10-04-2002, 18:09 | #31 | |||||||||||||||||||
|
Ynt: Dilinizi yormayınız!
Sevgili Metin, Sayenizde ''öğreniyorum, öğreteceğim..'' Belirttiğiniz kökler içinde '' üfürmek'' kelimesi daha önceki yazılarınızdan aşina olduğum bir kelimedir.. diğerlerini ilk defa duydum.. Hiç endişe etmeyiniz.. ayrıca, (!) işaretini de hiç sevmem Sevgi ve saygılarımla.. |
11-04-2002, 15:27 | #32 |
|
Dilimize gönül verenler... Haydi !
Sevgili Tikici ve tüm katılımcılar,
Haydi yeni bir Türk Hukuk Sözlüğü için ... Kökleri bulalım, türetelim, sonra beğenmediklerimiz olursa tartışırız. savunmak >>> savunman (vekil) Vekaletname >>> Saygı ve sevgi ile Av. Hulusi Metin (istanbul Barosu) |
14-04-2002, 18:02 | #33 |
|
Yeni MK'den sözcükler
Merhaba dil dostları,
Yasamızda Yenileştirilen kavram, deyim ve terimler : Hüsnüniyet (objektif)=Dürüst davranma; Hüsnüniyet (sübjektif) =İyiniyet, Beyyine külfeti=İspat yükü; Nısfet= Hakkaniyet; Şahıs=Kişi; Şahsiyet=Kişilik; Şahsın Hukuku=Kişiler Hukuku; Medenî haklardan istifade=Hak ehliyeti; Medenî hakları kullanma=Fiil ehliyeti; Temyiz kudreti=Ayırt etme gücü; Rüşt= Erginlik; Reşit=Ergin; Kazaî rüşt=Ergin kılınma; Mahcur=Kısıtlı; Hacir=Kısıtlama; İvazsız iktisap=Karşılıksız kazanma; Şahsa merbut haklar=Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar; Kanunî mümessil = Yasal temsilci; Usul=Üstsoy; Füru = Altsoy; Usul-füru hısımlığı=Üstsoy-Altsoy hısımlığı; Civar hısımlığı=Yan soy hısımlığı; Sıhrî Hısımlık=Kayın hısımlığı; İkametgâh=Yerleşimyeri; Mesken=Konut; Tecavüz=Saldırı; Ahvali şahsiye sicilleri=Kişisel durum sicili; Şahsî hâl=Kişisel durum; Hükmî şahıs=Tüzel kişi; Cemiyet=Dernek; Nizamname=Tüzük; İstifa=Çıkma; İhraç=Çıkarılma; Hata=Yanılma; Hile=Aldatma; Tehdit=Korkutma; Müşterek ev=Aile konutu; Evlenme mukavelesi=Mal rejimi sözleşmesi; Nesep=Soybağı; Kanunî mirasçı =Yasal mirasçı; Mahfuz hisse=Saklı pay; Tasarruf nisabı=Tasarruf edilebilir kısım; Mirasçı nasbı=Mirasçı atama; Teberru=Karşılıksız kazandırma; Mirastan ıskat=Mirasçılıktan çıkarma; Alalâde ikame=Yedek mirasçı atama; Fevkalâde ikame= Artmirasçı atama; Muayyen mal vasiyeti= Belli mal bırakma; Vasiyeti tenfiz memuru= Vasiyeti yerine getirme görevlisi; Mirasta iade= Mirasta denkleştirme; Mirastan Mahrumiyet= Mirastan yoksunluk; Taksim= Paylaşma; Gayrimenkul =Taşınmaz; Menkul= Taşınır; Mütemmim cüz= Bütünleyici parça; Teferruat= Eklenti; Müşterek mülkiyet= Paylı mülkiyet; İştirak hâlinde mülkiyet= Elbirliği mülkiyeti; Tabiî semere= Doğal ürün; Lükata= Bulunmuş eşya; İştira hakkı= Alım hakkı; Şuf'a hakkı=Önalım hakkı; Vefa hakkı= Geri alım hakkı; Hukukî tağyir= İşleme; Gayrimenkul mükellefiyeti= Taşınmaz yükü; Sükna hakkı= Oturma hakkı; Temettü=kâr payı. |
15-04-2002, 21:14 | #34 |
|
İlgisizlik mi ...
Merhaba dil dostları,
Yeni MK.'deki sözcükler, "Aynen korunması zorunda kalınan kavram ve terimler Aşağıdaki kavram, deyim ve terimlerin arı Türkçe tam karşılığı bulunamadığından aynen korunması zorunda kalınmıştır": Ehliyet, velâyet, veli, vasi, kayyım, nafaka, tazminat, vakıf, irat, tasfiye, ret, miras, tereke, vasiyet, vasiyetname, mirastan feragat, iptal, tenkis, miras sebebiyle istihkak davası, aynî hak, mülkiyet, istihkak davası, define, zilyetlik, irtifak, intifa hakkı, üst hakkı, mecra, rehin, ipotek, ipotekli borç senedi, irat senedi, hapis hakkı, tescil, şerh, beyan, terkin, ihraz. Arı Türkçe olarak karşılığı bulunamayan sözcükler Feragat, temlik, tevdi, tasarruf, intifa, muacceliyet, gaip, menfaat, takyit, müteselsil, miktar, ıslah, usul, ihbar, halefiyet, zanaatkâr, ibraz, rücu, mahsup, gasp, fer'i, fiilî hâkimiyet, ihtar, tahsil, tebliğ, takip, emtia, gibi. Saygı ve sevgilerimle Av. Hulusi Metin (İstanbul Barosu) |
16-04-2002, 10:31 | #35 |
|
İLGİSİZLİK OLUR MU HİÇ, SAYIN METİN
Sanal Türkoloji Araştırmaları Dergisi: S.T.A.D. III
TÜRKLERİN ANA YURDU TÜRKÇEDİR: Prof. Dr. Günay Karaağaç (İzmir) "Ana dili" (native/national language, mother tongue) sözü, bir benzetmenin ötesinde, gerçek bir "ana", gerçek bir "ilk" oluşu ifade etmektedir: "Pek çok dil öğrenilebilir veya sonradan edinilebilir; fakat yalnızca bir tanesi, bebeklikten bir dil topluluğunun üyesi olana kadar geçilen yol ve geçirilen zaman içinde, doğrudan doğruya yaşanarak, denemesi yapılarak öğrenilebilir. Öğrenilen yabancı dile veya edinilmiş dile tezat oluşturan millî dil (denenmiş dil ) kavramı, tabiî bir olguya bağlıdır ve bu, her bireyin hayatında yalnız bir kez yaşanır" (1). Nesnelerin adlarını kendisini merkez yaparak, yani varlığı kendisi etrafında kavramlaştırarak öğrenmeğe başlayan bebek ve çocuklar, zamanla, nesnelerin ve nesne adlarının arasındaki ilişkileri sezmeğe, benzerliklere ve benzemezliklere dayanarak birleştirmeler ve ayırmalar yapmağa başlar: "Fakat dikkat edilirse, her sentez, aynı zamanda bir analizdir. Çünkü sentez birliğe doğru gidiştir, ancak birlik ve bütünlükten tekrar unsurlara doğru bir iniş vardır ki, o da analizdir. Şu halde, sentez ve analiz, tahlil ve terkip birbirinin zıddı gibi görünmesine rağmen, aslında birbirinin tamamlayıcısı olan iki işlemdir"(2). İşte bu noktadan itibaren, sosyal bir yapı olan insan dilinin, kavramlık dilin ses, kısacası ana dilinin seslerini çıkaracağı organlarının yapısı oluşmağa, ana dilinin yapı ve anlam örgüsü kurulmağa başlar. Artık çocuk, kendisi-varlık ilişkisini, her öğrendiği yeni bilgiyi, bu ilk öğrenmeleriyle ilişkilendirerek gerçekleştirecektir. Didier Erasmus'un "Bende, benden gelmeyen hiçbir şey yoktur" diye özlü bir şekilde ifade ettiği gibi, insanın varlığı algılayıp onları kavramlaştırmasında, eski bilgiler, hep işin içindedir: "Öğrenenin diğer önemli bir özelliği, yeni bir öğrenmeye başlarken beraberinde getirdiği eski öğrenmelerdir. Yetişkin kişiler hiçbir yeni öğrenmeye sıfırdan başlamazlar"(3). Bu yüzden, "yeni bilgilerin eski bilgiler yüzünden yüzünden zor edinilmesi veya eski bilgilerin yeni bilgiler yüzünden zor hatırlanması"(4), yani bilgi bulanıklığı (interference) durumu, öğrenme psikolojisinin önemli konularındandır. Bu yapısıyla ana dili, bilgisayarların ilk ve temel çalışma programlarına benzemektedir; her yeni program, kesinlikle, bu ilk programla ilişkilendirilecektir. Ana dili dediğimiz insan zihninin bu ilk programının önemi de burada başlamaktadır. Kişinin ana dili edinimindeki her yanlışlık veya eksiklik, yeni öğrenmelerde, yeni ilişkilendirmelerde katlanarak artacaktır. Kişinin sağlam ve zengin bir ana dili anlam örgüsüne sahip olması ise, yeni öğrenmelerinde işini kolaylaştıracaktır. Bu programın yaratıcıları, ana-baba ve çevredir: "Dil özellikleri biyolojik varlıktan tevarüs edilmez. Çocuk doğduğunda ağlar, mırıldanır; fakat belirli bir dili öğrenmesi, bütünüyle çevreye bağlıdır. Bebek, bulunmuş veya evlat edinilmiş gibi, çevresinin dilini öğrenir, çevresindekiler gibi konuşur. İnsanoğlunun ilk öğrendiği dil, onun millî dilidir ve kendisi de bu dilin milîi konuşucusudur"(5). Bebeğin veya yetişkinin hayatındaki çeşitli ihtiyaçlar, onları, bu ana dilleri dışındaki başka dilleri de öğrenmeye götürebilir: "Bir çocuk, göç, çok uluslu evlilik, vb. sebeplerle bir başka dili edinmek zorunda kalabilir. Bu ikinci dil, onun için bir edinilmiş dil (adopted language) veya bir yabancı dil (foreign language) ve kendisi de, bu ikinci dilin yabancı konuşucusu (foreign speaker) olur"(6). Çağımız insanının hayatında, kendi deney ve yaşantısıyla elde ettiği bilgilerin oranının, başka zaman, mekan ve kişilerden edindiği bilgilerin yanında günden güne azalmasının bir sonucu olarak, edinilmiş