Mesajı Okuyun
Old 20-04-2008, 12:28   #9
Ayşegül Kanat

 
Varsayılan

7.ÖRNEK(C)

Umut Dağıstan / Üst Kattaki Cinler

16 Nisan 2008


1- Bana göre, roman yazmak; sabırla, inatla ve yer yer öfkeyle tuğla üstüne tuğla koyarak sonunu göremediğiniz bir yapıyı inşa etmeye benzer. Onun için, yazma anında olduğu gibi son noktayı koyduğumda da nerede olduğumu bilemem. Elbette değişim kaçınılmazdır. Ama bu A noktasından çıkıp B noktasına varmak gibi bir deneyim değildir. En azından benim için bir tarifi yoktur.

2- Kendimi bir romancı olarak tanımlamak hoşuma gider. Bunun altında pek tabii romanlara olan sonsuz hayranlığım yatmaktadır, bir de çocukluğumda ailede büyüklerin romancılardan kutsal varlıklarmış gibi bahsetmiş olmaları. Ayrıca böylesi bir tanımlamaya (romancı) layık olabilmek için tüm hayatınızı bu tanımın içine sokmanız gerektiğine inanırım.

3- Sadece kendi romanımı değil, okuduğum herhangi bir romanı bile dört cümlede özetleyemem. Size ancak sorunuz karşısında düştüğüm zorluğu özetleyebilirim: Kim bir hayatı dört cümlede özetleyebilir? Üstelik benim romanımda çakışan dört hayat var...

4- Yazmak ve yaratmak başlı başına estetik bir kaygıdır. Okumak ise, beğenelim beğenmeyelim, belki de günümüzde her şeyden çok, politik bir eylemdir. Bir tavır gerektirir. Bir romancı için yazmak ve okumak iç içe geçmiş eylemler olduğuna göre sınırın nerede başlayıp nerede bittiğinin son derece muğlâk olduğunu düşünürüm. Peter Weiss: "Estetik meseleler daima politik meselelerdir," der. Buna kim itiraz edebilir!

5- Elimde bitirmek üzere olduğum, belki de bitirip de ayrılamadığım bir roman var. 80'lerin ilk yarısında geçen bir roman. Dönemin öğrenci hareketlerine katılamayacak ve onları anlayamayacak kadar küçük, ama 12 Eylül rejiminin toplum mühendisliğinden kaçamayacak kadar büyük bir kahramanın ağzından bir roman...

Merkez Kitaplar, 265 sayfa
"Gidiyorum dedim kendi kendime. Aslında, dönüyorum demeliydim. İnsan başladığı yere gitmez, olsa olsa döner. Arabayı çalıştırmadan önce derin bir nefes alıp, ikinci katın penceresine bir kez daha baktım. Güzin'in beni yolcu etmek için pencereye çıkmayacağını bildiğim halde, bakmaktan kendimi alamıyordum. Oysa eşimin pencereye çıkıp çıkmaması, bir süredir benim için bir şey ifade etmiyordu. Elim direksiyonda, ona veda etmek için değil, ihtiyacım olan cesareti kazanmak için bekliyordum. Birden, yatağında her şeyden haberiz uyuyan oğlum aklıma geldi. Can, akşam yatmadan önce, ne kadar kalacağımı sormuştu, ben de son zamanlarda en çok sığındığım yanıtı vermiştim: "Bilmiyorum." Eskiden daha çok şey bilirdim. Kontağı çevirip gaza yavaşça bastım. Sağımda solumda apartmanlar hareket etmeye başladığında hiçbir şey hissetmiyordum artık. Tamamen boşluktaydım. Dün gece aramıştı İpek. Elimde aylardır bitiremediğim bir kitapla televizyonun karşısında uyukluyordum. Sesi her zamanki gibiydi, ya da bana öyle gelmişti. Konuyu fazla oyalanmadan babama getirdiğinde, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamış, bana aldırmadan televizyon izleyen Güzin'e bakmıştım. Eskiden onun televizyona düşkünlüğünden rahatsız olurdum.