Mesajı Okuyun
Old 04-06-2004, 10:11   #18
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Erkeklere ve kadınlara rağmen


Pozitif ayrımcılık AKP'nin turnosol kağıtlarından birisiydi. İdeolojik referansları ve erkek bir parti olmaları onları sınıfta bıraktı. Herkes kadınları bir kez daha başka gündemler için feda etti


30/05/2004

SEVGİ UÇAN
Pozitif ayrımcılık, ayrımcılık ya da bir zümreye eşitsizlik yaratacak biçimde imtiyaz verilmesi anlamına gelmez, tam tersi eşitsizliği ortadan kaldırmak amacıyla yapılan düzenlemelere temel teşkil edecek bir ilkedir. Bu niteliğiyle pozitif ayrımcılık, "yasa önünde eşitlik" yaklaşımının içerdiği gerçek hayatta yaşanan her türlü ayrımcı ve eşitsiz ilişkileri yeniden üreten "soyut eşitlik" anlayışını aşan bir kavrayıştır. Oysa, kadınların yaşadıkları eşitsizlikler, "namus cinayeti" gibi en ilkel insan hakları ihlalinden, kadınların eğitim, sağlık ya da çalışma koşullarına kadar; özel ve kamusal alanda maruz kaldığı şiddetten, siyasal alandaki temsiliyetine/temsiliyetsizliğine kadar, her düzeyde yaşadığı "eksik vatandaş" konumundan kurtulabilmesi için yapılacak fiili düzenlemelerle mümkün olabilir.
Pozitif ayrımcılık, AKP hükümetinin turnusol kağıtlarından biriydi. Çünkü AB sürecinde attığı demokratik adımlarla "takdir" toplayan hükümet, iş kadınlarla ilgili bir konuya gelince, hem ideolojik referansları hem de "erkek" bir parti olması nedeniyle kapasitesini çok da aşamadığını ortaya koydu. Zira, AKP'nin reddettiği, "pozitif ayrımcılık" kavramı kadınlara, eşitsiz konumlarını yasalar önünde eşitleyebilmek ve adil hale getirebilmek için tanınan öncelikleri kapsıyor.
Türkiye'nin de içinde olmak için çabaladığı ve bu iradesini ortaya koyan siyasi iradenin olduğunun düşünüldüğü bir süreçte, pozitif ayrımcılık tartışmasının yapıldığı entelektüel ve siyasi ortamdaki üslup ve bilgi düzeyi oldukça dikkat çekici.


Yasa YÖK'e kurban gitti
Daha serinkanlı bakıldığında, Türkiye kamuoyunda pozitif ayrımcılığa ilişkin süregiden tartışmalara şaşırmamak gerekiyor elbette. Düşünelim ki, TBMM üyelerinin birkaç istisna dışında -örneğin Gaye Erbatur...- CHP dahil olmak üzere hemen hepsinin pozitif ayrımcılığa ilişkin, "....ama bu ayrımcılıktır" gibi cümlelerde tezahür eden ataerkil zihniyetin ister muhalefette ister hükümette olsun, zaten iktidarda olduğunu görüyoruz. Üstelik bu iktidar tarihsel gücünü öylesine hissettiriyor ki bugünlerde, biz kadınlar bildiğimiz bir tarihi her düzlemde yeniden yaşıyoruz: Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgili açılımlar sağlayacak çeşitli hukuki ve siyasi kararlarla ilgili duyarlılığıyla gündeme gelen Cumhurbaşkanı dahi YÖK gibi güç odaklarını daha fazla ilgilendiren konulara öncelik tanıyarak, kadınların her türlü demokratik çabalarını görmezden gelerek anayasa paketini aynen onayladı. Daha doğru bir ifadeyle kadınlar bir kez daha başka gündemler için "kurban" edildi.


Neden kadınlar suçlanıyor?
Kadınların yaşadıkları eşitsizliği ortadan kaldırmak ve eşit vatandaşlık haklarına sahip olmak için verdikleri mücadele ilk kez görmezden gelinmiyor tabii ki. Tarih, bunun örnekleriyle dolu. Zaten buna rağmen kadınlar mücadele vermeye devam ediyorlar. Görmezden gelme halet -i ruhiyesi öylesine içselleşmiş düzeyde yaşanıyor ki! Örneğin kadın sorununun bir demokrasi sorunu olduğu ve kadınların da toplumsal özne olduğu konusunda samimiyetinden kuşku duyulmayan yazar, akademisyen ya da gazeteciler dahi pozitif ayrımcılık ile ilgili anayasa değişikliğine ilişkin yazılarında "...kadınlar nerede?", "...pasifist kadınlar cephesi" ya da "sömürgeci feminizm" gibi yaklaşımlar sergileyebiliyorlar.
Gerçekten de iyi niyetli ve samimiler, kadınların anayasa değişikliği için mücadelede yetersiz kaldığını ya da en olması gereken zamanda olmadıklarını ifade ederken. Ancak bu eleştirilerin ve metinlerin taşıdığı gizil anlamı da okumamak mümkün değil. Mücadele veren kadınlar açısından çarpıcı olan da burada ortaya çıkıyor: Yasa değişikliklerinin ya da anayasa değişikliğinin vb. gündeme gelmesinin en önemli itici gücü olan kadınların örgütlü bir biçimde verdikleri mücadele birikiminin hem konjonktürel hem de tarihsel bağlamda yok sayılması ya da önemsiz olarak addedilmesi. Biz kadınlar için yaşadığımız bu durum tarihsel bir trajedinin tekrarı sanki. Zira uğradığımız haksızlık sadece bu durumla mücadele etmek noktasında değil, bir de verdiğimiz mücadelenin, çabamızın, emeğimizin de görünür kılınması noktasında ortaya çıkıyor.


Eril bakış görmez
Türkiye ve dünya kadınlarının, bu konuda da çokça deneyimi mevcut: Aydınlanma düşüncesinin ve günümüz demokrasisinin temel referansları olan eşitlik, özgürlük ve dayanışma ilkelerinin kabul edilmesinde erkeklerle yan yana mücadele vermiş olan Fransız kadınların, devrim sonrası giyotine gönderilmesine varan bir yok etme ve yok saymadan tutun da, Türkiye'de demokratik bir hayatın gelişmesinde ne Cumhuriyet öncesinde ne de sonrasında sanki bir kadın mücadelesi yokmuşcasına yapılan düzenlemelere kadar çok sayıda örnek verilebilir. Üstelik bırakalım uzak geçmişi, çok yakın geçmiş, yani 1980 askeri darbesi nedeniyle yaşanan totaliter ve baskıcı sistemin demokratikleştirilmesinde kadın hareketinin bir siyasal özne olarak açtığı alan ve feminist eleştirinin akademiden gündelik hayata kadar yarattığı zenginlik dahi görmezden geliniyor. Bugün artık herkesin üzerine yanlış ya da doğru, söz söylediği bir kavram olan pozitif ayrımcılık ilkesi, 1980'lerde kadınların örgütlü ve isyankâr bir biçimde dile getirdikleri ve talep ettikleri bir değerdir. AB mevzuatına uyum çerçevesinde gündeme getiren AKP hükümetinin tepeden inmeci düzenleme anlayışına getirilen eleştirilerle bu konuya yaklaşmak, kadınların mücadelesini görmezden gelmekle eşanlamlıdır. Sırası gelmişken hatırlatmakta fayda var: Türkiye'de kadın hareketi hemen hemen bütün sivil toplum örgütleriyle en zengin uluslararası işbirliği ve deneyimin bilgi birikimine sahip toplumsal muhalefet hareketlerinden biridir. Bu kadınlar, kadın-erkek eşitliğiyle ilgili düzenlemeleri içeren yani bir kültürün oluşumunda, uluslararası toplumun doğrudan ve dolaylı belirleyici dinamiklerindendir. Türkiyeli kadınların ulusal ve uluslararası işbirliği ve dayanışma ilişkisi çerçevesinde geliştirdikleri inisiyatifin de bir sonucudur bugünlerde yaşadığımız "fiili eşitlik" tartışmaları. Tam da bu nedenle "kurtulmuş kadın" yanılsaması içinde gösterilen ve tabii ki herhangi bir art niyet taşımaksızın "Bizim AKP hükümetinden istediğimiz bir şey yok" refleksi de bütün kadınların kurtulması ve özgürleşmesi için mücadele vermiş ve vermekte olan kadın hareketine yapılan bir saygısızlıktır. Kadınların görünür olma meselesinin, farklı tezahürlerle devam edegeldiğini pozitif ayrımcılık tartışmasının bize tuttuğu aynada açıkça görebiliyoruz.
Bu yazının konusu, doğrudan pozitif ayrımcılığın ne olduğu ve ne olmadığı, gündemimize hangi uluslararası bağlayıcı metinler çerçevesinde geldiği ve Türkiye'yi bu konuda daha hangi düzenlemelerin beklediği gibi konulardan ibaret olabilirdi. Ama olmadı işte. Meselenin siyasi, entelektüel çevrelerde ve kamuoyunda nasıl tartışıldığı, hangi bilgilerin atlanıp hangilerinin atlanmamış olduğu da kadın mücadelesinin sadece siyasal iktidara karşı değil, aynı zamanda pek çok toplumsal erk odaklarına rağmen verilmekte olduğunu göstermesi bakımından çok önemli.
Dr.SEVGİ UÇAN: İstanbul Üni.