diller, büyük önem kazanmaktadır. Çağımız insanı, ihtiyacını duyduğu bilgi hangi dilde saklanmışsa, o dile koşarak, onu öğrenmektedir. Edinilme dil veya daha yaygın adıyla yabancı dil öğrenmekteki insan ihtiyaçları, tıpkı ana dili gibi, insan-insan (konuşma) ve insan-varlık (öğrenme) haberleşmeleri sırasında ortaya çıkar; yani insan, bir yabancı dili, ya ana dili kendisininkinden farklı olan kişilerle konuşmak ya da onların dillerinde taşınan bilgileri edinmek ve kendi ana diline aktarmak için öğrenir. Aslında, konuşma ve öğrenme, ana dilinin de edinilen yabancı dilin de başlıca iki görevidir ve üçüncüsü de yoktur. Durum böyle olmasına rağmen, bir yabancıyla konuşma veya bir bilgiye ulaşma ihtiyacı doğmamasına rağmen, ana dili dışında bir veya birkaç yabancı dili öğrenmeye veya öğretmeye kalkışmalarla da karşılaşırız. Bu ise, bütünüyle dil dışı bir konudur; dinî, siyasî, ekonomik, vb. alanlarda üstün oldukları düşünülen halkların dillerine karşı, başka halklar tarafından duyulan özentiden ibarettir. İnsan beyninin işleyiş düzen ve düzeneğini oluşturan, ana dili eğitimidir. İnsanın hayvan varlığı veya fizik yapısı dünyanın herhangi bir yerinde yaşarken, insan varlığı ve millî kimliği, ancak ana dilinde yaşayabilir. Bu yüzden, "Ana yurdumuz ana dilimizdir" demek hiç de yanlış olmaz: "İngilizceyi çocukluğumuzda yaşayıp öğrenir ve ana-babalarımızın bir armağanı olarak severiz; fakat aynı zamanda içinde İngiliz ruhu kazançlarının yatırımının yapıldığı ilgi çekici bir kültür serveti veya sermayesi olarak değerlendiririz. Tabiî tercihlerimiz, evimizde konuşulan diyalekttir; objektif hükmümüz yazı dili tarafındadır. Bir dizi başarılı gençlik kaçamağı bulunan geçmişimize merakla bakarız; yetişkinlikteki başarılarımızdan dolayı, sonraları kendimizle gurur duyarız. Öyleyse millî duygu, millî dile bağlıdır ve aşkla gurur arasında bir sarkaç gibi sallanır.Millî dilimize verdiğimiz değer, millî gururumuzdur. Bu bizim zarara uğramamış, azalmamış, bölünmemiş bütün millî gururumuzdur ve yalnızca dil üzerinde yoğunlaşmaktadır" (7). Görüldüğü gibi, insanın beden varlığı dünyanın herhangi bir yerinde veya her yerinde yaşayabilirken, onun "insan" varlığı, ancak ana yurdu olan ana dilinde yaşayabilmektedir. Tarih, bize, ana dillerinde yaşayan toplulukların dünyanın herhangi bir yerini kolayca yurt haline getirebildiklerini, ana dillerini kaybedenlerin kendilerini kaybettiklerini öğretmektedir. Yine tarih, başka yurtları "yurt" haline getirebilen fatihlerin yiğitlik hikayeleriyle doludur. Yalnız, bir coğrafyayı "yurt tutuş", bir şarta bağlıdır. O da, fatihlerin, belirleyici kültürün temsilcilerinin, yani üst katman dilini konuşanların, bu yeni yurtlarına kadınlarını, yani "analar"'ı da yanlarında götürmeleridir. Bu şart gerçekleştirilmezse, fatihler, işgal ettikleri topraklarda kaybolurlar. "Alt katman dili hayatta kalıp üst katman dili unutulabilir. Eğer fatihler çok sayıda değilse, özellikle de yanlarında kadınlarını getirmemişlerse, bu sonuç hep mümkündür"(8).Türklerin de insan varlıklarının veya Türk kimliklerinin ancak Türkçede yaşayabildiği açıktır; kısacası, Türklerin ana yurdu Türkçedir. Ana yurdumuz Türkçeyi, bilinen zaman ve mekan boyutları içinde gezersek, acaba nelerle karşılaşırız? Tarih ve Coğrafyası İçinde Türkçe Toplum hayatı, değişik yer ve zamanlara ait insanların birbirlerine kendi bilgilerini ve ürünlerini sunmalarından ibarettir. Mesleklere, yaşlara, yaşanılan coğrafyaya, hatta cinsiyete göre, daha doğrusu geçilen yollara göre oluşan kişi dillerine (idiolect) dayalı tam bir çeşitliliğin yaşandığı sosyal yapılarda ve bu yapıları oluşturan dillerde, herkes birbirine bir şeyler öğretmektedir. Farklı sosyal yapıların da, birbirlerine öğretebilecek bir şeyleri mutlaka vardır. Dolayısıyla, her kişi ve topluluk, kendisinden farklı tarihî ve coğrafî ortamlarda yaşayan, farklı bilgilenme yollarından geçmiş bir başka kişi ve topluluktan, akraba veya komşu kavimlerden bir şeyler öğrenir ve dolayısıyla bu öğrendiklerinin adlarını kendi diline taşır, onların dillerinden alıntılar yapar. Temelinde öğrenmenin yer aldığı bu tür alıntılara bilgi alıntıları (cultural borrowings) diyoruz. Bilgilenmenin bir sonucu olan bu alıntılar yanında, kişi ve toplulukların, başka kişi ve topluluklardan, bilgilenme ve öğrenme olmaksızın da alıntılar yaptıklarını görüyoruz. Birden çok kavmin aynı siyasî ve coğrafî birlik içinde yaşadıkları yer ve zamanlarda gördüğümüz, işgal edilen veya yönetilenin temsil ettiği alt katman dili (substratum / lower language) ile işgal edenin veya yönetenin temsil ettiği üst katman dili (superstratum / upper / dominant language) arasındaki alıntılarda ise , genellikle, bilgi ve öğrenme değil; siyasî ve iktisadî üstünlük, yönetici-yönetilen ilişkisi, özenti ve modalaşma gibi dil dışı konular gündemdedir(9). Bu tür alıntılara özenti alıntıları (prestige / intimate borrowings) denilmektedir.Alt katman dili, üst katman diline ancak bilgi alıntıları verebilirken, üst katman dili, alt katman diline hem bilgi hem özenti alıntıları sokar (10). Bilgi alıntıları, yani "Kültürle ilgili alıntı kelimeler, bize,bir milletin diğerine neler öğrettiğini" (11) göstermesine ve "Kelime almanın, büyük oranda, dahayüksek seviyeli dilden daha aşağı seviyeli dile doğru olmasına"(12) rağmen, özenti alıntılarının, bilgi dünyası ve öğrenme ile, alıcı dilin ihtiyaçlarıyla hiç bir ilgisi yoktur. Bu tür alıntılar, alıcı dilin kullanıcısı sosyal birim ve kişilerin psikolojik ihtiyaçlarından kaynaklanmakta, onların daha bilgili görünmek, herhangi bir sosyal gruba mensup görünmek, ilgi çekmek, hiç değilse dilde farklılaşarak var oluşunu gerçekleştirmek, vs. gibi ihtiyaçlarını, beklentilerini ve açlıklarını gidermektedir (13). Türkçe ile komşu diller arasındaki alış verişler, Türkler ile komşu milletler arasındaki bilgi alış verişini gösterir. Dolayısıyla, Türkçe ile Türkçeye komşu olarak yaşamış ve yaşamakta olan diller arası ilişkilerin tesbiti demek, bir ölçüde, Türklerle komşuları arasındaki ilişkilerin tesbiti, Türklerin komşularına öğrettikleri ile komşularının Türklere öğrettiklerinin belirlenmesi demektir. İşte Çinliler, Farslar, Araplar, Macarlar, İslavlar, vs. gibi oldukça değişik kaynaktan milletlerin komşuluğunda yaşamış olan Türkler, bu komşularından pek çok şey öğrenmişler ve onlara pek çok şey öğretmişlerdir. Bu karşılıklı bilgi alış verişinden doğan bilgi alıntıları yanında, Türklerin bu milletler üzerinde yüzyıllar boyu yönetici rolü oynamalarının bir sonucu olarak, Türkçeden yaptıkları özenti alıntıları da bu komşuların dillerine yerleşmiştir. Şimdi Türkçenin komşularıyla ilişkilerini ve bu ilişkiler konusunda yapılan çalışmaları kısaca gözden geçirelim. Türkçe-Çince İlişkileri Bugünden binlerce yıl öncelere uzanan Türk-Çin ilişkilerinin ilk devirleri tamamen karanlıktır. Çin kaynaklarında "sien-pi, tu-yü hun, hiung-nu, ti, tik, tinglin,t'ie-le" gibi adlarla zikredilen kuzey kavimlerinin Türklüklerini tarihçiler tartışa dursunlar, Türkçede, "Türk" adının ilk defa kullanıldığı Kök Türkler devrinden günümüze kadar süren Türk-Çin ilişkilerinin bile hayli derin olduğu bilinmektedir. Bu iki millet, ticaretten savaşa kadar her türlü komşuluk ilişkileri yanında, uzun devirler boyunca da aynı yöneticilerin idaresinde birlikte yaşamışlardır. Hayatlarındaki bu iç içelik, mutlaka, bu milletlerin dillerine de yansımış olmalıdır. |
16-04-2002, 10:32 | #36 |
|
1/2
1. Türkçedeki Çince Unsurlar:
Türkçedeki Çince unsurlar üzerinde henüz çalışılmamıştır. Bu yolda şimdiye kadar yapılan tek şey, Çin yazılı Türkçe kelime ve cümleler, şahıs ve yer adları, kısacası Çin harfleriyle transkripsiyonlanmış Türkçe ile ilgilenmek olmuştur. Türkçeye geçmiş, herhangi bir bölgede, herhangi bir devirde Türkçenin malı olmuş, Türk düşüncesinin yapı taşlarından biri haline gelmiş Çince unsurlar, bilimin ölçüleri içinde araştırılmamıştır. Bu konuda elimizde bulunan, ancak, çeşitli sözlük yazarlarının Türkçedeki varlığını açıklayamadıkları bazı kelimeleri özel bir çaba harcamaksızın Çinceye yakıştırmalarından ibârettir. Meselâ, M. Rä sä nen, sözlüğünde 147 kelimeyi Çince kaynaklı göstermiştir (14); fakat ne bu sözlükte Çince asıllı gösterilen kelimelerin hepsinin Çince oldukları, ne de bu 147 sayısı kesindir. Yeni devirlerin Çincesinden Türkçeye geçmiş unsurları işleyen bir çalışma, 1970 yılında, Moskova'da yayımlandı (15). Tabiî ki diller arasındaki alıntıların tesbiti, yazının yaygınlık kazandığı yeni devirler söz konusu olduğunda, eski devirlerle kıyaslanamayacak kadar kolaydır. Nitekim daha ilk çalışma olmasına rağmen, bugünkü Uygur Türklerinin dilinde 1873 Çince kelime ve şekil tesbit edilmiştir. Bu çalışma, dediğimiz gibi Moskova'da, 1970 yılında Rahimoviç tarafından "Uygur dilinde Çince Unsurlar" adıyla yayımlandı. 2. Çincedeki Türkçe Unsurlar: Çincedeki Türkçe unsurlar sözü bile maalesef kolay söylenebilen bir söz değildir. Çincede Türkçe unsurların bulunabileceği bir çok araştırmacılarca düşünülmemiştir. Bunun, tabiî ki bazı sebepleri vardır. Bu sebeplerin en önemlisi, elimizdeki en eski yazılı Türkçe belge ile Çinçenin ilk yazıya geçirildiği devir arasında bin yıllık bir sürenin bulunuşudur. Türkçe-Farsça İlişkileri Asya ve Avrasya'nın bilinen en eski kavimleri olan ve İranî olup olmadıkları hâlâ tartışılan Kimmerler (m.ö. 12.-8. yy.) ve İskitler (m.ö. 8.-3. yy.) istisna tutulursa, bildiğimiz ilk Türk-İranî kavim ilişkisi, Hunlar ile Alanlar arasında m.s. 370'lerde olmuştur. Bu tarihlerde doğu-batı yönündeki bir Hun akını, Orta Asya bozkırlarındaki İranî kavimlerin hakimiyetine günümüze kadar son verdi. Daha sonra tarih sahnesine çıkan ne Partuşlar, ne Soğdlar, ne de Sâsânîler, Asya bozkırlarında söz sahibi olabildiler. Çinlilerden sonra en eski komşuluğumuz İranlılarla olmuştur. Sâsânîlerden yirminci yüzyılın ikinci çeyreğine kadar İran'ın dâimâ bir Türk devleti tarafından yönetildiğini ve bugünkü devletin sınırları içinde yaşayan halkın yarıdan çoğunun Türk olduğunu düşünürsek, bu ilişkinin sadece çok uzun değil, aynı zamanda çok derin bir ilişki olduğunu anlarız. Hele son bin yılda Türklük dünyasının ortasında kalan İranlılar ile Türkler, bu uzun komşuluk ilişkisi sırasında birbirlerinden pek çok şey öğrenmişlerdir. 1. Türkçedeki Farsça Unsurlar: Sâsânîlerin sonuna kadar sürdüğü kabul edilen Eski ve Orta Farsça ile Sanskritçe, Tohorca, Soğdca gibi diğer Hint-Avrupa dillerinden Türkçeye geçen unsurlar konusu, hemen hemen, Türkçe-Çince ilişkileri kadar zor ve çetin bir konudur. Türkçe ve Altayca çalışmalarının yetersizliği yüzünden, bugün, bu dillerde ailesi ilk anda göze çarpmayan kelimeleri, bu Hint-Avrupa dillerinden birine maletmek moda haline gelmiştir (16). Bu moda, tabiî olarak, zaman zaman tenkitlere uğramaktadır (17). Hattâ bu modaya çok uyanlardan bile zaman zaman bu tür tenkitler yükselmektedir (18). Türkçeye yeni Farsçadan geçen unsurlar konusuna gelince, bu konuda da hiç bir çalışmanın yapılmadığını görüyoruz. Bu devir, Farsların Türk dünyasının ortasında kaldıkları, ayrıca Farsların ve Türklerin aynı dini kabul ettikleri ve Araplardan öğrendikleri aynı edebî geleneğin peşine takıldıkları bir devirdir. Dolayısıyla hayatta daha kuvvetli bir iç içelik, bu diller arasında da daha geniş çaplı bir alış veriş söz konusudur. Bu sahada da sözlük yazarlarının çok kısa sürede koydukları teşhisleri kelimelerin yanına işaretlemelerinden başka bir çalışma elde mevcut değildir. 2. Farsçadaki Türkçe Unsurlar: M. Fuad Köprülü, 1938'deki şarkiyatçılar kongresine sunduğu bildiride bu konunun önemini vurgulamış ve birkaç yüz kelimeyi listeler halinde örnek olarak vermiştir (19). Bundan çeyrek yüzyıl sonra da bu konu geniş ve ayrıntılı bir şekilde Gerhard Doerfer tarafından incelenmiş ve "Yeni Farsçada Türkçe ve Moğolca Unsurlar" adıyla yayımlanmıştır(20). Bu eserde, Türkçeden Farsçaya geçtiği müzakere edilen 2545 kelime yer almaktadır. Bu kabarık sayıya bakarak Farsçadaki Türkçe unsurların belirlenmesinin sona erdiği düşünülmemelidir. Bugün Farsçada kullanılan ve Türkçe oldukları açık olan pek çok kelime bu eserde yer almamaktadır. Türkçe-Arapça İlişkileri Sâsânîleri aşıp geçerek Kafkaslardan Şiraz dolaylarına kadar uzanan Avar-Hunlarını veya hanedanlarının adıyla Heftalitleri ayrı tutarsak, ilk Türk-Arap ilişkisi, m.s. 630'larda, bugünkü İran topraklarında başlamıştır. Bu ilişki, coğrafî sebepler yüzünden, Selçuklular devrine kadar Farslar kanalıyla olmuştur. Ayrıca Ruslardan satın aldıkları Türk köleler aracılığıyla Kafkaslar üzerinden gerçekleşmiş sınırlı bir Türk-Arap ilişkisi de söz konusudur. Arapça, Türkler için sadece bir komşu dili olmaktan daha fazla şeyler ifade etmiştir. Bu dil, Türklerin yeni dinlerinin ve Farslardan öğrendikleri Arap edebî geleneğinin taşıyıcısıydı. Dolayısıyla komşuluğun ötesinde, yöneten ve yönetilenin dili ilişkisi, Farsça-Türkçe arasında olduğu kadar Arapça-Türkçe arasında da mevcuttur. 1. Türkçedeki Arapça Unsurlar: Gerek Türkçedeki Arapça unsurlar, gerekse Arapçadaki Türkçe unsurlar konularında ayrıntılı ve derli toplu bir çalışma bulmak mümkün değildir. Belki bunun sebebi, her iki konunun da geniş ve hacimli olmasıdır. Karl H. Menges'in "Altaycada Eski Mezopotamca Alıntı Kelimeler"(21) ve N. Poppe'nin "Altay Dilinde Eski Kültür Kelimeleri" (22) adlı yazılarıyla aynı yıllarda temas ettikleri Türkçe ile diğer Altay dillerindeki Arapça unsurlar konusu yanında, Türkçedeki Arapça unsurlar hakkında ilk ayrıntılı çalışma, A. Tietze tarafından 'Anadolu Türkçesine Doğrudan Doğruya Arapçadan Alınmış Kelimeler' (23) adıyla 1958'de yayımlanmıştır. Bu çalışma ise, adından da anlaşılacağı üzere, Türkçedeki Arapça unsurlar gibi oldukça hacimli bir konunun bir dalından ibarettir. 2. Arapçadaki Türkçe Unsurlar: Bu husus, Türkçedeki Arapça unsurlar konusundan da az işlenmiştir. V.A. Gordlevskiy'nin 1961'de yayımlanan 'Türk Dilinin Arapça Üzerine Tesiri Meselesi Hakkında' (24) adıyla Türkçeye çevirebileceğimiz makalesinden başka bu konuda hiç bir bilim çalışması yapılmamıştır. Ahmet Ateş'in konuyla ilgili çalışması ise, kendisinin de ifade ettiği gibi V.A. Gordlevskiy'in makalesi ile J.B. Belot'un ve H. Wehr'in sözlüklerinden derlenmiş kelime listeleridir (25). Diller arasındaki alış verişlerde, bazen, alıcı dil, aldığı unsur üzerinde öylesine derin ses ve anlam değişiklikleri yapar ve aslî şekil ve anlam ile verildiği dilde aldığı şekil ve anlam birbirinden o kadar uzaklaşır ki herhangi bir sözlük yazarının o kadar işinin içinde verdiği kararlara güvenmek, bizi sık sık yanlışlıklara sürükler. Türkçe-İslavca İlişkileri M.S. 4. yüzyıllarda İndo-Germen topluluğundan ayrılan Kuzey ve Güney İslavları, m.s. 6. yüzyıldan itibaren, önce Avarların, sonra Bulgar Türklerinin ziraatçı tebaları olarak daha doğuya çekilmişler ve nihayet m.s. 8. yüzyıllarda bugünkü vatanlarına ulaşmışlardı. Gerek Kuzey İslavları, gerekse Güney İslavları, bu bin beş yüzyıla yakın süre içinde daima bir Türk kavminin komşusu oldular; dolayısıyla Türkler'in Çinliler ve Farslar'dan sonra en eski komşuları İslavlardır. 1. Türkçedeki İslavca Unsurlar: Bu konuda ilk çalışma, H.F. Miklosich tarafından 'Türkçedeki İslavca, Macarca ve Romence Unsurlar' adıyla 1889'da yapılmıştır (26). Bu tarih, İslavcadaki Türkçe unsurların araştırılmağa başlandığı tarihlere rastlamasına rağmen, bu yoldaki çalışmalar o kadar heyecan verici bulunmamış olmalı ki İslavcadaki Türkçe unsurlar konusu etrafında cereyan eden meşhur tartışmaları, bu konu etrafında görmüyoruz. Bunun sebebi, H.F. Miklosich ve Snjezana Valjacic'in de ifade ettikleri gibi Türkçedeki İslavca unsurların pek az oluşudur (27). Malzemesi oldukça sınrlı olan bu konu, son olarak 1957'de 'Türk Halk Dilinde İslavca Alıntılar' adıyla Andreas Tietze tarafından incelenmiştir (28). 2. İslavcadaki Türkçe Unsurlar: İslav dillerindeki Türkçe unsurlarla ilgili ilk çalışmalar, 1850'lerde başlamıştır ve günümüzde de sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar, burada sayamayacağımız kadar çoktur(29). Önce Rusların, daha sonra da Güney İslavlarının dilleri üzerinde başlayan bu çalışmaların meyvelerini derli toplu birer sözlük halinde Elizaveta Nikolaevna Şipova'nın ve Abdullah Skaljic'in eserlerinde bulabiliriz(30). E.N. Şipova'nın 'Rus Dilindeki Türkçe Unsurlar Sözlüğü' adını taşıyan eseri, Alma-Ata'da, 1976 yılında yayımlanmıştır. Bu çalışmada, Rusçaya Türkçeden geçtiği kabul edilen 1507 kelime üzerinde durulmaktadır. Bu sayı, Şipova'dan önce Rusçanın etimoloji sözlüğünü yazmış olan M. Vasmer'in eserindeki Türkçe unsur sayısından epeyce azdır(31). Ruslar'ın bugünkü yeni vatanlarına geldikleri tarihlerden beri süren Türk-Rus ilişkilerine bakarak, yüzün üzerinde makale ve kitabın yayımlandığı bu konuda, daha yeni, daha geniş ve daha ayrıntılı çalışmalar bekleyebiliriz. A. Skaljic'in eseri ise, Güney İslavları'nın, Sırp-Hırvat dillerinin Türkçe unsurlarını konu edinir. Diller arası alıntılar konusunda dünyanın en ilgi çekici eseri olarak kabul edilen Skaljic'in sözlüğünde, 6878 değişik anlamda 8742 kelime yer almaktadır |
16-04-2002, 10:34 | #37 |
|
1/3
Türkçe - Macarca İlişkileri
M.s. 463'lerde Karadeniz kıyılarına inmiş Ogur kavimlerinden biri olan Macarlar'ın dili ile Türk dilinin ilişkilerinin başlangıcı, Türk-Macar ilişkileri gibi tarihin derinliklerinde kaybolmaktadır. Bu devirden, yani m.s. 5. yüzyıldan önceki Türkçe-Macarca ilişkisi üzerinde konuşmak, bugün için hemen hemen imkansızdır. Bu konuda söylenebilecek şeyler şimdilik sayılıdır: Birkaç zarfın yıpranarak ön ek halini almış şekilleri dışında Macarca, Türkçe gibi sondan eklemeli bir dildir. Diğer taraftan, vokal ve konsonant sisteminde, Türkçedeki kadar kuvvetli olmasa bile hakim bir benzeşmenin bulunduğu bir dildir. Bugün Macarcanın, hattâ diğer Ural dillerinin sözlüklerinde, kelime kök ve aileleri tesbite çalışılırken, Türkçeden ve diğer Altay dillerinden örnekler verilmekte, sık sık, " Türkçedeki ve diğer Altay dillerindeki paralelleriyle daha ileri bir incelemeyi gerektirmektedir " gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu ifadelerdeki bilgiyi iki şekilde yorumlamak mümkündür: 1. Bugün başlıca; Fince, Macarca, Samoyedce, Ostyakça, Çeremisçe, Votyokça, Vogulca ve Lapçanın temsil ettikleri Ural dilleri ile Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece ve Japoncanın temsil ettikleri Altay dilleri aynı kökten çıkmışlardır, bu diller eski bir geçmişte aynı ve tek bir dil idiler veya; 2. Sözü edilen bütün bu dilleri konuşan halklar, yani Ural ve Altay halkları, çok eski zamanlarda, çok uzun devirler boyunca yan yana veya birlikte yaşamışlar ve dolayısıyla dilleri birbirinin dillerine benzeşmiştir. Bu husus ise, konumuzun sınırları dışındadır. 1. Türkçedeki Macarca Unsurlar: Tarihte bir çok Türk kavmini içinde eriterek Türklükten can ve kan alan Macarlık ve Türkçeden pek çok kelime alan Macarca, Türkler'e birşey vermekte oldukça cimri davranmış gibidirler. Galibâ, Macarlar'dan öğrendiklerimiz, mac. város "şehir" > tü. varoş "şehirlerin sur dışı mahallesi", mac. katona "asker" > tü. katana/kadana "asker atı; iri bir at cinsi", mac. kapocs "kopça, çengel" > tü. kopça "kopça", mac. szoba "oda" > tü. soba "soba", mac. soronpó "şarampol" > tü. şarampol "şarampol" kelimelerinin anlamıyla sınırlı kalmıştır. 2. Macarcadaki Türkçe Unsurlar: Karanlık devirlerden sonraki Türkçe-Macarca ilişkilerini iki döneme ayırıyoruz: a. Yurt Tutuş Öncesi ve Arpad Devrinde Macarcaya Giren Türkçe Unsurlar: Macarcadaki Türkçe unsurlar konusunda, son bir buçuk yüzyıl içinde pek çok kitap ve binlerce makale yazılmıştır. Bu makalelerin çoğu kelime biyografileridir. Macarlar kendi dillerinin etimoloji çalışmalarını yaparken, tabiî olarak dillerindeki İslav, Türk, Latin ve başka dillerden alınmış kelimeleri de incelemişler, bunlar üzerinde bir buçuk yüzyılı aşkın bir süre tartışmışlardır. Bu çalışmaların sonuçları, ilk defa Gombcz Zoltan tarafından 1908 yılında, önce Macarca "Yurt Tutuş Öncesinde Türkçe Alıntı Kelimelerimiz" adıyla, sonra da 1912'de Almanca olarak "Macarcadaki Bulgar Türkçesinden Alıntılar" (32) adıyla yayımlanmıştır. G. Zoltan'ın bu eserinde Macarcaya Türkçeden geçmiş 413 kelime müzakere edilmektedir. 1967-1976 yılları arasında yayımlanan Macarcanın etimoloji sözlüğünde değişik devirlerde Macarcaya girmiş 1500 civarında kelime bulunmaktadır (33). Bütün bu müzakerelerden sonra, hem Türk-Macar hem de Türkçe- Macarca ilişkilerini işleyen hacimli bir çalışma, 'Yurt Tutuş Öncesinde ve Arpad Devrinde Macarca-Türkçe İlişkileri' adıyla Lajos Ligeti tarafından 1986'da yayımlandı(34). Bu eserde, bir yandan Karadeniz'in kuzeyindeki ve oradan Orta Avrupa'ya ve Balkanlar'a sarkmış Türk kavimleri ile bu kavimlerin Macarlarla ilişkileri üzerinde durulmuş, bir yandan da en eski zamanlardan 15. yüzyıla kadar Macarcaya geçen 485 kelime uzun uzun müzakere edilmiştir. b. Osmanlılar Döneminde Macarcaya Giren Türkçe Unsurlar: Osmanlılar döneminde Macarcaya giren Türkçe kelimeler hakkında da pek çok biyografi yazılmıştır. Bu dönemin kelimeleri ve haklarında yazılan biyografi ve münakaşaların sonuçları, Zsuzsa Kakuk tarafından, 1973'te '16-17. Yüzyıllarda Osmanlı Dil Tarihine Dair Araştırmalar: Macar Dilinde Osmanlıca Unsurlar' adıyla yayımlanmıştır. Z. Kakuk'un Fransızca olarak yayımlanan bu 660 sayfalık geniş eserinde, Macarcaya Osmanlı döneminde girmiş 1312 kelime yanında 402 şahıs adı ve 224 yer adı bulunmaktadır (35). Türkçe - Romence İlişkileri Türkçe-Romence ilişkilerinin araştırılmasına Türkçe-Rusça ilişkilerinin araştırılmağa başlanmasından çeyrek yüzyıl sonra başlanmıştır. Bu konuda bilinen en eski çalışma, İslav dillerinin ilk etimoloji sözlüğünü hazırlayan(36) ve İslavcadaki Türkçe unsurlar üzerindeki çalışmaları başlatan (37) Franz Miklosich tarafından yapılmıştır(38). Bu araştırmalara 1894'te Theophil Löbel "Romen Dilindeki Türkçe, Arapça ve Farsça Unsurlar" (39) adlı eseriyle ve 1900 yılında da L. Saineanu, "Romen Dilindeki Ve Kültüründeki Oryantal Tesir"(40) adlı eseriyle katıldılar. Bu çalışmalar sonunda, Romencenin söz varlığının en az yüzde beşini Türkçe unsurların oluşturduğu görülmüştür. Türkçe Ve Diğer Komşuları Uzun zaman içinde ve geniş bir coğrafyada Türklerin komşusu olmuş diğer kavimlerden bazıları, tıpkı bazı Türk kavimleri gibi eriyip yok olmuşlardır. Diğer taraftan biliyoruz ki Oğuz Türkleri Anadolu'ya gelmeden çok önce, belki Oğuzlar'ın bir kısmının da katıldığı başka Türk kavimleri, Karadeniz'in kuzey sahillerinde ve Balkanlar'da idiler ve buralarda çeşitli devletler kurmuşlardı. Periskop, Theofanis, Menandros gibi Bizans ve İbni Rüste, Gardizî gibi Arap tarihçileri, bu bölgede, Hun, Saragur, Ugor, Onogur, Avar, Bulgar, Peçenek, Hazar, vs. gibi çeşitli Türk kavimlerinden bahsederler(41). Bu kavimlerin dilleri ile o devirlerin Grekçe ve Latincesi arasında olup bitenler konusunda hiç bir çalışma yapılmamıştır. Bu ilişkiler konusunda yapılan tek şey, Bizans kaynaklarındaki bu kavimlerle ilgili her tür malzemenin derli toplu bir yayınından ibarettir (42); bu kavimlerin dilleri ile Grekçe ve Latince arasındaki alıntılar söz konusu bile edilmemiştir. Oğuz Türkleri'nin Anadolu'yu yurt edinmeleri ve bilhassa kendilerini Grekler'in vârisleri sayan Rumları idareleri altına almalarından sonra, Rumlar ile Türkler arasında zengin bir bilgi ve dolayısıyla Rumca ile Türkçe arasında da hatırı sayılır bir unsur alış verişi görülür. Türkçedeki Rumca unsurlar ilk defa 1893'te Gustav Mayer tarafından ele alınmıştı (43). Uzun bir aradan sonra konu, Andreas Tietze tarafından etraflıca incelenmiştir (44). Nihayet 1960 yılında, C. Coukidis, Atina'da yayımladığı "Türkçeden Geçme Yunanca Kelimeler Sözlüğü"(45) adlı hacimli eseriyle hem Türkçeden Yunancaya hem de Yunancadan Türkçeye geçmiş unsurları belirlemeye çalıştı. Cumhuriyet dönemi öncesi (yazarın adlandırmasıyla pre-Kemalist) devirde Türklerçenin Yunancadan 900 kelime almasına karşılık, Yunancanın Türkçeden 3000 kelime aldığını kaydeden C. Coukidis, son yüzyıl içinde ise, bilhassa Fransızca ve İngilizce kanalıyla Türkçeye giren Yunanca kelimelerin sayısının 15000'i bulduğunu kaydetmektedir. Tabiî bu rakam, Fransızca yanında Grekçe ile ilgili diğer dilleri de işin içine kattığı için, bir yerde, bütün Hint-Avrupa dillerinden aldığımız kelimeleri ifade etmektedir. Bugün Ermeni, Arnavut ve Gürcü dillerini Hint-Avrupa dil grubuna dahil etmekte ise büyük güçlükler yaşanmaktadır. Bunun başlıca sebebi ise, tıpkı güney İslavcasında olduğu gibi, Türkçenin bu dillere etkisinin, sadece sözlük temelinde kalmayıp, gramer ve söz dizimi düzlemine de sıçramış olmasıdır (46). Aşağı yukarı iki yüzyıldan beri bilim dünyasını meşgul eden Türkçe ve komşu dillerin birbirlerinden aldıklarını belirleme çalışmaları, konunun zaman ve mekan açısından genişliği de dikkate alındığında, daha birkaç yüzyıl sürecek gibidir. |
16-04-2002, 10:35 | #38 |
|
3-kaynakça
Notlar:
Vossler, Karl, The Spirit of Language in Civilization, London 1951, s. 117. Ülken, H. Ziya, Bilgi ve Değer, Ankara ?, s. 138. Psikolojiye Giriş, yay. sor. Yrd. Doç. Dr. Sirel Karakaş (Clifford F. Morgan-Mc. Graw Hill, A Brief Introduction to Psychology, New York 1977'den çeviri), Ankara 1988, s. 115. D. Gross, Richard, Psychology, London 1994, s. 337; Reber, S. Artur, Dictionary of Psychology, Middesex 1995, s. 382-383. Bloomfield, L., Language, London 1979, s. 43. Bloomfield, L., a.g.e., s. 54-55. Vossler, Karl, a.g.e., s. 117. Bloomfield, L., a.g.e., s. 463. Jeffers, J. R.-Lehiste, I., Principles and Methods for Historical Linguistics, Cambridge 1982, s. 142. Bloomfield, L., a.g.e., s. 461-463. Bloomfield, L., a.g.e., s. 456. Bloomfield, L., a.g.e., s. 461. Jeffers, J.R.-Lehiste, I., a.g.e., s. 150 ve Bloomfield, L., a.g.e., s. 461, 462, 471. Räsänen, Martti, Versuch eines etymologischen Wörtebuchs der Türksprachen, Helsinki 1969. Tursun Rahimoviç Rahimov, Kitayskie element v sovremennom Uygurskom yazıke, Moskova 1970, 352 s. Krş.: Bazin, Louis, Structures et Tendances Communes des Langues Turques, PhTF I, 1959, Türkçesi: Gemalmaz, Efrasyap, "Türk Dillerinin Müşterek Tarafları ve Temayülleri", Tarihi Türk Şiveleri, yay. Mehmet Akalın, Erzurum 1976, s. 15-29 ; Rona-Tas, A., "Tocharsche Elemente in der Altaischen Sprachen", Language and History Contributions to Comparative Altaistics, Szeged 1986; Aalto, P., "Iranian Contacs of the Turks inPre-Islamic Times", Studia Turcica, Budapest 1971, s. 29-37. Tezcan, Semih, "En Eski Türk Dili Ve Yazını", Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ankara 1978, s. 271-323. Doerfer, G., Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen I-IV, Wiesbaden 1963-1975. Bk. III, s. 411. Köprülü, M. F., "Yeni Farisîde Türk Unsurları", TM VII-VIII, İstanbul 1942, s. 1-16. Doerfer, G., a.g.e. Menges, K. H., "Zwei alt-mesopotamische Lehnwörter im altaiischen", UAJ 25 (1953), s. 299-304. Poppe, N., "Ein altes Kulturvort in den altaiischen Sprachen", STOF 19:5 (1953), s. 23-25 Tietze, A., "Direkte arabische Entlehnungen im anatolischen Türkisch", Jean Deny Armağanı, Ankara 1958, s. 255-333. Gordlevskiy, V. A., "K voprosu o vilianii turetskogo yazıka na arabska", V.A. Gordlevskiy izbraniyye soçineniye, Moskova 1961, II, s. 138-154. Ateş, A., " Arapça yazı dilinde Türkçe kelimeler üzerine bir deneme I", Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara 1966, s. 26-31. Miklosich, H.F., Die Slavischen-magyarischen und rumanischen Elemente im türkischen Sprachschatze, Wien 1889. Veljacic, S., Sırp-Hırvat Diline Girmiş Olan Türk Maddî Kültür Unsurları, Doktora tezi, İstanbul 1966. Tietze, A., "Slavische Lehnwörter in der türkischen Volkssprache", Oriens X, s. 1-47. Bu çalışmalar için bk: Poppe, N., Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden 1965, s. 165-176; Poppe, N.Jr., Studies of Turkic loan words in Russian, Wiesbaden 1971. Şipova, E.N., Slovar' Tyurkizmov v Russkom yazıke, Alma-Ata 1976, 444 s.; Skaljic, A., Turcizmi u Srpskohrvatskom- Hrvatskosrpskom jeziku, Sarayova 1985, 662 s. Vasmer, M., Russisches etymologisches Wörterbuch, 3 vols., Heidelberg 1950-1958. Gombocz, Zoltan, Honfoglaláselötti Török jövevényszavaink, MnyKT 7, Budapest 1908, 108 s. ve Gombocz Z., Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der Ungarischen Sprache, MSFOu XXX, Helsingfors 1912. A Magyar Nyelv történeti-etimologiai szótara I-IV, Budapest 1984, 2. baskı. Ligeti, L., A Magyar nyelv Török kapcsolatai a honfoglalás elött és az Arpad-korban, Budapest 1986. 602 s. Kakuk, Zsuzsa, Recherches sur l'histoire de la langue osmanlie des XVI et XVII. siecles Les elements osmanlis de la langue hongroise, BOH XIX, Budapest 1973.; Kakuk, Zs., Cultural Words from the Turkish occupation of Hungary, Studia Turco-Hungarica IV, Budapest 1977. Miklosich, Franz, Etymologisches Wörterbuch der slavischen Sprachen, Wien 1886. Miklosich, F., "Die Fremdwörter in den slavischen Sprachen", Denkschriften der Kaiserlichen Akademia der Wissenchaften, Philosophisch-historische Classe, XV, Wien 1867, s. 73-140. Miklosich, F., "Die Türkischen Elemente in den südost-und osteuropischen Sprachen (Griechisch, Albanisch, Rumenisch, Bulgarisch, Serbisch, Klein Russisch, Großrussisch, Polnisch) I", Denkschriften der Kaiserlichen Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-historische Classe, XXXVII, Wien 1884, s. 239-338; Wien 1885, s. 105-192; "rachtrag" I. XXXVII, Wien 1889, s. 1-88; II. XXXVIII, Wien 1890, s. 1-70. Löbel, T., Elemente turcesti arabeti si persane in limba romana, Leipzig 1894. Saineanu, L., Influenta orientala asupta limbei şi culturei romane, Bucuresti 1900. Györffy György, A Magyarok elödeiröl és a honfoglalásrol, Budapest 1975. Moravcsik, Gyula, Byzantinoturcica I-II, Berlin 1958. Mayer, Gustav, Türkische Studien I. Die griechischen und romanischen Bestandteile im Wortschatze des Osmanische- Türkischen, Wien 1893. Tietze, Andreas, "Griechische Lehnwörter im anatolischen Türkisch", Oriens VIII, 1955, s. 204-257. Coukidis, C., Leksilogion Ellinikon Lekseon Paragomenon ek tis Tourkikis, Atina 1960. Bk. tanıtma: Suat Sinanoğlu, "Türkçeden geçme Yunanca kelimeler sözlüğü", TTK-Belleten XXVI, Ankara 1969, s. 407-410. Gukasyan, V.L., "Azerbaycan Dilinin Teşekkülüne Dair Geydler", Nesimi Adına Dilçilik İnstitutu, Baku 1983, s. 35-62. Karaağaç, G., "Türkçenin Komşularına Verdiği Beslenme Kültürüyle İlgili Kelimeler", Türk Dili 564, Ankara 1998, s. 476-496. Karaağaç, G., "Türkçenin Komşu Dillere Verdiği Giyim-Kuşam İle İlgili Kelimeleri", Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi 5, Ankara 1998, s. 361-388. |
