Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

manevi tazminatla ilgili

Yanıt
Old 12-09-2006, 15:42   #1
Desarac

 
Soru manevi tazminatla ilgili

Merhaba,herkese kolaylıklar diliyorum..

ilk defa karşılaştığım bir konuyla ilgili görüşlerinizi almak istiyorum;

iş kazası sonucu,fazlaya ilişkin haklarımızı saklı tutarak kısmi olarak maddi tazminat talebinde bulunduğumuz bir davada ,sonradan ıslah yapılırken daha önce hiç talep edilmemiş olan manevi tazminat talebi de istenebilir mi?(manevi tazminat talebinde ıslah olmaz kuralının bununla alakası olmasa gerek diye düşünüyorum)
şayet yanlış düşünüyorsam,manevi tazminat talebini ayrı bir dava olarak açmaktan başka bir çare gözükmüyor.ne dersiniz?
Old 12-09-2006, 17:29   #2
av. berna

 
Varsayılan

benece doğru düşünüyorsunuz ıslah müessesesi ile davanın müddabihinde değişiklik yapılamaz. Karşı tarafın muvafakati olmadan manevi tazminat tazlep edemezsiniz. Islah dilekçenizde ki talebinize muvafakat ederse o zaman tamam. Yani başka dava ile menevi tazminat isteyip birleştirme talep edin bence
Old 12-09-2006, 22:47   #3
Av. Levent Kıray

 
Varsayılan

Av. Berna hanıma katılıyorum.
"İddianın teksifi ilkesi" gereği mânevi tazminat davasının ayrıca açılması gerekir. Şunu da belirteyim; içtihat gereği, manevi tazminat davasında fazlaya ilişkin hakların talep edilemeyeceği yaygın bir görüştür. Bu anlayış, manevi giderimin bölünmezliği ilkesinden kaynaklanıyor.
Ayrıca, mânevi tazminat davasında somut olaydaki neticenin, mânevi zarara uğradığını iddia edenin ruhî ve duygusal dünyasında bir çöküntüye sebep olup olmadığı araştırılmalıdır.
İyi çalışmalar dilerim.
Old 13-09-2006, 12:41   #4
Neslihan

 
Varsayılan

Arkadaşlar herkese kolay gelsin.Bir hususu dile getirmek istiyorum.ıslahla müdeabihin artırılamayacağına ilişkin cümle 1999 yılında Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.Yani artık ıslahla müddeabihi artırmak mümkün.ancak olayınıza dönersek manevi tazminatı da ıslahla talep etmek mümkünmüdür,tereddütlüyüm.Bana yinede mümkün gibi görünüyor.saygılarımla...
Av.Neslihan Şenyüz
Old 13-09-2006, 14:13   #5
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Alıntı:
ıslah müessesesi ile davanın müddabihinde değişiklik yapılamaz

Anayasa Mahkemesi'nin 20.7.1999 tarihli 1/33 sayılı iptal kararı ile artık ıslah dilekçesi ile -fazlaya ait haklar saklı kalmak koşuluyla!- müddeabih arttırılabilir.

Fakat manevi tazminat ise özelliği gereği bütündür ve bölünemez; bu itibarla kısmi manevi tazminat talebi kabul görmez.Ayrıca ıslah yoluyla da arttırılamaz. Manevi tazminatta kısmi dava açılamayacağı kuralı(manevi tazminatın hasredilmesi) hiç talep edilmemiş manevi tazminatın davanın kamilen ıslah edilerek talep edilebilmesini engeller mi?

Alıntı:
"İddianın teksifi ilkesi" gereği mânevi tazminat davasının ayrıca açılması gerekir

Islah kurumu bahsettiğiniz ilkenin istisnasıdır.Manevi tazminatın tekliği prensibi ise manevi tazminatın kısmen istenilemeyeceğine dair olduğundan, ilk davada manevi tazminat hiç istenmemişse , bence davanın tamamen ıslah edilerek "talep sonucunun değiştirilmesi ve genişletilmesi" suretiyle ayrıca istenilebileceğini, bunun için ek dava açmak gerekmediğini düşünüyorum.

Tartışma doğuracak bir konu.Diğer arkadaşlarımızın görüşlerini de merak ederim.

Saygılar
Old 13-09-2006, 14:30   #6
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sayın Akpunar'a katılıyorum.

Son paragrafta ihtilaflı olabileceğini belirttiği konuyla ilgili görüşüm de, ıslahla, dava konusunun ve değerinin tümüyle değiştirilebileceği göze alındığında, ıslah dilekçesiyle manevi tazminat talebinde bulunulabileceğidir. (Zamanaşımına ilişkin bir sorun varsa, ıslah dilekçesine bu yönden karşı yanın karşı çıkması mümkündür, ama bu ayrı bir tartışmanın konusu)

Saygılarımla...
Old 13-09-2006, 14:44   #7
Av.Duygu Işık Behrem

 
Varsayılan

Bir defaya mahsus olarak davanın tamamen ıslahı ile talep sonucu değiştirilebildiğine göre, davanızı ıslah ederek manevi tazminatı da talep etmeniz mümkündür diye düşünmekteyim.Tabii ki manevi tazminatın koşulları oluşmuş ise.
Old 13-09-2006, 16:33   #8
üye8180

 
Varsayılan

Ben de iş kazasından doğan maddi ve manevi tazminat davasında, dava dilekçemde, netice-i talep kısmında, maddi tazminatla ilgili ' fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak kaydıyla maddi tazminatın bir kısmını' ve manevi tazminat ile ilgili olarak da başlangıçta fazla harç ödememe amaçlı olarak' manevi tazminata ilişkin haklarımızın tamamının saklı tutulması kaydı ile' diye talepte bulundum. Bilirkişi raporları ile ,kusurlar ve zarar kalemleri belirlendikten sonra davanın gidişatına göre ıslah dilekçesi verip maddi tazminatın tamamını,ve dava dilekçesi ile saklı tuttuğum manevi tazminatı, bir rakam belirleyerek talep etmeyi düşünüyorum. Saygılar.
Old 13-09-2006, 16:44   #9
Av.Levent

 
Varsayılan

Daha önce talep edilmemiş manevi tazminat talebinin ıslah kurumu ile talep edilebileceğini düşünen meslektaşlarıma/hukukçulara katılıyorum. Fakat ıslahın davada sadece bir kere yapılabileceği ve olayında bir iş kazası olması ileride tekrar maddi tazminat yönünden ıslah edilme ihtimalide gözönüne alınınca manevi tazminat yönünden ayrı bir dava açılması ileride doğacak sıkıntıları engelleyebilir.
Old 13-09-2006, 18:26   #10
Desarac

 
Varsayılan

tüm meslektaşlarımın değerli yorumları için teşekkür ederim.
Sn.Av.Neslihan,evet netice-i talep bölümünü ben de bu şekilde düzenlemiştim..teorik olarak bildiklerimizde sorun yok aslında ancak daha önce denenmiş olup olmadığını merak etmiştim ben. ki denenmemesi için bir sebep yok.. ancak müvekkilin mağduriyeti ve hassasiyetini zaman kaybını,hakim ve karşı taraf faktörünü göze alamayacağımızı da düşünerek (riske girmeyerek kısacası) manevi tazminatı ayrı bir dava olarak derhal ikame etmeyi uygun görüyorum şu an için.. artık hakim birleştirir mi bu da onun sorunu olsun :-) ama usul ekonomisi açısından ıslah etmiş olmayı yeğlerdim açıkçası..
Old 13-09-2006, 21:23   #11
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sn.Desarac,

Neden riske girmemeyi düşünerek manevi tazminatı ayrı bir dava olarak ikame etmeyi düşünüyorsunuz? "Denenmemesi için de bir sebep yok dediğiniz," böyle düşündüğünüz halde.

Diyeceğim şu: Biz sıklıkla böyle yaparız. Garantici davranmak adına, emin olmadığımızın üzerine gitmeyiz. Oysa kimbilir ıslah dilekçenizi verebileceğiniz duruşma gününe kaç gün var...

Haydi, gelin Yargıtay kararlarını didik edip de şu konuyu "kesinleştirelim"

Saygılarımla...
Old 13-09-2006, 22:13   #12
Av. Can DOĞANEL

 
Karar

Alıntı:

(1086 S. K. m. 83)
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen 17.362,55 YTL. maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi ve duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 21.03.2006 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kâğıdı gönderilmişti. Duruşma günü taraflar adına kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildi ve aynı gün Tetkik Hakimi B. Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
KARAR
1- Dosyadaki yazılara toplanan delillere kararın dayandığı gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava, iş kazası sonucu beden tamlığı bozulan davacı işçinin maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Yargılama sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırmış ve ayrıca dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır. HUMK'un 83. ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunun açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunu değiştirebilmesi imkânını sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur.
Islahta dava konusu olmayan bir istemin dava kapsamına alınması mümkün değildir. Bu nedenle "davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere manevi tazminata ilişkin ıslah isteminin reddine" şekilde karar verilmesi gerekirken "davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 9.000.000.000 TL. manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine" şeklinde hüküm kurularak söz konusu ıslaha değer verilmesi doğru bulunmamıştır.

Mahkemece, yukarıda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Yargıtay 21.HD, 2006/194E. ve 2006/2652K. 21.03.2006

Karar açık, böyle bir talep yapılamaz. Olmayacağı fikrindeydim ama bir türlü netleşmiyordu, Yargıtay iyi özetlemiş. Ayrı bir dava açmak daha mantıklı ve daha ucuz bir yol. Islah hakkını kullanan taraf davayı kaybetmişçesine tüm harcı ödemek gibi bir durumla da karşı karşıya kalıyor. Karşı tarafı temyiz sırasında bu masraftan kurtarmanın ne alemi var?
Old 13-09-2006, 22:19   #13
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sn.Doğanel,

Hukuk, statik, değişmeyen, Yargıtay'ın falanca emsal kararıyla durağanlaşan, "karar açık, böyle bir talep yapılamaz" denebilecek bir konu değil.

Kararın tarih ve numarasını belirtmediğiniz gibi, kaldı ki verdiğiniz emsal, sorulan soruyla örtüşmüyor. Forum sorusunda manevi tazminat "hiç talep edilmemiş". Sunduğunuz içtihatta ise, kısmi manevi tazminat istemi var ve klasik "manevi tazminat bir bütündür" yerleşmiş uygulamasından dolayı bozma var.

Oysa , (siz bu örneği verdiğiniz için ekliyorum), bir HGK kararında, çok değerli bir muhalefet şerhi var. Aşağıya ekliyorum.

Saygılarımla...
Old 13-09-2006, 22:26   #14
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

HG 00, E: 2001/21-993, K: 2001/001019, Tarih: 14.11.2001
[*]MESLEK HASTALIĞI[*]HUKUKA AYKIRI EYLEM[*]MANEVİ TAZMİNATIN BÖLÜNMESİ[*]ISLAH

Öğretide ve kararlılık gösteren yargısal inançlarda da manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yolu ile de istemin arttırılamayacağı benimsenmektedir. Buna gerekçe olarak da, manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip, karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir. Çünkü manevi tazminatın takdirinde hakime çok geniş takdir yetkisi verilmiştir. Hakimin takdir yetkisi bölünemez.

(1086 s. HUMK. m. 87) (2709 s. Anayasa. m. 5, 12, 17, 20, 26) (743 s. MK. m. 24/a, 25, 85, 143, 126, 305, 4) (818 s. BK. m. 47, 49)

(YHGK. 02.07.1980 gün ve E: 3/1477 K.-2113 sayılı, aynı kurulun 27.03.1981 gün ve E:9/1481 K: 251 sayılı, aynı kurulun 25.09.1996 gün ve 1996/21-397-637 ve 13.10.1999 gün ve 1999/21-648 K: 818 sayılı içtihatları)

Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.02.2001 gün ve 1998/1988 E- 2001/103 K. sayılı kararın incelenmesi davalı işveren vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 22.5.2001 gün ve 2001/2901-4006 sayılı ilamı ile; (...Dava meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü %12 oranında yitiren işçinin duymuş olduğu acı ve üzüntünün karşılığı bulunan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacının, maddi ve manevi tazminattan fazla haklarını saklı tutmak suretiyle 300.000.000 TL.lık manevi tazminat davası açtığı, yargılama sırasında Anayasa Mahkemesince HUMK.nun 87/son maddesinin iptal edildiğinden bahisle 2.2.2001 tarihli dilekçe ile dava dilekçesini ıslah ettiğinden bahisle manevi tazminat talebini 1.000.000.000 TL.na çıkardığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla, üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle manevi tazminatın bölünmesi bir kısmının dava konusu yapılması kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.9.1996 gün ve 1996/21-397-637 karar ile 13.10.1999 gün ve 1999/21-648-818 sayılı kararda bu doğrultudadır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve özellikle manevi tazminatın bölünmezliği nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı işveren vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı, davalı kurumun işyerindeki çalışması sonucu daimi işgücü kaybına uğradığını belirterek 300.000.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuş ve davanın devamı sırasında mahkemeye verdiği 6.2.2001 havale tarihli dilekçe ile de, Anayasa Mahkemesinin HUMK.nun 87. maddesinin son cümlesini iptal etmekle, müddeabihin arttırılabileceği gerekçesi ile 300.000.000 TL. olan manevi tazminat miktarını 1.000.000.000 TL. yükselterek işlemini ıslah (değiştirdiğini) ettiğini bildirmiştir.

Mahkemece de, istemdeki gerekçeler yerinde görülerek 850.000.000 TL. manevi tazminata hükmedilmiş, kararın temyizi üzerine özel dairece yerel mahkeme kararı yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmuştur.

Manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinde, bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali

hallerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir.

Anayasamız 5, 12, 17, 20 ve 26. maddelerinde kişilik değerlerinin önemini esas alarak bunları ihlal edenlere karşı kişinin korunmasını garanti altına almıştır. Kanun koyucu, manevi tazminat davası açılacak halleri MK. 24a/II, 25, 85, 143/11, 126/11, 305, BK. 47 ve 49 ncu maddelerinde ayrı ayrı düzenlenmiştir. BK. 47.nci maddesi ise özel nitelikte bir hüküm olup, fizik (maddi) kişilik değerlerinin, yani yaşama hakkı ile vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan hallerde manevi zararların tazminini düzenlemiştir. Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir. Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir. Maddi zararda olduğu gibi manevi tazminata kesin bir hesabın yapılması olanaksızdır. Bunun için miktarı, somut olayın özelliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak MK.nun 4. maddesi uyarınca hakim tarafından takdir ve tayin edilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını belirlemede geniş bir yetkiye sahiptir. Zarar gören, uğradığı haksız eylemden kaynaklanan maddi tazminatının miktarını tayin edip, talep edebilir. Hatta zarar gören, maddi zararını kısmi dava olarak bir defada değil, zamanaşımı, süresi içinde, birden fazla talepler halinde isteyebilir. Oysa manevi zarar, haksız eylemin sonucunda, uğranılan kişilik değerlerindeki azalmanın karşılığı olduğu ve zarar gören tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunduğu için birden fazla bölümler halinde istenemez. Bu tazminat bizzat yaşananın acı ve elemin karşılığı olduğu için, haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşir. Acı ve elemin bölünerek bir kısmın açılacak kısmi dava ile kalanının açılacak başka bir davada talep edilmesi, manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırı düşer. Ödetmenin uzaması, para değerindeki düşüşler, enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması gibi nedenlerle hükmedilecek miktarın faizi ile birlikte tahsili zararı karşılamaktan uzak olması, manevi tazminatın bölünerek istenmesini haklı göstermez. Şartları varsa faizi aşan zarar isteme olasılığı düşünülebilinir.

Olayın özelliği itibariyle, davacının isteminin, ıslahla ve bu bağlamda Anayasa Mahkemesi'nin Resmi Gazete'nin 04.11.2000 gün ve 24220 sayısında yayınlanan 20.07.1999 gün E. 1999/1, K: 1999/33 sayılı kararı ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. İstemin değiştirilmesi ve artırılması için, istekte bulunanın daha önceki isteminin dışında ve ondan daha fazla alacağının bulunması gerekir. Manevi zararda, zarar görenin daha önce belirttiği istemi ile zararını açıkladığı ve belirttiği için artık geriye bir alacağı kalmadığı için gerek ayrı bir dava ve gerekse ıslah yoluyla bir istemde bulunamaz.

Öğretide ve kararlılık gösteren yargısal inançlarda da manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yolu ile de istemin arttırılamayacağı benimsenmektedir. Buna gerekçe olarak da, manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip, karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir. Çünkü manevi tazminatın takdirinde hakime çok geniş takdir yetkisi verilmiştir. Hakimin takdir yetkisi bölünemez (Bkz. Prof.Dr.Baki Kuru-Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı Cilt: II - 2001 sh: 1528 vd, Prof.Dr.Ejder Yılmaz Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması (Anayasa Mahkemesi'nin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi, 11.05.2001 tarihli makale) sh:10 vd, Y.9. H.D. 12.02.1991 gün ve 10324/2244, Aynı Dairenin 26.12.1989 gün ve 10280/11438, 21. H.D.nin 06.11.1997 gün ve 7074/7186 sayılı kararı, 4. H.D.nin 14.05.1998 gün ve 9223/3428 sayılı, YHGK.nun 02.07.1980 gün ve E: 3/1477 K.-2113 sayılı, aynı kurulun 27.03.1981 gün ve E:9/1481 K: 251 sayılı, Aynı Kurulun 25.09.1996 gün ve 1996/21-397-637 ve 13.10.1999 gün ve 1999/21-648 K: 818 sayılı İçtihatları.)

Bu durumda yukarıda yazılı gerekçelere ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı işveren vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda benimsenen ilkelere ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 14.11.2001 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ

Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık, manevi tazminatın bölünüp bölünmeyeceği HUMK.'nun 87. Maddesi son cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle manevi tazminat davalarında günün koşullarına göre müddeabihin ıslahı yoluyla değiştirilip değiştirilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

Manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği sorusuna öncelikle manevi tazminatın niteliği ve amacı yönüyle yaklaşmak gerekir. Manevi tazminat manevi zararın bir giderim biçimidir. Herkese karşı korunan kişilik hakkının kapsamına giren değerlerden (maddi- manevi) birinin ihlali halinde doğan mutlak bir haktır. Hareket noktası manevi zarardır. Manevi zarar kişinin iç huzuru ve manevi bütünlüğünün ihlal edilmesinin mecazi bir ifadesidir (Hatemi, Hüseyin : Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku C. II, 1994, 5.102)

Öğretide manevi tazminatın hukuki niteliği tartışmalıdır. Bu konuda "ceza görüşü", "tatmin görüşü", "telafi görüşü" şeklinde üç temel görüş vardır. Baskın görüş telafi görüşüdür. Deschenaux/Tercier, manevi tazminatı yardım etmek amacı güden, daha iyisi bulunmadığı için başvurulan ve beşeri adaletin sınır çizgisinde yer alan bir kurum olarak nitelemiştir. (Deschenaux, H, and P.Tercier: Sorumluluk Hukuku, Çev. Salim Özdemir, 1983, s.61). Yine bu görüşe göre objektif nitelik taşır. Zarar çekenin acı ve elem hissedip hissetmemesine bakılmaksızın ödeme yapılır. (Eren, Fikret:Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C I, B6, 1998, s. 779) başka bir anlatımla tamir edici bir nitelik vurgulanır. (Kılıçoğlu, Ahmet M:Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C 1, 2001, s.270)

Yabancı hukukda manevi tazminat çeşitli kalemlerde belirtilir. Örneğin Fransada "Prejudice moral" başlığıyla beş kategoride zarar türü vardır. Özellikle acı ve elem parası ve yaşam zevkinin kaybından doğan zararlar önemlidir. Acı ve elem parasında -O- dan -7- ye kadar acının ağırlığı dikkate alınarak bir tablo düzenlenir. Bu değerlendirmeye göre tazminat ödenir. Yaşam zevkinin kaybı ise yaşamın

eğlendirici, hoş tutucu özelliğinin kaybı durumlarında uygulanır. (Bkz. Kılıçoğlu, Mustafa: Tazminat Esasları ve Hesap yöntemleri, 1998 s. 154 ve orada adı geçen Delpoux/Tomadını ve Daıgrement gibi yazarlar ve eserleri) İsviçre-Türk hukukunda ise manevi tazminat tek şekilde ve global olarak ödenir. Görüleceği üzere hukukumuzda analitik ve hassas bir değerlendirmeden söz edilemez.

Uygulamada manevi tazminatın, zarara uğrayanda bir huzur duygusu doğurmakta olduğu, aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiği vurgulanmakta tazminata benzer bir fonksiyonu olduğu ifade edilmektedir. (Yargıtay 4.HD, 24.1.1990 - 6049/257; Uygur, Turgut: Borçlar Kanunu C.1, 1990, 5.666)

Yine Yargıtay'ın kökleşmiş içtihatlarına göre manevi tazminat bölünemez. Gerekçe olarak, manevi tazminatın duyulan elem ve acının karşılığı olarak bütünlük arzettiği, sonradan elem ve acının arttığının söz konusu olamayacağı gösterilmiştir. (Yargıtay 9.HD. 26.11.1991-13498/14738 Kılıçoğlu, Mustafa: s.266) Ancak bu ve benzeri kararlarda Yargıtay görüşünün normatif dayanağına rastlanılamamaktadır. Borçlar Kanunu md. 47 de bu düşünceyi doğrulayan bir anlatıma rastlanılamaz. Öte yandan Yargıtay sağ doğmak koşulu ile ana rahmine düşen kişilerin dahi tazminat isteyebileceği yolunda bir uygulamayı sürdürmektedir. Gerekçe olarak da ölen kişiyi layıkı veçhile tanıyamamaktan ve gereği gibi hatırlayamamak sonucu ileride duyacakları üzüntü, belirtilmiştir. (Yargıtay 4.HD, 5.3.1979-9773/2900; Karahasan, Mustafa Raşit: Manevi tazminat, 2001, s. 355) Yargıtay bu görüşünü çeşitli kararlarıyla pekiştirmiştir. (Örneğin Yargıtay 4. HD. 25.6.1984-5455/5969)

Şu durumda Yargıtay'ın benimsediği acı ve elemin karşılığı olan manevi tazminatın (sübjektif görüş tercihi) bütünlüğü ilkesi ile temyiz kudretine sahip olmayan çocukta acı ve elem olgusunu arama düşüncesi çelişki oluşturmaktadır.

Uygulamada davaların uzaması paranın satın alma değerinin düşmesi gibi sorunlar manevi tazminatı moral değerlerinin telafisi olan amacına ulaştırmaktan uzaktır. Yargıtay bir taraftan hükmedilecek tazminatın hakkaniyete uygun olması gerektiğini kararlarında' vurgularken (Örneğin Yargıtay 9.HD., 17.10.1989-6402/8274, Uygur: s. 665) öte yandan hakkaniyete ulaşacak yolları "manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi" ile tıkamaktadır.

İşte Anayasa Mahkemesi'nin 20.7.1999 tarih 1/33 sayılı kararı HUMK. m. 87'nin son cümlesini iptal ederek konumuza indirgendiğinde, manevi tazminatın bölünmezliği ilkesini ortadan kaldıran, dolayısıyla en üst norm olan hakkaniyeti yaşama geçiren muhteşem bir karardır.

Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulundaki tartışmalar sırasında kısmi olmayan davalarda, dava edilmeyen, yada davacının her ne sebeple olursa olsun sonradan fark ettiği hakkından zımnen feragat etmesi sebebiyle, ıslah yolu ile olsa dahi müddeabihin artırılamayacağı kabul edilmiştir.

Öncelikle kısmi olmayan davada başlangıçta dava dışı kalan bölümden davacının feragat edip etmediğini, zımni feragatin mümkün olup olmayacağını irdelemek gerekir.

"Feragat iki taraftan birinin netice-i talebinden vazgeçmesidir" (HUMK. md. 91) "Feragat... beyanı dilekçe ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır" (HUMK. md. 93) "Zabıtnamenin... iki tarafın ikrar, sulh ve feragatine teallük eden kısımları bunların huzurunda okunarak, kendilerine imza ettirilir" (HUMK. 151/5) "Feragat ... kafi bir hükmün hukuki neticelerini hasıl eder" (HUMK. md. 95) Bütün bu kurallar, özellikle Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 95. maddesinde yer alan feragatin hüküm sonucu doğuracağı yönündeki amir düzenleme, feragatte de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 388. maddesinde yer alan "taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların... şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir." hükmün dikkate alınmasını zorunlu kılar. Başka bir ifade ile feragatin açık olması zorunludur. Zımni feragattan söz etmek bu kurallarla bağdaşmaz. Türk Ceza Kanunun 111. maddesi, Borçlar Kanunun 113. maddesinde gösterildiği gibi, kanunlarımızda bulunan bazı kuralları, zımni feragata delil olarak göstermek de doğru olmaz. Söz konusu kurallar feragati değil, kanunda gösterilen öğelerin oluşması halinde, bazı hakların düşeceğini amirdir.

Tartışmalar sırasında kısmi olmayan davanın kesin hüküm oluşturması sebebiyle sonradan dava açılamayacağı, kısmı olmayan davaya ait dilekçe (HUMK. 87. maddesinin son cümlesinin iptal edilmesinden sonra da) ıslahı yolu ile müddeabihin artırılamayacağı ifade edilmiştir. Kısmı olmayan dava sonunda, henüz hüküm oluşmamış bulunduğundan bu düşüncenin olaya uygun olmadığını ifade etmekle yetineceğiz.

"İki taraftan her biri usule müteallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir."(HUMK. md. 83), "Islah, tahkikata tabi olan davalarda, tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir" (HUMK. md. 84) "Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren usule müteallik bilcümle muamelelerin yapılmamış addolunmasını müstelzimdir." (HUMK. md. 87) "Islah, eden taraf davanın kamilen ıslah ettiği ve bunun tebliği tarihinden itibaren üç gün zarfında yeni bir dava ikame eylemediği halde davası iptal olunur." (HUMK. md. 88)

Görüldüğü üzere dava açılmasına müteallik işlemin her yönünü ıslah yolu ile düzeltmek değiştirmek mümkündür. Bu sebepledir ki öğretide "ıslah, karşı tarafın iznine ve yargıcın onamına bağlı olmaksızın, bir tarafın usule ilişkin olarak yaptığı işlemleri, gerekli giderleri vermek koşuluyla, yasada belirtilen süre içinde usulüne uygun tamamen veya kısmen düzeltilmesini sağlayan bir hukuksal çaredir" biçiminde tarif edilmektedir. (Yılmaz, Ejder: Islah, 1982, s.27)

Davada ıslah edilemeyecek iki öğeden biri Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 87. maddesinin son fıkrasında yer alan "Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez" kuralı, diğeri de 04.05.1978 tarihli 4/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile belirlenen "ıslah yolu ile dahi davanın taraflarının değiştirilemeyeceği" kuralı idi. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 87. maddesinin son cümlesi Anayasa Mahkemesi'nin 20.07.1999 tarihli 1/33 sayılı kararı ile iptal edilmiş, karar 04.11.2000 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak hukuk alanında etki yaratmaya başlamıştır. Meri Hukuk açısından "ıslah yolu ile taraf değiştirilemeyeceği" kuralından başka, dava işlemlerinde düzeltilemeyecek bir yön kalmamıştır. Şu halde her türlü davada (kısmi olmayan dava da dahil) ıslah yolu ile müddeabihin artırılmasını engelleyen bir kural yoktur."Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." (Anayasa Md.36) "Temel hak ve hürriyetler.... kanunla sınırlanabilir" (Anayasa md.13) Şu halde hak arama temel hürriyetinin bir tezahürü olan dava dilekçesi düzenlemesi ve bunun düzeltilmesi (ıslahı) hakkında açık kanun hükmü bulunmadan yorum yolu yapılan kısıtlamaları, Anayasanın sözü edilen kuralları ile bağdaştırmak mümkün olmaz. Hele usule ilişkin kuralların kapsamını yorum yolu ile genişletip hak arama özgürlüğü önüne setler koymak, yargılama usulüne dair kanunların oluşturulma amacına da uygun düşmediği gibi, Anayasa Mahkemesi Kararının etkisini yorum yolu ile daraltmak olur. Bu yorumu Anayasanın 138/4. ve 153/6. maddeleri hükümleri ile bağdaştırmak da mümkün değildir.
Davacının 06.02.2001 tarihli harçlı dilekçesi ile manevi tazminat isteğini 300.000.000 Tl/den 1.000.000.000 Tl/ye çıkarırken bazı gerekçeler göstermiş olması, dilekçenin ıslah dilekçesi olarak vasıflandırılmasına da engel değildir. Zira hakim tarafların tavsifi ile bağlı olmayıp "resen Türk Kanunları mucibince hüküm verir." (HUMK.76)
Hakim Medeni Kanunun 4 ve Borçlar Kanunun 49. maddesine uygun manevi tazminata hükmetmiştir. Sayın çoğunluğun bozma kararına bu sebeplerle katılamıyoruz.
Old 13-09-2006, 22:31   #15
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Bir başka HGK kararı , 2004 tarihli. Ne yazık ki bunda da dava dilekçesinde manevi tazminat istemi var ve yine benzer gerekçeleri içeren, muhalefet şerhi!

Saygılarımla...


HG 00, E: 2004/4-200, K: 2004/000227, Tarih: 14.04.2004
[*]MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT[*]FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARIN SAKLI TUTULMASI[*]ISLAH[*]DAVADAN FERAGAT[*]KISMİ DAVA

Fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamış (kısmi dava açmamış) olan davacı fazlaya ilişkin haklarından zımnen feragat etmiş demektir ve ıslahla bu feragat veya başka bir görüşe göre kesin hüküm sonucunu ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Zararın varlığının değil, tutarının, tazminine kadar ki devrede, ekonomik göstergelere bağlı olarak değişebileceği gerçeği karşısında usul hukuku davacıya kısmi dava açma olanağı tanımıştır. Dava; hukuki ilişki konusunda alacak tutarını içeren sözler yönünden bir irade aktarımıdır. Hakkın tutarı yönünden ihtirazi kayıt olmaksızın bu iradenin, ulaşmakla yenilik doğuran bir durum meydana getireceği dikkate alındığında, bu yeni durum aynı zamanda fazlaya ilişkin hakkın düşmesi sonucunu da doğurur.

(1086 s. HUMK. m. 83, 87, 91) (818 s. BK. m. 46)

Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 5.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 30.1.2003 gün ve 2003/3603-8287 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 24.6.2003 gün ve 3603-8287 sayılı ilamı ile, (...1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmiştir.

2- Diğer temyiz itirazlarına gelince; Dava, elektrik tellerindeki akıma kapılarak yaralanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş, karar davalı.....vekilince temyiz edilmiştir.

Davacı Ömer Berktaş küçük çocuğu Abddulvahap Berktaş'a velayeten açtığı davada, evlerinin balkonunda oynayan çocuğu Abdulvahap'ın davalı TEDAŞ'ın teknik şartname kurallarına uymadan tesis ettiği yüksek gerilim teline dokunmak suretiyle yaralandığını belirterek ilk davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadan maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Sonradan 16/1/2003 tarihli dilekçi ile maddi tazminat istemini miktar yönünden ıslah ederek ek maddi tazminat ve faiz isteminin hüküm altına alınmasını istemiş, mahkemece ilk dava ve ıslah dilekçesi ile istenilen maddi tazminatın tamamına manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Alacaklı, alacağının tümü hakkında dava açmak zorunda olmayıp fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmak kayıt ve şartıyla, alacağının önce bir bölümünü, sonra kalan bölümünü talep edebilir. Davacı,28/7/1999 tarihli dilekçe ile açtığı ilk davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığından ve somut olayda gelişen bir durumun varlığı iddia ve ispat edilmediğinden, sonradan verilen tazminata ilişkin kısmi ıslah dilekçesi ile talep edilen miktarlara hükmedilemez. Bu yön gözetilmeden maddi tazminat isteminin tümünün kabulü ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, kararın bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, Abdulvahap Berktaş'ın davalı idareye ait gerilim hattına kapılması sonucunda uzuv tatili niteliğinde sakat kaldığını, olaya davalı idarenin teknik şartlara uymadan çektiği gerilim hattının neden olduğunu belirterek, 43 milyar maddi, 10 milyar manevi olmak üzere toplam 53 milyar lira tazminatın, davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davalı idarenin olayda kusurunun bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davacı vekili, 16.1.2003 günlü dilekçesinde; Yargılama sırasında aldırılan 13.11.2002 günlü hesap raporunda, meydana gelen yaralanma sonucu oluşan tam beden gücü kaybı nedeniyle maddi zararın 84.519.034.591 TL olarak saptandığını belirterek, dava dilekçesinde 43 milyar olan istemlerini, 41.519.034.519 TL artırarak, 84.519.034.519-TL olarak ıslah ettiklerini belirtmiştir.

Yerel Mahkemenin; Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının (HUMK) 87/son maddesinde yer alan "ıslah suretiyle müddeabihin artırılamayacağı" hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edildiği nedenle, maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulüne dair kararı, davalı vekili tarafından temyizi üzerine Yüksek Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, yerel Mahkeme karar gerekçelerine ilaveten; dava açarken başlangıçta henüz tam ve net olarak bilinen bir zararın olmadığı gözönüne alındığında, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmadığından bahisle, başlangıçta dava edilmeyen kısımdan zımnen feragat edildiğinin düşünülemeyeceği nedenle önceki kararında direnmiştir.

Görülmekte olan davanın dilekçesinde, "fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamış olduğu" çekişmesizdir.

Yerel mahkeme ile Yüksek Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, açılan davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmaması halinde, sonradan ıslah yolu ile istem miktarının artırılmasına usulen olanak bulunup bulunmadığı ve zararın hangi anda bilinebilir durumda olduğu noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü noktasında, doktrin ve yargısal kararlar dikkate alınarak ıslah kavramı hakkında açıklamalar yapılmasına gerek görülmüştür:

HUMK 83 ve ardından gelen maddelerde düzenlenmiş olan ıslah; taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup, iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının da bir istisnasıdır.

HUMK.nun 87. maddesinin "Müddei ıslah suretiyle müddeabbihi tezyit edemez." şeklindeki son cümlesi, Anayasa Mahkemesi'nin 07.11.2001 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 20.07.1999 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve böylece, davada istem sonucunun kısmi ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hale gelmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, mevcut (Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonraki) yasal durum itibariyle, kısmi davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş olan davacının, dilerse, ek dava açmak yerine, saklı tuttuğu alacak bölümü için o (kısmi) dava içerisinde ıslah yoluyla talepte bulunabilmesi mümkündür.

Kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü için, gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra, ayrı bir dava açılması da usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı davaya ek dava denilmektedir. Yine, kısmi davadan sonra açılan ek davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması ve davacının hukuki yararının bulunması koşullarının birlikte varlığı halinde, hukuki yararın bulunması şartıyla birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür.

Bu haliyle kısmi ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıdadır. Dolayısıyla, kısmi davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmi ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahiptir.

Kısmi ıslah yoluyla müddeabbihin artırılabilmesi olanağı, bir anlamda, artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde bulunduğundan; kısmi davadaki ıslah ile, bu yola gidilmeyip ek dava açılması halleri, davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, usul hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerekir ve beklenir.

Bir davanın kısmi dava mı, yoksa tam dava mı olduğu, özellikle dava dilekçesinin istem sonucu bölümünde, "fazlaya ilişkin hakların saklı tutulup tutulmadığı" ile ilgilidir. Davacı bu yada benzeri ifadeleri kullanmışsa, "kısmi dava" açtığı sonucuna varılır. Davacının bu yolda bir beyanda bulunmaksızın açtığı dava ise bir "tam dava"dır. Fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmaması halinde, geriye kalan haktan zımnen feragat edilmiş sayılır.

Islah yoluyla dava konusunun artırılması hususunun, Anayasa Mahkemesinin 20.7.1999 tarih ve 1/33 sayılı kararından sonra ortaya çıkan durumun tartışılmasına gelince; bilindiği gibi kısmi dava müessesinin hukuk yargılama sistemimizde kabul edilen ve özellikleri bulunan bir dava çeşidi olduğu belirgindir. Yargıtay uygulamasına göre manevi tazminat davaları kısmi dava olarak açılamaz. Kısmi davanın kabulüne dair karar ek davada kesin delil teşkil eder. Anayasa mahkemesinin anılan kararında kısmi dava ile ilgili herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Anayasa mahkemesi kararından sonra "fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmamış" bulunan yani ek dava açma olanağı bulunmayan kimseler bakımından uygulama olanağı varmıdır? Buna olumlu yanıt verme olanağı bulunmamaktadır. Çünkü, kısmi dava açmamış(fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamış) bulunan davacı fazlaya ilişkin haklarından zımnen feragat etmiş demektir ve ıslahla bu feragat veya başka bir görüşe göre kesin hüküm sonucunu ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Anayasa mahkemesi HUMK 87/son cümleyi iptal ederken yerleşik kuralları yani kısmi dava, hakların saklı tutulması kurallarını irdelememiş, kanun hükmünü sadece "itiraz konusu kural, davacıyı ikinci kez dava açmaya zorlaması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlandırdığı için" iptal etmiştir. HUMK.nun 87/son cümlesi iptal edilmiş olmakla, dava konusunun ıslah yoluyla artırılabilmesi ancak davacının kısmi dava açmış bulunmasına ve haklarını saklı tutmuş olmasına bağlıdır. Yeni oluşan durumda da eğer kısmi dava açılmamışsa, ıslah yolu ile dava konusunu artırabilmeye olanak yoktur. (Bkz.Prof.Dr.Ejder Yılmaz, Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması, Anayasa Mahkemesinin 20.7.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi Banka ve Ticaret Hukuk Araştırma Enstitüsü, Özel Hukuk ve Anayasa Mahkemesi Kararları Sempozyumu 11 Mayıs 2001 s.105 vd, YHGK.nun 8.10.2003 gün 2003/9-510-55 sayılı kararı)

Sorunun çözümü, somut olaydaki gibi, davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamış olmanın, alacağının bu miktarla sınırladığı şeklinde kabul edilip edilemeyeceği, buna bağlı olarak da, fazla alacak miktarı bakımından zımni bir feragatte bulunmuş sayılıp, sayılamayacağı sorusuna doğru yanıtın verilmesiyle mümkündür.

Bu sorunun cevaplanabilmesi ise, öncelikle, bir haktan zımni feragatin mümkün bulunup bulunmadığı sorusunun cevaplanmasını gerektirir.

Bir Usul Hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir (HUMK. m.91 vd.). Davadan feragatin, kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur.

Ne var ki, feragat kavramı, sadece, usul hukuku anlamında bir davadan ya da bir dava içerisinde o davaya konu taleplerden bir veya birkaçından feragat edilmesiyle sınırlı bir içerikte değildir: Dava konusu edilmemiş bir haktan, doğal olarak dava dışı bir yolla, açık bir feragat iradesi ortaya konulmaksızın (zımnen) feragat edilmesi de mümkündür.

Dolayısıyla, bir haktan feragat iradesinin, hak sahibince, hem dava dışı olarak, hem de zımni şekilde ortaya konulması mümkündür ve böyle durumlarda, ortada bir dava bulunmadığı için, sadece davadan feragati düzenleyen HUMK. m. 91 ve ardından gelen maddelerine uygunluk koşulunun aranması söz konusu olamaz.

Feragat iradesi ister zımni, isterse açık şekilde ortaya konulmuş olsun, feragat edilmiş bir hak, dava yoluyla tekrar talep edilemeyecektir. Dava yoluyla bir hak talebinde bulunulabilmesi için, o hakkın maddi hukuk bakımından mevcut olması gerekir; hiç var olmayan veya başlangıçta var olmakla birlikte zımni de olsa feragat nedeniyle bizzat hak sahibi tarafından ortadan kaldırılan (böylece, borçlu yönünden söndürülen) bir hak için, usul hukukunun kurum ve kuralları kullanılarak talepte bulunulması mümkün değildir.

Nitekim, alacak miktarını gerçekte olduğundan daha az bildiren ve fazlaya ilişkin hakkını da saklı tutmayan alacaklının, bu şekilde, alacağını bu az miktarla sınırladığı, dolayısıyla da, fazla kısım yönünden zımni bir feragatte bulunmuş olduğu, öğretide ve Yargıtay kararlarında kabul edilmektedir (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:2, s. 1530 vd. Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2000, sayfa: 233; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 26.03.1986 gün ve Esas:1984/4-797, Karar: 1986/299; ayrıca, 15.11.1989 gün ve Esas: 1989/4-415, Karar: 1989/587 sayılı kararı).

Yine, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmadığı için kısmi dava olarak nitelendirilmesine olanak bulunmayan, o nedenle de tam dava olarak kabulü gereken bir davadan sonra, alacağın kalan bölümü için ayrı (ek) bir dava açılması durumunda, önceki (tam) davada mahkemenin alacağın tamamı hakkında karar vermiş olması karşısında, kesin hüküm nedeniyle ek davanın reddi gerekeceği, Alman ve İsviçre Federal Mahkemesi Kararlarında ve bir kısım Alman Hukukçuları tarafından benimsendiği anlaşılmaktadır. Alman Federal Mahkemesi BGHZ 34.sh:337 vd, BGHZ 34 sh. 367-368, İsviçre Federal Mahkemesinin SJZ 28 sh:325 (Baki Kuru, age sh:1538 dip not 255 ve 256).

Bazı hallerde, gerek zımni feragat ve gerekse kesin hüküm olgusuna dayalı görüşler aynı sonuca varmaktadır. Nitekim, Yargıtay uygulamasında da, bazen her iki görüşe birden yer verildiği görülmektedir. (Örneğin: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 26.03.1986 gün ve Esas: 1986/4-797, Karar: 1986/299 sayılı kararı). Ancak, kesin hüküm görüşünün, sadece, önceki davada verilen hükmün kesinleşmesinden sonra ek dava açılması (ya da, ek dava devam ederken ilk davadaki kararın kesinleşmesi) hali için geçerlilik taşıdığı, buna karşın, önceki dava sürerken açılan ek davanın reddi için yetersiz kaldığı, hatta, ilk davada, alacak miktarının davalının muvafakati ile artırılmasına engel olamadığı kabul edilmektedir (Kuru, age. s.1540).

Öğretiye ve Yargıtay uygulamasına ilişkin olarak yapılan bu açıklamalar; ister zımni feragat, isterse kesin hüküm görüşüne dayanılsın, hem kısmi dava niteliğinde olduğunun anlaşılmasına olanak bulunmayan, dolayısıyla tam dava olarak kabulü gereken bir davada alacağın kalan bölümü yönünden alacaklının herhangi bir talepte bulunamayacağını ortaya koymaktadır.

O halde, davasında fazla hak bakımından ihtirazi kayıt bildirmemiş olan bir alacaklının, HUMK. m. 185/2 çerçevesinde davalının muvafakat etmesi hali dışında, bu alacak bölümü yönünden, ıslah veya ek dava yoluyla talepte bulunamayacağının kabulü gerekir.

Yerel Mahkemenin, dava açılırken zararın tam ve bilinebilir olmadığı, bu nedenle de fazlaya ilişkin saklı tutulması mümkün bir haktan sözedilemeyeceği yönündeki gerekçeye gelince, bu noktada öncelikle zarar kavramı üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır:

En basit tanımıyla zarar, kişinin malvarlığında veya manevi varlığında ortaya çıkan eksilme olup, bazı nitelikler taşır. Bunlardan biriside zararın kesinlik (belirlilik) niteliğidir. Kesin zarar, belirli yada belirlenebilir zarardır.

Doğaldır ki; kaynağına, sebebine, zarar veren ile zarar gören arasındaki hukuki ilişkiye ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, zararın nitelik ve kapsamı her olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir.

Somut olay bakımından zarar, vücut bütünlüğünün ihlali olmayıp, bu ihlal sonucunda meydana gelen ekonomik sonuçlar, maddi ve manevi eksilmelerdir. Vücut bütünlüğünün ihlali zararın sebebini oluşturmaktadır.

Zarar verici işlem veya eylemin niteliğine ve doğan zararın yapısına göre eğer, işlem veya eylem sonucunda doğan zarar, üzerinden geçen zaman içerisinde ilk doğduğu şekliyle varlığını sürdürüyorsa, zarar görenin salt bu zararın varlığını öğrenmiş olması, ona dayalı tazminat isteme hakkının doğması sonucunu doğuracaktır. Bu anlamda zarar gören, tazminat alacağına zararın doğduğu an hak kazanmaktadır. Davacı, aynı gün zararı karşılanmadığı, ödenmesi gereken tazminattan mahrum kaldığı için dava açmaktadır.

Zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hal ve şartların öğrenilmesi, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterlidir.

Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde, sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise, artık, "gelişen durum" ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hallerde, zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bir durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacaktır. Gelişen durum kavramı, doğan zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin her hangi bir nedenle geciktiği durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Gelişen durum kavramı, salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder.

Bu açıklamalar çerçevesinde somut olaya dönüldüğünde; meydana gelen yaralanmanın tüm tıbbi sonuçları davadan önce alınmış Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonsruktif Cerrahi Anabilim Dalının 03.05.1999 gün ve 24-478 sayılı sağlık raporunda tanımlanmıştır. Bu bulgular ile ortaya çıkan çalışma gücü kaybı, yargılama sırasında düzenletilen ve ilgili Yönetmeliğin Ortopedi ve Travmatoloji arızalar bölümüne göre hesaplanıp, Balthazard formülü uygulanarak saptanmasına yönelik 19.1.2000 gün ve B.302.ck0/03-01/1 sayılı konsültasyon raporunda açıklanmıştır. Raporun, bu niteliği ve yukarıda ifade edilen olgular karşısında gelişen bir durumun yada müstakbel (gerçekleşecek-gelecek) bir zararın varlığını ortaya koymadığı açıktır.

Bu noktada belirtilmelidir ki, çalışma gücü; zarar görenin iş gücünün, yani beden ve fikir gücünün gelir getirici şekilde kullanılması olup, asıl olan, kazanç kaybı veya azalması değil, çalışma gücünün azalması veya kaybıdır. Bu kayıp ve azalmadan doğan olumsuz ekonomik sonuçlar, zararı oluşturur.

Doğal olarak zararın miktarının belirlenmesi, tazminatın saptanmasından önceki evredir ve değişen ekonomik göstergeler nedeniyle yargılamanın uzamasına bağlı olarak, bu tutarda değişebilecektir. Kaldı ki, Borçlar Yasası m. 46/II uyarınca vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zararın, hüküm anına göre belirleneceği açıkça da öngörülmüştür. Bu yönüyle bakıldığında zararın varlığının değil, tutarının, tazminine kadar ki devrede, ekonomik göstergelere bağlı olarak değişebileceği gerçeği karşısında usul hukuku davacıya kısmi dava açma olanağı tanımıştır. Dava; hukuki ilişki konusunda alacak tutarını içeren sözler yönünden bir irade aktarımıdır. Hakkın tutarı yönünden ihtirazi kayıt olmaksızın bu iradenin, ulaşmakla yenilik doğuran bir durum meydana getireceği dikkate alındığında, bu yeni durum aynı zamanda fazlaya ilişkin hakkın düşmesi sonucunu da doğurur.

O halde, tazminat isteminin dayandırıldığı somut olay yönünden gelişen durumdan söz edilmesine hukuken olanak bulunmadığı gibi, açılan davanın belirtilen maddi ve hukuki olgular karşısında kısmi dava olarak adlandırılmasına ve ıslah suretiyle dava olunan miktarın artırılmasına yasaca olanak yoktur.

Hal böyle olunca, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak sonradan verilen tazminata ilişkin dilekçe ile talep edilen miktarlar yönünden istemin reddine karar verilmesi gerekirken, direnme hükmü kurulması usule ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇavalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 14.4.2004 gününde yapılan 2.görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava; cismani zarara dayanan maddi ve manevi tazminat davasıdır.

Davalı idareye ait elektrik nakil hattının yönetmelik gereğince binadan 2 metre uzaklıkta olması gerekirken, 50 cm uzaklıkta olması nedeniyle davacının çocuğu Abdulvahap bina damında oynarken 7/3/1999 tarihinde elektrik akımına kapılarak ağır biçimde yaralanmıştır.

Yaralanan çocuğun annesi hakkında çocuğun bakımında gerekli özeni göstermediği için, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu yaralanmaya sebep olmaktan dolayı açılan kamu davası 4616 sayılı Yasa uyarınca ertelenmiştir.

Mahkemece kusur konusunda bilirkişi raporu alınmış, davalı TEDAŞ'ın tam kusurlu olduğu belirlenmiştir.

Yaralı çocuk olaydan sonra, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim Dalında tedaviye alınmış 14/4/1999 tarihinde taburcu edilmiştir. 3/5/1999 tarihli raporda yaralanma bulguları sayılmış, yanıkların 3. derece olduğu belirtilmiştir. İş ve güçten kalma ve maluliyet konusunda bir bilgi ve açıklamada bulunulmamıştır.

11/5/1999 günlü Adli Tıp Uzmanınca verilen sağlık raporunda, şahsın meydana gelen arızası nedeniyle hayati tehlikeye maruz kaldığı, 60 gün süreyle mutad iştigaline engel teşkil edeceği, arızanın uzuv tatili niteliğinde olduğu bildirilmiştir.

Yargılama sırasında mahkemenin kendiliğinden verdiği ara kararıyla çocuğun Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalına sevki üzerine düzenlenen 19/1/2000 tarihli konsültasyon raporunda;

"...sağ omuz dezartikulasyonu için çalışma gücü kaybının %60 olduğu, bununda sağ üst ekstremite için uzuv tatili niteliğinde olduğu,

Sol dirsek altı amputasyonu için çalışma gücü kayıp oranının %50 olduğu, bununda sol üst ekstremite için uzuv tatili niteliğinde olduğu, bu lezyonlar için Balthazard formülü uygulandığında, genel beden gücünden kayıp oranının %100 olduğu" belirtilmiştir.

Davacı Abdulvahap Berktaş'a velayeten Ömer Berktaş vekili, 28/7/1999 günlü dava dilekçesiyle yaralanma sonucu çocuğun sakat kaldığını, kusurun teknik şartlara uymadığı için davalı TEDAŞ'ta olduğunu belirterek 43 milyar TL maddi, 10 milyar TL manevi tazminat olmak üzere 53 milyar TL tazminatın davalıdan yasal faizi ile alınmasını dava etmiştir.

