Konu: Okumuyorlar
Mesajı Okuyun
Old 19-06-2007, 07:17   #1
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan Okumuyorlar

“Yazmayacağım artık!”

Diyordu…Okumuyorlar.


Okunmadıklarını nasıl bilebilirsin, zamanı gelmemiş tohumun çatlamaması, yaşamadığı anlamına gelmez diyordum. Ne zaman, nerede, nasıl boy vereceğini bilemezsin, lütfen, yaz, diyordum. Küskündü, dahası yenik hissediyordu, söylemese de.

O bana ben ona yazmayı salık verip dururduk tanıştığımız günden beri. Tohumlarımız başkaydı, ana dillerimiz başka, toprağımız başkaydı. Ama biliyorduk ki su ve ışığın büyümeye etkisi azımsanamazdı. Çok yağmur gördük, sağanaklara , çokça rüzgarlara tutulduk. Hepimiz kendi masallarımızda savrulur görünürken , köklerimiz sağlamlaşıyor, büyüyorduk.

Yazmayacağım, okumuyorlar, nezaket yok bu gençlerde, diyordu inatla ve ısrarla. Verecek yanıtları yok diyordum. Beklenenle, istenenle, salık verilen çatıştığında, çokça istediğinin peşine düşer insan, ideal olan egoya yenik düşer, oysa sessizlikte bile ışık var, diyordum. Çokça yalana aracılık etse de susmak, bazen de yalana yenilmeme direnci değil mi? Yazmak, özü değiştirilemez tohuma toprak, toprağa gübre, su vermek, ışık tutmak değil miydi…

Bazı bilgiler erken bilgiydi. Zamanları gelmemişti. Duyduğumuzda işimize yaramamıştı hiç birimizin. Bilgilerin vaktinin gelmediğini henüz bilmiyorduk. Dahası anlatan da bilmiyordu ki, bugünkü açmazı da bundan ötesi değildi. Karanlığa düşen sözler, düştükleri vakit titrek mum ışığı gibi ince ve soluk kıvılcımlar yaratıyordu yaşamlarımızda, gölgeleri boyumuza erişmiyordu, ya da biz gölgelerini büyütmesini henüz bilmiyorduk.

Oysa aynı sözler, bir vakit sonra, karanlığı yırtıcı biçimde aydınlatıyordu. Sözler değişmezken tutsaklıkları sona eriyor, genişleyen idraklerde eşsiz çağrışımlara analık ediyor, zamanı yeniden biçimlendiriyor, yaratıyor, güne değil, geleceğe suret düşürüyorlardı.

Ama yanıtlamıyor, tartışmıyorlar, diyordu umarsızca. Artık yazmayacağım demedi bir vakit sonra. Yorulduğunu düşünürken, belki o da içten içe, susmakta ışık gördüğünden midir bilinmez, bir mesel geldi aklına:

“..:Bir Çin İmparatoru tebasına birer tohum verir. Bir yıl sonra en güzel, en gösterişli bitkiyi büyütene de tacını devredeceğini açıklar. Bir vakit sonra herkesin bitkisi boy verir birer birer, bir yıllık takvimin son günü geldiğinde, herkes birer ikişer sarayın yolunu tutar. Bir kişinin tohumuysa çatlamamıştır bile, ama bir yıl boyunca da dirençle sulamaktan vazgeçmemiştir. İnançla beklemiş, ne ki çabası da, umudu da boşa çıkmıştır. Gitmek istemez saraya o günün sabahı. Evinin önünden geçen irili, ufaklı, gösterişli bitkileri gördükçe de utancı büyür. Annesi zorlar, gitmelisin, boş da olsa, saksını götürmelisin.

İmparator sırayla saksılara bakar. Tohumu boy vermeyen kalabalığın ardına saklanır, utanç içindedir, görünmek istemez. Nasıl bir aksilikse, öylesine devasa bitkilerin içinde, en arka sırada görünmemeyi dilediği halde, elindeki kuru saksısıyla fark edilir, yanına çağırır imparator. Tacını çıkarır ve hiç bir şey sormaksızın, kuru saksıyı elinde tutan kişinin başına koyar. Herkes hayretle bakarken, imparatordan şu sözler işitilir:

-Hepinize haşlanmış tohum verdim. Hiç birinizin size verdiğim tohumlarla bitkiler yetiştirmenize olanak yoktu. “


*

Bunu bir söz olarak alıyorum dedim, ayrılırken. Hayır, yazmayacağım, yazsam da yollamayacağım, dedi.

Yazacağını biliyorum. Kırgınlığı geçtiğinde anlatacağını da.

Marquez’in dediği gibi, bazı insanlar, anlatmak için yaşar.

Anın titrek mum ışıkları, günü geldiğinde yaşamlarımızı aydınlatsın diye.


19.06.2007