13-02-2010, 03:43 | #121 |
|
Önce bahar gelecek
Yeşil saçları savrulacak ağaç dallarında Sonra yaz Sonra sen Ben bileceğim seni Sende beni Bardaktaki serin su değil Yanımda olman serinletecek beni Sen gideceksin Mevsim duracak Ama sevgilim Gittiğinde sen yaz.. İyi yaz, hoş yaz 17.04.2002 |
06-04-2010, 21:27 | #122 |
|
Ömür F.I
60 yaşında, yaşına göre genç gösteren, uzun boylu, çok anlamlı bakışları olan, 3 çocuk babası bir hasta. Eşi mi annesi mi diye iddiaya girdiğimiz bir kadın refakatçi.Benim düşüncem; -Hiç bir kadın bu kadar şefkati oğlundan başkasına gösteremez ve bu kadın çok yaşlı görünüyor. Arkadaşımın düşüncesi; -Kesinlikle eşi, peçeteyle terini siliyor, ayaklarına masaj yapıyor. Ben kaybediyorum.Eşiymiş. 15 sene önce oğlunu Güneydoğuda şehit vermiş bir baba. Kısa bir süre sonra beyin kanaması geçirmiş. Felçli kalmış. Konuşamıyor. Yürüyemiyor. Sadece yemek yiyebiliyor. Sağ kolu ve belden altı tutmuyor. Duyuyor ama konuşamıyor. Bu sabah serum takmak için gerekli olan kateteri (intraket) takmak için yanına gittim. Damarları neredeyse kaybolmak üzere. Benden önce çok kez denenmiş. Gayet hassas olan el bileğinin iç tarafına iğneyi batırdım.Acıdığını hissettim ama kımıldatmadı sol kolunu, çekmedi. Neyse işte, tek seferde taktım. Yapıştırdım, sabitledim. Gözleriyle seruma baktı. Damladığını görünce inledi. İçim cız etti, damarın patladığını ve serumun dışına kaçırdığını sandım, telaşla; -Acıdı mı? dedim. Eşi: -Hayır! Serum damladığı için sevindi ondan dedi. Yine de gözlerine baktım F Amcanın. Bakışından anladım. Mutluydu. Sanırım unutamayacağım bakışlardan biriydi yine. Bu acı bakış bütün gün gülümsememe neden oldu. Şimdi F Amcanın odasına giriyorum ve ona hep sorular soruyorum. Anlaşıyoruz. Ben konuşuyorum o bakıyor. Anlaşıyoruz. Bu tür üzüntüler bazen beni yaralıyor ve düşündürüyor. Yanlış kişi miyim bu meslek için? |
06-04-2010, 21:40 | #123 | |||||||||||||||||||||||
|
Sağolun. |
10-04-2010, 00:26 | #124 |
|
Bir ağacın altında, kaldırımda oturup
Bu gece içimi çekip of diyesim var Elim üşüyüp, sesim titrerken Bu gece bir dosta sorasım var Dinlerken seni başka bir dilden Bu gece başımı omzuna koyasım var Arkada bırakıp her hüznü Bu gece aynı kadehten içesim var Delicesine konuşup, hesapsız düşünüp Bu gece kendimden geçesim var Ah edip özlerken Bu gece ağlayarak içimi dökesim var Bıkıp usanmadan, durup dinlenmeden Bu gece sevgilim sana yazasım var |
14-04-2010, 23:42 | #125 |
|
Ne çok dostum vardı bir zamanlar. Ya da ben öyle sanıyormuşum. Yapraklarımı döktükçe dostlarımı ve arkadaşlarımı da kaybettiğimi anladım. Bu uzun süren sessizlik,bana hayata dair çok şey öğretti. Yaprak gibi dökülen ''dostlar'' yerine, kök salanlar oldu hayatıma. Yaşamımın bir alanına sormadan, yerleşenleri çok sevdim. Bazen sustum kırmamak adına. Biliyordum çünkü kayıpların neler eksilttiğini. Bekledim bazen kendileri çıkıp gitsinler diye. Gittiler. Yerlerine önce önemsemediğim sonra içime işleyen sıcaklıklarını sonradan farkettiğim insanlar geldi.
Sadece bir ''merhaba'' demek yetti bazen.Ya da başka bir tek kelime. Belki bir bakış.Uzunca bir süre bakmadım insanların gözlerine. Görmedim, baktıysam da. Göremedim belki. Yasını tuttum sessizce gidenlerin, çaktırmadan. Hayatıma giren çok az kişinin ardından konuştum. Hakkımda iyi şeyler konuşmadıklarını bilmeme rağmen. Duymamazlıktan da geldim. Unutmayı bile becerdim. Bir sürü soru sordum kendime. İnsanlar neden bana ağlar? Neden sormadan anlatırlar? Sonra da , niye pişman olurlar? Nadiren de olsa bunun acısını da yaşadım. Oysa tek kelime yeterli benim için. -Söyleme! Ben de çıkmışım hayatlardan. Unutmuşum insanları. Ne düşünüyor ne ile uğraşıyorsam? Uzun sessiz bir dönem geçirdim.Yalnızlığı sevdim bu nedenle. İnsan hayatında ne kadar kalabalık o kadar gürültü. Türküleri hep severdim, daha bir sevdim bu arada. Evimde olmak tek keyfim şimdi. Evimi sevmek. İşim de ayrı ama yorgunluğu evde atmak gibisi yok. Çok minik ellerin omzuma dokunup; -Burası mı ağrıyor ? diye sorması gibi yok. Ağrı da kalmıyor, yorgunluk da. Bahar uyanıyor, ben içime dönüyorum.Çiçekler açıyor ,ben gözlerimi kapatıyorum. Karanlığa değil ama. Başkaca renki bir dünyaya açıyorum gözlerimi, her ayrıntısını kendim çizebildiğim, hayal dünyasına. Boşa harcanan masum insanlar da oldu önceden. Ama bir dakika söyleyeceklerim var, kanatıyorsa biri sizi, yakınındakileri de uzak tutmak istersiniz. Aslında herkesin yaptığı budur. Yakınlaşmalar, gruplaşmalar ve parçalanmalar böyle olur. Ne öğretir hayat insana? Aslında hiç bir şey. Umulan bizi bize öğretmesi, kendimize kendimizi. Ne çok sayfa karaladım, ne çok kelime kurduysam, okuyanlardan , kağıttan, kalemden ve tuşlardan özür dilerim. Hayat, anlamsızdır. Anlamaya çalışmak faydasız. Bizim gibi , insanlar gibi. Her saniye değişir. Geçer. Sevinçler ve kederler aynı kalmaz. Zamanla silinir, ya da aniden gelişir, artar. Parçalanıyorsa bütünlükler, bir bütünün parçaları tamların anlamını verir mi hiç? Örneğin; Gülün yaprakları tek tek gülün mutluluğunu veremediği gibi. Çok öfkelendiğim şeyler de oldu. Sonradan kahkalarla güldüğüm. ''Lanet olsun, bizim gibiler olmasa, diğerlerinin işi nasıl kolaylaşır?'' bile dedik. -Sen üzgünsün, benim de üzülme mi istiyorsun! diyen de oldu. Bilmiyorum ki. Belki de paylaşmak istedim o an ne hissettiğimi. Beklediğim şeyler oldu hep. Hiç şaşırmadım olan bitene. Tıpkı düşündüğüm gibi dedim. Ne söylediğime dikkat ettim. Bilirim ki ağızdan çıkan her söz kesinlikle geri döner. Bir şekilde duyulur. Söylenmek istenmezken anlaşılır. Dilinizden çıkan elinizde patlar bir zaman sonra. Pimi çekip dilden çıkarılmamalı. Söyleyemeyeceğimiz şeyi,düşünmemeliyiz aslında .Çok zordur bu. Telafisi olmayan hiç bir şey yok hayatta. İnanın. Geçen zamandan ve ölümden gayrı. Öyle acı bir ayrılık ki ölüm, bir saniye önce nefret ettiğiniz biri hakkında aklınızda tamamen güzel anılar kala kalır. Ölen de yanında sadece hatalarını götürür. Kalan ise özlem duygusu. Geçmez. Kabullenme konur yerine. Şöyle davranmaya karar verdim artık; -Herkese ölmüş gibi... Sizinle beraber hatalar gitti. Geriye kalan güzel şeyler olsun bir kez daha. Anımsanmaya değer. Bir yazım daha darmadağınık oldu. Ben de boş veriyorum zaten. Anlamak isteyene tek bakış yeter düşüncesi ile. |
