Mesajı Okuyun
Old 26-08-2006, 18:09   #3
ibreti

 
Varsayılan

Selim Balku arkadaşımızın söylediklerine ekliyorum;


1)
Alıntı:
Anne okur yazar olmayıp parmak izi ve mühür kullanmaktadır.
denilmektedir. Bir kere annenin kullandığı mühürün Noter tescil belgesi olması gerekir. Bu tür mühürler kazıttırıldıktan sonra noterde, iki tanık huzurunda kişinin imza sirküleri hazırlattırması gibi tescil edilir. Kişinin tapu işleminde mühür kullanabilmesi için tescil belgesini de ibraç etmesi gerekmektedir. Buradan hareketle "anne adına sahte mühür kullanılır iken TESCİL BELGESİNİ aramayan tapu memurunun ap açık ihmali vardır" denilebilir. Buradan hareketle de hazinenin ap açık sorumluluğu vardır.

2) Taşınmazın maliki dışında birisi tarafından sahte belgelere dayalı olarak satılması ile mülkiyet alıcıya geçmez. Ancak, ortaya YOLSUZ TESCİL cıkar. Bu şekilde lehine yolsuz tescil sağlanan kişi iyi niyet iddiasında bulunamaz. Buradan hareketle de bu kişiler aldıklarını sahibine iade ile mükelleftir. Bu kişiler adlarına yolsuz olarak tescil edilen taşınmazları üçüncü kişilere satarlar ise, taşınmazın bu şekilde devrinden dolayı taşınmazın asıl malikinin maruz kaldığı zararı da tazmin ile mükelleftir. Çünkü, kendilerine ait olmayan bir malı sattıkları ap açık ortadadır. Diğer yandan HAK SAHİBİ OLMAYAN SAHTE KİMLİK VE İMZA KULLANAN BİRİSİNDEN TAŞINMAZ SATIN ALMAK İLE KENDİ KUSURLARI dahi mevcuttur.

3) Sahte begelere dayalı satış ile adına yolsuz tescili sağlayan kişilerin üzerlerine aldıkları tapuları 20-25 gün gibi fasılalarla başkalarına devrettikleri ortadadır.

Peki;
İlk sahte satış işleminde alıcıların kimlikleri tapuya doğru beyan edilmiş mi?
a) Şayet alıcıların kimlikleri de sahte ise;
Yolsuz tescile dayalı olarak taşınmaz satın alan 3.kişiler de iade ile mükelleftir. Çünkü, bunlar da sahte malikten taşınmaz satın almış olup, bunların adına sağlanan tescil dahi YOLSUZ TESCİL hükümlerine tabidir ve TAPUYA GÜVEN İLKESİNDEN yararlanamazlar.

b)Şayet tescil yolsuz olmasına rağmen kişi gerçek ise;
Bu kişiden taşınmaz satın alan 3.şahıs İYİNİYETLİ OLMASI HALİNDE tapuya güven ilkesinden yararlanır. Ancak, buradaki iyi niyet iddiası ŞEKLİ ANLAMDA İYİNİYET olmayıp, gerçek anlamda İYİ NİYETLİ OLAN KİŞİ bu mülkiyeti kazanır.

Sorun şu;
Kişinin gerçek anlamda iyi niyetli olup olmadığı nasıl tespit edilecek?

-Bir kere hayatın olağan akışına göre KİŞİLER ÖMÜRLERİ BOYUNCA ELDE ETTİKLERİ TASARRUFLARI İLE ZAR ZOR ALDIKLARI TAŞINMAZLARI ALDIKLARINDAN 15-20 GÜN SONRA ELDEN ÇIKARMA lüksüne sahip değildir.

-Taşınmaz gerçek değerinden alınmış mıdır? Bu durum keşif ve bilirkişi incelemesi ile tespit edilebilir.

-İyiniyet iddiası ile tapuya güven ilkesinden yararlanmak isteyen alıcı o taşınmazı satın alma kudretine sahip midir? Kişi vergi mükellefi midir? Bankalarda o nispette parası var mıdır?

-Satıcı ile alıcı arasında satıştan önce, hatta ilk satıştan önce bir irtibat var mıdır? (Hadise bir dolandırıcılık olayı olduğuna göre, son alıcının telefonlarından ve sosyal çevresinden başlayarak, ilk sahte satıcıya doğru veri araştırması yapabilir ve bu halde kişiler arasındaki organik bağlar ortaya konulabilir)

-Taşınmazı kim kullanmakta, semerelerinden kim istifade etmektedir? Bu durumun mahallinde yapılacak keşifte komşu taşınmaz maliklerinden, orada çalışanlardan sorularak tespiti gerekmektedir. Hayatın olağan akışına göre mal sahibi taşınmazından istifade eder..

-Satıcı ve alıcı taşınmazı somut olarak gösterebiliyorlar mı? Hayatın olağan akışına göre herkes alıp-sattığı yeri fen memuruna ihtiyaç olmaksızın en genel sınırları ile gösterebilir..

İyi bir inceleme ve gözlem ile bu soruları çoğaltmak mümkün.
Her biri araştırılması gereken hususlar..

--
Şimdi hangi Mahkeme buna ilişkin nasıl bir araştırma yapacak? Ya da MUVAZAA NASIL ARAŞTIRILIR diye soralım?
Bu konuda sunulu içtihat epey ayrıntılı...

HD 01 Esas : 2001/008063 Karar: 2001/009169 Tarih: 14.09.2001

* MUVAZAA
* TAPU İPTALİ VE TESCİL
* İYİNİYET


Tapulu taşınmazların intikallerinde, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyiniyetli olup olmadığının tespiti önem taşımaktadır. Çünkü bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için değerli ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşılaşan malik bulunmaktadır. İyiniyet yönünden yapılması gerekli araştırmanın önemli olması nedeniyle, eksik bir soruşturma ile davanın reddedilmesi hatalıdır.

(818 s. BK. m. 18) (743 s. MK. m. 931, 901, 902, 2)

(YİBK. E: 1990/4, K: 1991/13, 08.11.1991)

Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tescil davasının yapılan yargılamasında Mahkemece davanın reddine dair verilen karar, davacı vekili tarafından duruşma istemli temyiz edilmekle duruşma günü olarak saptanan 14.9.2001 Cuma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Necati Keskin ile temyiz edilen Hüseyin Güney vekili Avukat Ahmet Dökmeci, Kemal Sarıkadıoğlu vekili Avukat Levent Baltanoğlu, Emin Hatipoğlu vs vekili Avukat Salih Güven ve Ayşe Gemici vekili Avukat Tevfik Aşlama geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen Şevki Mütevellioğlu gelmedi duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı, bilahare dosya incelenerek gereği düşünüldü;

KARAR

Birleştirilerek görülen her iki dava da Borçlar Yasasının 18. maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.

Toplanan delillere ve tüm dosya içeriğine göre çekişmeli taşınmazların miras bırakan tarafından mal kaçırmak amacı, ile bir başka anlatımla muvazaalı biçimde 5 kızına devredildiği sabittir. Ancak, eldeki dava görülürken davaya konu taşınmazlar üçüncü kişilere aktarılmış bunun üzerine dava onlara teşmil edilmiştir.

Bu durumda, satın alan(sonradan edinen) davalılar için Medeni Yasanın 931.maddesi hükmünce eksiksiz bir soruşturma yapılması gerektiği kuşkusuzdur.

Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir?. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 901 ve 902 tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 931. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuruysa bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 931.maddesinde aynen "tapu sicilindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet veya diğer bir ayni hakkı iktisap eden kişinin bu iktisabı muteber olur" şeklinde yer almış aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 932.maddede başka bir ifade ile tekrarlanmıştır.Söz konusu maddeye göre tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen - tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir.

Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima gözönünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötüniyet iddiasının def´i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara- alınacağı -ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/13 sayılı inançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Hal böyle olunca, iyi niyet yönünden bir araştırma yapılması, bu yönde yanların bildirecekleri tüm delillerin toplanması ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek davanın reddedilmesi doğru değildir.


Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK´nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA alınan peşin harcın ,temyiz edene geri verilmesine 16.5.1995 tarihinde yürürlüğe giren av. ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 65.000.000 TL duruşma av. parasının temyiz, edilenden alınmasına 14.09.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Kaynak={Corpus Arşiv No:1-18}

(C) 2000, Corpus, CD-Medya