Mesajı Okuyun
Old 16-05-2021, 20:35   #3
av.İzgi

 
Varsayılan

Tesekkür ediyorum.Sayın meslektaşım.

Benzer konuda Yargıtay HGK. da hak düşürücü süre yönünden davanın reddine karar vermiş.

Ancak bu 7 günlük hak düşürücü süre yönünden verilen red kararları, bizim olayımızda olduğu gibi kötü niyetli şirket sahiplerinin borcun gerçek sahibi olan şirket sahiplerinin kısa yoldan borçtan kurtulmalarına neden olmaktadır.

Şirkette tebligatı alan şirket çalışanı şirket sahibinin talimatıyla veya unutarak vekalet verilen kişiye tebligatı vermediği durumda büyük mağduriyet yaşanmasına neden olunmaktadır.

Bu kişiler kuruma müracat ettiğinde sırf vekaletnamede bordro düzenlemeye yetkili ibaresi bulunduğu için gerçek borçlu gibi sorumlu tutulmaktadırlar.


T.C YARGITAY .Hukuk Genel Kurulu Esas: 2007/ 21-623 Karar: 2007 / 717 Karar Tarihi: 03.10.2007


ÖZET: Ödeme emrinin iptaline yönelik eldeki davanın hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığının öncelikle belirlenmesi zorunludur. Eğer hak düşürücü sürede açılmadığı saptanırsa esasa yönelik inceleme yapılmaksızın davanın anılan nedenle reddine karar verilmelidir. Hak düşürücü süre içerisinde olduğunun belirlenmesi halinde ise sınırlı itiraz nedenleri dikkate alınarak yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucunda karar verilmesi gerekir.


(506 S. K m. 79, 80) (6183 S. K m. 55, 58, 79) (2004 S. K m. 72) (HGK. 10.04.2002 T. 2002/21-201 E. 2002/297 K.) (HGK. 24.03.2004 T. 2004/10-164 E. 2004/170 K.) (HGK. 26.04.2006 T. 2006/21-198 E. 2006/249 K.)

Taraflar arasındaki ödeme emrinin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri Birinci İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.12.2003 gün ve 1654-1062 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Yirmi birinci Hukuk Dairesi'nin 22.03.2004 gün ve 2387-2758 sayılı ilamı ile, (...Dava, davalı Kurum tarafından re'sen tahakkuk ettirilen, prim aslı ve gecikme zammına ilişkin 22.03.1999 tarih 922704 sayılı ve 22.03.1999 tarih 022705 sayılı ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkindir. Mahkemece istemin kısmen kabulüne karar verilmiş ise de bu sonuç dosya içeriğine, usul ve yasaya uygun bulunma*maktadır.

Gerçekten, mahkemece bozma sonrası yaptırılan bilirkişi incelemesinde dava konusu olmayan idari para cezalarının yerinde olduğunun tartışıldığı ve bu doğrultuda davanın kısmen kabulü kısmen reddi yolunda hüküm kurulduğu görülmektedir.

Oysa dava, prim aslı ve gecikme zammı tahakkukunun iptali istemine ilişkindir. Kayseri Sigorta İl Müdürlüğü'nün mahkemenin 23.10.2001 tarihli müzekkeresine verdiği 07.04.2001 tarihli yazı içeriğinden davacının dava konusu ödeme emirlerine Kurum ünitesine itirazda bulunmayan bu borcun idari aşamada kesinleştiği davanın niteliği itibariyle menfi tespit davası olduğu açıktır.

Davalı idarenin, prim aslı ve gecikme zammı tahakkuk ettirme ge*rekçesi, davacının sigortalı olarak çalıştırdığı Muzaffer ve Tuncer'in ayda 30 gün çalışmış olmalarına rağmen 15'er günlük çalışmalarının bildirilmemesine dayanmaktadır. Davacının imzasını taşıyan 05.02.1999 tarihli teftiş tutana*ğında adı geçen işçilerin çalışmalarının sürekli olmalarına karşın vergi ve sigorta primlerinin çok olması sebebiyle her ay 15 gün çalışılmış gibi belge düzenlendiği, yine işçi Muzaffer imzasını taşıyan 04.02.1999 tarihli tuta*naklarda fırındaki çalışmasının devamlı olduğunu bildirdiği görülmektedir. Aynı işçi Muzaffer, 19.10.1999 tarihli celsede tanık olarak verdiği ifadede ayda 15 gün çalıştığını belirterek 04.02.1999 tarihli tutanak ifadesiyle çelişmiş, ancak bu çelişki mahkemece giderilmemiştir.

Mahkemece bu durumda yapılacak iş; davacı tarafından yapılan fırın işletmeciliğinin devamlılık arz eden işlerden olduğu ve müfettiş tutanaklarının aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan belgelerden olduğu da gözetilmek suretiyle adı geçen işçilerin ayda 30 gün mü yoksa 15 gün mü çalıştıkları doğru olarak saptamalı ve buna göre tahakkuk ettirilen prim aslı ve gecikme zammının yerinde olup olmadığı tespit edilerek sonucuna göre hüküm ver*mekten ibarettir.

O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görü*şüldü:

Dava, prim ve gecikme zammına dayalı bulunan ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, sigorta müfettiş tutanağının gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle, idari para cezalarını irdeleyen bilirkişi raporu dayanak alınarak istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire'nin yukarıda yazılı bozma kararı üzerine, davanın dayanağını oluşturan ödeme emirleri, tebligat evrakı ve ilgili diğer belgeler dava dos*yasına katılmaksızın; sigorta müfettişi raporunun yok hükmünde olduğu, buna dayalı işlemlerin ise iptalinin gerekeceği belirtilerek önceki hükümde direnilmiştir.

Davacıya ait fırın işyerinde sigorta müfettişince yapılan 14.12.1998 tarihli yerel denetimde, iki sigortalı yönünden Kuruma eksik prim gün sayısı bildirildiğinin rapor edilmesi üzerine, bildirilmeyen sürelere ilişkin bildirge ve bordroların verilerek, primlerinin ödenmesinin istendiği, anılan belgelerin Ku*ruma verilmesine karşın, primlerinin tamamının ödenmediği uyuşmazlık ko*nusu değildir.

Fiilen ya da işyeri kayıtlarından çalıştığı tespit edilen sigortalılara ait Kuruma verilmesi gereken belgeler, yapılan tebligat üzerine bir ay içerisinde verilmemesi ya da eksik verilmesi hallerinde Kurum tarafından resen dü*zenlenerek, bu süreye ilişkin sigorta primleri işverenden istenmekte, işverenin, tebliğ edilen prim borcuna karşı Kurum ünitesine bir ay içinde itiraz hakkı bulunmaktadır. İtirazın reddi halinde ise, bir ay içinde yetkili mahkemeden Kurum işleminin iptali istenebilmekte, ne var ki, yetkili mahkemeye başvuru prim borcunun takip ve tahsiline engel teşkil etmemektedir (506 sayılı Kanun m. 79/7-8).

Belirtilen yasal yöntem uyarınca, süresinde Kuruma itiraz edilmemesi ya da itirazın reddedilmiş olması hallerinde tebliğ edilen prim borcu idari aşa*mada kesinleşmiş olmaktadır.

Primlerin ödenmesini düzenleyen 506 sayılı Kanun'un 80. maddesinde, 01.12.1993 gün ve 3917 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile yapılan değişiklik uyarınca, Kurum alacaklarının takibinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri geçerli kılınmıştır. Prim borçları, bu düzenleme ile kamu alacağı derecesine getirilerek, takip ve tahsilinde icra ve iflas hukukuna göre çabukluk ve sadelik sağlanmak istenmiştir.

Davanın yasal dayanağını 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58. maddesi oluşturmaktadır.

Anılan madde ile, Kurum alacakları için 6183 sayılı Kanun'un 55. maddesi hükmü uyarınca düzenlenip tebliğ edilen ödeme emirlerine karşı 7 gün içerisinde dava açabilme olanağı bulunmaktadır.

Ödeme emrinin iptali istemine ilişkin olarak anılan maddeye dayalı açılacak dava menfi tespit niteliğinde olup, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödendiği veya zamanaşımına uğradığı iddiaları dışında başka bir itiraz nedeni ileri sürülemeyecektir.

İtiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.04.2002 gün ve 2002/21-201-297, 24.03.2004 gün ve 2004/10-164-170 sayılı kararları). Hak düşürücü süre, niteliği itibariyle bir itiraz olup sonuçlarını kendiliğinden meydana getirir, resen göz önünde tutulmalıdır.

Kamu alacağına ilişkin olarak anılan madde kapsamında öngörülen menfi tespit davası dışında, yeni ve ayrı bir menfi tespit davası açılmasına anılan kanun hükümleri cevaz vermemektedir. Zira, tahsil edilmesi istenen alacak, kamu alacağı niteliğinde imtiyazlı olup sürüncemede kalması önle*nerek, hızla tahsili sağlanmak istenmektedir. 6183 sayılı Kanun'da, İcra ve İflas Kanunu'nun 72. maddesine koşut bir hükme yer verilmemiş bulunması karşısında, Yasada öngörülen 7 günlük itiraz süresini geçiren kamu alacağı borçlusu, aynı konuda yeni bir menfi tespit, istirdat davası açamayacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 26.04.2006 gün ve 2006/21-198 Esas, 249 Karar sayılı kararı).

6183 sayılı Kanun ile menfi tespit davasına, Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczini düzenleyen 6183 sayılı Kanun'un 5479 sayılı Kanun ile değişik 79. maddesinde üçüncü şahıslar yönünden yer verilmiş ise de, bu olanak, kamu alacağı borçluları yönünden tanınmamıştır.

Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular dikkate alındığında; ödeme emrinin iptaline yönelik eldeki davanın hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığının öncelikle belirlenmesi, hak düşürücü sürede açılmadığının sap*tanması halinde esasa yönelik inceleme yapılmaksızın davanın anılan nedenle reddine karar verilmesi, hak düşürücü süre içerisinde olduğunun belirlenmesi halinde ise 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesinde belirtilen sınırlı itiraz nedenleri dikkate alınarak yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucunda karar verilmesi gerekmektedir.

Yerel mahkemece, tanımlanan yasal yöntem izlenmeksizin idari para cezalarına ilişkin değerlendirme öngören bilirkişi raporu dayanak alınarak, kesinleşen idari para cezalarının mahsubu sonucunda direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde peşin harcın geri verilmesine 03.10.2007 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Bu kararda da belitildiği üzere ayrı bir menfi tespit davası açılamayacak.

Bu tür mağduriyetlerde nasıl bir yol izlenebilir. Konuyla ilgilenen meslektaşlarıma teşekkür ediyorum.