14-09-2010, 13:43 | #31 | |||||||||||||||||||||||
|
Başlıktan abicim. |
14-09-2010, 14:07 | #32 | |||||||||||||||||||||||
|
Ölmek için önce yaşıyor olmak gerek. Hayallerin, öykülerin, romanların, filmlerin vb. güzelliği burada, kahramanları herşeyi yapabilir; ölmeleri gerektiği halde ölmeyebilirler, ölüp dirilebilirler, ölü oldukları halde konuşabilirler, uçabilirler (Superman hakkında soracaklarınız varsa o konunun uzmanı Armağan abidir. ) ya da yazar her ne isterse onu yapabilirler. Yaşamda geçerli kurallar orada geçerli olmayabilir; iki iki daha dört etmeyebilir. Kısaca, herşey mümkün Saim abi, olmaz olmaz. |
14-09-2010, 14:17 | #33 | |||||||||||||||||||||||
|
Tamam abi. |
14-09-2010, 15:08 | #34 | |||||||||||||||||||||||
|
Kızma abi. Tamam, bir dahaki sefere öldürmeden önce sorguya çekerim adamı. Mesela: "Söyle bakalım, nasıl öleceksin?" |
14-09-2010, 15:14 | #35 | |||||||||||||||||||||||
|
Bence adamı Saim Bey'e teslim edin. |
13-12-2010, 08:43 | #36 | |||||||||||||||||||||||
|
Tebrİk Ederİm
ğerçekten çok güzeldi hele de su ICQ olayı insanlar nasıl oluyorda bu kadar kör oluyor yanındakine bile güvenemezken hiiç tanımadıgı iinsanlar güvenli mi geliyor onlara hı bu arada ali olayıda çok hoştu (Zeynep çocoğun adını ali koyduğuna göre ali rahat uyuyabilir )
|
30-07-2013, 15:09 | #37 |
|
8.
18:55 - Alo... Kemal merhaba, nasılsın? - Sağol, sen nasılsın? - İyiyim de... Ya, birşey soracağım, Cem yanında mı? - Yoo... Ne oldu, bir terslik mi var? - Bilmiyorum ya... Gecikti. Telefonu da kapalı. Belki senle... - Takılmıştır biryerlere ya, merak etme. - Tamam. Seni ararsa haber ver, olur mu? 18:59 - Alo? - Buyur yenge? - Cem yanında mı Ayhan? - Yok yenge, vardiyadayım ben. - Ha, tamam. Ararsa söyle, beni acilen arasın. - Ne oldu ki, çocuk mu hasta? - Yok, yok... Telefonu kapalı da... Geç kalınca merak ettim... - Yoldadır yenge, malum trafik... 19:04 - Anne? - Kızım nasılsın? - Anne ben iyiyim de, Cem yok ortada? - Nasıl yok? - Ya, bilmiyorum. Dün tartıştık, sabah da konuşmadan çıktı gitti. İşe gitmemiş, arkadaşları bilmiyor, telefonu kapalı... Kimbilir nerede... - Dur, ağlama. Gelir kızım, gelir. Nereye gidecek bu havada? Merak etme sen... - Buraya gelsene anne. Ne olur gel! - Tamam kızım, tamam, geliyorum. Sen bir sakin ol bakalım. 19:23 - Kesin başka bir kadın var Aysel. - Olur mu olur valla. Erkek milleti kızım. - Dün o kadar laf etti bana, şimdi de terk edip gitti... - Dur, dur, ağlama... Senden iyisini mi bulacak? Hem oğluna düşkündür Cem. Pişman olup gelir bence. - Gelse de ben artık eve alır mıyım O’nu? 20:36 - Ah be kızım! Kavga ettiniz madem, niye bize söylemedin? - Anne ne bileyim... Sabah işe gitti, akşama barışırız diye düşündüm... - E, işe gitmemiş diyorsun? - Gitmemiş. Kime gittiyse artık! - Deme öyle, deme... Dur bakalım... Hele bir gelsin, öğreniriz... - Biliyorum ben, biliyorum... - Ağlayıp durma kızım, bak çocuğu da ağlatıyorsun... 22:11 - Alo... Polis? - Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim? - Eşim eve gelmedi, telefonu da kapalı... Kayıp yani… - Eşinizin adını alabilir miyim? - Cem Ak. - Sizin? - Meryem... - En son ne zaman gördünüz? - Sabah... Evden çıktı, hala yok... - İşyerinden aradınız mı? - Evet... İşe gitmemiş. Şey... Biraz tartışmıştık dün. Arkadaşlarını da aradım ama bilmiyorlar. - Tamam hanımefendi, eşinizin bir fotoğrafını karakola getirin lütfen. - Peki, getiriyorum. 22:36 - Bakın, telefonda da anlatmıştım. - Bir daha anlatın hanımefendi, yazılı ifadenizi alacağız. - Dün eşimle tartışmıştık. Sabah evden çıktı ama işe gitmemiş. - Akrabalarına... - Aradım hepsini, arkadaşlarını da aradım. Hiçbirinin haberi yok, kimse görmemiş. - O zaman bir fotoğrafını getirin de... - Getirdim. Telefondaki polis istemişti. - Tamam, şurayı imzalayın. Bir gelişme olursa sizi arayacağız. Bir haber alırsanız siz de bize bilgi verin. - Bir kadınla yakalarsanız tutanak tutarsınız değil mi? 08:54 - Merkez cevap ver. - Merkez dinlemede. - Kimliği belirsiz erkek cesedi. 40 yaşlarında, esmer, başına tabela düşmüş. - 112'ye haber verdiniz mi? - Evet, geldiler, ölmüş adam. - Tamam, nöbetçi savcıya bilgi veriyorum. 07.19 - Ulan ne esiyor be! - Valla ya, uçucam şimdi. - Tabelaya bak! -.Düşecek ha! Karşı taraftan geçelim. - Aha! Adamın üstüne düştü lan! - Koş! Koş! - Abi, iyi misin? - Şu kana bak! Ölür bu herif oğlum. - Piyango gibi lan! Etrafı kontrol et... - Yok kimse, hadi çabuk, cüzdanı al. - Aldım, aldım. Epey para var içinde. - Telefonu da kıyakmış. - Hadi, hadi, koş! (2013) |
13-02-2014, 09:10 | #38 |
|
9.
30 Ekim çekilişine kadar tam 8 hafta süper lotoyu kimse bilememiş, büyük ikramiye 20 milyona dayanmıştı. Cemil, o elli dört sayılık bilmeceyi çocukken ezberlediği tombala kartındaki ilk dokuz sayıyı sistemli bir şekilde oynayarak çözmeye çalışırdı yıllardır. Henüz dörtten fazla tutturamadıysa da umudunu yitirmezdi. Böyle büyük bir paranın hayaline, belki de o paradan daha fazla ihtiyacı vardı. Hem ekonomik hem de insan ilişkileri bakımından batmış durumdaydı. Boşanma davası, eşinin akıl almaz istekleri nedeniyle bitmiyor; sahibi olduğu inşaat malzemeleri dükkanı ise büyük yapı marketlerin ve piyasadaki durgunluğun etkisi ile kirayı bile çıkaramıyor, alacaklılar her gün sıkıştırıyordu. O akşam çekilişte çıkan sayıları duyar duymaz kalbi sıkışır gibi oldu, bir çığlığı tam dudaklarının ucunda zor yakaladı. Yeni bir hayat kurmak için 21.163.418 lirası vardı artık. Düşündükçe, eşinin artık boşanmayı hiç kabul etmeyeceği; kardeşlerinden başlayıp, sadece düğün ve cenazelerde gördüğü dünya kadar akrabasının rahat bırakmayacağı, herkesin akbabalar gibi başına üşüşeceği aklına geldi, bunaldı. Bir yol bulmalı, güzel bir planla herkesi atlatmalıydı. O sırada televizyonda çıkan reklam, beynindeki kıvılcımı ateşledi. 9 Kasım Pazar günü Avrasya Maratonu koşulacaktı, her yıl olduğu gibi halk koşusu da vardı programda. Katılım için bir göğüs numarası almak yeterliydi. Bir kez katıldığı için biliyordu; köprüden geçişte kargaşa oluyor, yeterli kontrol olmadığı için korkuluklara ulaşmak isteyenler hiçbir zorlukla karşılaşmıyordu. Köprüden atlayacakmış gibi yaparak fotoğraf çektirenleri bile görmüştü. Ankara'ya giderken planını en ince ayrıntısına kadar şekillendirdi. Önce Ulus'da uyduruk bir otele yerleşti. Bu ülkede sahte kimliğe sahip olmak, kaybolan bir nüfus cüzdanının yenisini çıkartmaktan daha kolaydı; yeter ki paran olsun. Pazartesiye dek bu iş hallolunca yeni kimliği ve yeni adıyla gidip aldı ikramiye çekini, bankaya yatırdı. İstanbul'a dönüp bu kez güzel bir otele gitti. 9 Kasım'a dek herşeyi ayarladı; halk yürüyüşü için gerçek adıyla alınmış göğüs numarası, köprüden atladığında denize çarparken darbeyi emip hayatta kalmasını sağlayacak giysi ve kask, O'nu kurtarmak için hazır bekleyecek tekne ve üç dalgıç... Büyük gün gelmişti. Eski kimliği ile bugün ölecek, yeni kimliği ve dünya kadar parasıyla harika bir hayata adım atacaktı. Köprüde hiç sorun çıkmadı. Sırt çantasından kaskı çıkarıp taktı ve dalgıçlarla anlaştıkları yerden kendini aşağıya bıraktı. Tam o anda köprünün altından o dev yük gemisi çıkıvermese, geminin hangar kapağına değil de denize düşse, herşey yolunda gidecekti. (2013) |
29-04-2020, 06:46 | #39 |
|
10.
Nasıl Corona Oldum? Ramazanın ilk akşamıydı, zil çaldı. Komşunun ortanca oğlu bir kase uzatıp gülümseyerek "Afiyet olsun." dedi. Teşekkür edip aldım mecburen. Kendimi bildim bileli konu komşudan gelen şeyleri yemem. Hani örneğin aşure dağıtılır ya, çok sevmeme rağmen onların bile tadına bakmam. Hele bu salgın günlerinde tanımadığım birinden gelen bir şeyi kesinlikle yiyemezdim. Kakaolu ve vanilyalı bir tatlıydı kasedeki. Mutfaktaki çöp poşetine boşalttım, kaseyi yıkayıp bir kenara koydum. Aradan iki-üç saat geçti, yine kapı çalındı. Bu kez büyük oğlu gelmişti komşunun. Kaseyi almaya geldiğini düşündüm ama öyle değildi. "Abi merhaba. Annem beklemiş sütten yapmış tatlıyı. Yiyenlerde zehirlenme belirtileri var. Ambulans çağırdım, ne olur ne olmaz hadi hazırlan da hastaneye gidelim, bir baksınlar." İşe bak! Şimdi nasıl söyleyeyim tatlıyı yemediğimi, doğrudan çöpe gittiğini... Utandım, bir şey diyemedim. "Tamam, geliyorum." deyip giyindim. Biraz sonra sokakta kimi karnını tutan, kimi öksüren, kimi de ağlayan onlarca insan... Gelen ambulanslara doluştuk. Kimsede maske falan yok, o telaşla benim de aklıma gelmemişti. Devlet hastanesi ana-baba günü gibiydi. Görevliler, biraz sonra uzaya gidecek gibi giyinmiş, boğuk çıkan sesleriyle bizi yönlendirip bir koridora aldılar. Bekleyen diğer hastaların bazıları sedyedeydi. İki metre genişliğindeki koridor, dokuz günlük bayram tatilleri sonrası E-5 trafiği gibi tıkanmıştı. Sosyal mesafe denilen şey omuz omuzaya dönüşmüş, öksürükten inlemeye kadar tüm sesler birbirine karışmış, tam bir mahşer yeriydi. Sırf "Verdiğiniz tatlıyı yemedim, çöpe döktüm." demeye utandığım için buradaydım. Fazla zaman geçmeden bir doktora bunu söylemeli ve gitmeliydim. Ama tulumlu-maskeli insanlardan kimin doktor olduğu anlaşılmadığı gibi, koşuşturmaktan kimseyi dinleyecek halleri de yoktu. Önce ağır zehirlenme belirtileri görülenlere baktıkları için bana ancak üç saat sonra sıra geldi. Doktora durumu anlattığımda hakettiğim fırçayı yedim: "Yemediyseniz niye geldiniz o zaman, bir de sizinle mi uğraşalım?" O geceden iki gün sonra başladı ateş ve öksürük... Bu sefer ambulansı ben çağırdım. Yapılan test pozitif çıkınca, hastaneye yatırdılar. Verdikleri ilaçlar beni çok uyutuyor. Günlerdir rüyamda kakaolu-vanilyalı tatlı görüyorum. (2020) |
28-11-2020, 07:06 | #40 |
|
11.
HEDİYE “Bilmiyorum ne diye, adımı koymuşlar Hediye!” Yeni tanıştıklarına ismini söylerken mutlaka aynı espriyi yapardı çocukluk arkadaşım. Pratisyen doktordu. Zora gelemezdi, bu yüzden uzmanlık sınavına girmemişti bile. Ellili yaşlarına kadar Anadolu'nun çeşitli yerlerinde çalışmış, sonunda memleketimiz İzmir'e tayin olmuştu. O gelir gelmez, hiç olmazsa arada bir görüşmek için fırsat olur diye aile hekimimi değiştirmek için başvurmuştum. Formu doldururken “Buldun dev gibi doktoru, tabii bana gelirsin. Bu kiloyla iki doktor sayılırım ben.” demişti. Evet, şişmandı ama bunu kabul etmekten hiç çekinmezdi. Kendisiyle barışıktı. Her konuda olumlu, hayatın cilvelerini espriyle karşılayabilen bir insandı. Örneğin, hiç evlenmemiş olmasını “Aradığım erkeği bulamadım. Kesinlikle korkusundan benden saklanıyor olmalı.” diye açıklar, ağız dolusu kahkaha atardı. Konak'daki Kız Lisesi'nde aynı sınıfta okumuştuk. O, İstanbul'a gidip tıp okumuş, bense evlenip iki çocuk doğurmuştum. Yıllar boyu telefonla, sonra çağın icadı internet üzerinden görüşmüş, bağımızı hiç koparmamıştık. Her fırsatta gelmişti İzmir'e; çocukluk günlerimizdeki gibi Kordon'da yürümüş, bazen kadehleri tokuşturmuş, bazen de Kızlarağası Hanı'nda kahvelerimizi yudumlamıştık. Ve hiç susmamış, herşeyimizi ama herşeyimizi birbirimize anlatmıştık. Hem iyi bir dinleyici, hem de tam bir filozoftu Hediye. Hangi zorlukla karşılaşırsam karşılaşayım, farklı bir bakış açısı sunar, sihirli bir şekilde rahatlamamı sağlardı. Boşanma dönemimde tam da böyle olmuştu. Ben anlattıkça dinlemiş, ne yapacağımı bilmez halde debelenmeme birkaç cümle ile son vermiş, gülümsememi sağlamıştı: “Güzelim, geçenlerde Migros'a gidip hayatın kullanma kılavuzunu sordum; yoktu. Demem o ki, yaşamı bir uçurum olarak kabul edersen, düşerken kaşın gözün yarılır, sonunu bile göremezsin. Oysa hayat bir orman. Sağa gitsen dere, sola gitsen göl, her yönde bir güzellik bekliyor seni. İstersen olduğun yerde dur, kafanı kaldır, ağaçların arasından görünen bulutlara bak. Yeter ki gözlerini kapatma. Hadi bırak zırlamayı da, gidip balık yiyelim.” Son yemeğimizdi o, bilmiyorduk. Zorlu günlerden sonra dinlenmeyi hakettiğimi düşünüp çocuklarla bir haftalığına tatile gitmiştim. Dönüş yolunda öğrendim depremi. Telefonlar çalışmıyor, yol bitmek bilmiyordu. Otobüsteki televizyonda haberler, kentin çeşitli yerlerinde yıkılmış binaların görüntüleri vardı. Saatler sürdü İzmir'e varmak. Hemen Hediye'nin evine gittik, bina sağlamdı ama kapıyı açan yoktu. İletişim normala dönmüştü fakat O'nun telefonu hep kapalı görünüyor, ortak arkadaşlarımız da nerede ve nasıl olduğunu bilmiyordu. Üçüncü güne kadar bir haber alamadım. Neredeyse bizimle yaşıtmış İlyas Bey Apartmanı. Alttaki dükkanları birleştirip, market yapmışlar. Söylentiye göre, tadilat sırasında ortadaki 2 kolonu kesmişler. Depreme alışveriş yaparken yakalanmış Hediye. Tam 28 saat sonra bulmuşlar. Yıkılan çelik raflar arasındaki boşluk başını korumuş ama belden aşağısı betonların altında kalmış. Yanıbaşına düşen meyva sularını içmiş zavallı dostum, kırılmış kavanozlardan zeytin yemiş. AFAD görevlisi kendisini bulduğunda “İyi misiniz?” sorusuna “İyiyim de, böyle boğazımdan geçmiyor bunlar, bari bir çay olsaydı.” deyip gülümsemiş. Hastaneye kaldırmışlar ama kan kaybına dayanamamış bedeni... Kimsesi yoktu, cenaze ile ben ilgilendim. Kurtarma ekibinden günler sonra öğrendim yaşananları. Aklımda anılarımız, sık sık ağlama krizleri ile kesilen yürüyüşler yaptım O'nunla dolaştığımız yerlerde. Belki çocukça ama mezar taşına şöyle yazdırdım: “Dostlarına armağan ol diye, adını koymuşlar Hediye.” (2020) |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |