Mesajı Okuyun
Old 24-04-2010, 22:50   #8
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Sayın Av. Duygu Işık,

Çok önemli bir konuya değindiniz, sonuna kadar hak veriyorum. Ben de bu konuda iyi örnekler sunmak istedim, bunlar son üç yılın kararlarıdır.

"...Ne var ki yasada yer aldığı üzere davacıların isteminin kabul edilebilmesi için olağan üstü durum ya da pek önemli bir sebebin ileri sürülmüş ve kanıtlanmış olması gerekir. Somut olayda davacıların, küçük F----'n evlenmesi için öne sürdükleri "bir akrabalarıyla nişanlı olması ve evlenmek için acele etmeleri" gibi nedenler, olağan üstü durum ya da pek önemli bir sebep olarak kabul edilemez. Bu nedenlerle davanın reddine karar verilmiştir.
Ancak açık olarak dile getirilmemiş olmasına karşın, ailenin küçük F----'ı evlendirmek istemesindeki temel nedenin, çocuk sayısındaki çokluk, (6 çocuklu) buna karşın ailenin ekonomik ve sosyal olarak güçsüzlüğü olması kuvvetli bir olasılıktır . Bu nedenle 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluşu hakkındaki Yasa'nın 6. maddesi uyarınca, ailenin ekonomik ve sosyal anlamda desteklenip güçlendirilmesi ve küçük yaşta evliliğin yaratabileceği sorunlara ilişkin olarak bilinçlendirilmesi, F---- dahil kardeşlerinin okumaya yönlendirilebilmesi için re'sen Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, İl Sağlık Müdürlüğü ve Belediye Başkanlığına yazılar yazılmasının aile mahkemelerinin kuruluş amacına uygun olacağı düşüncesiyle aşağıdaki hüküm kurulmuştur. ..."

"...
6- Yaz tatilinde ailenin Gerede'de babaanne ve büyükbabayla kalma süresinin 15 günü aşmamasına,
7- Kusurlu eş B.Y.'nin ev içerisinde sigara içmemesine, diş, beden temizlik ve sağlığına özen göstermesine,
8- Kusurlu eş B.Y.'nin, çocuklarına ve eşine karşı ilgili ve sevecen davranmasına, onlara yeterli zaman ayırmasına,
..."

"...Kaldı ki somut olayda davalı erkek, mal varlığının yarısını davacı kadın adına kaydettirmiştir. Yani görünüşte iyi niyetlidir. Ama yaşamın sırf tasarrufla geçmeyeceği, bu arada bir ömrün de tükenip gideceğini anlamak için somut olayda davacı kadının emekli olması gerekmiştir. Öyle ise bozmadaki, "bir kısım olaylardan sonra evlilik birliğinin devam ettiği" yani örtülü af gerekçesi de ekonomik şiddetin yukarıda belirtilen niteliği gereği yerinde değildir.
Sonuç olarak davacı ve davalı Adalet Bakanlığında farklı birimlerde çalışmışlardır. Davacı tanıkları, davacı kadının çalışma arkadaşlarıdır. Uzun yıllar aynı birimde aynı odada çalışan insanların, birbirlerinin özel yaşamlarına ilişkin olarak gözlemde bulunmaları ve bilgi sahibi olmaları doğaldır. Özellikle davacı kadının sürekli parasızlık çekmesinin, kırılan çay bardağının hesabını yapmak zorunda kalışının, çay parası ödemekte dahi sakınımlı davranmasının yani uğradığı ekonomik şiddetin çalışma arkadaşlarının gözünden kaçması düşünülemez. Bunun, gerek davacıdan gerekse kısıtlı da olsa görüştükleri davalıdan kaynaklanıp kaynaklanmadığına ilişkin gözlem yapmaları ve bilgi edinmeleri de kaçınılmazdır. Süreklilik taşıyan bu olguya davacı kadının uzun yıllar katlanmış olması, hiç olmazsa emeklilik döneminde bir parça olsun parasal rahatlık istemesine engel sayılmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında, davacı tanıklarının tek yanlı da olsa davacı kadından edindikleri bilgi ve izlenimleri süreç içerisinde doğrulama şanslarının olacağı, sürekli aynı sıkıntılardan söz eden kadının sözlerinin, yaşanılan bu sıkıntıları bizzat gören tanıklarca doğrulanabileceği kabul edilmelidir. Kaldı ki davacı kadının hastalığı döneminde taksi parasını dahi ödeyememesi, davalı erkeğin cimriliği nedeniyle onu otomobili ile hastaneye götürmeyişi, tanıkların somut ve görgüye dayalı bilgileridir.
O halde, uzun yıllar eşinin aşırı hesaplı ve cimrilik ölçüsündeki tutumluluğuna dayanmak zorunda kalan kadının, ekonomik ve sosyal alanda özgür ve rahat yaşamak ve ekonomik şiddetten kurtulmak için açtığı davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği inancıyla önceki kararımızda direnilerek aşağıdaki yargı kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Yukarda açıklanan nedenlerle,
Mahkememiz kararında direnilmesine,
..."

"...Somut olayda amca ve yenge küçüğün süreğen tedavisinin halen yaşadıkları Viyana şehrinin sağlık olanaklarının daha iyi olacağı inancıyla küçük G.’yi evlat edinip götürmüşler, sonrasında tam bir tedavinin sağlanamayacağı anlaşıldığından, bir, bir buçuk yıl kadar sonra çocuğu Türkiye’de gerçek anne ve babasına bırakmışlardır. Dosyaya sunulan rapor ve belgelerin yanında duruşmada bizzat gözlenen küçük G.’nin yaşamı boyunca tedavisinin sürdürülmesi bir zorunluluk olup somut durumu itibariyle bu sorumluluğun Avusturya’da yaşayan, evlat edinen amca ve yenge tarafından yerine getirilemeyeceği, yükümlülüğün gerçek anne ve baba tarafından üstlenildiği ortadadır. Ne var ki, gerek hukukumuz gerekse ülkemizin imzaladığı uluslar arası anlaşmalar, Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca asıl olan küçüğün üstün yararıdır. Aile mahkemelere kuruluş amacı ve çerçeveyi düzenleyen hukuksal düzenleme itibariyle aynı zamanda çare makamıdır. Buna göre davalıların velayet görevlerini yerine getirmekten kaçındıkları tartışmasız olmakla, evlatlık ilişkisinin kaldırılması yerine, davalılardan velayetin alınmasının amaca uygun ve küçüğün üstün yararına olduğu düşünülerek, evlatlık ilişkisinin kaldırılması isteminin reddine, TMK nun 348. maddesi uyarınca davalılardan velayetin alınarak küçüğe halen bakmakta olan babanın vasi olarak atanması için Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunmaya karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Yukarda açıklanan nedenlerle;
Davanın reddine,
TMK nun 348/2. maddesi uyarınca S.Ü. ve Ş.Ü.'nün çocuğa yeterli ilgiyi göstermediği ve yükümlülüklerini ağır biçimde savsakladıkları anlaşıldığından velayetin kaldırılmasına, küçüğe babası S.Ü.'nün vasi atanması için Sulh hukuk Mahkemesine ihbar edilmesine, ..."

