Konu: Kaptan
Mesajı Okuyun
Old 11-02-2009, 11:17   #3
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan Adem

ADEM


Çocukluğundan beri buralarda Adem. Kimse annesini, babasını anımsamıyor. Sanki kundaktayken balıkçı barınağına bırakılmış gibi, buraya ait. Herkesin işine koşar; ağ onarır, tekne temizler, sandıklara balık doldurur, balıkla dolu sandıkları taşır, balıkları boşaltılmış sandıkları taşır, teknede adam eksikse tamamlar ve daha bir çok iş. Kimseden para istemez ama kimse de O'nun emeğini boşa çıkarmaz. Etliye sütlüye karışmaz, pek konuşmaz. Her zaman güleryüzlüdür, saygılıdır. Balığa ve denize ilişkin bir konu oldu mu, kolay öğrenir ama bunlar dışında sanki birkaç tahtası eksik gibi davranır. Kışın barınakta, yazın teknelerin birinde yatar. Gece en geç O uyur, sabahları en erken O uyanır. Yaşı... Yaşını tam bilmiyoruz ama kırkların sonlarında olmalı. Esmerin de karası, zayıf, orta boylu bir ademdir Adem.

Bugünlerde ağzı kulaklarında Adem'in. Kaptan ortadan kaybolunca, tekneyi O'na verdiler. Çok şaşırdı Adem. Bırakın tekneyi, giysileri dışında hiçbir şeyi olmamıştı bugüne dek. “Kaptan'ın tekneyi sana veriyoruz Adem. İyi bak. Kaptan gelince geri vereceksin, tamam mı? Balığa çık. Bir başıma yetemem dersen, bir çocuk tut. Ama her balıktan gelen paranın yarısını tekne payı olarak sakla. Anladın mı Adem?” demişlerdi. Anlamamıştı Adem, kafası karışmıştı. Aklından geçen sorulara yetişemiyordu: Kaptan neredeydi? Tekneyi temizlemesini mi istiyorlardı, balığa çıkmasını mı? Tekneyle balık tutarsa, tamam balıklar kasalarla gidiyordu, sonra herkese para geliyordu; artık O'na da mı para gelecekti? Paranın yarısını nasıl ayıracaktı; hesaplayamazdı ki. Kalan parayı ne yapacaktı? Tekneyi kaç günlüğüne veriyorlardı?

Adem'in aval aval baktığını, gözlerinin kocaman açıldığını, kekeleyerek sorular sorduğunu görenler, durumu anlamadığını sezip, yeniden ve her seferinde daha da basitleştirerek anlattılar. Sonunda Adem şunu anladı: Kaptan'ın teknesi, Adem'in teknesi olmuştu artık.

Sevindi Adem. Daha önce böyle bir olay başına gelmediğinden, sevincini de kendince yaşadı: Bir koşu gidip, Arap'ı yakaladı, getirdi barınağa. Arap, hepimizin kedisiydi. Anadan kıza geçen bir addı aslında bu; 5-6 yavru yapmış, doğurduktan sonra ölmüştü. Güzel yavruları birileri alıp gitmiş, geriye iki kapkara yavru kalmıştı. Ne kadar beslemeye çalışsak da daha bir ay dolmadan yavruların erkek olanı ölmüş, bu kapkara kıza da anasının adı verilmişti. Adem sevincini Arap'la paylaşıyor, kediyi hoplatıp duruyor, “Arap da benim olsun” diye ortalığı inletiyordu. Adem'in neyi kutladığından habersiz Arap, eline bir pençe atıp viyaklayarak kaçınca, bir teknenin sahibi olabileceğini ama kedilerin özgür olduğunu öğrendi Adem.

O gece balığa Adem de çıktı. Her teknede iki üç kişinin yaptığı işi tek başına yaptı, kıyıya döndüklerinde herkes gibi balığını kasalara dizdi ve tüm kasaları kamyonete yükledi. Balığın parası akşama gelecekti. Herkes gidip evinde uyuduysa da Adem tekneden ayrılmadı. Bir kediyi, bir köpeği, bir bebeği sever gibi tekneyi sevdi. Okşuyor, öpüyor, tekneyle konuşuyordu. “Adem'in üç gram aklı vardı zaten, şimdi kaldı iki.” deyip güldü çevredekiler.

Her gün tekneyi temizliyor, parlatıyor; öğleye doğru barınakta yaptığı tarhanayı, çorbadan sonraki çayını teknede içiyordu. Yusuf ustanın teknesinin boyandığı gün, Yusuf'un oğluna bir paket sigara aldı, O da Adem'in tekneye bir isim yazdı: “Holberi”. Kimse bunun anlamını bilmiyor, sorduklarında Adem de söylemiyor, kaçıyordu. Birkaç gün sonra bunun “Halle Berry” olduğunu, Adem'in televizyonda gördüğü aktriste fena halde tutulduğu ortaya çıktı.

Durum açıklığa kavuşunca Adem'in Halle Berry'ye olan aşkı herkesin alay konusu oldu. Her kafadan bir ses çıkıyor, ikisinin de koyu esmerliğinden tutun da, aktristin filmlerde öpüşmesini Adem'in kıskanıp kıskanmayacağına varıncaya dek bir çok şaka yapılıyordu. Adem – yazık – köşeye siniyor, utandı da kaçtı demesinler diye dışarı çıkamıyor, suratı, ölçülse gerçekten bir karış, şakalara cevap da veremeden öylece duruyordu. Sonunda konu gelip, tekneye yanlış yazılan adın nasıl değiştirileceğine dayandı. Herkes “Holberi”nin yanlış olduğunu biliyorsa da, doğru yazılışını kimse bilmiyordu. Ocakçı Ahmet, eski gazeteleri tarayıp doğrusunu öğrenmeyi önerdi. Kafa sallamalarla onay gören bu öneri, aslında zorlu bir işti; kimbilir hangi gazetede aktristle ilgili haber vardı. Bu arada Musa Dayı, Adem'le evlendiklerinde kadının soyadının değişeceğini söyleyip güldü. Öyle bir şey olsa acaba “Çorapçı” soyadı yakışır mıydı Halle'a? Musa Dayı'nın gülüşü yayıldı, barınağı sardı. Ve o zaman Adem, bu konu açıldığından bu yana ilk kez kafasını kaldırıp herkese tek tek baktı, üstüne basa basa iki şey söyledi: “Teknedeki yazı da öyle kalacak, evlenince karısının soyadı da.” Sonra kalktı, çıkıp gitti. Herkes öyle bakakaldı ardından. Bu adam gerçekten aşıktı!

Kaptan ortadan kaybolalı altı ay kadar olmuştu. Adem tekneyi tamamen benimsemiş, artık aynı adlı sevdasının kendi dünyasındaki yansıması gibi, tüm zamanını teknede geçirmeye başlamış, bir tek, koluna takıp dolaştırmadığı kalmıştı. Bizlerin alay etmeleri kesilince Adem suskunluğunu bozmuş, böylece bize yeni eğlenceler çıkarmıştı. Hiçbirimiz farkına varmamıştık ama Adem kadının tüm filmlerini izlemiş, gazetelerde ne kadar fotoğrafı çıkmışsa hepsini kesip saklamış, okuması olmadığı için aktristle ilgili tüm yazılanları garson Mecit'e ya da Yusuf Usta'nın oğluna okutmuş, neredeyse hepsini ezberlemişti. Halle Berry ile ilgili konuşurken artık utanıp susmuyor, şakalarımıza yaz yağmuruymuş gibi katlanıyor, bilgisini ortaya sererek bizim cahilliğimize dudak büküyor, bizi de hayrete düşürüyordu. Yalnızca Halle Berry değil, aynı filmde rol almış erkek oyuncular hakkında da bilgisi sonsuzdu. Fimlerde Halle Berry'nin eşi ya da sevgilisi rolündeki aktörlerin “rol icabı” öyle davrandığını gözleri parlayarak anlatıyor, kıskandığı anlaşılmasın diye telaşla, o aktörlerin ne gibi ödüller aldığından bahsediyor, sözlerini her seferinde “artistlerin işi bu” diye bitiriyordu.

Lodosun teknelerimizi dalgakıranın korumasına hapsettiği, ağ onarıp, üçer beşer metre mesafeden birbirimizle bağıra bağıra gevezelik ettiğimiz bir Nisan günü Adem, Yusuf Usta'ya yaklaşıp, “tekneye kaç paralık mazot koyarsa Amerika'ya gidebileceğini” sordu. Soru hepimizi şaşırttı. Adem, doğanın kafasındaki yerlerine koymayı unuttuğu birkaç çıta yüzünden askere bile alınmamış, bu kentten hiç çıkmamış, deniz diye Marmara'nın üçte birininden fazlasını bilmeyen biriydi; Amerika'ya gitme düşleri mi kuramaya başlamıştı şimdi de?

Kimse dalga geçmedi, çünkü Adem'in canına malolabilecek tehlikeli bir şaka olurdu. Yusuf Usta'ya baktı herkes. Yusuf Usta, sanki bu yaşına dek omuzlarına bundan ağır yük yüklenmemiş gibi, hemen yanıt vermedi, düşündü. Eliyle işaret edip oğlunu çağırdı ve “hani abinin atlası var ya, onu kap gel” dedi. Ercan fırladı. Herkesin işi bırakıp kendisine baktığını görünce, ocakçıya seslendi Yusuf Usta: “Taze çayın var mı Ahmet?”

O kalkınca bizler de ayaklandık ve hep beraber barınağın kapalı kısmına geçtik. Yusuf Usta'nın yanına sadece Adem'i oturtup, sandalyelerimizi çekerek etraflarına yerleştik. Yusuf Usta, gelen çayı yudumlarken “Ercan gelsin hele bir.” dedi ve yeniden suskunluğa büründü. Adem, sabırla bekliyor, belki Yusuf Usta'nın hesap yaptığını düşünüyor, Ercan'dan istediği atlas denen şeyin de, bu hesaba yardımcı olacak bir alet olduğunu sanıyordu. İkinci çayları bitirmeden Ercan çıkageldi, elindeki ince ama geniş kitabı babasına uzattı. Yusuf Usta'nın yüzü gevşedi, dudakları kıvrıldı, perde indiğinde geçirdiği ameliyattan sonra huy edindiği göz seğirmeleri kesildi.

Kitabı karıştırdı Yusuf Usta ve tam ortasında, iki sayfayı dolduran dünya haritasını açıp Adem'e doğru çevirdi; işaret parmağını birkaç kez vurup haritada küçücük görünen Marmara Denizi'ni gösterdi: “Bak bizim balığa çıktığımız deniz bu.” Sonra diğer eliyle Amerika kıtasının olduğu yeri sıvazladı “Amerika da burada.”

Adem'e baktık hepimiz; ilk anlatılışta anlaması güçse de, yüzünün aydınlanışından umutlanmıştık. Adem, serçe parmağını Marmara Denizi'nin üstüne koydu, karışını açıp başparmağını da Amerika tarafına getirdi ve sevinçle bağırdı: “Bu kadar yakın ha!”


Cengiz Aladağ
11.02.2009