı olabilir. 13. İçtiniz mi beyaz için Su gibi, az yağlı sütün de doyurucu etkisi vardır. Üstelik kalsiyum açısından da zengindir ve tok tutar. 14. Salata malzemelerini doğramayın, dilimleyin Salatanız, sadece yeşilliklerden oluşmak zorunda değil. Havuç, kereviz, kabak ve diğer sebzeler de kullanılabilir. Ama bunları ince ince doğramak yerine, büyük parçalar halinde kesin. Hem yemesi daha uzun sürer, hem de daha çok çiğnersiniz. Bu da daha çabuk doymanızı ve ana yemekten daha az yemenizi sağlar. 15. Bir dostunuzu arayın Yalnız hissediyorsanız, kendinizi yemeğe vurmak yerine telefonu elinize almayı tercih edin. 16. Yediklerinizi yazın Bu, neyi ne kadar yediğinizi bildiğiniz için, kendinizi kontrol etmenize yardımcı olur. 17. Uzaktan kumandayı emekliye ayırın Uzaktan kumanda gibi aletler işinizi kolaylaştırmakla beraber, sizleri hareketsizleştirir. 18. Sprey yağları tercih edin Böylece normalde kullandığınızdan çok daha az yağ kullandığınızı fark edeceksiniz. 19. Alırken küçüğünü tercih edin Örneğin çikolata mı satın aldınız, bir bar yerine, bir paket almak demek, yüzde 44 daha fazla yemeniz demek. Riske girmeye gerek yok, küçüğünü alın, kaloriyi azaltın. 20. Yemeği pişirmeden önce ölçün Makarna, pilav gibi besinleri yerken, miktarı kaçırıp daha çok yiyebilirsiniz. Oysa baştan yemeniz gereken kadarını ölçüp pişirirseniz, bu sorun ortadan kalkmış olur. Şöyle söyleyelim, 4 kaşık makarna ya da pilav, 1 dilim ekmeğe eşittir. 21. Aynasız yemek olmaz Yemek yerken kendinize aynada bakmak, yüzde 22-32 daha az yemenizi sağlar. 22. Kutuyu açmadan önce bekleyin Dondurma kutusunu açmadan önce, 10 mekikle, 10 şınav çekin. Bu hem atıştırma arzunuzu öldürebilir, hem de vücudunuzla sizi tekrar iletişime sokarak, amaçlarınızı size hatırlatabilir. 23. Çorbanız koyusundan olsun İçinde büyük sebze parçaları olan çorba içen kişilere bakılacak olursa, hem daha çabuk doyuluyormuş, hem de yüzde 20 daha az yeniliyormuş. 24. Balık yemeyi ihmal etmeyin Balık, son derece sağlıklı bir yağ tipi olan omega-3 yağ asitlerini içerir. Omega-3 açısından zengin balıklar, tonbalığı, uskumru, somon ve morina balığıdır. Diyet yapan kişilere bakılacak olursa, her gün balık tüketenler, diyetlerinde balık olmayanlara oranla yüzde 20 daha fazla kilo kaybetmişler. 25. Biraz da ilhama ihtiyacınız var Bazen ihtiyacınız olan motivasyonu gene ancak kendiniz sağlayabilirsiniz. Bu nedenle hazırlıklı olun ve buzdolabı, mutfak kapısı, bisküvilerin durduğu dolap, ya da bilgisayar gibi yerlere sizi motive edecek yazılar yapıştırın. Örneğin: Bir gofrete yenilmeyeceksin değil mi? Ne de olsa uzun bir yol katettin ve çok başarılı oldun. |
02-08-2007, 23:57 | #131 |
|
Dikkat son derece hayati bir detay bu...
SIKI DURUN EVET, CİDDEN ÇOK HAYATİ BİR KONU BU...
Bir ilişki düşünün adı EVLİLİK OLSUN MESELA; ve eşlerden biri bu muhtemelen de erkek olsun, diğerinden gizli gizli para biriktirsin, daha da ARGO BİR DEYİŞLE İSTİFLESİN, sonra da onu bankaya yatırsın. Hiç dikkat çekmeyecek kıytırık bir yerde de saklasın defteri . Eline geçen her kuruşu bu odakta toplamaya devam etsin. Eeee diyeceksiniz ne var bunda, günün günü var, ama işin adil olmayan yanı şu ki; diğeri bu para tasfiyesinden bi haber, yoksulluğu sineye çeke çeke yaşamını sürdürsün. APTAL GİBİ YANİ KISACA. Bundan ne mâna çıkarılabilir dersiniz? En iyi ihtimalleri bile üst üste sıralasak tek bir doğru çıkmıyor. DOSTLARIM, bu denklemde ters giden bir oransızlık var. Bu olaydan çıkan mesajları çok fitne fesat bulun isterseniz ama ben yine de yazacağım. Beyler maaşlarınızdan bir yerlere transfer ettiğiniz kağıt parçacıklarını kıyıda köşede yığmaktaysanız eğer sözüm sizleredir lütfen dikkat! Eşinden gizli PARA İSTİFLEMENİZİN BİZLERE VERECEĞİ MESAJLAR= 1-Günün günü var, hastalık var sağlık var, atayım bi kenara da bana bile sürpriz olsun. 2-Bak kadın, sinsi sinsi ben sensiz yaşamanın adımlarını tırmanıyorum sen uyu bakalım, ama nereye kadar uyuyacaksın, ben tüyüp toz olduğumda, bu para benim sığınağım olacaktır. 3-Bak kadın sensizliğe kendimi ikna etmemin ayak sesleridir bunlar, duymaman için de senden gizlidir bu istiflerim. 4-Karıcığım, sen rahat et diye biriktiriyorum! Yemedik ama neyse uydurun bakalım... 5-Hayatım, bakarsın günün birinde elden ayaktan kesiliriz diyerekten tedbir olsun diye hani! ACABA! 6-Kefen parası mahiyetinde hanım anlıyor musun, senden önce göçersem, ele güne el açma diye! Hah işte bu ola, sana hayatının en değerli mücevherini evlatlarını sunan bir insana haber vermeden sinsice para biriktireceksin, olsa olsa bu işe yarardı ancak o paralar... AMİİİİİİİİİİİİİİN... 7-Sana bi ev alıp sürpriz yapacaktım bi tanem ya! Aman da aman, bana mı, sıvışmayı düşlediğin dilberine mi diye sormazlar mı adama ? 8-Vallahi para benim değildi bi arkadaşım adına yatırdıydım o nakiti, valla ya, iki gözüm önüme aksın ki emanet para...Saatine gelir büyük atma ağır git. 9-Hani geçen ay sözünü etmiştikti ya, bankadan kredi çekeceğim işi büyüteceğim diye işte o para o, çalınmasın diye evde tutamadım da bankaya yatırdıydım. Çok inandırıcıydı da KANITLA BAKALIM... 10-Çocukların eğitimi için bi kenara ayırdığım paraydı, iyi de o çocuklar nereden geldi yaşamına? PAYLAŞSANA KARDEŞİM, NEDEN BU GİZEM HA? 11-En dürüstçe yanıt şu bence, seninle sıkılmaya başladım, yaş kemale erdi, özgürlük hayalleri kurmaya başladım, yeni okyanuslara yelken açmanın vakti saati gelmiştir, uygun rüzgarı bekliyorum, para ne mi olacak? BU DÜŞLER PARASIZ OLMUYOR BİLİYORSUN AŞKIMMMMMMMMMM! İyi de tutan kim kardeşim, hadiiiiiiiiiii yelkenler fora! 11.şık en makul en mantıklı en insanca ve en yürekli yanıttı. HADİ Bİ İŞE GİRİŞMEK VAR VAR DA BUNU RACONUNA GÖRE YAPMALI DEĞİL Mİ AMA! Not= Çok argoydu ama bu tarz düşünenler için oldukça nazik bile kalır bu ifadeler... SAYGILAR HÜRMETLER. YALANSIZ VE DE HİLESİZ HURDASIZ M E V D U A T ---- LAR DİLEKLERİMLE... NİLGÜN ÇAKICI/BURSA |
04-08-2007, 22:39 | #132 |
|
Aaaaa annenane bu da neyin nesi?
Henüz çocuklarım evlilik için yeterli çağda ve yaşta olmadığı için gelecek yıllar adına atıyorum bu paragrafı.
Bir gün gelecek onlar da yuvadan uçacaklar ve kendi dünyalarına kanat çırparak bebeklerini kucaklarına alacaklar. İşte doğacak torunlarım, bana bir takım sorular yöneltecek BUGÜN ile ilgili. Mesela yağmayan daha doğrusu yağamayan yağmurlar için sorular yöneltecek. ANTİKA NİYETİNE bir köşede sakladığımız Ş E M S İ Y E lere bakarak çok ilkel ve yabancı gelen bu alet için şaşkınlıkla soracak. -ANNEANNE bu da ne? -ŞEMSİYE a evladım. -Ne işe yarıyordu bu şekilsiz şey. Haa bu soruları sorarken bir yandan da yanlışlıkla bastığı düğmenin etkisi ile şak diye gürültü ile açılan o koskoca kumaş yığını, başının üzerini örttüğünde şaşkınlığı bir kat daha artacak ve evirip çevirerek tekrar soracak. -Eee bunun neresi tersi; neresi yüzü. -Bir tanem biz onu bir zamanlar ıslanmamak için başımızın üzerinde tutarak şettirirdik, bazen rüzgar ters yüz ettiğinde de şimdi tuttuğun gibi ters dönerdi. (((. -Islanmak ne demek anneanneciğim? Haydi çıkın işin içinden bakalım. Suyu damacanalarda fahiş fiatlarda karaborsadan almaya başladığımız bir çağda gel de anlat bakalım, bir zamanlar gökyüzünden akan sağnakta ıslanmanın ne demek olduğunu. -Bak yavrucuğum, bir zamanlar biz yağmurda ıslanırdık ve şemsiye icad edildiğinden dolayı, şayet yanımızdaysa mayıs aylarında özellikle bunu kullanırdık. -! Yanıt yok. Eyvah şimdi sıra eldivenlere de gelecek. -Anneanne ya bu beş parmaklı acaip şey de nesi? ELDİVENNNNNNNNN. -O da ne demek, el-diven, elleriniz eskimesin diye mi? -Hııı aynen o dediğinden yavrucuğum. NOT= Lütfen bana kızmayın, yağmuru açıklayamamışken şimdi kalk KAR NE DEMEK, onu anlat mümkün mü? Klimalardan damlayan suları pet şişelerde depoladığımız günleri de gördük ya artık hiç ama hiç bir şeye şaşırmayacağım. İyisi mi torunlarımıza DOĞAYI NASIL EL BİRLİĞİ İLE FELÇ ETTİĞİMİZİN savunmalarını şimdiden açıklayalım ki, benim henüz doğmamış torunuma SUSUZLUĞUN savunmasını veremediğim gibi, köşeye sıkışmadan, dürüstçe yanıtlarımızı hali hazırda bulunduralım. Gün gelir de gerekir diye hani, haksız mıyım dostlarım. Buna mizah dedim ama kara mizah mı desek acaba? NİLGÜN ÇAKICI/ BURSA 4 AĞUSTOS 2007-CT. |
03-09-2007, 16:59 | #133 |
|
DUYGU DUYGU ,sen haklıydın kadının adı gerçekten yok...
YER MUSTAFA KEMAL PAŞA,
Bir akraba kızımızın düğünü dolayısı ile Bursa sınırlarının biraz olsun dışına çıkabilmiş olmanın hürriyeti ile yola çıktım. Karacabey haralarının otoban çizgisinden sessizce ve süratle geçerken, atların görkemli duruşlarına hayranlıkla bakarak devam ettim. DAVETLİYDİK, Mustafa kemal paşa lisesi müdürü ve de ortamın çok saygın bir eğitimcisinin güzeller güzeli nazlı kızı evleniyordu. Muhteşem bir kasaba düğünü ile karşı karşıyaydık. DAVULLAR ZURNALAR, gelin almalar, kınalar vs. Düğün salonu olarak seçilen Belediye sarayının salonunda bir çelenk çemberi kuşatmıştı tüm salonu dört bir yandan. Etrafımdakiler çelenk sayısının çokluğundan yana muhabbetler geliştiredursunlar, ve hatta işi daha da ilerleterek, MALİYET HESAPLAMALARINA BİLE GİDENLERİ OLDU MASADA, meğer ne kadar seviliyormuş çok sayın müdür, salonda kafadan beş milyarlık çelenk var, haa sepetli çiçekleri de sepet başı 30 ytl.den hesaplayacak olursak, bir milyarda onlar... Bense neye dikkat ettim okusanız çok gülersininiz. Bakınız şimdi; haksızsam haksızsın deyin. Çelenklerden birinde, MUSTAFA KEMALPAŞA ERAFINDAN, ......AİLESİ. Sözgelişi, Ahmet .... VE EŞİ. Ali ..... ....kuyumcusu, Veli ....ve ortağı Ali.... ....HALICILIK .....KIRTASİYE VE DAĞITIM LTD ŞTİ. ....KARGO. <<NURHAYAT....& ....... ...... >> İşte en medeni en cüretkar, en gelişmiş zihniyette en pahalı en değerli ÇELENK BU DEDİM. Masadakiler hep bir ağızdan -Neden? diye şaşkınlıkla sordular. Çiçekler aynı, hatta diğerlerinde gül var bunda sadece KIYTIRIK BİRKAÇ KARANFİL, gerisi çelenk kadavrasını örten sarı otlardan ibaret. -HAYIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIR! Dedim en pahalı çelenk bu bence bu salonda. Sonra düğün sahibi müdürümüz HALİM BEYE dönerek, çelenk sahiplerine teşekkür faksı çekiyorsanız eğer, özellikle bu çelengin sahibine bir buket de gül ile mukabele edin. -Neden? -Onu da siz çözün artık. Koskoca Kemalpaşa , BU ZAT-I MUHTEREM, Eşini kadın olarak, insan olarak, hayat arkadaşı olarak, bölmeden, eksiltmeden, TAM OLAN DEĞERİ VERMEYİ BAŞARARAK, ismini kendi isminin yanına yazdırarak, salona getirebilmiş. NE MUTLUDUR ONA, Haaa sonra duydum ki, o çelengin sahibi emekli bir eğitimciymiş. Ne mutludur, kadın olarak, eşinin yanında, bu şekilde, yer alabilmek ne şerefli bir duruştur. İKİNCİ PLANA ATILMADAN, SAKLANMADAN, SOYUTLANMADAN, ERKEĞİNİN YANINDA BÖYLE YAN YANA OLABİLENLERE, KADININI BU ŞEKİLDE YANINDA TAŞIYABİLENLERE S*E*L*A*M OLSUN! DİPNOT= Haa kapı zillerinde yazan tek kişilik ERKEK İSİMLERİNİ DE, gelecek yazılarımda deşifre edeceğim. Hazır kadın hakları hak ve de hukukuna el atmışken, kapılara eklenen, erkek egomanyası tüten o zil tablolarını yazmazsak hiç olur mu dostlarım! Adres, .... Kapı no,... zil, abdurrahman bilmemkim. Sanki bir yanı eksilir, ABDURRAHMAN & AYŞE YAZDIRSA ERKEKLİK RACONU EKSİLECEK. OYSA Kİ KADIN EŞTİR, ANADIR, DOSTTUR YARDIR ARKADAŞTIR... 3 eylül 2007/ 17.39 |
14-09-2007, 11:02 | #134 |
|
Memleketimden kadın manzaraları...
Arada bir hastanelere gitmek, sağlığımız için gerekli kontrolleri yaptırabilmemiz için şarttır.
Bu periyodik gidip gelmeler arasında, rastladığımız insan manzaraları da görselliği arttıran çok önemli bir detaydır bence. Neredeyiz, toplum olarak nerelere gidiyoruz kimiz, nasıl bir gövdeye sahibiz, bu gövdenin üzerindeki merkez ne durumdadır,ne sunmaktadır bu bedenin gidişine. Ben Zübeyde hanım hastahanesindeki izlenimlerimi çok daha derinleştirerek sıra bekleyen hastaların gözbebeklerinden yüzlerindeki çizgilere kadar, << hüzün-heyecan- tedirginlik- mecburiyet- sevgi- acı- açlık- varsıllık & sefalet arasındaki med cezirler giyim kuşam diyalog- kendisini ifade edebilenler ile bedenlerindeki işlevselliklerin farkında bile olamadan fizyolojik iniş çıkışlardan sadece sancı ve ağrılar sonucunda kendisini hastanelere atan hemcinslerime ve de yanlarında onlara eşlik eden eşlerinin müracattaki yoğunluklarına>> uzun uzun baktım gün boyunca. DR. soruyor hastasına, -Şikayetin nedir kızım, -Hee doktor ben hanidir kirlenmiyom... -Tarih nedir, -Heeç bilmem, -Git kızım şu tahlilleri yaptır gel. Sonuç; iki aylık gebelik. Dr soruyor hastasına, -Nedir şikayetin? Karın bölgesini işaret ederek, aha şuramda bi sancı bi sancı iki aydır dayanamıyom gali, -İki aydır neredesiniz, diye bağırıyor doktor, ultrason tetikleri sonucunda rahimde ölü cenin teşhis ediliyor... Dr hastasına soruyor, -Nedir şikayetin? -Ben süt korur diyerekten , korunmadıydım da, -Yaptır bakalım şu gebelik testini gel, SONUÇ; Hasta bir aylık gebedir. Kızım kürtaj yapalım istersen bak bebeğin yeni, kocan da annesi ile oturduğunuzu söyledi, bunu büyütürsünüz ancak, -Yok yok bizim oralarda günah, doğsun doktor bey... Doktor hastasına sorar, -Kızım nedir şikayetin, -Bilmem ki nasıl şeyettirsem doktor bey, bu yedinci kız çocuğumdan sonra kocamın erkek çocuk diye baskısı, ben gebe miyim diye geldiydim. -İstemiyorsan yedinciden sonra deseydin ya kızım. -Kocam kızar boşar beni. -Ya sekizinci de kız olursa o zaman boşamaz mı_ -Hıı? Offffffff of, kendi bedenini kendi fizyolojisini tanımayan tanımlayamayan her on hastadan dokuz kadın tanıdım o karidorlarda. Hele birisi vardı ki, onu teşhis de edemedim teskin de. Sadece mısralarım değdi onun haline. Bir kadın ağlıyordu, soramadım, oturmuş hastahane karidorunun ahşap sırasına, elleri başında , üzgün, yıkılmış ve de çaresiz hıçkırıklarla, ağlıyordu dakikalarca, soramadım, Belli ki kaybetmişti bir sevdiğini, ya karnındaki bebeğini, ya eşini sevdiğini, elinde telefonu, basarken tuşları gözleri yağmur bulutu gibi dolu dolu, sarsılarak tüm bedeni, aldırmadan kendisini izleyenlere, elleri başında, yorgun ve de umutsuzca, hem de hıçkıra hıçkıra, bir kadın ağlıyordu, soramadım. Ya sana ne derse, ya git başımdan diye beni üzerse, tutmak istedim ellerinden, korkma, üzülme, dertler paylaşılarak küçülür demek geçti içimden, ama diyemedim, derdin nedir diyemedim, ama yüreğim kaldı o hastahane karidorunun, 3 numaralı polikliniğinin eşiğinde, ağlıyordu bir kadın, soramadım. Kimbilir kaybı neydi, nedendi çaresizliği, üstesinden gelemediği neydi, belki gideceği yer bile belli değildi, belki de ailesi reddetmişti, gencecik bedeni, masmavi gözleri, ve çaresizliği, hastabakıcılar önünden geçerken, sorgulayan gözlerle bakarken, hiçbiri onun omzuna değemedi, hiçbiri nedir bu halin diyemedi, buydu işte toplumun insana biçtiği değeri, ağlıyordu bir kadın, soramadım, soramadım, soramadım... İŞTE MEMLEKETİMDEN KADIN MANZARALARI. NİLGÜN ÇAKICI/ BURSA |
16-09-2007, 12:45 | #135 |
|
media smart ovulasyon testi=
Genellikle gebeliğin istendiği ve gerçekleşemediği durumlarda uzman teşhisini desteklemek amacı ile yaptırılması gereken bir testtir. Bunun haricinde MENAPOZ dönemlerine geçişlerde de tanıyı destek amacı ile de istenen bir test olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bu testin ve buna benzer anne adaylarından yaptırılması önemle istenen tetikleri araştırarak sizlerle de paylaşmak istedim. Kaynak=%3D653+media+smart+ovulasyon+testi&hl=tr&ct =clnk&cd=3&gl=tr 1- Ovulasyon bozuklukları ve teşhisine yönelik testler: - Normal ve düzenli adet gören kadınlarda ovulasyon olmaktadır. Ancak her kadında zaman zaman yumurtlama problemi yaşanmaktadır. Bazal vücud sıcaklığı tablosu: Basit olmasına rağmen güvenilir bir yöntem değildir. Amaç ovulasyondan önce vücut sıcaklığının düştüğünü, ovulasyondan sonra 0.5-1 derece arttığını ve siklus boyunca sebat ettiğini, menstruasyondan önce ısının düştüğünü ispatlamaktır. Bazal vücut ısısı ölçümü, hastanın geçmişe dayalı olarak o ay yumurtlamasının olup olmadığını gösterir. A-Ovulasyon tespit eden kitler: Piyasada rahatlıkla bulunabilen ve kolaylıkla uygulanabilen bir test olup, vücuttaki Luteinizan Hormon (LH) artışını tespit eder. LH artışından 36 saat sonra ovulasyon (yumurtlama) gerçekleşmektedir. B-Kan Progesteron seviyesi ölçümü: Basit bir testtir. Kan progesteron seviyeleri ovulasyondan birkaç saat önce artar ve ovulasyondan 7 gün sonra en yüksek seviyelerine ulaşır. C-Kan Prolaktin seviyesi ölçümü: - Kanda PRL Hormonu'nun yükselmesi ovulasyon olmasını engeller. Kan FSH ve LH seviyeleri ölçümü: Menstruasyonun 2-4. günlerinde yapılmalıdır. FSH konsantrasyonunun yükselmesi, over rezervinin azaldığına işaret eder. FSH seviyelerinde düşüklük tespit edildiğinde hasta hipotalamik veya hipofizer hastalıklar açısından değerlendirilmelidir. D-Ultrasound: - Seri ultrasonografi uygulamaları ile bir follükülün gelişimi ve ovulasyon (yumurtlama) sonrası aynı follükülün bozulması rahatlıkla tespit edilebilir. Follükül 18-22 mm olduğunda yumurtlamaya hazır hale gelmiştir. 2- Fallop tüplerine ait nedenler ve teşhişine yönelik testler: Fallop tüpleri, döllenmiş yumurtayı rahime doğru taşıyan organlardır. Geçirilen enfeksiyonlar, operasyonlar ya da karın içinde ve tüplerin etrafında yapışıklıklara neden olacak bozukluklar (endometriosis v.s) tüplerin fonksiyonunun azalmasına ve infertiliteye yol açar. HSG, Laparoskopi ve falloskopi tanı ve tedavide kullanılan yöntemlerdir. A- Histerosalpingografi: HSG, uterus ve tüplerin X ışınları yoluyla görüntülenmesini sağlayan bir tanı hatta bazen tedavi yöntemidir. HSG sırasında rahim ağzından verilen bir kontrast madde ile uterin, kavitenin konturları ve tüpler görüntülenebilir. HSG ile rahim ağzında yetmezlik, rahimi tutan tüberküloz, gelişmemiş rahim, rahim içi miyomlar, polipler ve rahim anormallikleri tanınırken bazen kontrast maddenin itici etkisiyle tüplerdeki tıkanıklık açılıp, tedavi sağlanmış olur. Rahimde de sorun olabilir RAHİM içini doldurarak , muhtemel gebeliğin yerleşeceği yeri işgal eden miyomlar, polipler, kuretaj gibi rahim içine yapılan müdahalelere veya tüberküloz ya da endometrit gibi enfeksiyonlara bağlı yapışıklıklar ve rahmin doğumsal yapısal bozuklukları kadın infertilitesine neden olur. Bu lezyonların tanısında HSG uygulanabilecek ucuz bir yöntemdir. Ancak kesin tanı ve tedaviye yönelik uygulanabilecek altın standart olan yöntem histeroskopidir. B-Histeroskopi: - Hastaya uygulanan histeroskopinin 2 farklı şekli vardır: 1-Diagnostik ve operatif. Soğuk ışık kaynağıyla uterin kaviteye girilir, kaviteye co2 veya sıvı verilerek kavite genişletilir ve rahim içi miyom, yapışıklık, polip açısından değerlendirilir.Genellikle anestezi gerektirmez, tespit edilen anormallikler genel anesteziye geçilerek cerrahi olarak tedavi edilir. Genellikle hiçbir problem olmadan hastalar aynı gün taburcu edilir. Histeroskopi sonrası hastada rahatsızlık hissi, adet sancısına benzer kramplar ve lekelenme tarzında kanamalar olabilir. 2-Histerosalpingo-kontrast sonografi: Bu yöntem yeni kullanılmaya başlanan bir yöntem olmakla beraber hastada rahatsızlık yaratmayan, ucuz ve tanıya yardımcı bir metottur. Rahim içerisine yerleştirilen sonda ile ultrasonografi altında, kaviteye kontrast madde ya da serum fizyolojik verilerek, rahim içi ile ilişkili olduğundan şüphenilen miyom veya poliplerin yerleri tespit edilir. Serviks problemleri ve teşhisine yönelik testler: Serviksin durumu infertilite açısından nadiren tek başına problem oluşturur. Servikal mukusun mikroskopla incelemesinde, sperm varlığı, hareketi ve antisperm antikor araştırılabilir. NOT= Bu tarz bilimselliği olan ayrıntıların okunuyor olması KADIN BİLİNCİ VE SAĞLIĞI açısından son derece gereklidir ve de olmazsa olmaz bir yaşam kalitesidir. SAYGILARIMLA. NİLGÜN ÇAKICI/BURSA |
25-09-2007, 14:55 | #136 |
|
Hüzünlü bir aşk hikayesi...
Bir sonbahar sabahı, işe gitmek üzere iken, telefonu çaldı genç adamın.Telefonun ucundaki , sevdiği yalnızlığının tek ilacı devası olan kadınıdı , kaybetmek korkusundan adını bile telaffuz ederken irkildiği sevdiği kadındı kedisini sabahın bu erken saatlerinde arayan.
Buluşalım mı diyordu sessizce. -Tamam aşkım diye sevinçle yanıtladı, nerede, saat kaçta? -Hani o herzaman buluştuğumuz kafeteryaya gel, seninle çok ciddi oarak konuşmam gereken konular var, sakın ihmal etme, tam üçde orada ol lütfen! Sesi duvar soğukluğuna sarınmış, harfleri yutkunurken çok zor çıkarıyordu kadın. Erkek bu ses tonundan öylesine korktu ve ürperdi ki kendisini koltuğa attı, hemen bir bardak su doldurdu, kendisine gelmeye çalıştı. Bu ses sevdiği kadının kendisine yabancılaştığının sinyallerini veriyor gibiydi sanki, ne olursa olsun öğrenmeliyim dedi kendi kendine. Evde her zamanki gibi kayıtsızlığın en ortasında, sandalyeye astığı pantalonu, kravatı ve üç gündür üzerinden çıkarmadığı ütüsüz gömleğini alel acele giyerek salona geçti. Mutfağa baktığında akşamdan kalan bulaşıklar tezgaha yığılmış, salonda tırnaklarını törpüleyerek televizyon izleyen eşine seslendi, -Bir sabah da çay demlesen de şaşırsam, ah nerde! -Ben bu saatte çay içmiyorum tatlım, saat on gibi kendime gelirim ancak, Erkek hırsla kapıyı vurarak otobüs biletini avcunda sımsıkı kavradı ve kahretti. Ne uğursuz bir sabah diye kendi kendine söylendi. Evliliklerinin en başlangıcında, ailesinin önerisi ile kendisine takdim edilen eşi, çocuklar üst üste doğduktan sonra evde sanki bir yabancıydı. Zaten paylaşım alanları da öylesine azdı ki, ne zaman eline bir dergi gazete alsa, çakıştıkları bakışlarında gizli bir kinaye okunurdu. Kavgalar esnasında da bu bakışlarda açık olan kırıcı sözleri yüzüne haykırmamış mıydı? -OKU OKU SEN, o okudukların yetseydi maaşına zam yaparlardı, hani nerde hep aynıyız, komşumuz Leyla'nın kocası Antalyalardan yazlıklar almış bak günlerini gün ediyorlar, ben neyim bu evde neyim sence? demişti. işte salonda her karşılaştıklarında bu sözleri hatırlatan şimşek bakışlar ile, öfke ile isyanın harmanlandığı bir intikam duygusu içinde göz göze gelirlerdi. Erkek hayıflanarak önünde duran otobüse binerken, için ,için söylendi, -Ben mi buldum sanki seni, ha aradım mı aradım mı seni, diye fısıldadı.İş yerine giden mesafe sanki o sabah bir aylık yol gibi uzadı uzadı uzadı. Her duraktan inen yolcunun üç katı yolcu alan otobüste nefes alacak hava bile kalmamıştı. Son durağa geldiğinde binbir zorlukla kalabalığı yara yara otobüsten indi ve iş yerine çıktı. Rüzgar iliklerine kadar üşütmüştü, titriyordu üşümekten mi, değildi, kaybetme korkusundan, onun için hiç bir şey yapamıyorum ki dedi içinden yapamıyorum kahretsin çocuklar baba baba diye yolunu bekleyen tam dört çocuk vardı ardında. Bıraksam boşansak, mali, durumum alt üst olur, bırakmasam da sevdiğim kadın benden vazgeçecek, bunları düşünürken ağrılı bir kramp beynine yerleşivermişti. Masasının çekmecesinden bir ağrı kesici alarak içti. Gözü telefondaydı ama arayamıyordu. Ne duyacağım ya rabbim hayatımın sonu olmalı bu gün diye için için kahretti. O anda telefonun zili yankılandı büroda. Korkarak açtığında sevdiği kadının titreyen sesi ile karşılaştı. -Canım, günaydın, diyordu o sevgi dolu ses. Ben sana bu gün almış olduğum kararı hemen burada açıklamalıyım ki; ben bu şekilde yürütemeyeceğim. Daha fazla üzülmeden burada bitsin. Dile kolay tam altı sene herşeylerini paylaşmışlardı. Kadın ağlayan bir ses tonu ile, bilmeye hakkın vardır diye inandığım için sana karşı dürüst olmak istedim. -? Neyi bilmeliyim anlatsana meraklandırma beni, -Canım ben bu şekilde sürdüremem aldığım bu kararı bilmeni sitedim. -genç adam derin bir nefes alarak camdan dışarıyı seyrediyordu. Neyse dedi içinden ben de başka birisi var mı diye korkmuştum, bu da iyi dedi teselli ederek kendisini. Ben dedi kadın; uzun uzun düşündüm, sen dört çocuğunu hayatından çıkaramıyorsun. Ben içinde bulunduğum bu kaostan sıyrılamıyorum, en iyisi bitirmek... -sen bilirsin diye sessizce cevap verdi ve telefonun kapanırken çıkan o sesi bir hançercesine yüreğini dağlarken, böyle olmamalıydık diye iç çekti. Ama çözüm yoktu o da haklıydı diye ılımlı düşünmeye çalıştı. O gün masasına gelip giden evraklar sanki kendisi dışında programlanan bir insan tarafından imzalanıyor bilgisayarının tuşlarına basan eller sanki ona ait değildi. Böylesine bir melenkoli içinde akşam oldu ve evine ulaştı. Yolun köşesinde karşısına çıkan ilk pastahaneden bir pasta yaptırarak sevdiği kadına koşmaya niyetlendi, pastahaneden en tazesi hangesi diye sordu, kestane şekerli olanından bir kutu yaptırarak sevdiği kadının evine koştu. Işıklar sönüktü, perdeler de çıkmıştı, kapıda otıuran kapıcıya sordu, aldığı yanıt çok daha ürkütücüydü, -Beyim o hanım sabah uzak bir şehre taşındı diyorlar, O an o bahçede ayakları sendeledi, kalbi duracakmış gibi seyrek çarpmaya başladı, hızla oradan çıkarak yoldan bir taksi çevirerek evine gitti. Kapıyı büyük oğlu açmıştı, -Baba ya okuldan bunları istediler diye uzun bir liste tutuşturdu babasının eline, Kızı da arkadan koşarak, -Baba benim de önlüklerim daraldı yenisini alman gerekiyor. Eşi de mutfaktan seslendi, Eve girmeden karşı marketten deterjan alıver... İşte etrafını istemi dışında çember altına alıveren gerçek yaşamı, diğer yanda da hayatla olan tek ışığı bağı sevdası kadını yitirmenin acı buruklu tebessümü içinde -Olur diyebildi ve sessizce markete doğru yol aldı. Dört çocuk diye söylendi, ne vardı bu kadar çocuk isteyecek, ben olmasın dedikçe üsteledi, hiç anlamıyor beni hiç, sadce al demesin, biliyor, diye iç geçirdi. O son telefon görüşmesinden sonra yıllarca haberi gelmedi ulaşamamıştı sevdiği kadına, Bir gün kalabalık bir meydanda rastladı ona, koluna girdiği adamın yanında put gibi yürüyen ne konuşan ne de gülen bir kadındı karşısına çıkan. O cıvıl cıvıl gülen neşeli kadın gitmiş yaşayan bir ölü gelmişti sanki, Olsun dedi içinden hiç olmazsa yaşıyor bana bu bile yeterlidir. O gün bir başkaydı herşey sanki yıllar önce çekilen Güneş, saklandığı bir yerlerden çıkarak yine ışığını dağıtıyordu semaya... Mutluydu, sahiplenemese de sevdiğine rastlamaktan çok huzurlu ve de mutluydu... ***SON*** NİLGÜN ÇAKICI |
07-10-2007, 07:12 | #137 |
|
Nazire'nin HUKUK adı altındaki çıkar mücadelesi...
6 EKİM 2007/CUMARTESİ tarihli Vatan Gazetesinin 14.sayfa haberi olarak karşıma çıkan bir manşete şaşırdığımı söyleyemem.
Çünkü haberin muhattabı hanımefendi, yuva kurtaracağım adı altında kendi kişisel sosyo-ekonomik dinamiklerini koruma gayretlerinde, Eşinin klarneti olmadan hayatta ve de ayakta kalmayı hiç denemediği için, en iyi başardığı şeyin ev işleri ve de çocuk sahibi olmaktan ibaret olduğu dünyasında, EVLİLİĞİ, BİR TUTUKLULUK KONTRATI gibi düşünebilmesi hiç de yabancı gelmedi bana. Bu tarz yaklaşım ve de davranış biçimleri, sosyo-ekonomik güveceleri olmayan tüm TÜRK KADINI için ortak geliştirilmiş bir realitedir. Ne demiştir bayan; BENİM FAKULTENİN KİTABINDA BOŞANMA YOK! Ferhat Göçer'in boşandığı eski eşi, Dr Berna Hocaoğlu'na olan ithafıydı bu cümleler... Ben eşimin acıları ile kalmayı tercih ediyorum, demiş... AMAN DA AMAN, Böyle acıya da can kurban. ERKEK, bir yanda çocuklarının anası diğer yanda sevdiği kadın arasında med cezirler yaşarken belki biraz vicdan muhasebesi ile yıpranıyordur ama, ACI, ÇOK ABARTILI BENCE, HATTA ÇOK DA KOMİK... Berna ile Nazire arasında kumaş farkı var... Berna benim safımda bir insan. Olmuyor olamıyor, eğer benim yerimi alacak bir beden, bir ten, bir el bulmayı dilediyse onu kıskıvrak kıstırmak, nikah akdini bir GİYOTİN gibi kullanarak, AİLEMİ KORUYORUM, savunmasını paravan olarak kullanmak son derece ilkel bir yaklaşımdır. Eğer deseydi ki; dobra dobra ve de mertçe, Ben hiç hayatım boyunca çalışmadım, evimin kirasını, faturalarını, mutfak masraflarını karşılayacak nakdi hiç kazanmadım. Bu yüzdendir ki EŞİMİN YAŞAMIMDAN ÇEKİP GİTMESİ beni mağdur eder. Hah işte bu olayın gerçek tablosu budur. KADIN kendisini baksın diye beslesin diye bir yerlere İMZA ATTIĞI VE O İMZAYI HAYAT POLİÇESİ gibi düşündüğü sürece asla, asla, asla gerçek medeniyetler ülkeleri arasına giremeyeceğiz. Dr Berna'yı, ev kadını Nazire'den ayıran TIP DİPLOMASI DEĞİLDİR. Nedir? Dünya görüşleridir. Yürümüyor mu? Olayı empozelere dönüştürmek değildir. Olayı bir müebbet hapis formatına dönüştürmek değil, ÖZGÜR İRADENİN TASARRUFUNA teslim edebilmenin, onurlu bir kadın olabilmenin mevcudiyetidir. Fark Tıp diploması değildir. NEDİR? İki kadını birbirinden taban tabana ayıran! Hayata bakışlarıdır. Biri sadece BANA DEĞER VERİYORSAN KAL dır. Diğeri çocuklarını ve beni bakmaya mecbur olduğun için kal 'dır. Sonuçta Deniz Seki değildir burada savunmaya çalıştığım, bu -A-.kişi ...-B-kişi ..OLABİLİRDİ, ismi duyulmamış bir kadın olabilirdi. Belki medyaya bıu denli malzeme de olmazdı bu boşanma mevzuatı. Göz önünde olan iki insan bir duygusallık yaşıyor, burada bitmiş bir evliliğin külleri söz konusudur. KADIN ONURUDUR ANLATMAYA ÇALIŞTIĞIM. Estetik de olsa, NAZİRE tornaya girdiğinde cismen çok yeni bir hale de gelse, bence eksiklik beyninin nöronlarında... Haksız mıyım? Eğer yüreğinde AŞK VAR bunun için direniyor diyenleriniz varsa, ona da savunmam var elbette... AŞK DEDİĞİMİZ illet tek kişilik bir şey değildir. İki kişiliktir AŞK. Erkek kadını sever, erkek kadına yeter ve onun olursa, Kadın erkeği sever ve de kadın erkeğe yettiği için onun olursa, AŞKTIR YAŞANACAK OLUNAN. Aksi hali yarım kalmış, tamamlanamamış bir ilişkidir. Bittiğini kabullenmek genellikle bitirmeyen kişi tarafından güç ve de geç algılanırsa da, BİTEN BİTER...ADI AŞK OLAMAZ bu travmanın ve de çırpınışların. Bence estetik olsun, BUNU KENDİ AYNASI İÇİN YAPSIN, kurslara başlasın ve derhal kendisini bir işe atsın. Alın terini denesin, sırtını bir yerlere dayamadan nasıl yaşanması gerekliliğini algılasın, estetik yine olsun, bunu Boşanma kararı alan bir erkeği geri almak için değil, SADCE AMA SADCE KENDİ İMAJI VE YENİ YAŞAMINDAKİ MORAL VE GÜZELLİĞİ için yapsın. Her fakülte bitireni adam sınıfına sokmak da imkansızdır. Burada bunu da şiddetle savunmaktayım. ODTÜ MZ. iki dili ana dili gibi konuşan-kızımın babası- bir erkek ile DOĞRU DÜZGÜN TÜRKÇEYİ başaramamış olarak, sadece 4 ay evli kalabilen bir KADIN sıfatı ile bunu da altını kalın hatlar ile çiziyorum... Diploma kişiye sadce sosyal refah ve yaşam kalitesi olarak satatü vererek geri döner. EVİN İÇİNDE dolaşan insanın ruhu ve bedenidir. Onları beslemez fakülteler. Bunu başaracak olan kişinin sadece ama sadece kendisidir. Sevgiyle kalın... |
17-10-2007, 11:31 | #138 |
|
Bu gidiş nereye?
NEREYE GİDİYORUZ'un analizleri üzerine cümleler...
Bence burada sosyo- kültürel anlamda bölünmüş iki farklı zümre var. Düşünenler ve düşünemeyenler. Nedir düşünmek? Çok okumak, gözlemlemek işitmek baktığını iyi görmek ile bütünleşerek TAMLIK kazanan bir hassasiyet üzerine kurulmuş bir dengedir ...DÜŞÜNMEK... Bir kesim aydın, elektronik gazeteler okuyarak zamandan nasıl bir sn.daha tasarruf ederim diye kayırırken, bir diğer kesim de cebindeki para ile gazete bile alacak gerekliliği görmeden, hayata sadece kendi dünyasının dört duvarındaki tuğlalar ile -LAY LAY LOM-sınırlar koyar. Bu iki halk arasındaki DERİN UÇURUM, genç jenerasyon için, aile içinden enjekte edilen atmosfere de yansıdığı için bu keskin farklar içerisinde yetişen iki farklı nesil yetişiyor demektir. Bütün çıplaklığı ile yazılması gereken gerçeklerimizdir bunlar. Farklı yaşayan iki farklı model aile tipi ve bu tabanda yetişen iki çeşit nesil süratle tırmanmaktadır yurdumuzda. Konuyu dağıtmadan toparlamalıyım ki; EĞİTİMİ ciddiye almadan yolumuza devem edebildiğimiz sürece; YAŞAM & DÜŞÜNCE & BAKIŞ AÇISINDAKİ kaliteyi asla bulamayız. Şimdi NEREYE GİDİYORUZ'u sorgulamak -birey olmak-bence toplumu simetrik olarak kapsayacak olursa eğer, yalnızlaştırmaz, yozlaştırmaz bilakis de dengeler ve ayrıca da kenetler diye düşünüyorum ben. Yeter ki bu uçurumu onaralım ve BÜYÜME EKSENİMİZDE eksiklikler yarım kalmışlıklar olmasın. Umarım anlatabildim. Sadece net bir örnek sizlere= Kentlerimizde iyi eğitim aldırılan genç kızlarımız ile, BERDEL adı altında alıp satılan eşya modundaki genç kızlarımız olduğu sürece mesela... Okumuş anne & baba <<ebebeyn>> profillindeki tek ya da en çok iki çocuk realiteleri ile, BAKAMAYACAĞI KESİN olduğu halde beş altı çocuk dünyaya getirebilen bir karı & koca eş modelinde olduğu gibi mesela... Bu çemberin eksenini çok daha açabiliriz. Sosyal adalet ve yargı mekanizmaları mevcut iken, genç kızların kız kardeşlerin AŞİRETLER TARAFIUNDAN YARGILANARAK, TÖRE CİNAYETLERİNCE eşler/babalar/ağabeylerce infaz edilebilmeleri ve sokak ortasında kurşunlanarak asfalta mıhlanmaları üzerine mesela. Kentlerde anlaşarak uzlaşarak medeni bir çerçevede yuva kurabilmek imkanlarının karşı denkleminde, BAŞLIK PARASI ADI ALTINDA ((kız evlatların pazarlanması üzerine kurulan bir sermayenin)) kökü kazınamadığı sürece mesela... Kent içi eğitim camiaları okullar ile köy ilk öğretim okullarındaki donanım ve ihtiyaç farklılıklarının en aza indirgenememesi durumunda çıkan mezunların arasındaki derin uçurum TELAFİ EDİLEMEDİĞİ ZAMAN MESELA; bu meselalar öyle bir uzar gider ki ne benim gücüm yeter yazmaya ne bu sayfaların takati kalır kapsamaya... Bu simetriyi bozan dehşet örneklerde olduğu gibi YURDUMUZUN KAÇINILMAZ GERÇEKLERİNİ sorgularsak, birey olabildik mi olamadık mı ya da ne zaman olabiliriz ? in yanıtlarını aramamızın çok fazlaca geciktiğini anlayacağız... Önümüzde dev bir engel gibi duran ilk sorunumuz bence NÜFUS GRAFİĞİNDEKİ TUTARSIZLIKLARIMIZDIR. Kentlerde doyuramayacağı çocuğu doğurmaktan şiddetle korkan bir ANA profili açığa çıkarken, iç kesimlerde NASIL DOĞURULMAZ, ın yanıtını bilmeyen HENÜZ BEDENİNDEKİ ANOTOMİYİ TANIMAYAN TANIMLAYAMAYAN ACI bir KADIN GERÇEĞİ İLE yan yana olduğumuz sürece, başıboş sahipsiz ve sevgisiz bir jenerasyon sürekli bir artış içindedir ve bizim verdiğimiz resimdeki kaliteyi bulandırmaktadır bu NÜFUS ARTIŞINDAKİ bilinçsizlik. İkinci sorunumuz da bu irade dışı artış gösteren nüfusun da içinde devleştiği bir (açlık, yoksulluk, işsizlik, çaresizlik eğitimsizlik, konutsuzluk) gerçeğidir. AMA BENCE ZİNCİRİN İLK VE BAĞLAYIICI TEK HALKASI N Ü F U S U M U Z D U R. Bunu çözemedğimiz sürece hastahanelerde yoksulluk fotografları ile kundaklanarak kucaklanan her doğan yeni can, üzerimize eklenerek düğümlenen yepyeni SORUN VE ÇÖZÜMSÜZLÜK GETİRECEKTİR DEMEKTİR. Sağlık sektörüne çok ama çok büyük sorumluluk hatta zorunluluklar düşmekte. Zübeyde hanım doğum evinin başlatmış olduğu sesi son desibel kısık kalan, AİLE PLANLAMASI PROPOGANDALARI,bence son derece komik ve yetersizdir. Yazılı ve de görsel medya bu işi <<MAGAZİNİ BİR SÜRELİĞİNE ERTELEYEREK>> ciddiyetle ele alarak kadını eğiten kısa metrajlı filmler ve de tanıtım fragmalnları ile gösterime sunmalı. HİÇ BİR AMA HİÇ BİR KADIN, BEDENİNE, BAKAMAYACAĞI BİR CANI YÜKLEYECEK CÜRET VE CESARETİ KENDİSİNDE BULAMAMALIDIR. Hiçbir erkek de eşine ve kendisine bu büyük müşkülatı, sosyo- ekonomik bilançolarını çıkarmadan yanıtını net alamadan, baba olmak şansını kendisinde bulamamalıdır. Halk dilindeki deyimle bu mesele artık basit VE DE salaş bir UÇKUR FANTAZİSİ değil, ülke genelini ciddiyetle tehdit edecek boyutlara ulaşmış, son derece tehlikeli bir sorun halini almıştır. Bunun anlatılmasını şiddetle savunuyorum. SEVGİLERİMLE. NİLGÜN/ ZÜBEYDE HANIM DOĞUM EVİ, 16 EKİM 2007/SALI gününden notlar. KADIN GERÇEKLERİNDEN SEÇMELER. --------------------------------------------- |
18-10-2007, 08:22 | #139 |
|
Bu adrese lütfen dikkat...
Bu verdiğim adresi lütfen açın kaydedin ve de sık sık ziyaret edin.
PİŞMAN OLMAYACAKSINIZ. http://onpunto.com/ShowSiteSigaraSon.aspx?SiteId=1429 Bu sabah mail kutuma gelen bir iletiyi de sizlerle paylaşmak istedim. SİGARA & SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN DAYANIŞMASI ÜZERİNE OLUMLU BİR GİRİŞİM BENCE... Devlet sigara kaynaklı hastalıkların tedavisini karşılamalı mı? ******************************************** Sigara bağımlılığı, tüm dünyada önlenebilir ölümün önde gelen nedenidir. Yaşadığımız yüzyılda, insan sağlığının yanı sıra ekonomik ve sosyal açıdan toplumları tehdit eden en önemli sorunlardan biridir. Sigaranın etkisiyle ortaya çıkan hastalıklar ve onlarla mücadelenin ekonomiye getirdiği yük ağırlaştıkça, devletin sigara kaynaklı hastalıkların tedavisini karşılayıp karşılamaması gerektiği tartışılan bir konu haline gelmiştir. Sigara kullanımında global trendler, sigara içenlerin riskleri bildiğini bu durumda bedeli üstlenip üstlenmemeleri gerektiğini tartışıyorlar.... Bu konuda siz ne diyordunuz? Sizce devlet sigara bağımlılığından kaynaklanan hastalık ve rahatsızlıkların tedavisini karşılamalı mı? Eğer karşılamazsa bu sigara bağımlılığından kurtulmak isteyenler için teşvik edici bir etki yaratır mı? Siz konu hakkındaki fikirlerinizi, düşünceleriniz yazın, paylaşın; biz yayınlayalım. ****************************** Bu bana gelen iletinin tam metniydi. Katılımcı olmanız, SEVGİLİ VAZGEÇİLMEZ DOSTUNUZ SİGARANIN TARİHÇESİNİ, GERÇEK YÜZÜNÜ ÖĞRENMENİZ, ayrıca nasıl kurtulurum adına alacağınız referanslar adına çok değerli bir site gibi göründü bana. <<<Ben hiç birinizi sigaranın pençesinde yitirmek istemiyorum.>>> Bu koşullarda ölüm, bir ÇÖP DAMPERİNİN altında çiğnenmekten çok daha kirli bir son bence. Lütfen sigara içen dostlarım teslimiyeti bırakın, silkinin, toparlanın kendinize gelin. Sizi sevenleri şöyle bir düşünün. Analarınızı, babalarınızı, eşlerinizi, çocuklarınızı, sevgililerinizi ,can dostlarınızı... ...SİGARA ÖLDÜRÜR... Ne üzüntünüzü hafifletir, ne derdinize umar yaratır, ne de moral sağlar. Sadece tek yaptığı şey varlığınızı kemirmektir. Ömrünüzü sizden izinsiz ipotek altına alan bu lanet dostu terketmenizin zamanı gelmemiş midir sizce de? NİLGÜN ÇAKICI Not= Sigara içmeyen ama içenler için de: -ADAM SENDE NE HALLERİ VARSA GÖRSÜNLER BANA NE! diyemeyecek kadar sizleri çok seven bir dostunuz... |
18-10-2007, 10:07 | #140 |
|
Çözüm önerilerim=
****************** Avrupa'da hastahane birimleri içinde ALKOL & UYUŞTURUCU BAĞIMLILARI için tasaruf ettiği üniteler benzeri çalışmalara gidilebilmeli bence. Aile bireylerinden herhangi birinin müracatı bir ALARM!niteliği taşımalı ve içen kişiye aynen UYUŞTURUCU BAĞIMLISIYMIŞ kadar özen ve değer gösterilmeli.Hafife alınmamalı küçümsenmemeli. SİGARA konusu üzerine, Devlet desteği şarttır. Bu konu üzerinde finansman ve de sağlık ekipmanı sağlanması şarttır. ************************************************** ** Bu rehabilitasyon çalışmaların esnasında bu konuya son derece duyarlı gönüllü bir sağlık ekipmanı ön planda tutularak, öncelikle tıp alanında uzmanlaşmış ve de sigaradan kendisini izole etmeyi başarmış kişiler arasından seçilmeli. Neden?Hangi süreçlerden geçildiği ne gibi uzman ya da manevi yardımlar alınarak bu işin çözümlenebileceği konularında bilgi ve tecrübenin kesinleşeceği anlamında çok daha olumlu bir tercih olacağına inanıyorum. Finansman&sağlık ekibi=DEVLET DESTEĞİ Bence ailelerin SİGARA KONUSUNDA rehabilite edilmesini sağlayacak psikiyatri destek kampanyaları başlatılmalı. Her gurupta on kişi alınan topluluklarda SİGARAYA NASIL BAŞLADIM, NEDEN BIRAKAMAMAKTAYIM. BİR GÜN İÇİNDE KAÇ SİGARA İÇMEKTEYİM? Gibi soruların içicilerin kendi kendilerine sorgulamaları ve verecekleri yanıtlar ışığında, NASIL KURTULURUM!a gidecek yol haritası belirlenmeli. Bu seanslar alkol uyuşturucu konuları kadar ciddiyetle ele alınmalı. Bence DEVLET desteği şart. Nilgün Ç. |
18-10-2007, 10:09 | #141 |
|
SİGARAYA ÇÖZÜM ÖNERİLERİM=2-
BURSA ONKOLOJİ HASTAHANESİNİN BİR KÖŞECİĞİNDE, SİGARAYA HAYIR! REHABİLİTE MERKEZİ, konusunda bir ilke imza atılması bu konuda bir uzman ekip sigaranın bedene ve insan yaşamına olan negatif etkilerinin afişe edilerek çözüme giden yolların ikna ve tedavi ikilisi ile yürütülmesi. Bence önce beynin ikna edilmesi şart. BEN BAŞARIRIM BEN GÜÇLÜYÜMÜN TEK YOLU İNANDIRMAK VE İKNADIR.Bu da sadece rehabilitasyon ile gerçekleşir. Nilgün Çakıcı 18.10.2007 10:42:51 Özellikle ben BURSAMDA ONKOLOJİ HASTAHANESİiçinde bu tarz rehabilitasyon çalışmalarını görmeyi ve bu konumda bir İLKE İMZA ATILMASINI çok ama çok arzu ederdim. Sigara içimi sonucunda son aşamaya gelmiş ve iliklerine kadar zehirlenmiş hastalara KEMOTERAPİ YAPILAN BİR PLATFORMDA, BURSA ONKOLOJİ HASTAHANESİNİN BİR SALONUNDA, SİGARAYI ENGELLEYELİM! adı altında dev bir projeye imza atılması ne muhteşem bir İLK olurdu. KANSER OLMADAN olmama yolları için! |
29-11-2007, 09:33 | #142 |
|
KILCAL ÇATLAKLAR=
YAPIYA GELEN DEPREM YÜKLERİNİ BOŞALTMAK ÜZERE OLUŞUR. 1- Bu cümle ne demektir? Bu cümle şu demektir ki; muhtemelen; TEMELDEN KAYNAKLANAN NEM ORANININ FAZLALIĞININ SONUCU OLARAK, İNŞAATTA MEVCUT DEMİRLERİN PAS PAYI ÇATLAMIŞ ve de kolonların drenç seviyesi daralmıştır. Hele hele bu kılcal çatlaklar kolon kirişlerinde eğimli ve sık aralıklarda mevcut ise, EYVAH! NEDEN Mİ EYVAH? Çünkü kiriş kolon birleşim noktaları; binanın taşıyıcı yüklerinin dağıtıldığı en hassas DRENÇ NOKTALARI olarak kabul edilmektedirler. PAS PAYI konusunu araştırarak aşağıda açıklamaya çalıştım. 2- DEPREM HASARI BİLANÇOSUözellikle kamuya ait personel binalarında lojman devlet yurtları ve okul binalarında neden periyot yükselişi göstermektedir? 3-Şayet 2. şıktaki değerlendirmemin yanıtı EVET ise, bu müteahit hatası mıdır yoksa denetimsizliklerden aralık kalan boşlukların doldurulması mıdır? Sözün özü olası bir deprem sonrasındaki ölümlerdeki CİNAYETLERDE, KATLİAMIN sorumluları bu kadar kollektif çalışmayı nasıl başarabilmişlerdir? Çarpık projeler=Onları imzalayan belediyeler=DEPREM Allahtan geldi kadermiş ne yapalım! Taziyeleri ile örtbas edilen toplu ölümler. Kimler mesela lojman sakinleri polis öğretmen memur lojmanları ünüversite yurtları, devlet okulları devlet binaları bunlara bağlı dinlenme tesisleri. Burada ihaleyi alan şirketlere malzemeden işçilikten kaliteden namustan şereften ÇAL ÇALABİLDİĞİNCE ÖZGÜRSÜN! Mesajını veren kim? Bu kayıtsızlık ve değersizliğin ait olduğu yeri çok ama çok merak etmekteyim. YA SİZ? Öncelikle yaşadığımız binalardaki 3 donanım çok önemli olmalıdır: 1-ZEMİN DAYANIMI. 2-PROJE TETİKİ. 3-MALZEME VE İŞÇİLİK KALİTESİ 3.ŞIKTA deprem sonucundaki jeoloji jeofizik ve inşaat mühendislerinin ekip olarak giderek gözlemledikleri HASAR TESBİT RAPORLARINDA adına sıkça rastladığım bir konu vardı ve onu uzun uzun inceleyerek sizlerle de paylaşmak istedim. NEYDİ BU KONU? PAS PAYI PASPAYI NE DEMEKTİR? BETON ÖRTÜSÜ (PASPAYI) KONUSUNDA BİLGİLER Marmara bölgesinde 1999 yılında yaşadığımız iki büyük depremin ardından İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerimizde yaşayan vatandaşlar binalarının olası bir depreme karşı incelenmesi işine önem vermeye başladılar. Gerek kendi yaptıkları gerekse bir uzman aracılığıyla yaptırdıkları incelemeler sırasında, yapıların bodrum katlarında daha büyük miktarda olmak üzere beton taşıyıcı elemanlarda korozyon adı verilen bir oluşum ile karşılaşıldı. Beton elemanlarda korozyonun oluşmasında birçok neden olmakla birlikte en önemli nedenin beton örtü tabakası denilen Paspaylarının yetersiz olması uzmanlarca kabul edilmektedir. PASPAYI NEDİR? Betonarme ile ilgili şartnamelerde net beton örtüsü adıyla anılan paspayı : “ Bir beton elemanın içinde bulunan en dış donatının dışından beton bitim yerine kadar ölçülen kalınlık ” olarak tanımlanmaktadır. 1985 yılından bu yana kullanılmakta olan TS 500 standartında bu kalınlıkla ilgili çok ayrıntılı bilgi yoktu. Sadece 12.2.1 numaralı maddede “ Kirişlerde beton örtüsü, içteki elemanlarda 1.5 cm dıştaki elemanlarda ise 2 cm’den az olmamalıdır. ” Biçiminde bir açıklama yapılmaktaydı. Şubat 2000 tarihinde yürürlüğe giren yeni TS 500 standardında bu konuyla ilgili olarak ayrıntılı bilgiler getirilerek bir anlamda yıllardır süregelen başıboşluk önlenmiştir. Gerçekte ciddi projelere imza atan deneyimli proje mühendisleri TS 500’ ün bu eksikliğini DIN 1045 adlı Alman normlarında belirtilen maddeleri göz önünde tutarak gideriyorlardıysa da, paspayının Türk standartlarında ciddi olarak yer almasının Marmara depreminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Normal donatılarda m2’ye 4 adet yeterli olur. KOROZYON AÇISINDAN PASPAYININ ÖNEMİ Betonarme elemanların içerisinde bulunan çelik donatıların yer yer paslanarak çapını ve kalitesini kaybetmesine neden olan korozyonun oluşmasında bir çok neden sayılabilir. Bunları sıralarsak: Beton elemanlardaki net beton örtüsünün (Paspayının) yetersiz olması. Özellikle deniz kıyısına yakın olan inşaatlarda= havadaki klor iyonları yanında nem miktarının yüksek olması korozyon açısından paspayının önemini arttırmaktadır. Kullanılan betonun kalitesinin yetersiz olması. Genellikle uzun yıllar inşaatçılar arasında iyi betonun tanımı yapılırken dayanım gücü yüksek betonlar amaçlanırdı. Son yıllarda iyi beton tanımı için yalnızca beton dayanımının değil betonun durabilite adı verilen dayanıklı oluşuda göz önünde alınmaya başladı. Dayanıklılık, betonun dış tesirlere mukavemet gücü yanında içindeki çelik donatıyı dış tesirlere karşı koruyabilme yeteneğini, bir anlamda betonarmenin ömrünü belirleyen bir özelliktir. Korozyonu önlemek açısından beton paspayının yeterli kalınlıkta yapılması yanında geçirimsiz beton yapmak, beton dökümünde mutlaka vibratör kullanmak, su oranı mümkün olduğunca az beton üretmek, su eksikliğinden dolayı azalmış olan beton akışkanlığını artırmak için gerektiğinde beton içine akışkanlık artırıcı kimyasallar katmak alınması gereken önlemlerden bazılarıdır. Kuşkusuz beton dökümünden sonra betonun kürlenmesine dikkat etmek, sulamak ya da betonun üstünü koruyucu kimyasallarla kaplamak da yukarıdaki önlemler arasına katılabilir. Dikkat edilmesi gereken önemli bir noktada şudur. Paspayının yetersizliğini özel önlemler almaksızın (kimyasallarla yapılan özel sıvılar gibi ) yanlızca sıvı harcıyla giderme olanağı yoktur. Yoğun dış (rüzgar yağmur gibi) maruz betonarme elemanlarda paspayı kalınlığı daha da önem kazanır. Paspayı yetersizliği nedeniyle bu tür elemanlarda etriyelerin tümüyle yok olduğu, ana taşıyıcı donatıların ise alan olarak yarı yarıya eridiği gözlemlenmektedir. Paspayı kalınlığının fabrika tarzında üretilen beton prekast elemanlarda prefabrike yapı elemanlarında daha küçük tutulması olanaklıdır. DIN 1045 normlu bu tür elemanlarda paspayı kalınlığının 1 cm’ye kadar indirilmesine izin vermektedir. Bu yazdıklarım can güvenliğimiz için gözden kaçmaması gereken detaylardır. Esenlikler dilerim. NİLGÜN ÇAKICI/BURSA |
02-12-2007, 14:08 | #143 |
|
TARİH/2.12.2007/
SAAT/ 13.36 FLAŞH TV.PROGRAM/ROTAMIZ TÜRKİYE ''ÖZEL'' ******************************************* ANTALYA'nın SİDE BELDESİ anlatılıyor. Çeşitli güzellikler sahil şeridi anlatıldıktan sonra, BELEDİYE BAŞKANI OSMAN DELİKKULAK,ile röpörtaj yapıldı. Can kulağı ile dinliyorum yetkin bir ağızdan, beldenin gerçek tanımı yapılıyor. Not alabildiğim kadarı ile aktarmaya çalışıyorum sizlerle paylaşmak istedim. ÖZELLİKLE DE SUYUN KLORLANMASINDAN SONRA YAKLAŞIK 1 SAAT DİNLENDİRİLMESİ, konusu benim yeni duyduğum bir ayrıntıydı. BU İLGİMİ ÇEKTİ VE KALEME SARILDIM DOSTLARIM. ********************************************** Altyapı ve çevre sorunları gerçekten çok önemlidir. Türk turizminin hakkettiği yerde olmamasının önemli sebeplerinden birisi altyapı ve çevre sorunlarının yeterince çözülmüş olmamasındadır. Ama biz hızla bu sorunu çözmek için, çözümler üretmek ve çabalar göstermekten ziyade bu sprunları bir an önce çözüp Side beldesini altyapı çevre sorunu ayıbından bir an önce kurtarmak ama bunun dışında turistlerin Side beldesini, kum, güneş, deniz dışında Side beldesine gelen turistlerin başka alternatif amaçlarla gelmelerini sağlamak, kültürel sanatsal sportif eğlenceye dönük başka olanakları turistlere sunmak, turizmi çeşitlendirmek, özellikle de turizm sezonunu uzatmak 12 aya yaymak için belediye olarak bizim birşeyler yapmamız gerektiğine inanıyorum. Bu amaçla bası kültürel sanatsal sosyal etkinliklere önem veriyoruz. Ayrıca da bizim şöyle bir bakış açımızda var, tamam herşey turizm için çünkü turizm bizim lokomotif sektörümüz.Özetlersek altyapı ile ilgili olarak yaptığımız şeyleri anlatmak istiyorum. Altyapıyı yaparken toprağın altında kalan, bazı su, elektrik, kanalizasyon ve drenaj gibi sorunları çözmediğiniz zaman yukarıda yapabileceğiniz şeyleri yapmanız biraz daha zorlaşıyor veya ekonomik bir kullanım söz konusu olmuyor. Kıt kaynaklarımız var biliyorsunuz, hep kaynaklarımızın yetersizliğinden paramızın azlığından bahsediyoruz ama bir çok yoksul ülkedeki gibi yoksul vataşlarınki gibi bizde kıt kaynaklarlarımızı olumsuz kullanmak yerine ekonomik kullanmaya çaba göstermeliyiz. Su konusunda biz 50 km su izolasyan hattı döşedik, kullandığımız boru teknolojisi Türkiye'de uygulanan en son teknoloji, en dayanıklı ve en ekonomik bir boru çeşidi. ************************************************** ************************** İhalemizi tüm Türkiye'ye duyurduk 18 firma katıldı en kaliteli en uzun vadeli çözümü Side için en ucuz rakamlara bitirdik, su boruları Hiçbir darbe görmeden Hiçbir şey olmadan 40 yıl bozulmadan kullanılabilecek şekilde bilimsel olarak ispatlanmış vaziyette. Ayrıca da bu borular kanserojen değil, daha önce Side de bulunan aspestli boruların hepsini iptal ettik yeni kullandığımız borularla kanserojen olmayacak artık suyumuz. Ayrıca da su depomuz küçüktü, 400 tonluk bir su depomuz vardı, 5000 tonluk yaptık, bu 5000 tonluk su deposunda suyu dinlenmiş olarak Side Belediyesine vereceğiz, ************ÖNEMLİ DİKKATLE OKUYUNUZ************ Suyu dinlenmiş olarak vermenin anlamı, klorla temizleme olduğu için klor bir saat dinlendirilmeden şebekeye verilirse veya bir saat dinlendirilmeden kaynatılırsa, çay veya yemek yapılırsa veya içilirse, özellikle kaynatıldığı zaman kanserojen etkisi gösteriyor. O nedenle biz depomuzda suyu en az bir saat dinlendirdikten sonra vereceğiz böylece hem aspestli boruyu değiştirmekle hem de depomuzu büyüterek suyu dinlenme olanağı sağlamakla Side de oturan veya Side ye gezmeye gelen turistlerimizi de buradan bu sudan faydalanan herkesi kanserojen etkiden kurtarmış olacağız. Sıfır bakteri üretecek, çünkü eski borular bakteri üretiyordu yıllardır kullanıldıkları için ve bir çok çelik borular çürümüş olduğu için kanalizasyon karışabiliyordu, pis atıklar karışabiliyordu, böyle bir sağlıksızlık sorunuydu yani hem ucuz hem uzun ömürlü hem de sağlıklı su vermiş oluyoruz Side'ye. Rakamlar konusunda da birşeyler söylemek istiyorum, bizim hesaplarımıza göre 9 trilyon ortalama bir maliyet öngörülürken biz 3 trilyona bitirdik bu şebekenin tamamını, yani bu konuda sizi bilgilendirdikten sonra drenaj sorunu var idi, Cennetler bölgesinde, orasi biraz çukurca bir bölgeydi, su biriken bir bölgeydi, uzun yıllardır şimdiye kadar o bölgedeki oteler evler işyerleri su basmanlarını, yolları, birinci ve zemin katlarını su basmasından şikayet ediyorlardı, sağolsunlar orada iş yapan 28 müteahidimiz de 250 milyar parayı topladık, işçiliğini de belediyemiz yapıyor, araç gereçlerde bizim belediyenin araç gereçleri olmak üzere 2 ay sonra orayı bitiriyoruz ve Cennetler bölgesi tamamen direnaj sorunundan kurtulmuş oluyor. Drenaj olmamasının şöyle bir kötü sonucuda oluyordu, kanalizasyon şebekesini basıyordu. Kanalizsayondaki pis sular çevreye yayılıyordu, sağlıksız bir ortam oluşuyordu, ondan da kurtulmuş oluyoruz drenajı yapmakla. Ayrıca antik Side yarım adasının bütün kilit taşlatını söküp aşağıdaki elektrik, su, kanalizasyon, yangın söndürme, drenaj ve güvenlik kameralarını da çözerek 5 Ocak'tan sonra yetiştireceğiz” BRAVO OSMAN BEYE, GERÇEKTEN SAYGI DUYDUM ÇALIŞMA PRENSİPLERİNE VE CİDDİYETİNE. TÜM BELEDİYELERE BÖYLE BAŞKANLAR TEMENNİLERİMLE... NİLGÜN ÇAKICI/BURSA |
10-12-2007, 15:39 | #144 |
|
Sevgili Nilgün Hanım bu kadar şiir aşığı birinden yani sizden şiir kitaplarından en azından bir kaçını bizim kitap kampanyamız doğrultusunda bize göndermesini kendisi gibi şiire meraklı kızlarımızında yetişmesini sağlamak adına,acaba çok şey isemiş olur muyuz???
|
10-12-2007, 16:55 | #145 |
|
Bayram sonrasında sizinle iletişme geçeceğim söz...
Nilgün. |
14-01-2008, 10:42 | #146 |
|
Bursamiza HoŞ Geldİn Sefalar Getİrdİn Cİhat Şener...
KİMDİR CİHAT ŞENER?
tv 8 HAYATIUMIZ SINAV http://www.hayatimizsinav.net/index....fa=bize_ulasin DURDUK YERDE NEDEN SAYFAMA PAT DİYE OTURDU? YER TAYYARE KÜLTÜR MERKEZİ TARİH:13 OCAK 2008 PAZAR... Herkesin haftasonunda lay lay lom gezip tozduğu dakikalarda biz BURSALI bir avuç insan, çocuklarımız için acaba nerede neyi atlamaktayızın sorularına yanıt aramak ereği ve de mantığı ile yollara düşerek, kırmızı koltuklarda yerimi alarak kürsüde konuşan şahsı özenle dinlemeye başladım. EĞİTİMDEKİ SÜRTÜŞMELERİ/AKSAKLIKLARI BAŞARISIZLIKLARI VE BAŞARIYA AÇILAN ÇERÇEVEYİ aralayarak bizlere gümbür gümbür yansıtan, biraz ağabey, biraz şovmen, biraz kulak çeken sert hoca, biraz ödüllendiren bir müdür edası ile, olayları son derece pozitive ederek masaya yatırarak BİYOPSİSİNİ yapmayı son derece BAŞARILI, neşter darbeleri ile açıp yarmayı ONARMAYI bilen biri vardı karşımda. O AN İLK DÜŞÜNCEM ŞU OLDU. ONA MUTLAKA BİR SORU YÖNELTMELİYİM. 2. KATTAYDIM VE MİKRAFONSUZ BUNU ASLA BAŞARAMAZDIM. Ön sıralarda bulunan çok iyi dinleyen bir tarih eğitimcisi söz alarak, EĞİTİMDE BİLGİNİN ÖNEMİNİN ALTINI KALIN HATLAR İLE ÇİZDİ, ORTAYA ÇIKAN ALKIŞ FIRTINASINDAN HEMEN SONRA BEN MİKROFONU KAPTIM VE, -İyi bir anne olmanın reçetesini sordum. Ortaçağ modellerindeki gibi despotluk yapmadan, medeniyete giden teknolojikj kabloların fişleri köklemeden yasaksız kuralsız güleryüz ve dostça bu ergenlik geçişinin aşılma yollarına giden çözümdü sormak istediğim. MALUM TÜM GENÇLERİN TUTKUSU BİLGİSAYAR OYUNLARI BİZİM EVİMİZDE DE HAKİMİYETİNİ SALTANATINI KURDU VE BAŞ KÖŞEDE... Ben bu konuda çaresizim buydu aslında sormak istediğim, ama konu ÖSS. idi ve ben zaman çalmak istemediğim için, genel bir soru ile, SADECE BEN BURADAYIM MESAJINI VERMEK İSTEDİM BU KUVVETLİ ZEKAYA SAHİP İNSANA... TV 8 DE YAYINLADIĞI PROGRAMI, EĞİTİMCİ KİŞİLİĞİ düzgün diksiyonu ve de gençlerin yaşına inmek için eğilerek aynı boyda duruş sergileyen cümleleri... MUHTEŞEMDİ TEK KELİME İLE HARİKA! Beni bu organizasyondan haberdar eden YEREL GÜNDEM 21 üstadlarından KADRİYE HANIMA DA MİNNETTARIM. Cihat bey, şu cümleller ile hayatın kademelerini anlattı. Elimdeki ajandaya acil notlar ile kaydettiğim şekli ile naklediyorum dostlarım. İNSANLAR ÇEŞİTLİDİR YAŞAMIN BASAMAKLARINDA. 1.BASAMAKTA/ Boş kafalılar vardır.Hayata tutunma aşamalarında koskoca bir boşluk yaşar ve yaşatırlar. 2.Basamakta/ Anlarmış gibi görünen ama hiç bir şey anlamayanlar bulunurlar. 3.BASAMAKTA/ Kurnazlar vardır. Anlarlar ama anlamamış gibi kendilerini sergileyerek ortama hükmetme hallerindedirler. 4.BASAMAKTA/ Anlayan soru soranlar vardır. 5.Bsamakta/ BİLGELER vardır. ANLARLAR ANLADIKLARINI PAYLAŞIRLAR VE HAYATI KOLAYLAŞTIRMAK ADINA KENDİLERİNİ AİT OLDUKLARI TOPLUMA ADARLAR. 6.Basamakta da onlara hocalık yapan erdemlilik mertebesindekiler vardır. HANİ HOCALARIN HOCASI DENİR YA! DİPLOMA DEĞİLDİR KASTEEDİLEN... Bu konuda bir SAMSUNLU TORNACI örneği de sunar sayın CİHAT. Bir tornacı şahsiyet kendisine ulaşır ve ne ÖSS. de okuyan çocuğu olduğunu ne de kendisinin bu işlerde bir ilgisinin oldunu ama mutlaka yaşadığı kente konferans için beklediğini GENÇLERİN MOTİVASYONA MUHTAÇ OLDUĞUNU GELMESİ GEREKTİĞİNİ ISRARLA söyler. ŞAŞIRTICI DEĞİL MİDİR? BELKİDE GÖZ YAŞARTAN DERECEDE DRAMATİK! KENDİ ÇOCUKLARIMIZ ile ilgiyi kesen bir kitle içinde başkalarının çocukları için topyekün endişelenen bir ERKEK KİMLİĞİ? Kimbilir bir de baba olsaydı neler çıkardı ortaya diye düşünerek kendi kendime güldüm o salonda... Bir anısını anlattığında salonda bir kahkaha fırtınası koptu. LİSE YILLARINDA MÜZİK ÖĞRETMENİ ZEHRA, onu koroya seçer ama tek bir şarkı okutmaz. Yıl sonu organizasyonunda ATATÜRK ORATORYOSUNA SEÇER KENDİSİNİ. 45 dk sahnenin en ön planında herkesin gözü önünde bekler... program biter en sonda kendisine verilen tek bir cümleyi söyler, ama o cümle ATATÜRK ORATORYOSUNUN BEL KEMİĞİDİR. SAHNE KAPANIR TÜM ALKIŞ O SON CÜMLEYEDİR. Sahnede o 45 dk lık bekleyişte kendisine alaycı gözlerle bakan arkadaşlarını muzip bir dille anlatırken salon koptu... İyi ki geldin kentimize sevgili Cihat. Hoş geldin sefalar getirdin... NİLGÜN ÇAKICI/ BURSA'DAN YANSIMALAR... |
11-07-2012, 11:03 | #147 |
|
SOKAKLAR ıhlamur ve yasemin kokularının karıştığı şahane bir ahenkle çağırır insanı.
Sahillerde son desibel aşk şarkıları... Ellerinde dondurmalar jan janlı elbiseleri ile kırıta kırıta yürüyen hayatın baharında 17 sinde kızlar, peşlerinde de onları izleyen yeni yetme oğlanlar. TUZAKLARDAN UZAK. MASUM yürüyüşler. Büyüdükçe renkler grileşir menfaatler, maskeler, iğrenç bencillikler... KİRLENİR KALDIRIMLARDAKİ AÇIK PEMBE GÖLGELER... Masumiyet yitip gitmemeli. SOKAKLAR ıhlamur ve yasemin kokularının karıştığı şahane bir ahenkle çağırır insanı... Kafelerde romantik minderler... Güzeldir seni seviyorum demeler... Lise yıllarına alıp götürdü beni bu sabah yeli. OKULU KIRIP KIZ KIZA SIVIŞTIĞIMIZ KÜLTÜRPARK’ daki ÖZGEN KIR BAHÇESİ. O yıllarda ne esirmişiz ki o kafede NECATİBEY KIZ ENSTÜTÜSNDEN bir gardiyan hocaya rastlaştığımızda, fişlenirdik sürünürdük disiplinlerde... PAVYONDA BASILMIŞIZ GİBİ... ------------------------------------------ YA SADECE KIZ KIZA ÖZGENDEYDİK, DİYECEK OLSAK YÜZÜMÜZDE PATLARDI OKKALI BİR ŞAMAR... ANANI ÇAĞIR BABANI ÇAĞIR, disiplin notun düşsün yüzden elliye. Neyse o disiplin notu ahlak ölçer gibi bir mekanizma mı varmış neymiş. BİZ BİLEMEMİŞİZ ) ÇIK İŞİN İŞİNDEN ...OKULU KIRMANIN ADRENALİNİ DE BU CEZALARDAN GELİYOR OLMALIYDI... O yıllarımı arıyorum... SOKAKLAR ıhlamur ve yasemin kokularının karıştığı şahane bir ahenkle çağırır insanı. Bir yanda açlıkla cebelleşenler, askeri ücreti ev kirası ile faturalara peşkeş çekip, ayın yarısına kadar köşedeki manavla yolun bitimindeki mahalle bakkalına el etek öpenler, diğer yanda beş askeri ücretle k...na bikini alıp denize girenler. İşte böyledir hayat... ACIMASIZ VE DE OLABİLDİĞİNCE HOYRAT ! Bizi biz yapan önemli değerleri yitirmeden yaşamaya çalışmak. Beynimizdeki ve yüreğimizdeki masumiyeti koruyarak. SEVGİYLE KALIN. |
19-07-2012, 16:06 | #148 |
|
...Bunca zaman suskunluğun ardından aramıza,sayfanıza hoş geldiniz.Birikimlerinizi,üretkenliğinizi selamlıyorum...
saygılarımla... akdevrim.19.07.2012.istanbul.Atatürk hava limanı. |
19-11-2012, 20:35 | #149 |
|
Bu da geçer.
Nelerin tabutuna çivi çakmadık ki; nelerin dört koluna asılarak, toprağa salmadık. Hangi hançer yardı yüreğimizi ikiye, hangi çalı yoldu benliğimizi, hangi karanlık yordu gözlerimizi... Bu da geçer. Nelerin helvasını kavurup, sütüne irmik katmadık ki; nelerin kefenini biçerek, kabrini dermedik. BİZİ KİM YOLUMUZDAN ALDI, KİM VAZGEÇİREBİLDİ Kİ; Bu da geçer. Biz doğruluğu öz bildik, kitabı kitabına uyduranları, köz bildik, bileğimiz bükülüp, başımız yere değmedi. Paraya tamah edip de, namerde boyun eğmedik, -râin-e secde ederek, -nâr- ı seçmedik. Biz, kitabımızı satarak, Hak’dan vazgeçmedik. ''Zor'' olandır geçidi makbul... BU DA GEÇER, BU DA GEÇER BU DA GEÇER YA HÛ... ÖZÜ SÖZÜ BİR OLABİLENLERE SELAM OLSUN |
19-11-2012, 20:42 | #150 |
|
Alüvyonlarımdan yankılarım...
Alüvyonlarımdan yankılarım...
İçimde beni kemiren, içten pazarlıklı ve sinsi, hain bir çıngıraklı yılan. Ne zaman arkamı dönüp, sağ yanıma yaslansam, ensemde yangın yeri, tenime ustaca zehirini vakumlar. Gördüm seni, sağım solum önüm arkam sobe, gördüm seni. Çık saklandığın mağaradan, çık da kozlarımızı paylaşalım hadi, kolay öyle, kalleşçe uykularımdan uyandırmak, senin dilinde zehirin var, benimse savunmasızlığım. Senin soğukluğun, senin ıssızlığın, senin ustaca yaklaşmaların var, benimse iç hesaplaşmalarım ve üstesinden gelemediğim zorba zamanlarım ve kayıplarım... Yarasa seslerine karışan karanlıklarımda, kanat çırpınışlarım duyulur semada. Gördüm seni, çık uykularımdan, girip durma artık , gecelerimin naif uykularına, tam öldün bittin, dediğim kurtuluş çığlıklarımda, başını yaslayarak sarılma gül kokulu yastıklarıma, deri atıp yeniden doğma çarşaflarımda... Çık beynimin içinden, fütürsüzce bütün hücrelerime, iğrenç salyalarını akıtma, çık düşüncelerimin kimyasından, neyim varsa gözün kalan, al ve çek git. Çekiç darbesi hınçlarımla beton çivileri çakıp durma , yüreğimin duvarlarına. Cenazesi kaldırılıyor, umutlarımın, artık hiçbirşey hissetmiyorum, hayata ve yaşama dair, herşey çok uzakken bana, alaycı bir tavırla, dünü anımsatma. Bırak peşimi, bırak... RAHAT UYUYAYIM ARTIK, ÇINGIRAKLI YILAN. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Nilgün'ün dizelerinden seçmeler........... | NİLGÜN SEYMEN | Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. | 207 | 21-05-2008 08:51 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |