Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aldatılan Eş Tarafından Üçüncü Kişiye Karşı Açılan Manevi Tazminat Davası

Yanıt
Old 04-04-2007, 13:03   #31
halit pamuk

 
Varsayılan

Malezya'yı bilmem ama Türkiye'de böyle bir durumda tazminata hükmedilemez.

Çünkü sayın Kayar'ında ifade ettiği üzere haksız fiilin şartları oluşmamıştır.Ortada hukuka veya ahlaka aykırı bir fiil söz konusu değildir.

Evlenme akdinin feshi nedeniyle(boşanma) sözleşme hükümleri uyarınca DA üçüncü kişinin sorumluluğuna gidilemez.Çünkü sözleşme taraflar arasında sonuç doğurur.
Old 15-04-2007, 20:43   #32
doktor2002

 
Varsayılan

metres para ödeyecekmiş? iyi de metres bu aldatma oyununu tek başına mı yapmış? bence burada kadın kadar en az erkekte suçlu çünki evli ise böyle bir ilişkiye başlamadan vicdanı varsa biraz düşünür insan asıl suçlu bu işi iki tarafıda alet eden kişi...iki karpuz bi koltuğa sığmaz ne de olsa.........
Old 25-04-2007, 11:04   #33
bertrand

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Ayşegül Kanat
Evlilik bir "akit"tir. Tarafları bağlar. Üçüncü şahısları cezalandırmak neden? Akti kim bozduysa bedelini ödemelidir diye düşünüyorum. Saygılar

Selam,

Malezya hukuk sisteminde evlilik bir akit olarak değerlendirilmiyor olabilir.

Aldatma durumunda 3. kişiye tazminat ödeme yükümü açısından 3. kişi sadece zarar verme kastıyla aldatılan eşin eşiyle birlikte oluyorsa tazminat ödencesine mahkum edilmesi, aksi durumda tazminat bağı kurulmaması gereğine inanıyorum.

Saygılar.
Old 09-08-2007, 00:09   #34
calikusu_kamuran

 
Varsayılan

Erkek, bin kadınla da olsa suçlu değildir. Suçlu arıyorsanız onun yaratılışında/doğasında arayınız. Aslında konuyu açmak isterdim ama, burası yeri değil. Tek şey söyleyim, erkek bu konuda zorunluluk içindedir. Dur ya belki anlatmak istediğimi iyi bir tasvirle anlatabilirim. Tamam buldum: Kadınlar neden daha çok değişik görüntü kazanmak isterler? Eşine bugün başka yarın başka bir saç rengiyle bile görünmek isterler? Erkek için değişik olanla temas neden gereklidir? Bence erkeklere fazla haksızlık ediliyor, zorunluluk hali olan durumlar da var olabilir hayatta bazen. Eşini çok seviyor olabilir, ya erkeğin erki için değişim şart ise. Kadının var etmesi gereken bir erki yok gibidir ama erkek var etmezse erkek olamaz. Doğrudan anlatsak olmaz ki arkadaş bunu ya. Kısaca farklı mevsimleri yaşamayan erkek bir zaman sonunda sonbaharda tıkanır. Fidanlar ağaca dönmez ki bu yurtta.

Özür dilerim, saygıda kusur olmadı inşallah. Suçlu bizim doğamız.
Old 11-01-2008, 21:14   #35
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Eşler Arasında, Manevi Tazminat Davası Açılabilir Mi?

Merhaba

KAHDEM alanına gelen bir soru vermiş olduğum yanıt konusunda görüşlerinize ihtiyaç duyuyorum.

http://www.turkhukuksitesi.com/showt...740#post145740

Evlilik devam ederken eşlerden biri diğerini aldatırsa,veya manevi tazminata konu olabilecek biçimde kişilik haklarına saldırıda bulunursa,(boşanma davası aşılmadan)genel hükümlere göre manevi tazminat davası açmaya engel varmı dır?

Ben olmadığını düşünüyorum.Cebri İcra yasagının olmadığı bir yasal düzenlemede dava yasağı da yoktur.Tazminata hükmedilebilir.

Görevli mahkemenin de ,konu Aile Hukuku bölümünde düzenlenmemiş olduğundan,genel mahkemeler olabileceğini düşünüyorum.

Ne dersiniz?
Old 11-01-2008, 23:03   #36
HÜLYA ÖZDEMİR

 
Varsayılan

Habibe Hanım soruyu aldatan eş aleyhine dava açılabilir mi olarak sormuş.

Benim cevabım ( eşin aldattığı kişi aleyhine tazminat isteminden yola çıkarak ) biraz dolaylı olacak.


Aldatılan eşin hem aldatan eşine, hem de eşin aldattığı kişiye karşı ( kişilik hakları ve aile değerlerine yapılan haksız saldırı nedeniyle zarar gördüğünden) manevi tazminat davası açma hakkı vardır.



Aşağıda sunduğum (KAHDEM alanındaki soruya verdiğim cevapta da tekrarladığım ) örnek kararda görüldüğü gibi aldatılan eşin, eşinin kendisini aldattığı kişi aleyhine tazminat hakkını doğuran hukuki gerekçeler ( kusur, kişilik haklarına ağır saldırı, zarar ve illiyet bağı gibi ) aldatan eş için de geçerli olup , manevi tazminatı doğuran eylemi birlikte gerçekleştirdiklerinden her ikisinin de ( veya aldatan eşin ) kusurlu davranışının manevi tazminat istemine konu olacağını düşünüyorum.

T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 2004/10434

K. 2005/4506

T. 28.4.2005

• ZİNA NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT ( Dava Dışı Eşi İle Davalı Arasında Bir Yakınlaşma Bulunduğu Anlaşılmasına Göre Davacının Aile Bütünlüğüne Haksız Bir Saldırı Oluşturduğu Benimsenerek Kabulü Gereği )

• EŞİN RIZASIYLA YAPTIĞI ZİNA ( Davalının Davacının Eşinin Rızası İle De Olsa Yapması Halinde Davacının Aile Bütünlüğüne Haksız Bir Saldırı Oluşturduğu Benimsenerek Manevi Tazminat İsteminin Kabulü Gereği )

• AİLE BÜTÜNLÜĞÜNE SALDIRI ( Davalının Davacının Eşinin Rızası İle De Olsa Zina Yapması Halinde Davacının Aile Bütünlüğüne Haksız Bir Saldırı Oluşturduğu Benimsenerek Manevi Tazminat İsteminin Kabulü Gereği )

818/m.49

ÖZET : Ceza mahkemesinin gerekçesinde belirlenen olgular itibariyle, davacının eşinin rızası ile de olsa, davacının eşi ile davalı arasında bir yakınlaşma bulunduğu anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece, bu durumun davacının aile bütünlüğüne haksız bir saldırı oluşturduğu benimsenerek davacı yararına manevi tazminat takdir edilmesi gerektiğinin gözetilmemiş olması usul ve yasaya uygun değildir.
DAVA : Davacı Muzaffer Gelir vekili Avukat Ahmet Canbaz tarafından, davalı Erol Gelir aleyhine 25.2.2003 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem sonucu kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; istemin reddine dair verilen 27.1.2004 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı, dava dışı eşi ile davalının cinsel ilişkiye girerek zina eyleminde bulunduğunu, eşine karşı boşanma davası açtığını, davalı hakkında hazırlık soruşturması başlatıldığını, olay nedeniyle yuvasının dağıldığını, eylemin namusa yönelik yüz kızartıcı suç oluşturduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece; davacının iddia ettiği zina eylemi kabul edilse dahi boşanmaya sebep olan eylemin davacının eski eşinin zina eylemi olduğu, davalının eylemi ile davacının boşanması ve zina nedeni ile namus ve şerefinin ihlali söz konusu olmadığı gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir.
Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Somut olayda, davalı hakkında davacının eşinin ırz ve namusuna tasaddide bulunmak suçundan cezalandırılması istemiyle açılan ceza davası sonunda; davacının eşi ile davalı arasında geçen telefon görüşmelerinin süresinin rahatsızlık boyutunu aşan uzun görüşmeler olduğu, davacının eşi ile davalı arasındaki ilişkinin rızaya dayalı olduğu kanısına varıldığı, davalının cezalandırılmasına yeterli, kesin ve inandırıcı kanıt elde edilemediğinden unsurları itibariyle oluşmayan atılı suçtan davalının beraatine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Ceza mahkemesinin gerekçesinde belirlenen olgular itibariyle, davacının eşinin rızası ile de olsa, davacının eşi ile davalı arasında bir yakınlaşma bulunduğu anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece, bu durumun davacının aile bütünlüğüne haksız bir saldırı oluşturduğu benimsenerek davacı yararına manevi tazminat takdir edilmesi gerektiğinin gözetilmemiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28.04.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 14-01-2008, 23:44   #37
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Habibe Yılmaz Kayar
Bir eylemin haksız fiil olabilmesi için hukuka aykırı olması gerekir.

Forum konusu, BK hükümleri çerçevesinde ele alınmış ve ahlaka aykırılık oluşturup oluşturmayacağı tartışılmış, bir de şu yönüyle ele alınmasını öneriyorum.

Aldatan eşin bu davranışının diğer eşin kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir eylem olduğu yargı kararlarında belirtilmiştir. ( Örneğin YHGK 2006/2-521 e. 2006/517 k. sayılı ve 12.07.2006 tarihli kararı.)

Medeni Kanunun Aile Hukuku- Evlilik Hukuku- Boşanma Bölümünde yeralan MK m.174/2 hükmü özel nitelikte bir düzenlemedir. Ancak bu hüküm olmasaydı dahi, kişilik haklarına saldırılan kişi bu niteleme sebebiyle, MK m.24 koruması altındadır.

Kişilik hakkı zedelenen kişinin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar yada kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır. ( MK.m.24/2 )

Eğer eylemi kişilik haklarına saldırı olarak kabul ediyorsak, bu eylemin diğer katılımcısını sorumluluk dışında bırakmak çelişki oluşturmaz mı ?

Saygılarımla.
Old 15-01-2008, 08:52   #38
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Alıntı:
Eğer eylemi kişilik haklarına saldırı olarak kabul ediyorsak, bu eylemin diğer katılımcısını sorumluluk dışında bırakmak çelişki oluşturmaz mı

Yukarıdaki satırlar dikkate alındığında iki ayrı konunun konuşulması kaçınılmaz oluyor.

1-TMK md.185/Son ile evlenen eşlere "eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar" şeklinde sorumluluk yüklenmiştir.
Aldatma ile tazminat arasındaki ilişkiyi burada bulmak ve bu yükümlülüğe aykırı davranarak aldatan eşi tazminattan sorumlu tutmak mümkün olmaktadır.Üçüncü kişinin sorumluluğuna yukarıdaki düzenleme karşısında gitmek bence mümkün değildir.

Sorumluluğu olduğu varsayılıyorsa bunun dayanağı da gösterilmelidir.

2-Yukarıda belirtilen açıklamalar,evlilik ilişkisi nedeni ile hukuk düzeninin konusu haline gelmektedir.

Sevgilisini aldatan kişi bakımından da aynı sorumluluğa gitmeyi tartışabilecek miyiz?

Oysa bu durumda da aldatılan kişi bakımından, manevi zarar olduğu tartışmasızdır.(Nişanı haksız bozma konusunu ayrık tutuyorum.Nişanın bozulması da bir aile hukuku düzenlemesi diye düşünülmelidir)
Old 15-01-2008, 16:02   #39
HÜLYA ÖZDEMİR

 
Varsayılan

Habibe Hanım'ın ( bir başkası ile evli olmayan ) sevgilinin aldatması açısından sorumluluklarına ilişkin ;

Henüz okuduğum ( Meslektaş sorularına da eklediğim ) Yargıtay kararına ilişkin internet haberini katkı sağlayacağını düşünerek, yorumsuz aşağıya aynen alıntılıyorum.



Nikahsız yaşamak serbest!3 yıl beraber yaşadı. Evlenemedi... Dava açtı, reddedildi...

15.01.2008 13:06

Evlenmeyene tazminat cezası yok

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 20 yaşından itibaren 3 yıl birlikte yaşadığı kişiye, kendisiyle evlenmemesi üzerine dava açan kadının manevi tazminat talebini kabul eden yerel mahkeme kararını bozdu.

Dairenin kararında, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmemesi gerekirken, “yanılgılı değerlendirmeyle istemin kısmen kabul edilmiş olmasının usul ve yasaya uygun görülmediği” vurgulandı. Kararda ‘Reşit kişi olan davacının yasal bir evliliğin nasıl gerçekleşebileceğini bilmemesi düşünülemez. Hiç kimse, kendi kusurunun getirdiği sonuç acı da olsa, ıstırap da verse, katlanmaktan kurtulamaz” denildi.

İzmir’de yaşayan D.S, “evleneceğini düşünerek, 3 yıl ‘karı koca’ ilişkisi yaşadığı ve sonuçta evlenemediği” gerekçesiyle birlikte yaşadığı G.F. aleyhine, “haksız eylem sonucu kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu” iddiasıyla manevi tazminat davası açtı. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, davayı kısmen kabul etti.

Kararın davalı G.F. tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, yerel mahkeme kararını oy birliğiyle bozdu.

Dairenin kararında, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmemesi gerekirken, “yanılgılı değerlendirmeyle istemin kısmen kabul edilmiş olmasının usul ve yasaya uygun görülmediği” vurgulandı.

Kararda, Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının dava yolu ile korunacağının belirtildiği, kişisel hakları zarara uğrayan kimselerin, manevi tazminat isteyebilecekleri hatırlatıldı.

Böyle bir kimseye bir miktar para ödenmesinin, ruhsal acıları kısmen de olsa giderme amacını taşıdığı ifade edilen kararda, “kişisel hakların halele uğraması” sözleriyle kişinin kişiliğe ilişkin haklarının amaçlandığı vurgulandı. Kişisel hakların, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağladığı, bu hakkın, insanın doğumuyla kazanılan ve kişiliğe bağlı olan bir hak olduğu ifade edilen kararda, “Hayat, beden ve ruh tamlığı, vicdan, din, düşünce ve ekonomik çalışma özgürlüğü, şeref, haysiyet ve itibar, ün, ad, sır ve resim hep kişisel varlıklardır. Kişilik haklarının koruduğu bu maddi ve manevi değerlerin zarar görmesi halinde anılan yasa gereğince manevi tazminat istenebilir” denildi.

KENDİ İSTEĞİ İLE KARI-KOCA GİBİ YAŞAMIŞ
Kararda, somut olayda, davalı ile ilişkisinin başladığını ileri sürdüğü 2003 yılında 20 yaşında bulunan davacı D.S’nin, “kendi isteğiyle 3 yıla yakın bir süre davalı ile birliktelik (karı-koca gibi) yaşadığının görüldüğü” kaydedilen kararda, D.S’nin, davalı G.F. tarafından “kandırıldığı, hile veya zorla ırzına geçildiği” konusunda yeterli kanıt bulunmadığı belirtildi.

Dairenin kararında, şöyle denildi: “Ayrıca davacı, manevi tazminat istemini davalının suç sayılan bir eylemine dayandırmamış, bir şikayet veya ceza davasının varlığını da ileri sürmemiştir. Bu itibarla davacının rızası ve değer yargısının gerçekleştirdiği bu olgunun, kişisel değerlere bir saldırı olarak nitelendirilmesine yasal olanak bulunmamaktadır.

Reşit kişi olan davacının yasal bir evliliğin nasıl gerçekleşebileceğini bilmemesi düşünülemez. Hiç kimse, kendi kusurunun getirdiği sonuç acı da olsa, ıstırap da verse, katlanmaktan kurtulamaz. Davacının, kendi eylem ve davranışlarıyla öngörülebilen bir sonucu, tazminata dönüştürmek istemesi, bundan karşı yanı sorumlu tutması, hukuken mümkün değildir. Kişi haklı olduğu ölçüde hukukun himayesindedir. Ortada, sonucu başlangıçta öngörülebilen bir olay, yani sonuçta nikah kıyılmaması olasılığı varken, hayatın olağan yaşantısı ve akışı içinde bunu iyi bildiği kabul edilen davacıya tazminat isteme hakkı tanınamaz.”

Yerel mahkeme ilk kararında direnir ve bu karar da temyiz edilirse dosya Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gelecek.

KAYNAK : HABERTÜRK
Old 15-01-2008, 19:18   #40
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Öncelikle çalışma grubunun üyesi olmadığım halde mesajımı yayınlamak inceliğini gösteren Çalışma grubu yöneticisine, sonra cevaplamak nezaketinde bulunan Sayın Av.Habibe Yılmaz Kayar'a teşekkür ederim. Umarım ikinci yazım dolayısıyla sabırları zorlamıyorumdur.

Ancak, TMK m.185/son hükmünün ve eşini değil, sevgilisini aldatan kişinin hukuki durumu açılımının forum konusunu cevaplamayacağını düşünüyorum.

TMK m.185/son uyarınca, eşin sadakat yükümlülüğü bulunduğunu anlıyor ve kabul ediyorum. Bu noktada herhangi bir tereddüt bulunmamalıdır. Ancak, eşler arasında sadakat yükümlülüğüne aykırılık sözkonusu olması halinde yaptırımı düzenleyen, bir başka deyimle aldatma ile tazminat arasındaki ilişkiyi kuran madde, TMK m.174/2 dir.

Bu madde uyarınca, boşanmaya sebeb olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, diğer taraftan manevi tazminat talep edebilir.

Maddeye göre, konumuzla ilgili 2 unsur şarttır. Birincisi, boşanma gerçekleşmeli, ikincisi boşanmaya sebebiyet veren olaylar dolayısıyla bir tarafın kişilik haklarına saldırıda bulunulmuş olmalıdır.

Boşanmanın gerçekleşmesi şartı, değinilen evli olmayan kişilerin birbirlerinden tazminat isteyip isteyemeyeceği konusuna da bir cevaptır. TMK tarafından koruma altına alınan nişan ve evliliktir.

Diğer şart olan, kişilik haklarına saldırı konusunda ise tereddüt olmasa gerektir. Yargıtay kararlarında konu sadece bir edimin yada bir yükümün yerine getirilmemesi olarak değil, aynı zamanda kişilik haklarına saldırı sonucunu doğuran bir eylem olarak tarif edilmektedir.

Ancak bu eylem ( sadakatsizlik ) kişilik haklarına saldırı değildir diye değerlendiriliyorsa, bu değerlendirmeye katılmamakla birlikte, bu tespitten kaynaklanabilecek hukuki sonuçları anlayabilirim. Eğer bu eylem kişilik haklarına saldırı ise, bu şekilde tarif ediliyorsa, bu eylemin diğer katılımcısının da genel hükümlere göre sorumluluğuna gidilmesi doğal sonuçtur. ( genel hükümlerden TMK m.24 ve devamını kastediyorum. )

Saygılarımla.
Old 17-01-2008, 00:27   #41
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Evli kişiyle ,evlilik dışı ilişki kurduğu kişinin eylemini tanımlamamız gerekiyor.

1-Bu eylem ,hukuka aykırı mıdır?Neden?

2-Korunan hukuki değer nedir?

3-Eylem tazminat sorumluluğu gerektirir diye düşünülür ise ,Yargıtayın yayınlanan kararında olduğu gibi aile bütünlüğüne mi,yoksa diğer eşin kişilik haklarına saldırı mı olarak değerlendirmek gerekir?

4-Eylem birliği yapılan kişiye karşı sorumluluk düşünülemeyeceği varsayılırsa,eylem dışı kişiye sorumluluk yöneltmek nasıl değerlendirilecektir?

3-Evli kişinin diğer ilişkileri (aile,iş ve diğer sosyal çevre)nedeni ile eşi zarar görür veya aile bütünlüğü zedelenir ise )aynı biçimde bir sorumluluk olacak mıdır?

Devam edelim..
Old 17-01-2008, 10:19   #42
Gemici

 
Varsayılan

Olayı bir de temel hak ve hürriyetler yönünden değerlendirmek gerekir düşüncesindeyim. Kişilerin kendi kendilerini(kişiliklerini) geliştirmeleri ve bu konuda herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın karar vermesi ve verdiği karar yönünde hareket etmesi, temel hak ve hürriyetleri ilgilendiren bir konu mudur?

Eğer kişilere seksüel kişiliklerini geliştirme (olayın içine eşcinsellik te girer) temel hak ve özgürlüğünü tanırsak, tanıdığımız bu hak ve özgürlük anayasa tarafından korunan ‘aile’ kavramı ile ne ölçüde bağdaşır? İkisi arasında bir tercihte bulunmak gerektiğinde hangisi daha önceliklidir.

Bu konuya bir açıklık getirdiğimizde aldatılanın aldatandan tazminat talep edip edemiyeceği konusuna bir açıklık getirmiş oluruz.

Aile daha önceliklidir dediğimizde, kişilik haklarını ortadan kaldırmıyor muyuz?

Saygılarımla
Old 17-01-2008, 18:11   #43
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2006/2-521
Karar: 2006/517
Karar Tarihi: 12.07.2006

ÖZET: Bütün gününü özürlü çocuğuna ayıran, yaşamını ona adayan bir annenin, eşinden ilgi beklemesi ve kendisine yardım etmesini düşünmesi kadar doğal bir gereksinim olamaz. Fakat davalı kadın bu ilgiyi göremediği gibi, bir de eşinin ihaneti ile karşılaşmış, bu nedenle bunalımlı bir zamanında şahidin söylediği sözleri de söylemiş olabilir. Tepki ile söylenen sözler nedeniyle kadını eşit kusurlu saymak mümkün değildir. Boşanmayla davalı kadın, on yıllık evlilikten sonra özürlü müşterek çocukla yalnız kalmış, davacı eşinin desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi dikkate alınarak davacı yararına uygun bir miktarda maddi tazminata hükmedilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Diğer taraftan, davacının kusurlu hareketleri sonucu, davalının kişilik haklarına ağır bir saldırıda bulunulduğu duraksamadan uzaktır. Bu itibarla mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralı dikkate alınarak davalı yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.

(4721 S. K. m. 4, 174, 186) (818 S. K. m. 42, 44)

Dava: Taraflar arasındaki <boşanma> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal 3. Asliye Mahkemesi'nce boşanma davasının kabulüne, davalının maddi ve manevi tazminat talebinin reddine dair verilen 06.10.2004 gün ve 2003/26 - 2004/898 E. - K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 15.03.2005 gün ve 515-4018 sayılı ilamı ile,

( ...1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle boşanmaya neden olan olaylarda başka kadınla yaşayan kocanın daha ziyade kusurlu bulunmasına göre davalı kadının aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2- Türk Medeni Kanunu'nun 174/1. maddesi mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini, 186. maddesi, evi birlikte seçeceklerini, birliğin giderlerine güçleri oranlarında emek ve mal varlıkları ile katılacaklarını öngörmüştür. Toplanan delillerden boşanmaya sebep olan olaylarda maddi tazminat isteyen eşin diğerinden daha ziyade kusurlu olmadığı anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi ( MK. md. 4, BK. md. 42 ve 44 ) dikkate alınarak kadın yararına uygun miktarda maddi tazminat verilmelidir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.

3- Türk Medeni Kanunu'nun 174/2. maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen kadının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları ( TMK. 4 BK. 42, 43, 44, 49 ) dikkate alınarak kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava; boşanma, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı C., davalı ile on yıllık evliliklerinden bir tane müşterek çocukları bulunduğunu, evliliğin son üç yılında davalının kendisine karşı olan güvensizliği, hakaretleri ve küçük düşürücü sözleri ile müşterek hayatı çekilmez hale getirdiğini ve tüm bunların, özürlü olan müşterek çocuğu olumsuz etkilediğini ileri sürerek, davalı ile boşanmalarına ve müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı H. vekili; müvekkilinin, evliliğin ilk günlerinden beri evlilik birliğinin yüklediği tüm sorumlulukları yerine getirdiğini, müşterek çocuğun özürlü olması nedeniyle işinden ayrılarak eşi ve çocuğuna fevkalade ilgi ve bakım göstermek zorunda kaldığını, buna karşın davacının son zamanlarda evini ihmal ederek müvekkilini başka bir kadınla aldattığını, nihayet hiçbir gerekçe göstermeden annesinin yanına taşındığını, dolayısıyla kusurlu bulunan davacının dava açmaya hakkı olmadığını savunarak, öncelikle davanın reddine; boşanmaya hükmedildiği takdirde müşterek çocuğun velayetinin davacıya verilmesine, 20.000.000.000.-TL maddi ve 10.000.000.000.TL manevi tazminat ile tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmesini cevaben bildirmiş; birleşen davada ise, davacının müvekkilinden aldığı para ile satın aldığı araba bedeli 7.575.806.000.TL'nin davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemenin, <davalının, davacı kocaya hakaret teşkil eden ağır sözler sarf ettiği, davacının da başka kadınlarla birlikte olduğunun tanık beyanlarından anlaşıldığı, bu itibarla evlilik birliğinin temelinden sarsılmasındaki hadiselerde tarafların eşit kusurlu sayılması gerektiği> gerekçesiyle <tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verilmesine, davalı ve müşterek çocuk yararına nafaka takdirine, davalının tazminat taleplerinin reddine, birleşen davada sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak istemi yönünden mahkemenin görevsizliğine> dair verdiği karar, özel dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece <davalı kadının kendisini aldatan davacı kocasına, tartışmalar sırasında, < ..., ..., ..., ...> sözleriyle hakaret ettiği, davacının sadakatsiz olmasının, kadına saldın teşkil eden sözler sarf etme hakkını vermediği, bu nedenle de olayda taraflar eşit kusurlu kabul edilmekle davalı yararına maddi ve manevi tazminat koşullarının oluşmadığının anlaşıldığı> gerekçesiyle, davalının maddi ve manevi tazminat talebinin reddine dair önceki kararda direnilmiştir.

Özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda davalı kadının eşit kusurlu olup olmadığı, bu bağlamda davalı kadın yararına maddi ve manevi tazminat takdirinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacının, evlilik birliği içerisinde başka kadınlarla birlikte olduğu, sadakatsiz davranışlar içerisinde bulunduğu, düzenli ve iyi bir gelire sahip olmasına karşın, özürlü müşterek çocuk ve evin ihtiyaçları ile ilgilenmediği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar davacı tanıklarından Ü., davalının davacıya sinirlendiğinde < ... , ...> sözleriyle hakaret ettiğini; tanık Z. ise davalı kadının, kayınvalidesine tartışma sırasında <oğlun ... , ...> sözlerini sarf ettiğini ifade etmiş iseler de; tanık beyanlarının yer ve zaman mefhumlarını içermemesi; tanıklardan Z'nin, tartışma sırasında davalı kadını görmediği ve hiç tanımadığını beyan etmiş olması karşısında, bu beyanların inandırıcı olmaktan uzak izah ve açıklamalardan ibaret bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Türk Medeni Kanunu' nun 174. maddesinin 1. fıkrasında, mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceği belirtilmiş; 2. fıkrasında ise, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olan taraftan manevi tazminat isteyebileceği öngörülmüştür.

Az yukarıda açıklanan sebeplerle ve olayına özgü nedenlerle; bütün gününü özürlü çocuğuna ayıran, yaşamını ona adayan bir annenin, eşinden ilgi beklemesi ve kendisine yardım etmesini düşünmesi kadar doğal bir gereksinim olamaz. Fakat davalı kadın bu ilgiyi göremediği gibi, bir de eşinin ihaneti ile karşılaşmış, bu nedenle bunalımlı bir zamanında şahidin söylediği sözleri de söylemiş olabilir. Tepki ile söylenen sözler nedeniyle kadını eşit kusurlu saymak mümkün değildir. Boşanmayla davalı kadın, on yıllık evlilikten sonra özürlü müşterek çocukla yalnız kalmış, davacı eşinin desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi dikkate alınarak davacı yararına uygun bir miktarda maddi tazminata hükmedilmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Diğer taraftan, davacının kusurlu hareketleri sonucu, davalının kişilik haklarına ağır bir saldırıda bulunulduğu duraksamadan uzaktır. Bu itibarla mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralı dikkate alınarak davalı yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyularak, davalı kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 12.07.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.(¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 26-04-2009, 00:36   #44
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
4.Hukuk Dairesi

Esas: 2008/13455
Karar: 2009/1921
Karar Tarihi: 10.02.2009

ÖZET: Dava dilekçesinde davalıların evlilik dışı birlikteliğinin resmi nikahlı eş olan davacının kişilik değerlerine zarar verdiği iddiası ile manevi tazminat istenilmiştir. Davalılar arasında uzun süredir devam ettiği anlaşılan evlilik birlikteliğinin resmi nikahlı eş olan davacının sosyal kişilik değerlerine zarar verir. Her iki davalı hakkında da uyuşmazlığın bu kapsamda değerlendirilerek karar verilmesi gerekir.

(4787 S. K. m. 4) (818 S. K. m. 41, 49)

Dava: Davacı Ş.C. vekili Avukat H.K.'dan, davalı G.G. vd. aleyhine 28.02.2006 gününde verilen dibekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; mahkemece davanın reddine dair verilen 29.05.2008 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi dava vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 10.02.2009 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine taraflardan kimsenin gelmediği görüldü, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Dava, davalı eş M.C. ile davalının evlilik dışı birlikte yaşama eylemi nedeniyle manevi tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece davalı eş ile ilgili davada aile mahkemesinin görevli olduğuna, diğer davalı hakkında ise davanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’un 4. maddesine, göre; Aile mahkemeleri 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile 3.12.2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’a göre aile hukukundan doğan dava ve işlere bakmakla görevlidir. Dava konusu olay ise, anılan yasalar kapsamındaki bir uyuşmazlık olmayıp, davalı eşin haksız eylem niteliğinde davranışından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, davalı eşin BK’nun 41 ve 49. maddesi kapsamındaki haksız eylemi nedeniyle açılan davaya genel hükümler uyarınca asliye hukuk mahkemesinde bakılmalıdır. O halde mahkemece her iki davalı hakkında da işin esasının incelenmesi gerekir. Yerel mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan olayın özelliklerine uymayan biçimde davalı eş hakkında yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmiş olması bozma nedenidir.

Diğer taraftan; dava dilekçesinde davalıların evlilik dışı birlikteliğinin resmi nikahlı eş olan davacının kişilik değerlerine zarar verdiği iddiası ile manevi tazminat istenilmiştir. Dava dilekçesinde davalılar arasındaki bu birlikteliğin akraba-arkadaş ziyaretleri ile tarafların yakın çevrelerine kabul ettirme amaçlı davranışlarından söz edilmiş olması davanın sadece bu ziyaret olayına dayanılarak açıldığının kabulünü gerektirmez. Davalılar arasında uzun süredir devam ettiği anlaşılan evlilik birlikteliğinin resmi nikahlı eş olan davacının sosyal kişilik değerlerine zarar verir. O halde her iki davalı hakkında da uyuşmazlığın bu kapsamda değerlendirilerek karar verilmesi gerekir. Yerel mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 10.02.2009 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

(KAYNAK Av. Çiğdem ARMUTLU)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 03-09-2009, 09:18   #45
av_evrim

 
Varsayılan

Konunun duygusal değil, hukuki açıdan ele alınmasından yanayım. Burada üçüncü kişinin tazminat ödemesine yol açan fiil, bu kişinin bir evlilik ilişkisine son verilmesini değil, aldatılan eşin sosyal kişilik haklarına bilerek zarar verilmesini kapsamaktadır. Dolayısıyla üçüncü kişinin evlilik birliğinin tarafı olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Buradaki hukuki durum, bir kişinin başka bir kişinin sosyal statüsüne verdiği bilinçli zararın tazmininden ibarettir. Manevi tazminat, bir ceza olmayıp, kişinin kusurlu eylemi sonucu yarattığı zararın parasal biçimde ödettirilmesidir. Dolayısıyla burada bir cezalandırmadan bahsetmek de hukuki değildir. Kişi evlilik birliğinin tarafı sıfatı ile değil, başka bir kişinin kişilik haklarına zarar veren sıfatı ile sorumludur. Bu itibarla, Borçlar Kanununun haksız fiil hükümlerine göre tazminat ödenmesine karar verilmesi kanımca yerindedir.
Old 04-06-2010, 12:35   #46
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

YORUMSUZ...
____________


Birlikte olduğu erkeğin eşine tazminat ödeyecek


İZMİR'de A.S. adlı kadının, eşiyle cinsel ilişkiye giren kadına karşı açtığı davada son noktayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu koydu. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, evli erkekle birlikte olan kadının, mağdur olan kadına tazminat ödenmesi yönünde karar verdi. Yerel mahkemede tekrar görülecek davada mağdur olan A.S.'ye ne kadar tazminat ödeneceğine karar verilecek.

A.S., 5 yıl önce intihar eden eşi pilot binbaşı Murat S. ile ilişkiye girip ‘kişilik haklarına zarar verdiği’ iddiasıyla T.A.'ya 10 bin liralık manevi tazminat davası açtı. Yerel mahkeme davayı reddetti. Temyize başvuran A.S.'nin talebini yerinde gören Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi, T.A.'nın, evli olduğunu bilmesine rağmen davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğini, bu nedenle tazminat ödemeye mahkum edilmesi gerektiğini belirtip kararı bozdu.

Yeniden görülen davada yerel mahkeme eski kararında direndi. Bunun üzerine A.S., davayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na taşıdı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, evli erkekler ile bu tür ilişki yaşayan kadınların tazminat ödemesine karar verip, son noktayı koydu, mağdur olan evli kadınların tazminat almasının yolunu açtı.

AHLAKA AYKIRI DAVRANDI

A.S. mahkemeye verdiği dava dilekçesinde, 1990 yılında evlendiği eşi pilot binbaşı Murat S. ile evliliğini mutlu bir şekilde 10 yıl sürdürdüğünü; ancak kocasının 2000 yılında İzmir'deki Kara kuvvetleri Komutanlığına bağlı Kara Havacılık Alayı'na atanmasıyla aralarının bozulduğunu belirtti. A.S., eşinin İzmir'de göreve başladıktan sonra, internette bir sohbet grubu oluşturduğunu, bu sitede davalı T.A. ile tanıştıklarını anlatarak şöyle devam etti:
“Bu tanışma daha sonra aşka dönüştü, 1.5 yıla yakın bu beraberlikleri devam etti. Eşim 2006 yılında trajik bir şekilde intihar edene dek bu durum sürdü. İkisi de bu zamana kadar, çok yoğun ve çalkantılı bir şekilde aşk yaşadılar. T.A., eşimle evli olduğumu bilerek bu ilişkiye başladı. Kendisine bağlamak amacı ile hamile olduğu konusunda yalan söyledi. Eşimin tıbben çocuk sahibi olması mümkün değil, bu konuda da raporları var. Ancak davalı 5 Nisan 2006'da hamile olduğunu gösteren raporu verdikten sonra eşim evi terk edip gitti. T.A., bu oyunuyla tüm emellerine ulaşmış oldu. Eşimin evi terk etmesi beni derin bir sarsıntıya ve ruhsal çöküntüye sürükledi. İntihara bile teşebbüs ettim. Depresyon teşhisiyle tedavi görmeye başladım. Eşim hatasını anlayıp eve geri döndü. Beni terk etmesinin vicdan azabı ve ruhsal bunalımı sonucu, zehir içip kollarımda öldü. Bana bu acıları yaşatan T.A., eşimle mutlu olduğumu bile bile bu oyunu oynamıştır. Ahlaka aykırı davranan davalı, kişilik haklarıma ve manevi varlığıma, aile bütünlüğüme ağır saldırıda bulunmuştur. Acılarımın biraz olsun hafiflemesi için 10 bin lira manevi tazminat ödenmesini istiyorum.”

KÜRTAJLA BEBEĞİ ALDIRDI

Davalı T.A'nın avukatı ise mahkemeye verdiği cevap dilekçesinde, müvekilinin olayda bir suçunun olmadığını belirtip, davanın reddini talep etti. Avukat, “Müvekkilim ölüm olayının ardından çocuğunun babasız büyümesini istemediği için kürtajla bebeği aldırmıştır. Murat S.'nin annesi de ifadelerinde oğlunun müvekkilim ile mutlu olduğunu, doğacak olan çocuğun ismini bile koyduklarını söylemiştir. Bu nedenle haksız ve yersiz davanın reddine karar verilsin” dedi.

YEREL MAHKEME REDDETTİ

Davaya bakan İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi, A.S.'nin eşinin davalı ile duygusal ve fiziksel ilişki kurarak zaman zaman bir araya geldiğini, davacının manevi zarara uğramasının, davalının eylemi ile bir ilgisinin olmadığını, bir zarar söz konusu ise bu zararın evlilik birliğine aykırı davranan kocası tarafından gerçekleştiğini belirtip, tazminat talebini yerinde olmadığına, bu nedenle davanın reddine karar verdi. Yerel mahkemenin ret kararı üzerine A.S.'nin avukatı kararın temyizi için Yargıtay'a başvurdu.

YARGITAY KARARI BOZDU

Dosyayı inceleyen Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi, davalı T.A.'nın olayda kusurlu olduğunu, bu nedenle davacının zarara uğradığını belirtip, yerel mahkemenin kararını bozdu. Bozma kararında, şöyle denildi:
“Türk Medeni Kanunu'nun 185'inci maddesinde yer alan ‘Evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar’ biçimindeki düzenleme gereğince, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme, evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur. Davalı, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek, duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğine göre, Borçlar Kanunu'nun 49'uncu maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulmalıdır. Yerel mahkemece, açıklanan olgular gözetilerek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulması gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmektedir. Bu nedenle yerel mahkemenin verdiği karar oy çokluğu ile bozulmuştur.”

Bozma kararı ardından yeniden görülen davada yerel mahekeme eski kararında direndi. Mağdur A.S.'nin avukatı yerel mahkemenin direnme kararına karşı, bu kez dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na götürdü. Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi'nin verdiği kararın doğru olduğunu belirtip, noktayı koydu. Bu kararın ardından evli erkeklerle aşk yaşayan kadınların da tazminat ödemesi içtihatı da hukuka girdi.

Yerel mahkemede önümüzdeki günlerde tekrar görülecek davada mağdur A.S.'ye ne kadar tazminat ödeneceği karara bağlanacak. Bu kararın ardından, artık evli kadınların, kocalarıyla birlikte olan kadınlara karşı tazminat davası açma yolu açılmış olacak.

ERKEK İÇİN DE AYNI KARAR VERİLMİŞTİ

Yargıtay geçen ay verdiği kararla evli kadınla ilişki giren, bu ilişkiden olan çocukları kadının resmi nikahlı eşinin nüfusuna kaydettiren kişinin, kadının resmi nikahlı eşine manevi tazminat ödemesine karar vermişti. Edirne Keşan'da yaşayan Mustafa A., resmi nikahlı eşiyle uzun süre ilişki yaşayan Salim E.'nin bu ilişkiden olan iki çocuğunun kendi çocuğuymuş gibi nüfusuna kaydedildiğini, eşi hakkında açtığı boşanma davasında Adli Tıp Kurumu'ndan alınan raporda bu çocukların kendisinden olmadığının belirlendiğini belirterek, yaşadığı tüm olaylar nedeniyle psikolojisinin bozulduğu iddiasıyla Salim E. aleyhine manevi tazminat davası açtı. Keşan 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesi, talebi reddetti. Temyiz üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını oy birliğiyle bozdu, kişilik haklarına saldırı niteliğindeki olay nedeniyle davacıya tazminat ödenmesine hükmetti.

Yargıtay'ın bozma kararının ardından, dava Keşan 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesi'nde tekrar görüşülecek. Yerel mahkeme, ilk kararında direnirse ve bu karar da temyiz edilirse, dosya bu kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda karara bağlanacak.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/14921674.asp?gid=373


________
TALEP:

Alıntı:
Ahlaka aykırı davranan davalı, kişilik haklarıma ve manevi varlığıma, aile bütünlüğüme ağır saldırıda bulunmuştur. Acılarımın biraz olsun hafiflemesi için 10 bin lira manevi tazminat ödenmesini istiyorum.”



Alıntı:
Türk Medeni Kanunu 24. madde; "Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir."

Ahlaka aykırılığa hukukun izin vermediği durumlar mevcuttur. Bazıları şunlardır:




Alıntı:
II - BUTLAN
MADDE 20. Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlâka (âdaba) mugayir olursa o akit bâtıldır.

Alıntı:
MADDE 65 - Haksız yahut ahlâka (âdaba) mugayir bir maksat istihsali için verilen bir şeyi istirdada mahal yoktur.

Alıntı:
Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir. Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh: 193-194; Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh: 73 ).” ( HGK 13.10.2004 t., 2004/10-528 E., 2004/533 K

Alıntı:

MADDE 7 - Aşağıda yazılı işaretler marka olarak tescil edilemez:

k) Kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı markalar.


Alıntı:

RET SEBEPLERİ
MADDE 45 - Mahkeme:

b) Hakem kararı genel ahlaka veya kamu düzenine aykırı ise,

Yabancı hakem kararının tenfizi istemini reddeder.

