Mesajı Okuyun
Old 26-12-2005, 16:19   #26
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Şiddet sadece dayak değildir, cinayet ise sadece cinayettir!

Cumartesi, 24 Aralık 2005

Sibel Astarcıoğlu soruyor: ‘Şiddet nasıl bir döngüye dönüşebilir? Bahanesi ne olursa olsun kadınların yaşam hakkı ellerinden alınırken ‘ben’ ve ‘biz’, nasıl bu döngünün dışında kalabiliriz?

Uçan Süpürge Haber Merkezi- Bir insan hakları ihlali olan kadına yönelik şiddet; güven içinde yaşama ve kadının kendisini bir birey olarak gerçekleştirmesinin önünde ciddi bir engeldir.

Şiddet sadece dayak değildir. Şiddet fiziksel, ekonomik, psikolojik ve cinsel şiddet gibi farklı biçimlerde tanımlanabilir. Ayrıca günümüzde, kadına karşı şiddeti teşhir ederek haber yapma anlayışından vazgeçemediği için kadınların mağduriyetini kamçılayarak haber yapan medyanın kadınlara uyguladığı şiddeti de farklı bir ‘tür’ olarak tanımlamak gerekir.

Şiddete maruz kalmak farkındalıkla ilgili bir durumdur. Şiddetin nasıl tanımlandığı, bizim şiddeti nasıl tanımladığımız, nasıl algıladığımız ve kendi haklarımızın ne kadar farkında olduğumuz, şiddeti engellemenin önündeki en önemli sorulardır.

‘Vücut bütünlüğüne zarar veren her türlü davranış’ fiziksel şiddet olarak tanımlanır. Ruhsal açıdan kişiye acı ve zarar veren her türlü söz ve davranış psikolojik (duygusal) şiddettir. Ekonomik açıdan gelirinizi, malvarlığınızı ve emeğinizi sömüren her tür davranış ekonomik şiddettir. Cinsel şiddet ise, isteğiniz dışında sizi cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel ilişki sırasında size fiziksel ve duygusal açıdan zarar vermek, zorla ters ilişkide bulunmak olarak tanımlanır.

4320 sayılı ‘Ailenin Korunmasına Dair Yasa’da kabul görüldüğü biçimiyle aile içi şiddet ise ‘bir aile bireyinin diğer aile bireylerinden birine fiziksel, sözel, duygusal davranışları kapsayacak şekilde uyguladığı ve bireyin yaralanmasına, sindirilmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziki veya herhangi bir şekilde hareket veya muamele’ olarak tanımlanmaktadır.

T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün, 1997 yılında, 4287 görüşme ve 525 hane ile yapılan derinlemesine görüşmeler sonucunda aile içi şiddetin çok yaygın olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu ailelerin yüzde 34’ünde fiziksel şiddete, yüzde 53’ünde sözlü şiddete rastlanmıştır.

Aslında şiddet söz konusu olduğunda araştırmalar ve bulgulardan önce kişi ve kurumların yaptığı şiddet tanımını gözeterek günlük hayatımızda ne kadar çok şiddete uğradığımızı düşünmemiz gerekmektedir. İzlediğimiz dizilerde bu şiddetin nasıl pekişitirildiğine, kadının haberde, sinemada, iş yerinde, sokakta, araba kullanırken ve günlük hayatın her adımında şiddete maruz kaldığına tanık olmakta ve bizzat bu şiddetin mağduru olmaktayız kadınlar olarak.

Aile içi şiddet ve buna gösterilen tahammül, kadının her alanda söz sahibi olmasının ve güçlenmesinin önünde önemli engeller oluşturmaktadır. Türkiye’de kadınların, şiddeti haklı bir muamele olarak görmemesi için ve şiddet için haklı sebep olamayacağı konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Kadına yönelik her türlü şiddet kadının insan haklarının ihlali olarak yorumlanmalıdır.

Kadına yönelik şiddetin -ki bunu şiddet olarak tanımlamanın bu vahşeti ifade etmeyeceğini bile bile- en uç noktası namus adına işlenen cinayetlerdir. Namus, töre, kıskançlık ya da gerekçesi her ne olursa olsun cinayet sadece ‘cinayet’tir. Kıyafetimize, ilişkilerimize, oturup kalkmamıza, kaşımıza gözümüze karışan zihniyet, kontrol edemedikleri ve edemeyecekleri duygularımıza müdahele ettiklerinde kendi vicdanlarını rahatlatabilmek için işledikleri ya da işleyecekleri cinayetlerin savunmasını da ‘namus’, ‘töre’ gibi kavramlarla yapmaktadırlar.

Melek Ulagay Taylan’ın yönetmenliğini yaptığı ve İsveçli fotoğraf sanatçısı Ulla Lemberg’in de çekimlerinde yer aldığı ‘Karanlıkta Diyaloglar’ belgeselini izledikten sonra bir sosyolog olarak günümüz kimlik sorununu takip eden ve yaşadığımız ‘gerçekliği’ sorgulayan bir insan ve bir kadın olarak soruyorum kendime; şiddet nasıl bir döngüye dönüşebilir, ülkemizde ve dünyada bahanesi ne olursa olsun kadınların yaşam hakkı ellerinden alınırken ‘ben’ ve ‘biz’, nasıl bu döngünün dışında kalabiliriz diye.

Belki hepimize düşen görev kendi öz kardeşlerini, kızlarını, sevgililerini ve eşlerini öldürenlerin kurbanları ile göz göze gelmelerini sağlamaktır. Ne şiddetin herhangi bir biçimine ne de bunun en uç noktası cinayetlere sessiz kalınmaması için yazıyorum. Öncelikle medyanın teşhircilik anlayışından arınması ve hem erkeklerin hem kadınların bu konudaki farkındalıklarının arttırılması gerekmektedir. Ayrıca, şiddetin ve cinayetlerin vuku buldukça değil, sürekli kamuoyunun gündeminde tutulması da bize yol almakta yardımcı olacaktır. TBMM Töre ve Namus Cinayetleri Komisyonu çalışmalarının, bu konudaki belgesellerin, akademik çalışmaların, raporların, kampanyaların, bilinçlendirme toplantılarının daha çok kişiyle paylaşılması ve bu utançtan bir an önce kurtulmak dileği ile ben de sizlerle 8 yıldır yürürlükte olan Ailenin Korunmasına Dair Yasa’yı bir kez daha paylaşmak istiyorum.

Ailenin Korunmasına Dair Yasa, boşanmayı gerektirmiyor, bu sadece özel bir tedbir. Ayrıca ekonomik olanaksızlıklar nedeniyle Avukatlık hizmetinden yararlanamıyorsanız, Ankara Barosu Adli Yardım Bürosu Avukatlık hizmetinden ücretsiz olarak yararlanabilirsiniz. Özellikle, yasa uygulayıcılara da şiddetin sadece fiziksel olmadığını ve kanıtının da sadece Adli Tıp fiziksel şiddet raporu olmadığını anımsatmak isterim. Bu çirkinlikten, bu zihniyetten kurtulmak için cinayete bahanemizin, şiddet kanıtı olarak da mühürlü kağıtlara ihtiyacımızın olmaması gerektiğine inanıyorum.