14-04-2010, 23:47 | #126 |
|
Canımdan birinin söylediği gibi;
-Kimsenin hayatını kolaylaştırma! Çünkü senin hayatını kimse kolaylaştırmadı. Haklısın , haklısın. ( Merak etme, iki kişi hariç.) |
14-04-2010, 23:52 | #127 |
|
''Yaşadığınız hayattan memnun değilseniz,
Hayal kurun! Bir gün mutlaka , hayallerinize kavuşursunuz!'' Eski imzam. Denenmiştir!... ''Adaletten değil, adaletsizlikten korkuyoruz!'' Eski imzam. Denenmiştir. |
19-04-2010, 12:07 | #128 |
|
Bahar temizliği yapmak şart oldu.
İlk önce merdivenden başlayacağım temizliğe, şöyle bir yıkayıp süpürmenin zamanı geldi anlaşılan. Süpürgem de hazır. |
19-04-2010, 12:22 | #129 | |||||||||||||||||||||||
|
Anlaşılan kırmızı halı sereceksiniz. |
19-04-2010, 12:23 | #130 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu haliyle mümkün değil. |
19-04-2010, 13:14 | #131 | |||||||||||||||||||||||
|
Abla elin değmişken bizim eve de gelsen |
19-04-2010, 13:23 | #132 | |||||||||||||||||||||||
|
Süpürebilirsin ama sakın silme... Biliyorsun bir ablan var ikide bir sana yasak koyar. Eğer silersen gidip ona seni şikayet ederim ona göre... |
20-04-2010, 11:22 | #133 | |||||||||||||||||||||||
|
Tamam. Bu merciye şikayet hiç ama hiç hoşuma gitmez. Şöyle bir silkeleyip, tozunu alıp, kabartıp yerine bırakacağım. |
20-04-2010, 23:15 | #134 |
|
İyi ki mesai arkadaşlarım nöbet turşusunu 2 gün önceden istediler, yoksa ben nöbete dünden hazırdım yine.
-Çarşambaya nöbete turşu getirsene... -Yarın geleceğim ya, hazırladım zaten. -İşin mi var burada? -...... -Yok, hayır...Ben yarın çarşamba sanıyordum. Daha önceden de nöbetim olmamasına rağmen bir sabah tam olarak hazırlanmış bir şekilde nöbete gitmiş ve geri dönmüştüm. Az kalsın yine aynısı olacaktı. Yaşasın turşu canı çeken arkadaşlarım. 14 gündür nöbetim olmamasına rağmen işlerimin büyük bir kısmını bu gün bitirdim. Dün gece nasılda ilaç gibi geldi anlatamam. |
22-04-2010, 23:06 | #135 | |||||||||||||||||||||||
|
Sizin eve gelecek gibi görünüyorum zaten. Tamam, süpüre süpüre gelirim geri. |
04-05-2010, 02:13 | #136 |
|
Değişmedim aslında, ya da öylesine değiştim ki, değiştiğimi kendime bile itiraf edemiyorum!
Uyku tutmamış bir dostla gece yarısı sohbetimizden . |
06-05-2010, 23:26 | #137 |
|
Bu bahçede çok oyalandım. Fidanlar gördüm taze ve canlı. Ağaçlar gördüm kökleri derinlerde. Birkaç çalı parçasına takıldım, elbiselerim yırtıldı. Güller vardı güzel kokan, dikenler vardı kanatan.
Şımarık çocuklar, uslu kardeşler, ağır ağabeylerde vardı bahçede. Bitip tükenmez nehirler de vardı. Bir damla su bulamadığım çöller de. Gölgesinde dinlendiklerim, dinlerken huzur bulduklarım var. Uçurtmalar var rengarenk, palyaçolar var ne güldüğü belli ne ağladığı. Gidenler var, kaybolanlarda. Gelenlerde var aslında, gelmek isteyenlerde. Uyuyanlar, uyanıklar, uykulu gezenler, erken kalkanlar, geç yatanlar var. Uyandıranlar da bir başka. Hoplayan zıplayan, sessiz duran, fısır fısır konuşan, bağıran, heyecanlı ve komikler de var bu bahçede. Sinirliler cabası. Her yerde notlar var iliştirilmiş gözümüz görsün diye. Çalışan kızlar var elinde kalem kağıt. Tembel oğlanlar da var bazen çalışıp, bazen işten kaçan. Mızmızlar var oraya buraya serpiştirilmiş. Yaklaştıkça cıyaklayan. Uzaklaştıkça ağlayan. Küstüm çiçekler var bir de. Adı üzerinde. Kaktüsler var. Çok zaman geçti, çevreme bakarken dalmış gitmişim. Zamanı unutmuşum. Büyümüş de küçülmüşüm. Çok bilmişim. Dilimdeki kemiği aldırmışım. Nefesimi kesmiş ne söyleyeceğimi unutmuşum. Yorulmuşum. Bana müsaade bahçıvan. Ben bir nefes alımı dinlenip geleceğim. Belki… Belki de sessiz bir kuytu bulup, gözlerimi denize karşı kapatıp, serin bir havada uykuya dalarım. |
07-05-2010, 08:51 | #138 | |||||||||||||||||||||||
|
Yazım hatalarını görmezden gelirsek, güzel yazı. Bir de sonunu sevmedim, umarım yanlış anlamışımdır. |
12-05-2010, 18:51 | #139 |
|
Bizim memlekette merdivene eskiden "sülüm" derlerdi... )
|
12-05-2010, 18:55 | #140 |
|
Bugün
Daha şefkate , aileye doymadan, başka insanlara şefkat vermek, bakmak üzere ailelerimizden ayrıldık. Ya 14 yaşında ya da 15 e yeni girdik bu meslekle tanıştığımızda. Kimimiz kandan korkardık, kimimiz iğne görünce bayılırdık. Kimimiz ise bir kez bile doktora gitmemişti daha önce, bebeklik aşıları haricinde. Dedim ya, henüz çocuktuk. Ana kucağında başladık desek yeridir mesleğimize. Hepimize odaları gösterildi. Bir dolap ve bir yataktan başka tüm dünyamız aslında bizim gibi çocuklardı. Duygusaldık. Ağlayanlar oldu. Sevinenler de. Yatılı okulu filmlerden, dizilerden biliyor ve hep eğlenceli geçeceğini sanıyorduk oysa. Kalakaldık tek başımıza. Sonra konuştuk. Herkes kısacık çocukluğunu anlattı. 15 yılın özetinden ne olurdu, genişinden ne olabilir? Alıştık birbirimize, kolladık. Ağlayanları teselli ettik, edildik de bazen. Yaramazlıklar yaptık. Bilmediğimiz, bize öğretilmeyen kuralları çiğnedik. Tepiştik. En kalın kitabımız meslek kitabımızdı. Anatomi en zor ders, uygulamalar ise çoğu kez komikti. Yatak yapmayı öğrendik ki, santimetre oynamaz. Ve en kısa sürede, içinde hasta yatarken bile görünümü ve rahatlığı tam olmalıydı. Anatomik terimler bazen yatağımızın kenarında asılı, bazense bahçede oturmak için altımızdaydı. (Yakışıklı Hocaydı Akın Hoca, şimdi kim bilir nerelerde, soyadını bile hatırlamıyorum.) İlk tatilimize gittik. Anlattık okulumuzu, arkadaşlarımızı ve hocalarımızı annelerimize, babalarımıza. Yemek saatleri, çıkan yemekleri, haftasonu izinlerimizi. Bir sürü fotoğraf çekildi ilk dönem. OS-MAN’ımız vardı, Latince-İngilizce karışık ad verdiğimiz KEMİK-ADAM. Osman’dan sonra kasları öğrenmek çok can yakıcıydı çünkü birbirimize enjeksiyon yapmak zorundaydık. Enjeksiyonu öğrenir öğrenmez hop staja. Staj formalarımız geldiğinde aslında daha çok işimiz çıkıyordu. Pileli etekleri ütülemek can sıkıcıydı. Saçlar toplanacak. Kırmızı-Mavi derece kalemimiz olacak. Mendilimiz bulunacak ve bir de uygulama defteri. Her staja çıkmadan önce kontrol ederdi uygulama hocalarımız. Çalışırdık. Gülüşür eğlenir, ağlaşırdık. Biz birbirimizi büyüttük. Bazı arkadaşlarımız ailemiz gibi oldu. Duygusaldık. Hepimiz çocuk olduğumuz ve başkaca şeyler aramızda olmadığı için safçaydık. Ne denirse yapar, her denileni yapmak zorunda olduğumuzu hissederdik. Tatiller bitsin diye beklemeye başladık artık, okulumuzu özledik. Okulun bahçesinden erik kopardık diye haftasonu cezası alıp, toplanıp verilen erikleri yemedik. Yangın alarmına basıp, okulu karıştırdık. Ama hastalanan arkadaşımızı raporlu iken asla yatağında yalnız bırakmadık. Sessiz olduk odada. Gürültü çıkarmadık. Onlarca kişi bir televizyon odasında, ne izleyeceğimize karar verebildik. Anlaştık. Kep giyme törenimiz oldu. Heyecanlandık. Günlerce prova yaptık. Diploma töreninin hayallerini kurduk. Hiçbirimiz 20 yaşında değildi mesleğe başlarken, nadiren 19, çoğunluk 18'ine yeni girmişti. Coştuk. Kendimize güvendik. Güvenmesek ne yapacaktık? Ağrı, Hakkari, Şırnak, Erzurum, Aksaray, Karaman’da çalıştık. Nöbetler tuttuk. Hastalar yatağında yatarken bizim evden ne halde çıktığımızı bilmez, bilmesinler diye güldük. Bazı hastaların sarılmalarına izin verdik. Bazılarına çaktırmadan gıcık olduk, gitsin diye bekledik. Ama O'nun iyiliği için, iyileşsin istedik. Çok yorulduk, uykusuz kaldık. Çoğu zaman yemeğimiz soğudu, ağız tadıyla yiyemedik. Evde belki çocuğumuzu belki de eşimizi hastayken bıraktık. Biz kendi babamıza bir başka meslektaşımız bakarken bile çalışmak zorunda kaldık. Üzüldük. Bir sabah saçını acele ile toplamış, telaşla koşturan ama insanların yüzüne bakmaktan çekinmeyen bir kadın görürseniz hemşire olduğunu düşünebilirsiniz. Ya da yine bir sabah hiç uyumadığı belli, yorgun ama huzurlu bir kadın da görürseniz hemşire olduğunu düşünebilirsiniz. Ya nöbete gidiyordur ya nöbetten dönüyordur. Çalışmak için koşturuyor, dinlenmek için koşturuyoruz. Bugün Hemşireler Günü. Bizim günümüz. Ben mesleğimi seviyorum. Şimdi staja gelen kızlara tek öğüdüm: ''Bu mesleği sevmiyorsanız, sakın devam etmeyin!'' |
15-05-2010, 18:58 | #141 |
|
Canınız mı sıkıldı? Hemen o an ne yapıyorsanız bırakın . Sizi neşelendirecek bir arkadaşınızı arayın. Olmadı mı? Çıkın biraz yürüyün. Yine mi olmadı, duş alın. Keyfiniz yerinde değil halen. Uzanın ve kitap okuyun. Klasik müzik dinleyin o zaman. Olmadı mı?
Bir bebek bulun ve sevin. Bir şeyler atıştırın. Temizlik yapın. Ooff halen geçmedi. Kendinize bir hediye alın. Makyaj yapın bari. Geçmedi. Konu ile tamamen ilgisiz bir hayal kurun. Mutfağı tamamen dağıtın. Yaş pasta yapın. Yemeyeceğinizi bildiğiniz halde en güzel o pasta olacak şekilde süsleyin ama sakın ha yemeyin. Halen iyi değil misniz? Yatın ve uyuyun. Ben şimdi öyle yapacağım. |
19-05-2010, 14:38 | #142 |
|
Sana gitme demiştim
Gittin Her şey gitseydi de Sen gitmeseydin Her şey gitsin Sen gel Gelemiyorsun işte Gelemiyorum Babacığım 10.05.2010 |
19-05-2010, 14:40 | #143 |
|
Ben olduğum için üzgünüm
Sen olduğun için üzgünüm Olmadığı için üzgün Olanlar için de üzgünüm Bugün her anlamda yaşlı Her anlamda gencim Toyum belki Ya da saf bir çocuk 10.05.2010 |
19-05-2010, 14:41 | #144 |
|
Pazara gidemedim bugün
Gitseydim eğer Bir kamyon dolusu tuğla Çelikten kalkanlar Harca hazır çimento alacaktım Bir ormanın ortasına Gölü gören bir delik açıp duvara Etrafımı örecek Kalkanlarımı kaldırıp duvarın da çevresine İçinde oturacaktım Pazara gidemedim bugün Falcı Hanım a uğrayıp kahve içecektim Hurafeye inanıp Tuz dökecektim eşiğime Bir de adaçayı yakacaktım evimde Aşk giremesin diye. Az önce öğrendim Gitsem de faydasızmış Pazarda satılmıyomuş Kalkan, tuğla ve harç 10.05.2010 |
19-05-2010, 14:43 | #145 |
|
Elma Kurdu
Kapatınca kurdu bir elmanın içine Kurt elmayı Bitirdi Ansızın farkında oldum, istemeden Bu şüphe beni Yedi bitirdi Doğal döngü bu, biliyorum Kurt elmadan, şüphe sorudan beslenir |
19-05-2010, 15:24 | #146 |
|
İnsan sevmiyoruz hiç birimiz. Kendimizi kandırmayalım. Biz ele ele sessizlikte, ağaçlar altında gezmeyi seviyoruz. Kentten uzak birine durmadan bir şeyler anlatmayı seviyoruz. Dinlenilmeyi, dinlemeyi seviyoruz. Denizin kenarında kaygılardan uzak nefes almayı seviyoruz. Üzüldüğümüzde teselliyi seviyoruz. Gülmek istediğimizde ince espirileri, bizimle aynı olan bakış açısını seviyoruz. Aynı takımı tutanları, aynı bakış açısından bakanları seviyoruz. ''Haydi gel!'' dediğimizde gelen ve gittiğimiz yere gitmekten hoşlanan delicesine huyu seviyoruz. Bazense yapamadıklarımızı yapanları sevdiğimizi sanıyoruz. Sivri dillileri, istikrarlıları, hoş geçinenleri, değişmeyenleri, değişebilenleri sevdiğimizi sanıyor ama aslında sadece değişimi seviyoruz. Babamız yoksa yerine koyduğumuzu, arkadaş yoksa arkadaşça yaklaşımı, değer vereni değer verdiği için seviyoruz.
Bazen bize uyan başka bir teni, bazense iltifatı seviyoruz. Çayı sevenleri yakın buluyor, duman içenleri ise kendimize uzak buluyoruz. Demek ki: Biz çayı ve sigarayı seviyoruz. Her zaman aynı durumda kalmasını beklediklerimiz oluyor. Sadece söz dinlemeleri seviyoruz. Başka başka şeyleri seviyoruz. Yine söylüyorum. Hiç birimiz insanı sevmiyor. İnsana dair ne varsa onu seviyoruz. Bağımlılığa bir ip belki düşüncem. İnsana değil, insanın yaşattıklarını görmek, farkındalık. Bir şey daha:Biz insanlar, yalnızlığı sevmiyoruz. İşte bundan eminim. _________________ |
26-05-2010, 14:19 | #147 |
|
Kulvar Farkı
Hiçbir insan bir diğerinin aynısı değildir. Kardeşler benzemez, hatta ikizler bile eş değildir birbirine. Aynı zamanı, aynı aileyi, aynı yeri paylaşmış bile olsalar.
Benzer şeylerden hoşlananlar, aynı hataları yapanlar çıkabilir mutlaka. Bu iki insanın uyum içinde olacağını göstermez. Ne demişler: Beş parmağın beşi bir mi? Önümüzde kendimizin çizdiği bir yol var. Her olay, her insan, her durum bu kulvarı bizim yorumlayacağımız şekilde şekillendirir ve değiştirir. Ama iyi, ama kötü. Aynı çizgide olmadığım insanların bu çizgiyi aşmalarından ve benim kulvarıma ikidebir dalmalarından çok sıkıldım. Hiçkimseye kendime ilişkin yorum yapma hakkını vermedim, vermem de. Bu konuda bir yanlış anlama varsa , hemen giderelim. Dinliyor olmam kabullendiğim anlamına gelmiyor. Bir başkası ile uğraşırken çok dikkatli olmak gerekli aslında. Sizin bildiğinizi sandığınız şeyler boş çıkabilirken, başkasının iki cümlesi sizi bir hayat boyu düşündürür, belki yaşama sevincinizi bile ortadan kaldırır. Ne demişler: Evin camdansa, başkasının camına taş atma! Belki onunki kırılmazdır ama seninkini sen biliyorsun. Bu riski göze almaya değer mi? Birkaç kez denerler. Tepkisizlik cesaretlerini artırır çoğu zaman. Oysa anında verilmeyen her tepkiden korkulmalıdır bana göre. Şimdi bir aynayı ele almak zamanı. Kendimize bakmak. Ben ne yaptım, ne oldu? Neye izin verdim, ne oldu? Ne karar almam gerekiyor? Artılar ve eksiler yerinde mi? Uğraştığım, beğenmediğim, önemsemediğim kişi beni önemsiyor mu? Ya denge? Hepsinden sonra kendime bir sorayım diyorum bugünlerde. Ne istiyorum? Aynı kulvarda olmadıklarım, aynı hayatı paylaşmadıklarım, hayatımda olmasını istemediklerim, yaşamı ile ilgili hiçbirşey duymak istemediğim kişiler için söylüyorum: Lütfen daha fazla sınırlarımı ihlal edip benim sabrımı taşırmayın!!! Şimdi herkes kendi kulvarında, kendi hayatında koşsun.... |
26-05-2010, 14:40 | #148 |
|
Sahilde serin bir sabah vakti yürüyün. Yüzünüze denizin kokusu, serinliği değsin. Bütün her şey attığınız adımda geride kalsın. Yorulana kadar yürüyün yani. Otursun iskelenin kenarına. Ayaklarınızı denize karşı sallayın hatta. Uzaklara bakın, göremediklerinize. Martıları kaçırmayın seyrederken. Çığlıkçı, aceleci, telaşlı martıları... Denizden doymanın dışında hiçbir kaygısı olmayan martıları da görün ama.
Sonra ayaklarınızın ucundan görün denizi. Gözlerinizi kapatın. Yakından baktığınızda yürür sanırsınız kendinizi. Oysa yürüyen dalgalar. Bu yanılsamayı hissedin lütfen. Yaşam gibi... Biz sadece oturuyoruz, dünya dönüyor, insanlar martı gibi, dalgalar çarpıyor nazik başını kayalara, bulutlar yürüyor. Harekete geçirebilmek yeteneğimiz yoksa. Hareketi durdurmak yeteneğimiz de yoktur. Durduramıyorsak, oturalım. |
26-05-2010, 21:20 | #149 |
|
Aşkta mantık olsaydı, hiç pervaneler ışık için yanar mıydı?
|
27-05-2010, 08:52 | #150 |
|
Bahar Çilek Mutluluk
Kışın ayazı yüzümüzü dalarken, baharın gelmesini bekledik. Kardan adamlarla avunduk, soğuğa kızdık, kısa süren kış güneşi canımızı sıktı, kabanların , ceketlerin ağırlığından kurtulmak istedik. Söylendik durduk kışa. Sanki biz konuşunca gidecek de. Bazı insanlar yüreklerindeki soğukluğu kış mevsimine bağladı. Bazıları ise kendi içinde baharı yaşadı.
Güneş nazlı yüzünü göstermeye başladı. Cemrelerle haber gönderdi. Geliyorum dedi. Önce havaya, sonra suya, toprağa düştü. (Sırasını hep karıştırırım.) Sarı saçlarını göstermeye başladı bahar. Karşı koyamayacağımız güzel saçlarını. İçimizi ısıttı. Yağmurlarla besledi bizi bazen. Ne yapacağımızı gösterdi. Usul usul yağmak mı, yoksa coşmak, dağılmak mı istiyorduk? Ağladık yağmurla, güldük, coştuk, uyandık, sevindik, doyduk. Toprağa geldi sıra. İçinde sakladığı binbir türlü filizi salıverdi yeryüzüne. Her noktadan başka bir yaşam fırladı. Badem çiçekleri mutlu etti bizi. Nedense? Menekşelerin moru gözümüzü boyadı. Haylazlıkları bahar yaptırdı. Karar vermeyi bekleyenler coşkulu kararları bu mevsimde verdi. Aşıklara yüz verdik. Göz kırptık. Salındık yeryüzünde. Açıldık. Bahar bitti. Açan çiçekler soldu. Yağmur ya afet gibi yağar artık, ya bereket gibi. Bütün ağaçlar, bitkiler meyveye döndü. Çoşup şımarırken meyvesiz kaldık yine bir baharda. Sevdiğim bahar gidiyor. Çok kısa sürdü bu sefer. 2 günlük bahar olur mu hiç? Bana bu kadar yüzünü gösterdi. Yetmedi. Vurdu geçti yine. Olsun. Alışkınım ben. Kaç bahar kaç yaz geçti bu yürekten? Hepsi de farklı bir yüzle. Avunma zamanı... Çilek. Manavdan, pazardan, marketten aldıklarınıza çilek mi diyorsunuz siz? Çileği basit bir meyve gibi görmeyin sakın! Baharın bıraktığı bir hediyedir o. Avuntu. Bahçeniz yoksa, bulun. Dalından bir çilek koparın. En büyüğüne heves etmeyin. Orta karar olsun. En büyükleri tatsız olur çünkü. Koklayın. Tatlı kokusunu içinize çekin. Seyredin sonra. Narindir çilek. Sıkıştırmayın, ezmeyin. Zarar vermeyin. Güneşte bekletmeyin, suyunu çektirmeyin. Yaralamayın. Bir seferde ağzınıza alın. Isırmayın. Dil koku alır mı hiç demeyin. Çilek yerken farkedersiniz ağzınızda dağılır kokusu. Yumuşak, serin, tatlı. Çok yemeyin. Bıkacak kadar asla. Pudra şekeri, krema ile de denemeyin. Sadece çilek yiyin. Ağaç altında, mümkünse bir su kenarında. Baharı uğurladım. Şimdi çilek yeme zamanı. Teselli etsin yine beni. Oyalasın. Bir hafta evimin içi çilek koksun. Toplarken, ayıklarken düşüneyim. Bu hafta sonu kahvaltıya daha tam soğumamışken kızarmış ekmeğin üzerine tereyağı, çilek reçeli sürüp oğlumun tabağına koyduğumda, oğlumu şımartayım. O mutlu olsun. Gece gibi siyah gözleri gülsün. Ben mutlu olayım. Bahar bitti, gitti. Yeni baharları beklemeye başlama zamanı. |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |