30-04-2007, 22:16 | #91 |
|
icaptan vazgeçmeye ilişkin irade beyanı, icaptan önce veya icapla aynı zamanda muhtaba ulaşırsa ya da bu vazgeçme beyanı icaptan sonra ulaşmış olsa bile, muhataba icaptan önce icaptan vazgeçme beyanı tebliğ edilirse, icap hiç yapılmamış sayılır.
|
29-05-2007, 23:18 | #92 |
|
Hukuk ve Türkçe Çalışma Grupları
Selamlar;
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2.sınıf öğrencisyim.1 sene hazırlıktan sonra Fakülteye ilk geçtiğim sene neler yaptığımızı tam olarak anlamış değildim açıkçası.Ancak şaun kavramları oturttukça Hukuka her geçen gün biraz daha ilgi duymaya başladım.Yalnız , değerli üstadlarım şuan sınavlara girdiğim zaman teorik olarak blgilerin hemen hemen hepsine sahibim oluyorum ancak sınavda hukuki olarak iyi cümleler kuramadığım kanısındayım kendimi bu konuda nasıl yetiştirebilirim.Bilgilerinizi paylaştığınız ve yardımınız için şimdiden saygılarımı sunarım. |
30-05-2007, 08:29 | #93 |
|
Sayın Serhat Aksakallı,
Endişelerinize saygı duyuyorum.Bu soruyu sormakla zaten sorun'un yarısını çözmüş sayılırsınız.Hukuk dili kavram dilidir.Belli kavramların ne anlama geldiğini ve nerede ne zaman kullanmanız gerektiğini zamanla öğrenirsiniz.Bol bol hukuk kitapları okumanızı öneririm. Ancak sakın ola ki şu yanlışa düşmeyin.Kullandığınız her sözcük yabancı kaynaklı olmak zorunda değil.İki şeyi birbirine karıştırmayın.Belli kavramlar/terimler dışında kullanacağınız sözcüklerin Türkçe olması yeterince hukuk dili kullanmadığınız kuşkusuna kaptırmasın sizi. Örnek:Zilyet bir hukuki terimdir.Buna ya "zilyet" ya da "elmen" demelisiniz.Bunun yerine elinde bulunduran diyebilir misiniz?Bence hayır.O iki terimden birini kullanmak zorundasınız. Terim özelliği taşımayan sözcükler için ise kendinizi zorlamayın.Günlük konuşma dilinde hangi sözcükleri kullanıyorsanız onları rahatça kullanabilirsiniz.Emin olun bunlar hukuki olarak iyi cümlelerdir.Elbette bir de öğretim elemanlarının öznel beklentileri vardır ki bu konuda söyleyecek bir şey yok.Ne yapılabilir ki! Esenlikler dileğiyle Mehmet Seyrek |
12-06-2007, 18:50 | #94 |
|
Milletine, tarihine, kültürüne yabancılaşanlar elbette dillerine de yabancılaşırlar!
Öncelikle şunu söyleyeyim: Ben "ihtimal"i de "olasılık"ı da, "fakir"i de "yoksul"u da kullanan bir kişiyim. Kelime türetilmesine de özünde karşı değilim. Fakat birileri ideolojik gerekçelerle mevcut kelimeleri hiç kullanmayıp sadece uydurukçasını kullanmak ve bu yolla da yeni nesile köklü kelimelerimizi unutturmak maksadıyla, yani mevcut kelimeleri arttırmak değil de tasfiye etmek ve mevcudun "yanına" değil de "yerine" yenisini koymak maksadıyla böyle bir şeye girişiyorlarsa (ki bu işin öncülüğünü yapanlar maalesef genelde bu anlayışa sahip) benim bunu kabullenebilmem hiçbir şekilde mümkün değildir!
Birileri Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Necip Fazıl (daha eskilere gitmiyorum, çünkü onlar maalesef çoktan unutturuldu) unutulsun istiyor galiba... Tercümeler, hiçbir zaman eserin aslının yerini tutmadığı gibi, eserin aslının verdiği okuma lezzetini veremezler. Kaldı ki şiir dalında oluşturulan edebi metinleri tercüme etmek de (kafiye, hece ölçüsü, aruz, vs. yönünden) mümkün değildir. Kısaca birileri istiyor ki, yeni nesil bu bizi biz yapan değerlerden uzak olsun, tarihini, kültürünü bilmesin, İstiklal Marşını bile anlamasın! Gerekçeler üzerinden tartışma yürütmenin bir lüzumu yok; hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, bu durum kişinin kendi halkına, tarihine, kültürüne (kasıtlı veya kasıtsız) bir ihanetidir bence. Zaten somut örnekleri incelediğinizde, bu yolda yürüyenlerin genellikle önce kendi halkına/halkının değerlerine karşı yabancılaştığını, sonrasında ise (belki de kaçınılmaz bir şekilde) dillerinin yabancılaştığını açıkça görebilirsiniz. Sözün özü: Dilimize yabancı kültürlerden giren kelimelere karşılık bulmak müstesna, yeni kelimeler ancak ve ancak eskileriyle birlikte kullanılmak şartıyla türetilmelidir... |
13-06-2007, 14:51 | #95 |
|
At yoruldu, ben yoruldum
Güzel bindiri bindiri Karacoğlan UYDURUKÇA İYİDİR Yıllardır aynı şeyleri tartışır dururuz.Bir arpa boyu yol gitmediğimizi, gidilmeyeceğini bile bile.Şu uydurukça sözüne karşı kezlerce yazı yazmışımdır.Sözlü tartışmaların haddi hesabı yok.N'eylersin TÜrkçe'ye gönül vermişiz bir kez.Yazmasam olmaz. Daha önce de yazdım.Dil(lisan) asla gökten zembille inmemiştir.İlk insanlar çıkarmış oldukları seslere zamanla belli anlamlar yüklemeye başlamışlardır.Başlangıçta yalnızca ünlemler kullanan insanlar giderek nesnelere ad vermeye ,eylemleri nitelendirmeye başlamışlardır.Gereksinmelere göre bu sözcükler çoğalmış; kimi toplumlarda iyice gelişerek güçlenmiş, kimi toplumlarda güdük kalmış, gelişememiştir.Eğer gökten zembille inseydi , her toplumda aşağı yukarı aynı gelişmiş dil düzeyi olurdu.Bunun olmadığını görüyoruz.Kuzey ülkelerinde karın yağışını anlatan 30-40 sözcük bulunduğu halde ekvator çevresinde yaşayan topluluklarda kar sözcüğüne hiç rastlanmaz.Ya da bir tek sözcük yeterlidir.Gelişmemiş kabile dillerinin kimi 200-300 sözcükten oluşurken uygar dediğimiz toplumların dilleri yüzbinlerce sözcükten oluşmaktadır.Bu sözcüklerin her biri uydurulmuştur.Evet sakınmadan, çekinmeden söylüyorum.Her sözcük uydurmadır.Aksini söylemek bilimi yadsımak demektir.Uydurukça diyen arkadaşın kullandığı o uydurukça sözcüğü de kapsam içinde olmak üzere kullandığı her sözcük uydurukçadır.Uydurulmamış hiç bir sözcük yoktur.Yalnızca kimi sözcükler daha önceden uydurulmuştur, kimileri ise sonradan uydurulmuştur.Daha da uydurulacaktır.Hazır uydurulmuş sözcükler varken yenilerini uydurmaya ne gerek var diyenleri anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.Her sözcük bir yeni gereksinimi karşılamak için üretilir ve hiçbir güç ,zorlama ile bunların kullanılmasını topluma dayatamaz. Ve nehirlerin tersine aktığı görülmemiştir. MEHMET SEYREK |
13-06-2007, 17:56 | #96 |
|
CebelleŞme Mİ? YanliŞ Olmasin?...
Arkadaşlar, yanlış kullanılmasından rahatsız olduğum bir kelimeyi sizinle paylaşmak istedim. Sıkıntılı ve uğraş gerektiren durumlarda kullandığımız "cebelleşmek" kelimesi...Cebel kelimesi arapça kökenli olup - Dağ - manasındadır. Oysa , sorunlarla boğuşma manasında kullanmak istediğimiz kelimenin aslı: "Cedelleşmektir". Dolayısıyla yaygın bir yanlış olan cebelleşme kelimesi esasen bir mana ihtiva etmeyip sanki -dağlaşma-gibi absürd bir mana ortaya çıkarmaktadır. Oysa cedel kelimesi mücadelenin kökünü oluşturup sorunlarla mücadele manasında kullanılan- cedelleşme- kelimesinin iskeletidir. Doğrusu bu olmasına rağmen yanlış kullanımı o kadar yaygın bir hal almıştır ki; eskilerin deyimiyle " Galat-ı meşhur fasih-i mahcurdan evladır"( çok bilinen yanlış az bilinen doğrudan daha kullanışlıdır) sonucu doğmuştur.
|
23-06-2007, 17:13 | #97 |
|
hukuk dilini sadeleştirebilirmiyiz?
hukukçu arkadaşlarım! bizler hasbelkader! hukuk fakültesini bitirdik ve terminolojiyi öğrendik. peki bizlerinde dahil olduğu vatandaş kavramı içindeki "mevzuatla muhatap olanlar" bu dili niçin anlayamazlar! "herkes yazılı mevzuatı bilmek zorundadır" çatısı altında "bilemeyenler"e yönelik bir hareket başlatabilirmiyiz. biliyorum ki en muhafazakar meslek sahiplerinden olan biz hukukçuların bazıları buna karşı çıkacaktır. ama karşı çıkmadan ziyade gerekçeleri tartışabileceğimiz ve sonuca ulaşabileceğimiz konusunda da ümidimi paylaşan var mı?
|
15-07-2007, 15:28 | #98 |
|
Hem diyoruz ki yasayı bilmemek mazeret değildir, diyoruz ki vatandaş hakkına sahip çıkmalıdır hem de diyoruz ki hukukçuların dilini anlamasınlar! Bu ne yaman çelişkidir ve bu ne ikiyüzlülüktür! Hukuk dilinin sadeleşmesi sadece Türkçe için değil bundan da önemlisi uygar, çağdaş bir ulus olabilmek için vatandaşın hakkını bilip ona sahip çıktığı bir devlet olabilmek için zorunludur.
|
16-07-2007, 15:20 | #99 |
|
hukuk dili sadeleştirilebilir ama asla yavanlaştırılmamalıdır.Keza; sadeleştirilmesi -ya da öztürkçeleştirilmesi de diyebiliriz- adına yavan,sığ,hukuk tekniğinden uzak bir dilin kullanılmaması da gerekmektedir. Zira; hukukta her noktanın ve virgülün dahi önemi vardır.Her bir kelimenin cümle içinde çok dikkatli kullanılması icab eder.Bir kelimenin yanlış kullanılması veya anlamsız bir kelime kullanılması bazı -istisnai de olsa- insanları belki geri dönülmez zararlara gark edebilir.
Saygılar.... |
29-10-2007, 15:26 | #100 |
|
HYUY M 78/2 : "Okunamayan ve uygunsuz olan belgeler geri verilir ve yeniden düzenlenmesi için uygun bir süre verilir. Bu süre içinde düzenlenmezse yeniden süre verilmez."
KONU İLE İLGİLİ YARGITAY KARARLARI GEREKSİZ SÖZLER İÇEREN YAZILAR İÇİN 10 GÜNLÜK DÜZELTME SÜRESİ VERİLİR : " ... Bu ifadelerin HYUY m 78 de anlamını bulan münasebetsiz sözler olduğu çok açıktır.Bir dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında zorunluluk bulunmayan,özellikle davanın aydınlığa kavuşmasına etkisi olmayacak sözlerin varlığını gözardı etmek mümkün değildir. Bu nedenle HYUY 78. maddesine dayanılarak aşağıdaki kararın alınması zorunlu görülmüştür :1- Avukat C.C. ın karar düzeltme dilekçesindeki söz ve yazılar adli yazışmalarda ve özellikle Yargıtay"a verilen layihalarda yazılması mutad olmayan ve bu nedenle icapsız sarfedilmiş sözler sayıldığı için dilekçenin münasebetsiz evrak olarak kabul edilmesine,2- Münasebetsiz dilekçesinin HYUY m 78 gereğince avukat C.C.ye iadesine,3- Adı geçen avukatın yargının ve avukatlık mesleğinin onuruna yakışır,adli yazışmalara uygun olmayan söz ve cümlelerden ari yeni bir dilekçe yazıp yerel mahkemeye tevdi etmesine,bu süre içinde ve usulüne uygun olmak üzere dilekçesini tevdi etmediği takdirde karar düzeltme isteminden vazgeçmiş sayılmasına karar verilmiştir." 13 HD 20.9.1992 6977-7211 ------------------------------------------------------------------ DÜZELTME İÇİN VERİLEN 10 GÜNLÜK SÜRE KESİN OLUP BİR DEFAYA MAHSUSTUR : " Davacı vekili karar düzeltme dilekçesinin 1. sh.de : -Kanaatimizce Yargıtay kararında görülen odur ki,dosya gereğince tetkik edilmemiş,okunmamıştır-şeklinde uygunsuz ifadelere yer verildiği görülmüş ve HYUY 78/2 maddesi dairesinde davacı vekilinin 13.1.1989 günlü karar düzeltme dilekçesinin kendilerine iadesine ve usulüne uygun bir dilekçe vermek üzere 10 günlük kesin süre verilmesine,bu işlem için dosyanın mahalline iadesine;davacı Fikret Avcı vekili Av H.Ç. tarafından verilen 4.4.1991 tarihli karar düzeltme dilekçesinin 1.bendinde :- Duruşma istemindeki amacımız,dosyanın tetkikinde biraz daha itina gösterilmesi ve yanlış onama kararı verilmemesi içindir.- Onama kararı ile hukuk adeta 2.kez katledilmiştir.Önce esas mahkemesi verdiği kararla hukuku katletmiş,daire de onama kararı ile buna iştirak etmiştir.--2. bendinde : - Hukuku hiç bilmeyen ancak bu gerekçe ile karar verir-- 3.bendinde : - Benim,çok sayın daire başkanı ve üyelerden isteğim,dava dosyasının hukukçu gözü ile okunmasıdır.-- şeklinde münasebetsiz ifadeleri ihtiva eden karar düzeltme dilekçesinin davalı vekili Av. H.Ç. a iadesine ,yeniden düzenlenip verilmesi için ,dairemiz mührü ile mühürlenmiş dilekçenin kendisine tebliğini müteakip 10 günlük kesin sürede usulüne uygun düzenleyip vermek üzere kesin süre tanınmasına,bu işlemler için dosyanın mahalline iadesine oybirliği ile karar verildi." 11. HD 21.6.1991 4446-4236 ----------------------------------------------------------------- "... Deliller ortaya kondukça,haksızlığın ortaya çıkmasından da kaynaklansa,meslek kurallarını bilen avukatın iltifat etmemesi gereken bir davranıştır.Dilekçe,bu üslubu ile;güya sulbünden geldiklerini iddia ettikleri müteveffaya karşı haksız ve seciyesiz-şahsımıza saldırıları açısından münasebetsiz-davayı esas mecrasından saptırmaya yönelik bulunması açısından da seviyesizdir." (Üsküdar 2. Asliye Hukuk Mh.1986/45 E. Sayılı Dava dosyasına, vekil tarafından,16.4.1986 tarihinde verilen dilekçe) " Cevap dilekçesinde kullanılan "seviyesiz,münasebetsiz,seciyesiz" sözcükleri,savunma sınırları içinde kalmayıp davacının kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. BK m 49 da düzenlenen manevi tazminatın hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmesi ve hukuki sorumluluk için kast değil,kusurun daha hafif türü olan ihmal aranmaktadır.Davalının kastı olmasa dahi ağır ihmali tartışılmayacak biçimde ortadadır.Bir avukatın hiç kimseye,özellikle bir meslektaşına savunma nedeniyle (seviyesiz,münasebetsiz,seciyesiz"şeklinde sıfatlar yüklemesine izin verilemez." HGK 12.4.1989 144-265 (... Davacı,davalı olan avukatın vekil olarak takip ettiği davada verdiği dilekçelerde kullandığı sözcüklerle kendisinin manevi değerlerine haksız saldırıda bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat istemiştir.) Mahkeme isteği reddetmiş,özel daire kararı bozmuş,yerel mahkeme kararında direnmiş,HGK direnme kararını bozmuştur. Ayrıca,hakaretler davacının avukatına yapıldığı halde,asilin davacı olması,manevi tazminatın yansıma yoluyla istenemeyeceği kuralına göre,taraf sıfatı yokluğundan bozma nedeni yapılmış, bu yöne değinen bozmaya uyulmamış ve direnilmiş olması da HGK ca bozma sebebi yapılmıştır. HGK,hakarete uğrayan avukatın davacı olabileceğine,onun müvekkilinin asil olarak dava açamayacağına,bozmada işaret etmiştir. |
30-10-2007, 15:57 | #101 |
|
İDDİA VE SAVUNMANIN DOKUNULMAZLIĞI KAPSAMINDA
KONUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ : 765 S TCK m 486 : Tarafların veya vekil,müdafi,müşavir yahut kanuni mümessillerinin bir dava hakkında kaza mercilerine verdikleri dilekçe,layiha vs evrakın yahut yaptıkları iddia ve müdafaaların ihtiva ettiği hakareti mutazammın yazı ve sözlerinden dolayı takibat yapılmaz. Dava ile ilgili olmayan ve ilgili olduğu takdirde dahi iddia ve müdafaa hududunu aşan hakareti mutazammın yazı ve sözler hariçtir. 5237 SK M 182 : Yargı mercileri ya da idari makamlar nezdinde yapılan yazılı ve sözlü başvuru,iddia ve savunmalar kapsamında,kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde,ceza verilmez. Ancak bunun için,isnad ve değerlendirmenin,gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir. ------------------------------------------------------ İLGİLİ İÇTİHATLAR : " Avukat olan sanığın,davacılar vekili sıfatıyla Sulh HUkuk Mh.ne verdiği hakimi red ve yeniden tedbir kararı verilmesi istemlerini içeren 25.8.1989 ve 29.8.1989 tarihli dilekçelerde,görevli hakimlere yönelik olarak " vukufiyetsizlik,tarafsızlık,adaletsizlik ve görevi savsama " gibi sözcükler kullanmak suretiyle onlara hakaret ettiği iddiasıyla açılan davada, özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık sarfedilen bu sözlerin hakaret suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkindir. Dosyanın incelenmesi sırasında bir kısım üyeler,sanık mağdur hakimleri idari yönden şikayet ettiğine göre,bu şikayetin sonucunun arıştırılması gerekir düşüncesiyle bu yönden eksik inceleme nedeniyle bozma düşüncesi bildirmişlerse de,bu görüş benimsenmemiş,işin esasına geçilmiştir. İncelenen maddi olayda sanığın istemi doğrultusunda konulan tedbir kararının delillerde bir değişiklik olmadığı halde kaldırılmasına karar verilmiştir. Aynı delillere dayanılarak hukuki sonuçları iki farklı karar verilmesini dosyaların yeterince incelenmemesine ve hakimlerin taraflı davranmalarına bağlayan sanığın,bu durumu açıklamak için suça konu sözleri kullandığı,kullandığı sözler ile iddiasını vurgulayıp dikkat çekerek red talebinin kabulünü sağlama çabasında olduğu saptandığına göre bu oluşta müsned suçun yasal unsurları yoktur.Direnme hükmünün bu itibarla BOZULMASINA" ; CGK 14.2.1994 4/14-44 AYNI DOĞRULTUDA : 4 CD 7.6.1996 3225-5223 ------------------------------------------------------ "... Hakkın kullanılması olarak kabul edilen savunma hakkı,TC Anayasası"nın 36. maddesinde,-herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir- hükmü yeralmaktadır. Görülüyor ki,Anayasa"nın kabul ettiği savunma hakkı ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan,davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan hakareti oluşturan yazı ve sözlerin sarfedilmiş bulunmasında meşruluk vardır denilemez.İddia v emüdafaanın sınırları aşılmış,haysiyetler korunmamış olur. ... İnceleme konusu olayda,sanık,davalı vekili olarak olarak mahkemeye sunduğu dilekçede,katılan avukatı kastederek ; " çeşitli yollara başvurmak suretiyle temin edilen bilirkişiden elde edilmiş fahiş ve hayal mahsulü kirayı talep edip menfaat çığırtkanlığı yapmaktadır " demek suretiyle katılanı menfaat çığırtkanlığı yapmakla suçlamaktadır. Söylenen bu sözlerin dava ile ilgisi v e yararı yoktur,savunma hududu aşılmıştır,sanığın bu itibarla savunma dokunulmazlığından yararlanması olanaklı değildir.Direnme kararı bozulmalıdır." CGK 13.3.1995 4/358-65 --------------------------------------------------------- " Sanık avukatın,sanık vekili olarak verdiği temyiz dilekçesinde,katılan hakimi kastederek : "... mahkeme beraat kararı vermesi gerekirken 10 günlük hapsen tazyik cezası vermiştir.İnsan hukukçuluğundan utanıyor,şu karar yurt dışında basına verilse bizi Afrika Kanunları ile idare ediliyoruz zannederler.Hayret...! İstanbul ilindeki bir mahkeme hukukun inceliğini nasıl bilemez,bunu anlamak mümkün değil ve yine eyvah.... Kanunu iyi okumak gerekir ve anlamak gerekir diye düşünüyoruz" demek suretiyle,katılanı küçük düşürmüştür.Dilekçede yer alan bu sözlerin dava ile ilgisi ve yararı da bulunmadığından,sanığın savunma dokunulmazlığından yararlanması mümkün değildir." CGK 29.9.1998 4/225-316 ------------------------------------------------------- "Savunma hakkı nedeniyle hakaret/sövme suçunu düzenleyen TCK(Eski TCK)m 486 nın uygulanabilmesi için,söylenen sözlerin davanın yazgısını belirlemede zorunlu ve davanın konusuyla mantıksal açıdan bağlantılı bulunması,iddia ya da savunmaya yarar sağlaması gerektiği gözetilerek sorunun bu açıdan tartışılması ve sözkonusu maddenin nesnel ve öznel koşullarının irdelenmesi zorunlu iken sözlerin savunmaya yönelik olduğu gerekçesi ile beraat kararı verilmesi doğru değildir." 4 CD 16.3.1993 1276/2135 --------------------------------------------------------------------------- |
28-01-2008, 16:32 | #102 |
|
Fakülteye"ye başladığımız yıl,hocalarımızdan biri,her zaman yaptığı gibi ders aralarında bize iyi bir hukukçu olmanın kriterleri ile ilgili tavsiyelerde bulunuyordu,bu tavsiyeler arasında kanımca en faydalı ve gerekli olanıydı :
" Sizler,ileride,toplum içinde gerek söz ve davranışları,gerekse dili ustaca ve yetkin kullanma konusunda becerisi en dikkat çekici olacak bir mesleğe mensup olacaksınız. Göreceksiniz ki,siz, Türkçe"yi çok büyük bir itina ile,sözcükleri seçerek,inci gibi dizerek,dikkat çekici bir üslup yeteneği ile donanmış olarak,toplumun diğer bireylerinin beğeni ve takdirini kazanacak,şimdi öngörmekte zorlanacağınız çok yetkin birer dil ustası olacaksınız..." mealinde,aslında bizlerden beklediği söz ve davranış tarzını ortaya koyan sohbetler yapıyordu. Aradan geçen zaman içinde,gerçekten hukukçu kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak,gerek öz gerekse biçimsel açıdan dili özenli ve yetkin kullanma özelliğinin barındığını,bu özelliği mesleki faaliyetimizden ve hizmetimizden faydalanan toplumun diğer bireylerinin büyük bir dikkatle izlediklerini ve gözlediklerini farkettim. Çoğu meslektaşımız bu beklentiye ve özelliğe uygun ve yeterli bir üslup,özen ve çaba içinde olduğu gibi,azımsanmayacak ve üzücü bir kısmımız da,bu dikkatten ve yeterlilikten uzakta. Bizler,toplumsal yaşama gerek özel yaşantımız,gerekse mesleki faaliyetimiz itibariyle örnek teşkil edecek hal ve hareketlerle,konuşmalarımızda kullandıımız ve seçtiğimiz sözcüklerin,karşımızdaki insanlarda,okuyan,dinleyen insanlarda bir saygı,özellik,yetkinlik duygusu ve bir nezaket,maksadı anlatmaya yarar en kibar,kırıcılıktan ve karşı tarafı doğrudan veya dolaylı olarak incitici ifadelerden sakınan bir incelik taşımasına özen göstermesi gereken,dili doğru ve özenli,yetkin kullanma sorumluluğuna ve şansına sahip bir meslek grubuyuz. Yabancı bir ülkeden,ülkemizdeki bir sempozyum ve karşılıklı bilgi alışverişi nedeniyle gelerek toplantıya katılan bir hakimin,kendisini karşılayan ve ağırlayan bir hakimimize gönderdiği teşekkür mektubunu okumuştum,yıllar önce. O kadar kibar,ince ve duygulu bir hareket ve içerdiği sözcük/sözdizimi o kadar mükemmeldi ki,bu sorumluluğu bir kez daha hatırlattı ve nezaketin boyutları hakkında bir fikir daha verdi. Olumlu ve kibar iletişim karşılıklı iyi ilişkileri besleyen ve insanda mutluluk uyandıran çok uygar bir davranıştır. Bizler de eskiye oranla karşılıklı nezaket ve iyi duyguları işleme ve geliştirme,birbirimize mesleki ve toplumsal alanda olabildiğince saygılı davranma konusunda aşama kaydettik,ama bu tarz henüz baskın özellik taşımıyor. Örneğin,konuşur ve yazarken maksadımızı anlatmaya yarar en kibar ve olumlu ifadeleri kullanma konusunda yeterince titiz değiliz. Dikkat ederim,konuşurken karşımızdaki insana : " Anladın mı ? " diye sorarız. Oysa karşımızdaki insanın anlama kabiliyetini sorgulamaktansa kendi anlatma yeteneğimizi sorgulamak daha ince bir davranış olur,o soru yerine " Anlatabildim mi ? " veya " Umarım anlatabilmişimdir." demek,daha uygun olur. Aynı şekilde,insanlarımız birbirlerine şaka veya hakaret amacıyla," deli, salak, aptal" gibi kelimeleri kullanırlar. Özellikle bir hukukçunun,halk arasında kullanılan kelimelere karşılık gelen bilimsel terimleri, psikolojik, sosyolojik,tıbbi,kavramsal kelimeleri kullanması daha doğru olur. Mesela bir insana "deli" demek ve konuşma,yazma dilinde bu kelimeyi kullanmak yerine daha uygun alternatifler vardır : Bir hukukçu için seçilmemesi gereken ve yerine,maksadı anlatmaya yarar daha uygun kavramlarla karşılanması gereken bir kullanım olduğunu düşünüyorum : Bir insanı deli olarak tanımlamak yerine: " Sağlıklı ve dengeli davranma yeteneği olmayan,bu yeteneğini kaybetmiş veya bu yetenekleri azalmış; yaşadığı olayların etkisi ile ruhsal bütünlüğü sarsılmış,hareketlerini kontrol etmekte zorlanan..." v.b. kavramlar ve tarifler kullanılabilir. Bir insanı yargılamaya yönelik değil,anlamaya ve doğru anlatmaya yönelik çabalar ve ifadeler daha yapıcı olur. Olayları ve olguları olumsuz anlatımlar yerine olumlu ve yapıcı anlatımlarla ortaya koyma seçeneği tercih edilebilir. Mesela bir insana " Sen çok kabasın " demek yerine, " Bu davranışın beni incitti,daha kibar ve şefkatli davranmanı isterdim,senden bu sevgi ve saygıyı beklemeye hakkım olduğuna inanıyorum." denebilir. V.S.... |
02-02-2008, 12:07 | #103 |
|
Sayın OLguner,
Yazdıklarınıza katılmamak elde değil.Bunlar yalnızca hukukçu olarak bizlerin değil,aslında tüm insanların birbirine karşı yaklaşımında kullanması gereken iletişim teknikleridir.Nitekim toplumsal huzurun,kavgaların ilacı da budur kanımca.Bizler çocuklarımıza nasıl yaklaşırsak onlarda çevresine o derecede etki yayacaktır.Bunu da göz önünde bulundurmakta her zaman fayda var diye düşünüyorum.Bu güzel yazı için teşekkürler.Saygılarımla. |
22-02-2008, 14:19 | #104 | |||||||||||||||||||
|
Hatun hanım, Aslında yazdıklarınızı okurken Hatun hanım "doğru söylüyor" diye aklımızdan geçiriyoruz. Fakat günlük hayatta hele ki büyük şehirlerde zaman sıkıntısı çekerken, uzun uzun dolaylı ve özenli cümle kurmaya çalışmak da sarsıcı olabilir. Hem sözü sarfeden için hem de muhatap için... |
22-02-2008, 16:46 | #105 |
|
Saim Bey ;
Ben hakikaten çok uzun cümleler kuruyorum ve ayrıca da özenerek seçiyorum kelimeleri;bir kelime üzerine günlerce,haftalarca düşünebiliyorum... Herkesten aynı hassasiyeti,hele haklı olarak belirttiğiniz gibi büyük şehir hengamesinde yaşayan sizin gibi arkadaşlarımızdan aynı özeni beklemek çoğu kez haksızlık olabilir... Ama sizin bu konuda hiçbir ihmaliniz de yok bana göre,sizinle tanışmadan önceleri siteye yazdığınız yazıları şimdilerde tesadüf edip okurken,içimden şöyle geçiriyorum : Büyükşehirde,metropolde yaşayan bir insan,bu kadar mı insan olur,kalır,bozulmaz,dejenere olmaz;bilakis bu kadar mı maneviyatçı olur,insancıl ve kibar... Yine de vaktiniz ve takatiniz kalmadığında, üzülmeyin,sizin kısa cümlelerinizi de anlarız,karşılıklı sevgi,saygı,güven olunca hatta,söylenmeyenler de anlaşılır kolayca.Ve lüzum ederse uzun cümleleri sizin yerinize biz kurarız... |
15-08-2008, 18:51 | #106 |
|
merhabalar efendim,
resmi makamlara sunduğum yazılar (dilekçeler) haricinde cümlenin ya da kelimenin neresine gelirse gelsin herhangi bir harfi diğerinden daha üstün görüp de büyük yazmıyorum. cümlenin ya da kelimenin bazı yerlerinde büyük harf kullanılması gerekliliğini işaret eden kuralların dil ile değil alfabe ile ilgili olduğunu düşünüyorum. oys, dünya da çeşitli milletlerin kullandığı bir çok alfabede büyük-küçük harf ayrımı yoktur. bu nedenle büyük harf kullanmamanın dile herhangi bir zararı mevcut değildir. en azından benim düşüncem böyledir. ikinci mesele ise, anasütü kadar bizim olan dilimizin matematiği kıskandıracak derecede üreyebilir olmasındadır. bence, her sanat erbabı kendi sanatı ile alaklı olarak yeni kelimeler üretebilmelidir. bu üretimler hakir görülmemeli, eleştirilmemeli demiyorum sadece hakir görülmemeli, diyorum. türkçe sondan eklemeli bir dil olduğu için herhangi bir sözcüğün sonuna yapım eki ekleyerek söyleniş bakımından kolay sözcükler üretmek bu dili anadili olarak benimsemiş herkesin hakkıdır. lakin bu üretimler toplum tarafından benimsenir ya da benimsenmez o da toplumun kabullenme ve beğenmesi ile ilgilidir. bazıları, osmanlıca ya da istanbul saltanatı hayranları, bazı yapım ekleri ile türetilmiş türkçe sözcüklerin uydurma olduğu konusunda ısrarla durmakta ve bu türemiş sözcüklere tiksinti ile bakmaktadır. oysa bu dile gösterdikleri hassasiyetten değil kendi dünya görüşlerinden kaynaklanmaktadır. zira doğu değişim konusunda dünyaya kafa tutmaya ve değişmemeye kararlıdır. bir zamanlar orta çağ avrupasında da değişime karşı aynı kin vardı. geçmişine esnemeyen çelik halatlarla bağlı olmak geleceğin güzelliklerinden mahrum kalmak manasını taşır, bence. bugün kullandığımız türkçenin tamamı osmanlı öncesi türk topluluklarından hediye aldığımız sözcükler değildir. kullandığımız sözcüklerin bir çoğu cumhuriyet aydınları tarafından icat edilmiş, türetilmiş sözcüklerdir. özellikle şairler ve yazarlar bu noktada çok da faydalı olmuşlardır. yaşar kemal'in romanlarında yeni sözcükler üretme çokça görülmektedir. büyük usta sözcükleri genellikle yansımadan, doğal seslerden türetmektedir. bunlardan hariç başka sözcükler türettiğine şahit oluyoruz. örneğin: "arılar peteğe çokuştu." tümcesinde ki çokuştu sözcüğüne ben yaşar kemal'in yazılarında rastladım. bu sözcükten, birçok arının bal peteğine konduğunu anlıyoruz. "çokuşmak" sözcüğü böylelikle mükemmel bir eylemin kafamızda canlanmasına neden oluyor. birikmek, çökmek, toplanmak, yığılmak sözcüklerinin karşılayamayacağı bambaşka bir anlamı karşılıyor. burda da olduğu gibi, yazarın ya da şairin dile en büyük katkısı yeni sözcükler sunmasıdır. nazım usta da, milli mücadele destanında, "...öküz ve tekerlek ölülerine." diye dize yazmıştı. bu yeni bir sözcük bulma değil sözcüğün farklı bir anlamda kullanılması idi. çünkü herhangi birşeyin ölmesi için canlı olması gerekir. lakin nazım usta, tekerlek ölüsü, kavramı ile tekerleğin de dönerken, kağnıyı yürütürken en az öküz kadar canlı olduğunu ve kullanılmaz, cephane ve insan ve ya erzak taşıyamaz duruma geldiğinde, öldüğünü betimlemiştir. bu müthiş bir zeka ve mükemmel bir sanat işidir. *** başkaca bir mevzu ise, sözcük başında ya da sonunda iki sessiz harfin arasına bir sesli harf girmesi türkçenin değişmez kuralıdır. tren yerine tiren, grup yerine gurup, film yerine filim sözcüklerinin kullanılması herhangi bir karışıklığa sebep olmayacağı gibi estetik bakımdan da çirkin durmayacaktır, diye düşünüyorum. böyle bir çalışma gurubunu açtığınız için teşekkür ediyorum. uzunca bir süredir türk hukuk sitesine girememem dolayısı ile sanırım gurupla karşılaşmakta biraz geciktim. saygılarımla. |
23-08-2008, 08:48 | #107 |
|
Eski Hukuk Dili
Merhabalar,
Benim üzüntüm hukuk dalı artık eski türkçeyle okutulmuyor,yeni türkçe ile eğitim veriliyor..eski dönem mezunlarına çok imreniyorum. Artık her mevzuatın,her kanunun altında yeni türkçe ifade var.. O eski türkçe ile hukuk dilinin konuşulmasının mesleğe ayrı bir hava ve itibar kattığının kanaatindeyim.. Tıpçıların ve hukukçuların bir araya gelip de birbirlerinin havalarını söndürdüğü anları hiç yaşayamayacak yeni nesiller.. Siz ne düşünüyorsunuz? |
23-05-2013, 14:06 | #108 |
|
Aktarmayı düşündüğünüz düşünceyi de muhatabınıza tamamen aktardığınızı düşünebilirsiniz..Hatta karşınızdakinin anladığı kadar değil,sizin aktarmak istediğiniz kadar...
|
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Ayakların Dili Olsa | Av. Adil Giray ÇELİK | Hukuk Sohbetleri | 1 | 23-05-2013 14:31 |
hukukçunun dili nasıl olmalı? | Av.Suat Ergin | Site Hakkında Yazışmalar | 7 | 05-12-2006 16:53 |
Entellektüel Bir Hukukçunun Saçmalaması | Av. Adil Giray ÇELİK | Hukuk Sohbetleri | 9 | 19-08-2006 11:15 |
Hukuk Dili ve Tercüme | Mütercim/Tercuman | Ticari Duyurular | 0 | 17-07-2006 17:18 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |