Mesajı Okuyun
Old 19-03-2011, 17:40   #8
üye34660

 
Varsayılan

Bilindiği üzere ülkemizde yakın zamanlarda sıklıkça dile getirilen tartışmalardan bir tanesi de “iki dilli hayat”a ilişkindir. Elbette ki bu coğrafyada farklı lisanlar mevcuttur. Bahsi geçen bu lisanlar coğrafyamızın ve de ülkemizin kültürel zenginlikleridir. Onların korunması ve geliştirilmesi ve de gelecek nesillerinde bu kültürel zenginliklerden yararlanması hususu son derece önem arz etmektedir. Tam da bu noktada yakın tarihte bu konuya ilişkin önemli tabular aşılmakta ve ciddi adımlar atılmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) 31 dilde web ve radyo yayını vermekte bunun yanı sıra TRT 6 ve Radyo 6 Kürtçe ve TRT Arapça Kanalıyla (TRT El TÜRKİYE) çok dilli yayın yapmaktadır.[2] Yine bugün yükseköğretim kurumlarında Kürt Dili’ne ilişkin enstitüler kurulmakta ve bu dile ilişkin bilimsel bağlamda da yayınlar üretilmektedir. Şöyle ki; bugün Mardin Artuklu Üniversitesinde Yaşayan Diller Enstitüsü kurulmuş ve bu enstitü çatısı altında 3 ayrı dilde (Kürtçe, Süryanice ve Arapça) lisansüstü eğitim yapılmaktadır. Aynı Üniversite Senatosunun aldığı kararla Midyat Meslek Yüksekokulu’nda öğrenciler haftada iki saat seçmeli Kürtçe ve Arapça ders alabilmektedir. Yanı sıra Bingöl Üniversitesi ve Muş Alparslan Üniversitesinin Kürtçe Bölüm talebine Yükseköğretim Kurulu olumlu yanıt vermiş ve her iki üniversitede de yakın zamanda eğitim faaliyetine başlanacaktır.[3]



Bir zamanlar farklı dilde şarkı ve türkü dinlemenin bile yasak olduğu bir ülkede bu kadar geniş bir özgürlük alanının getirilmiş olması herkeste bir kafa karışıklığı meydana getirmiş olmakla birlikte Türkçe dışında anadili bulunan vatandaşlarımıza da bir umut ve rahatlama getirdiği de bir gerçektir. Seçimlerin yaklaşıyor olması anadil-resmi dil konusundaki tartışmaları daha da tırmandıracak gibi gözükmektedir. Bu yazıda konuya temel haklar bakımından değinilecek olup, tamamen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yaklaşımı çerçevesinde konu aydınlatılmaya çalışılacaktır.



Anadilde getirilen talepler temel haklardan olan düşünce ve ifade, adil yargılanma veya haberleşme özgürlükleri kapsamında mı yoksa kültürel haklar kapsamına mı girecektir? Temel hak olarak kabul edildiğinde siyasi hakları ve dolayısıyla ayırımcılık yasağını da beraberinde getirecek midir? Kültürel haklar kapsamında ele alınacaksa bunun sınırları var mıdır? Bu konuda devletin negatif mi yoksa pozitif mi davranış sergileyeceği hususunda düzenlemeler veya içtihatlar bulunmakta mıdır?



Eylül ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tam da bu konuyla bire bir ilgili bir karar almıştır. AİHM; Fransız Polinezyası Meclisine Tahiti Dilinde hitap etme yasağıyla ilgili Sabrina Birk-Levy isimli Fransız vatandaşının başvurusu konusunda 21 Eylül 2010 tarihinde kabul edilemezlik kararını oybirliğiyle almıştır.[4]



Fransız Polinezyası; Güney Pasifik'teki bir Fransız Denizaşırı toprağıdır. Fransız Polinezyası, 27 Şubat 2004 tarihli anayasayla statüsü belirlenen özerk bölgesel yönetim haline gelmiştir. Bu ülkenin kanunlarını oylayan ve Fransa Cumhurbaşkanı’nın feshedebileceği “Fransız Polinezyası Meclisi” adında bir meclisi vardır. Fransız Polinezyası Meclisince seçilen bir başkanı ve meclise karşı sorumlu olan bir hükümeti vardır. Ayrıca, genellikle eski yüksek rütbeli memurlardan meydana gelen bir Cumhuriyet yüksek komiseri de mevcuttur.[5]



Davacı olan Sabrina Birk-Levy 23 Mayıs 2003 ve 13 Şubat 2005 tarihlerindeki seçimlerde Fransız Polinezyası Meclisine üst üste iki defa seçilmiştir.



2005 yılında, Fransız Polinezyası Cumhuriyeti Yüksek Komiseri; Fransız Polinezyası Meclisinde hitapta bulunacakların “Fransızca, Tahitice ya da diğer Polinezya dillerinden birinde yapabilecekleri” konusuna ilişkin bir sınırlama getirilmesini talep etmiştir.



Buna karşın Meclis sözcüsü de; seçilmiş vekillerin, demokratik tartışmalara tam olarak katılım sağlayabilmeleri için kendilerini en fazla vakıf oldukları dilde ifade etmeleri imkânı bulunması gerektiğini savunarak Meclisin faaliyete geçtiği 1945 yılından bu yana teamül gereği Polinezyalı vekillerin hep Tahiti dilini konuştuklarını vurgulamıştır.



Fransa Anayasasının 1. maddesine göre; Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir Cumhuriyettir. Kanun önünde tüm vatandaşlarının köken, ırk ya da din farkını göz ardı ederek eşitliğini temin eder. Tüm inançlara saygılıdır. Yapılanması dağınıktır. Kanunlar seçimle gelinen makamlarda ve görevlerde çalışmanın yanı sıra profesyonel ve sosyal sorumlulukların dağıtılmasında da kadınlara ve erkeklere eşit hak verilmesini teşvik edecektir. Ve yine 2. maddesine göre Cumhuriyetin dili Fransızcadır.



Yine, Fransız Polinezyası’nın özerk statüsünü belirleyen Esas Teşkilat Yasasının 57. maddesi, Tahiti dilini “kültürel kimliğin bir parçası” olarak kabul etse de, Fransızcanın resmi dil olduğunu ve kamu hizmetlerini yerine getirirken kamu hukuk kurumları, özel hukuk kurumları tarafından ve hizmet alan kişilerin de idari yetkililer ve kamu servisleriyle işleri esnasında kullanmalarının zorunlu olduğunu da belirtir.



Buradan hareketle 29 Mart 2006 tarihli Fransız Danıştayı, Fransızcanın Fransız Polinezyası’nın resmi dili olduğunu ve bilhassa kamu hukuku kurumlarınca kullanılmasının zorunluluğunu bildiren, Fransız Polinezyası’nın özerk statüsünü belirleyen Esas Teşkilat Kanununu ihlal ettiği gerekçesiyle, prosedür kurallarının ilgili cümlesinin hükümsüz olduğunu beyan etmiştir.



Bu beyandan sonra davacı Sabrina Birk-Levy 28 Eylül 2006 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. (ifade özgürlüğü), 11. (toplantı ve dernek kurma özgürlüğü) ve 14. (ayrımcılık yasağı) maddelerine dayanarak, Fransız Polinezyası Meclisi vekillerinin kendilerini Tahiti dilinde ifade etmelerinin yasak olduğu konusunda şikâyetlerini bildirerek, Meclis Salonunda Fransızca konuşma zorunluluğunun, hem kendisine hem de her gün Tahiti dili konuşan tüm Polinezya’lılara karşı bir ayrımcılık olduğunu ileri sürmüştür.



Savunma makamı olarak Fransız Hükümeti ise; öncelikle davacının AİHS’nin 10. Maddesinin oldukça geniş yorumlanması talebine karşı çıkmıştır. Çünkü bu maddeden seçilmiş bir vekilin parlamento meclisinde kendini istediği dilde ifade etme hakkını garantilediği çıkarımını yapmanın aşırıya kaçmak olduğunu ifade etmiştir. Fransız Hükümeti bu konuda AİHM içtihadının da konuyla tutarlı olduğunu hatırlatmış ve AİHS’nin yetkisinin böylesi “dil özgürlüğü”nü temin etmediğini vurgulamıştır.[6]



Bu noktada davacı Bayan Birk-Levy ise; AİHS’nin 10. maddesiyle garanti altına alınan ifade özgürlüğünün, seçimle mevki sahibi olanların bir parlamento görüşmesi sırasında, kendilerinin anladığı ve toplumun çoğunluğunun konuştuğu dilde kendini özgürce ifade etmesi hakkını içerdiğini savunmuştur. Buna karşın AİHM ise; AİHS’nin hiçbir maddesinin böylesi bir “dil özgürlüğü”nü bahşetmediğini hatırlatmış ve AİHS’nin özellikle idareyle ilişkilerinde kişilerin, bireysel seçime bağlı dil kullanmalarını teminat altına almadığı görüşünü benimsemiştir.[7] Dahası Sözleşme, seçilmiş bir vekilin, bir mecliste istediği dilde konuşma yapması ve görüşünü ifade etmesi hakkını teminat altına almaz.[8]



AİHM, her ülkenin kendi yasal düzeninin normal olarak işlemesini sağlamayı garanti etme menfaatini hatırlatmış ve Ulusal farklılıklara saygı prensibiyle hareket eden AİHM, herhangi bir parlamentonun çalışma dili konusunda taraf olmak durumunda olmadığını vurgulamıştır. Geçtiği uzun tarihsel ve siyasal süreci dikkate alarak her devlet kendi dil seçimini yapar ve bu devletin kendi egemenlik alanına girer.[9] Uzun tarihi ve siyasi bir sürecin sonunda, Fransız Polinezyası, yukarıda da belirttiğimiz gibi Fransız Anayasasının 74. maddesince yönetilen denizaşırı bir bölgesel yönetim haline gelmiştir ve kendisine çok sayıda yetkinin kullanılması ve yerel kurumların bu kurumsal sisteme uyarlanmasıyla yansıyan belli bir özerklik tanınmıştır. Kendisine ait, Fransız Polinezyası Meclisi adında bir yasama meclisi vardır, bu meclis, Danıştay’a emanet edilmiş bir “özel yargı denetimi”nde söz konusu olan “ülke kanunları”nı kabul etme konusunda yetkilidir. Bu kurumsal statü çerçevesinde özerkliğin sembolü olarak bölgesel dillerin ve Tahiti dilinin statüsü gündeme getirilmiştir. AİHM, yenilenmiş özerklik statüsü getiren 27 Şubat 2004 tarihli 2004-192 sayılı organik yasanın 57. maddesi ile Fransızca’nın resmi dil olduğunu, kamu hukuku görevlileri, kamu yararına bir görev ifa eden özel hukuk görevlileri ve yönetim ya da kamu hizmetleri ile muhatap herkes tarafından kullanılma zorunluluğunu tanımaktadır. Organik yasa, Tahiti Dilini kültürel kimliğin temel bir öğesi olarak tanısa da, AİHM, devletlerin kendi yönetim sistemlerindeki ulusal özelliklerine saygı prensibi çerçevesinde[10] davacının Fransız Polinezyası Parlamentosu’nda Tahiti Dilini kullanabilme hakkı talebinin, Anlaşmanın içeriğinde, bilhassa 10. maddesinde olmadığını belirtmiş ve ihlal talebi incelenmesi konu bakımından uygulama yetkisinde olmadığına ve AİHS’nin 35 maddesi 3 ve 4. fıkrasına ‘e göre reddedilmesini önermiştir.[11]



Yine davacının AİHS’nin 14. maddesinin ihlal edildiği iddiası üzerine, Mahkeme; iddiaya ilişkin olarak AİHS ve Protokollerinin hükümlerinden en az birinin etki alanında olmaması durumunda, 14. Maddenin incelenmesi gerekliliğine yer olmadığını hatırlatmıştır.[12]



Davacının AİHS’nin 14. maddesinin ihlal edildiği iddiası üzerine, Mahkeme; AİHS’nin 10. maddesi açısından ve benzer sebeplerle 35. maddenin 3. ve 4. fıkraları gereğince şikayeti reddetmiştir.



Yukarıda sıralanan gerekçelere dayalı olarak AİHM oybirliğiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.



Görüldüğü üzere AİHM, farklı dil taleplerine yönelik gelen başvurulara ilişkin olarak geçmişte verdiği kararlar bağlamında ülkelerin ulusal farklılıklarına saygı prensibinden hareketle başvuruları reddetmektedir.



Ülkemizle Fransız Polinezyası’nı kıyasladığımızda, bu devlette yüzde 12 civarında Fransız ve dolayısıyla Fransızca, yüzde 66 civarında da Tahitice Dili konuşulmaktadır. Kurulduğu tarih olan 1945’ten bu yana da meclisinde Tahitice yemin edilmekte ve konuşulmaktadır. 2004 yılındaki özerk yasanın kabulü ile birlikte usul uygulaması olan bu durum Fransız Danıştayı tarafından Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş, bu konu AİHM’ne taşınmıştır. Mahkeme gerekçesinde açıkça devletin egemenlik sahasında bulunan resmi dil konusunun mahkemenin yetki alanında bulunmadığını ve dolayısıyla temel haklardan olan düşünce ve ifade hürriyeti açısından incelemede bulunmayı gerektiren nitelikte bulunmaması nedeniyle kabul edilmezlik kararı vermiştir. Referans kararlara da bakıldığında Mahkemenin bu hususta tereddüdünün bulunmadığını görmekteyiz.



Anlaşıldığı kadarıyla anadilde yapılan isteklerin kültürel haklar kapsamında değerlendirildiği, herkese dil yönünden ayırımcılık yapılamayacağı genel ilkesinden hareketle dil ve lehçelerin kültürün bir parçası olduğu kabul edilmekte, hatta bu dillerin yaşatılması için devletlerin pozitif tedbirler alması hususunda öneriler getirilmektedir.



Bu bağlamda ülkemizde 1991 yılında Türkçe dışındaki anadillerin konuşulmasını yasaklayan 2932 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılması ve 2004 yılında “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil Ve Lehçelerde Yapılacak Radyo Ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmelik” Resmi Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle ülkemizde kamu yayıncılığı haricinde farklı dil ve lehçelerde yayın faaliyeti resmen kabul edilmiştir ancak yayınların içeriğinde ve saatler hususunda bir takım sınırlamalar bulunmaktaydı. 3984 sayılı Kanunun 4. maddesine dayalı olarak çıkartılan 2009 tarihli yeni Yönetmelik ile birlikte bu sınırlamalar kaldırılmış, 24 saat esaslı ve konu sınırlaması olmaksızın yayın özgürlüğünün önü açılmıştır. Bu bağlamda bugün farklı dil ve lehçelerde yayın faaliyetinde bulunan 18 özel televizyon ve radyo kuruluşu vardır. Bunların 11 tanesi radyo istasyonu, diğer 7 tanesi de televizyon kuruluşudur.



Türk Anayasalarındaki resmi dil konusuna bakıldığında 1876 Kanun-i Esasi’den günümüze tüm anayasalarda dil konusunda düzenlemeler yer almaktadır. 1876 Anayasası Madde 18’e göre; “Tebaai Osmaniyenin hidematı Devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.” [13] Yine 1923 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun’da madde 2’ye göre “Türkiye Devletinin Dini İslâmdır. Resmî lisanı ise Türkçedir.”[14] düzenlemesi yer almaktadır. Aynı düzenleme 1924 Anayasası’nda da yer almıştır. 1961 ve 1982 Anayasalarında da bu konudaki düzenleme şu şekildedir: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmî dil Türkçedir.”[15]



Bu konuyu ayrıntısıyla düzenleyen ve devrim kanunları içinde yer alan 1 Kasım 1928 tarih 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul Ve Tatbiki Hakkında Kanun”dur. Bu kanuna göre ekli cetvelde bulunan Türkçe alfabe ile yazışmaların yapılması gerekmektedir. Kültürel hak kategorisi altında ifade edilen farklı dil ve lehçelerin konuşulması ve yazılması durumunda ise bu alfabede bulunmayan karakterlerden Q, X ve W gibi karakterlerin kullanımının kanımızca bu dil ve lehçelerin resmi ortamlar dışında yazılması ve konuşulması şartıyla sorun oluşturmayacağıdır. Bunun en güzel örneğini de bugüne kadar özel alana ilişkin gerek İngilizce ve gerekse de Kürtçe yayınlarda kullanılan farklı harfleri gösterebiliriz.



Yine son yıllarda çokça tartışılan bir diğer konu da Türkçe alfabede bulunmayan karakterlerle kullanımıyla isim konması talebine ilişkindir. Bu bağlamda mevzuatımızda genel ahlaka aykırı olmayan ve kamuoyunu incitmeyen isimlerin konulabileceği belirtilmektedir. Elbette burada yukarıda da ifade ettiğimiz 1 Kasım 1928 tarih 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul Ve Tatbiki Hakkında Kanun”un 2 maddesine dayanak oluşturacak ölçüde olmalıdır. Nitekim AİHM içtihatları da bu durumu desteklemektedir. Şöyle ki; Kemal Taşkın ve 7 arkadaşının isim değiştirilmesi işlemini başlatmak amacıyla ilgili Asliye Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunmuşlardır. Mahkeme bu istemi reddetmiş ve dosya Yargıtay’ca onanmıştır. Bunun üzerine davacılar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine AİHS’nin 8. ve 14. maddelerinin ihlal edildiği gerekçesiyle başvuruda bulunmuşlardır. Başvuranların taşımayı talep ettikleri ve (Q), (W) ve (X) harflerini içeren isimlerin yazılmasının yasaklanması, AİHM’nin kanaatine göre, kişinin soyadının veya isminin değiştirilmesine zorlanması gibi örneklerden farklı olarak mutlaka başvuranın özel hayatına müdahale olarak değerlendirilemez.[16]



Benzer şekilde Fransa’da yaşayan Alain Baylac-Ferrer ve Natalie Suarez, yeni doğan çocuklarının nüfus kaydını yaptırırken, ‘Marti’ isminin çocuğun nüfusuna Katalan dilindeki telaffuzu ve harfleriyle kaydedilmesini istemişlerdir. Ancak nüfus memuru ‘i’ harfinin Fransızcada olmayan bir aksanla ‘í ‘ şeklinde farklı yazılmasını kabul etmemiştir. Davacılar da çocuklarına vermek istedikleri ismin Katalan dilinde olduğu ve bunun Fransız makamlarınca kabul edilmediği ve bunun bir ayrımcılık örneği olduğu iddiasıyla iç hukuk yollarını tükettikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne AİHS’nin 8. ve 14. maddesinden başvuruda bulunmuşlardır. [17]



Mahkeme ise 25 Eylül 2008’de aldığı kararda; Marti’ isminin Fransızca haliyle ‘Martin’ şeklinde yazılmasının çocuğun sosyal hayatında ve psikolojisinde minimal düzeyde bir etkisi olacağını ve dolayısıyla çocuğun isminin Fransız yasalarıyla uyumlu şekliyle özel hayatını etkilemeyeceğini belirtmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 35. maddesinin 3 ve 4. fıkralarına göre, 8. maddenin ihlal edildiği iddiasının yersiz olduğu kararına varmıştır.



Mahkeme, ayrımcılık konusundaki 14. maddenin ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak ise; hükümetin koyulmuş olan kuralların bir ayrımcılık yapılmaksızın ülkede yaşayan herkes için geçerli olduğu savunmasını haklı bulmuş, dil birliği amacıyla belli bir dil politikası olmasını objektif ve mantıklı kabul etmiştir. Kaldı ki devletlerin bu konuda geniş bir takdir hakkı da vardır. Bu nedenlerle Mahkeme oybirliği ile başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.



Dolayısıyla herkesin çocuğuna istediği ismi koyabileceği ancak resmi dilde bulunmayan harflerin resmi kayıtlara işlenmesinin uygun olmayacağını, bunun da egemen devletin yetkisinde bulunduğunu belirtmiştir.



Cezaevlerinde anadile ilişkin yaşanan sıkıntılar bağlamında Bakanlar Kurulu 15 Haziran 2009 tarihinde aldığı kararla “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzükte Değişiklik Yapılmasına Dair Tüzük”te değişikliğe gitmiştir. Yapılan yeni düzenleme şu şekildedir; “Telefon görüşmeleri Türkçe yapılır. Ancak hükümlünün, kendisinin veya görüşeceğini bildirdiği kişinin Türkçe bilmediğini beyan etmesi hâlinde, konuşmanın yapılmasına izin verilir ve konuşma kayda alınır. Kayıtların incelenmesi sonucu, konuşmanın suç teşkil etme ihtimali olan faaliyetler için kullanıldığının anlaşılması durumunda, hükümlünün bir daha aynı kişiyle Türkçeden başka bir dille konuşmasına izin verilmez.”



Bu konuya benzer şekilde bir diğer husus ise mahkemelerde anadile ilişkin savunma yapma istemidir. Bu konuda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda 2004 yılında yapılan değişiklikle “Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.” fıkrası eklenmiştir. İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddeside düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında savunmanın elverişli vasıtalarla yapılmasının teminat altına alınması için düzenlemeler getirmiş, buna ücretsiz bir tercüman hizmetinden yararlanmayı da dâhil etmiştir. Son günlerde mahkemelerde anadilde savunma yapma talepleri maksatlı bir şekilde ortaya konulmaktadır. Böylesi taleplerin insan hakları koruma şemsiyesinden yararlanması mümkün gözükmemektedir.



Ülkemiz anayasal düzenleme olarak resmi dil olarak Türkçeyi belirlemiştir. Yurdumuzda resmi dil dışında kürtçe dahil çeşitli diller ve lehçeler bulunmaktadır. Bunların bu dilleri konuşanlar tarafından öğrenilmesi, öğretilmesi daha doğrusu yaşatılması ve saygı gösterilmesi konusunda hiçbir tereddüt bulunmamakta, hatta bu konuda pozitif hukukta düzenlemeler bulunmaktadır. İnsan Hakları Mahkemesi eskiden bu yana resmi dil tercihi ve uygulanması konusunda ulusal devletlerin egemenlik alanında bulunan bu hususa saygı gösterme prensibini defalarca tekrarlamıştır. Bunun temel haklara ilişkin bir konu olmadığı dolayısıyla da ayırımcılık yasağına da konu edilemeyeceğini ifade etmiştir. Bunu tanımlarken de resmi işlemlerden yararlanan kişilerin de bu kurallara uyma zorunluluğu dile getirilmiştir.



Farklı dil ve lehçelerin özel hayatta yaşatılması ve korunmasına yönelik tedbirlerin de kültürel haklar kapsamında bulunduğu tereddütten uzaktır. Gerek yayın yoluyla ve gerekse eğitim yoluyla dillerin yaşatılıp korunması konusundaki düzenlemeler teşvik görmektedir. Bu sene yayınlanan ülkemiz hakkındaki ilerleme raporunda da bu husus kültürel haklar içersinde ele alınmıştır. Cezaevlerinde son yapılan düzenleme öncesinde Kürtçe yazılan tutuklu veya mahkûm mektuplarının anlaşılamadığı gerekçesiyle ailelerine ulaştırılamamasını özel hayatın ve haberleşmenin gizliliği hakkına aykırılık teşkil edeceği konusunda ihlal kararı çıkmıştır.[18]



Yukarıda belirttiğimiz AİHM içtihatları doğrultusunda resmi dil-ana dil tartışmalarının oldukça net bir şekilde ortaya konduğunu görmekteyiz. Egemen devletlerin ulusal farklılıklarına saygı kapsamında görülen resmi dili seçme ve uygulama yetkisine AİHM kabul edilmezlik kararları vererek istikrarını öteden beri korumuştur.





EKLER:



1: Ferrer ve Suarez Fransa’ya Karşı Kararı

2: Ingrida Podkolzina Letonya’ya Karşı Kararı

3: Georges Clerfayt ve Diğerleri Belçika’ya Karşı Kararı

4: Fryske Ulusal Partisi Hollanda’ya Karşı Kararı

5: Pahor İtalya’ya Karşı Kararı

6: Van Raalte Hollanda’ya Karşı Kararı

7: Leeuw-Saint Pierre Sakinlerinden Bir Grup Belçika’ya Karşı Kararı



1




--------------------------------------------------------------------------------

[1]Yazarlar: Mehmet Yılmaz KÜÇÜK, Asena TOPÇUBAŞI, Mehmet ASLAN

05.12.1951 tarih ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanuna göre bu çalışmanın bütün yayın, tercüme ve iktibas hakları Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığına aittir. Bu çalışmanın tamamı ya da bir kısmı ilgili yasanın hükümlerine göre izin olmaksızın çoğaltılamaz, yazılı, sözlü, görsel-işitsel kitle iletişim araçları yoluyla yayınlanamaz, depolanamaz, kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

[2]11/06/2008 tarihinde 14/11/1983 tarih ve 2984 sayılı “Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu” nun 21. maddesinde yapılan değişiklik ile farklı dil ve lehçelerde gerçekleştirilecek yayınların yasal alt-yapısı hazırlanmıştır.

[3] Bu politikalar Avrupa Birliği’nin de ilgisini çekmiş ve 2009 İlerleme Raporu’nda bu konuya değinilmiştir. Avrupa Birliği 2009 Yılı Türkiye İlerleme Raporu. S. 28 http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Ilis...e_rap_2009.pdf

[4]http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight= 39426/06&sessionid=65026003&skin=hudoc-en (18.01.2011)

FRANSIZ POLİNEZYASI MECLİSİNE TAHİTİ DİLİNDE HİTAP ETME YASAĞIYLA İLGİLİ BAŞVURU KONUSUNDA KABUL EDİLEMEZLİK KARARI (Birk-Levy Fransa’ya karşı (Başvuru No: 39426/06)

[5] http://en.wikipedia.org/wiki/French_Polynesia (18.01.2011)

[6] Fransız Hükümeti tarafından vurgulanan ve AİHM içtihatlarında yer alan kararlar şunlardır; ( Leeuw-Saint Pierre sakinlerinden oluşan bir grup Belçika’ya karşı, n°2333/64, 16 Aralık 1968 tarihli Komite Kararı; Fryske Ulusal Partisi Holanda’ya karşı, n°11100/84, 12 Aralık 1985 tarihli Komite Kararı, kararlar ve tutanaklar (DR) 45, sayfa 240; Samo Pahor İtalya’ya karşı, n°19927/92, 29 Haziran 1994 tarihli Komite Kararı.) Kararlara ilişkin geniş bilgiler çalışmanın son kısmında ek-1 olarak verilecektir.

[7] AİHM bu kararı alırken şu kararlara da atıfta bulunmuştur: (Leeuw-Saint Pierre sakinlerinden oluşan bir grup Belçika’ya karşı; Fryske Ulusal Partisi Holanda’ya karşı; Samo Pahor İtalya’ya karşı)

[8] .(Georges Clerfayt ve diğerleri Belçika’ya karşı, n°10650/83, 17 Mayıs 1985 Komite kararı) Bu karar hakkında daha fazla bilgi için ek-1’e bakınız.

[9] (Podkolzina. Letonya’ya karşı, n° 46726/99, § 34, CEDH 2002-II) Kararın geniş bir özeti için bakınız ek-1.

[10] (Podkolzina. Letonya’ya karşı, n° 46726/99, § 34, CEDH 2002-II)

[11] Madde 35

Kabul edilebilirlik koşulları:

3. Mahkeme, 34. madde uyarınca sunulan herhangi bir kişisel başvuruyu işbu Sözleşme ve Protokolları hükümleri dışında kalmış, açıkça dayanaktan yoksun veya başvuru hakkının suistimali mahiyetinde telakki ettiği takdirde, kabul edilemez bulur.

4. Mahkeme işbu maddeye göre kabul edilemez bulduğu her başvuruyu reddeder. Yargılamanın her aşamasında bu karar verilebilir.

[12] (Van Raalte Holanda' ya karşı,21 Şubat 1997, § 33, Koleksiyon 1997-I) Kararın geniş bir özeti için bakınız ek-1.

[13] http://www.belgenet.com/arsiv/anayasa/1876.html ( 18.01.2011)

[14] http://www.anayasa.gen.tr/1921tek.htm (18.01.2011)

[15] http://www.anayasa.gen.tr (18.01.2011)

[16]Kemal Taşkın Ve Diğerleri - Türkiye Davası (Başvuru no: 30206/04, 37038/04, 43681/04, 45376/04,12881/05, 28697/05, 32797/05 et 45609/05)

[17] Farklı Dildeki Yazılışına Göre Nüfusa İsim Kaydedilememesi Konusundaki Başvuruda Kabul Edilmezlik Kararı (Ferrer ve Suarez Fransa’ya Karşı 25 Eylül 2008 Başvuru no. 27977/04)

[18]Nuri Özen and Others v. Turkey 11.01.2011 (applications no. 15672/08, 24462/08, 27559/08, 28302/08, 28312/08, 34823/08, 40738/08, 41124/08, 43197/08, 51938/08 and 58170/08), http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/vi...C1166DEA398649

Ayrıca kararın kısa Türkçe bilgi için bknz. http://www.aa.com.tr/tr/kurtce-mektu...ye-haksiz.html (11/01/2011)

Kaynak:

http://webcache.googleusercontent.co...&hl =tr&gl=tr