16-04-2002, 10:37 | #39 |
|
SONUÇ
Sonuç Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Takip edebildiğimiz tarihi seyri içinde Türkçe, komşularına, en az onlardan aldığı kadarını vermiştir; yani Türkler, teknoloji başta olmak üzere, pek çok bilim dalından bilgilerin, çeşitli yaşayış tarzlarının, kültür faaliyetlerinin ve modaların ithal edildiği son yüzyıla kadar, komşularına, onlardan öğrendiklerinden fazlasını öğretmişlerdir. Hattâ İslavlar, Macarlar, Rumlar ve Farslarla ilişkileri söz konusu olduğunda, bu bilgi alış verişinde Türkler'in komşularına öğrettiklerinin, onlardan öğrendiklerinden epeyce ağır bastığını görüyoruz. Şimdi sizlere Türk diline komşu olarak yaşamış Fars, Arap, Rus, Romen, Bulgar, Sırp-Hırvat, Arnavut, Yunan ve Macar dillerine ait sözlükler ile bu dillerin Türkçeyle ilişkileri konusundaki çeşitli makaleleri gözden geçirerek, Türkçenin, bu dillere, yalnızca beslenme ve giyim-kuşam kültürüyle ilgili verdiği kelimelere ait bazı rakamlar vermek istiyorum: Türkçenin komşularına verdiği beslenme kültürüyle ilgili kelimeler: Farsçaya 258, Arapçaya 179, Rusçaya 300, Romenceye 193, Bulgarcaya 185, Sırp-Hırvatçaya 347, Arnavutçaya 188, Yunancaya 141, Macarcaya 176 (47). Türkçenin komşularına verdiği giyim-kuşam kültürüyle ilgili kelimeler: Farsçaya 233, Arapçaya 180, Rusçaya 280, Romenceye 189, Bulgarcaya 183, Sırp-Hırvatçaya 316, Arnavutçaya 163, Yunancaya 118, Macarcaya 171 (48). Türkçenin giyinme ve beslenme gibi temel kültür konusunda dokuz komşusuna dün verdiği bu 1525 kelimeyi görünce, bugün Türk olarak üretememenin, Türkçede biriktirememenin ve başkalarının ürettiklerine hazıra konmanın utancı içinde, şu sorulara cevap bulmağa çalışıyorum: Türkçemiz, ana dilimiz, böylesine bereketli bir geçmişe sahip olmasına rağmen, bugün bizim onun karşısındaki tavrımız nedir? Okullarımızda ana dilimizi yeterince öğretebiliyor muyuz?Ana dilimizi öğretmede yeni ses ve yazı teknolojilerinden yeterince yararlanabiliyor muyuz? Çocuklarımızın çevresini kuşatan sözlü ve yazılı basının ana dilimize karşı duyması gereken sevgi ve sorumluluk yeterli mi? "Din dili, evrensel dil" gibi yutturmacalarla çok küçük yaşlarda, daha çocuklarımızın ana dillerinin yapı ve anlam örgüsü oluşmadan ve büyük kısmının ömür boyu ihtiyaç duymayacakları yabancı dilleri onlara zorla öğretmeye devam edecek miyiz? Böyle yaparak, ana yurdumuz olan ana dilimizi terk ederek, topluca, bir başka ülkeye, yani bir başka dile taşınmağa mı karar verdik? Sovyet zulmünden kurtulan kardeşlerimiz, alfabelerini değiştirmeye, ana dili okullarını çoğaltmaya ve eski devirlerin Rusça ders kitaplarını kendi ana dillerine aktarmaya çalışırken, yabancı dille eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmayı düşünüyor muyuz? Kazakistan başkanı Nursultan Nazarbayev, Kazak Türkçesini bilmeyen beş milyonun üzerindeki Rus asıllı yurttaşına Kazak Türkçesini öğretmeğe çalışırken, "Başkan Bush" yerine "Presedent Bush" veya "uyum, uyuşma, uzlaşma" yerine "consensus" diyen ve böyle dedikçe kendilerini bir hoş hisseden yöneticiler yetişmeyi sürdürecek miyiz? Bir ömür boyu edindiğimiz bilgileri, ana dilimiz Türkçede mi, yoksa İngilizce, Fransızca, Almanca veya Arapçada mı biriktireceğimize karar verdik mi? Bir asırdan fazla bir süredir yabancı dil öğrenen ve bilgilerini ana dillerinde mi, yoksa edindikleri yabancı dillerde mi biriktireceklerine karar veremeyen Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Mısır gibi ülkelerin durumundan ders almayı düşünüyor muyuz? Türkçe üzerine çalışan biz türkologlar, ne kadar ciddi ve samimi çabalar içindeyiz? Bütün bu soruları, daha büyük bir soruda toplayalım: "Biz ne yapıyoruz?". Yıllardan beri kulaklarımda sürekli bir soru uğulduyor. Bilge Kağan soruyor, Kaşgarlı Mahmud soruyor, Karamanoğlu Mehmed Bey soruyor, Atatürk soruyor: "Siz ne yapıyorsunuz?". Gerçekten "Biz ne yapıyoruz?". __________________ Haklıymışsınız sayın METİN, sizi kutluyorum.! |
16-04-2002, 17:26 | #40 |
|
YASAYAN DIL 4
Kiymetli Arkadaslar,
Sayin MEtin, Sayin Tikici,.. Aslinda artik bu konuda yazilacak pek fazla bir sey kalmadi. Cogumuz bu konuda bilgilendik, bilgilendirildik. Önemli olan simdi arkadaslarin, kendi cercevelerinde bu konuda katkida bulunmalari. Sayin Tikici'nin son yazmis oldugu mesajlar, Dil'in yasadiginin ve yasamasi ve yasatilmasi gerektiginin en güzel örnegi. Bu arada sayin Tikici'yi de kutlamak istiyorum. Epey zaman ayirip bize bu konuda, ayrintili bilgiler aktardigi icin. Kalin saglicakla Av.M.Dilbirligi Almanya |
17-04-2002, 11:01 | #41 |
|
Sayın Dilbirliği,
Sevgili Metin' in sürekli olarak ve katsayısı ''Türkçemizi Öğrenin X 100.000) ' olan tavsiyesinin de etkisinde kalarak, çok çok uzun da olsa netinleri taradım, araştırdım, okudum ve biraz öğrendim.. Bu öğrenme sırasında da itiraf edeyim epeyce yoruldumm.. Biraz da bu konuyu okuyacak olan sayın Metin yorulsun diye hepsini yazdım... Tabi ki bu şaka.. Hayır konuyu aktarmam 3-5 dakikalık bir olaydı.. Copy + Past' dan allah razı olsun.. Saygılarımla.. |
18-04-2002, 17:57 | #42 |
|
Haydi o zaman...
Sevgili Tikici,
Katılımınız, katkılarınız, görüş ve araştırmalarınız için ... Sağolun. Dilimiz, hukuk dilimiz adına mutluyum. Tüm katılımcılar, Haydi o zaman ... Türetelim, dilimizi varsıllaştıralım. Saygı ve sevgilerimle Av. H. Metin |
25-09-2006, 22:15 | #43 | |||||||||||||||||||||||
|
Üstadım altta alıntıladığım şiir 1200-1300 lü yıllarda anadolu da yaşamış Yunus Emre'den ufak bi alıntıdır. Yukarıda sizin verdiğiniz örneklerle bi karşılaştırın da neden Osmanlıca'nın Türkçe açısından bir "kıyım" (katliam) olduğunu; bir kez daha düşünün isterseniz. "Bu gün bir Alman genci, Nietzsche’yi Kant’i, Goethe’yi ya da Thomas von Aquin’i , bir fransiz genci Montesqiue ya da diger fransiz yazarlarini fazla zorlanmadan ve de sözlüge gerek duymadan okuyup anlayabiliyor ise..... Problem nerede ozaman? Vazgecelim artik, klasik Lise, ortaokul tarih bilgilerinden. „Osmanlida saray dili ile halkin dili cok farkli idi. O sebeple halk anlamadigi icin....vs. vs..." demişsiniz ama ne yazık ki problem tam burada... AŞKIN ALDI BENDEN BENİ Işkun aldı benden beni bana seni gerek seni Ben yanarım düni güni bana seni gerek seni Ne varlığa sevinürem ne yokluğa yirinürem Işkun ile avınuram bana seni gerek seni Işkun âşıklar öldürür ışk denizine taldurur Tecellîyile toldurur bana seni gerek seni Işkun şarâbından içem Mecnûn olup tağa düşem Sensin dün ü gün endîşem bana seni gerek seni Sûfilere sohbet gerek ahîlere ahret gerek Mecnunlara Leylî gerek bana seni gerek seni Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar Toprağum anda çağıra bana seni gerek seni Cennet cennet dedikleri bir kaç köşkle birkaç huri İsteyene ver onları bana seni gerek seni Yûnus'durur benüm adum gün geldükçe artar odum İki cihanda maksûdum bana seni gerek seni |
01-01-2007, 16:16 | #44 |
|
Alıntı:...Ama, "Türkçe", 'Türk halkının konuştuğu ve anladığı dildir' tanımından yola çıkarak..
Saygı ve Sevgilerimle Ahu "Bana hayatı tasvir etmenin metonu öğretin ömür boyu öğrenciniz olayım." İsteğim budur. İlgilendirmesi ve beni 6 aylık bir dil ve dil ile olayların ve kavramların tasvirinin nasıl yapıldığını anlama çabası içine girmemden dolayı inşallah bir katkıda bulunabilirim. Arkadaşlar elbet Türkçe"leşme gereklidir ve eğer asıl amacınız karşınızdakine -Türkiye topraklarında yaşamakta olduğumuza göre- kendinizi anlatmak ise hayat olaylarını ortak bir kavramlar dizininde tasvir etmek şarttır. Cumhuriyet tarihi önderi M.Kemal Atatürk, ilk zamanlar yazmış olduğu bir kaç TEBRİK mesajında Türk Dil Kurumu"nun öngördüğü kelimeleri kullanır ve sonraki Tebrik mesajında ise nedense topluma yerleşmiş kelimeleri kullanmayı tercih eder.Yani bir anda Tarihimizin ilk dönemlerine ait kelimeleri kullanır sonra ise bugüne yeniden dönüş yapılır. Elbetteki Türk toplumunun anladığı kelimelere dönüş gereklidir. Ama yaşayan Türkçe"ye geçiş şarttır. Türk Dil Kurumu ise ilk zamanlar bir anda Osta Asyayı, Anadoluya getirdi ve hiç kimse birbirini anlamadı. Sonra bundan vazgeçişler yaşandı sonra tekrar denendi derken sonuçta uzun bir zaman geçse de elbet yararlarını yaşadık ve yaşıyoruz. Kanaatimce aslı mesele ORTADA OLAN SOMUT OLAYIN HANGİ KAVRAM İLE TASVİR EDİLDİĞİDİR. Celse: Oturum(tam karşılığı). Şimdi burada Yargılama olayındaki bir birleşimi, toplanımı oturum kavramıyla tasvir etmek ne derece doğrudur? Böylesi bir çok kelimenin asıl kavramı(ve hatta gerçeği) ifade edemediğini görmekteyiz. Celse yerine, BİRLEŞİM,TOPLANIM gibi kelimeler bence daha yerindedir. Sonuç itibariyle bir maddi olayı daha geniç çerçevede kapsayamayan bir kelime ile tanımlar iseniz üretimsiz bir beyin ortaya çıkar. İletişimin nasıl gerçekleştiği: Aklındaki kavramı, sese(sözcüğe) tahvil edersin -ki yol alıcı olan sestir- sonra karşıdaki kişinin kulağına ulaşan bu ses beyinde yeniden ortak olan kavrama tahvil olur(dönüşür)... Şimdi genelde kullandığımız BEN ŞU SÖZCÜĞE ŞU KAVRAMI YÜKLÜYORUM şeklinde bir tasvir mi doğdur yoksa ŞU SÖZCÜK BEYİNDE ŞU KAVRAMA TAHVİL OLUR tasviri mi daha doğrudur? Bu tahvilde(dönüşümde) asıl meselemiz nedir? Buyrun siz belirleyin, yani beyinler sizce neden üretici olamıyor? BİR DİLDEKİ TÜM KELİMELERİ BİLİNİZ, EĞER BELLİ BİR SOMUT OLAYI ONU İFADE EDECEK EN KAPSAMLI KELİME İLE terimleştiremezseniz FİYASKO İLE SONUÇLANIR BEYİN. Nihayet BİLİMİN O ALANINDA kavram kargaşaları yaşamaya başlar ve bu sefer benzer bir olayı aynı TERİM İLE neden karşılayamadığınızı düşünürsünüz. Beyin niçin çıkmaza giriyor diye düşünüp durursunuz. MEDİNE: şehir anlamında değildir. Deyn: Borç kavramından gelir veya siz ona GÖREV de diyebilirsiniz. Elbette ki yargılama işi ile de ilişkili olunca GÖREV kavramı, bu sefer DEYN kavramı YARGILAMA anlamını da içermiş gibi görünmektedir.(Ayrıca son cümlemi şöyle kullanmak isterdim: "Deyn kavramı, yargılama kavramı ile de ilişkili olduğundan YARGILAMA kavramına TAHVİL OLMUŞTUR.Yani sözcükler beyne ulaşınca bir kavrama dönüşür(tahvil olur)." Fakat yerleşmiş ve sürekli tekrar ettiğimiz için ANLAM YÜKLENMİŞ,ANLAM İÇERMİŞ GİBİ bir kullanımı zorunlu olarak kullanıyoruz. ALINTI: Av. Hulusi Metin" den Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz; düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gerekenler iyi yapılmaz, töre ve kültür bozulur, adalet yanlış yola sapar, şaşkınlık içine düşen yurttaş ne yapacağını bilemez, işte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir... “ (“Dil ve Hukuk”, Çetin Aşçıoğlu, Yargıtay onursal üyesi, Cumhuriyet, Bilim Teknik, 03.11.2001). Merhaba dostlar, Çin düşünürü Konfüçyüs 'e sorarlar : Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydın yapacağın ilk iş ne olurdu? Av. Hulusi Beyin, bu iki anlatımı birbirini devamı olan bir anlatımdır. Yani GErçekte iki söz de KONFÜÇYÜSE aittir ve bütündür. HAK: Elimizdeki OLANAK,İMKAN...(Fakat gerçekte hak kavramı, KURAL olan,DOĞRU olan anlamındadır.)kULLANILACAK ARAÇ. NİSBİ BUTLAN:LOKAL,GÖRELİ,TÜMEL OLMAYAN,HERKESE GÖRE OLMAYAN, EVRENSEL OLMAYAN, KISMİ OLAN batıllık(geçersizlik), kısaca kısmi imkansızlık ile eş anlamlıdır. Butlan:Batıl MUTLAK BUTLAN: Tümden batıllık, lokal veya yerel olmayıp aksine TÜMEL,TÜMDEN anlamındadır. Fakat burada bütünlüğün baştan berilik anlamında olduğunu göz önünde tutmak gerekir. HER BİR KELİME SOMUT BİR OLAYA KARŞILIK GELİR VE SOMUT OLAYDAN ÇIKAR. YANİ ÖNCE SOMUT OLAYLAR VARDI VE ONLARI SESE TAHVİL ETMEK GEREKTİĞİNDE KELİMELER,SÖZCÜKLER ORTAYA ÇIKMIŞTIR. Dil reformu(eskiye geri dönüş:Ortaçağdan eski döneme yani akıl çağına) bu tahvilde Ortaasya diline geri dönüş değil Anadoluda yaşayan Türkçe"ye geri dönüş olarak algılanmalıdır ki Türklerin Orta Asya dönemlerinde iken yazdıkları bir kaç yazılı eser var iken OSMANLI DÖNEMİNDE ne kadar yazılı eser olabileceğini düşünmekte fayda vardır. Elbet Dil devrimi belli zorlukları getirdi bizim fakat insanımızın geneli için yararlı olduğu kanaatindeyim. Yani Ortaasyadaki bir kaç eseri daha iyi anlayalım diye DİLDE TÜRKÇELEŞME olmamıştır. SON OLARAK SÖYLEMEK İSTERİM Kİ HER bilim dalının kendine has terimleri olmak zorunda değildir. Halkın günlük hayatta kullandığı bir kelimeyi her bilim dalı için AYRI BİR KAVRAMA TAHVİL edilecek şekilde kullanmak daha yararlıdır ki ORTAK BİLİNÇ ŞAŞMASIN...... TANI kelimesi tıp dilinde gayet güzel bir şekilde TEŞHİS ANLAMININ YERİNİ ALMIŞ ve hatta Teşhis, somutlaştırma iken TANI kelimesi ise aksine SOYUTLAŞTIRMAYI yani kavramı ifade eder. Oysa burada yapılan somut bir olayın soyut hangi kavrama karşılık geldiğini bulmaktır. Yani özelden genele gidiş vardır. Oysa bakıldığı zaman ŞAHIS kelimesinde bir kavram kargaşası yaşanmaya başlandığını göreceksiniz. Kimi yerde somuttan kavrama, kimi yerde soyuttan(kavramdan) somuta gidişte kullanıldığını göreceksiniz. ŞAHIS,TEŞHİS,MÜŞAHHAS,ŞAHSİ gibi kavramlarda hanginden hangine geçildiğini buyrun siz ayırın. Burada kavram kargaşını yaratanlara ve hatta hangi kelimeyi nerede kullanırsam daha iyi olur gibi bir gayret içinde olmayan AKADEMİSYENLERE kızmamak elde değil. Umarım dile daha önem ve özenle yaklaşırlar. Bugünlerde DAYANAK kelimesinin akademik yazılarda görülecektir ki çok farklı kavramları karşılamak için kullanılması bile üzücüdür. Oysa bu kelimenin kullanılabileceği aynı yerde Türkçede o kadar güzel KELİME var iken. BİÇİMSEL kavramı farklı şekiller almaya başlamış. Herkes farklı anlamda kullanıyor. Bazı yerde Soyut, bazı yerde varsayım, bazı yerde somutluk dışı, bazı yerde kavram karşılığı, bazı yerde daha farklı farklı farklı Kendi yetersizliklerimizi Türkçeyi yeni keşfeden körpe beyinlere yansıtmamamız dileğiyle. |
11-01-2007, 19:14 | #45 |
|
fakultede okurken bır hocamız tamda bu konuya degınerek yenı yetısen hukuk fakultesı ogrencılerının aslında modern dılde hukuk ogrendıklerını ıddıa ederek kızıyordu bıze.ardından kendı ogrencılıgınden bahsderken yurrt anılarını anlattı.ve bıze sordu kolcek kagıdı ne demektır arkadaslar.koca anfıden bılen cıkmadı.sonra acıkladıkı ımza kagıdı demekmıs.o gunden sonra unutulmaz oldu tabıkı.bız yenı nesıl hukuk mezunları gercekten eskı dılı bukadar onemle bılmek zorundamıyız dıye dusuuyorum acıkcası?herkes ımza kagıdı derken ben nıcın kolcek kagıdı dıyım kı
|
11-01-2007, 23:48 | #46 |
|
Syn. Didem Kunal, çünkü herkes kendi beynindekinin hayata hakim olmasını ister ki onu en iyi biliyordur. Eskiler onu en iyi biliyor, yeniler ise onun bildiğini en iyi bilmiyor. Onun için kolaylık kendi bildiği yeniler için ise kendi bildiği, elbet hayatta çoğunlukta kullanılan daha çok hakimiyet kurar, zaten gittikçe hukuk dilimiz çoğunluğa ayak uydurmak zorunda kalmıyor mu...
|
10-12-2007, 18:13 | #47 |
|
Yasalarin Dİlİ
Merhabalar. Yasaların dili ve sadeleştirilmesi konusu üzerinde düşündüğüm ancak tam anlamı ile bir sonuca varamadığım bir konu.. Niyemi ? Çünkü konu, dilimizin öztürkçeleşmesi ile de yakından alakalı.. Dilimizin ne kadar öztürkçeleştirilebileceği ise başka bir polemik. Latin dilleri karşısında kullanılan türkçeyi olduğu şekli ile kabul ediyor ve savunuyorum. Özellikle ingilizce, fransızca, almanca kelimelerin dilimizde kullanılması bir garibime gidiyor. Pek hoşlanmıyorum bu sözcükleri duyduğumda. Ancak incelediğim zaman kullanılan yerleşik türkçede içinde birçok arapça, farsça kelime görüyorum. Çıkarıp atmaya kalktığımda yerine koyacağım kelimeler sığ ve yetersiz geldiği gibi inanın bazen tam türkçe karşılığını da bulamıyorum. Tamamen yabancı sözcüklerden arınmış bir türkçe nasıl olur tam hayal edemiyorum... Örneğin, misal yerine örnek kullandım, kanun yerine yasa kullandım ama bir önceki paragrafın son cümlesindeki hayal yerine ne kullanacağımı bulamadım bi an.. Yine Yasalardaki yabancı kelimelerin sadeleştirilmesi esnasında mutlak bir başarı sağlanamayacağını düşünüyorum. Tamamen içinde hiç bir yabancı kelime kalmadan tamamen öztürkçe bir yasa mümkünmü sizcede.. Dil konusunda aşırı hassas arkadaşları takip ediyorum.. Onların yazdıklarında da birçok yabancı kelime buluyorum... O zaman bu hassasiyetin dengesi ne olacak o düşündürüyor beni.. Ne dersiniz yabancı sözcüklerden tamamen arınmış bir türkçe ya da tamamen öztürkçe yazılmış katıksız bir dile sahip Yasalar mümkünmü sizce..??? Saygılarımla... |
10-12-2007, 20:58 | #48 |
|
Biz özleşme konusunda duyarlı olsak da bu durum yabancı sözcük kullanmamıza engel değildir, çünkü kendi adıma söyleyeyim özleşme hiç bitmeyecek bir çabadır ve dile özen göstermektir. Ama hiçbir zaman salt Türkçe kökenli sözcüklerden oluşan bir dil kullanmayı hedeflemedim. Sadece daha iyisini, daha durusunu, daha anlaşılır olanı ve öz olanı bulmaya uğraşıyorum. Üye olduğum dernek için de bunu söyleyebilirim. Bu arada hayalin çok güzel bir karşılığı var: "düş". Düşlüyoruz, düş görüyoruz.
Saygılarımla. |
11-12-2007, 21:56 | #49 |
|
Sevgili Özge ;
Hayal,uyanık bilinç ile; Düş ise uyurken görülmez mi ? Bu nedenle,düş, hayal kelimesinin tam karşılığı değil gibi... |
11-12-2007, 22:07 | #50 |
|
Sayın Hatun Olguner,
Türkçe Sözlük'e baktım, hayalin ve düşün anlamları şöyleymiş. Düşle hayalin eş anlamlı olduğu anlaşılıyor, ama düş hem rüyayı hem de hayali kapsıyor. Bize farklıymış gibi gelmesinin nedeni alışkanlıklar sanıyorum. Saygılarımla. hayal, -li a. Ar. 1. Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, imge, hülya: İnsan, hayalleri kadar büyüktür. 2. Bir kimse ya da bir şeyin bellekte kalan görüntüsü: “Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen.” -A. M. Dranas. 3. Gerçeklikten uzak tasarı: Boş hayaller. Ham hayaller. 4. fiz. Görüntü: İnsanın aynadaki hayali. 5. Belli belirsiz görülen şey, gölge. 6. ruhb. İmge. 7. esk. Aydınlatılan bir perde arkasında deri ya da kartondan yapılmış, hareket edebilen resimlere verilen ad ve bu resimlerle oynatılan oyun: “Hayalleri karıştırıp Karagöz’ü elime aldım.” -F. R. Atay. düş a. 1. Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin tümü, °rüya: “Dadaloğlu’m, sevdası var başımda / Gündüz hayalimde gece düşümde.” -Dadaloğlu. 2. mec. Gerçek olmayan şey, imge, °hayal: “Oysa gerçeğin düşlere sığmayan çirkinlikleri öylesine çoktu ki... “-O. Akbal. 3. Gerçekleşmesi istenen şey, umut: Yaşamının en büyük düşü, büyük bir orkestra kurmaktı. Bence insan bulunduğu yerle değil, geleceğe ilişkin düşleriyle ölçülmeli. 4. İlginç ancak gerçekleşmesi olanaksız tasarı: Gençliğini yeniden yaşamak istiyormuş, boş düşler peşinde koşuyor. |
12-12-2007, 16:33 | #51 |
|
Özge Hanım"ın Türkçe Sözlükten hayal ve düş kelimelerinin karşılıkları ile ilgili yaptığı alıntılar da hayalin uyanıkken,düşün uyurken,daha doğrusu uyuyan bilinç anında görüldüğünü teyid ediyor sanki. Çünkü,insan yalnız bedenen uyurken değil,fiziken uyanık olduğu halde bilincinin uykuya dalması,"ayakta uyumak" diye tabir edilen durumda da düş görebiliyor. O nedenle,uyurken değil de,bilinci uyur durumdayken düş görmekten bahsetmek daha doğru. Fakat sonuçta,Dadaloğlundan yapılan :
"Dadaloğlum sevdası var başımda/ Gündüz hayalimde, gece düşümde" alıntısındaki kullanımdan da anlaşıldığı gibi, hayal gündüz(uyanık bilinç halinde),düş ise gece ( uyuyan bilinç halinde) görülür. Tabii gerçekleşmesi zor ve imkansız isteklere mecazen düş demek te var. Burada da düş,mecaz anlamında kullanıldığı için hayal kelimesinin yerine geçmez,zannederim. Sonuçta hayal de,düş te gerçeklerden uzaklaşmaya,gerek bilinçle,gerek bilinçaltı ile;gerek uyanık,gerek uyuyan bilinçle gelişsin insanların özlemlerine dair oldukları için kavramların birbirine karışması,hayal ile düş arasındaki bu yakınlıktan kaynaklanıyor olabilir. Bu karışma çok önemli de değil aslında. Yalnızca dil üzerine hassasiyet ve düşünme,irdeleme alışkanlığı nedeniyle bir karşılaştırma yapıyoruz. Ayrıca bazı kelimeler bir kavramı o kadar güzel anlatır ki ve kavram ile o kadar özdeşleşmiştir ki,bu kelimelerin yerine yeni karşılık aramak ve bulmak ta zorunlu,hatta gerekli olmaz. Ben,hayal kelimesi için hep aynı şeyi düşünürüm : Bu kavramı bu kelimeden daha iyi anlatacak bir kelime yok gibi... |
30-12-2007, 23:03 | #52 | |||||||||||||||||||||||
|
Bu bölümü kendim yazdım zannettim bi an, sonra Hatun Hanımın yazdığını farkettim, düşler aynı olmayabiliyor ama düşünceler ve tasavvurlar aynı olabiliyor. (Tasavvur: göz önüne getirme, canlandırma, Kavramın zihinde oluşan, izdüşümleri ) Örneğin Bu sözcük yerinede daha iyisini bulamadım. Düşünce yeterli olmadı. |
31-12-2007, 10:27 | #53 |
|
Mustafa Bey,
Tasavvur kelimesinin etimolojik açılımını ilk kez,şimdi bu mesajınızı okurken,acaba ?diyerek kendime sordum ve arapça olduğunu bilerek,bilebildiğim kadarıyla ve günlük dilde hepimizin kullandığı yine Arapça : Sura(t) : Sura :Yüz,yüz ifadesi,(surat ise çoğulu) kelimesinden türeyen bir kelime olduğunu ve böylece : Tasavvur : bir olayı,kişiyi,durumu,özellikle yüzünü,sura/tını gözönüne getirme,canlandırma,düşüncelerinde resmetme,görür gibi olma,bildiği ve tanıdığı görünümlerin yardımı ile aynısını,benzerini hayalinde çizme anlamına geldiğini hatırladım. Suret te aynı kökten,bir şeyin görünen,varolan yüzünün,aslının kopyası,benzeri,tekrar görüntüsü anlamındadır. Tasvir : resmetme(özelde birinin yüzünü,suretini/suratını,çizme,resmetme,canlandırma);şiir ve nesirde tasvir:Söz ve sözcüklerle,ifadelerle resim çizmek olarak tanımlanabilir. |
07-08-2008, 10:57 | #54 |
|
kaim zaviyeli br müselleste kaim dılalar murabbaı .kaim zaviye karşısındaki dılanın murabbaına müsavidir. türkçesi dik açılı bir üçgende dik açıya komşu kenarların karesi hipotenüsün karesine eşittir bunu pisagor teoremi olarak biliyoruz istenince oluyor.bir başlanır zamanla en uygun sözcükler bulunur.işe avukat vekaletnamelerinden başlamak lazım.
|
15-03-2019, 09:29 | #55 |
|
Türk Yargı Etiği
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Türk Yargı Etiği Bildirgesi
14.03.2019 tarih ve 30714 sayılı RG'de yayımlandı. http://www.resmigazete.gov.tr/eskile...20190314-4.pdf http://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dos...cb50d28b41.pdf Hâkimler ve savcılar, ... ‘hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn’ insanlardır. Sıfatları hepimiz biliyor olsak da (!) ... hakîm : âlim, bilgin, her şeyi bilen https://www.osmanice.com/osmanlica-9...-ne-demek.html fehîm : zekî, anlayışlı, akıllı [kimse) https://www.osmanice.com/osmanlica-7...-ne-demek.html müstakîm: doğru, düz, dik https://www.osmanice.com/osmanlica-2...-ne-demek.html emîn: kendisine güvenilen https://www.osmanice.com/osmanlica-6...-ne-demek.html mekîn: Yüksek rütbe sâhibi. Vakarlı. Temkinli. Nüfuz ve iktidar sahibi https://www.osmanlicanedemek.com/mekin-65066 metîn: Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan https://www.osmanlicanedemek.com/?s=met%C3%AEn |
16-07-2019, 07:56 | #56 |
|
Kavram
Hukukçu : Hukuku meslek edinen, hukukla uğraşan kimse
Meslektaş : Aynı meslekten olanlardan her biri: http://sozluk.gov.tr/ "Hukukçu meslektaşlar ..." https://www.turkhukuksitesi.com/forumdisplay.php?f=15 |
16-07-2019, 10:42 | #57 |
|
Bu bir düşünce; bu da bir düşünce (S.Demirel).
Bir hukukçu,yeri geldiğinde dilekçe ve sözlü beyanlarında, atasözü ve halk deyimlerinden yararlanır (İ.Zekâi Özdil, Yüksek Yg. 1.Hukuk Dairesi önceki başkanlarından). İmdî; atasözleri ve halk deyimlerini de sade, arı, duru olarak kullanacağız. Nihad Sami Banarlı'nın güzel bir kitabı vardı, adını unuttum. Herkese ihtiram ediyorum. Saygılarımla |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Türk Hukuk Sitesi Hukuk Çalışma Grupları Hakkında Bilgiler | Admin | Hukuk Çalışma Grupları Hakkında | 4 | 14-11-2009 11:41 |
hukuk sosyolojisi açisindan hukuk ve ideoloji | lawyergirl | Hukuk Soruları Arşivi | 5 | 26-12-2006 00:07 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |