Mesajı Okuyun
Old 27-04-2009, 21:03   #75
Gemici

 
Varsayılan Kişi Onuru'mu, ne olduğu tam olarak belli olmayan muğlak kavram Kamu Yararı mı?

Kişi Onuru mu, ne olduğu tam olarak belli olmayan muğlak kavram 'Kamu Yararı' mı?

Bu forumda Sizce kanunlar kişi yararını mı , kamu yararını mı korumalıdır? başlığı altında yürütülen tartışmaya Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç Mahkemenin 47. Kuruluş Yılı Törenini açış konuşması ile son noktayı koymuş oldu. Son noktayı koydu dememe bakmayın, bu son noktadan sonrada birileri çıkıp 'son nokta daha konmadı, son noktayı ben koyacağım' diye yazabilir ve yazacaktır da. Sayın Haşim Kılıç'ın koyduğu nokta buna rağmen son nokta olarak kalacaktır. Çağdaş hukuk açısından son nokta!


Alıntı:
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ'ın 47. Kuruluş Yılı Törenini Açış Konuşması:

'...Demokratik anayasaların en önemli işlevi, siyasi iktidarı etkili bir şekilde sınırlandırmak suretiyle bireyin hak ve özgürlüklerini korumaktır. Esasen, anayasaların bu işlevi, toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olan özgürlük ve otorite arasındaki denge arayışının sonucudur. Gerçekten de bireysel özgürlükler, ancak otoritenin kullanım alanının hukuk kurallarıyla belirlendiği ve sınırlandığı durumlarda güvence altına alınabilir. Tarih, sınırlandırılmayan iktidarın hak ve özgürlükler için çok ciddi bir tehlike teşkil ettiği hakikatinin canlı şahididir.
Bu durum, çoğunluk ilkesinin hakim olduğu çağdaş demokratik rejimler için de geçerlidir. Demokrasilerde elbette egemenlik halka ait olmakla birlikte, egemenliği kullanan siyasi çoğunluğun otoritesi de sınırsız değildir. Buradaki sınır, bireylerin hak ve özgürlükleridir. Ancak, bu hak ve özgürlüklerin belirlenmesi ve korunması sürecinde ciddi sorunların ortaya çıktığı da bir gerçektir. Geçen yüzyılın en önemli liberal düşünürlerinden Friedrich Hayek’in ifade ettiği gibi, demokratik rejimlerin temel meselesini “halk iradesi’nin onun üstünde başka bir ‘irade’ tesis etmeden nasıl sınırlandırılacağı” konusu oluşturmuştur. Esasen Hayek’in bu sözü anayasa yargısının varlığını ve sınırlarını belirlemektedir.
Anayasa Mahkemeleri, halk iradesi sonucu ortaya çıkan yasama ve yürütme organlarını sınırlandırmak amacıyla kurulmuşlardır. Bu mahkemelerin meşruiyeti de temel hak ve özgürlükleri korumak amacıyla çoğunluğun iktidarını sınırlandırma işlevinden kaynaklanmaktadır. Ancak, “negatif yasa koyucu” olarak da nitelendirilen anayasa yargısı alanında faaliyet gösteren aktörlerin varoluş hikmetinden uzaklaştığı, bireysel hakları koruyamadığı ve demokratik siyasi irâdeyi vesâyet altına almaya kalkıştığı durumlarda anayasa yargısı meşrûluk kriziyle karşı karşıya kalmaya mahkûmdur.
Anayasamızın Başlangıç bölümünün altıncı paragrafında, “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanmak, milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde “ONURLU BİR HAYAT” sürdürme, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” belirtilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının maddi ve manevi varlığının gelişimini “onurlu bir hayata” bağlayan bu anlayış, üzerinde durulması gereken en önemli anayasal değerlerden biridir.
19. yüzyıla kadar filozoflar ve düşünürlerin çalışmalarında etik bir zorunluluk ifadesi olarak karşımıza çıkan “insan onuru” sanayileşme, sömürgecilik ve ulus devletlerin teşekkülü süreciyle birlikte yaşanan büyük sosyal kırılmaların ardından siyasi bir anlam kazanmaya başlar. İnsan onuruna uygun bir yaşamın ve sosyal koşulların sağlanması bu dönemi ve sonraki dönemleri de etkileyecek bir söyleme dönüşmüştür.
İnsan varlığının ortaya çıkışıyla birlikte, adı konmasa da, tüm insanların zihninde bulunan bu temel değerin, devlet gücü kullanan kurum ve kuruluşlara egemen kılınması, başka bir anlatımla, anayasaların bu temel değerle bütünleştirilmesi ancak 20. yüzyılda gerçekleştirilebildi. Bu yüzyıl anayasalarında ve uluslararası belgelerde yer alan insan onuru kavramı bir yandan tarihsel birikimi yansıtırken, diğer yandan bu yüzyılda yaşanan büyük felaketlere karşı bir tepkinin ifadesi oldu. Fakat, yine de, ulusların özgür iradeleriyle kendi anayasalarını ve temel değerlerini ürettikleri demokratik sistemlerinin insan şeref ve haysiyetini tanıması ve korumasının ön şart olduğu gerçeği, ne yazık ki hâlen tam olarak anlaşılabilmiş değildir.
