Mesajı Okuyun
Old 20-04-2007, 14:08   #14
GENÇ HUKUKÇU 88

 
Varsayılan

Sosyal bir varlık olarak birey 'sosyal ödev'le yükümlüdüe.Hukuk sosyal insanın kualıdır.(yasasıdır);çünkü sosyal algılar sosyal insanın gerçekliğidir.‘Sosyal ödev’ öncelikle, bireyin, bireysel benliğini, bilinç düzeyini, mümkün olabilen en üstün formda geliştirme yükümlülüğü olarak kendini hissettirir. Birey, yaşadığı toplumsal koşullar içinde, mümkün olabilen en üstün formda kendisini geliştirmek, yetiştirmek için çaba sarf etmek yükümlülüğü altındadır.19 ‘Sosyal ödev’, bireye, kendi gelişimini sürdürürken, diğer bireylerin, bireysel gelişimlerine engel oluşturmama yükümlülüğü olarak da anlam kazanır. ‘Sosyal ödev’ yükümlülüğü, son aşamada, bireye, toplumsal yaşam gerçekliğine katkıda bulunma yükümlülüğü olarak varlık kazanır. Birey, bu yükümlülük alanı içinde, sahip olduğu tüm fiziksel ve düşünsel yeteneğini, toplumsal yaşam tablosunun ‘olumlu’ bir gelişim süreci göstermesine katkı sağlamak yönünde kullanır. Bu anlamda, birey, sahip olduğu tüm olanakları, öncelikle toplumsal yararlılığı gözeterek kullanmak; bireysel yarara, toplumsal yararlılığı gözeterek ulaşmak, bireysel olanla toplumsal olanı bağdaştırmak yükümlülüğü altındadır. Bireyin sahip olduğu tüm hakların kullanım biçimi, gerçekte onun ‘sosyal fonksiyonu’ olarak somutlaşır.‘Sosyal ödev’, kamusal gücü elinde tutan kamu görevlilerine de, bireylerin fiziksel ve düşünsel gelişimi için uygun koşulların yaratılması, onların gelişimine engel olunmaması, bu amaca yönelik bütün yıkıcı eylemlere karşı çıkılması ve ‘olumlu toplumsal yaşam koşulları’nın oluşturulması yönünde etkin katılımda bulunma yükümlülüğü olarak somutlaşmakta ve bu anlamda bireysel yükümlülükten daha da ağır sorumluluklar içermektedir.Hukuk Kuralının Temeli Davranış Kuralıdır (Hukuk Sosyal Bir Olgudur) :
Nerede bir toplumsal yaşam var ise, orada kaçınılmaz bir şekilde davranış kuralı (sosyal norm) mevcuttur. Davranış kuralı sosyal bir üründür ve daha ziyade o, toplumsal yaşamın kendisidir; topluluk yaşamının varlığı, zorunlu olarak davranış kuralının varlığını da içerir. Toplum ve davranış kuralı bir ve aynı şeydir; davranış kuralı, insanların topluluk halinde yaşaması olgusu sayesinde vardır. Toplumsal yaşam gerçekliği içinde hangi biçim ve içerik altında olursa olsun davranış kuralı mutlaka vardır. Davranış kuralı, insan toplulukları var olduğundan bu yana vardır ve insan toplulukları var olduğu sürece de var olacaktır. Davranış kuralı en ilkel topluluktan en gelişmiş topluma kadar tüm insan toplulukları içinde, basit ya da karmaşık bir yapı olarak daima var olmuştur.20 Bunun içindir ki, bütün davranış kuralları, kaçınılmaz olarak toplumsallıkla işbirliği içinde olmayı öngörür.
Davranış kuralı, toplumsal gerçeklikten doğuyor ve toplumsal gerçekliğin doğasına katkı sağlayan, bireysel yükümlülüklerin yerine getirilmesine olanak tanıyan normlar olarak ve sonuçta bir sosyal olgu olarak varlık ve işlev kazanıyor. Davranış kuralının varlığı, birey için olgusal bir gerçekliktir. Toplumda geçerlilik kazanmış tüm davranış kuralları (informel ya da formel kurallar) sosyal olgunun doğasından çıkan temel ilke üzerinde oluşmuş ve varlık (işlev) kazanmıştır. Bireyin, toplumsal gerçekliğin doğasından çıkan ilkeye uygun davranmak ya da aykırı davranmaktan kaçınmak yönünde oluşan iki yönlü zorunluluğu, davranış kuralını belirliyor. Toplumsal gerçekliğin doğasından çıkan, sadece kuralın ilkesi değil, aynı zamanda kuralın içeriğidir; çünkü toplumsal gerçekliğin doğası, kuralın ilkesini oluşturduğu gibi kuralın içeriğini de belirler. Sonuç olarak, davranış kuralı toplumsal gerçeklikten doğuyor ve toplumsal gerçekliğin doğası üzerinde biçim ve içerik kazanıyor ve toplumsal gerçekliğin yapısında meydana gelen değişime bağlı olarak devingenlik gösteriyor.Hukuk, Toplumsal Yaşam Gerçekliğinin Yapısı ve İşlerliğine Katkıda Bulunmak Ödeviyle Tanımlanmış Bir Sosyal Kurumdur:
Hukuk, bireyin ‘sosyal ödevi’ni gerçekleştirmesi amacına uygun olarak, her şeyden önce bireysel benliğin üstün bir formda gelişmesine, bireysel gelişimi engelleyen, durduran tüm faktörlerin ortadan kaldırılmasına; bireyin, toplumsal yaşam gerçekliğini oluşturan koşul ve değişkenlerin geliştirilmesine katkıda bulunmasına, bu amaçla kamusal görevlerin etkin olarak düzenlenmesine katkı sağlayan; bireysel istek ve özlemlere, toplumsal amaçlara sağladığı katkı ölçüsünde saygınlık (meşruluk) kazandıran; ‘sosyal ödev’in gerçekleşmesi amacına uygun düzenlemeler yapan ve bu amaçla, gerekli olan kural ve kurumları yaratan, kural etkinliğini sağlayan ve sonuçta, toplumsal gerçekliğin doğasından çıkan ilke üzerinde bireysel iradeyi yönlendiren bir sosyal olgu olarak işlev görür.
Hukukun bireysel iradeye yüklediği ‘sosyal ödev’ yükümlülüğü, bir yandan bireyselliğin gelişimine katkıda bulunmak, diğer yandan toplumsal yaşam gerçekliğini oluşturan koşullara ya da bu koşullar içinde yer alan değişkenlere, onların varlığına, gelişimine, süreklilik kazanmasına, kısaca ‘olumlu toplumsal yaşam tablosu’nun oluşumuna katkıda bulunmak yükümlülüğü (ödevi) olarak varlık kazanıyor. Hukukun öngördüğü düzen ile bireysel bilincin istek ve özlemleri arasında bir karşıtlık oluşmuyor, aksine güçlü bir uzlaşma, karşılıklı olarak bir onama bilinci gelişiyor; çünkü, bireysel bilinç, acı ve ızdıraplarını dindirmek ve daha az acı çekme özlemini gerçekleştirmek için ‘olumlu toplumsal yaşam tablosu’nun kaçınılmaz bir gereklilik olduğu bilincine ulaşıyor. Bir yandan bireysellik diğer yandan toplumsallık bilinci, bir paradoks olarak değil, bireyin gerçekliği olarak anlam kazanıyor.