"...Korunma isteyen F.K. dilekçesinde, resmi nikahlı olmadan birlikte yaşadığı, O. G'ın uzun süredir kendisine şiddet eylemlerinde bulunduğunu, bu nedenle hayati yönden derin endişe duyduğunu ileri sürerek, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına dair Yasanın 1. Maddesinde yazılı tedbirlerin uygulanmasını istemekle, dosya incelendi.
Dilekçe içeriğinden tarafların resmi nikah olmaksızın birlikte yaşadığı görülmekle öncelikle, 4320 sayılı Yasa'nın uygulanması olanağı tartışılmalıdır. Yasada koruma kapsamının resmi evlilikle sınırlandırıldığına ilişkin bir anlatım bulunmamaktadır. Buna karşın tarafların yakın yaşam arkadaşı olarak uzun süredir bir arada yaşadığı, sosyolojik anlamda bir aile kurulduğu ve kadının bu nedenle şiddete uğradığı anlaşılmaktadır.
4320 Sayılı Yasa, nihai amaç olarak kadın ve erkek arasında eşit olmayan güç ilişkisinden kaynaklanan kadına yönelik şiddeti önlemek için çıkarılmıştır. Öyleyse davacı kadının 4320 Sayılı Yasanın korumasından yararlandırılması, Yasanın amacına uygun düşecektir. Esasen çağdaş gelişmeler de bu yöndedir. Başta Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Sözleşme (CEDAW) olmak üzere, ülkemizin imzaladığı kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin tüm sözleşmeler yanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yakın yaşam arkadaşlığını aile sayan kararlarının ulusal hukukumuz açısından da bağlayıcılığı gözetilerek, -Mahkemeye göre evliliğin biçimsel koşulları değil, eylemsel olarak aile olup olmamak önemlidir. (Bkz. Dinç. 2006 s.22, Dinç G.,(2006), Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması, İnsan Hakları Konferansları (14 Nisan 2006-26 Mayıs 2006), Ankara : Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayınları)- 4320 Sayılı Yasa'nın uygulanması, resmi evlilikle sınırlandırılmamalıdır.
Bu kapsamda, evrak içeriğine göre istek mahkememizce yerinde görüldüğünden, 5636 sayılı Yasa ile değişik 4320 Sayılı Yasa uyarınca aleyhine tedbir istenen davalı O. G'ın istekte bulunan F. K'a şiddet uygulamamasına ilişkin uyarılması için aşağıdaki önlemlerin uygulanmasına karar verilmiştir. ..."

"DAVA : 4320 Sayılı Yasaya Göre Koruma Kararı
DAVA TARİHİ : 17/12/2008
KARAR TARİHİ : 18/12/2008"

"...İddia, dilekçe içeriğine göre samimi görülmekle, her ne kadar taraflar boşanmış olsalar da bir süre için aynı çatı altında oturmayı sürdürdükleri anlaşılmış, yasanın amaç, kapsam ve ruhu gözetilerek, -boşanmış olsalar bile kimi zaman eski kocaların bazılarının boşandıkları eş ve velayetleri altında bulunmayan çocukları üzerinde baskı ve şiddet uygulama eğilimini taşıdıkları bilinmekle; 4320 Sayılı Yasanın 1. maddesi uyarınca aleyhine koruma istenen S. Ş. hakkında aşağıdaki şekilde tedbir kararı verilmesi gerekmiştir. ..."

"ÖN SORUNA İLİŞKİN KARŞI OY YAZISI

Dava konusu çekişmenin incelenebilmesi için öncelikle bu davada dava konusu çocukların bir temsil kayyımı ile temsil edilmeleri gerekip gerekmediği konusu bir ön sorun olarak yüce Hukuk Genel Kurulu'nda oylanmış olup değerli çoğunluk tarafından bu davada dava konusu çocukların bir temsil kayyımı ile temsil edilmeleri gerekmediğine
karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir. İşin esası hakkında değerli çoğunluk ile aynı görüşü paylaşmakla beraber ön sorun konusunda değerli çoğunluktan farklı düşünerek dava konusu çocukların bir temsil kayyımı ile temsil edilmeleri gerektiği yönünde oy
kullanmış olduğumdan ön soruna ilişkin karşı oy gerekçelerim tarafımdan aşağıda arz edilmiştir.
Davacı anne tarafından 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu m. 348 hükmüne göre davalıdan velâyetin kaldırılması konusunda dava açıldığı ve dava konusu çocukların bir temsil kayyımı tarafından temsil edilmeden işin esası hakkında karar verildiği konusunda değerli
çoğunluk ile aramızda görüş birliği vardır.
Çekişme nedir?
Velâyetin kaldırılmasına yönelik davalarda dava konusu çocuklar bir temsil kayyımı tarafından usulüne uygun biçimde temsil edilmeden işin esasının incelenebileceğine yönelik değerli çoğunluğun düşüncesine aşağıdaki gerekçelerle katılmıyorum.
A- VELÂYET İLİŞKİSİ TEK KUTUPLU MUDUR ?
Velâyet ilişkisinde iki taraf (=Ebeveyn ve çocuklar) söz konusudur.(Selma BAKTIR ÇETİNER, Velâyet Hukuku, Ankara-2000, s. 32) Velâyet bu sebeple iki kutupludur. Velâyet, küçüklerin ve bazı durumlarda kısıtlı çocukların gerek kişiliklerinin gerek mallarının korunması ve onların temsili konusunda yasanın ana babaya yüklediği ödevler ile bu ödevlerin gereği olan hakların tümünü ifade eder. Velâyet, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme hükümleri ile de ana baba yararına değil çocuk yararına bir hak olarak kabul edilmiştir. (BAKTIR/ÇETİNER, VelâyetHukuku, s. 46) Velâyet ilişkisinin yeniden düzenlenmesinde bu
sebeplerle çocukların yararı gözönünde tutulmalıdır.(Bilge ÖZTAN, Aile Hukuku, Ankara-2004, s. 472, Lüchinger/Geiser, Art.157, nr. 13, BGE 118 II 23) Velâyet, ana-babaya bırakılan denetimsiz bir hak olmaktan çıkarılmış, kamusal niteliği olan bir hak olduğundan bu hakkın
kullanımı denetlenmektedir. (BAKTIR/ÇETİNER, Velâyet Hukuku, s. 19)
Velâyetin kötüye kullanılması halinde çocuğu korumak üzere alınabilecek en radikal, en etkin önlem ve bu anlamda son çare ise velâyetin kaldırılmasıdır.(Rona SEROZAN, Çocuk Hukuku, İstanbul-2005, s. 292.)
Yüce Hukuk Genel Kurulu'nda incelenmiş olan dava, T.A. (=Davacı) ile R. E. R.(=Davalı) arasında gerçekleşmiştir. Oysa bu öykünün başoyuncuları onlar değil çocukları olan S. ve Ş.'dur. Başka bir anlatımla dava; T.-R. davası değil ebeveynleri ile S.-Ş.'un davasıdır. S.
ve Ş.'un korunması, güvenliğinin sağlanması davasıdır. Velâyetin ya davacı T.'ya ya da davalı R.'e verilmesi değil S. ve Ş.'un onlara karşı bile korunması gereğinin davasıdır. Öyleyse bu davada S. ve Ş. bağımsız olarak
(=temsil kayyımı ile temsil edilerek) rol almalıdır. Onların temsilini ana babasının yapmasına göz yumulmamalıdır.
Başka bir anlatımla dava sonuç olarak ebeveyn (=davanın bir tarafı) ile çocuklar (=davanın diğer tarafı) arasında görülmelidir/görülmesi gerekli bir davadır.
Velâyetin iki kutuplu olmasının doğal sonucu: Çocuğun güvenliğini doğrudan ilgilendiren velâyetin kaldırılması davasında çocukların bağımsız temsil edilmesidir. Aksi düşünce; davayı (=velâyetin kaldırılması) tek kutuplu (=sadece ebeveyn yani ana-baba arası) hale
getirir ki Çocuk Hukuku böyle bir anlayışı içine sindiremez.
B- TEMSİL KAYYIMI ATANMASI TAKDİRE BIRAKILMIŞ MIDIR?
Temsil kayyımı ise bir kimseyi belirli bir iş ya da birden fazla işte temsil etmesi için atanan kişiyi ifade eder.(Kemal OĞUZMAN/Mustafa DURAL, Aile Hukuku, İstanbul-1994, s. 510) Velâyetin kaldırılmasına ilişkin bu dava çocuğun güvenliğini doğrudan ilgilendiren bir dava olup velâyet kendisinde bulunan davalının her zaman çocuğun yararına davranmayacağı şu veya bu gibi düşüncelerle çocuk aleyhinde birleşmesi ve onun zararına bir durum yaratması
davanın açılış sebebi göz önüne alındığında olası olduğundan çocuk ile yasal temsilcisi arasında menfaat çatışması olduğu açık ve seçiktir. O kadar açık ve seçiktir ki çocuk yönünden işler yolunda gitmediğinden velâyetin yeniden düzenlenmesi için dava açılmıştır/açılmak zorunda kalınmıştır. Başka bir anlatımla açılan bu davada velâyetin davalı
tarafından kullanılmasında çocuk için zarar oluştuğu ileri sürülmektedir. Zarar iddiası menfaat çatışmasının göstergesidir. Bilindiği üzere çocuk ile yasal temsilcisi davalı arasında menfaat
çatışması varsa vesayet makamı re'sen temsil kayyımı atar.(TMK. m. 426 b. 2). Atar ifadesinden de açıkça anlaşılacağı üzere düzenleme emredici nitelikte olup takdire yer bırakılmamıştır.
C- MENFAAT ÇATIŞMASI VAR MIDIR?
O halde menfaat çatışması kavramına açıklık getirmek zorunludur. İsviçre ve Türk Hukuk öğreti ve uygulamasında baskın biçimde hakim olan görüşe göre: temsil olunanın menfaatinin ihlaline yönelik salt soyut bir tehlike olasılığının varlığı menfaat çatışmasının varlığının kabulü için yeterlidir. (Mustafa Alper GÜMÜŞ, Türk Medeni Hukukunda Kayyımlık, İstanbul-2006, s. 46) Dairem de aynı görüştedir. Daireme göre uzak da olsa yarar çatışması olasılığının bulunması kayyım atanması için yeterlidir. (Y2HD, 3.5.1976, 3621-3760, Feyzi Necmeddin FEYZİOĞLU, Aile Hukuku, İstanbul-1986, s. 643, dip not:23., GÜMÜŞ, s. 46, dip not: 197) Bu sebeplerle yasal temsilcinin kişisel nitelikleri hiçbir şekilde göz önüne alınmaz. (GÜMÜŞ, s. 46) Sonuçta şartlar çatışma olasılığına işaret ediyorsa küçüğe kayyım atanması zorunludur. (GÜMÜŞ, s. 46) 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu m.
183 hükmüne göre ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re'sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alacağı gibi çocuğun korunmasına ilişkin diğer önlemlerden
sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden anlaşılırsa, hâkim 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu m. 348 hükmünde yer alan hâllerde velâyetin kaldırılmasına da karar verir.
İMK 308/II, İMK 392/b. 2,3, TMK 426/b.2,3 hükümleri, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesi uyarınca çocuk için önemli kararlar alınırken çocuğun bağımsız temsili zorunludur. (HEGNAUER, N.27.63a, s.224-225, GÜMÜŞ, s. 183, dip not:638) Velayetin kaldırılması istemi çocuk için alınacak önemli kararlardan biridir.
İsviçre Hukukunda da bu zorunluluk ana ve babadan velayetin alınması için (İMK 311-TMK 348) yapılacak yargılamalar için de söz konusudur. (HEGNAUER, N.27.63a, s.224-225, GÜMÜŞ, s. 183, dip not:638) Dairem de çocuğun bağımsız temsili konusunda benimle aynı görüştedir: ...Dava, velayet hakkının kaldırılması talebini de içermektedir. (TMK.md.348) O
halde küçüğe kayyım tayini ettirilmesi davaya dahili, taraflardan delilleri sorulup toplanması delilerin bu çerçevede değerlendirilmesi sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru
bulunmamıştır. Y2HD, 25.11.2002, 11983-12963)
D- MAHKEME TARAFINDAN YAPILMASI GEREKEN NEDİR?
Dairem Çocuk Hukukunu ilgilendiren hemen hemen bütün davalarda çocuğun bağımsız temsil edilmesi kenarda kalsın aynı vekil tarafından temsilini bile içine sindirememektedir. (Bir örnek: Y2HD, 29.4.2002, 4849-5638) Açıkladığımız gerekçelerle velâyetin kaldırılması
davasında dava konusu çocuklara (=S. ve Ş.) bir temsil kayyımı atanmalı, temsil kayyımı davaya katılmalı ve temsil kayyımı tarafından gösterildiği takdirde delilleri toplanarak sonucu uyarınca bir karar verilmelidir.
Hükmün bu gerekçe ile bozulması görüşünde olduğumdan değerli çoğunluğun ön sorun konusundaki farklı görüşüne katılmıyorum.
Ömer Uğur GENÇCAN
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Üyesi"