Old 21-08-2010, 16:31   #47
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/4-129
K. 2010/173
T. 24.3.2010
• ALDATAN EŞİN SEVGİLİSİNİN RESMİ NİKAHLI EŞE MANEVİ TAZMİNAT ÖDEMESİ ( Davalının Dava Dışı Eşin Evli Olduğunu Bildiği Halde Duygusal ve Cinsel İlişki Kurduğu/Diğer Eşin Sosyal Kişilik Değerlerine Saldırı Olduğu - Aldatan Eşin Ölmesinin Sonucu Değiştirmeyeceği/Haksız Fiil Hükümleri Kapsamında Manevi Tazminata Hükmedileceği )
• MANEVİ TAZMİNAT ( Davalının Dava Dışı Eş İle Eşin Evli Olduğunu Bildiği Halde Duygusal ve Cinsel İlişki Kurduğu - Haksız Fiil Hükümleri Kapsamında Tazminata Hükmedileceği )
• HAKSIZ FİİL ( Davalının Dava Dışı Eş İle Eşin Evli Olduğunu Bildiği Halde Duygusal ve Cinsel İlişki Kurduğu/Diğer Eşin Sosyal Kişilik Değerlerine Saldırı Olduğu - Haksız Fiil Hükümleri Kapsamında Tazminata Hükmedileceği )
• EVLİ OLDUĞU BİLİNEN KİŞİYLE DUYGUSAL VE CİNSEL İLİŞKİYE GİRMEK ( Diğer Eşin Sosyal Kişilik Değerlerine Saldırı Olduğu - Davalının Haksız Fiil Hükümleri Kapsamında Manevi Tazminata Mahkum Edileceği )
• SOSYAL KİŞİLİK DEĞERLERİNE SALDIRI ( Davalının Dava Dışı Eş İle Eşin Evli Olduğunu Bildiği Halde Duygusal ve Cinsel İlişki Kurduğu/Diğer Eşin Sosyal Kişilik Değerlerine Saldırı Teşkil Ettiği - Davalının Haksız Fiil Hükümleri Kapsamında Manevi Tazminata Mahkum Edileceği )
818/m. 47

ÖZET : Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının, bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı ve hukuki sorumluluğunu gerektirip gerektirmediği, noktalarında toplanmaktadır. Evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.

Davalının davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen "haksız fiil"den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır. Sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi, teselsül ilişkinde bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını ortadan kaldırmaz. Mahkemece davalının açıklanan sekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek, bundan kaynaklanan zararın kapsamı belirlenmeli ve varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 28.04.2008 gün ve 2006/386 E.-2008/161 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 09.04.2009 gün ve 2009/10692 E.-5303 K. sayılı ilamı ile;

( ... Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat isteminde ilişkindir.

Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde eşi ile gönül ilişkisine girdiğini, davalının bu eyleminin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu iddia ederek manevi tazminat istemiştir.

Davalı ise, davacının eşinden hamile kaldığını, bu ilişkiyi bilen davacının bu durumu kabullendiğini davacının ileri sürdüğü zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunmadığını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Yerel mahkemece, davacının eşi ile davalının duygusal ve fiziksel ilişkiye girdikleri; ancak, davacının manevi zarara uğramasının davalının eylemi ile bir ilgisinin olmadığı, bir zarar var ise bu zararın evlilik birliğine aykırı davranan davacının eşi tarafından gerçekleştiği gerekçesiyle dava reddedilmiş; karar davacı tarafından temyiz olunmuştur.

Davalının davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulündedir. Sorun bu durumun davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı ve saldırı oluşturuyorsa bundan davalının sorumlu olup olmayacağı konularında toplanmaktadır.

Türk Medeni Kanunu'nun 185.maddesinde yer alan "evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar." biçimindeki düzenleme gereğince, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.

Somut olayda davalı, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğine göre Borçlar Kanunu'nun 49. maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulmalıdır. Yerel mahkemece, açıklanan olgular gözetilerek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulması gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir... ),

Gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı, davalının kendisinin eşiyle, onun evli olduğunu bildiği halde, duygusal ve cinsel ilişkiye girmek suretiyle gerçekleşen haksız eylemi ile kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla eldeki davayı açmıştır.

Davalı, davacının eşiyle duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğini, bu ilişkiden bir de çocuğunun olduğunu kabul etmekle birlikte; bu hususu davacının bilmesine karşın ses çıkarmadığını, tazminat isteme koşullarının olmadığını, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, dava reddedilmiş; özel dairenin yukarıda başlık bölümüne aynen alınan ilamıyla kararın bozulması üzerine de önceki kararda direnilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının, bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı ve hukuki sorumluluğunu gerektirip gerektirmediği, noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, hukukumuzda yer alan sorumluluk kaynaklarının ve buna bağlı olarak da taraflar arasındaki hukuki bağın niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

818 sayılı Borçlar Kanunu'nda, "Borçların Teşekkülü" başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar ( md.1-40 ) ile haksız fiilden doğan borçlar ( md.41-60 ) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız ( sebepsiz ) İktisaba ( md.61-66 ) yer verilmiştir.

Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne dehukuka aykırı bir eyleme dayanmayan; kanundan doğan borçlar bulunmaktadır.

Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.

Sözleşme, tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması gerekir.

Borçlar Kanunu'nda, sorumluluğun diğer bir genel kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.

Kanundan doğan borçlarda da, borç kaynağını kanundan almakta ve sorumluluk buna göre belirlenmektedir.

Borçlar Kanunu'nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.

Haksız fiilden söz edilebilmesi için, şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur. Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı; bu fiili işleyenin kusurlu olmalı; kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile, hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez.

Eldeki dava, açıklanan bu sorumluluk kaynaklarından haksız eyleme dayalıdır.

818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41.maddesinde "Mesuliyet Şartı" başlığı altında;

"Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.

Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur."

Hükmü yer almakta;

Aynı Kanunun "Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması" başlıklı 49.maddesinde ise;

"Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.

Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.

Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir."

Düzenlemesine yer verilmektedir.

Yine aynı Kanunun "Müteselsil Mesuliyet"e ilişkin hükümlerinden, "Haksız Fiil Halinde" başlıklı 50.maddesinde de:

"Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şümulünün derecesini tayin eyler.

Yataklık eden kimse, vaki olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz."

Şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 185.maddesinde;

"...evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."

Denilmektedir.

Görüldüğü üzere, haksız eylem nedeniyle sorumluluk hallerinden birisi ahlaka aykırı; bir fiil ile bilerek başka bir kimsenin zarara uğramasına neden olmaktır.

Yine, müteselsil sorumluluğa ilişkin düzenlemeler ile haksız eylemi birlikte gerçekleştirenler birbirinden ayırt edilmeksizin, zarar görene karşı müteselsilen sorumlu olurlar.

Öte yandan, evlilik birliğinde eşlerin zorunlulukları yasal düzenleme altına alınmış ve sadakat borcu da bunlar arasında sayılmıştır.

Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay irdelendiğinde:

Davacı, eşiyle 1990 yılında aşk evliliği yaptıklarını ve uzun süre hiçbir sorun yaşamadan evlilik birliğini sürdürdüklerini, 15 yıl mutlulukla süren evliliğinin eşinin interrette sohbet yoluyla; davalı ile tanışıp, onunla ilişkiye girmesinin ardından sarsıldığını, eşi ile ilişkiye giren davalının bunu evli olduğunu bilerek gerçekleştirdiğini, çocuklarının olmamasını da fırsat bilerek eşini ondan çocuk sahibi olduğuna inandırdığını, bu yolla evinden koparıp kendisiyle yaşamasını sağladığını, ancak eşinin davalı ile birlikteliği sırasında çok çalkantılı bir dönem yaşayıp sonuçta bu yükü kaldıramayarak intihar ettiğini, kendisinin tüm bu olaylar nedeniyle derin sarsıntıya ve ruhsal çöküntüye uğradığını, eşini gerçekten çok sevdiğini ve bu şekilde önce ayrılık ardından ölüm acısı yaşamayı kaldıramadığını, tüm bunların sebebinin ahlaka aykırı davranışı nedeniyle davalı olduğunu, davalının eylemenin kişilik haklarına, manevi varlığına ve aile bütünlüğüne ağır saldırı teşkil ettiğini, ifadeyle eldeki davayı açarak; manevi tazminat istemiştir.

Davalının, davacının eşiyle evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği, ondan çocuk sahibi olduğu yönünde açık kabulü bulunmakta; savunma olarak, davacının da bildiği bu davranışının onun kişilik haklarına saldırı teşkil etmediğini getirmektedir.

Hemen belirtmekte yarar vardır ki, gerek Anayasamızda, gerek Medeni Kanunu'muzda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ve aileyi koruyan hükümlere yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil toplum için de önemlidir ve hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir. Bu nedenledir ki, ailenin korunmasına yönelik düzenlemeler sadece aileyi değil, tüm toplumu ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının birbirlerine karşı yükümlülüklerinin ihlali çoğu zaman toplum düzenini de etkilemekte, yasalar nezdinde koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.

Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup erkekle, evli olduğunu bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin, hatta ondan çocuk sahibi olmanın aile kurumuna ve onun mensubu olan kişilere vereceği zarar kaçınılmazdır ve davalının bunu öngörmemiş olması düşünülemez.

Bu nedenledir ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla da koruma altına alınmak istenmiştir. Bu tür eylemlerin, daha sonraki yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması, bu eylemin ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine engel teşkil etmemektedir.

Diğer taraftan, eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler. Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı kadın da, evli olduğunu bilerek davacının eşiyle gayrıresmi ilişkiye girmek ve ondan çocuk sahibi olmak suretiyle, gerek yasalarca gerek örf ve adet hukukunca korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Bu davranış da açıkça haksız eylem niteliğindedir.

Eş söyleyişle, esasen dava dışı eşin, evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümü bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla ilişkiye giren davalı kadının da dava dışı kocanın sadakatsizlik eylemine katıldığında ve her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.

O halde olayda, Borçlar Kanunu'nun 50. maddesinde düzenlenen birden fazla şahsın; müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer bir deyimle, tam teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan, davacının eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Müteselsilen sorumluluğun bulunduğu durumda da davacı, alacağını sorumluların tamamından isteyebileceği gibi bunlardan biri veya birkaçından da isteyebilir. ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.11.2003 gün ve 2003/9-685 E.-690 K. sayılı Kararı ). Bunlardan birisinin ölmüş olması diğerini sorumluluktan kurtarmaz. Zarar gören dilerse davasını bu kişiye yöneltebilir.

Şu durumda; sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi, teselsül ilişkinde bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını ortadan kaldırmaz.

Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.

Sonuç itibariyle, davalının davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen "haksız fiil"den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır.

Hal böyle olunca, mahkemece davalının açıklanan sekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek, bundan kaynaklanan zararın kapsamı belirlenmeli ve varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmelidir.

Yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve maddi olguya ilişkin açıklamalar ve aynı hususlara işaret eden Özel Daire kararı dikkate alınmadan, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.03.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Old 26-05-2012, 18:21   #48
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Malezyada verilen kararın benzeri Yargıtayımız tarafından eski tarihlerden itibaren verilmektedir. Link vermeyi bilmediğim için konu başlığını yazayım : orada yazılan içtihatlar 1960 lı yıllardan beridir evli erkekle ilişkiye giren kadınların erkeğin karısına tazminat ödemeğe mahkum edilmesi gerektiğine dairdir.:

İmam nikahlı kocanın resmi nikahlı eşini boşaması durumunda tazminat alabilir mi ? Bu başlık altında 10 nolu mesajda
aldatma durumunda evli kadının kocasının sevgilisinden tazminat isteyebileceği ve tazminata hükmedilimesi gerektiğine dair eski tarihli içtihatlar var.
Old 26-05-2012, 18:43   #49
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

11-09-2007, 11:42 #10
Av. Hatun Olguner

Üye

Yer: Adana
Mesajlar: 878
Teşekkür: 1335


Evlilik dışı ilişki kuran eşin,öbür eşin kişilik haklarını ihlal ettiğinde duraksama yoktur.Bunun gibi,eşlerden biriyle evlilik dışı ilişki kuran ve böylece evliliği zedeleyen üçüncü kişi de öbür eşin kişilik haklarına saldırmış olur.Gerçekten üçüncü kişi,başkalarının evliliğine saygı gösterme yolundaki genel ödevi ihlal etmiş sayılır ve ilişki kurduğu kişinin eşine karşı manevi tazminat borcu doğar.

Evli kadın,kocası ile birlikte olan ikinci eş aleyhine açabileceği manevi tazminat davası ile,durumdan üzüntü duymuş ise, haksız fiil teşkil eden bu eylem nedeniyle manevi tazminat ta isteyebilir.

" Her iki davalının birbiri ile zina ettikleri,kesinleşen boşanma ilamı ile sabittir.Davalıların davranışları Medeni yasa ile beliren aile hukukuna ağır ve haksız bir tecavüz teşkil ettiği halde,uygun bir manevi tazminata hükmedilmemesi BK nun 49. maddesi hükmüne aykırıdır."
4 HD 28.5.1968 6464-4587
-----------------------------------------------------------------
Aynı doğrultuda : 4 HD 21.4.1972 4576-3664
4 HD 18.11.1976 115-10051
------------------------------------------------------------------
" Davacı,davalı kocasının diğer davalı ile karı koca gibi yaşadıklarını,kendisinin bu durumdan üzüntü duyduğunu,bu nedenle 2.000.000 Tl. manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
... Evlilik birliğinin sağladığı manevi çıkarlar ve mutluluk kişinin manevi değerlerinden olup kişilik haklarının koruması altındadır.Davacının bu kişisel değerleri ağır saldırıya uğramış olmakla BK m 49 da sayılan unsurlar oluşmuştur.
O halde davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiş olması yasaya uygundur." 4 HD 15.2.1988 8959-1410
Old 17-09-2014, 08:56   #50
Avukat Tuğsan YILMAZ

 
Varsayılan

Bu konudaki güncel görüşlerimden bir kısmını paylaşmak istedim.

"Türk Medeni Kanununun spesifik olarak belirttiği özel boşanma sebepleri arasında sayılan zina, evli bir kadın veya erkeğin, hemcinsi olmayan başka bir kişi ile cinsel münasebette bulunması sonucu meydana gelmektedir. Kanun koyucu, aldatılan tarafa, kanunda öngörülen süreleri geçirmemek ve aldatan eşi affetmemek suretiyle boşanma davası açma hakkı tanımaktadır. Aldatılan eş, eşin zina eylemini ispatlamak suretiyle, kusursuz veya daha az kusurlu olmak koşuluyla, hakimin boşanmaya hükmetmesinin yanında, hakimin vereceği kararla, somut olayın koşullarının da değerlendirilmesiyle birlikte genellikle boşanmanın mali sonuçlarından lehine olmak üzere yarar sağlayabilmektedir. Ancak, aldatılan eşin diğer eşten alacağı tazminatla birlikte eşin aldatma eylemini gerçekleştirdiği kişiden de tazminat talep edilebilmesi mümkün olabilmektedir. Yani aldatılan eş, aldatan eşin ilişkide bulunduğu üçüncü kişiye de manevi tazminat davası açabilmektedir. Bunun için öncelikle aldatan eş ile üçüncü kişi arasında fiziki yönden ve duygusal olarak yakın bir ilişkinin bulunması gerekmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, üçüncü kişi, aldatan eşin evli olduğunu bilerek bahsi geçen fiziksel ve duygusal ilişkiyi isteyerek kurmuş olmalıdır. Şayet, üçüncü kişinin aldatan eşin evli olduğundan habersiz olması koşulunda, bu kişiye manevi tazminat davası açılamamaktadır. Yine üçüncü kişi hakkında aranan diğer bir koşul ise, aldatan eş ile ilişki kurması hususunda bu kişinin kusurlu olmasıdır. Yani, üçüncü kişi, kendi hür iradesiyle ve ortada yaşamını tehlikeye atacak ciddi bir tehdit olmaksızın, aldatan eş ile kendi birlikte olmalıdır. Aldatılan eşin üçüncü kişiye manevi tazminat davası açabilmesi için diğer bir koşul ise, aldatılan eşin bu eylemler sebebiyle acı ve üzüntü duyması ile kişilik hakkının ciddi bir şekilde zedelenmiş olmasıdır ki bu konuda özellikle boşanma davaları açısından geniş takdir yetkisine sahip olan hakim bu tespiti yapacaktır."

Devamı
Old 09-12-2015, 15:16   #51
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Yargıtay görüş değiştirdi :

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2014/8510 E. , 2015/7762 K. sayılı 11/6/2015 tarihli kararı

ÖZET : Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Davacının eşinin, sadakat yükümlülüğünü ihlal etmiş olması, evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından dolayı boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir. Davalının ise doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Kanun düzenlenemesinde sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir. Davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Davacı S. G. vekili tarafından, davalı N. T. aleyhine 29/12/2010 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 14/11/2013 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte olduğunu, eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Davalı, davacının iddialarını kabul etmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, toplanan delillere göre davalının, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulü ile davacı eş yararına manevi tazminata hükmedilmiştir.

TMK.nun 185. maddesine göre, “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Aynı Yasanın 174. maddesine göre de, “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” Evlenmeyle eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunundaki sonuçları, boşanma ve boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebilir.
1.41 (TBK 49). maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Yine BK. 49 (TBK.58) maddesinde “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.” Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için, hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik bağı bulunması gerekir.

Somut olaya gelince, davalının ve dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir.

Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacının dava dışı eşinin TMK.nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Yasanın 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK. daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir.

Davalının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez.Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.

Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK.nun müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, sözkonusu Yasanın 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.

Açıklanan nedenlerle, BK.49 (TBK.58) maddesine göre, davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 11.06.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Old 22-12-2015, 15:13   #52
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Umarım yerel mahkeme direnme kararı verir. Hukuk Genel Kurulu aldatılan eşe tazminat ödenmesine karar veriyor.Bu vesileyle HGK nun son görüşünü de öğrenmiş oluruz...
Old 16-03-2016, 16:49   #53
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2015/1566
KARAR NO : 2016/1362
Y A R G I T A Y İ L A M I

Mahkemece, toplanan delillere göre davalı-karşı davacının, davacı-karşı davalının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulü ile davacı-karşı davalı yararına manevi tazminata; karşı dava yönünden ise, davacı-karşı davalının haksız eylemleri sabit görülerek kısmen kabul ile davalı-karşı davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiş; karar, davalı-karşı davacı tarafından asıl davada davacı-karşı davalı yararına hükmedilen manevi tazminat yönünden temyiz edilmiştir.

TMK'nın 185. maddesine göre, “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Aynı Kanun'un 174. maddesine göre de, “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”

Evlenmeyle eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunundaki sonuçları, boşanma ve boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebileceğidir.

TBK'nın 49. maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Yine TBK'nın 58. maddesinde "Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir." Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için, hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik bağı bulunması gerekir.

Somut olaya gelince, davalı-karşı davacının ve dava dışı eşin davacı-karşı davalıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir.

Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacı-karşı davalının dava dışı eşinin TMK'nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Kanun'un 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK'daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir.

Davalı-karşı davacının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalı-karşı davacının doğrudan davacı-karşı davalının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.

Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK'nın müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, söz konusu Kanun'un 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı-karşı davacı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.

Açıklanan nedenlerle, BK'nın 49 (TBK.58) maddesine göre, davalı-karşı davacının eylemi, davacı-karşı davalının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacı-karşı davalının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle davalı-karşı davacı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı-karşı davacının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 08/02/2016 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Başkan V. Üye Üye Üye Üye
S. Demircioğlu A. Tartıcı Çevikbaş R. Eğri M. Erol H. Akdere (M) (M)


KARŞI OY YAZISI

Dava, davalının davacının (dava dışı eşi ile) (diğer davalı eşi ile) birlikteliğinden kaynaklanan haksız saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık evlilik dışı birlikteliğin haksız fiil olarak kabul edilip edilemeyeceği dolayısıyla davalının bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine karşı sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler. Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı da evli olduğunu bilerek davacının eşiyle gayri resmi ilişkiye girmek suretiyle, gerek yasalarca, gerek örf ve adet hukuku tarafından korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Davalının bu davranışı da açıkça haksız eylem niteliğindedir.
Eş söyleşiyle, esasen dava dışı eşin evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümü bulunmakla birlikte, onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen ilişkiye giren davalının da eşin sadakatsizlik eylemine katıldığında, her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku yoktur. Türk Borçlar Kanunu'nun 61. (Borçlar Kanunu'nun 50. md.) maddesinde düzenlenen birden fazla şahsın müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer bir deyimle tam teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan davacının eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur. (HGK. 2010/4-129 E-173 K)
Müteselsil sorumluluğun bulunduğu durumlarda davacı alacağını sorumluların tamamından isteyebileceği gibi, bunlardan biri veya birkaçından da isteyebilir. (HGK. 12/11/2003 gün ve 2003/9-685 E, 690 K)
Mahkemece, davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek davacı eş yararına manevi tazminata karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan yerel mahkemenin davanın kısmen kabulüne ilişkin hükmünün davalı yönünden hükmedilen manevi tazminat miktarı hakkındaki görüşümüz saklı kalmak üzere Dairemizin sayın çoğunluğunun davalı hakkındaki davanın reddedilmesi gerektiğine ilişkin bozma kararına katılmıyoruz. 08/02/2016

Başkan V. Üye
S. Demircioğlu A. Tartıcı Çevikbaş



Karşılaştırıldı. HAS
Old 21-11-2016, 17:34   #54
avukatmüzisyen

 
Varsayılan

Söz konusu durum, her toplumun kendi kamu düzenine göre değerlendirilmeli ve eleştirilmelidir.Tazminat hukuku anlamında üçüncü kişi olması onu sorumluluktan kurtarmaz kanaatindeyim.ÇÜnkü haksız fiil sorumluluğunun unsurları içinde hukuka aykırılık, haksızlık içeriği, zarar ve illiyet bağı vardır.Olayda zarar, illiyet bağı ve haksızlık içeriği var ancak kanaatimce hukuka aykırılık yok.O toplumun kanunları ve normlarıyla bu husus hukuka aykırı olarak kabul edilmekte midir? hayır.Öyleyse ara bozucu üçüncü kişinin bu nedenle sorumluluğu yoktur. Ancak boşanan eşin (kocanın) sorumluluğu da evlilik birliği kurumunun içinde bizim hukuk düzenimizde olduğu gibi bir sadakat yükümlülüğü varsa o taktirde sorumluluğu doğacaktır,kanaatindeyim.
Old 29-06-2017, 13:21   #55
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/1334
K. 2017/545
T. 22.03.2017

DAVA : Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ş.2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.11.2013 gün ve 2012/178 E. 2013/448 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 07.05.2015 gün ve 2014/6538 E., 2015/5839 K. sayılı kararı ile,
"...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte olduğunu, eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı, davacının iddialarını kabul etmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere göre davalının, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulü ile davacı eş yararına manevi tazminata hükmedilmiştir.
TMK.nun 185. maddesine göre, “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Aynı Yasanın 174. maddesine göre de, “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”
Evlenmeyle eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunundaki sonuçları, boşanma ve boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebileceğidir.
BK. 41 (TBK 49). maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Yine BK. 49 (TBK.58) maddesinde "Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir." Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için, hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik bağı bulunması gerekir.
Somut olaya gelince, davalının ve dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir.
Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacının dava dışı eşinin TMK.nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Yasanın 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK. daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir.

Davalının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.
Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK.nun müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, sözkonusu Yasanın 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir.

Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.

Açıklanan nedenlerle, BK.49 (TBK.58) maddesine göre, davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir..."
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin eşi S.Ç. ile 2006 yılında evlendiklerini, müşterek iki çocukları olduğunu, müvekkilinin eşi S.Ç. 'ın uzun süreden beri davalı ile ilişkisi olduğunu, bu ilişkiden rahatsızlık duyunca ve evde huzursuzluk oluşunca eşi S.Ç. 'ın evi terk ederek davalı ile birlikte yaşamaya başladığını, bu gayrimeşru ilişkinin aile bütünlüğüne haksız bir saldırı niteliğinde olup müvekkili ve çocuklarının aile düzeninin bozulduğunu, her türlü uyarı ve ikazlara rağmen davalının, eşi ile gayrimeşru ilişkisini devam ettirdiğini ileri sürerek ... için 20.000,00 TL ve her bir çocuk için 5.000,00'er TL olmak üzere toplam 30.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı davacının eşi S.Ç. ‘ı kendisinin alıkoymadığını, bir yıl önce Adana'da tanıştıklarını, eşinden soğuduğunu söylediğini, iki çocuk babası olan S.Ç. 'ın iki çocuğunu da bırakacak kadar mutsuz olduğunu, beraberliklerinden dolayı hakaretlere uğradıklarını belirterek davanın reddini savunmuştur. ,

Mahkemece, davacının eşi S.Ç. 'ın rızası ile de olsa davalı ile birlikte yaşadıkları, bu durumun davacıda üzüntü ve psikolojik rahatsızlık oluşturduğu, kendisinin ve aile yaşamının bu durumda olumsuz etkilendiği, davalının davacının resmi nikâhlı eşi ile birlikte yaşaması eyleminin davacının aile bütünlüğüne haksız bir saldırı oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacı ... için 5.000,00 TL, her bir çocuk için 2.000,00’er TL olmak üzere toplam 9.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki karardaki gerekçelerle ve karşı oy görüşü benimsenerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının bu eyleminin, davacının ve çocuklarının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının hukuki sorumluluğunu gerektirip gerektirmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, hukukumuzda yer alan sorumluluk kaynaklarının ve buna bağlı olarak da taraflar arasındaki hukuki bağın niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md.1–40) ile haksız fiilden doğan borçlar (md.41–60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisaba (md.61–66) yer verilmiştir.
Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir eyleme dayanan, kanundan doğan borçlar bulunmaktadır.

Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.

Sözleşme, tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması gerekir.

Borçlar Kanunu’nda sorumluluğun diğer bir genel kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
Kanundan doğan borçlarda da, borç kaynağını kanundan almakta ve sorumluluk buna göre belirlenmektedir.
Borçlar Kanunu’nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.

Haksız fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur:

Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı; bu fiili işleyenin kusurlu olmalı; kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez.

Eldeki dava, açıklanan bu sorumluluk kaynaklarından haksız eyleme dayalıdır.
Dava konusu haksız eylemin gerçekleştiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde “Mesuliyet Şartı” başlığı altında:

“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”
Hükmü yer almakta;

Aynı Kanunun “Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
Düzenlemesine yer verilmektedir.

Yine aynı Kanunun “Müteselsil Mesuliyet”e ilişkin hükümlerinden “Haksız Fiil Halinde” başlıklı 50. maddesinde de:
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesini tayin eyler.
Yataklık eden kimse, vaki olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz.”
Şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

Dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da haksız eylem sorumluluğu, benzer nitelikteki hükümler ile düzenlenmiştir.
Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 185. maddesinde;
"..evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."
Denilmektedir.
Görüldüğü üzere, haksız eylem nedeniyle sorumluluk hallerinden birisi ahlaka aykırı bir fiil ile bilerek başka bir kimsenin zarara uğramasına neden olmaktır.
Yine, müteselsil sorumluluğa ilişkin düzenlemeler ile haksız eylemi birlikte gerçekleştirenler birbirinden ayırt edilmeksizin, zarar görene karşı müteselsilen sorumlu olurlar.

Öte yandan, evlilik birliğinde eşlerin zorunlulukları yasal düzenleme altına alınmış ve sadakat borcu da bunlar arasında sayılmıştır.
Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay irdelendiğinde:
Davacı, eşi S.Ç. ile davalı arasında uzun süredir devam eden duygusal ve cinsel ilişki bulunması, eşinin evini terk ederek davalının yaşadığı Adana iline gidip onunla birlikte yaşamaya başlaması, bu gayrimeşru ilişkinin aile bütünlüğüne haksız bir saldırı niteliğinde olup aile düzeninin bozulması nedeniyle kendisi ve çocukları için manevi tazminat talep etmektedir. Davalının ise, davacının eşiyle evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği yönünde açık kabulü bulunduğu, savunma olarak da iki çocuk babası olan S.Ç. ‘ın iki çocuğunu da bırakacak kadar mutsuz olduğunu dile getirdiği görülmektedir. S.Ç.’ın annesi ve babası olan davacı tanıklarının beyanlarından, davacının eşinin Adana'da davalı ile birlikte yaşadığı, iki kez kendi isteği ile gelerek pişman olduğunu bir daha gitmeyeceğini söylemesine rağmen tekrar kaçıp gittiği, davacının bu olaydan dolayı çok üzüntü hissettiği, manen yıprandığı ve çevrenin psikolojik baskısına maruz kaldığı anlaşılmaktadır. Dava dışı eşin açtığı boşanma davası ise, taraflarca takip edilmemiş ve davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Hemen belirtmekte yarar vardır ki, gerek Anayasada, gerek Türk Medeni Kanununda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ve aileyi koruyan hükümlere yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil toplum için de önemlidir ve hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir. Bu nedenledir ki, ailenin korunmasına yönelik düzenlemeler sadece aileyi değil, tüm toplumu ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının birbirlerine karşı yükümlülüklerinin ihlali çoğu zaman toplum düzenini de etkilemekte, yasalar nezdinde koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.

Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup erkekle, evli olduğunu bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin aile kurumuna vereceği zarar kaçınılmazdır ve davalının bunu öngörmemiş olması düşünülemez.

Bu nedenledir ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla da koruma altına alınmak istenmiştir. Bu tür eylemlerin daha sonraki yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması, bu eylemin ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine engel teşkil etmemektedir.

Diğer taraftan, eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler. Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı kadın da, evli olduğunu bilerek davacının eşiyle gayrıresmi ilişkiye girmek ve ondan çocuk sahibi olmak suretiyle, gerek yasalarca gerek örf ve adet hukukunca korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Bu davranış da açıkça haksız eylem niteliğindedir.
Eş söyleyişle, esasen dava dışı eşin, evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğü bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla ilişkiye giren davalı kadının da dava dışı kocanın sadakatsizlik eylemine katıldığında ve her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.

O halde olayda, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde düzenlenen birden fazla şahsın müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer bir deyimle tam teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan, davacının eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Müteselsilen sorumluluğun bulunduğu durumda da davacı, alacağını sorumluların tamamından isteyebileceği gibi bunlardan biri veya birkaçından da isteyebilir. Bunlardan birisinin ölmüş olması diğerini sorumluluktan kurtarmaz. Zarar gören dilerse davasını bu kişiye yöneltebilir.

Şu durumda; sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi, teselsül ilişkinde bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını ortadan kaldırmaz.

Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.

Nitekim aynı ilke Hukuk Genel Kurulu’nun 24.03.2010 gün ve 2010/4-129 E.-173 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Sonuç itibariyle, davalının davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen “haksız fiil”den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır.
Türk Medeni Kanunu'nun 185. maddesinde yer alan "evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar." biçimindeki düzenleme gereğince, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur. Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup olmaları da önem taşımaz.

Bu nedenlerle somut olayda mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek davacı eş yararına tazminata hükmedilmesi yerindedir.

Ne varki davacının kendi adına asaleten ve yaşı küçük çocuklarına velayeten açmış olduğu davada, mahkemece “eşe karşı yapılan haksız fiilden dolayı verilecek olan tazminatın aile kurumunun ayrılmaz bir parçası olan çocukları kapsaması gerektiği, aksi düşüncenin aile kurumunun bütünlüğü ile bağdaşmayacağı, aile kurumunun dağılmasının eşlere vereceği zararın çocuklara da yansıyacağı, çocukların yaşları dikkate alındığında davalının eyleminin çocukların kişilik haklarına da haksız saldırı niteliğinde olduğu” gerekçesiyle her iki çocuk lehine de manevi tazminata hükmedilmiş ise de; 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde düzenlenen sorumluluğu genişletmek olanaksız olduğu gibi, çocukları bu kapsamda değerlendirmek söz konusu değildir. Yansıma yoluyla da manevi tazminat istenilemeyeceğinden çocuklar yönünden Özel Daire bozma kararına uyularak davanın reddine karar vermek gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinde düzenlenen sadakat yükümlülüğünün eşler arasında olduğu, bu yükümlülüğün ihlalinin boşanma sebebi olup eşlerin birbirinden bu nedenle manevi tazminat talep edebileceği, davacının sadakat hakkının mutlak değil nispi bir hak olduğu ve herkese karşı ileri sürülemeyeceği, davalının davacıya karşı sadakat yükümlülüğü bulunmadığı gibi eyleminin açık ve emredici bir kanun hükmüne aykırı olmadığı, davalının doğrudan doğruya davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiili bulunmadığı, davacıya zarar verme kastı ile hareket etmiş olmadığı, ahlaka aykırılık unsurunun gerçekleşebilmesi için objektif ahlaka aykırılık olması gerektiği, olayda müstakilen ve asli olarak işlenebilen bir eylem olmadığından iştirak halinin de söz konusu olamayacağı, davalının eyleminin davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte olmadığı, bu nedenle Borçlar Kanunu hükümlerine göre tazminatla sorumlu tutulamayacağı, Yasada olmayan bir sorumluluğun ihdas edilmesinin doğru olmadığı kanaatiyle direnme kararının davacı eş yönünden de bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca direnme kararı bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 22.03.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava; Haksız eylem nedeniyle, kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı, dava dışı koca ile halen evli olduklarını, bu evliliklerinden 2 çocukları olduğunu, kocasının evi terkettiğini ve davalı kadın ile bir süreden beri birlikte yaşadıklarını, cinsel ve duygusal birlikteliklerinin olduğunu, bu nedenle aile bütünlüğünün bozulduğunu, davalının bu şekildeki tutumlarının kendisine ve çocuklarına yönelik haksız eylem oluşturduğunu iddia ederek, kendisi ve iki çocuk için manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece, iddia olunan olaylar sabit görülerek, bu durumun davacıda üzüntü ve psikolojik rahatsızlık yarattığı, kendisine ve aile bütünlüğüne haksız bir saldırı oluşturduğu kabul edilerek, davanın kısmen kabulü ile davacı için 5.000TL, her bir çocuk için ayrı ayrı 2.000'er TL manevi tazminata hükmedilmiştir.
Hükmün davalı tarafça temyizi üzerine özel Dairece, sadakat yükümlülüğünün dava dışı eşe ait olduğu, davalının doğrudan davacının bedensel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir eyleminin bulunmadığı, yasada sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmediği, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin olaya uygulanmasının mümkün olamayacağı, dava dışı kocanın eylemine iştirak halinin de sözkonusu olamayacağı ve eylemin davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturmayacağı düşünülerek, talebin tümden reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Mahkemece, Önceki kararın gerekçesi genişletilerek ve karşı oy görüşü kısmen benimsenerek, direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı temyiz etmiştir.

Somut olayda, dava dışı kocanın davalı kadın ile duygusal ve cinsel birliktelik yaşadığı ve eş aldatması olarak tanımlanan eyleminin sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu hususu tartışmasızdır.
Davaya konu eylemin tamamlandığı ve davanın açıldığı tarih itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlüktedir.
Sadakat yükümlülüğünün tanımı yasada yapılmamakla birlikte, TMK.185/3 maddesinde, eşlerin birbirlerine sadık kalmak zorunda oldukları düzenlenmiştir.Bu yükümlülük öncelikle eşler arasındaki cinsel sadakati kapsamakla birlikte sadece bundan ibaret değildir. Eşlerin birbirlerine dürüst davranmaları, birbirlerinden gizli işler yapmamaları, sır saklama, yalan söylememe, gerçekleri gizlememe gibi yükümlülükleri de kapsamaktadır.

Eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranması durumunda, diğer eş dilerse TMK.174/2 maddesi hükmü gereğince şartları varsa boşanma sonucunda manevi tazminat talep edebileceği gibi, BK. 49 .(TBK.58) maddesine dayanılarak, müstakil bir dava açmak suretiyle de kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddiasıyla diğer eşe karşı manevi tazminat talep edebilir.Bu hususlarda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.
Ancak, Somut olayda olduğu gibi, dava dışı kocanın cinsel sadakatsizlik eylemi sırasında birlikte olduğu davalı kadın yönünden haksız eylemin varlığı veya kocanın haksız eylemine katıldığı kabul edilerek tazmini sorumluluğuna gidilebilirmi?

Bunun için öncelikle sadakat yükümlülüğünün hukuki niteliğinin doğru şekilde tesbiti gerekir. Bu yükümlük TMK.185/3 maddesinde açıkça düzenlendiği şekilde, evlilik sözleşmesinden kaynaklanan bir yükümlülük olup, yalnızca sözleşmenin tarafları yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Evlilik sadece iki kişi arasında haklar ve yükümlülükler doğuran bir sözleşmedir. Bu nedenle davacı eş davalı 3.kişi konumundaki kadına karşı kişilik hakkının ihlal edildiği iddiasını ileri süremez.

Davacı, 818 sayılı BK.nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 41/1 (TBK.49/1) ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin 49 (TBK58.)maddesine de dayanamaz. Çünkü; sözkonusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için diğer şartların yani fiil, kusur, zarar, illiyet bağı yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Yukarıda da belirtildiği üzere, sadakat yükümlülüğü sadece eşler arasında hüküm ve sonuç doğuracağından ve sadece eşlerce ihlal edilebilecek bir nisbi hakka dayandığından, TMK.185.maddesindeki emredicilik, sadece eşler açısından hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmesini sağlamaya uygundur. Yani olayımızda, eş olmayan davalı 3.kişi yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.
Yine, somut olayda, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, BK.50, 51 (TBK.61)maddesinde Birden fazla kişinin birlikte bir zarara yol açmaları veya aynı zarardan çeşitli sebeplerle sorumlu olmaları durumunda müteselsil sorumluluğun sözkonusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, 3.kişi konumundaki davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalı kadının dava dışı koca ile birlikteliği şeklindeki davranışı davacı yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden, müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.

Yine, olayda iştirak hali de sözkonusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca, Haksız fiil sorumluluğunu geniş ve yasada tanımı yapılmamış olan sadakat yükümlülüğüne iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecek, yasada yeri olmayan bir sorumluluk ihdas edilmiş olacaktır. Örneğin, kazandığı paranın tamamını kumara, içkiye veya benzeri alışkanlıklarına harcayan ve bu nedenle evin giderlerine katılmayan eşin bu sadakatsiz davranışlarına muhatap olan ve evli olduğunu bilen herkesin, bu eşin sadakatsizlik eylemine iştirak ettiği kabul edilerek, sorumlu tutulması gerekecektir. Bunun hukuken kabulü mümkün değildir.

Mahkeme kararının gerekçesinde yer almamakla birlikte; BK.41/2 (TBK.49/2) maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, öncelikle subjektif değil, objektif ahlaka aykırılığın sözkonusu olması ve ayrıca failin zarar görene zarar verme kastıyla adeta öç alma duygusuyla hareket etmiş olması gerekir. Olayımızda, davalı davacıyı hiç tanımamakta ve böyle bir amaçla hareket ettiği iddia dahi edilmemiştir. Ayrıca, davacı kadın, sadakatsiz davranan dava dışı koca aleyhinde boşanma yada tazminat talebiyle herhangi bir dava açmamıştır. Kocanın açtığı boşanma davası ise takipsiz bırakılmıştır. Davacının bu şekildeki tutumu hakaniyet duygusuyla da bağdaşmamaktadır.
Belirtilen nedenlerle, Yüksek Özel Daire bozma kararının yerinde olduğunu, mahkeme kararının tümden bozulması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Old 03-10-2017, 14:36   #56
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

ALDATILAN EŞ TARAFINDAN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE KARŞI AÇILAN MANEVİ TAZMİNAT DAVASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
.....
.....
Değerlendirme ve Sonuç

1. Zina fiiline iştirak eden üçüncü kişinin Borçlar Kanunu 58 anlamında hukuka aykırılık şartının gerçekleştiği hususunun kişilik haklarından çıkarılması mümkün olmadığından, aldatılan eşin bu kişiye yönelttiği tazminat talebi hukuki dayanaktan yoksundur.

2. Sadakat yükümlülüğü kapsamında bir değerlendirme yapıldığında, TMK 185/3 kapsamında tanımlanan bu yükümlülük sadece evlilik birliğinin tarafı olan eşlere tanındığı için yine bu durumda da üçüncü kişiye yöneltilecek tazminat talebi haksız olacaktır.

3. Kişilik hakları, kişilerin maddi/cismani, manevi, iktisadi bütünlükleri ile sır çevresi ve özel hayata alanı gibi çeşitli alanların tamamı üzerindeki mutlak surette korunan, şahsa sıkı sıkıya bağlı, devredilemeyen/vazgeçilemeyen/miras yoluyla intikal etmeyen şahısvarlığı değerleridir.mutlak haklar dışında kalan diğer menfaatlerin ihlalinin hukuka aykırı olarak kabul edilebilmesi, bir özel koruma normunun varlığına ve bu norm ile ihlal edilen menfaat arasında ayrıca hukuka aykırılık bağının bulunmasına bağlıdır. Medeni Kanunda ve Borçlar Kanununda bu konuda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple cinsel sadakat yükümlülüğünün tarafı olmayan kişi açısından diğer eşe karşı TBK 58 maddesi kapsamındaki hak ihlalinden söz edilmesi maddenin oldukça zorlanması ya da hukukun esnetilmesi anlamına gelecektir.

4. Serozan’ın veciz olarak ifade ettiği gibi ‘Sırf sadakati koruma uğruna , bireyin başkalarıyla kişisel ilişki kurma özgürlüğü Anayasa ve ölçülülük ilkesi ötesinde sınırlandırılamaz. İster bekar olsun ister evli, bireyin özel olarak bir suç oluşturmadığı sürece dilediği kişiyle dilediği kişisel ilişkiyi ve bu arada cinsel ilişkiyi kurma konusunda Anayasaca korunmuş eksiksiz bir özgürlüğü vardır. Böyle bir ilişkiden doğabilecek etik sorumluluk ayrıdır, saklıdır; ama hukukun konusu değildir.’

5. İçtihatların birleştirilmesi kararı neticesinde, aldatılan eşe karşı üçüncü kişinin tazminat sorumluluğunun olduğu kararı verilmesi halinde toplumsal cinsiyet rolleri daha da pekiştirilerek, topluma hakim olan erkek egemen zihniyet kendini daha da meşrulaştırmış olacaktır.

Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak “aldatan eş tarafından 3. kişiye karşı açılan manevi tazminat davası” konusundaki görüşlerimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Metnin tamamı için:
http://eraykarinca.av.tr/aldatilan-e...rlendirilmesi/
Old 06-07-2018, 10:32   #57
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Ömer Uğur Gençcan
16 dk. ·
Bugün (6.7.2018) aldığımız YİB BÜYÜK GENEL KURULU KARARI

- Evlilik birliği "DEVAM" ederken
- Eşlerden biri ile
- Evli olduğunu "BİLEREK"
- "BİRLİKTE OLAN" üçüncü kişiye karşı
- DİĞER EŞ
- MANEVİ TAZMİNAT isteyemez!!!!
Old 08-02-2019, 09:35   #58
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO : 2017/4-1374
KARAR NO : 2018/1780
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

Y A R G I T A Y İ L A M I

.....
Somut olaya gelince, davalı-karşı davacının ve dava dışı eşin davacı-karşı davalıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir.
Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacı-karşı davalının dava dışı eşinin TMK'nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Kanun'un 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK'daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir.
Davalı-karşı davacının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalı-karşı davacının doğrudan davacı-karşı davalının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.
Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK'nın müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, söz konusu Kanun'un 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı-karşı davacı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.
Açıklanan nedenlerle, BK'nın 49 (TBK.58) maddesine göre, davalı-karşı davacının eylemi, davacı-karşı davalının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacı-karşı davalının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı- karşı davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı- karşı davalı vekili; müvekkilinin dava dışı eşi ile 32 yıldır evli olup bu evliliğinden iki çocuğu bulunduğunu, davalının müvekkilinin eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girmesi nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığını ileri sürerek 40.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı- karşı davacı vekili; sadakat yükümlülüğünün eşler arasında akdi bir yükümlülük olup bu akdin tarafı olmayan üçüncü kişiye ileri sürülemeyeceğini, davacının iddia ettiği olay sebebi ile zarar görmediğini, eşi aleyhine hiçbir dava açmadığını ve boşanmayı istemediğini, davacının eşiyle müvekkili arasında evlilik dışı bir ilişki bulunmadığını, davacının müvekkiline yönelik olarak birçok farklı zamanda sözlü ve fiziki saldırılarda bulunduğunu, ağır hakaretler ettiğini belirterek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile 100.000,00TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; asıl dava yönünden davalı- karşı davacı xxxı'nın, davacı- karşı davalı yyy'nın eşi olan zzz ile evli olduğunu bilmesine rağmen gayriresmi ilişkide bulunmak suretiyle davalı- karşı davacının haksız eylem niteliğinde davranış içine girdiği, davacının eşinin sadakatsizlik eylemine katıldığı, davacı- karşı davalının kişilik haklarına, manevi varlığına ve aile bütünlüğüne ağır saldırıda bulunduğu gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile 30.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı -karşı davacıdan tahsiline; karşı dava yönünden tarafların birbirine karşılıklı olarak hakaret etmeleri sebebiyle ve ceza yargılaması sonunda da ceza tertibine yer olmadığına karar verilmiş olması nedeniyle tazminat takdirine yer olmadığı, ancak davacı- karşı davalının davalı- karşı davacıya yönelik kasten yaralama eylemleri sebebiyle ceza aldığı gerekçesiyle karşı davanın kısmen kabulü ile 10.000,00TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacı -karşı davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Davalı- karşı davacı vekilinin asıl davada verilen kararı temyiz etmesi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı- karşı davacı vekili temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, davacı- karşı davalının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalı- karşı davacının bu eylemi nedeniyle davacı- karşı davalının manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Direnme kararının temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca verilen 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı ile "Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağına" karar verilmiştir.

Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, anılan içtihadı birleştirme kararının eldeki uyuşmazlığa etkisi tartışılıp değerlendirilmiştir.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun “İçtihadların birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı” başlıklı 45. maddesinde;
“İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması hâlinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek yazılı başvurmaları hâlinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip gerekmediğine Birinci Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir.
İçtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılmasının istenmesi de yukarıdaki usule bağlıdır.İçtihadı birleştirme görüşmeleri, alınmış olan ilke kararları çerçevesinde yürütülür ve kararları yazılır.İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.
İçtihadı birleştirme kararlarının niteliğini açıkça belirten özeti, kararın verilmesini izleyen en kısa zamanda Adalet Bakanlığına bildirilir. Adalet Bakanlığı bütün adliye mahkemelerine ve Cumhuriyet savcılıklarına bu kararları gecikmeksizin duyurur.İçtihadı Birleştirme Kurulları, genel kurulların veya dairelerin kararlarındaki gerekçe ve görüşlerle bağlı olmaksızın sorunu başka bir görüşle karara bağlayabilirler.”Hükmü yer almaktadır.
Anılan yasal düzenleme gereğince, içtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay genel kurulları, daireleri ve adliye mahkemeleri için gerekçeleri ile açıklayıcı, sonucu ile bağlayıcı olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Tüm bu açıklamalar, yasal düzenlemeler ve 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı ışığında somut olay incelendiğinde;
Davacı-karşı davalının dava dışı eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalı- karşı davacının bu eyleminin, davacı- karşı davalının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu iddiasıyla manevi tazminat talep edildiği anlaşılmaktadır.

Davacı- karşı davalının dava dilekçesinde manevi tazminat istemine dayanak olarak gösterdiği maddi olgular; evlilik birliğinin devamı sırasında davacı- karşı davalının dava dışı eşi tarafından sadakat yükümlülüğünün ihlali niteliğindeki eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişi olan ve evlilik birliğinin tarafı olmaması nedeniyle üçüncü kişi konumunda bulunan davalı- karşı davacının salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eylemine ilişkindir. Davalı- karşı davacının, dava dışı eş ile evli olduğunu bilerek birlikte olmaktan ibaret olduğu anlaşılan eyleminden başka doğrudan doğruya davacı- karşı davalıya yönelik olarak bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlalinde bulunduğuna dair bir iddia da bulunmamaktadır. Bu nedenlerle eldeki davanın konusu itibariyle 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararı kapsamında değerlendirilmesi gereklidir.
Hâl böyle olunca; yerel mahkemece eldeki dava ile ilgili olarak, yukarıda açıklanan ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/5. maddesi gereğince bağlayıcı olan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı tartışılıp değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekmektedir.
Şu hâlde direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik nedenlerle bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı- karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Old 11-08-2019, 16:22   #59
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Yargıtay Başkanlığından:
YARGITAY
İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARI
ESAS NO : 2017/5
KARAR NO: 2018/7