Davalı TEDAŞ vekili, olayda şirketin kusurunun bulunmadığını savunmuştur.

Adli Tıp Anabilim Dalından alınan rapora göre, çocuğun cismani zararı ile ilgili olarak hesap bilirkişisinden rapor alınmıştır. Bilirkişi 13/11/2002 günlü raporunda, çocuğun yaralanma nedeniyle genel vücut çalışma gücünü tamamen kaybetmesi sonucu oluşan cismani zararın 84.519.034.591 TL olduğunu hesaplamıştır.

Davacı vekili, 16/1/2003 tarihli ıslah dilekçesiyle, bilirkişi raporuyla belirlenen maddi zarar miktarına göre belirlenen zararın farkı olan, 41.519.034.519 TL'nın da davalıdan alınması için, maddi zarar istemini (davanın müddeabihini) arttırarak 84.519.034.591 TL'na çıkarmıştır.

Davalı vekili, davacının ilk davasını açarken fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamış olması nedeniyle ıslah dilekçesini kabul etmediklerini savunmuştur.

Mahkemece; Ç.Ü. Adli Tıp Anabilim Dalı Bölümünce düzenlenmiş 19/1/2000 günlü rapora göre çocuğun %100 oranındaki vücut çalışma güç kaybına göre oluşan daimi işgöremezlik zararının 84.519.034.591 TL olduğu, dava miktarının ıslah yolu ile arttırılmasında, Anayasa Mahkemesi'nin 20/7/1999 tarih ve 1999/1-33 sayılı kararı ile "ıslah suretiyle müddeabihin arttırılamayacağı" hükmünün iptal edilmiş olmasına göre, yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilerek 84.519.034.591 TL maddi ve 7.000.000.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı TEDAŞ'tan alınmasına karar verilmiştir.

Kararın davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesince;

"...davacı 28/7/1999 tarihli dilekçe ile açtığı ilk davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığından ve somut olayda gelişen bir durumun varlığı iddia ve ispat edilmediğinden, sonradan verilen tazminatın arttırılmasına ilişkin kısmi ıslah dilekçesi ile talep edilen miktarlara hükmedilemez. Bu yön gözetilmeden tazminat isteminin tümünün kabulü ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olduğundan, mahkeme kararının oy çokluğu ile bozulmasına" karar verilmiştir. (Daire Başkanı ile bir üye ise, zararın öğrenilmesi tarihine göre, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmamasının sonuca etkili olmadığı, zarar miktarının tam olarak daha sonra öğrenilmiş olmasına göre, bilinmeyen bir zararın saklı tutulmasına gerek bulunmadığı gerekçesiyle, mahkeme kararının onanması yönünde görüş bildirmişlerdir).

Mahkemece, önceki kararda direnilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nca; "fazlaya ilişkin hak saklı tutulmadığı" için dava miktarının ıslah yolu ile arttırılamayacağı belirtilerek yerel mahkemenin direnme kararı bozulmuştur.

Bozma kararına, aşağıda açıklanan nedenlerle katılma olanağı yoktur.

1-Davacının çocuğu Abdulvahap, davalı şirkete ait teknik ve yönetmeliğe aykırı olarak kurulmuş elektrik akımına kapılarak yaralanmasından sonra, 7/3/1999'dan 14/4/1999 tarihine kadar Ç.Ü. Tıp Fakültesi Plastik Cerrahi Bölümünde tedavi edilmiştir. 3/5/1999 tarihli raporda, tıbbi bulgular sayılmış, çocuğun ne kadar süre ile iş güçten kalacak derecede yaralandığı, vücut çalışma güç kaybı olup olmadığı, varsa oranı konusunda bir bilgi yoktur. 11/5/1999 tarihli Adli Tıp uzmanı raporunda ise, çocuğun hayati tehlike geçirdiği 60 gün iş ve güçten kaldığı, arızanın uzuv tatili niteliğinde olduğu belirtilmiştir.

Görüldüğü gibi her iki raporda, bu yaralanma nedeniyle çocuğun beden güç kaybı oranına dair bilgi yoktur. (Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 16. maddesine göre, iş ve güçten kalma süresi ile genel beden güç kaybı oranının, Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğüne göre belirlenmesi gerekir).

Yaralı çocuğun mahkemece, kesin rapor düzenlenmek üzere, Ç.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalına sevkedilmesi sonucu, 19/1/2000 tarihli rapor ile çocuğun yaralanma durumu kesin olarak belirlenmiştir. (Genel beden gücü kayıp oranının %100 olduğu.) Davacı zararını kesin olarak, bu rapor ile öğrenmiştir.

Haksız eylemlerde dava açma hakkı; haksız eylemi işleyeni (tazminat sorumlusunu) ve zararı öğrenmekle başlar. Zararın öğrenilmesi ise; zararın varlığı, mahiyeti (özellikleri) ve esaslı unsurları hakkında dava açmak ve gerekçelerini göstermek için gerekli olan bütün hal ve koşulların öğrenilmesi ile olur. Bu öğelere ek olarak, çağımızdaki teknolojik gelişmelerin boyutu, üretim ve tüketim ilişkilerinin yarattığı tehlikeler ile zararlı sonuçlar nedeniyle ortaya çıkmış olan "zararın gerçekleşmesi koşulu" kavramını da eklememiz gerekmektedir.

Hukuka aykırı eylemin varlığına karşın, zararın ortaya çıkması, miktarın belli ya da belirlenebilir olması, zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma gelmiş bulunması gerekir. Zarar, dava konusu edilebilir tür ve kapsamda bir zarar haline gelmedikçe, zararın gerçekleşme koşulu tamamlanmış sayılmaz. Haksız eylemin işlendiği tarihte, zararın mahiyet ve esaslı unsurları tam olarak ortaya çıkmamış ise, zararın öğrenildiğinden söz edilemez.

Davanın açılabilmesi için gerekli olan kalıcı sakatlık derecesi belirlenerek, dava açılabilmesi için gerekli tüm bilgilerin edinilmesi sonucu zarar "dava edilebilir" hale gelmiş olur (Zararın ne olduğu, kapsamı ve dava edilebilir hale geldiği belirlenmeden, niçin dava konusu edilmediği sorulamaz).

"...Önemli olan, zarar gören davacının yasanın aradığı anlamda, zarar veren olayın sonuçlarını, gidişatını, kesinleşen durumunu değerlendirebilecek bilgiye sahip olmasıdır. Buna göre, davacının "zarara ıttıla" diğer bir anlatımla "zararı öğrenme" tarihinin bu raporun düzenlendiği ........ tarih olduğunu kabul etmek gerekir." (YHGK. 1999/4-983 E. 995 K.)

"Davacının 18/10/1990 tarihinde %79 olarak kabul edilen beden gücü kayıp oranı daha sonra A.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığının 3 kişilik kurul raporu ile %100 olarak belirlenmiştir.

Davacının beden gücü kaybının tartışmalı olduğu iddia edilince, Adli Tıp Kurumundan görüş sorulmuş. Kurum davacının son ve kesin durumunu 22/9/1999 tarihinde %46.2 beden gücü kayıp oranı olarak saptamıştır.

İşte davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayalı olarak istemde bulunduğuna göre, davanın süresinde açıldığını kabul etmek gerekir." Y.H.G.K.'nun 2000/21-1609 E, 1699 K.

Davacı, henüz çocukla ilgili kesin bir rapor yok iken, 28/7/1999 tarihinde davasını açmıştır. Bu tarihte zarar miktarını tam olarak bildiği ya da bilebilecek durumda olduğu söylenemez. Dava dilekçesinde yaralanmadan söz edilmiş, malüliyet durumu ve oranından ise söz edilmemiştir. Maluliyet durumu ise, daha sonra 19/1/2000 tarihli raporla kesin olarak belirlenmiştir. Bu nedenle davacıdan ilk davayı açtığı 28/7/1999 tarihinde henüz bilmediği bir zararı saklı tutması istenemez.

2-Kaldı ki; HUMY'nın 87/son cümlesinin iptal edilmiş olması karşısında ilk davanın açılması sırasında fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına da gerek kalmamıştır.

HUMY'nın 87. maddesindeki "müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyid edemez" hükmü, Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmiş olduğundan davacı dava konusunu (miktarını) ıslah yolu ile arttırabilir. Taraflardan her biri usule ilişkin olarak, yaptığı işlemleri tamamen ya da kısmen ıslah edebilir (HUMY. m.83). Davanın karara bağlanmasına kadar (yargılamanın her aşamasında) davanın ıslahı olanağı vardır (HUMY. m.84). Islah için diğer tarafın iznine ve mahkemenin onamına gerek yoktur. Islah ile, dava miktarının aynı dava dosyası üzerinden arttırılması bir usul işlemidir. Islah, bir çıkış yolu ve gereksinimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Islah, davayı açarken bir hata (yanlışlık) yapan ya da davasını (ya da savunmasını) eksik bırakan tarafa bunları düzeltmesi için verilmiş bir hak olduğundan, ek dava açma yolunu kapatmış değildir. Islah ile, dava miktarının arttırılması yeni bir dava olmadığına göre, ek dava da değildir (Kısmi ıslah ile, ek dava karıştırılmamalıdır).

HUMY'nın 87/son cümlesinin iptalinden önce; a-davanın tarafları, b-davanın konusu (miktarı) ıslah yolu ile değiştirilemiyordu. Islah ile davanın taraflarının değiştirilemeyeceği YİBK'nun 4/5/1978 gün ve 4/5 sayılı içtihadı ile kabul edilmiştir.

Davanın konusunun (miktarının) arttırılamayacağına ilişkin usul hükmü iptal edilmiş olduğuna göre, davanın taraflarının değiştirilmesi dışında ıslah yolu ile düzeltilemeyecek (değiştirilemeyecek) bir usul işlemi kalmamıştır. Başka bir anlatımla, ıslah yolu ile davanın miktarını arttırmayı engelleyen usul hükmü iptal edilerek ortadan kaldırılmıştır. Artık başka bir koşul aranmadan, davanın kısmi dava olup olmadığına bakılmaksızın dava miktarı ıslah yoluyla arttırılabilmelidir.

Anılan hükmün iptali ile ortaya çıkan durum bu olmakla birlikte Yargıtay, dava miktarının ıslah yolu ile aynı dava üzerinden arttırılması için "fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olmasını" gerekli görmektedir. (Islah yolu ile dava miktarının arttırılması, ek dava açmak ile eş tutulmaktadır.)

Bilindiği gibi, bir dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasını gerektiren bir yasa hükmü yoktur. İlk dava (kısmi) açılırken dava konusu edilmeyen, henüz bilinmeyen, yargılama ile belirlenebilecek olan gerçek hak miktarının (alacak ya da zararın) saklı tutulmasını gerektiren bir neden de yoktur. Fazlaya ilişkin hak saklı tutulmaz ise; fazla haktan zımnen feragat edildiği ve ilk davanın kesin hüküm oluşturduğu kabul edilerek Yargıtay içtihatlarıyla bu durum uygulamaya girmiştir.

"...fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmaması, fazlaya ilişkin kısımdan zımnen feragat edildiği anlamını doğuracağı gibi, önceki dava kısmi dava değil tam dava sayılır ve ilk dava ile oluşan kesin hüküm aynı alacak hakkında ikinci bir dava açılmasını önler." (HGK'nun 26/3/1986 gün, 86/4-797 E, 299 K) Yargıtay'ın yıllardır kabul ettiği görüş budur.

Fazlaya ilişkin hak saklı tutulmaz ise, kesin hüküm nasıl oluşur? Mahkemenin bir karar vererek davadan elini çekmesiyle oluşan karara nihai karar denir. Kanun yollarından geçmekle (ya da kanun yoluna başvurulamadığı için verildiği anda kesin olan) nihai kararlar kesin hüküm haline gelir. Kesin hükmün unsurları ise; davanın taraflarının, konusunun ve dayandıkları hukuki sebebinin aynı olmasıdır (HUMY. m.237). Islah, sürmekte (görülmekte=derdest) olan bir davada yapılabilir. Usul yasası "davanın ıslahı" demektedir. Kararın (hükmün) ıslahı diye bir usul işlemi yoktur (hükmün tavzihi ise, ıslah değildir). Bir davada kesin hüküm oluşabilmesi için, o davanın karara bağlanması gerekir. İlk açılan (kısmi) dava, karara bağlandıktan sonra o dava ıslah edilemeyeceğinden, bir kesin hüküm oluşmasından da söz edilemez.

Dava açılırken fazlaya ilişkin hak saklı tutulmaz ise, o haktan zımni olarak feragat edildiğini davanın ıslahı bağlamında kabul etmenin yasal, haklı ve mantıklı bir açıklaması yoktur. Feragat, taraflardan birinin neticei talebinden (o davadaki isteminden) vazgeçmesidir (HUMY. m.91). Feragat, ya feragat iradesini açıklayan bir dilekçe ile, ya da yargılama sırasında sözlü beyan ile yapılır (HUMY. m.93). Feragatın nasıl yapılacağı yasada duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıklanmış olmasına karşın, yorum ile zımni biçimde feragat yapılabileceği kabul edilemez. Hakkın kalan bölümü (kısmı) için henüz açılmış bir dava olmadığına göre, HUMY'nın 91. maddesi anlamında (davadan) feragat edildiğinden söz edilemez. "...açık bir irade beyanı olmadan dava konusu edilmiş haktan feragat edildiği sonucuna varılması kabul edilemez." (YİBK'nun, 22/5/1987 gün ve 4/5 sayılı kararı) Dava açılırken, hakkın dava konusu edilmeyen bölümünden feragat edildiği peşin olarak kabul edilecekse, ıslah ile davanın miktarı nasıl arttırılacaktır?

Anayasa Mahkemesi'nin (HUMY'nın 87 son cümlesini) iptal kararının gerekçesinde anılan hükmün, Anayasa'nın "hukuk devleti", "temel hak ve özgürlüklere dokunulamayacağı", "herkesin yasal yollardan davacı ve davalı olma, sav ve savunmada bulunma" ve "davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılacağı" ilkelerine aykırı olduğu ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmadığı için iptaline karar verildiği belirtilmiştir. Karar gerekçesinde "hak arama" özgürlüğü çok genel ve açık olarak vurgulandığı halde, kısmi dava konusunda bir açıklama yapılmadığına göre, o konuda bir değişiklik olmamıştır sonucuna varamayız. Başka bir anlatımla, Anayasa Mahkemesi'nin fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmaz ise, ikinci davanın açılamayacağı yolundaki Yargıtay içtihadını benimsediği kabul edilemez. Saklı tutmama halinde davadan feragat edildiği anlayışı yasal temeli olmayan bir kısıtlamadır. Yasal bir neden ve gerekçe olmadan bir hak kaybına neden olunamaz.

Kısmi dava açılırken dava konusu edilmeyen bölüm ile ilgili olarak, daha sonra ıslah yolu ile istemde bulunulması (miktarın arttırılması) halinde, zamanaşımı def'ini kullanma olanağı varken "saklı tutulmadığı için" bu haktan feragat edildiğini varsaymak, hakkın istenmesinin önüne ikinci bir engel daha koymaktır.
Bu nedenlerle, yerel mahkemenin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanması görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum.
Old 13-09-2006, 22:38   #16
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Alıntı:
Sunduğunuz içtihatta ise, kısmi manevi tazminat istemi var ve klasik "manevi tazminat bir bütündür" yerleşiş uygulamasından dolayı bozma var.

Emin misiniz? Bir daha okuyun isterseniz. (Özellikle bold text kısımları)

Öte yandan mesajlarımı takip ediyorsanız. Bugüne kadar pek çok Yargıtay kabulünü eleştirdiğimi, hakkaniyete uygun bir sonuca varılmadığını vs. belirttiğim mesajlarım olduğunu bilirsiniz. Hatta sizin şu meşhur tenkis definde dahi.

Sunmuş olduğum kararın tarih ve numaralarını kararın altına ikazınız üzerine ekledim. Ancak soru sahibi meslektaşımıza doğru yolu göstermek ve en güncel kabulü iletmek adına bu kararı sundum. Yol bu iken garip riskler almanın alemi yok herhalde.
Old 13-09-2006, 22:48   #17
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Benim meşhur tenkis def'i?

Garip riskler almanın alemi yok... vs.

Ben garip risk dediğiniz yolu seçsin demiyorum meslektaşıma. Siz emin misiniz bu yolun garip riskli bir yol olduğundan?

Manevi tazminat talep edilmemiş bir dava dilekçesinde , ıslah yolu ile manevi tazminat talep edilip de Yargıtay içtihatlarında kabul görmediğine yönelik bir emsal mi sundunuz foruma?

Sn.Doğanel,

Ben araştıralım dedim. Kestirip, atmayalım, yeterli araştırmayı yapmadan , üstelik aykırı bir emsalini de bulmadan konuyu kapatmayalım dedim.

Meslektaşım dilerse kendini güvencede hissetmek adına, yeterli zamanı da var olduğu halde, ek dava açsın, bunu kendisi takdir edecek. Bizim araştırmaya devam etmemize engel nedir?

Emin olmadığımız konularda yankenar dolaşarak ilerlememiz bana göre olanaklı değil.

Saygılarımla...
Old 13-09-2006, 22:53   #18
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Bold textinizi şimdi okudum.



Einstein ne demiş: "Önyargıyı kırmak, atomu parçalamaktan daha zordur" -taradığım tüm yargıtay ilamları "manevi tazminat bir bütündür,bölünemezle ilgili idi- bu yönde olunca-

(Bunu bir ceza dosyamda savunmama ekleyeceğim, lütfen benden önce kullanmayınız)

Peki,riske girmesin.

Teşekkürler...
Old 13-09-2006, 23:08   #19
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Çok şükür anlaştık. Yoğunluk altında gayet normal bir durum. Hepimize oluyor zaman zaman. Öte yandan Kararda önemli ilkeler vurgulanmış.

1- Islah usule ilişkin işlemler için söz konusudur.
2- Yargıtay bu durumu dava içinde yeni bir dava açmak olarak değerlendirmektedir.
3- Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur.

3. maddeden benim anladığım örneğin davada haksız fiil tartışıldı. Zarar, kusur illiyet bağı vs. ve maddi zarar mesela peşin sermaye değeri düşüldüğünden sıfır çıktı. Bu durumda manevi tazminata ilişkin hiç talep yoksa, tam ıslah ile talep sonucunu manevi tazminat olarak değiştirmek mümkün. Yapar mısın derseniz? Yapmam derim. Çünkü 1 yıllık süreyi kesin kaçıracağım için denemeye cesaret edemem. Riske attığım kendi hakkım değil.
Old 13-09-2006, 23:13   #20
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sunduğunuz 2006 tarihli içtihat gözetildiğinde, ben de cesaret edemem.

Oysa 2001 tarihli HGK nun muhalefet şerhindeki gerekçeler ne kadar içerikli, ne kadar dişe dokunur...


"Meri Hukuk açısından "ıslah yolu ile taraf değiştirilemeyeceği" kuralından başka, dava işlemlerinde düzeltilemeyecek bir yön kalmamıştır. Şu halde her türlü davada (kısmi olmayan dava da dahil) ıslah yolu ile müddeabihin artırılmasını engelleyen bir kural yoktur."Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." (Anayasa Md.36) "Temel hak ve hürriyetler.... kanunla sınırlanabilir" (Anayasa md.13) Şu halde hak arama temel hürriyetinin bir tezahürü olan dava dilekçesi düzenlemesi ve bunun düzeltilmesi (ıslahı) hakkında açık kanun hükmü bulunmadan yorum yolu yapılan kısıtlamaları, Anayasanın sözü edilen kuralları ile bağdaştırmak mümkün olmaz. Hele usule ilişkin kuralların kapsamını yorum yolu ile genişletip hak arama özgürlüğü önüne setler koymak, yargılama usulüne dair kanunların oluşturulma amacına da uygun düşmediği gibi, Anayasa Mahkemesi Kararının etkisini yorum yolu ile daraltmak olur. Bu yorumu Anayasanın 138/4. ve 153/6. maddeleri hükümleri ile bağdaştırmak da mümkün değildir.
Davacının 06.02.2001 tarihli harçlı dilekçesi ile manevi tazminat isteğini 300.000.000 Tl/den 1.000.000.000 Tl/ye çıkarırken bazı gerekçeler göstermiş olması, dilekçenin ıslah dilekçesi olarak vasıflandırılmasına da engel değildir. Zira hakim tarafların tavsifi ile bağlı olmayıp "resen Türk Kanunları mucibince hüküm verir." (HUMK.76)
Hakim Medeni Kanunun 4 ve Borçlar Kanunun 49. maddesine uygun manevi tazminata hükmetmiştir. Sayın çoğunluğun bozma kararına bu sebeplerle katılamıyoruz."


Ama, şunu da biliyoruz ki, kolay kolay hiç bir yerel mahkeme, içtihat oluşturmaya gidecek adımı atmayı tercih etmiyor. Bozulmayacak bir karar tesis etmek, bunun en güvenilir yolu olarak da içtihatları benimsemek, tercih edilen oluyor.

Saygılarımla...
Old 13-09-2006, 23:39   #21
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Tamam gerekçeler yerinde ama davanın da bir ciddiyeti var. Maddi-Manevi Tazminat davaları aynı sebepten doğuyor. Bu itibarla da dava süresince aşağı yukarı aynı konular tartışılıyor. Bu kadar serbest bir alan bırakılırsa örneğin. derdest bir davamız var ve burada aynı taraflar arasında haksız fiilden kaynaklanan bir alacak tartışılıyor. İş karar aşamasına gelmiş, baktık olmuyor, taraflar da nasıl olsa aynı deyip, hiç alakasız bir dava mesela Tapu iptali davasına dönüştürebilecek miyiz davamızı? Bu kadar serbest ve geniş yorumun da hukukun saygınlığını zedeleyeceğini düşünüyorum.

Manevi tazminatlara ilişkin paranın alım gücünün düşmesi ve yıllar sonra ele geçen miktarın çok düşük kalmasının sakıncasını anlıyorum ama çözüm bir usul hukuku kavramını sınırlarının ötesinde zorlayarak değil, başka türlü bulunmalı.
Old 13-09-2006, 23:49   #22
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sınırların ötesinde bir zorlama yok bana kalırsa.

87.m.nin iptallerden (ve iptal gerekçelerinden) sonraki son hali ile, yalnızca ıslah yoluyla "tarafların" değiştirilemeyeceği noktasına gelmiş durumdayız.

Öyleyse... Muhalefet şerhi yerinde gibi.

(Muhalif avukat)
Old 14-09-2006, 00:01   #23
Av.Selim Balku

 
Varsayılan

Çok uzun bir tartışma ve çok uzun yargıtay kararları bu anlamda titizlikle takip ettim desem yalan atmış olurum ancak üstünkörü okudum hepsini, eğer olaydaki tartışmanın ana esası manevi tazminatın ıslah yolu ile artırılıp artırılmayacağı ise fikrim şudur ki artırılmaz ancak bunun istisnası var.

Diyelim bir iş kazası oluyor, iş kazası neticesinde işçi bir bacağını kaybediyor, dava açıyor maddi manevi, bir bacağı işçinin manevi tazminat bedeli 500 lira, bunun fazlaya ilşikin hakkınızı saklı tuttunuz, nedir bu işin fazlası; diğer bacak, yani işçi farzı misal dava sürerken iş kazasından kaynaklanan bir sebeple diğer bacağınında gitme olasığılı meydana geldi, dava açarken bu olasılık bilinmeden manevi zarar oldu, işçi o kadar üzülmüştü ama daha sonra diğer bacak gidince daha çok üzüldü, bence bu durumda manevi tazminatı artırma yoluna gidebiliriz.

Şahsi düşüncem bu yönde bu aşamadan sonra, zaten bu husus ayzılmış mıydı yada yazılmamış mıydı, dikkat edemedim, umarım herşey sakinken ortalığı karıştırmamışımdır...
Old 14-09-2006, 00:09   #24
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sayın Balku,

Hiç olmazsa 1 numaralı mesajı tam olarak okusaydınız

Ben Doğanel'in 2006 tarihli kararını tam olarak okumadım da ancak 3-4 mesaj sonra yeniden konuda buluşabildik

Ben izin istiyorum, tartışma size emanet, gerçi pek bir şey kalmadı benim elimde, HGK lerin muhalefet şerhlerinden gayrı, Doğanel'inse kapı gibi içtihadı var))

Herkese iyi geceler...
Old 14-09-2006, 00:19   #25
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Sn. Sehper
Arkadaşları bayıltmak üzereyiz sanırım ama..
Verdiğim örnekte davalı vekili olun. Tam davanın reddini sağlamak ve ciddi bir vekalet ücreti hak etmek üzeresiniz. Hadi ücret de olmasın işin manevi tatmini var.. Karşı taraf davanın gideceğini anladı. Aralarında bir de Tapu ihtilafı var nasıl olsa bu dava gidiyor deyip, işi Tapu iptali ve tescile çevirdi. Dahası bu davayı da kaybettiniz.

1- Müvekkilinize durumu nasıl açıklarsınız. Açıklasanız da hukuka itimadı ve saygısı kalır mı?
2- Kendiniz böyle kaybettiğiniz için maddi manevi yıkılmaz mısınız?
3- Her şeyden öte bu kanunu dolanma değil mi?

Herşeye bir yasa maddesi ve içtihat bulamıyorum tabi ama bazı kurallar da yazısızdır. Böyle bir şeyin olmaması gerektiğini uygun bir dille anlatılırsa bir çocuk bile kabul edecektir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi bir hükmü iptal ettiğinde yasakoyucunun dönüp yerine bir düzenleme yapmaksızın orayı boş bırakması da bence hatalı.. Bir fıkra iptal edildiğinde yasa hükmünün tamamında bir şeyler eksik kalıyorsa yasakoyucu belki de sil baştan konuyu düzenlemeliydi. Bence ıslahın hangi usuli işlemler için yapılacağı tahdidi olarak sayılmak suretiyle bir düzenleme yapılmalı ve bu konu bu şekilde çözülmeli. Hakkaniyete aykırı gelişen bir takım durumların yukarıda belirttiğim gibi sınırlar zorlanarak çözülmesi tercih edilmemeli..
Old 14-09-2006, 12:41   #26
Desarac

 
Varsayılan

merhaba,
ben Sn.Balku'nun aksine Sn:Şehper ve Sn.Doğanel'in katılımlarını inceden inceye ve zevkle okudum. iyi bir hukuk egzersizi oldu açıkçası.çok teşekkür ediyorum kendi adıma ve diğer arkadaşlar adına..
Old 14-09-2006, 16:57   #27
Av.Levent

 
Varsayılan

Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce ıslah ile ek dava arasında farklar vardı. İptal kararından sonra ıslah ile ek dava arasında ki bu fark kalkmıştır. (Aklıma gelen tek fark ıslahın sadece bir kere yapılabilmesi buna karşılık haklarının saklı tutulması kaydıyla ek dava için bir sayı sınırlamasının olmaması) Ek dava açarak manevi tazminat talebinde bulunmuşuz veya ıslah ederek manevi tazminat talebini diğer taleplerin yanına eklemişiz. Bir fark göremedim ben doğrusu. Ama sayın Can Doğanel'in verdiği uç örneklerde ihtimal dahilindedir.
Old 01-02-2008, 17:01   #28
av_yusuf

 
Varsayılan

iyi günler arkadaslar
tedavi giderlerinin dava acılmasından yargılama safhasında yeni yapılmış olan masraflar ıslah ile birlikte veya ıslah etmeden talep edilebilir mi.

dosya suan için bilirkişiden geldi ıslah edilmesi gerekiyor fakat dava tarihinden sonra müvekkilce yapılmış olan masraf tedavi giderleri mevcut, müvekkil bu giderleri ıslah aşamasında toplam 4500 ytl gibi bir gider var.
sorunum bu tedavi giderlerini de ekleyerek davamı ıslah edebilirmiyim. bu konuda yargıtay kararları araştırdım ama bulamadım. bana yardımcı olabilirseniz memnun olurum.
Old 24-02-2008, 22:21   #29
HÜLYA ÖZDEMİR

 
Varsayılan

T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/8550

K. 2006/7387

T. 4.7.2006

• İŞ KAZASI SONUCU MALULİYET ( Usule İlişkin İşlemlerin Tamamen ya da Kısmen Islahı Mümkün Olduğu - Ancak Her İki Durumda da Usulüne Uygun Açılmış Bir Davanın Bulunması Şart Olduğu )

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Islah Dilekçesi İle Manevi Tazminat İstemi Dikkate Alınarak Manevi Tazminatın Kısmen Kabulüne Karar Verilemeyeceği )

• MANEVİ TAZMİNATA İLİŞKİN AÇILMIŞ BİR DAVA OLMAMASI ( Islah Dilekçesi İle Manevi Tazminat İstemi Dikkate Alınarak Manevi Tazminatın Kısmen Kabulüne Karar Verilemeyeceği )

• ISLAH ( Açılmış Bir Davada Taraflarca Yapılmış Usule İlişkin İşlemlere Yönelik Olarak Yapılması Gereği )

• ISLAHIN ŞARTLARI ( Taraflarca Yapılmış Usule İlişkin İşlemlere Yönelik Olarak Yapılması Gereği - Bu Bağlamda Yargılaması Devam Eden Bir Dava İçinde Islah İle İkinci Bir Davanın Açılamayacağı )

1086/m.83

ÖZET : Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır. Islah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunun değiştirebilmesi imkanını sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen 26.032.74.-YTL.nin maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davalılar vekilince istenilmesi ve duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 24.01.2006 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılar vekili Avukat U G geldi. Karşı taraf adına kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi R. Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü, ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillere kararın dayandığı gerektirici sebeplere göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Dava, iş kazası sonucu beden tamlığı bozulan davacı işçinin maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Yargılama sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırmış ve ayrıca dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat isteminde bulunmuştur.Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır. HUMK.'nun 83. ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunun değiştirebilmesi imkanını sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur. Öte yandan harca tabi davalarda her dava açılırken davalıdan başvurma harcı ile nispi harca tabi davalarda nispi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin olarak alınır. Gerekli harçlar alındıktan sonra dava dilekçesi esas defterine kaydedilir ve dava, dava dilekçesinin esas defterine kayıt edildiği tarihte açılmış sayılır. İnceleme konusu olan bu olayda manevi tazminata ilişkin dilekçenin nispi harç yatırılmak suretiyle mahkemeye verildiği ve ancak başvuru harcının yatırılmadığı anlaşılmaktadır. Dilekçenin bu haliyle bir ek dava dilekçesi olarak kabulü dahi mümkün değildir.
Islahta dava konusu olmayan bir istemin dava kapsamına alınması mümkün değildir. Bu nedenle davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere manevi tazminata ilişkin ıslah isteminin reddine" şeklinde karar verilmesi gerekirken "davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 16.000,00.YTL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine" peklinde hüküm kurularak söz konusu ıslaha değer verilmesi doğru bulunmamıştır.
Mahkemece, yukarda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Davalılar yararına takdir edilen 450.00 YTL duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 04.07.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2005/12777

K. 2006/3431

T. 3.4.2006

• MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT ( İş Kazası Sonucu Maluliyet - Islahla Dava Konusu Olmayan Bir Talebin Dava Kapsamına Alınamayacağı/Dava İle Talep Edilmeyen Manevi Tazminatın Islah Yoluyla İstenemeyeceği )

• ISLAHLA MANEVİ TAZMİNAT İSTENEMEMESİ ( Dava İle Talep Edilmeyen Manevi Tazminatın Islah Yoluyla İstenemeyeceği - İş Kazası Sonucu Maluliyet )

• İŞ KAZASI SONUCU MALULİYET ( Islahla Dava Konusu Olmayan Bir Talebin Dava Kapsamına Alınamayacağı - Dava İle Talep Edilmeyen Manevi Tazminatın Islah Yoluyla İstenemeyeceği )

818/m.41,55

1086/m.83

ÖZET : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Davacı işçi tarafından konusu maddi tazminat olan bir -dava açılmış olup; bu davanın yargılaması sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırdıktan sonra ayrıca manevi tazminat isteğinde de bulunmuştur. Islahla dava konusu olmayan bir talebin dava kapsamına alınması mümkün değildir; yani, dava ile talep edilmeyen manevi tazminatın ıslah yoluyla istenmesi olanaksızdır.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi M. B. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, kararın dayandığı gerektirici sebeplere göre; tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
Dava, geçirdiği iş kazası sonucu beden tamlığı bozulan davacı işçinin maddi tazminat istemine ilişkin olup, yargılama sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırmış ve ayrıca manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
H.U.M.K.'nun 83. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah kurumu, mahkemeye yönetilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile taraflara dilekçelerinde belirttikleri vakıaları dava konusunu veya talep sonucunu değiştirebilmeleri imkanını sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür.
Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla; ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur.
Somut olayda, davacı işçi tarafından konusu maddi tazminat olan bir dava açılmış olup; bu davanın yargılaması sırasında ( yargılama devam etmekte iken )davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırdıktan sonra ayrıca manevi tazminat isteğinde de bulunmuştur. Islahla dava konusu olmayan bir talebin dava kapsamına alınması mümkün değildir. Diğer bir deyimle dava ile talep edilmeyen manevi tazminatın ıslah yoluyla istenmesi olanaksızdır. Kaldı ki davalı ıslah ile talebin, genişletilmesine muvafakatta etmemiştir. Bu durumda "manevi tazminat talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına" şeklinde karar verilmesi gerekirken takdir olunan manevi tazminata hükmolunarak söz konusu ıslaha değer verilmesi doğru bulunmamıştır.
Mahkemece yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular gözetilmeden yazılı şekilde dava konusu olmayan manevi tazminata da hükmolunması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 03.04.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Davacı; iş kazası nedeniyle fazlaya dair haklarını saklı tutarak maddi tazminat istemiş, yargılama sırasında dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını arttırma yanında, ayrıca manevi tazminat isteğin de bulunmuştur. HUMK. 83.madde hükümleri nazara alındığında, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile 2.bir davanın açılması mümkün olamaz. Mahkemede bu değerlendirme anlamında açıkça manevi tazminat talebinin reddine demeyip, kesinleşmiş bir karar olmaması için, manevi tazminat talep ve dava hakkının saklı tutulmasına karar vermiştir. Bu sonuç usul ve yasaya uygun olup hükmün bu kısmının onanması görüşü ile çoğunluk bozmasına katılmıyorum. Hükmün bu kısmının onanması gerekir.


T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/2813

K. 2006/4802

T. 8.5.2006

• ISLAH ( Dava Konusu Olmayan İstemin Dava Kapsamına Alınması Mümkün Olmadığı - Bu Nedenle Davacının Ayrıca Dava Açma Hakkı Saklı Kalmak Üzere Manevi Tazminata İlişkin Islah İsteminin Reddi Gereği )

• MANEVİ TAZMİNAT ( İlişkin Açılmış Bir Dava Olmadığı Halde Islah Dilekçesi İle Manevi Tazminat İstemi Dikkate Alınarak Manevi Tazminat İsteminin Kısmen Kabulü İsabetsiz Olduğu )

• MADDİ TAZMİNATIN ISLAHI ( Manevi Tazminata İlişkin Açılmış Bir Dava Olmadığı Halde Islah Dilekçesi İle Manevi Tazminat İstemi Dikkate Alınarak Manevi Tazminat İsteminin Kısmen Kabulü İsabetsiz Olduğu )

4857/m. 77

1086/m. 83

ÖZET : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Dava, iş kazası sonucu beden tamlığı bozulan davacı işçinin maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Yargılama sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırmış ve ayrıca dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır.
Islahta, dava konusu olmayan istemin dava kapsamına alınması mümkün değildir. Bu nedenle davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere manevi tazminata ilişkin ıslah isteminin reddine şeklinde karar verilmesi gerekirken, davacının manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi ve davacı E Lojistik A.ş, vekilince duruşma talep etmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Osman Bülbül tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan ve temyiz konusu hükme ilişkin dava, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438, maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından Yargıtay incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : 1- Dosyadaki yazılara toplanan delillere kararın dayandığı gerektirici sebeplere göre davacının tüm davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine.
2- Dava, iş kazası sonucu beden tamlığı bozulan davacı işçinin maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Yargılama sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırmış ve ayrıca dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır. HUMK'un 83, ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakı alan, dava konusunu veya istem sonucunun değiştirebilmesi imkanını sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur.
Islahta dava konusu olmayan bir istemin daya kapsamına "alınması mümkün değildir. Bu nedenle" davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere manevi tazminata ilişkin ıslah isteminin reddine" şeklinde karar verilmesi gerekirken " davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 30.000.00 YTL, manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine" seklinde hüküm kurularak söz konusu ıslaha değer verilmesi doğru bulunmamıştır.
Mahkemece, yukarda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre taraf vekillerinin manevi tazminatın miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının davacıya yükletilmesine, 08.05.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/10871

K. 2006/13331

T. 27.11.2006

• İŞ KAZASI SONUCU MALULİYET NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ ( Islah İle Maddi Tazminat Miktarının Artırılması ve Dava Dilekçesinde Yer Almayan Manevi Tazminat Talebinde Bulunulması - Yargılaması Devam Eden Bir Dava İçinde Islah İle İkinci Bir Dava Açılamayacağı )

• ISLAH ( Yargılaması Devam Eden Bir Dava İçinde Islah İle İkinci Bir Dava Açılamayacağı - Islah İle Maddi Tazminat Miktarının Artırılması ve Dava Dilekçesinde Yer Almayan Manevi Tazminat Talebinde Bulunulması/Manevi Tazminatın Reddi Gereği )

• MANEVİ TAZMİNATIN ISLAH İLE TALEP EDİLMESİ ( İş Kazası Sonucu Oluşan Maluliyet Nedeniyle/Reddi Gereği - Yargılaması Devam Eden Bir Dava İçinde Islah İle İkinci Bir Dava Açılamayacağı )

• YARGILAMASI DEVAM EDEN DAVA ( Islah İle İkinci Bir Dava Açılamayacağı - Islah İle Maddi Tazminat Miktarının Artırılması ve Dava Dilekçesinde Yer Almayan Manevi Tazminat Talebinde Bulunulması )

1086/m. 83, 87

ÖZET : Dava, iş kazası sonucu oluşan maluliyet nedeniyle tazminat talebine ilişkindir. Usule ilişkin işlemlerin tamamen veya kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir ifadeyle ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılmasına olanak bulunmamaktadır. Somut olayda davacı ıslah ile maddi tazminat miktarını artırmış ve ayrıca dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Bu durumda manevi tazminata ilişkin ıslah talebinin reddine karar verilmesi gerekirken aksi yönde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir. Hükmün, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi O.B. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, kararın dayandığı gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava, iş kazası sonucu beden tamlığı bozulan davacı işçinin maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Yargılama sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile maddi tazminat miktarını artırmış ve ayrıca dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır. HUMK'nun 83. ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunun değiştirebilmesi imkanını sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur. Öte yandan harca tabi davalarda her dava açılırken davacıdan başvurma harcı ile nispi harca tabi davalarda nispi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin olarak alınır. Gerekli harçlar alındıktan sonra dava dilekçesi esas defterine kaydedilir ve dava, dava dilekçesinin esas defterine kayıt edildiği tarihte açılmış sayılır.
İnceleme konusu olan bu olayda manevi tazminata ilişkin dilekçenin nispi harç yatırılmak suretiyle mahkemeye verildiği ve ancak başvuru harcının yatırılmadığı anlaşılmaktadır. Dilekçenin bu haliyle bir ek dava dilekçesi olarak kabulü dahi mümkün değildir.
Islahta dava konusu olmayan bir istemin dava kapsamına alınması mümkün değildir. Bu nedenle "davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere manevi tazminata ilişkin ıslah isteminin reddine" şeklinde karar verilmesi gerekirken "davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 20.000,00.- YTL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine" şeklinde hüküm kurularak söz konusu ıslaha değer verilmesi doğru bulunmamıştır.
Mahkemece, yukarıda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin manevi tazminatın koşullarının oluşup oluşmadığına ve miktarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına; temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 27.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/13566

K. 2007/2765

T. 26.2.2007

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( İşçi Sağlığı ve Trafik İş Güvenliği Konularında Uzman Bilirkişilerce Konuyu Yeniden İnceletmek ve Verilen Rapor Dosyadaki Bilgi ve Belgelerle Birlikte Değerlendirilmesi Gereği )

• MURİSİN İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜMÜNDEN DOĞAN TAZMİNAT ( İşçi Sağlığı ve Trafik İş Güvenliği Konularında Uzman Bilirkişilerce Konuyu Yeniden İnceletmek ve Verilen Rapor Dosyadaki Bilgi ve Belgelerle Birlikte Değerlendirilmesi Gereği )

• ISLAH ( Manevi Tazminata İlişkin Açılmış Bir Dava Olmadığı Halde Islah Dilekçesi İle Manevi Tazminat İstemi Dikkate Alınarak Manevi Tazminatın Kısmen Kabulüne Karar Verilmesi Hatalı Olduğu )

• YARGI HARCINDAN MUAFİYET ( Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdaresi Olup Yargı Harcından Muaf Olduğu Halde Mahkemece Karar ve İlam Harcı İle Sorumlu Tutulmuş Olması Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu )

1086/m.83

4857/m.77

818/m.332

ÖZET : Davacı murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece yapılacak iş; işçi sağlığı ve trafik iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerce konuyu yeniden yukarıda açıklandığı biçimde inceletmek, verilen rapor dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermektir.
Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır. HUMK.'nun 83. ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunun değiştirebilmesi imkanı sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür.
Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdaresi olup yargı harcından muaf olduğu halde mahkemece karar ve ilam harcı ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup kabul şekli bakımından bozma nedenidir.
DAVA : Davacı murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Dava, davacının yalanı olan sigortalı işçinin iş kazası sonucu ölümü nedeniyle uğradığı maddi zararın giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece davacının maddi zararının SSK'ca bağlanan gelirin peşin sermaye değeri ile karşılanmış olması sebebiyle reddine, davacının ıslah dilekçesi ile talep ettiği manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Olay iş kazası olup, iş hukuku ve sosyal güvenlik ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmeye tutulmalıdır. İşverenin iş kazası sonucu meydana gelen zarar nedeniyle hukuki sorumluluğu yasa ve içtihatlarla belirlenmiş olan ayrık haller dışında ilke olarak iş aktinden doğan işçiyi gözetme ( koruma )borcuna aykırılıktan kaynaklanan kusura dayalı sorumluluktur. İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işverenin işçilerin sağlığını ve güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanunu'nun 77. maddesinin açık buyruğudur.
İş kazasından doğan tazminat davalarının özelliği gereği, İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları gözönünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü'nün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde belirlenmelidir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden davacının davalı işverene ait işverenin diğer bir işçisinin sevk ve yönetiminde olan çekici de taşınırken çekiciye bağlı roley tankı körüğünün patlaması, frenin tutmaması nedeniyle iniş eğimli yolda çekicinin hızının artması ve buna bağlı olarak ta sürücünün direksiyon hakimiyetini kaybederek çekicinin şerit değiştirmesi üzerine paniğe kapılarak araçtan atlaması sonucu öldüğü anlaşılmaktadır.
Gerek işverence tutulan 29.9.2004 tarihli tutanaktan gerekse ceza davasında yargılama sırasında mahkemece alınan raporlardan olayın roley tankının körüğünün patlaması sonucu frenlerinin tutmamasından kaynaklandığı tartışmasızdır. Daha açık bir anlatımla olay" teknik arıza"ya dayalıdır. Teknik arıza; araçtaki bozukluğun kazayı etkileme hali olup arabanın eskimesinden dolayı malzeme yorulması, malzeme bozulması veya malzemedeki imalat hatası nedenlerinden kaynaklanır. Teknik arızanın bu üç sebebinden işleten, işveren, araç sahibi tam sorumludur. Aynı nedenle, teknik arıza hukukta kaçınılmazlık kategorisinin tamamen dışında kalmaktadır. Giderek Karayolları trafik araçlarında teknik arıza sebebiyle tazminattan veya sorumluluktan bir azaltmaya gidilemeyeceği 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası'nın 86. maddesi hükmü gereğidir.
Teknik arıza mesuliyeti kaldıran veya daraltan bir sebep değildir. BK'nun 332 ve 4857 sayılı İş Kanununun 77. maddesi hükmünde malzemeleri işe noksansız ve tekniğe uygun olarak tahsis işverenin asli borcudur. Teknik arıza bir bozukluğu anlatır. Karayolları Trafik Kanununun 86. maddesi hükmü bozulmayı açıkça kurtuluş sebebi olmaktan çıkarmış, işverenin kazadan mesuliyetini düzenleyen BK 332. ve 4857 sayılı İş Kanununun 77. maddesi araçları noksansız bulundurma ilkesi ile tam sorumluluk kuralını düzenlemiştir.
Diğer yandan " panik" ansızın meydana gelen bir olay veya etkenin insanın psikolojik yetileri ve özellikle iradesi üzerinde oluşturduğu bozulma hali olup insanın kontrol mekanizmasını yok eden ve yaklaşıldığı zannedilen hayati tehlikeden kurtulmak için insanı normal durumda olağan sayılmayacak tavır ve kararlara zorlayan bir ruh halidir.
Somut olayda roley tankının körüğünün patlaması sonucu frenlerinin tutmaması ve roley tankının yükünün iniş eğimli virajlı yolda çekicinin hızının artması ve sürücünün direksiyon hakimiyetini kaybederek şerit değiştirilmesi şeklinde gelişen olayın araçta yolcu olarak taşınan sigortalıda paniğe yol açması sonucu sigortalının araçtan atladığı, paniğe yol açan olayın sigortalının dışında gelişen bir olay olması karşısında paniğe kapılan sigortalı yönünden bir kusur oluşturamaz. Paniğe kapılan sigortalının araçtan atlama veya araçta kalma seçeneklerinden hangisinin doğru olduğunu kestirmesi mümkün olmayıp bu kestirememe sigortalının psikolojisinden değil teknik arızanın yol açtığı tehlikenin şiddetinden ve niteliğinden kaynaklanmaktadır ki sigortalıya kusur izafe edilmesi mümkün değildir. Teori ve içtihat bunun dışında bir çözüm öngörmemektedir.
Hal böyle olunca mahkemece hükme dayanak alınan 27.12.2005 tarihli kusur oranlarının dağılımına ilişkin bilirkişi raporunun oluşa uygun olmadığı giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olmadığı açıktır.
Mahkemece yapılacak iş; işçi sağlığı ve trafik iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerce konuyu yeniden yukarıda açıklandığı biçimde inceletmek, verilen rapor dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermektir.
2- Yargılama sırasında davacı dava dilekçesini ıslah ile dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmesi yanlıştır. HUMK.'nun 83. ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunun değiştirebilmesi imkanı sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür.
Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur. Öte yandan harca tabi davalarda her dava açılırken davalıdan başvurma harcı ile nispi harca tabi davalarda nispi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin olarak alınır. Gerekli harçlar alındıktan sonra dava dilekçesi esas defterin kaydedilir ve dava, dava dilekçesinin esas defterine kayıt edildiği tarihte açılmış sayılır. İnceleme konusu olan bu olayda manevi tazminata ilişkin dilekçenin nispi harç yatırılmak suretiyle mahkemeye verildiği ve ancak başvuru harcının yatırılmadığı anlaşılmaktadır. Dilekçenin bu haliyle bir ek dava dilekçesi olarak kabulü dahi mümkün değildir.
Islahta dava konusu olmayan bir istemin dava kapsamına alınması mümkün değildir.
Bu nedenle " davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere manevi tazminata ilişkin ıslah isteminin reddine" şeklinde karar verilmesi gerekirken "davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 25.000 YTL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine" şeklinde hüküm kurularak söz konusu ıslaha değer verilmesi doğru bulunmamıştır.
Mahkemece, yukarda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
3-Diğer yandan davalı Karayolları Genel Müdürlüğü Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdaresi olup yargı harcından muaf olduğu halde mahkemece karar ve ilam harcı ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup kabul şekli bakımından bozma nedenidir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre taraf vekillerinin maddi tazminat hesabına ve manevi tazminatın miktarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 26.02.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 30-05-2013, 15:50   #30
Av.Selim HARTAVİ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan üye8180
Ben de iş kazasından doğan maddi ve manevi tazminat davasında, dava dilekçemde, netice-i talep kısmında, maddi tazminatla ilgili ' fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak kaydıyla maddi tazminatın bir kısmını' ve manevi tazminat ile ilgili olarak da başlangıçta fazla harç ödememe amaçlı olarak' manevi tazminata ilişkin haklarımızın tamamının saklı tutulması kaydı ile' diye talepte bulundum. Bilirkişi raporları ile ,kusurlar ve zarar kalemleri belirlendikten sonra davanın gidişatına göre ıslah dilekçesi verip maddi tazminatın tamamını,ve dava dilekçesi ile saklı tuttuğum manevi tazminatı, bir rakam belirleyerek talep etmeyi düşünüyorum. Saygılar.


Sayın üye8180 manevi tazminat ile ilgili bende bu aşamada benzer şekilde dava açmış bulunmaktayım. Mahkeme tarafımıza manevi tazminat miktarının açıklanması için süre verdi aksi halde manevi tazminat yönünden davanın reddedileceği ihtar edildi ben bu ara karara itiraz etmeyi düşünüyorum elinizde buna ilişkin emsal karar varmı? acaba yardımcı olursanız sevinirim...

Saygılarımla
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
manevi tazminat iözkurt Meslektaşların Soruları 2 18-09-2007 10:03
haksız fiilde tazminatla ilgili ilginç bi soru evora Hukuk Soruları Arşivi 1 29-12-2006 01:50
boşanmada manevi tazminat mkaraca Meslektaşların Soruları 4 23-11-2006 01:22
İş kazalarında manevi tazminat mustafaaladag Meslektaşların Soruları 2 10-11-2006 01:00
Manevi Tazminat Mahmut Hukuk Soruları Arşivi 3 27-02-2002 20:33


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10990000 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.