Çoğulcu bir toplumun, hukukun üstünlüğüne dayalı özgürlükçü demokratik bir yapı olarak varlığını sürdürebilmesi, yargılar, kanaatler, düşünceler ve yaşam biçimi çeşitliliğine rağmen herkesçe kabul edilen evrensel bâzı değerlere sahip çıkmasıyla olanaklıdır. İşte insan onuru düşüncesi, bu değerlerin başında, toplumsal bilincin bir yansıması ve insan haklarının korunması yönündeki duyarlılığın bir ifadesi olarak algılanmalıdır.
Kuşkusuz, feodal, militarist, teokratik veya sınıfsal üstünlüklere dayalı toplumlarda da özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramları söz konusu olabilir. Ancak, bu sistemlerde özgürlük yalnızca bâzıları için, eşitlik ve kardeşlik ise aynı inanca ya da ideolojik tercihe sahip olanlar arasında mümkündür. Bu anlayışlara karşı yürütülen mücadele günümüz çoğulcu demokrasi düşüncesini yaratan mücadeledir ve bugün bütün yoğunluğuyla devam etmektedir.
İnsan onuru, militarizmin, otoriter ve totaliter anlayışların yarattığı yıkımların ardından dünya milletlerinin ortak irâdesiyle kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ana eksenini oluşturmaktadır. Beyannamenin ilk maddesinde “tüm insanların özgür; onur ve haklar bakımından eşit” doğduğu kabul edilmektedir. Bu Beyanname 6 Nisan 1949 tarihinde iç hukukumuza dâhil edilmiştir.
İnsan onuru, hiç kimsenin bir eşya gibi muamele göremeyeceğini, bütünüyle haklardan yoksun bırakılamayacağını, haysiyet kırıcı cezalara ve uygulamalara tâbi tutulamayacağını, işkencenin yasaklandığını ve devamına değer görülmeyen yaşamların sona erdirilmesine izin verilmeyeceğini, kişinin en kıymetli varlık olduğu hakkında hiç kimsenin, hiçbir devlet kurumunun, hangi yüce değer veya çıkar adına olursa olsun tasarrufta bulunamayacağını emreder.
İnsan onuru sadece imtiyazlıların veya itibarlıların onuru değil, insan olma ortak paydasına sahip her varlığın koşulsuz, amasız, fakatsız ya da herhangi bir kurum ya da kuruluş kaydı olmaksızın sahip olduğu temel bir değerdir. Bunda belirli bir cins, etnik yapı, dini inanış, felsefi veya ahlaki âidiyete göre ayrım yapmanın olanağı yoktur. Onurlu muamele, etnik, dini, ideolojik homojenliğin sağlanması şartına da bağlanamaz. Bu öyle bir değerdir ki, onu lütfetmek hiçbir sistemin veya devlet düzeninin haddine değildir. Siyasal düzenler bunu yalnızca kabul eder, saygı duyar ve korumayı varlığının temel nedeni görür. Çünkü tek değer ölçütü insandır. Bunun dışında, devlet, sistem, hukuk ve benzeri yapılar insana ve özgürlüğüne hizmet ettikleri, onurunu ayakta tuttukları sürece değerli ve saygıya değer kuruluşlardır. Büyük filozof Kant’ın ifadesiyle, “insan amacın bizatihi kendisidir. Ve hiçbir koşulda amaç için bir araca indirgenemez”.
İnsan onuru, ne başkalarının temel hakları gerekçe gösterilerek geçersiz kılınabilir, ne de anayasada veya siyasal yapıda egemen olan “anayasal değerler” gerekçe gösterilerek zayıflatılabilir. Aksine, anayasalarda yer alan normlar insan onurunun ne ölçüde korunduğunun da göstergesidir. Onu zayıflatan kurallara hangi anayasalarda yer verilmişse, bu, yalnızca toplumun özgür iradesinin ürünü olmamasından kaynaklanabilir.
Hak ve özgürlüklere ilişkin temel değerler siyasal işleyişin yönünü ve içeriğini de belirler. Çoğulcu demokrasilerde bu temel değerler 1789 Fransız Devriminden beri özgürlük ve demokrasi üzerine kurulu iken, bâzı sistemlerde bu felsefeyi devlet kurum ve kuruluşlarını yönlendiren ideolojiler oluşturmuştur.
Bu açıdan bakıldığında, insan onurunun;
- Vücut bütünlüğüne saygı gösterilmesi ve onun korunması,
- Hukukî ve sosyal eşitliğin tesis edilmesi,
- İnsani yaşam koşullarının sağlanması ,
- İnsanın kendi öz tercihlerine göre kimliğini ve kişiliğini belirlemesi
unsurlarıyla somutlaştırılabileceğini söyleyebiliriz. Bu somutlaştırma, temel hak ve özgürlüklerin tarihî gelişim serüvenine de uygun düşmektedir. Aslında bu süreç, Mirandola’nın belirttiği gibi, özerklik amacıyla kendini gerçekleştirme ve kendi kaderine hâkim olma sürecidir....'

Devamı için:
http://www.anayasa.gov.tr/general/ha...asp?contID=678


Saygılarımla