Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. Üyelerimizin yazdığı ve bizlerle paylaştığı şiir, öykü, deneme ve diğer yazınsal türler.

Nilgün'ün Kaleminden:Paylaşımlar

Yanıt
Old 11-03-2007, 11:54   #91
NİLGÜN SEYMEN

 
Kitap

9 mart cuma günü heykel'den terminal otobüslerine binerek,BUTTİM mevkisindeki fuar merkezine gittim.
İki salon halinde düzenlenmiş satantlar arasında gezerken,o çok sevdiğim DOSTLARIM/KİTAPLAR arasında gezerken bir kuş kadar özgür,mutlu ve şahane hissettim kendimi.
Birinci salonun orta kısmındaki TÜBİTAK/POPÜLER BİLİM KİTAPLIĞI koleksiyonlarında tam bir saat kilitlendim.

Bu yayınların,albüm kapaklı eserleri,kuşe kağıt kalitesi ve de içeriği daima çekmiştir beni.

JOHNLENİHAN/BİLİM İŞ BAŞINDA

ADRİAN BERY/SONSUZLUĞUN KIYILARI
JAMES.L.GOUND/HAYVAN ZİHNİ
EKREM AKURGAL/ANADOLU KÜLTÜR TARİHİ

Hüseyin Batuhan/İspanya'da bir şato
burçak evren-Dilek Girgin/Yabancı gezginler ve osmanlı tarihi

Roger Lewin/MODREN İNSANIN KÖKLERİ

Mustafa Turan/Çnakkale geçilmez
Katherina Roberts/Babil oyunu

Diğer salona geçtiğimde sadece karikütirst BAHADIR BARUTER'den bir afiş alacak ve eve geri dönebilecek kadar bir limitim kalmıştı.

KİTABA VERDİĞİM PARAYA ASLA ACIMAM.

Fuarda özenli yayınlar arasında,adam yayıncılık,
YKY yayınevi,
goa yayınevi

ni sayabilirim.
Ayrıca sosyalist yayınların yeraldığı bir bölümden çalınan bir müzikte,
VENSERAMOS,VENSERAMOS,KIRALIM ZİNCİRLERİMİZİ...(Nasıl kıracaksak?)
-------------------------------------------------------
sözleri beni 1980 lere aldı götürdü bir anda...
Gençliğimizin en çılgın isyan saatlerinde kulağımıza yansıyan sesler ve demokrasi arayışları & oligarşi fısıltıları arasında dolaştım fuarı.

İşte bir 5.TÜAP daha geldi geçti Bursamdan yıldız hızıyla...

SEVGİYLE KALIN.
--------------------

Nilgün ÇAkıcı/BURSA/
11 03 2007/11.50

Teşekkürler bu organizasyonda emeği geçen tüm emekçilere,yayınevlerine ve de yazar dostlara tekrar tekrar teşekkürler.
Biz BURSALILARA bu lezzeti tattırdığınız için çok teşekkürler.

2008'de TEKRAR BULUŞMAK DİLEĞİYLE...
Old 15-03-2007, 17:07   #92
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Ne oluyor da bu hallere gelebiliyoruz?

Birbirini delice seven iki insan vardı ondört yıl önce,o öyle büyük bir aşktı ki;avukat olan erkek,bu aşk için on yıllık evliliğini ve de iki oğlunu bir kalemde silip atmıştı.

Geçen yaz görkemli bir sünnet merasimi yapmışlar onların yanak yanağa dans edişleri,gözlerindeki ışıltılar tüm salona yansımıştı.

Geçen hafta,dostumuz olan bu çiftin boşandıkları haberini aldığımda çok şaşırdım.
Şaşırdığım boşanma haberinden çok ki;buna şaşırmaktan çok üzüldüğümü yazabilirim tüm içtenliğimle,çünkü arada nur gibi bir erkek çocuğu vardı,

şaşırdım çünkü,
Gülen hanım,boşanma arefesinde eşi ile pazarlığa oturmuş.
İhsaniye'deki villayı benim üzerine yap,ayda şu kadar nafaka,
git nereye istersen...
Bursalı avukat,zat-ı muhterem daha çok arazi ve de mafya davalarına baktığı için son günlerde panik atak tedavileri gördüğünü bilmekteyiz.

Buraya kadar olay bizi ilgilendirmez,herkesin özelidir,
yıkarlar yaparlar.

Ama bir hemcinsim olarak bana bu çok onursuzca geldi.
Evet bir erkekten boşanmak ve son çare olarak ondan birşeyler koparmak.

Villa tapusu,eşyalar,araziler.

Ben olsaydım,benden ayrılmak isteyen bir insanı tek celsede kendim dava açarak boşardım.
NE NAFAKA NE TAZMİNAT.

Olaya şöyle bakıyorum,
eğer benim yokluğum ona,onun yokluğu da bana CEZA OLMAYACAKSA,

o birliktelikten çalınacak moloz yığınlarının da benim için değeri olamaz,olmamalıdır.

Benim hayatımdan akıp gidecek bir insan,
gitmek istiyorsa gider.
Hiçbir şey bırakmadan gider.
Zaten giderken kendisini de götürdüğüne göre
ona ait diğer şeylerin ne değeri olabilir ki?
SEVGİ BİTTİKTEN SONRA...

Ondan giderayak birşeyler koparmak,
bir kadın olarak yapılacak en şerefsizce davranıştır.
Bunu salt,
evliliğe YAŞAM POLİÇESİ gibi bakan aciz insanlar yapar.

Benim düşüncem budur.

Nilgün Çakıcı/BURSA
15 MART 2007/17.00
Old 19-03-2007, 14:37   #93
NİLGÜN SEYMEN

 
Önemli Akciğer tümörü ve hasta bilinci üzerine=

19 mart 2007/14.00/
Flash tv.de izlediğim bir programda,SAĞLIK konuları işleniyordu.
Konu;akciğer kanseriydi.
UZMAN GÖZÜYLE adlı bu programın içeriğinde sağlık konusunda çok önemli yaşam bilinci verilmeye çalışıldı.
www.akcigerkanserilazer.com

Bu sitenin adresi verildi.
Çok önemli bir konunun da altı çizildi.
AKCİĞER KANSERİ teşhisi koyulmasından sonra,teşhisten tedaviye geçen dr.un kemoterapi,radyoterapiye geçerek çözüme gitmesi yanlıştır.
Daha önce,
eğer,soluk borusu tıkalı ise,
BRONKOSKOPİ adlı cihaz ile soluk borusundaki tümörlü alan var mıdır yok mudur,bunun tesbit edilmesi ön planda tutulmalıdır.
Eğer bu gözardı edilerek drekt kemoterapiye geçilirse eğer,hastanın yaşam süresi 7 ay kadardır.

Eğer bu tür bir hastalık teşhisi varsa,
doktorunuzdan öncelikle,
BRONKOSKOPİ VE BRONŞ FOTOGRAFINI istemelisiniz,
kemoterapiden önce bunun adı koyulmalıdır.

Flaş tv.ye bu değerli bilgiler için teşekkürler.
Sigaradan ve de kirli ortamlardan uzak kalarak bu hastalığa yakalanma riskini de yok etmemiz en güzelidir bence.

SAĞLIKLI GÜNLER DİLEKLERİMLE.

Nilgün Çakıcı/BURSA
Old 22-03-2007, 11:44   #94
NİLGÜN SEYMEN

 
Yeni Fikir Mammografi/onkoloji/Bursa...

2238202/onkoloji hastahanesi
rendavu tel=2223636/

İlk adım bu tel.dan Genel cerrahiden bir rendavu almaktır.
Ben dr.AlattinGüler'den rendavu aldım.
Tarih=12 mart 2007/13.30
-------------------------------------

İkinci aşamada,verilen rendavu tarihinde gittim,dr.un verdiği bir form ile mammografi ünitesine kayıt yaptırdım.
Kayıt tarihi;14 mart 2007 idi.

Üçüncü aşamada mammografi çekimi için verilen rendavuya gittim.
Pres benzeri bir cihazda her iki göğüs de 4 aşamada mammografi cihazında çekildi.Yine aynı gün,
ultrasonografi den rendavu aldım.
Rendavu tarihim;16 mart 2007 idi.

Dördüncü aşamada,16 marrta ultrason çekildi.

19 mart tarihinde ultrason sonuçlarını mammograifi sonuçlatrının da eklendiği raporlar ile birlikte alarak hastahaneden çıktım.

Sonuçta yazanlar;

Sonuçta kistik veya solid lezyon gözlenmedi.
Cilt kalınlığı normal.
Retraksiyona rastlanmadı.
İzlenebilen aksiller alanlarda,
İNTİLRATİF GÖRÜNÜMLÜ LAM saptanmadı.
Malign,kuşkulu mikrokalsifikasyon kümesine rastlanmadı.

Aynı gün,jinekololojiye giderek kemik yoğunluğu için form aldım.

Onkoloji hastahanesinin zemin katına indim.Radyoloji ünitesinde
kemik yoğunluğu ölçümüne girdim.
Sonuçlarını 28 martta dr.a göstereceğim.

Mmmografi sonuçlarını da 21 mart çarşamba günü saat 13.00 da genel cerrahi uzm.ALATTİN Güler'in hastahanenin 2.kattaki dr.lar odasında, uzunca bir kuyrukta sıranın bana gelmesini bekledikten sonra sonuçları teslim ettim.
Sorununuz yok,
gibi sert bir yanıt ile sevinerek eve döndüm.

Size bir yol haritası vermek istedim.
Bu tür tetikleri yaptırmak şart.
Tabi bir haftanızı bu işe vermeye gönüllü ve de müsaitseniz.

ESENLİKLER DİLERİM.
-------------------------

NİLGÜN ÇAKICI/BURSA

22.MART 2007/11.42
Old 24-03-2007, 12:04   #95
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme Dilimizin hali içler acısı!

Bence bayrağı,gelenekleri,toprakları,milli değerleri tamamlayan yegâne bir unsurdur o ulusun dili.

Biz gelişmişliğin işareti olarak,ne kadar anlaşılmaz ve karmaşık bir lisan kullanırsak o denli farklı ve de modern olduğumuzu mu düşünmeye başladık?
Aydın geçinen, bir iki İngilizce Fransızca kelimeyi peşine takarak çıkıyor yola.
EVET YABANCI DİL ÖĞRENMEK,güzeldir.
İnsanın kendisini ifade edebilmenin olmazsa olmazıdır dil öğrenmek ama o dilden çalınan ısmarlama kelimeler ile TÜRKÇE içinde köşe kapmaca oynamak da neyin nesidir?

Utanmaya mı başladık da küçümsüyoruz artık dilimizi.
İngilterede hiçbir kafeteryanın adı
KIRAATHANE değildir.
Biz neden dilimizden çekinerek,CAFE diyoruz tabelalarımızda.
Bu çok komiktir.
Konsept,opsiyon back graund, gibi kelimeleri kullandığımızda,
-Haa bu insan çok aydın, çünkü dilimize İngilizceden söğüşlediği birkaç kelime eklemek gafletinde bulunacak kadar AYDIN mı diyoruz?
Bu ne vurdumduymazlıktır,ne lakayıtlıktır ki dilimizi koruyamayacak kadar acizliğe düştük.
Utanır mı olduk kendimize ait olanlardan.
EUROVİSİON şarkısında da İngilizce sözlerin arkasına saklandık.
ASYA'da küçümsenmeyecek ebatlarda bir coğrafyada TÜRKÇE kullanılır durumdayken bizim kendimizi inkar eder yaklaşımımız çok büyük bir güvensizlik ifadesidir.
Ancak sömürge ülkeler dillerinden,ekonomilerinden,güven duygularından yoksundur.
Biz sömürge miyiz?
Biz İngiliz baskısı altında bir sömürge ülkesi miyiz ki bu dile tapınmaya başladık?
REDHAUSE sözlüğünde yaptığım bir taramada,yaklaşık 1500 adet İngiliz dilinden dilimize sızmış kelime kaydettim.
Fransızca kelimeler de cabası.

BİZ NEDEN BU HALE GELDİK?
NEDEN?

Sevgiyle kalın.

Nilgün Çakıcı/Bursa

24 mart 2007/11.56
Old 27-03-2007, 08:44   #96
NİLGÜN SEYMEN

 
Yeni Fikir Aşk nedir?

Kimliğimizi kazandığımız andan itibaren hayalimizde bir idol belirir.
O hayalin bir gençkız yada yakışıklı bir erkek olarak,teni,düşünceleri,görselliği,bizimle birlikte büyür ve gelişimini sürdürür.
GERÇEK YAŞAMIMIZDA hayatımızı birleştirdiğimiz kişi o hayal ile örtüştüyse,
AŞKI YAKALARIZ.
Ama bir süre sonra heyecanlar yerini mantığa ve de realitelere terkederek,köpükler dibe çöktüğünde,hayalimiz de o köpüklerle birlikte silinip giderse,
mutsuz oluruz.
İşte o an bizimle birlikte yüreğimizin derinliklerinde büyüyen o hayal yine peşimizdedir,o gerçek biz ve gerçek eşimiz üç kişilik bir yaşam içinde savrulup gideriz aynı evin ,aynı yaşamın içinde...

Aşk aslında bizimle birlikte beynimizde büyüyen o hayalin ta kendisidir.

Mükemmeli temsil eden,hani bu günlerde RUH İKİZİMİZ diye tanımlamaya çalıştığımız da işte o hayaldir.

İşte AŞK ...

SEVGİYLE KALIN.
----------------------

Nilgün Çakıcı/BURSA
Old 28-03-2007, 16:31   #97
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme Huzurun -E hali...

Huzurun -E hali nedir?

Bazen kendimizden bile kaçarak uzaklaşmaya çalışırız,çerden çöpten kulübeler inşa ederiz yeşil düşlerimizde,sahil kenarındadır çoğu zaman,sazlardandır masamızın dört ayağı.

Donatırız sevgiden masamızı,fonda dalga sesleri martı gülümseyişleri,

ne televizyon sesi vardır çatısında odanın ne akşam 8 haberleri...

İşte sizlere huzurun -E hali...

Kimse cinayetten,savaş ihtimallerinden ölümlerden ya da açlıktan yoksulluktan ya da buzulların son 20 yıl içinde eriyerek dünyayı yok edeceğinden bahsetmez,

dalından kopardığımız muzlarla mızrakla avladığımız balıklarla doyarız.

Akşam serinliğinde karanlık bastığında ay ışı olur yarimiz.

sarılırız koyun postıunun yünlerine.

Yapraklardan ördüğümüz divan örtüsünün şık yeşilliği ısıtır yüreğimizi.

Arada bir maillerimizi özleriz,ah şimdi internet olsa da baksak bize ne gelmiş diye iç geçiririz,

belki de yazma isteği doğar o an,

ne kalem ne kağıt,

kalbimize kazınır şiirin mısraları,

hiç silinmemecesine...

İşte sizlere HUZURUN -E hali dostlar.

Kalın sağlıcakla.

-----------------------

Nilgün Çakıcı/Bursa

28.03.2007/

çarşamba ikindisinden esintiler.
Old 05-04-2007, 12:17   #98
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Tüketici Bilinci ne demektir?

TÜKETİCİ BİLİNCİ/ DİKKAT...
1-Marketlerde bol ışıltılı vitrinlerde lanse edilen şahane ambalajların özünde acaba neyi satın almaktayız?
2-Yine bu alışveriş sepetlerimize tıka basa doldurarak evimize taşıdığımız bu gıda maddelerinin acaba son kullanma tarihlerine ve de içeriklerine bakıyor muyuz? Acaba kaçta kaçı gıda boyası ve asitli,kanserojen içeren maddeler ya da kimyasallar içermektedir? Acaba kaçta kaçı aspartam gibi yapay tatlandırıcılarla imal edilmiştir? Bunların yüzdesi nedir etiketlerde...
3-Hangi firmaya aittir? Sırf ucuz olduğu için ya da sırf ambalajı al benili diye,parlak folyolu renkli reklam kokan bir gıdayı bünyemize davet etmemiz ne derece doğrudur?
4-Ürünün şişe kutu ya da plastik ambalajının ön yüzeyinde olması gereken,üretim yasal bilgileri mevcut mudur?
5-Midemize ve vücudumuza acımasızca enjekte ettiğimiz bu gıdalardaki yapay katkı maddeleri,koruyucular,konservelerde özellikle bolca bulunan toksin birikmesini engelleyici maddelerin bilançoları hakkında bilgi sahibi miyiz?
6-Kolalı içecekler,asitli maddeler yerine taze sıkılmış meyve sularını terdih etmemiz bu kadar mı zordur?
7-Yaşamımızı korumanın yolu sadece bilgi ve araştırmaktan geçmektedir? Şimdi kendimizi bir markette düşünelim ve de elimizi attığımız her stantta önce ambalajın üzerindeki etikete yoğunlaşalım.
8- Fiat etiketleri uygundur demek,o gıdanın sağlıklı koşullarada sağlıklı öze sahip olarak bize sunulduğunu belirlemez. Özellikle bizimle birlikte hayatı paylaşan küçük çocuklarımız ya da yaşlılarımız varsa,taze meyve sebzeler,şarküteri yerine kasaplardan satın aldığımız et ürünleri,özellikle trans yağlardan kaçınmak zorundayız.
9-Hazır kekler,bisküivilerde ve tekrar tekrar kullanılan yağlarda kızartılmış servise sunulan yiyeceklerde bolca bulunan tehlikeli düşmanımızdır TARANS YAĞLAR...
10-Acaba son yıllarda zamanla savaşımın ön plana geçtiği teknoloji çağında neden KANSER ÖLÜMLERİ arttı dersiniz? Yanlış tercihlerden ve eğitimsizlikten diyorum ben. Bir şişe kolaya verilecek parayı bir kilo portakala vererek portakal suyu yapma zahmetinden kaçtığımız içindir mide ve pankreas kanserleri kemoterapi kuyruklarındaki umutsuz bekleyişler... Lütfen dikkat edelim.
11-Tekrar altını çizerek yazıyorum ki,hem kendimiz için hem de varlıkları bizim insiyatifimizde bulunan çocuklarımız ve de yaşlılarımız varsa,onların sağlıklarının sorumluluğuna çok daha değer vermemiz gerekmektedir.

SAĞLIK VE ESENLİKLER DİLİYORUM.
Bol eğitim ve yaşam bilinci ile dolu günler.

Nilgün Çakıcı/Bursa
5 nisan 2007/
18.20
Old 05-04-2007, 12:44   #99
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme Asitli bir içeceğin gerçek yüzüne yakın mercek...

Gerçekten mercek dedim çünkü o ufacık yazıları görebilmek için büyüteç gerekiyor...
Şaka bir yana merak edip de okudunuz mu bilemiyorum o asitli ,
kolalı içeceklerin etiketlerini,ben okudum dün.
Madem ki birşeylere başladık gıdalardaki zararlılar üzerine bir delil olması açısından!
Yazıp çiziyoruz hazır gıdaların,konservelerin ve konsantre içeceklerin dayanıklılığını sağlayan,pazarlama paylarında marka rekabeti adına kullanılan plastik malzemelerdeki folyolardaki zararlıların gıdaya transferi konularında uyarılarımıza bir kanıt olması için bunları okuyarak sizlerle paylaşmaya çalışmaktayım.

İşte size 1 kg portakalı alıp soyarak en doğalından c vitamini alacağımıza,kolayına kaçarak kolalı içecekleri tüketmemizin bilançosu=
Lütfen okuyunuz.
--------------------
5 ALTIN KAPAĞA BİR MARKALI TABAK...
BİR ALANA KAPAKTAN 0.5 KG.BEDAVA.
Promasyonları ile piyasada adı geçen ismi lazım değil bir içeceğin ambalaj üzerindeki etiketinin deşifre edilmiş hali...

Su ,şeker,(sakkaroz,glikoz şurubu)
Karbondioksit.
Renklendirici(KARAMEL)
Asitliği düzenleyici(FOSFORİK ASİT)
Özütü.
Kafein=0.150g/l
Enerji ve besin öğeleri=100 ml için,
Enerji =45 kcal.(188.4K)
Karbonhidrat(11.2g)
Tarım ve köy işlerinin,
07.05.2003 tarih ve 59.000070.00009-1sayılı izni ile üretilmiştir.
Fiatı=2.390 ytl.

Bunca kimyasalı içtiğimizde zavallı savunmasız midemizin düştüğü işkenceyi ne siz sorunuz ne de ben söyleyeyim.

Herşeyin doğalını tercih edelim lütfen.

Nilgün Çakıcı/
5 nisan 2007/13.44
Old 07-04-2007, 13:04   #100
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Kendine gel FLASH TV KENDİNE GEL!

Tarih/6 nisan 2007 cuma

saat/22.05

Televizyonun başında oğluşumla sarmaş dolaş çekirdek çıtlıyoruz bir yandan da gözümüz ekranda,

kulağımız konuşmalarda.

Elimde kumanda kanal kanal geziyorum,hani şöööyle elit bir program bulsak da bi şeyler öğrensek diye...

flaşh tv'de ACI UMUT adlı bir program.

Duyduğum ilk cümle ile duvara çakıldığımı hissettim.

Yorumsuz yazıyorum aynen duyduğum şekliyle;

-Ben eşekle ilişkiye giriyom ama karı şeyedemiyom

-Genelevde de mi başarılı olamadınız?

-Hayır!

-Eeee iki evliliktede mi başarısızdınız.

-Evet,garılar gaçtı benden.

Ben sadecee eşeklerle ilişkiye girebiliyom.

Tam o esnada alkolllü mü prozaklı mım olduğunu kestiremediğim bir ses ile bir izleyici bağlandı programa;

-Alooo!Ben HIDIIIIIIIIIIR.

-Buyrun efendim sizi dinliyoruz.

-Len Rıza,ne etmeye yalan diyon ulen,senlen gece alemlerine akmadık mıydı birlikte?

-!!!!!!

-Ulen sahtekar üçkağıtçı,ne etmeye geldin oralara,sen benden sağlam adamsın.

Bu arada anne köy şivesi ile oğlunu savunan çok renkli cümleler ile bağırıyor HIDIR'a.

Sonra bizim RIZA başlar hüngür hüngür ağlamaya.

Allahım aklıma mukayyet ol ya.

Bir de bakıyorum ekranda bir alt yazı=

BAKİR ADAMIN GÖZYAŞLARI.

------------------------------------

Hıdır ile kavga bir süre küfürlü düelloya dönüşünce,sunucu gecikmiş müdeahaleyi yaparak,konuğu hattan çıkarıyor.

Ardından Rıza yine o meşhur sözünü yineliyor.

-Ban eşekten başkasıyla ilişkiye giremiyom.

Rejiden bir ikaz,Rızaya eşek sözü yasak ediliyor.

Allahtan mahalle sütçüleri eşekten kamyonetlere terfi ettiler.

Bu Rıza gibilerden acaba kaç tanesi var ortalıkta diye düşünmeden edemiyorum.

Ayrıca oğlum uyumuş iyiki diye sevinerek onun üzerini örterek kendime sert bir kahve yaparak kolktuğuma kuruluyorum.

Tamam artık yayın biter diye düşünürken,yayına çok zarif diksiyonlu kültürlü yumuşacık sesli bir bayan

bağlanıvermez mi!

-Alooo,

-Buyrun hanımefendi,

-Ben bu bey ile evlenmek istiyorum.Onu kendi yöntemlerim ile tedavi edebilirim!

-Hadiii çık işin içinden,adam bu teklife balıklama atlıyor,atlamasına da,

sunucunun aklı fena halde karışıyor,

nedir bu yöntemler diye sessi,zce soruyor ama kadın aristokrat hiç bu konuda taviz falan vermiyor.

Hayatımda asla ama asla bu kadar salaş,vasat ötesi,iğrenç ve de salakça bir programa rastlamadım.

Bakmayın biraz esprili bir tablo çizerek sizlerle paylaşmaya çalıştım ama çok ciddiyim medya çok vahim durumda.

ALLAH SONUMUZU HAYIR ETSİN.

Sevgiler diliyorum.

Nilgün Çakıcı/BURSA
Old 07-04-2007, 13:11   #101
Av.Gülsüm Sezen

 
Varsayılan

Nilgün Hanım;
Anlattıklarınız gerçekten çok vahim ve içler acısı bir durum..Bu kadar anlattığınıza göre programı izlemişsiniz ve istenen izlenme payına katkınız olmuş istemeyerek de olsa Bir de özür dileyerek merak ettiğim bir hususu sormak istedim: Tüm bunları izlerken oğlunuz yanınızda mı idi? Maalesef çok korkunç yerlere gidiyoruz ve bu karanlık korku tünelinde katkıları en çok da medya sunuyor bizlere..Hassasiyetiniz için teşekkürler..
Old 07-04-2007, 13:18   #102
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Yanıtlıyorum.

Oğlum 11 yaşındadır ve bu program başladığında uykuya dalmış durumdaydı aksi halde derhal kapatırdım.
İzledim çünkü beğendiğim için değil,zevk aldığım için değil,
program yayın akışı içinde daha nerelere sürüklenecek diye devam ettim.
İnanın izlediklerim duyduklarım bana son derece acı verdi.
İçim acıdı bu durumdan.

SAYGILAR.
---------
Old 07-04-2007, 14:28   #103
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Kendine gel flas tv.

Aslında BURSA kökenli bu yayıncılığa saygım vardır.
İşte buna dayanarak,GERÇEK GÜNDEM adlı yayın kadar güzel programlar beklemek hakkımdır diye düşünmekteyim.
Tepkimi belirten mesajlarım umarım yerine ulaşmıştır.

flashaber@flashtv.com.tr
musaduzgun@flashtv.com.tr

Lütfen yanlışlara boşvermeyelim ve olumsuzluklara tepkisiz kalmayalım.

saygılar.
Old 07-04-2007, 16:06   #104
Godfather

 
Varsayılan

o programı ben de izledim malesef. keşke izlemez olaydım. ne biçim bir programdır o öyle
Old 07-04-2007, 16:28   #105
NİLGÜN SEYMEN

 
Olumlu Teşekkürler.

Teşekkürler godfather,
verdiğiniz lojistik destek için,
çünkü olabildiğince şeffaf aktardım dialogları,
sonra çok üzüldüm,o izlediğim programı izleyemeyenlerce yanlış anlaşılmaktan,
ya da hiç anlaşılamamaktan dolayı,terddüte düştüm.

Ama tepki tepkidir ve bu yobazlığa dur diyecek birileri olmadan nasıl düzelebilir ?

saygılar ve tekrar teşekkürler.
-----------------------------
Old 07-04-2007, 18:28   #106
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme

Büyük umutlarla aynı hayatı paylaşmak için çıkılır yola,imzalar atılır,mekanlar bulunur dayanır döşenir,
yeni adres olarak iki kişilik bir yaşam seçilmiştir artık.

İlk iki yıl tanışma sürecidir,bu yıllar arasında alel acele çocuk sahibi olunduğunda,
çiftler birbirini, görmeye fırsat bulamadan sorumlulukların altında ezilir ilişki.

Kişilik özelliklerini anlayabilmek için bu ilk iki yılı yalnız geçirmek çok idealdir bana göre.

Yalnız diyorum,ne çocuk olmalı evde ne de her iki tarafın da aileleri müdahil olmamalıdır birlikteliğe.
Ardından ana baba olmaya hazır çift çocuk sahibi olarak sevgilerini perçinler.

Aradan yine bir beş yıl geçer.
İlişki olgunlaşmış ve de özünü bulmuştur,saygı ön plandadır.
Kadın erkeğin,erkek de kadının ruhaniyetini,hobilerini zaaflarını ve de istemediği ayrıntıları yeterince çözdüğü için dışarıdan gelebilecek herhangi bir etki artçılara ya da enkazlara sebebiyet veremez.

Yine bir beş yıl geçer,çocukların eğitimleri ön plandadır evin içinde,
okul giderleri dershane ücretleri,okul taksitleri,sınavlar vs.
Sabah işe gitmeler,akşam eve gelmeler arasındaki süratli zaman akışı arasında,
ah bir evime gitsem de kafamı dinleyebilsem,
ya da ah bir evden uzaklaşabilsem de biraz olsun kafamı dinleyebilsem fantazileri ufak ufak da olsa
gelişmeye başlar.

Çünkü beden ve zamanın dişlileri altında ezilmeye başlayan zihin yorgunlukları zuhur etmeye başlamıştır.

Ardından gelen beş yılda da yani birlikteliğin yirminci yılında evlilik yıldönümleri,doğum günleri zar zor hatırlanır ve de kutlanır olmaya başlandığı için,hayatın tekdüze kalılarına bir de emeklilik sendromları kabus gibi çökmek üzeredir.

Kadın için menapoz süreci,erkek için emeklilik kabusları iç içe aynı çatı altında yıldız akışı yaşanmaya başlar.

Orta yaşdan olgunluğa geçiş sürecinde dialoglar da silinmeye başlar zamanla.

Koskoca bir yirmi yıl paylaşılır ama sözler tükenmiş midir acaba?

Bir feribottayım,araçların içindeki çiftlere gözüm takılır ara sıra...

Erkek gazetesine öyle sımsıkı sarılmıştır ki,zannedersiniz ertesi sabah o manşetlerden tez hazırlayacak.

Kadın da sigarasını tüttürürken ya da elindeki büyükçe kesekağıdı içindeki çekirdekleri çıtlarken,

arada teybin müziğine eşlik ederek başını sağa sola sallar.

AMA TEK BİR SÖZ KONUŞULMAZ O ANDA.

Eğer torun varsa,torun muhabbeti keser ara sıra sessizliği.

-Aman ne güzel saçları,aynı benim çocukluğum.

-Hayır bana benziyor.

-Çok zeki acaba benim gibi mimar mı olacak.

-Hayır anneannesi gibi bir mimar kafesleyerek rahatına bakacak.

Muzipçe gülüşmeler ve sonra yine aralarında o ölümcül sessizlik.



NE OLUR DA KELİMELER YİTİRİLİR?

--------------------------------------------

Oysa ki tüm kurallara uyulmuştur evlilikte,sevgi saygı zerafet...

Bir de saygının olmadığı ilişkilere bakalım.

Bir alışveriş merkezindeyiz.

Erkek eşinin raflardan alarak sepete koyduğu her ürünü geri koyarak homurdanarak

söyleniyor.

Kadın mahcup,üzgün ve de pişman.

-Ama çok gerekliydi.

diyerek sessizce yanıtlayarak geri çekiliyor ürkerek.

Bu ezilmişliğin içinde sevgi ve dialoğu hiç aramayalım lütfen.

Bu riyakarlık olur.

Diğer yandan sadece aileleri istediği için mecburi atılan imzalara göz atalım.

Bu evliliklerde erkek için yazıyorum bunu,mutlaka diğer zaman dilimlerinde ÖZEL BİR YAŞAM kurarak götürürler bu evlilik kontratını.

Bir cephede ailelerin onaylayarak desteklediği kurduğu mecburi ilişkileri,diğer yanda da yollarına zamanın biryerinde çıkıveren özel biri ile mutlu bir beraberlikleri.

Etik değildir,yanlıştır,çirkindir,ahlaki kalıplarla çelişir vs.vs.vs.ve hatta nüfusta kayıtlı aşk bebekleri de mevcuttur bu

yaşamda.

Yorucudur ağırdır ama bunu yaşamazlarsa diğeri de yürümeyecektir.

İkinci ilişki mecburi evliliği koruyan bir siper gibi sürekli enerji ve dayanma gücü ebjekte eder.

İki arkadaşken dostlukları birdenbire aşka dönüşen ve evlenen çiftlere de bakarsak eğer,

kökleri arkadaşlık olduğu için en büyük şansı ben bu evliliklere tanımaktayım.

Sözlerin en az tükendiği,soruların en çok sorulduğu,sergilerin tiyatroların belgesellerin en çok tercih edildiği,

sportif faaliyetlerde en çok aktif olan çiftler,kavga da olsa seslerin sözlerle çözüm bulduğu en şahane evlilikler arkadaşlıkla kurulan evliliklerdir.

Sonuçta boşanma olsa da olmasa da ,

sözlerin tükendiği,söz haklarının kısacık evet ya da hayırlarla sıkışıp kaldığı ilişkilerde evlilik sadece soyadlara hapsolmuş mecburiyetler olarak kalmaya mahkumdurlar içimizde.

SÖZLERİN TÜKENMEMESİ İÇİN=

Her ne varsa konuşulması gerekiyor,sorunların yok sayılmadan biriktirilmeden anında konuşulduğu capcanlı birliktelikler içinde olabilmemiz dileklerimle...

UMARIM MUTLULUK DOLU BİR YAŞAMINIZ OLUR.
----------------------------------------
Old 09-04-2007, 10:28   #107
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme Benden Bize geçişin keskin virajı=

Hani ikili ilişkilerde hele evlilik bağı yıllanmış ve de törpülenmiş olarak mevcutsa,ya kenetlenir iki insan ya da zaman içinde kendiliğinden çözülür gider ve en sonunda da kopmaya mahkumdur.
Taraflardan biri hazırlar bu planı genellikle,önce kaçış yapacağı yeni limanı arar,bulur da,
sonra gelecek için istif yapmaya başlar,acımasızca,bencilce,ben olmaya giden yolları aça aça,diğer taraf bunu hiç mi hissetmez,
O, BİZ OLDUĞUNDAN o kadar emindir ki,karşısındakini kendisinden ayrı bir parça olarak asla düşünemez,
çünkü kendisi ile ortak yaşamı paylaşıyordur ya!
Yetmez mi bu kadarı?
Biryerlerde atnı çatıda hayatı paylaşmak,evli olmak,çocuklar değildir
yeten BİZ olmaya.
Nedir BİZ OLMAK?
Anlamaktır,dinlemektir konuşabilmektir.
Biri susup diğeri sürekli konuşuyorsa bu da sonu hazırlar.
Biri susacak diğeri dinlemeyi bilecek.
İşte BİZE GİDEN keskin bir viraj size
Old 10-04-2007, 15:12   #108
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Söz söylemek ve işitmek arasındaki kavram kargaşası=

Yaradılış itibarı ile biz insanlar diğer mahlukattan farklı olarak beyin+düşünce & karar verme mekanzimasına sahip olarak dünyaya gelmiş durumdayız.
Savunma yetileri pençeleri,dikenleri zehirleri ve de kükremeleri olan hayvanatlardan ayrıcalığımız da buradan ileri gelmektedir.
Dinleyerek,konuşarak sentezlemek ve karar verebilmek,işte bu noktada biz insanoğlunu hayvani yaratıklardan ayıran kıstaslardır.

Eğer söz söylemenin yerini mermiler,küfürler döner bıçakları ve de öldürme eylemleri almaya başlarsa ilkelliğin ayak seslerini HAYVANİ buluruz,ama onların bizim sahip olduğumuz ayrıcalıklara sahip olmadığımızı düşünecek olursak eğer,bunun adını VAHŞET koymamız daha da akılcı ve de mantıklı olur.
Bu kişisel olsun,devletler arası olsun,tüm dialoglarda ve ilişkilerde geçerli bir realitedir.

Konuşmak,dinlemeyi bilmek ve de anlatılanlara insan gibi yanıt vermeyi öğrenebilmek,
sonra da ortak kararlar alabilmek.

Hem bunları başaramamak,hem de bu tarz girişimleri baltalamak!
Bu, uluslararası arenalarda ve de devletin iç politikalarında< meclis toplantılarında yumruklaşan siyasilerin söz düellolarında> tüm ilkelliği ile kendini çok net ifade etmektedir.


Bu çok düşündürücüdür.
MAALESEF KONUŞMAYAN AMA VAHŞİCE PENÇELERİNİ GÖSTEREN farklı bir kategoriye girmeye başladık.
Yarı hayvan, yarı insan portremizle.

Nilgün Çakıcı
Old 21-04-2007, 16:58   #109
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Eşcinsellerin kahve açma girişimlerine bakış=

MİLLİYET BLOG da eşcinseller konusu tartışılırken,Sn Süleyman Ekim'in uzun yazısındaki tepkiye karşı ona destek olmak adına bu yorumumu ekledim bu gün.
Onu sizlerle paylaşmak istedim.
Parklarımız bahçelerimiz,spor tesislerimiz,kıraathanelerimiz,düğün salonları,stadyumlar,
lokantalar,düğün salonlarını haremlik selamlık diyerek bölmeyi projelendiren sapkın beyinler,şimdi de 3.cinse aynı prangayı vurmaya hazırlanıyorlar.

Bu kategorileri önce beynimizin derinliklerinde yapmaya başlamışız.

Olayları ve durum değerlendirmelerini,güzeldir çirkndir den önüne geçirerek bu sınıflamalarla bölmüşüz yargılarımızı.

Parkları erkekler giremez!diyerek ikiye parçalayan gayrı medeni zihniyetlerin,özgürlüklere kelepçe vuran tabularından yankılananlardır bu görüşler.

Çok yakında hayvanat bahçelerinde de cinsiyetlerine ayırarak kafeslerine yerleştireceklerdir zavallı hayvanları.
En doğal içgüdüleri ile sereserpe YAN YANA OLMAYI BAŞARABİLMİŞ tek yaratığa da el atarak onları da bu formasyonda soyup soğana çevireceklerdir.
Oysa nedir ASL OLAN.
İNSANA SAYGIDIR.
Kadındır erkektir eşcinseldir diye kulvarlara bölmeden MEDENİ YAŞAMI hayata geçirebilmek...

Kısaca yaşam haklarına sonsuz hürmettir olması gereken.
Bu kafalar ile 50 yıl aşağılardayız AVRUPALIDAN.
Old 02-05-2007, 08:08   #110
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Çekirge İNTAMLAR MEVZUATINDA,bilimsel yorumlar=TMO

Binaları çökerten fiziksel nedenleri Jeofizik Mühendisleri Odası TMO Bursa Şubesi şu şekilde aktarıyor.
-----------------------------------------------------
Yapılan gözlemlerde arazinin metamorfik kayaçlar grubundan şist ve gnayslardan oluştuğu, topoğrafyanın eğiminin 60-65 dereceye ulaştığı, kopmanın olduğu yerlerde ise 75-80 derece eğime ulaştığı gözlenmiştir. Jeolojik yapı itibariyle ŞİST ve GNAYSLARDAN oluşan temel kayaçların üzerinde kili siltli kaymaya meyilli fiziksel ve kimyasal ayrışma sonucu oluşmuş bir nebeti toprak kitlesi mevcuttur. Oluşan meteorolojik olaylar sonucu toprak kitlesinde suya doygunluk artmış ve bu kitlenin hareketi sonucu mevcut istinat duvarları ve iki işhanı yıkılmıştır.
Jeofizik Mühendisleri Odası’nın yaptığı bu tespite göre, “toprak kitlesinde suya doygunluk” artmasını sağlayan etki nedir? Bu konuda çeşitli görüşler bulunuyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi eski Başkanımız Erdem Saker’in yaptığı açıklamaya göre;
bölgede bir su yolu bulunuyormuş ve yamaçtaki su birikimi bu su yolu sayesinde kentin alt yapısına kavuşuyormuş. İfade edilenlere göre İntamlar’ın üzerindeki bir zamanlar patika keçi yolu olan Selvili Cadde’nin genişletilmesi sırasında bu su yolu yıkılıyor. Ve yamaçtaki kar, yağmur gibi su birikimi ise akacak yolu bulamıyor. Akacak yer bulamayan su sonuçta istinat duvarını da iki koca binayı da yıkıveriyor.
Uzmanlar bu kitledeki suya doygunluğun artış öyküsünün raporlarını bize bilimsel olarak da aktaracaklar. Aktaramayacakları şey heyelan tespit edilen, hesaplanabilen ve önlemleri alınabilen bir mühendislik disiplininin konusu iken nasıl olup da bu mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı gibi disiplinlerin bilgilerine göre hareket edilmeyişidir.
Nasıl olur da doğanın gücü olan suyun ve arkamızdaki dağın hareketlerinin gözlendiği, hesaplandığı bu yüzyılda iki bina göz göre göre çöker? Yine TMMOB’un basın açıklamasında, “Özellikle Uludağ yamaçlarında çok hassas olan yamaç stabilitesinin yapılacak yol, her türlü kazı ve mühendislik yapılarına yönelik faaliyetlerde doğal dengeyi bozduğu unutulmamalıdır. Bölge ve imar uygulama planlarında risk bölgeleri tanımlaması ve yapılaşmaya etkileri belirlenmelidir.
Bölgede tehlike halen devam etmektedir.
***************************************
Olası yeni kitle hareketlerine karşı planlaması doğru yapılmış önlem, araştırma ve uygulama çalışmalarına başlanmalı; oluşan ve oluşabilecek kitle hareketlerinin sınırları tespit edilmelidir” diye tehlikenin devam ettiğinin altı çiziliyor.

Görüldüğü gibi bilim, mühendislik olanları, yaşananları açıklamakta üstüne düşeni yapmaya çalışıyor. Ama bilimin, mühendisliğin aktarmakta güçlük çektiği tek şey sanırız ki insan davranışlarıdır.

İnsan istekleri, arzuları, hırsları ya da umursamazlıklar, sorumsuzluklar, boşvermişlikler. Çekirge yamaçlarındaki toprak kütlesinin neden suya doyduğunu teknik olarak bulmak mümkün ama hukuken?

Türkiye Mühendisleri Odasının olayla ilgili demecidir.
-----------------------------------------------------

Bence;
Zannediyorum işin hukuki süreci, Çekirge boylamında ciddi yıkımlar gerçekleştikten sonra başlayacak.
Çünkü beklenen odur ki;
ne Büyükşehir belediyesi,ne Osmangazi belediyesi bu işlevde yükü sırtlanmadıkları için,bölge halkı kendi acı kaderleri ile baş başa bırakılmışlardır.

Çözüm:

Bu iki belediye el ele vererek bu olaya radikal bir çözüm getirebilirdi.
Neden olmasın?

NİLGÜN ÇAKICI/BURSA
Old 02-05-2007, 16:16   #111
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme Slm,nbr,bye...İşte aşk!

Şimdiki genç jenerasyonun ilişkilerini izliyorum da;

ne kadar süratli yaşamaktalar,arkadaşlıkları,sevgiyi aşkı,başarıları başarısızlıkları,umutları ve de realiteleri...

Teknolojinin koymakta olduğu soru işaretlerini,virgülleri ve noktaları sadece tek parmakları ile onaylayarak,başlatıp bitiriyorlar tüm değerlerini.

Bir ilişkiye mi başlayacaklar,hop bir tel mesajı ya da elektronik posta ile bir mail,
buluşmalarkafelerde yemek yemeler,burgerler gülümseyişler,el ele tutuşmalar,diskolar vs,
aradan üç gün geçiyor bir de bakıyorsunuz tel mesajlarındaki slm.nbr.gibi kısacık haberleşmeler tak diye,
BYE.kelimesi ile bitiveriyor.

Ne açıklamaya gerek var ne de bir son buluşma...

SADECE BYE...

İşte bu denli fırtınalı bir süreç içinde okulları,dersleri aileleri ile iç çatışmaları,yaşadıkları sosyo-ekonomik çıkmazlar,
ergenliğe geçiş sendromları vs.bütün bunları üs üste yaşarken,karşı cinsle olan tek dilaogları işte bu yarım günlük kısacık deneyimler ve kalpleri ilk başlarda gümbür gümbür atıverirken bir anda bir balon gibi sönüveren ve yeni ilişkilere yelken açan hallere giriveriyorlar.

Neden oldu bu geçiş ne zaman oldu nereye gidecek bu vaziyetleri bilinmez ama şu kesin ki bunca yoğun ve akıcı geçirdikleri zaman dilimleri arasında sadece basit cinsel deneyimleri,öpüşüp koklaşmalar el ele gezmeler olacaktır.

Bütün bunların haricinde SEVGİYİ AMA GERÇEK SEVGİYİ tanıyamıyorlar.

Çünkü sevgiliye slm yerine merhaba diyemenin karşısındakini yüz yüze tanımak yerine,mesaj atarak,
bir iki klişe cümle ile ona sevimli görünmeye çalışmanın ve de en sonunda bıkkınlık hissettiklerinde ilişkilerini DEFOL GİT!dercesine bye!
diyerek sonlandırmalarının sancılarıdır bunlar.

Zannediyorum bilgisayarların cep telefonlarının,ucu yanık aşk mektupları ve de renkli kağıtlara yazılan kokulu nağmelerle dolu aşk iletilerini öldürmesinden sonra olmaya başladı bu baş aşağı düşüş...

Mektubuma başlamadan evvel,önce selam eder o güzel gözlerinden öperim.

Son;
Beni merakta bırakmadan yaz canım sevgilim.

diye yazılan uzun mektupların yerini bir saniyede iletilen kısacık mesajlar aldı ya,
acaba ne zaman gelecek yanıtı diye beklemek olmadan ne zevki kalır o ilişkinin.
İşte bu yüzden çabuk tüketiliyor ilişkiler.
Adını aşk koydukları heyecanlar bir hafta sonra da nefrete dönüşüveriyor.

İşte size teknoloji çağından bir kesit.

Ben şikayetçiyim güzellerim,
nerede o sevgiliye siz diyen gül kokulu nağmeler neredeler?



NİLGÜN ÇAKICI/BURSA


2 mayıs 2007/18.11
Old 05-05-2007, 14:35   #112
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme Neden evleniriz NEDEN?

İki insan evlilik kararı alır bunun nedenleri niçinlerini kalıplara sığdırarak tanımlamak imkansızdır. Neden otururuz o nikah masasına ve neden HAYATIMIZIN EN DELİCE KONTRATINA kendi rızamız ile imza atarız. Bedenimize, ruhumuza, sosyo-ekonomik tüm malik olduklarımıza ortak olan bu yaşam ipoteğine bizi güle oynaya itekleyen sebepleri konuşalım mı?

Hatta maddeler halinde de sıralayabiliriz bu olağanüstü salaklığımızın nedenlerini.

1-Ailemiz artık yeter demektedir, bir ayağının çukurda olduğundan hayıflanan büyük babanız söylenip durmaktadır,

-Torunumun çocuğunu kuağıma almak istiyorum evlen artık hadi!

2-Arkadaşların korkunç ve de şiddetli dayatmaları.

Oğlum ya evliliğin iş başarılarıma olan katkılarını asla anlatamam sana,
düzenli bir hayat, sakin mutlu hafta sonları, eşli grup gezintilerindeki barbekü ziyafetlerindeki muhteşem lezzet, sohbetler...

Kızım, artık evlen, zaten otuz yaşından sonra anne olmak da riskli, babana hesap vermek diye bir zorunluluk da yok, kimse albenili bakışlarla gözucuyla bakmayacak, laf atan da olmayacak, bak tam sana göre biri, evlen artık evlen...

3-İş çevresinde muhtemelen terfiler için bulunmaz fırsattır evlilikler.

Aile sahibi olanlar için genel müdürlük, yönetici birimlerindeki üst düzey statüleri daha makuldür gibi bir ard niyetli bakış açısı hakimdir ya şirketlerde, işte bu SABİT FİKİRLERDEN dolayıdır ki, sanki evli değilsen alt kademelerde sürünür durursunuz kabusu ile atılır o imzalar.

4-Özentidir.

Ya komşu Feyyaz beyin inşaat mühendisi oğlu güzeller güzeli bir kızla evlendi, mutlu mu mutlu!

Hadi sıra bende, ben de artık mutlu dingin bir hayata kavuşmalıyım. Ya da filancanın kızı kırk gün kırk gece davul zurnayla kocaya vardı, benim neym eksik,

Biraz daha geç kalırsam adım kız kurusuna bile çıkar valla!

5-Ana baba olmak histerisi.

O ufacık bedenin, kendine ait bir parçanın keskin kokusu ta ciğerlerinin içinde hissedersin bir an gelir.

Ama iş başa dönüşünce aslında o kokunun altını ıslatan veledin çiş kokusundan başka bir şey olmadığını anlarız da bu çok geç DANK !eder...

6-Düzenli bir cinsellik özlemi.

Bu genellikle erkek cins için geçerlidir, biz kadınlar bir asır seks yapmasak bunun düşlerinde dolaşmayız çünkü anotomilerimiz erkek yaratıklar ile taban tabana zıttır.

Biz kadınlar, salakça da olsa sevgi sevgi diye diye musalla taşına kadar arar dururuz o hiç olmayan efsaneyi.

7-Hayatı paylaşacağımız gerçek bir dost arayışı,

Bu en mantıklı gerekçe gibi göründü bana siz ne dersiniz sevgili blogcular?

8-Ekonomik destek arayışı,

Bize önerilen hatun ya da bey çok varlıklıdır ya, balıklama atlarız nikah masasına, sınıf atlama merakının rüzgarına savrularak, şakırtılı hayatın peşine düşerek basarız imzayı.

9-Eğer taraflardan biri ya da her ikisi de boşanmış kişiler ise toplumun mengeneye aldığı DUL İMAJI nı yıkabilmek adına, fazlaca ince eleyip sık dokumadan atlarız ilk karşımıza çıkan seçeneğin hayatına...

10-Aşk vardır, özellikle bir sahil kasabasında, ya da bir dağ evinde kayak yaparken, bir tarihi gezi sırasında, tesadüfen çıkıverir aşk karşımıza, o tılsımlı güümseyişler, kan dolaşımının alt üst olması, ayaklarımızın yerden kesilmesi, adrenalin heyecan mutluluk.. tüm hormonların 9.9 luk depremle sarsılması...
Bu eğer evlilikle sonuçlandıysa eyvah!

Zamanla mikserle çırpılan ayranın köpüğü gibi o heyecanlar su yüzünde kalır,
asıl değerli olan paylaşımlar dibe vurur.

Eğer dibe vuran tortular, BEYİN VE DÜŞÜNCELER gibi mesela, az ise yandınız demektir.

Çünkü kendinize geldiğinizde muhtemelenkucağınızda ve de nüfusunuzda yeni bir isim vardır. ÇOCUK YANİ!

11-Uzun yıllar birliktelik yaşadığınız kadın ya da erkeğe verilmiş bir SÖZ vardır ve onun yerine getirilme zamanı artık gelmiştir. İdam mahkumunun yüz ifadesi ile oturursunuz o masaya ve son fermanınıza basarsınız imzayı.

12-O sizin için biçilmiş kaftandır, kimbilir ruh ikiziniz filan bile olabilir!

O da ne, aynı yemekleri seviyor, caz müziğinden hoşlanmakta, operayı sevmekte,
aynı spor takımında mutabıksınız, aynı giyim tarzı, aman allahım o da aynı banka ile çalışmakta, o da ne, spor ayakkabımızın markası bile bir, on günde bir tenis oynardım o da tenise aşık, çok saygılı, çok özel, çok da güzel...

Bu kadarı da olmaz ya, arabalarımızın markası bile aynı, hani neredeyse onunki gri benimki beyaz olmasa gerçekten ikiz olacağımıza inanacağım, ben denizden hoşlanırım, bu bari farklı olsun, hayır o da deniz hayallerinde, hatta bir müşterek yat alarak egeturuna bile çıkmayı düşünüyoruz.

YUH ARTIK YA!

İçlerinden biri ya çok uyanık bir üçkağıtçı ya da milyonda bir olası tesadüflerden biridir bu örtüşmelerin buluşması, diyesim geliyor...

Benim bildiğim yat tutkusu erkek egomanyasındadır ve genellikle aynı av zaafı gibi, ufak kaçamaklar için şahane paravanlar olarak kullanılırlar.

Benim bildiğim, opera biletleri genellikle çift kişilik satın alınırlar ama maalesef haz duyan genellikle sadece bir kişidir, diğeri genellikle uyur!

Benim bildiğim biz kadın milleti kent merkezlerinden bir haftadan fazla uzak kalamayız, özellikle alışveriş shopinglerine tutkularımızdan dolayı...

Bu nedenle değil Ege, cennete yelken açsanız, o ufacık kamarada sadece SİZİ KAYBETMEMEK ADINADIR o

-Hadi sen neredeysen benim de yerim orasıdır hayatım palavraları!

13-Tek bir düşünceniz vardır, sadece evlenmek.

Hazır olduğunuz için, sevdiğiniz insanı gerçekten bulduğunuza inandığınız için,
hayatınızın yüzde yüzünü paylaşmak istediğiniz için, sadece evlenmek ve de mutlu olabilmek...

Ya karşınıza çıkan kadın ya da erkek, ya o buna hazır değildi ise, ya yukarılarda sayıp döktüğüm maddeler onun için geçerliyse siz bu fantaziyi evlilik başınıza başlatır ve de sonlandırırsınız.

EVLİLİK İKİ KİŞİLİK BİR MÜESSESEDİR.

Mutlu olabilmek ancak mutlu edebildiğin kadar mümkündür.

Umarım bu analizler şu cumartesi günü yüzünüzde gülümseyiş oluşturmuştur.

Sevgi ve muhabbetlerle dolu bir aile yaşamı temennilerimle.

Nilgün'den EVLİLİK analizleri=
Old 07-05-2007, 14:34   #113
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Çifte standarta HAYIR!

Başka bedenlere tırmanarak para kazanmanın ve de ön sıralarda olmanın zirveye çıktığı son derece medyatik bir ekran kargaşası yaşamaktayız günümüzde.

Paparazi programlarında kim kiminle,ne yapıyor,nerede kimin arabası ile yola çıktı,evliliğini bitirmek adına da olsa,
bir yandan gazeteci ordusu,diğer yanda tv.programcıların seyirci kapışmaları, ekrana hangi yayın kaç kişiyi çivilemiş,vs.vs.
işte bu bağlamda son derece samimiyetsiz ve çağ dışı görüntüler çıkıyor karşımıza.

Pazar geceleri tesadüf ettiğim İbrahim Tatlıses'in programında,genellikle ne söylediği tarz,ne diksiyonu ve hal-i tavırları ile ilgi alanıma girmeyen bir kişidir,ve çok enteresandır ki bu zat-ı muhteremin sahneye çıkarttığı dansöz Didem ile kızı Melek Zübeyde üzerine yazmak geçti içimden.
Bir yanda yarı çıplak soyarak sahneye savurduğu o kızcağız dans ederken,kendisi bir köşeye oturarak konukları ile birlikte izlemeye koyulur.

Buraya kadar çok güzel!

Şimdi bu beyefendinin kendi kızını medyadan kaçırarak,tek kare fotografının bile medyada yer almaması için gösterdiği aşırı özen,yok hayır özen kelimesi bu olay için son derece cılız bir kelime olarak sırıttı,
şiddet kullanarak önlem alarak yapar bu işi,
ne okulunda ne gittiği kafe ve mekanlardan tek kare resim yayınlanamamıştır bu genç kızımızın,

o da bir insandır bir ana babanın evladıdır,Didem'de bir ana baba evladıdır.

Haa olay kendi portföyüne dönünce asla olmaz,
ama bir başka bedene gelince herşey mübahtır.Dilediğin gibi dokunursun,ölçer biçersin elinde mezura ile,
sarılırsın,kendine çekerek öpersin,elini, sımsıkı tutarsın,
her türlü taciz size mübahtır.

Oh ne alâ!

BU NE ÇİFTE STANDARTTIR,bu ne gayri samimi yaklaşımdır.
Çıkarma kardeşim o kızcağızıekrana, soyma oralarda ne gözlerinle, ne de ADI SANAT olan oryantal dansı adına...

Bu görüntüler bende sadece öfke uyandırıyor.

Şiddetle kınıyorum.
----------------------

Nilgün Çakıcı
Old 12-05-2007, 11:16   #114
NİLGÜN SEYMEN

 
Neşeli Neredesin ANECİĞİM neredesin?

Hep özenirdi karşı dairelerinde oturan komşularının ortanca kızına,
hep saçları annesi tarafından sımsıkı ve özenle taranıp örülür,her sabah el ele tutuşarak,okulun yolunu tutarlardı.
Okulları farklıydı,aynı; dünyalarının da farklı olduğu gibi.

İlk bisiklete bindiğinde kızını tutarak ,düşmezsin korkma yavrucuğum,diye seslenen o kadını hep kıskandı için için.
Sokaktan eve döndüğünde;
-Anneciğim ben geldim!kapıyı açar mısın diye bağıracağı bir anneciği olmamıştı çünkü.

Anneciği kendisini dünyaya getirirken hakkın rahmetine kavuştuktan sonra tercihen bir başka bayan ile evlenen babası, kendisini boş bir koli gibi babaannesine bırakarak, kendi dünyasının rüzgarına kapılıp gittikten sonra artık tüm dünyası bu evin sessizliğinde arada bir donk!donk diye çalarak sessizliği bozan duvar saatin vurgusu ve de babannesinin can arkadaşlığı olmuştu.

Babası hafta sonları, eli kolu paketler ile dolu gelir, sık sık da telefonla sorardı;
-Kızım bir şeye ihtiyacın varsa çekinme söyle babana.

Yıllar yılları kovalayarak onyedi yaşına geldiğinde, Arzu, başarı ile bitirdiği lise çağlarında, diploma töreninde giyeceği şık kostümünün yanıbaşında, kendisini sevgiyle sımsıcak öperek kucaklayacak bir annesinin olmadığını o gün çok fazla hissetti.
Hiç o akşam olduğu kadar canı yanmamıştı Arzu'nun.Ardından kazandığı Hacettepe ünüversitesinden formlarını, postacının elinden aldığında da bu sevincini paylaşamadığı anneciğinin eksikliğini,yarım kalmışlığın hançerini,
tüm keskinliği ile içinde hissetmişti.

İşte bu gün evlilik teklifi almıştı, aynı ünüversitede tanıştığı ama okulu üç yıl önce bitirerek,iş yaşamına atılan Cengiz'den.

Yine buruktu içi,yüreğinin derinliklerinde biriken göz yaşlarını kontrol edemeyerek sessizce süzülmüştü yaşlar.
Sevdiği adam, onun neden ağladığını hissetmiş ve onun bu duygulu halini çok daha sevdiğini ona belli edrercesine,

-Üzülme aşkım, bak benim de babam yok, ölenle ölünmüyor hayatım, takdir-i ilahi işte,
lütfen kalender ol,beni de üzme ne olur,cinsinden birşeyler söylemeye çalışmıştı ama onun da bir düğüm boğazına
tıkanıp kalmıştı sanki.
Ünüversitenin yakınlarındaki parkın yeşilliklerine karıştı hüzünlerinin buğusu, oradan da sevdiklerinin yanına yani, usulca süzüldü bulutlara doğru...

Arzu evliliğinin üçüncü yılında anne olduğunda da aynı kederi duydu içinde.

Annesiz büyümenin,yetişmenin ve kendi kendisini idare etmenin,
sevincinde, acılarında ve yenilgilerinde yapayanlız kalmanın keder ve acılarını belli etmeden, güçlü bir insan olarak dimdik ayakta kalmanın zorluklarına göğüs germeyi,öğrenmişti acı çeke çeke.
Parasız kalmamıştı,kendisine açılan banka hesabına her dokunduğunda atm. den kendisine akan paralar dışında herşey acı,soğuk ve çok keskindi.

ANNECİĞİM DİYE SARILDI ELİNDEKİ FOTOGRAFA,

ANNELER GÜNÜN KUTLU OLSUN!
Ben seni hiç unutmadım canım, biliyorum semadan bana bakmaktasın .
Seni çok seviyorum anneciiğim.

Gözyaşları sicim gibi akarak elindeki fotografın üzerine damladıkça, içindeki kuraklık sanki ferahlamıştı.

işte bu; annesini hiç göremeyen Arzu'nun hayat hikayesiydi.


TÜM HUKUK SİTESİ AİLESİNİN anne yazanlarının, kucaklarına bebeklerini çok yeni almış ANNELERİNİN, ANNELER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM...

SEVGİLER.

NİLGÜN ÇAKICI/BURSA
Old 13-05-2007, 22:29   #115
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar Dokuz ay öncesi evrimine sorgulama=

Hiç düşündünüz mü bilmiyorum ama ben ANNELER GÜNÜ dolayısı ile dünyaya postalanmadan önceki evrimlerimi düşündüm.Hem de uzun uzun ,ciddi ciddi,yanıt araya araya...
Komik ama paylaşmak istedim sizinle.
Neler oldu acaba?

Annem ve babamı bir potada yoğurduktan sonra kucaklarına atmadan önce ben nerede bekletildim.
Neye benziyordum o anda? Koskaca bir hayat içinde bir toplu iğne tanesi kadar kısacık bir yaşam ve de yorucu meşakkatli uzun,dik yokuşlu bir yol.
Tırman mı dediler bu yokuşu,ilk ağlama sesim nasıldı mesela,
ilk nefes aldığım an ne duydum ne gördüm,ilk ne dikkatimi çekti odada,ilk neyi özendim,ilk neyi sevdim?

Bunları merak ettim,özellikle bana isyanlarımda en uç anlarımda dayanma gücümü veren neydi?
Nasıl yıkılmadan sadece ufacık bir yaşama umuduna tutunarak, sıfır noktasından başladım ben yaşama, hangi cesaret ve yardımla?

Neredeydim, o ilk dokuz ay öncesi, orada beden değildim kesin ama ruhaniyette beklerken hani o upuzun banka maaş kuyruklarındaki gibi,
delici ve ölümüne kuyruklarda sıra mı beklemiştim? Hatta sırada bekleşirken itişip kakışanlar da olmuş muydu?
Bankalardaki gibi elimizde sıra numaraları olan kartlar mı tutuşturulmuştu,
Hey sen oradaki, sıran şimdi gelecek,bekle, önce annen ve baban tanışacak, sevişecek ve evlenecekler...
Ardından dokuz ay sabredeceksin. Oralarda adabınla bekle itişip kakışma, ve hatta oflayıp puflaman bile yasak!
Ben de elimde sıra numaram ve üzerindeki doğum saliselerimin kazılı olduğu kartla, sessizce oturacağım bir kıyıya!
Komik ama gerçek ben bunları geçirdim şimdi aklımdan ve gecenin en ortasında, açarak bilgisayarımı yazmak istedim bunları.

Annem dili döndüğünce hep ölüm sonrası hakkında söylevler verirdi ama doğum öncesi hakkındaki ilk dünyaya seçilişim için tek kelime soramadım ona.
Sus, sen inançsız mısın, bu ne salakça soru diye haykırmasın diye! cesaretimi toparlayarak soramamışımdır.
Kimbilir yarın, ilk işim bu yazımı yazıcıdan çıkararak eline tutuşturarak, kaçıvereceğim yanından!
Beni evlatlıktan reddetme pahasına...

Neden seçilmiştim, kim için,ne için,hangi akla hizmet beni postaladılar bu kargaşanın, en ortasına, fikrim alınmışmıydı ya, sana bunları bunları edeceğiz razı mısın ey fani?denmiş miydi bana,

ve acaba oralarda biryerlerde kalsaymıydım,hiç gelmeseymiydim,böyle bir tercih hakkım da var mıydı acaba?
Binbir soru eski bir trenin vagonları gibi beynimin raylarını sıyırdı geçti,
gecenin bu tenha dakikalarında,gürültüler çıkara çıkara...

Hadi uyu uyuyabilirsen bu sorularla,
değil mi?

GÜLÜCÜKLER HER DAİM YÜZÜNÜZDE OLSUN.
-
Old 23-05-2007, 15:04   #116
NİLGÜN SEYMEN

 
Önemli Nerede illa ki evin reisi...

Dün akşam kapıma uzun boylu iki genç bey geldi.
Kapıyı zile basmadan tokmağına hızlı hızlı vuruyorlar, icra alacaklıları gibi,
İkinci kattan koşarak indim alt kata, adettendir kapıyı açmadan önce müstakil evimin giriş katındaki pencereden seslenirim,
( mâlum, olası hırsızlık, gasp hadiseleri şu sıralar semtimizde çoğalmış durumda)

-Kim o?
-Bayan biz anket için geldiydik de, evin resi yok mu?
-Hııı?

Reis benim diyeceğim ama şık durmayacak bu sataşmam, yaşını başını almış, gri takım elbiseli ciddi duruşlu adamlara haksızlık olacak, yine de gülmemek için kendimi zor tuttum.

Yoksa görünmez mi görünmeye başladım diye gülmemeye çalışıyorum, şu son zamanlarda çok okuyup çok düşünen ve düşündüklerine de ister istemez kendisini kaptırmaktan çok üzülen sulugözlü yazar çizer hallerden dolayı görünmez mi olmuştum yoksa.
Beni görmeyen bu iki adam bana REİS sorduklarına göre ben GÖRÜNMEZ mi olmuştum?
Koskoca iki adam beni görmüyor da reis arıyorlar kapıda!

Reis yok kardeşim unut sen reisi, ben varım ben, demeye hazırlanırken onlar benden önce davranarak atıldılar.
-Evin erkeği nerede?
-Hııı?

Ya bekar olsam, bana çantalarındaki her ne illet ise satmaya yanaşmayacaklar, galiba sadece evliler için dizayn edilmiş bu cihaz ne için için diyerekten, müthiş meraklanıyorum. ((. Acaba ne var omuzlarındaki o koca koca bavullarda ve ellerindeki renkli o katologlarda?

Hadi bakalım fikir yürütme kavgası beynimde dans etmeye başladı,
ne olabilir mesela;

Bir masaj aleti mi?
Yok bu olamaz,
Elektrikli kadın susturma aleti mi?
çok vıdı vıdı yapan evi cehenneme çeviren eş nasıl susturulur?
Yok bu da henüz icad edilmiş olamaz daha...
Öyle olsa boşanmalar biraz azalırdı.

İlla erkek yok mu dediğine göre beylerin hoşuna gidecek bi icad diye hep erkek cinsini hoşnut edecek buluşları sorguluyorum,
yok yok,
hiçbir yenilik ve cin fikirlilik aklıma gelmiyor.

Yemek kapsülleri diyeceğim,
hani şu drajeler halinde alınan vitamin, kalsiyum, demir hapları benzeri.
Marsta alınanların cinsinden...

Yemek hazır mı hanım?derdi yok,
pazar masrafı yok, bulaşık olmayacağı için deterjandan da yırtılacak,
oh olsa olsa bu olur ama henüz sağlık bakanlığından bu duyumu almadık ki...

En sonunda pes ediyorum aramaktan,
kısa süren sessizlikten sonra,


Israrla evin beyi yok mu? Diye sorgulayan ankerötöre dönerek,

-Ne diyecekseniz ben ileteyim, kendisi şafak vakitleri evde olur diyorum.

Önemli not;

Akşam da diyebilirdim ama şairiz ya o yüzden şafak daha iyi kaçar diye düşündüm galiba...

İlla ki evin reisi,
firma su arıtma cihazı lanse ediyormuş, haa para ondan yani evin reisinin kesesinden çıkacakmış ya, o yüzden.

Nereden biliyorsun diyeceğim, belki benim de kimseye haber vermeden sinsi bir para kaynağım var belki babadan yana zenginim!
Yüklüce bir hesap mesela!
Olur mu olur, ya ben çok zenginsem, nasıl teşhis ettin ki illa evin kocasında para var, banka hesaplarıma mı girdin kardeşim?

Bu ne saçma sapan yaklaşım ve nasıl bir iş realitesidir?

AMA EN ÇOK DA KENDİ KENDİME MUTLU OLDUM, anketörleri savuşturduktan sonra,


Meğer ki; GÖRÜNMEZ DEĞİLMİŞİM, OH!

Çünkü bana dediler ki,

Hanımefendi biz sadece eşiniz ile görüşebiliriz, eşiniz evde değilse gerek yok yazmaya!
Hadi ya,
size uğurlar ola!

İYİ ANKETLER...

nİlGüN ÇaKıCı

Klavye bozulmadı meraklanmayın sadece kendimi görünmez yapmaya çalıştım...

memleketimden insan manzaraları:
-
Old 31-05-2007, 06:53   #117
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme Kelebekten önce tırtıla sevdalanabilmek üzerine mizansenler=

Ne kadar özü derinliklere ulaşan bir cümledir bu ifade.
Tırtıl, kozasından ilk çıktığı anında görünüm olarak, zevksiz, keyif vermeyen, iç açıcı olmayan bir şekil ve kimyaya sahiptir. Ama mecburdur o EVRİMİ geçirmeye kelebek olabilmek için olgunlaşmanın, gelişmenin ve de derinliğe
erebilmenin yokuşlu yollarında tırmanmaya ve de kanatlarındaki ahenkli renk armonisini sergileyerek, rengarenk uçuşlara başlayabilmek için bu oluşuma mahkumdur.

Kelebek olduğunda ise ömrü kısacıktır, böyle olmasına rağmen de doğayı o muhteşem valsi ve ışıltılı dönüşleri ile kuşatırcasına süsler sanki, İLAHİ BİR EMRİN takdiri ile...

Bizler de aynı kelebekler gibi değil miyiz? Dün terminaldeydim, iki saat kızımın gelişini beklerken, yirmiyedi numaralı KÜTAHYA PERONUNDA koşuşturan insanlara uzun uzun baktım.

Bir otobüs,
-Çanakkale yolcularından binmeyen kimse kalmasın lütfen!
anonsları verirken, ufak tefek çelimsiz bir kızcağız, eşini ağlayan gözlerle uğurluyordu, diğer bir peronda ARTVİN otobüsünden genç bir kızlı erkekli grup
güle oynaya Bursa'ya ulaşmanın coşkusu ile gülüşüyorlardı.

İnsanları orada tırtıllar ile kelebeklere benzettim.

Konuşmaları, düşünceleri, giyimleri, adım atışları bile,
<yaşamlarındaki gelişim sürecinden mesajlar taşıyan> bir sürü insanın, hangi evrelerde takılıp kaldıklarını, kimilerinin de evrelerini tamamlayarak uçuşa hazır mükemmel hale erdiklerini , yüz hatlarından anlıyordum sanki ve hatta, duruşlarından tüm yaşam kademeleri kendisini ele veriyordu.

Bir erkek, sert adımlar ile Yozgat otobüsüne doğru koşuştururken eşi ve iki oğlunu nasıl geride bırakarak otobüse bindiğini, oysa binmeden önce onları himaye ederek yerleştirmesinin gerekliliğini öğrenemediği için TIRTILLIKTAN sıyrılamadığını garip gözlerle seyrettim.

Kızımı bana kavuşturan otobüs daha çok uzaklardayken onun kokusunu almıştım sanki,

ben kızımı karşılarken, diğer peronlardan çıkan bir grup travesti ellerinde kırmızı ötesi valizler ve ona uygun topuklu ayakkabılar ve marjinal kıyafetler:
- Bize ne bu toplumdan, biz buyuz! kabullenenen kabullenir, kabullenmeyen de cehenneme gitsin,
der gibi tüm bakışları üzerlerinde toplayan yüksek volümlü gülüşmeler, açık saçık sohbetler...
Kızım onlara bakarak alaycı bir bakış fırlatacak oldu,
onu hemen susturdum.
Sakın evladım sakın, düşüncelerini dile getirmeden önce onları yaradanı düşün.

Kimse bu şekilde üçüncü bir cinsiyetin kıskacında yaşam kavgası vermek isteyerek doğmak istemez.

Bu bir yazgıdır.

Yanılgıların da içine vakumladığı büyük bir alüvyonun en ortasındaki bir görüntü için, yargı lüksümüz yoktur.

Yaradılışın bir payesidir bu kademeler biz insanlar deneniyoruz.

İMTAHAN!

Kazanacağız, ama nasıl?
Gözümüzdeki bakışlar ile,
hissettiklerimiz ile,
eylemlerimiz ile,
eyleme dökmemek için kontrol edebildiklerimiz ile,
erdemlilik budur.

Yargıyı yaradıcıya bırakarak sadece kendi iç alemini islah etmeye çabalamak.

Kimimiz tırtıl olarak başladık, kozamızdan sıyrıldıktan sonra, bize sunulan irade ve lütuf ile, Eğer ki; kelebek olmayı başardık ise ne mutlu bizlere.

Tırtıl olarak kalanlara ise yardımımız dokunamıyorsa eğer,
bırakalım onlar da ömürlerini bu evrede tamamlayarak nihayete ersinler.

SADECE SAYGI, SEVGİ, VE SONSUZ BİR TEVAZU...

Yargı merci bizim mülkiyetimizde olamaz olmamalıdır, yardımsa evet,
sonuna kadar evet, ama eğer yardıma güç yetiremediklerimiz ile karşılaşıyorsak, onlara kızmak, kınamak
değil sadece saygı ile bakabilmemiz gerekir.

Dönüş yolculuğumuzda, koltuğun yanına bir bayan oturdu, kucağında yaşı bir hayli büyük , spastik özürlü bir erkek çocuğu, kontrolsüz hareketler ile otobüsü birbirine katan hareketler sergiliyordu.
Ben ondan çok, ona bakanlara baktım.
Kıkırdaşmalar, ah vah çekenler,
kızım zaptet şu oğlunu başımız şişti diye bas bas bağıranlar!

Ah, ah, kelebekten önce tırtıla sevdalanmak bu kadar mı zor dersiniz?

Güzellikler üzerinizde olsun,
sağlık ve esenliklerle dolu olsun yüreğiniz, gam keder uğramasın sabahlarınıza dilerim.


Nilgün Çakıcı/BURSA
Old 01-06-2007, 09:22   #118
NİLGÜN SEYMEN

 
Kitap İşporta tezgahları ve şık vitrinlere faklı bakışlar=

Yıl 1999, süs imâlatı yaptığım en hararetli dönemlerimden birinde, İstanbul'a FOLYO almak için gidiyorum.

Yer, Yalova'dan bindiğim deniz otobüsü.

Masalardan birinde son derece zarif ve alımlı bir bayan, elinde firma logosunun gözüme çarptığı çok hoş bir poşet ile yanıma yaklaşarak, oturmak için çok duru bir Türkçe ile izin istedi.

-Elbette buyrun diyerek karşı koltuğa oturabileceğini söyledim.Kahve içiyordum, yanımıza yaklaşan gemi personeline bir fincan da bayana getirmesini rica ettim.
Teşekkür ederek gülümsedi ve başladık havadan sudan bahsetmeye.

İnsan ilişkileri üzerine uzun uzun konuştuk, kurulamayan diyaloglar, iletişimsizlikler, aksayanların nedenleri ve niçinleri üzerine uzun uzun konuştuk saatlerce.
Ne güzeldi kırk yılda bir de olsa, dinleyen ve de konuşulanları anlayabilen birilerine rastlayabilmek.

Konuşmalarımızın arasında kurulan cümlelerden, onun da tekstil üzerine bir atolyesi olduğunu ve ünlü bir firmaya fason ama el emeği işlemeli triko ürünler hazırladığını, güzel sanatlar mezunu olmasına rağmen, kendi sert deyimi ile GEÇER AKÇE BİR İŞ BULAMADIĞINI, en son da ticaret limanında demirlediğini ve kendisine yarattığı bu küçücük, yapayanlız ama huzurlu dünyasında mutluluğu yakalamaya çalıştığını anlamıştım.

Hayat kavgasını, büyük imparator firmalarla aşık atmanın ezici yorgunluğunu, para değerlerindeki iniş çıkış ve istikrarsızlıklarının firmasında nasıl dev açıklar yarattığını, bunları da banka kredileri ile yamamaya çalıştığını,hüzünle ve biraz da dayanmaya çalışmanın verdiği özel bir onurla bir çırpıda anlatıvermişti.

Ne kadar da muhtacızdır, bizi anlayan bir çift göze ve dinleyen güzel beyinlere.
YARGILAMADAN, KENDİSİNDEN HİÇBİRŞEY KATMADAN, SUÇLAMADAN, bu da onun iç dünyasıdır diyerek son derece olgun ve ince bir duruşla dinleyerek, sonunda da kendi düşüncelerini GÖNÜL SÜZGECİ denen o ince gözeneklerden geçirerek sunabilen bir dosta ne kadar da muhtacızdır.
İşte bulunca da o iki saatlik zaman dilimi sanki iki dakika gibi geliverir insana.Ne zaman YENİKAPI'ya gelmiştilk,
zaman , nasıl yıldız akışı geçivermişti inanın hiç anlayamamıştım.

Bana ikram ettiği kendi eli ile hazırladığı keklerden bir dilimi yerken, onu kaybetmk istemediğimi hissederek ona telefonumu vermek isterken, o benden önce davranarak kartını uzatarak:
-Lütfen ilk fırsatta görüşelim Nilgün'cüğüm, dedi.

Çok mutlu olmuştum çünkü; nadirdir benim insanlar ile koyu ve uyumlu diyaloglar geliştirebilmem, ben çok özgür bir insanım, bana ben buyum diye sert çıkışlar yapan, üzerimde otorite kurmaya kalkışan, bunu başaramayınca da sertleşerek kabalaşan, ya da karşımda benden daha az düşünen anlayan hatta hiç anlayamayan, insanlara emek ve zaman harcamamaya kendi kendime söz vermiştim.

Bu bayan isminin Nergis olduğunu ve çok ünlü firmalar ile ufak ufak kreasyonlar tarzında kendi el emeği çizimleri ve dikimleri ile günün birinde bir yerlere geleceğinden emin olduğum bu bayan şimdilerde AVRUPA'da kendisini geliştirmek adına savaşına dev ve kararlı adımlar ile devam etmekte.

Bana kurduğu o son cümleler bir balyoz gibi vurulur hâla daha kulaklarımda:

-Nilgün'cüğüm, bak şimdi beni iyi dinle!Eğer kaliteli bir mala sahipsen, bunu asla İŞPORTA TEZGAHINDA müşteriye sunmayacaksın.

Kaliteli, malın yeri şık bir vitrin olmalıdır.
NEZİH BİR ORTAMDA alıcıya sunulan şık bir vitrin.

Onca emek vererek hazırlanan bir el emeğini, kalkıp işporta tezgahına koyar ve alıcı beklersen eğer,
o mala müşteri olarak sadece işporta müşterisi talip olur.
Zannetme o zaman iyi bir müşteri çıkar, iyi kazançlar elde edersin,
iyi bir yere gelirsin, zannetme zannetme...

Ne kadar da doğruydu bu analiz. Yaşamımın bir çok kesitinde bu sözler daima beynimde patlamıştır bir mayın gibi.

Yaşadığım muhitteki insan manzaralarını düşündüm, kendisini geliştirmekten çok uzak bu insanlar ile bağdaşamamak, onlardan olamamak, onlar gibi evlerinin arka bahçeleri varken kapı önlerinde oturup kahkaha atamamak ve başıma o paçavrayı, karşı cinsten kaçmak adına takamamak!

-Ya kardeşim siz kapıların önünde sergilemeyin kendinizi sesleriniz ana yola kadar çıkıyor, gece yarılarına kadar çaylar kahveler, ne kadar dış dünyadan tecrit bir vurdum duymazlık ve başlarındaki örtünün namus izolasyonuna saklanmak da neyin nesi.Diyeceğim, ne sesim yeter onlara duyurmaya ne de gücüm.

Teraslarınız var, evlerinizin ön cephelerinde balkonlarınız var, bahçeleriniz misafir salonlarınız var, koltuklarınızın üzerlerini komik çarşaflarla kapattığınız.

Geçen gün İhsaniye taraflarına baktım, yeşil alanlar parklarla donatlmış mahallelerde, kadınlar masalarda oturmuşlar termoslarına hazırladıkları çayları özene bezene hazırladıkları kahvaltı masalarda içiyorlar.
Ortam, güllük gülistanlık, insanın bakınca içi açılıyor.

Ha şimdi burası VİTRİNDİR dersem bana kızmayın lütfen.O muhitteki evlerin iç dekorasyonu ya da konforu değil anlatmaya çalıştığım.

İnsanların yaşam alanlarında kendilerinden izler bıraka bıraka ömürlerini geçirdiklerini ve o izlerin davranış biçimleri olarak, kendisini izleyen nesillere geri dönerek nasıl, paradan çok çok değerli ve önemli bir <MÜCEVHER GİBİ>miras kaldığını anladım o masalarda.
Çocukların oyun oynarlarken aralarında kurdukları çağdaş cümleler ile muhitimdeki sövgüleri yan yana koyarak beynime ekledim.
Ortaya çıkan tablo çok acıklı ve onarılmazdı bence.
Yaşanılan yerlerin yaşanılırlık kalitesi , caddeleri, otoparkları, müzeleri, kütüphaneleri,
retoranları, alışveriş merkezleri, tatil beldeleri, ticarethaneleri,oralarda yaşayan insanların beyin kalitesinin tüm derin izlerini ele verir bizlere.
Tarih boyunca arkeolojik kazılarda da ele geçen tarihi eser kalıntılarında, kulp takılışında bile binbir fark ve medeniyet ayrıcalıklarının izleri vardır bulunan fincanlarda.

O masalarda oturan bayanların şen kahkahaları ile bizim muhitimizdeki kaba nidaları yan yana koyduğumda da arada millerce farklılıklar gördüm.Aşılması imkansız bir mesafeydi bu.

Çay aynı kokulu çay,
bardaklar da aynı,
ama bir gurup masaları şık bir tasarım ile kendi zevklerine sunarken,
diğer bir gurup da yerlerde salaş bir ilkellikle yayılarak, dank dank sözcüklerle kaba bir muhabbet içindeydiler.
Kaba diyorum çünkü aralarında kışkırtıcı bir dedikodu vardı.
Bir kesim çocukları hakkında komik mizahi anlatımlara gülerken diğer bir kesim de daha dün aynı masada çay içtiği kapı karşı komşusunu çekiştirerek gülüyor ve güldürüyordu aklı sıra.

İşte ben yaşamımızın her diliminde VİTRİN & İŞPORTA TEZGAHI farklılıklarını düşünerek bakıyorum artık olaylara.

Son söz olarak, bu birbirimiz ile duygu, bilgi ve düşünce akışı yaratmaya çalıştığımız vitrinde her biriniz çok değerli ve eşi bulunmaz dost ve insanlarsınız benim için.

DAİMA VİTRİNDE KALABİLMEK DİLEKLERİMLE...

Dostluklarımız ve de ilişkilerimizin asla işporta tezgahlarına düşmemesi temennilerimle.

Nilgün
Old 01-06-2007, 19:04   #119
NİLGÜN SEYMEN

 
İnceleme IQ sü düşük magazinsel sorulardan seçme ve saçmalar...

Zaman zaman bazı magazin gazetelerinin baş sayfalarında rastlarız o anket sorularına.

< ? >

Çok ünlü bir erkek sanatçıya sorulur,

-Şayet ıssız bir adaya gitseydiniz yanınıza alacağınız üç şey.

Neden illa ki üç şey, iki ya da dört değil de neden illa ki üç.

Verilen yanıta da bakın;

O sert Anadolu erkeğinden gelen muhteşem yanıta da bakın siz,

-Diş fırçam, pijamam ve terliklerim.

Hadi ya,
ne oldu o çağla yeşili güzelim jipine, ya haremindeki güzeller.((.

< ? >

Amaç gazete sayfalarını boş bırakmamak kadar gayesiz bir çalışma olan bu röpörtaj yazılarını gülerek okur geçeriz

Çocuğa sorulur;

-Söyle bakalım çocuğum, en çok anneni mi babanı mı seviyorsun?

Şimdi ya şöyle yanıtlarsa babasının oğlu çapkın velet;

-Ne yapacaksın fıstık, beni evlatlık mı alacaksın?

< ? >

Yarın öleceğini haber alsan en çok neyi yaşamak isterdin.

Öf ya bu da ne saçma sapan bir soru.

Yanıtı ;
-kendime mezar kazar azrailimi beklerim mi olsun yani.

Ne denir bu şapşal soruya?

Bankadaki tüm limiti çeker, bir tatil kasabasında günümü gün ederdim.
Ertesi gün de hemşire arar, tahliller karışmış pardon der,
işte o zaman sahiden de kendimi vururdum.

Kendimi dağlara atar, ölmeden önce erdemliliği keşfe çıkardım.

Ferrarisini satan bilge gibi mesela!

Benden sonra başka erkekle evlenmesin diye önce karımı sonra bensiz sürünmesinler ortada diye tüm ailemi linç ederdim.

Hayata küser, odamın kapısını kilitlerdim.

Tüm organlarımı sağa sola hediye ederdim.

Ağlardım ve geçmişimi sorgulardım.

Niye ben niye ben sanki? diye ortalarda dolanırdım.

Aman yarabbim, toprağa girmek nasıl bir şey acaba? diye mezarlıklarda keşfe dalardım.

< ? >

Çok zengin olsaydınız ilk ne yapardınız?

HADİ BAKALIM bir dâhi soru daha.


Sahi ne yapılırdı?

Bir okul yapardım Hoca taşkının tam ortasına, şart koşardım,
her veli çocuğunu kayıt ettirdiği günden itibaren HER HAFTA EN AZ BİR kitap okuyacak.
İnanın okul boş kalırdı.

Bir hastahane yaptırırdım.

Yoksulları doyururdum.

Bu liste uzar gider.

< ? >

Şayet elinizde olsaydı, mesleğinizi seçebilseydiniz eğer ne olmak isterdiniz?

Bu bir komedyene sorulsa mesela,

nereye çekersen çek soruyu;

-Hey baksana komedyenlik de meslek mi sanki,

adam gibi bir fırsat bulsaydın da bu şakrabanlığa muhtaç kalmadan ne olurdun söylesene hadi.


-Yıllarca devlet memurluğu yaptın be adam,
ne uzadın ne kısaldın.
Ne bizi ne kendini kandırma, imkanın olsaydı kimbilir neler yapmak isterdin açık yürekli ol da itiraf et kardeşim...

< ? >

AŞK NEDİR SİZCE?


Freud bile verememiş bunun yanıdını, bizim ne haddimize kardeşim.

Aşk yanmak mıdır acaba?

Aşk sahip olamadıklarımızla savaşmak mıdır?

Bir bilebilsem zaten çözeceğim.

Böyle şeylere ayıracak zamanım yok, beni engellemesene ya, işim gücüm var benim.

Hem evliyim ben.

Evli ve aşk ona göre değil.

Demek ki evlilikte aşk yok.

Ya da vardı ama evlenince öldü.

Ya da hiç yoktu.



İşte blog dostlarım, akşamın bu saatlerinde aklıma gelen bu yazıyı yazmak istedim.

sevgiler.

Nilgün ç.
Old 04-06-2007, 02:42   #120
NİLGÜN SEYMEN

 
Varsayılan

Yer bir mahkeme salonunun ikinci katı, asliye sulh hukuk aile mahkemesinin, boşanma dosyalarının yığılı olduğu,

soğuk buz gibi bir rüzgarın, gri bloklardan içeri hoyratça savrulduğu, yaşamların bir giyotin keskinliğinde iki parçaya bölündüğü, mağduriyetlerin, gözyaşlarının, çocuk bedenleri ve sevgilerinin acımasızca ikiye ayrıldığı bu dosyaların arasında, buraya gelmeden önce, boşanmayı kafasına ilk koyan davacı taraf, peşine bir dizi şahit ifadesi, avukatlarından aldığı yasal destekten kalan sinsi güvence ve de kendinden emin sessizliğinle,

sürecin başlamasının geri sayımlarının hesaplıyordu.

En sonunda mübaşir sert bir ses ile, bekleme salonunda balyoz etkisi yapan o isimleri bağırdı;

-Davacı eş, .....

Davalı eş,......Soyadları son kez yan yanaydı.
Tabi kendileri de son kez yan yana duracaklardı hayatlarının bu son perdesinde, rollerinin son perdelerini sergileyeceklerdi.


Tarafların tek tek düşünceleri öğrenildi, şahitlerin de iniş çıkışlı ifadelerinin de sonucunda, ki bu şahitler genellikle ayakta kaldığı süre içinde evliliğin hayatta ve ayakta kalmasını hiç sindirememiş şahsiyetlerden olduğu tahmin üzeredir.

Sonuçta beklenen son karar alınır.


Hakim salondakilerin ayağa kalkmasını isteyerek başlar katibe son cümlelerini yazdırmaya;

-Yaz kızım, davacı....'nın davalı .... ile olan müşterek evlilik birliklerinin sona erdirilmesine, aralarında şiddetli geçimsizlik ve anlaşmazlıklardan dolayı huzursuzluğun dayanılmaz hal almaya başladığına, şahitlerinde ifadelerine dayanılarak hüküm verilmiş olup,

müşterek çocuklarının velayetinin, .... e verilmesine, temyize açık bir biçimde karar verilmiştir.

Davacıya kendisi ve çocuğu için....miktarda nafaka ödemesine mahkememizce karar verilmiştir.

O an, kalorifer peteklerinden süzülen ılık hava ile aralık çerçeveden içeri giren şubat rüzgarı çarpışarak,
tüm hayatlarını yıllarca emek verilerek sevgiyle örülen tüm duvarları bir anda yerle bir edivermiştir sanki.

Duvarların, krem rengi sıvaları ve mahkeme dekorlarının tipik kokusu, darbenin etkilerini bir kat daha arttırmıştır.

Ne acaip bir duygudur ki,
Bir zamanlar aynı hayata aynı sofraya aynı yatağa tüm yüreği ile paylaşan bu iki insan, az sonra,
tam anlamı ile iki yabancı haline dönüşüverecektir.

Birbirini tanımayan, tanımak istemeyen, iki düşman göz.

Hatta karşılaşıldığında yolları bir anda değiştirecek kadar yabancılaşıvermek.

O anda ilk tanışılan dakikalar, ilk evlilik teklifi, ailelerin de paylaştıkları o ilk törenler,
yüzüklerini güle oynaya almaya gittikleri kuyumcuda içtikleri kahvenin koyu lezzeti...

İLK SEVİŞMELERİ.

Sonra kadının hamileyim deyişi, çığlık çığlığa ağlayan bebeğin ilk sesleri,
ilk emekleyişi,
ilk anne baba deyişleri...


En zor, en acımasız günlerde bile omuz omuza savaşmalar.

NE OLMUŞTUR Kİ bu mahkeme salonunda buluvermişlerdir kendilerini?

Bir film şeridi gibi geçer tüm yaşamları her ikisinin de gözlerinin önünden.


DEVAMI GELECEK.

NİLGÜN
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Nilgün'ün dizelerinden seçmeler........... NİLGÜN SEYMEN Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. 207 21-05-2008 08:51


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07304192 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.