ÖZET: Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacaktır.
ı. GİRİŞ
A) İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURULAR
Av. Özgür Halaç, Av. Hüseyin Çelik ve Av. Murathan Özaydın Yargıtay Birinci Başkanlığına sundukları dilekçeler ile zina eden kadın veya erkek ile birlikte olan üçüncü kişi aleyhine, eş tarafından açılan manevî tazminat davaları ile ilgili olarak Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin gerek kendi içinde verdiği kararlar, gerekse Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen kararlar arasında çelişki bulunduğu belirtilerek içtihatların birleştirilmesini talep etmişlerdir.
B) YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 04.05.2017 tarih ve 156 sayılı karan ile;
Aşağıda l-C'de belirtilen kararlar arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü sonucuna varıldığından; aykırılığın İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesi gerektiğine, görüşme tarihi daha sonra Birinci Başkanlıkça belirlenmek üzere, rapoılör üye olarak İkinci Hukuk Dairesi Başkam Ömer Uğur Gençcan'ın görevlendirilmesine karar verilmiştir.
Daha sonra Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 19.12.2017 tarih ve 392 sayılı kararı ile;
İkinci Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan'ın görevlendirilmesi iptal edilerek bu kez raportör üye olarak İkinci Hukuk Dairesi Üyesi Sedat Demirtaş'a vazife tevdi edilmiştir.
İçtihadı Birleştirme konusu ise Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından "zina eden eş ile birlikte olan kişilere karşı açılan tazminat davaları" olarak belirlenmiştir.
Ne var ki, Yargıtay içtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında belirlenen içtihadı birleştirme konusunun gerçek ihtilafı saptamaya yeterli olmadığı belirtilerek, içtihadı birleştirmenin konusunun "evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı” şeklinde belirlenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
C) İÇTİHAT AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR
Hukuk Genel Kurulu Kararları
- 24.03.2010 gün ve 2010/4-129 E., 2010/173 K.
- 22.03.2017 gün ve 2017/4-1334 E., 2017/545 K. - 29.03.2017 gün ve 2017/4-1482 E., 2017/556 K.
Dördüncü Hukuk Dairesi Kararları
- 06.05.2013 gün ve 2012/8809 E., 2013/8039 K.
- 12.05.2014 gün ve. 2013/13062 E., 2014/7611 K.
- 22.10.2014 gün ve 2013/18493 E., 2014/13595 K.
- 13.01.2015 gün ve 2014/2260 E., 2015/111 K.
- 1 1.06.2015 gün ve 2014/8510 E., 2015/7762 K.
15.10.2015 gün ve 2014/13982 E., 2015/11481 K.
- 19. ı ı .2015 gün ve 2014/16857 E., 2015/13339 K.
- 29.02.2016 gün ve 2015/16046 E., 2016/2546 K. - 03.05.2016 gün ve 201 5/7149 E., 2016/6001 K.
D) İÇTİHAT AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARAR ÖZETLERİ
I . Evlilik Birliği Devam Ederken Eşlerden Bin ilçaEvli Olduğunu Bilerek Birlikte Olan Üçüncü Kişiye Karşı Diğer Eşin Manevi Tazminat İsteminde Bulunabğlöceğine Yönelik Kararlar:
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Başkanlığıniil 2010 ve 20İİyillannda ve Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 2015 yılı öncesinde verdiği kararlarda; eşlerin evlilik:birliğini' kurmakla bir@ırlerine karşı sadakat borcu altına girdikleri gibi mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girdikleri, evlilik birliği devam ederken bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye giren eşin eyleminin evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğinde olduğu, üçüncü kişinin de evli olduğunu bilerek bu evlilik dışı ilişkiye girmek suretiyle gerek yasalarca, gerek örf ve adet hukuku tarafından korunmayan haksız bir davranış içine girdiği, bu nedenle üçüncü kişinin bu davranışının da açıkça haksız eylem niteliğinde olduğu, zinanın suç olmaktan çıkarılmış olmasının bu eylemin ahlâka aykırılığmı ve dolayısıyla haksızlığını oltadan kaldırmayacağı, zira bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etınemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olmasının borçlar hukuku hükümlerine göre ahlâka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine engel teşkil etmediği, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği diğer eşin aile bütünlüğüne ve sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eyleminin de bundan ayrı düşünülemeyeceği, üçüncü kişinin sorumluluğunun ahlâka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen "haksız fiil”den kaynaklandığı, davanın yasal dayanağını da haksız fiile ilişkin hükümlerden aldığı, esasen eşlerin evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümü bulunmakla birlikte, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek ve buna rağmen ilişkiye giren üçüncü kişinin de eşin sadakatsizlik eylemine katıldığında, her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmadığı, eşlerin bu yüzden (zina nedeniyle) boşanmış olup olmamalarının da önem taşımadığı, TBK'nın 61. (BK'nın 50. ve 51. md) maddesine göre müteselsil sorumluluğunun bulunduğu durumlarda zararın tazmininin sorumluların tamamından istenebileceği gibi, bunlardan biri veya birkaçından istenebileceği, üçüncü kişi eyleminden dolayı sorumlu olduğu, aldatılan eş tarafından uğradığı zarardan dolayı manevi tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmiştir.
2. Evlilik Birliği Devam Ederken Eşlerden Biri ile Evli Olduğunu Bilerek Birlikte Olan Üçüncü Kişiye Karşı Diğer Eşin Manevi Tazminat İsteminde Bulunamayacağına Yönelik Kararlar:
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 2015 yılından sonra verdiği kararlarda ise Daire çoğunluğu tarafindan; Türk Medeni Kanunu'nun 185, maddesinde düzenlenen sadakat yükümlülüğünün eşler arasında söz konusu olduğu, bu yükümlülüğün eşlerin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olmasından kaynaklandığı, eşlerin kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı ve kendilerine yüklenen hak ve yükümlülükleri kabul ettikleri, sadakat yükümlülüğü ihlalinin boşanma sebebi olup eşlerin birbirinden bu nedenle aynı Kanun'un 174. maddesine göre boşanma davası ile birlikte manevi tazminat talep edebileceği gibi, Borçlar Kanunu'nun 49. (Türk Borçlar Kanunu'nun 58.) maddesine göre ayrı bir dava açmak suretiyle de kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebileceği, eşlerden herhangi birinin bir başkasıyla duygusal ve cinsel birliktelik yaşaması eyleminin sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu hususu tartışmasız olmakla birlikte sadakat hakkının mutlak değil nispi bir hak olduğu ve herkese karşı ileri sürülemeyeceği, aldatma eylemine katılan üçüncü kişinin aldatılan eşe karşı sadakat yükümlülüğü bulunmadığı gibi eyleminin açık ve emredici bir kanun hükmüne aykırı olmadığı, üçüncü kişinin doğrudan doğruya aldatılan eşin bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiili bulunmadığından haksız fiil sorumluluğunun koşullarının oluşmadığı, ayrıca BK9 nın 41. maddesinin 2. fıkrası (TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrası) gereğince fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlâka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, öncelikle subjektif değil, objektif ahlâka aykırılığın söz konusu olması ve ayrıca failin zarar görene zarar verme kastıyla hareket etmiş olması gerektiği, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanma imkânı bulunmadığı, müstakilen ve asli olarak da işlenebilen bir eylem söz konusu olmadığından iştirak hâlinin de kabul edilemeyeceği, haksız fiil sorumluluğunu geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmenin bu sorumluluğu belirsiz hâle getireceği, Kanun'da yeri olmayan bir sorumluluğun ihdas edilmesinin doğru olmadığı, bu nedenle TMK'nın 24., BK'nın 49. (TBK'nın 58.) maddeleri hükümlerine göre eşlerden biri ile duygusal veya cinsel birliktelik yaşayan üçüncü kişinin eyleminin, aldatılan eşin kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemeyeceği, bu nedenle aldatılan eşin manevi tazminat isteminin reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir. E) ÖN SORUN
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında esasa geçilmeden önce konu ile ilgili olarak verilen kararlar hakkında Yargıtay İçtihadı Birleştirme İlke Kararı (RG. 13.07.1974 gün ve 15294 s.) uyarınca içtihatları birleştirme için gereken ön şartın oluşup oluşmadığı, içtihatların birleştirilmesine gerek olup olmadığı hususu ön sorun olarak gündeme getirilmiştir.
Ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yargıtay Kanunu'nun "Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri" kenar başlıklı 15 inci maddesinin 2 nci bendine göre Yargıtay kararları ile sınırlı olmak üzere iki hâlde içtihatların birleştirilmesinin söz konusu olduğu ve bunların: l- Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunması,
2- Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa,
Yine Yargıtay Kanunu'nun "Yargıtay Büyük Genel Kurulunun Görevleri” başlıklı 16. maddesinin 5. fıkrasında yer alan,
"Hukuk Genel Kurulunun benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği kararları ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği kararları veya Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu; Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi; Hukuk Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulu ile bir ceza dairesi; Ceza Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir dairesi ceza arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleştirmek,” şeklindeki hükmü dikkate alındığında eldeki içtihadı birleştirme konusunda başvurucunun dilekçesinde gösterilenden daha fazla karar bulunması ve Dördüncü Hukuk Dairesi uygulamasının kararlı ve sürekli olması nedeniyle içtihatların birleştirilmesine ilişkin olarak granqrığn şartm sağlanmış olduğuna oy çokluğu ile karar verilmiştir.
11, KAVRAM, KURUM VE YASAL DÜZENLEMELER
A) YASAL DÜZENLEMELER
4721 SAYILI TÜRK MEDENİ KANUNU
Madde 24 - Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.
Madde 25 - Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.
Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.
Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.
Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; mirasbırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.
Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.
Madde 161 - Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.
Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Affeden tarafın dava hakkı yoktur.
Madde 174- Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.
Madde 185- Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur.
Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.
Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.
818 SAYILI BORC.LAR KANUNU (MÜLGA)
HAKSIZ MUAMELELERDEN DOĞAN BORÇLAR (A) UMUMİ KAİDELER Mesuliyet şartları:
Madde 41 - Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlâka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.
Şahsi menfaatlerin haleldar olması :
Madde 49 - (Değişik madde: 04/05/1988 - 3444/8. md.)
Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir,
Müteselsil mesuliyet:
I- Haksız fiil hâlinde
Madde 50 - Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar, Hâkim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şümulünün derecesini tayin eyler.
Yataklık eden kimse, vaki olan kârdan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz. 2 - Muhtelif sebeplerin içtimaı hâlinde
Madde 51 - Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mesul oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.
Kaideten haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu hâlde kanunen mesul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.
6098 SAYILI TÜRK BORCLAR KANUNU
A. Sorumluluk
Genel olarak
MADDE 49- Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı ahlâka aykırı bir fiille başkasma kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Kişilik hakkının zedelenmesi
MADDE 58- Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı
altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.
Sorumluluk sebeplerinin çokluğu
I. Sebeplerin yarışması
MADDE 60- Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir.
2. Müteselsil sorumluluk
a. Dış ilişkide;
MADDE 61- Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.
b. İç ilişkide;
MADDE 62- Tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur.
Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olur.
B) KAVRAMLAR VE KURUMLAR
I. Haksız fiil sorumluluğu
Hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiş olup, haksız fiilden doğan borçlar; mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41.-60. maddeleri arasında, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49.—76. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Haksız fiil kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. 6098 sayılı TBK'nın 49. maddesinde belirtildiği üzere bir haksız fiil sonucu zarara uğrayan kimse, uğradığı zararın tazminini bu haksız fiilden sorumlu olan kimseden veya kimselerden talep edebilir.
Haksız fiilden söz edilebilmesi için TBK'nın 49/1. maddesine göre şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, bu fiili işleyen kusurlu olmalı, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez.
Bunun yanı sıra TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrası, zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlâka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren kimsenin de, bu zararı gidermekle yükümlü olduğunu düzenlemiştir.
Bu nedenle, hukuka aykırı fiilden kaynaklanan haksız fiil sorumluluğunun koşullarına değinildikten sonra, ahlâka aykırı fiilden kaynaklanan sorumluluğun farklı yönlerinin ayrıca incelenmesinde yarar görülmektedir.
a) Hukuka aykırı fiil
Bir kimsenin kusura dayanan haksız fiil sorumluluğunun temel şartı, sorumlu tutulacak kişinin işlediği bir fiilin (eylemin) bulunmasıdır. Kendisinden tazminat istenen şahsın fiili yoksa sorumluluğu da söz konusu olmaz (Oğuzman, M.KJÖz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.2, İstanbul 2013, 10. Bası, s. 12 vd).
Haksız fiil hukuku bakımından hukuka aykırılık, "kişilerin mal ve şahıs varlıklarını doğrudan doğruya veya dolaylı bir şekilde koruma amacı güden, yazılı ya da yazılı olmayan emredici davranış kurallarının ihlali”dir. Kişilerin mat ve şahıs varlıklarının hukuk düzeni tarafından doğrudan doğruya korunması, herhangi bir hukuka uygunluk sebebi bulunmadıkça, mutlak hak ihlâllerinin hukuka aykırı kabul edilmesini ifade eder. Nitekim mutlak haklar, herkese karşı ileri sürülebilen yani hukuk düzeninin herkesi herkese karşı riayetle mükellef kıldığı haklar olarak nitelendirilir. Şahıs varlığı değerlerinden olmak üzere, yaşam hakkı ve beden bütünlüğü ile sosyal ve manevî kişilik hakları; mal varlığı değerlerinden ise ayni haklar, bilhassa mülkiyet, hukuk düzeni tarafından bu şekilde korunan haklardır. Üstelik bu hakların ihlalinin, özel bir hukuka uygunluk sebebi bulunmadıkça hukuka aykırı kabul edilmesi, çeşitli hukuka aykırılık teorileri açısından otlak bir anlayışı ifade etmektedir. Buna karşılık, mutlak haklar dışında kalan diğer menfaatlerin ihlalinin hukuka aykırı olarak kabul edilebilmesi, objektif hukuka aykırılık teorisine göre, bir özel koruma normunun varlığına ve bu norm ile ihlal edilen menfaat arasında ayrıca hukuka aykırılık bağının bulunmasına bağlıdır (Demircioğlu, R.: Aldatılan Eş Tarafından Üçüncü Kişiye Yöneltilen Manevi Tazminat Taleplerinde Hukuka Aykırılık Unsuru, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.65, Sayı:3, 2016, s. 695).
b) Zarar
Haksız fiilin bir diğer unsuru zarardır ve zarar kişinin mal varlığının rızası dışında azalmasıdır. Zarar verici fiil olmasaydı kişinin mal varlığının içinde bulunacağı durum ile zarar verici fiil sonucu kişinin mal varlığının aldığı durum arasındaki fark zararı oluşturur. Zararın dar ve geniş olmak üzere iki anlamı vardır. Dar anlamda zarar, kişinin mal varlığında iradesi dışında meydana gelen eksilmeyi ifade ederken, geniş anlamda zarar, kişinin sadece mal varlığındaki azalmayı değil kişi varlığında uğradığı zararı da ifade eder (Özmen, E.S./Vardar Hamamcıoğlu, G: Evli Kişiyle Birlikte Olan Kadına/Erkeğe Yöneltilen Manevi Tazminat Talebi ve Özellikle Konuya İlişkin Yargıtay Kararları Üzerine Düşünceler, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, C. 22, Şayı: 3, 2016, s. 2368
Manevi zarar, kişilik hakları hukuka veya ahlâka qykı$vbir fiille saldırıya uğrayan kişinin duyduğu acı, elem, üzüntü ve kederi ifade eder. Hukukumuzda kural olarak doğtüdan:döğrüyg garar görme koşulu söz konusu olup, TBK'nın 56. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen ağır bedensel zarar ve ölüm hâli dışında kişilik hakkına saldırı nedeniyle yansıma yoluyla manevi zarar tazminine imkân veren başka hüküm bulunmamaktadır.
c) Nedensellik (İlliyet) bağı
Haksız fiil nedeniyle tazminat sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için gereken koşullardan birisi de fiil ile meydana gelen zarar arasmda uygun bir sebep sonuç ilişkisinin bulunmasıdır. Zararın işlenen fiilin sonucu olmadığı durumlarda zararın tazmininin failden istenebilmesi mümkün değildir.
d) Kusur
Kusur, hukuka aykırı sonucu istemek (kast) veya bu sonucu istememiş olmakla beraber hukuka aykırı davranıştan kaçınmak için iradesini yeter derecede kullanmamaktır.
Kast, kusurun en ağır derecesidir. Failin hukuka aykırı fiili sonucun bilincinde olduğunu ve bu sonucu istediğini ifade eder. İhmal, hukuka aykırı sonucu arzu etmemesine rağmen bu sonucun meydana gelmemesi için iradesini yeter derecede kullanmamak, hâl ve şartların gerektirdiği dikkat ve özeni göstememektir (Oğuzman/Öz, s.54 vd.).
2. Ahlâka aykırı fiilden kaynaklanan haksız fiil sorumluluğu
Genel ve toplumsal ahlâk kurallarına aykırı bir fiille başkasına zarar verilmesi durumunda fiil hukuka aykırı olmasa bile TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrasına göre tazminat talep edilebilecektir.
Madde metninin yazım şeklinden anlaşılacağı üzere, ahlâka aykırı fiilden kaynaklanan tazminat sorumluluğunda, diğer koşullar aynı olmakla birlikte, kanun koyucu kusurun kast derecesinde olmasını aramaktadır.
6098 sayılı TBK'nın 49. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41. maddesinin 2. fıkrasından farklı olarak, 49. maddenin ikinci fıkrasının başına "Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile” şeklinde bir ibare eklenmiştir. Aynı fıkrada, 818 sayılı Borçlar Kanununda olduğu gibi, ahlâka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren kişinin de, bu zararı gidermekle yükümlü olduğu belinilerek, bu kural açıklığa kavuşturulmuştur. Madde gerekçesinde 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "bilerek" sözcüğünün yerine "kasten" sözcüğünün yazılmış olmasında kanun koyucunun özel bir amaç taşıyıp taşımadığı hususunda bir açıklık bulunmamakla birlikte, özellikle içtihadı birleştirme konusu açısından bu farklılığın önemi dikkate değer olup, uyuşınazlığın çözüme kavuşturulması açısından bu değişikliğin amaçsal olarak yorumlanması gerekmektedir.
3. Kişilik hakları
Türk Medeni Kanunu'nun 24. ve 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 58.) maddeleri ile koruma altına alınan kişilik hakları, kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir.
Kişilik hakları, kişiliği oluşturan değerler üzerindeki mutlak surette korunan, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları ifade eder. Kişinin hayatı, beden ve ruh sağlığı, beden bütünlüğü, özgürlüğü, onur ve saygınlığı, özel hayatının gizliliği, sırları gibi unsurlara yönelik bir saldırı kişilik hakkının ihlali sayılır. Ancak kişilik haklarınm zamana ve durumun koşullarına göre değişebilen dinamik bir alan olması nedeniyle kapsamı konusunda sınırlayıcı bir sayım yapmak mümkün olmamaktadır. Kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir.
6098 sayılı TBK'nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir.
4. Sadakat yükümlülüğü
Aile hukukunda sadakat yükümlülüğünün dayandığı temel yasal düzenleme olan, Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 185. maddesinin 3. fıkrasında eşlerin birbirine sadık kalmak zorunda oldukları düzenlenmiş, ancak sadakat yükümlülüğünün bir tammı yapılmamıştır.
Sözlük anlamıyla sadakat "içten bağlılık” demektir (Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük). Hukuk terminolojisinde ise sadakat "bağlillk, bir kimseye samimi bir şekilde bağlı olma durumu" (Yılmaz E.: Hukuk Sözlüğü, 5.b., Ankara 1996, s.700) olarak tanımlanmıştır.
Öğretide benimsenen görüşe göre de sadakat yükümlülüğü "eşlerin birbirlerine yönelik tam ve sınırsız bağlılığı” olarak tanımlanmıştır (Dural, M./Öğüz, T./Gümüş, M.A.: Türk Özel Hukuku Aile Hukuku C.lll, İstanbul 2005, s. 161).
Eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü, evliliğin kurulmasıyla başlayıp evlilik birliğinin herhangi bir nedenle (iptal, ölüm, boşanma vb.) sona ermesine kadar devam eder. Bu süre boyunca verilen ayrılık kararı veya eşlerin fiilen ayrı yaşamaları ya da boşanma davası açılmış olması, sadakat yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Aslında sadakat yükümlülüğü, sadece eşler arasında değil nişanlılar arasmda da geçerlidir (Badur, E./Turan Başara, G: Aile Hukukunda Sadakat Yükümlülüğü ve İhlalinden Kaynaklanan Manevi Tazminat İstemi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.65, sayrı, 2016, s. 105).
Sadakat yükümlülüğü denilince akla ilk olarak cinsel sadakat gelse de; bu boyuta ulaşmamış duygusal ilişki ve yakınlaşmalar, evlilik birliğine zarar verecek alışkanlıklar, eşlerin birbirlerinden gizli işler yapmaları, sır saklamamaları, yalan söylemeleri gibi örneklerde de sadakat yükümlülüğünün ihlali söz konusudur (Badur/Turan Başara, s. 106).
5. Eşler arasındaki sadakat yükümlülüğünün ihlalinin sonuçları
Sadakat yükümlülüğünün ihlalinin zina teşkil eden bir şekilde gerçekleşmiş olması özel ve mutlak bir boşanma sebebi olup, aldatılan eş, TMK'nın 161. maddesi uyarınca boşanma davası açabilecektir. Ancak anılan maddeye göre bu nedenle boşanma davası açma hakkı eşin zinayı öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer. Ayrıca aldatılan eşin zinayı affetmesi durumunda bu nedenle boşanma davası açma hakkı ortadan kalkmaktadır. Bunun yanı sıra sadakat yükümlülüğünün ihlali durumunda diğer eşin evlilik birliğinin temelden sarsıldığını belirterek ve TMK'nın 166. maddesine dayanarak boşanma davasıaçabilmesi mümkündür.
Bu nedenle açılacak boşanma davalarında, sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşten kusur durumuna göre TMK'nın 174. maddesi gereğince maddi ve manevi tazminat istenebileceği gibi, koşullarının oluşması durumunda TMK'nın 175. maddesi gereğince yoksulluk nafakası da talep edilebilecektir.
Bütün bunların yanında sadakat yükümlülüğünün ihlalinin TMK'nın mal rejimiyle ilgili 236. ve 252. maddelerinde düzenlenen pay oranının azaltılması veya kaldırılması, yükümlülüğü ihlal eden eşin TMK'nın 510. maddesinin 2. fıkrası gereğince ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarılabilmesi, yükümlülüğü ihlal eden eş hakkında TMK'nun 195 vd. maddelerinde düzenlenen evlilik birliğinin korunmasına ilişkin hükümler gereğince hâkim müdahalesinin talep edilebilmesi gibi sonuçları da bulunmaktadır.
Eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışının aynı zamanda 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında şiddet veya ev içi şiddet olarak değerlendirilebilmesi mümkündür. Sadakat yükümlülüğünün ihlali niteliğindeki davranışın yasal düzenleme uyarınca cinsel veya psikolojik şiddet tanımları içinde yer alması muhtemel olduğundan, bu davranışların muhatabı olan kişi de şiddet mağduru sıfatıyla 6284 sayılı Kanun'da düzenlenen korumadan yararlanabilir (Badur/Turan Başara, s. 109 vd.).
6. Zina
Eşler arasında sadakat yükümlülüğünün ihlali biçimlerinden biri olan zina, TMK'nın 16L maddesinde özel ve mutlak bir boşanma sebebi olarak düzenlenmiş olmakla birlikte, TMK'da zina ile ilgili olarak yapılmış bir tanım bulunmamaktadır,
Zina, sözlükteki anlamıyla "aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki” demektir (Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük).
Öğretide benimsenen görüşe göre ise zina "eşlerden birinin evlilik birliği devam ederken, karşı cinsten biri ile isteyerek cinsel ilişkiye girmesi” şeklinde tanımlanmıştır (Dede, 1.: Türk Boşanma Hukukuna Farklı Bir Yaklaşım: Zina ile Haysiyetsiz Hayat Sürme Arasındaki Keskin Sınır, Marmara Universitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, C. 23, sayı: 3, Ocak 2017, s. 650).
Eşlerin birbirlerine karşı olan sadakat yükümlülüğünün ihlali için her durumda zina fiilinin gerçekleşmesi gerekmez. Başka bir deyişle zinanm söz konusu olabilmesi için eşin üçüncü kişi ile cinsel ilişki yaşaması gerekirken, cinsel ilişki niteliği taşımayan diğer ilişki ve yakınlaşmalar ile de sadakat yükümlülüğünün ihlali mümkündür.
Anayasa Mahkemesi tarafından mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 440. - 444. maddelerinde kadının ve erkeğin zinasını ayrı ayrı suç olarak düzenleyen hükümlerin, Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir (Bkz. Anayasa Mahkemesi'nin 27.12.1996 tarih ve 22860 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 23.09.1996 gün, 1996/15 E.- 1996/34 K. sayılı kararı; 13.03.1999 tarih ve 23638 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 23.06.1998 gün, 1998/3 E.- 1998/28 K. sayılı kararı; 05.07.2000 tarih ve 24100 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 13.07.1999 gün, 1999/24 E.- 1999/30 K. sayılı kararı). 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda ise zina suçuna yer verilmemiştir.
111. BİLİMSEL GÖRÜŞLER
Konu ile ilgili olarak öğretide çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Oğuzman/Öz konu hakkındaki görüşlerini şu şekilde ifade etmektedirler: "hukukta bir kimsenin eşi tarafından aldatılmama hakkı şeklinde herkese karşı ileri sürebileceği bir kişilik hakkı yoktur. Burada söz konusu olan sadece Aile Hukukunun evlilik sözleşmesinden doğan ve eşlerin birbirine karşı üstlendikleri "sadakat yükümüne" karşılık gelen nispi bir haktır..." başkasının eşiyle ilişki kuran kişinin sırf bu ilişkisi sebebiyle aldatılan eşin herhangi bir kişilik hakkına tecavüz ettiği söylenemeyeceğinden, ona karşı tazminatla yükümlü olması da söz konusu olmaz", "nispi (sübjektif) bir hakka verilen zararın bu hüküm çerçevesinde haksız fiil oluşturması için failin "özellikle mağdura zarar verme” amacı taşıması gerekir. Sadece bazı film senaryolarında görülecek şekilde, üçüncü kişinin evli kadın veya erkekle ondan hoşlandığı için değil de sırf kocasına veya karısına zarar vermek için ilişki kurduğu durumlar dışında TBK m. 49/2'nin şartları burada gerçekleşmez” (Oğuzman/Öz, $.259-261).
Öztan, konu ile ilgili olarak; "üçüncü kişinin zina fiilinde Türk Borçlar Kanunu'nun 49'uncu maddesi anlamında hukuka aykırılık şartının gerçekleştiği hususunun kişilik haklarından çıkarılamayacağı açıktır. Ayrıca, Aile Hukukunda fiilin, haksız fiil sayılacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Sadakat ilişkisinin, Aile Hukuku nitelikli olması, bu ilişkinin ihlali hâlinde tazminatın ancak boşanma davası ile birlikte istenebileceğinin hükme bağlanmış olması, bizi de evlilik birliği devam ederken veya evlilik birliği sona erdikten sonra, üçüncü kişiye karşı açılacak bir tazminat davasının reddini kabule zorlamaktadır. Bize göre de, Yargıtay 4. HDnin görüş değiştirmesi ve tazminat talep edilemeyeceği görüşünü savunması yerindedir." şeklinde görüş bildirmektedir (Öztan, B.: Zina Fiiline İştirak Eden Eşin veya Üçüncü Kişinin Tazminatla Yükümlü Tutulup Tutulmayacağı Meselesi, Medeni Kanun'un ve Borçlar Kanunu'nun 90. Yılı Uluslararası Sempozyumu, 1926dan Günümüze Türk- İsviçre Medeni Hukuku, 17-18-19-20 Şubat 2016, C.2, Ankara 2017, s. 768).
Serozan, eşler arasında haksız fiil oluşturmayan ve dolayısıyla haksız fiil yaptırımlarına ve bu arada manevi tazminat talebine yer bırakmayan "sadakat yükümüne aykırılığın” üçüncü kişi (öteki kadın) bakımından bir haksız fiil oluşturup haksız fiile özgü yaptırımlara ve bu bağlamda manevi tazminat yaptırımına yol açmasının hiç mi hiç düşünülemeyeceği görüşündedir (Serozan, R.: Evlilik Birliğinde Sadakat Yükümlüğüne Aykırılıktan Tazminat Talebine Yer Olabilir mi?, İKÜHFD, Prof Dr. Turhan Esener'e Armağan Özel Sayısı, C.15, S.l, Ocak 2016, s.456).
Badur/Turan Başara, bir kimsenin eşi tarafından aldatılmamasını isteme hakkını içeren herkese karşı ileri sürebileceği bir kişilik hakkının mevcut olmadığı, bu nedenle. üçüncü kişinin aldatılan eşin kişilik hakkı ihlalinden kaynaklanan bir haksız fiii sorumluluğu bulunmadığı, burada sadece eş tarafından sadakat yükümlülüğünün ihlali söz konusu olduğuna göre, bu durumda aldatılan eşin, üçüncü kişiden değil doğrudan diğer eşten bir tazminat talebinde bulunabileceği. üçüncü kişinin diğer eşe karşı sadakat yükümlülüğü olmadığından, bu kişiye kârşf'ğadakat yükümlülüğünün ihlalinden kaynaklanan bir manevi tazminat davası açılamayacağı, ayrıca üçüncü kişinin -genel ahlâka aykırı'ölarak nitelenebilecek eyleminden dolayı aldatılan eşin zararından TBK'nın 49/2. maddesine göre hukuken sorumlu tutulabilmesi için, evli bir kişiyle ilişkiye girme, aldatmaya taraf olma fiilini, zarar görene (aldatılan eşe) zarar verme kastıyla gerçekleştirmiş olması gerektiğine dair kanaat açıklamışlardır (Badur/Turan Başara, s. 103-133).
Özmen/Vardar Hamamcıoğlu, Yargıtay'ın evli kişiyle birlikte olan kadını/erkeği aldatılan kadın/erkeğe manevi tazminat ödemeye mahkûm eden kararlarının ne denli hatalı ve sakıncalı olduğunu, Yargıtay'ın TBK'nın 49. maddesinin l . ve 2. fıkralarının koşulları oluşmamış olmasına rağmen evli kişiyle birlikte olan kadın/erkeği manevi tazminat ödemeye mahkûm eden kararlarıyla adeta bir Medeni Hukuk cezası yarattığını, evli kişiyle birlikte olma fiilinin TBK'nın 49. maddesinin l . fıkrası anlamında hukuka aykırı olmadığından artık haksız fiilin diğer unsurlarının varlığı ve yokluğu hususlarında değerlendirme yapmanın mümkün olmadığını, bu fiil ahlâka aykırı kabul edilse dahi (TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrası), bu defa ise fiilin kasten işlenmiş olmasından bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmişlerdir (Özmen/Vardar Hamamcıoğlu, s. 2375).
Demircioğlu da, eşi tarafından cinsel sadakatsizliğe uğrayan -aldatılan- eşin üçüncü kişiye yönelttiği manevi tazminat talepleri bakımından haksız fiilin hukuka aykırılık unsurunun anlam ve içeriği üzerinde durulması gerektiği, doğrudan diğer eşe yönelmiş bir hukuka aykırı fiilin varlığı hâlinde bu zararın tazmininin mümkün olduğu, ancak evli kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin salt bu eylemiyle diğer eşin kişilik hakkım ihlal etmiş olup olmadığı, bunun yanında eşin zinasının diğer eşin kişilik değerlerine yaptığı etkinin haksız fiilin hangi unsuru ile ilişkilendirileceği ve nihayet TBK'nın 49, maddesinin 2. fıkrasına göre ahlâka aykırılıktan ne anlaşılması gerektiği meselelerine yönelik benimsenen yaklaşıma bağlı şekilde, söz konusu tazminatın kabul edilebilirliğini ileri sürmenin mümkün olduğu gibi, aynı ölçüde haklı gerekçelerle, bu tazminatın kabul edilemezliğini ileri sürmenin de mümkün olduğu, TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrası anlamında kastın salt bilmeyi değil, aynı zamanda "zararlı sonucu istemeyi” yani belli bir kişiye mutlaka zarar verme maksadıyla hareket etmeyi ifade ettiği, o hâlde aldatılan eşin üçüncü kişiye yönelttiği tazminat taleplerinde, böyle bir unsurun mevcudiyeti ispatlanabilir ise tazminatın kabul edilebilir olduğuna hiç şüphe olmadığı, örneğin birbirini önceden tanıyan hatta aralarında belki arkadaşlık, akrabalık, iş ortaklığı gibi belli bir münasebet bulunan iki kişiden birinin diğerini sırf zarara uğratmak maksadıyla onun eşini baştan çıkartmış ve zinaya sürüklemiş olması durumunda bu kişiye karşı TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrası uyarınca tazminat davası açılabileceği, birlikte olunan kişinin evli olduğunu bilmenin diğer eşe zarar verme yönünde bir kasıt içerdiğine dair ön kabul ileri sürmenin ise asla kabul edilmemesi gereken bir yaklaşım olduğu, böyle bir ön kabulün önünün açılmasının aldatılan eş vakalarıyla sınırlı olmaksızın başka birçok olay tipi için de aym anlayışın benimsenmesini gerektireceği, bunun da hukuk ile ahlâkın sınırlarının birbirine karışması sonucunu doğuracağı, dolayısıyla aldatılan eşin üçüncü kişiye ileri sürdüğü tazminat talepleri bakımından çoğu zaman mevcut veya ispati mümkün olmayacak böyle bir unsurun bulunmadığı hâllerde söz konusu talebin kabul edilebilirliğinin ancak zina fiilinin kişilik hakkı ihlali ile ilişkilendirilmek suretiyle hukuka aykırılığının kabul edilebilmesi hâlinde mümkün olduğu, bu nedenle ancak evli kişiyle yaşanan birlikteliğin özellikle diğer eşe zarar verme amacıyla gerçekleştirilmesi hâlinde bu hüküm kapsamında bir sorumluluktan bahsedilmesi gerektiği görüşünü ifade etmektedir (Demircioğlu, s. 716 vd).
Franko, Medeni Kanun'un şahsî menfaatleri ihlal edilen kimsenin, bu menfaatleri ihlal eden şahıstan tazminat talep edebilmesi için aralarında hususi bir münasebetin mevcudiyetini aramadığı, şahsi menfaatlerin haksız surette ihlali bir tazmin borcu doğurduğuna, eşin zinasına şerik olan üçüncü şahsın bu fiille diğer eşin şeref ve haysiyetine tecavüz ettiği belli bulunduğuna göre, tazmin borcuyla mükellef tutulması gerektiği yönünde görüşünü belirtmiştir (Franko, N.: Şeref ve Haysiyete Tecavüzden Doğan Manevi Zararın Tazmini, Ankara 1973, Doktora Tezi, s. 59).
Çetiner, aldatan eşin ve üçüncü kişinin birlikte gerçekleştirdikleri aldatma eyleminin, aldatılan eşin duygusal kişiliğini kalıcı ve ağır biçimde ihlal ettiği kabul edileceğinden, TBK'nın 49. maddesi anlamında haksız fiil sorumluluğuna yol açacağı ve aldatılan eşin kişilik hakkı ihlaline dayalı olarak üçüncü kişiden ve dahi diğer eşten MK'nm 25. ve TBK'nın 58, maddesi uyarınca manevi tazminat talebinde bulunabileceği, bu durumun istisnası olarak evliliğin, artık eşler arasında yoğun ve özel bir duygu bağına temel teşkil etmekten uzak olduğunun söylenebildiği, eşler arasında geçimsizliğin arttığı, eşlerin bir mahkeme kararına dayalı olsun ya da olmasın ayrı yaşadıkları, eşlerden birinin boşanma davası açtığı durumlarda aksi ortaya konmadıkça, aldatmanın davacı eşin duygu dünyasında ağır ve kalıcı bir hasar yaratmamış olduğunun kabul edilebileceği görüşündedir (Çetiner, B.: Aldatılan Eş Manevi Tazminat Talep Edebilir mi?, Prof. Dr. İhsan Ulusan'a Armağan, Cilt I, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayısı, C. 15, Sayı:2, 2016. s. 529).
IV. GEREKÇE
İçtihadı birleştirmenin konusu; evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı hususundadır.
İçtihadı birleştirme konusunun aile kurumu ve evlilik birliği ile yakından ilişkili olması nedeniyle, öncelikle aile hukuku bağlamında irdelenmesi gerekmektedir.
Yasal dayanağını TMK'nın 185. maddesinin 3. fıkrasından alan eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü, evlilik bir]iğİnin taraflarını oluşturan eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nispi bir hak olup, eşler bu yükümlülüğün ihlal edilmemesini ancak birbirinden talep edebilirler. Bu doğrultuda aile hukukunda evlilik birliğinin devamı sırasında eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışına karşı diğer eşin başvurabileceği çeşitli hukuki yollar ve uygulanacak yaptırımlar düzenlenmiştir. Bu yaptırımlardan biri olan ve TMK'nın 174. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye göre "Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir". Bu madde gereğince manevi tazminat sadece kusurlu olan diğer eşten ve ancak boşanma davası ile birlikte istenebilir.
Bir kimsenin eşi tarafından aldatılmamayı isteme hak!! şçklinde herkese karşı ileri sürebileceği mutlak bir kişilik hakkı yasalarda yer almadığından, aldatma eylemine. katılan üçüncttkiŞinin aldatılan eşin bir mutlak hakkını ihlal etmesi söz konusu değildir. Başka bir anlatımla, evlilik birliğinin tarafı olmayan ve dolayısıyla sadakat yükümlülüğü bulunmayan üçüncü kişinin eşler arasındaki evlilik sözleşmesinden kaynaklanan da yükümlülüklere cinsel birliktelik uyma yaşayan zorunluluğu üçüncü bulunmamaktadır.kişinin manevi tazminat Bu noktada evli bir kimseyle duygusal ya sorumluluğunun hukuki dayanağının Borçlar Hukukumuzdaki haksız fiile ilişkin düzenlemeler çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. Bu nedenle üçüncü kişinin eyleminde haksız fiilin unsurlarının bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilmelidir.
TBK'nın 49. maddesinin l . fıkrasına göre haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için diğer koşulların yanı
sıra zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması aranmaktadır.
Bu bakımdan öncelikle evli bir kişiyle evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin eyleminde hukuka aykırılık
unsurunun bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
Hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşebilmesi için hukukumuzda benimsenen objektif hukuka aykırılık teorisine göre, bir özel koruma nomıunun veya herkese karşı ileri sürülebilen mutlak bir hakkın ihlal edilmiş olması gerekir,
Anayasa Mahkemesi'nce verilen iptal kararları ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yeni bir düzenleme yapılmaması neticesinde 765 sayılı TCK'dan zina suçunun çıkarılması ve 5237 sayıil TCK'da suç olarak düzenlenmemesinin yanı sıra Medeni Hukuk alanında da evli bir kişiyle birlikte olmayı yasaklayan bir hukuk kuralına rastlanmaması karşısında, üçüncü kişinin aldatılan eşe karşı bu nedenle sorumlu olduğunu düzenleyen herhangi bir norm bulunmamaktadır. Bu durumda üçüncü kişinin eyleminin herhangi bir koruma normunu ihlal ettiği söylenemeyeceğinden bu yönden hukuka aykırı kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla hukuka aykırılık koşulu gerçekleşmeyen bir eylem nedeniyle TBK'nın 49. maddesinin I . fıkrası gereğince haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olmadığı açıktır.
Bunun yanmda, içtihadı birleştirme konusu açısından belirleyici olması nedeniyle değerlendirilmesi gereken başka bir husus ise TMK'nın 24. ve 25. maddelerinde düzenlenen kişilik hakkına ilişkin hükümlerdir. Öncelikle belirtilmelidir ki, evlilik birliği ve evlilik hayatının kişiye toplum nezdinde sağladığı statü, eşlerin kişilik haklarının bir parçası olmayıp, eşlerin birbirleri üzerinde herhangi bir kişilik hakkı da bulunmamaktadır. Aile hukukunda evlilik birliğine ilişkin kurallara aykırı olan her davranışın veya her boşanma nedeninin diğer eşin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği söylenemez. Nitekim TMK'nın 174. maddesi, boşanmaya sebep olan olayların ancak diğer eşin kişilik haklarına saldırı oluşturması durumunda manevi tazminata hükmedilebileceğini düzenlemiştir.
Bir kişiye sırf evlilik bağı ile bağlı olmanın, evli kişilerin şahıs varlıklarına dâhil bağımsız bir kişilik değeri yarattığım kabul etmek ise, sınırlı saydaki bazı değerleri korumayı amaçlayan temel koruma normlarının, kişilik hakları üzerinden genişlemesi sonucunu doğurur. Gerçekten de, evlilik statüsünü, mutlak bazı haklara da dayanak hâle getirmek; aile hukuku açısından sadakat yükümlülüğünün nispiliğini, haksız fiil hukuku açısından ise "eşi tarafından sadakatsizliğe uğratılmama (!)” gibi bir temel koruma normunun bulunmayışını, kişilik hakları üzerinden dolanmak demektir (Demircioğlu, s. 710).
Eşlerden biri yalnızca diğer eşten sadakat yükümlülüğüne uygun davranmasını talep edebilir. Üçüncü kişinin sadakat yükümlülüğünün bulunmaması nedeniyle, evli eşle birlikte olan üçüncü kişinin bu davranışının diğer eşin kişilik haklarına doğrudan bir saldırı niteliğinde olduğu söylenemez.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken başka bir husus ise ölüm ve ağır bedensel zararlar dışında başkaca kişilik hakkına saldırı nedeniyle yansıma yoluyla zarar tazminine Kanun'un izin vermemiş olmasıdır (6098 sayılı TBK m.56/2). Bu durumda hukuka aykırılık bağının bulunmaması sebebiyle hiç kimsenin, bir başkasının onur ve saygınlığına, özel hayatının gizliliğine veya sırlarına yönelik bir saldırıdan dolayı yansıma yoluyla manevi zarar gördüğü iddiasıyla tazminat istemesine olanak bulunmamaktadır. Görülmektedir ki eylem doğrudan kendisine yöneltilmeyen kişinin bu eylemden dolayı uğradığı yansıma zararlarının tazmini, bunu mümkün lalan açık bir düzenleme bulunmadıkça söz konusu olmayacaktır.
Aldatılan eşin üçüncü kişiye yönelttiği tazminat talepleri bakımından ise, aym sonuca "evleviyetle” ulaşılmalıdır. Zira bu tür olaylarda yansıma bir zararın varlığından dahi bahsedilemez. Gerçekten de, üçüncü kişinin cinsel birliktelik yaşadığı eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı fiili bulunmamaktadır ki, aynı fiil ile diğer eşin de kişilik haklarına saldırıldığından bahsedilsin ve zina yapan eşin uğradığı herhangi bir zarar bulunmamaktadır ki, diğer eşin yansıyan bir zararı mevcut olsun. Bu sebeple, diğer eşin, üçüncü kişinin fiili yüzünden apaçık bir manevî zarara uğradığı kabul edilse dahi. bu zararların giderilmesi, ancak bu yönde açık bir düzenlemenin varlığı halinde mümkün kabul edilmelidir (Demircioğlu, s. 713).
TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrası zarara sebep olan fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlâka aykırı bir fiille kasten başkasına zarar veren kişinin de haksız fiil sorumluluğunu kabul etmiştir. Evli bir kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin eyleminin ahlâka aykırı olduğunu söylemek mümkündür ancak üçüncü kişinin TBK'nın 49. maddesinin 2. fıkrasına göre tazminatla sorumlu olduğunu kabul edebilmek için birlikte olduğu kişinin evli olduğunu bilmesine rağmen bu fiili işlemesi yeterli değildir. Çünkü TBK'nm 49. maddesinin 2. fıkrası, aynı maddenin l . fıkrasındaki düzenlemeden farklı olarak ahlâka aykırı fiilin kasten zarar verme amacıyla işlenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 4] . maddesinin 2. fıkrasında yer alan "bilerek” sözcüğünün yerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinin 2. fıkrasında 'ikasten" sözcüğü kullanılmıştır. Kusurun en ağır derecesi olan kast, failin zarara neden olan sonucu bilmesinin yanında bu sonucu isteyerek eylemini gerçekleştirmesini ifade eder. Bu durumda kanun koyucunun maddenin yeniden düzenlenmesi sırasında ahlâka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kişinin sonucu bilmesini yeterli görmediği, aynı zamanda istemesini de gerekli gördüğü yorumunu yapmak mümkündür.
Bu bakıından, evli olduğunu bilerek bir kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin eylemi, evlilik birliğine karşı göstermesi gereken özen ve saygıyı göstermemiş olması nedeniyle tek başına TBK'nın 49/2. maddesine göre sorumluluğunu gerektirmez. Ayrıca üçüncü kişinin aldatma eylemine katılmasının, aldataiı eşe karşı duyduğu duygusal yakmhktan kaynaklanması veya eylemin para karşılığı gerçekleşmesi de olasıdır. Bu durumlardağda;eylenı ahlâka aykırı kabul edilse bile aldatılan eşe kasten zarar verme amacı taşıdığını söylemek her zaman mümkün değildir. Kanunda belirtildiği anlamda kasten zarar verme amacının gerçekleşmesi için üçüncü kişinin ahlâka aykırı bu fiili, salt birlikte olduğu kişinin eşine zarar verme kastıyla işlemiş olması gerekmektedir. Evli kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin sırf diğer eşe zarar verme kastıyla hareket ettiğinden bahsedilemediği taktirde, artık üçüncü kişinin bu fiili TBK 49/2 ye göre tazminatı gerektirmeyecektir. Başka bir anlatımla evli olduğunu bildikleri bir kişiyle ilişkiye giren tüm üçüncü kişilerin aldatılan eşe zarar vermeyi bilerek ve isteyerek hareket ettiklerine dair bir ön kabul yerinde değildir. Zira evli olduğunu bildiği bir kişiyle ilişkiye giren üçüncü kişi, aldatılan eşin zarara uğrayacağını biliyor ve doğrudan doğruya bu sonucun gerçekleşmesini istememekle birlikte; gerçekleşmesini göze alıyorsa, ihtimali kastla hareket etmiş kabul edilir (Badur/Turan Başara, s. 126).
Öte yandan, konunun incelenmesi sırasında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de değerlendirilmesi gerekmektedir. TBK•nın 61. maddesine göre birden fazla kişinin birlikte bir zarara sebebiyet vermeleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olmaları durumunda müteselsil sorumluluk söz konusu olacaktır.
Ancak bu kişilerin her birinin davranışları gereği sorumlu tutulabilmeleri, söz konusu normun ön şartıdır. Aldatan eş ve üçüncü kişinin birlikte bir zarara sebebiyet verip, müteselsjl sorumlu olabilmeleri için; üçüncü kişinin fiilinin de hukuka (veya ahlâka) aykırı olması gerekir (Badur/Turan Başara, s, 128).
Konumuz açısından üçüncü kişinin fiilinin haksız fiil olarak nitelendirilebilmesine olanak bulunmadığından sadece aldatma fiiline iştirak etmesi nedeniyle, aldatan eşle birlikte TBK'nun 61. maddesi çerçevesinde müteselsilen sorumlu tutulabilmesi mümkün değildir.
Görüldüğü üzere evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin, aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak kanunlarımızda özel bir tazminat hükmü yer almamasına rağmen, haksız fiile ilişkin genel koşulları da taşımayan eyleminden dolayı üçüncü kişi aleyhine yargı kararıyla tazminat sorumluluğu ihdas edilmesi, evlilik birliğinin ve aile bütünlüğünün korunması gibi saiklerle dahi kabul görmemelidir.
Hemen belirtilmelidir ki, üçüncü kişinin katıldığı aldatma eylemi ile bağlantılı olmakla birlikte sadakatsizlik olgusundan farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali durumunda, eş söyleyişle üçüncü kişinin doğrudan aldatılan eşin kişilik değerlerine yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunması durumunda manevi tazminat sorumluluğunun doğacağında tereddüt bulunmamaktadır.
Bu kapsamda örneğin, aldatma eylemi ile bağlantılı olarak üçüncü kişinin, aldatılan eşin konut dokunulmazlığını ihlal etmesi, özel yaşamına müdahale etmesi, sır alanına girmesi, ele geçirdiği bazı özel bilgileri ifşa etmesi, kullandığı söz ve diğer ifadeler ile onur ve saygınlığını zedelemesi gibi eylemlerinde hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği şüphesizdir,
Hâl böyle olunca, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen başkaca bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça, salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eyleminden dolayı aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteyebilmesinin mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
V. SONUÇ
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler, yargısal ve bilimsel içtihatlarla bu çerçevede yapılan değerlendirmeler sonucunda "evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı” yönünde 06.07.2018 günü üçüncü görüşmede oy çokluğu ile karar verilmiştir.

KARŞI OY YAZISI
Karşı oyumu usul ve esas yönünden olmak üzere iki başlık altında açıklamak istiyorum.
USUL YÖNÜNDEN:
"Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı” şeklinde sonuçlanan ve böylece hak arama hürriyetini engelleyen içtihadı birleştirme kararı, öncelikle T.C. Anayasası' nın "Hakların korunması ile ilgili hükümler”, "Hak arama hürriyeti” başlıkh 36. maddesinin "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz." amir hükmüne açıkça aykırıdır.
Diğer yandan, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun ilk iki toplantısında aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteminde bulunabileceği görüşü 15 ve 21 oy farkıyla önde olmasına rağmen, nitelikli çoğunluk sağlanamadığı için karara bağlanamamış, üçüncü toplantıda ise, bu görüşün 3 oy farkıyla geriye düşmesi neticesinde "evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı” biçiminde içtihatların birleştirilmesi, Büyük Genel Kurul kararını tartışmaya açık hale getirmiş, hukuk güvenliğini de sarsmıştır.
ESAS YÖNÜNDEN:
Aldatılan eşin üçüncü kişiye yönelik talebinin hukuki dayanağı haksız fiil sorumluluğundan kaynaklanmaktadır.
Gerek T.C. Anayasası'nda, gerekse Türk Medeni Kanunu'nda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ye aileyi koruyan hükümlere altı çizilerek yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil toplum için de önemlidir. Hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir.
Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup eşlerden biriyle, evli olduğunu bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin aile kurumuna ve onun mensubu olan kişilere vereceği zarar kaçınılmazdır. Bu durumu bilerek ilişkiye giren kişinin bu sonucu öngörmemiş olması düşünülemez.
Bu nedenle, evli kişilerle ilişki kurmak ve birlikte yaşamak uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla da koruma altına alınmak istenmiştir. Bu tür eylemlerin, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları ve daha sonraki yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması, bu fiilin ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan kaldırmamaktadır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine engel teşkil etmemektedir.
Diğer taraftan, esasen eşin evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümü bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla birlikte olan kişinin de, eşin sadakatsizlik eylemine bu haksız fiili ile katıldığı, böylece birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.
Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin fiili de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu, eyleme evliliği bilerek katılan kimse de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.
Karşı görüşü savunan arkadaşlarımız, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinin 2. bendinde geçen "kasten” sözcüğüne özel ve farklı bir anlam yüklemektedirler. Atfettikleri mana hayatın olağan akışına uymadığı gibi, yasa koyucunun da öyle bir amaç güderek düzenleme yaptığını kabul etmek doğru değildir. Bildiğiniz gibi "kast", "kasıtlı", "kasten” sözcükleri esasen ceza hukukunda yer verilen kelimelerdir. Medeni hukukta, borçlar hukukunda ve hukuk usulünde bu sözcüklere pek rastlanmaz.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 21 . maddesinde kast; suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olarak tarif edilmiştir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde de; isteyerek ve bilerek yapılan anlamına geldiği belirtilmiştir,
Adalet Bakanlığınca 1998 yılında Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün başkanlığında oluşturulan Borçlar Kanunu Komisyonunun önce üyeliğini yapan, 2007 yılından itibaren:de Başkanlığım yürüten Prof. Dr. Nevzat Koç'un "Türk Borçlar

Kanunu Tasarısında Genel Hükümlere İlişkin Olaiak' YapıffiiasvQngörülen Yenilikler ve Değişiklikler" isimli makalesinin ilgili bölümünde 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41. maddesinin birinci fıkrasına göre, kasten veya ihmal sonucunda, "haksız bir surette”, diğer bir kimseye bir zarar ika eden şahıs o zararı tazmin etmek zorundadır. Tasarıda ise, kast ve ihmalin, kusurun çeşitlerinden olduğu göz ününde tutularak, söz konusu fıkra, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kişinin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu şekline dönüştürülmüştür. 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 4L maddesinin ikinci fıkrasından farklı olarak, tasarının 49. maddesinin ikinci fıkrasının başına, "Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile" şeklinde bir ibare eklenmiştir. Aynı fıkrada 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda olduğu gibi, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren kişinin de bu zararı gidermekle yükümlü olduğu belirtilerek bu kural açıklığa kavuşturulmuştur.” şeklinde açıklama getirilmiştir.
Dairemiz temyiz incelemesinde, davadaki somut olayın özelliğine ve toplanan kanıtlara göre değerlendirme yaparak kararını vermektedir. Büyük Genel Kurulun bazı üyelerinin tereddüt ettiği, zihinlerinin karışmasına yol açan bir kısım vakıaya ilişkin olarak kararlarımızdan bazı örneklere burada yer vermek yararlı olacaktır,
Örneğin;
Eşinden anlaşmalı olarak boşanan ve düzenlenen protokole göre eşinden bir miktar para alarak onu maddi ve manevi tazminat yükümlülüğü nedeniyle ibra eden eşin, konusu ve hukuki sebebi aynı olduğundan evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı açtığı davanın konusuz kaldığını kabul etmekteyiz.
Davalı ile dava dışı eşin birlikte neden oldukları zarar nedeniyle boşanma davasında davacı yararına bir miktar tazminat ödetilmesine karar verilmiş ise, müteselsil sorumluluk ilkesini nazara alarak, konusu ve hukuki sebebi aynı olan eldeki davada hüküm altına alman tazminat tutarının boşanma davasında hüküm altına alınan tazminat miktarını geçmemek ve tahsilde tekerrür olmamak üzere ödetilmesi gerektiği yönünde karar vermekteyiz.
Aym sebepten, dolayı müşterek, çocukların tazminat istemlerini bu kapsamda kabul etmiyor, yansıma yoluyla manevi tazminat talep edilemeyeceğini benimsiyoruz.
Eşini affeden veya eşine karşı açtığı davadan feragat eden eşin, üçüncü kişiye yönelttiği davayı reddediyoruz.
Tüm bu nedenlerle, evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunması, hadisenin ve delillerin mahkemece değerlendirilerek karar verilmesi gerektiği görüş ve kanaatiyle İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun hak arama hürriyetinin de önüne geçen aksi yöndeki çoğunluk kararına hem usul, hem de esas bakımından katılmıyorum.
KARŞI OV YAZISI
Evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat istemini içeren davalarda verilen kararlar ile ilgili olarak, Dairemizin (4. Hukuk Dairesi) istikrarlı bir şekilde devam eden uygulamasının 2015 yılında değişmesi ile başlayan süreçte. İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca verilen "aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteminde bulunamayacağına” ilişkin karara gerek usul gerekse esas bakımından katılmıyorum.
Şöyle ki;
USUL YÖNÜNDEN
"Evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı” şeklinde sonuçlanan içtihadı birleştirme kararı öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Hak arama hürriyeti” başlıklı 36/1 maddesinde yer alan "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkma sahiptir.” hükmüne aykırıdır.
Diğer taraftan; İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun ilk iki toplantısında diğer eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteminde bulunabileceğine dair görüş (15) ve (21) oy farkı ile önde olmasına rağmen, nitelikli çoğunluk sağlanamadığı için karar çıkmamış, salt çoğunluğun yeterli olduğu üçüncü toplantıda ise (3) oy fark ile "aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteminde bulunamayacağı” şeklinde içtihadı birleştirme kararının çıkmış olması bu kararı tartışmaya açık hale getirdiği gibi hukuk güvenliğini de sarsmıştır.
ESAS YÖNÜNDEN
Aldatılan eşin üçüncü kişiye yönelik manevi tazminat talebinin hukuki dayanağı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 58. maddesinde düzenlenmiş bulunan "kişilik hakkının zedelenmesi” hukuki sebebine dayalı haksız fiil sorumluluğudur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 58/1 maddesi "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zararına karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. hükmünü düzenlemiştir.
Doktrinde bu görüşü savunan yazarlar da aynı yasal dayanağı işaret etmekte olup İsviçre Federal Mahkemesinin 10/06/1958 tarihli kararı "...Eşlerden biriyle evlilik dışı münasebet kuran ve böylece evliliği zedeleyen üçüncü şahıs diğer eşin şahsiyet haklarını ihlal etmiş olur; bu durumda diğer eş ihlalin ve kusurun hususi ağırlığının teyit ettiği ölçüde, üçüncü kişiden manevi tazminat talep edebilir..." ve 27/04/1983 tarihli bir diğer kararı ise "Federal Mahkemenin müstekar içtihatlarına göre evliliğe aykırı veya evliliği ihlal eden ilişkilere katılmak kişilik hakkının ihlali anlamına gelmektedir ki bu maddi ve manevi tazminat talebine imkan verecektir. Evlilik her bir eş için kişisel açıdan öyle büyük bir öneme sahiptir ki evliliğin ihlaline katılan üçüncü kişinin evliliği ihlal ettiğinde ve böylelikle diğer eşin kişilik haklarını ihlal ettiğinde tereddüt etmemek gerekir. Bu durumda yalnızca sadakat yükümlülüğü olan eş değil, evliliği ihlal eden üçüncü kişi de hukuka aykırı davranmıştır, zira o diğer eşin herkes tarafindan saygı duyulması gereken haklarına müdahale etmiştir." şeklindedir.
Kişilik hakları kişilerin maddi ve manevi bütünlükleri ile özel hayat alanı ve sır çevresi gibi çeşitli unsurların tamam üzerindeki şahsa sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilemeyen, devredilemeyen, miras yolu ile geçmeyen ve herkese karşı ileri sürülebilen mutlak haklardır.
Aldatma fiili sonucunda, aldatılan eşin toplum önünde ve yaşadığı çevrede küçük düştüğü, rencide olduğu, manevi açıdan üzüntü ve acı duyacağı tartışmasızdır. Bundan dolayı da aldatma fiilinin taraflarından her birine karşı haksız fiil sorumluluğu kapsamında tazminat talep hakkı bulunmaktadır. Zira haksız fiillerde müteselsil sorumluluk söz konusudur.
Aldatma fiilinin, evlilik birliğinin tarafı olan eşler bakımından 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 185. maddesinde düzenlenmiş olan "sadakat yükümlülüğünü" ihlal eden bir fiil olduğu tanışmasızdır. Bunun sonucunda yine aynı Kanunda bu durum boşanma sebebi olarak kabul edilmiş (TMK m. 161) ve ayrıca boşanmaya sebep olan olaylar sebebiyle kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat talep edebileceği düzenlenmiştir (TMK m. 174/2). Ancak bütün bunlar aldatma fiilinin aile hukukuna ilişkin, diğer bir ifade ile eşler arasındaki sonuçlarıdır. Aldatma fiili tek bir kişi tarafından gerçekleştirilebilen bir eylem olşâydı buşfiilden kaynaklanan sorumluluk da yukarıda belirtilen aile hukukuna ilişkin düzenlenmeler kapsamında sonuçlanmış.olacaktı.
Ancak aldatma eylemi iki kişinin ve sonuçları bakımından ise evlilik birliğini etkileyen bir fıjl olduğundan, aldatan eşin diğer eşe karşı sorumluluğu üedeni Kanununun aile hukukuna ilişkin hükümleri çerçevesinde değerlendirilmekte, aldatma fiilinin diğer tarafı olan üçüncü kişinin aldatılan eşe karşı sorumluluğu bakımından ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun kişilik hakkı ihlalinden kaynaklanan haksız fiil sorumluğuna ilişkin hükümleri gündeme gelmektedir. Zira aldatma fiili ile aldatılan eşin manevi açıdan zarar gördüğü şüphesizdir. Aldatma olayı sonucunda, hukuk düzeninin korumadığı bir fiil ile diğer eş zarar görmekte olup, zarar ile fiil arasında uygun illiyet (nedensellik) bağı da bulunmaktadır. Bu durumda olayı yalnızca eşlerin sadakat yükümlülükleri kapsamında değerlendirip üçüncü kişiyi sorumsuz kılmak, haksız fiil sorumluğuna ilişkin tüm yasal düzenlemelere aykırıdır.
Ayrıca, aldatma fiili sonucu itibarıyla evlilik birliğini zedelemekte ve çoğu zaman evliliğin sona ermesine, ailenin dağılmasına neden olmaktadır. Oysa aile Türk toplumu için çok önemli bir kurumdur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 41/1 maddesi "Aile, Türk toplumun temelidir...", 41/2 maddesi ise "Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması....için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar." hükümlerini düzenlemiştir. Aile kurumu bu kadar önemli olup, Anayasadan itibaren yasal düzenlemeler ile koruma altına alınmışken, sonucu çoğu zaman doğrudan aile birliğinin dağılması olan, toplum da meşru kabul edilmeyen ve hukuk düzeninin korumadığı aldatma fiilinin tarafı olan üçüncü kişinin, bu fiilinden dolayı aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğunun olmayacağına ilişkin bu içtihadı birleştirme kararı mevcut durum ve yasal düzenlemeler ile büyük bir çelişki oluşturmuştur. Yine bu kararın zaman içerisinde aldatma fiilinin toplumda normalleşmesine, olağan kabul edilmesine büyük oranda katkı sağlayacağı muhakkaktır.
Bu içtihadı birleştirme kararı ile aldatılan eşin aldatma fiilinin tarafı olan üçüncü kişiden manevi tazminat talep hakkı ve bu konudaki taleplerin mahkemelerce değerlendirilmesi imkam ortadan kaldırılmıştır. Oysa böyle bir talebin haklı olup olmadığı her olayda, somut olayın özellikleri ve mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilmeli ve karara bağlanmalıdır.
Tüm bu nedenlerle; evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunabileceği, olayların ve delillerin mahkemesince değerlendirilerek karar verilmesi gerektiği görüş ve kanaatiyle, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun, hak arama hürriyetine de engel teşkil eden aksi yöndeki çoğunluk kararma gerek usul gerekse esas bakımından katılmıyorum.
İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU'NUN 2017/5 ESAS SAYILI VE 06/07/2018 GÜNLÜ KARARINA KARŞI KARSI OY
"Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı, diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı şeklinde sonuçlanan Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 06/07/2018 günlü ve 2017/5 sayılE İçtihadı Birleştirme kararma katılmamaktayım.
Hukukumuzda genel olarak tazminat sorumluluğuna bakmak gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinde "Haksız fiillerden doğan borç ilişkileri” düzenlenmiştir. Haksız fiilleri düzenleyen kurallar "sorumluluk hukukunu" oluşturur. Dolayısıyla geniş anlamda haksız fiil kavramı, hem kusur sorumluluğunu, hem de kusursuz sorumluluğu içerir.
Sorumluluk hukukunun konusu; zarar verenin, zarar görenin uğramış olduğu zararı gidermesidir. Bu anlamda sorumluluk hukukuna tazminat hukuku da denilmektedir.
Zararın başka bir kimseye yükletilmesini haklı gösteren sebeplere sorumluluk sebepleri denilmektedir. Sorumluluk sebeplerinden birinin mevcut olması halinde zarar gören uğramış olduğu zararın tazminini başka bir kişiden isteyebilir,
Sorumluluk sebepleri üçe ayrılmaktadır :
I-Kusur : Türk Borçlar Kanununun 49. maddesinden de anlaşılacağı üzere, sorumluluk sebeplerinin başında gelmektedir. Kendi kusurlu davranışı ile bir başkasına zarar veren kimse, bu zararı gidermek, tazmin etmek zorundadır.
2-SözIeşme : Diğer bir sorumluluk sebebidir. Bir kimse sözleşme ile bir başkasının uğrayacağı zararı gidermeyi, yani tazmin yükümlülüğünü üzerine alabilir. Örneğin; kefalet, garanti, sigorta sözleşmeleri gibi. Burada zararı yüklenen kişinin zararın doğmasında; bir kusuru yoktur.
3-Kanun Hükmü : Bir kanun ya da kanun hükmü sorumluluk sebebi olabilir. Kanunun sorumluluk sebebi olduğu hallerde; zararın başka bir kişiye yükletilmesi için bunun bir sözleşme veya kusurlu davranıştan doğması gerekmez. Örneğin; kusursuz sorumluluk halleri, adam çalıştıranın, hayvan sahibinin, tesis sahibinin, aile başkanının sorumluluğu gibi.
Kusura dayalı sorumluluk 01/07/2012 öncesi 818 sayılı Borçlar Kanununun 41. vd., 01/07/2012 sonrası 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 49. vd. maddelerinde düzenlenmiştir.
Türk Borçlar Kanununun 49. maddesinde "kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı olmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.'
Türk Borçlar Kanununun 58. maddesinde "Kişilik Haklarının Zedelenmesi” başlığı altında "kişilik haklarının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat isteyebilir.” (818 sayılı Borçlar Kanununun 49. maddesinde de aynı düzenleme mevcut)
Türk Borçlar Kanununun 61. maddesinde; "Müteselsil Sorumluluk" başlığı altında "birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa, ilişkin hükümler uygulanır.” düzenlemeleri mevcuttur.
Sorumluluk Hukukunun Amaçları:
A-Zararı denkleştirme (giderme karşılama) amacı; Bu amaç zararın zarar gören üzerinde kalmayıp ondan alınarak başkasma ve özellikle zarar verene yükletilmesi, aktarılmasıdır. Bu suretle zarar görenin zararının giderilmesi, mal yarlığı veya şahıs varlığında uğradığı eksilmenin karşılanması amacı güdülmektedir.
B-Zararl önleme amacı; zararı önleme amacı, aym zamanda bir yaptırım görevi de görür. Öncelikle kusur sorumluluğunda, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışın sonuçlarına tazminat sorumluluğunu bağlamak, herkesi davranışlarında daha dikkatli olmaya, başkalarına zarar vermemek için gerekli iradi çabayı harcamaya sevk eder. Kişinin zarar verici bir davranışta bulunma girişimini de önler.
C-Tazminat talebinde ihlal edilen hakkın devamı (takibi) amacı; hukukça korunan bir hakkın ihlali sonucunda, ihlal edilen bu hakkm yerine, zarar görenin, zarar verene karşı talip olduğu tazminat talebi geçmektedir. Böylece, hakkın takibi veya devamı fikriyle ihlal edilen hak, taşıdığı değere karşılık bir tazminat talebine dönüşmekte ya da onun yerine geçmektedir.
Bu genel açıklamalardan sonra içtihadı birleştirme kararı konusu olaya dönersek; Anayasa'nın 41. maddesinde "Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet ailenin huzuru ve rçfahı ile ilgili.'tedbirleri alır." hükmü bulunmaktadır.
Hemen belirtmekte yarar vardır ki, gerek Anayasamizdâ?ğerekke Türk Medeni Kanunda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ve aileyi koruyan hükümlere yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olduğu kişiler için değil, toplum içinde önemlidir.
Bu nedenledir ki, ailenin korunmasına yönelik düzenlemeler sadece mensubu olan kişileri değil, tüm toplumu ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının. birbirlerine karşı yükümlülüklerinin ihlali çoğu zaman toplumu etkilemekte, yasalar nezdinde, koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.
Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup eşlerden biriyle, evli olduğunu bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin, aile kurumuna ve onun mensubu olan diğer eşin, mutlak haklarında olup, toplum içindeki değerini ifade eden dış şeref ve haysiyetine vereceği zarar kaçınılmazdır. Kaldı ki, üçüncü kişinin bunu öngöımemesi düşünülemez.
Bu nedenledir ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla da koruma altına alınmıştır. Bu tür eylemlerin suç olmaktan çıkarılması ve üçüncü kişi ile mağdur olan diğer eş arasında hukuki ilişkinin bulunmaması, eylemin hukuka aykırılığını ve haksız eylem niteliğini odadan kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku hükümlerine göre tazminat talebine konu edilmesine engel teşkil etmemektedir.
Diğer taraftan, eşler evlilik birliğini kurmakla sadakat borcu altına girerler. Eşin bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi evlilik sözleşmesi ile bağıtlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Eşle cinsel ve duygusal birliktelik yaşayan üçüncü kişi, evli olduğunu bilerek evli kişi ile ilişkiye girmek suretiyle, gerek yasalarca, gerek örf ve adet hukukunca korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Bu davranış da, açıkça diğer eşin Türk Borçlar Kanununun 58. maddesinde koruma altına alınan ve mutlak olduğundan üçüncü kişilere karşı ileri sürebileceği kişilik haklarının ihlali niteliğindedir. Bu haliyle, evli kişi ile evli olduğunu bilerek birliktelik yaşayan üçüncü kişi, diğer eşe karş birlikte olduğu eşle birlikte müteselsilen sorumludur. Üçüncü kişinin sorumluluğu haksız fiilden kaynaklanmaktadır.
Kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlar. Bu hak insanın doğumu ile kazanılan ve kişiliğe bağlı olan bir haktır. Hayat, beden ve ruh tamlığı, vicdan, düşünce ve çalışma özgürlüğü, şeref, haysiyet, itibar, ün, sır ve resim hep kişisel varlıklardır.
Kişilik haklarınm kanunda bir tanımı bulunmadığı gibi, kapsamına dair sınırlayıcı bir düzenleme de bulunmamaktadır. Kişiliğin ihtiyaçlarına göre korunması gereken değerlerden oluştuğu, bu durumun "kişi varlığı açısından zamanın ihtiyaçlarına göre korunması gereken değerlerden oluştuğu, bu durumun "kişi varlığı açısından zamanın ihtiyaçlarına göre yeni unsurların nazara alınması imkanım sağladığı doktrinde ifade edilmiştir,
Tazminat davalarında davacı taraf, kendisinin zararına yol açan kim veya kimlerse davasını ona yöneltir. Dolayısıyla eylemin suç teşkil etmesi veya taraflar arasında herhangi bir hukuki ilişkinin, sözleşmenin bulunması gerekmez. Her davanın somut koşulları kendi özelliğine göre değerlendirilip sonuçlandırılır. Bu haliyle, evlilik birliğinin mensubu eşlerden biriyle evli olduğunu bilerek cinsel ve duygusal birliktelik yaşayan üçüncü kişiye karşı manevi tazminat isteminde bulunabilmesi T.C. Anayasasının "Hakların Korunması ile İlgili Hükümleri” 'Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 3/b maddesi gereği olduğu gibi, İçtihadı Birleştirme ilk iki toplantısında diğer eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteminde bulunabileceği görüşü onbeş ve yirmibir oy farkla önde olmasına karşın, nitelikli-üçte iki-çoğunluk sağlanamadığı için karara bağlanamamış; üçüncü toplantıda işe, bu görüşün.üç oy farkla geriye düşmesi neticesinde "evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile. evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat, isteminde bulunamayacağı” biçiminde içtihatların birleştirilmesi, Büyük Genel Kurul Kararını tartışmaya açık hale getirmiş, hukuk güvenliğini de sarsmıştır.
Ayrıca, toplumsal boyutu itibariyle büyük öneme sahip evlilik kurumunun mensubu kişilerin üçüncü kişilere karşı mağduriyetlerini bir nebze olsun giderici tazminat taleplerini yöneltememeleri ve üçüncü kişilerin evlilik kurumunun mensuplarına karşı davranışlarında daha dikkatli olmalarını sağlayacak yaptırımın önüne geçilmesinin adaletin tecellisi açışından olumsuz sonuçlara yol açacağını düşündüğümden sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
Old 23-01-2021, 01:08   #60
avibrahimduran

 
Varsayılan

Evlilik birliğinde 3. kişileri sorumlu tutma düşünesini hukuk nosyonunu oturmamış olarak niteliyorum. Bu düşünce 3. kişiden intikam alma çabasından ortaya çıkan hukukta yeri olmayan bir düşüncedir. Aldatma ve gibi tüm sebepler aldatan eşin özgür iradesiyle oluyorsa ki başka türlü olması beklenemez o halde aldatma olmaz. Aldatan bile ve isteye aldattıysa 3. kişinini buradaki misyonu nedir. aldatılan eşe sorumluluğu nedir. Bu saçma sapan düşünce hukuki bir dayanağı yoktur.Bunun ahlaki olup olması ayrı bir durumdur.Hukuki olup olmaması ayrı bir durumdur.Aldatmak evli eşler için bir kusurdur. Aldatmak için evli olmak gereklidir. Bu bakımdan 3. kişi aldatılanla evli olmadığında onu aldatamaz. Doğal olarak ona karşı da sorumlu olamaz.bu da tazminat hakkı doğuramayacaktır. 3. kişinin de evli olması durumunda kendi eşine karşı olan sorumluluğu ayrıdır.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Bonoda Kim Asıl Borçlu Kim Kefil? av.knel Meslektaşların Soruları 5 01-03-2007 20:11
kefilin asıl borçluya rücu etmesi hgsahan Meslektaşların Soruları 5 04-08-2006 18:16
Asıl Sorun Yasama Değil Yargı Dokunulmazlığında sbudak Hukuk Sohbetleri 0 03-01-2004 23:28
Evlatlık Alındıktan Sonra Asıl Ebeveynlerden Miras Hakkı Kalır Mı? Elvan Hukuk Soruları Arşivi 1 04-03-2002 21:24
Ödenen Kefalet Borcunun Asıl Borçludan Tahsili Salak Hukuk Soruları Arşivi 5 20-02-2002 20:31


THS Sunucusu bu sayfayı 0,14679289 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.