Mesajı Okuyun
Old 20-10-2006, 09:45   #2
gerunsal

 
Varsayılan

“Republic of Turkey” ya da “Zhong Guo-中国”



Türkiye ya da Turkey. Bahsedilen mevzu bir dilden diğer bir dile dışarıdan müdahaledir. Bazıları tüm dünyanın sürekli bir değişim üzerinde olduğu bilgisinden uzak olsa gerek. Zira yaşam standartları, hayat tarzları, inanç biçimleri, konuşma şekilleri ve yazma kuralları zamanla çok ciddi bir şekilde değişebilir.

Bahsi geçen yazıda Türkçe’de farklı anlamları olan ülkelerin köken bilgileri bir bir açıklanırken “Turkey” kelimesinin kökenine, etimolojisine, değinilmemiştir. Biz Mısır diyoruz, biz Hindistan diyoruz, Malezya diyoruz. Ayrıca Kanada diyoruz, Pakistan diyoruz, Mali diyoruz, Benin diyoruz, Brezilya yazdığımıza [Birezilya] diyoruz. Her birinin ülke vatandaşları güceniyor diye bunları demekten vazgeçip yerine ne diyeceğiz?

Geçmişte olan en fazla kağıt üzerinde kalıyor. Ve maalesef yazı olduğu yerde kalıyor, söz ise yerinde durmuyor. Mesela bir zamanlar Afrika kıtasında bulunan beçtavuğu(Numida meleagris [bazıları tür isimlerinin neden Latince olduğu konusunda da yakınacak]) ‘nun Osmanlı döneminde Türkler tarafından Avrupalılara tanıtıldığı ve buna ithafen bu türe Türklerin yaşadığı yerden geldiği için “Turkey fowl” adı verildiği ama Amerika kıstasında bulunan yeni bir türe yanlış kelime benzetmesi yapılarak Kuzey Amerika Yabani Hindisi (M. gallopavo)’ne de “Turkey” dendiği* zaman içinde unutulmaya yüz tutmuştur. Ayrıca günümüz dünyasında İngilizce uluslar arası topluluklarca kabul görmüş bir dünya dilidir. Bu durumlar görmezden gelinmiş ve şimdi büyük Türkiye devletimizde üretime, hizmete geçilmesi gerekirken yaratılan bir başka suni gündemden başka bir şey değildir. Belli bir gelişmeyle güçlü ve istikrarlı bir ülke olmanın ardından cazibe merkezi olabilirsek dilimizi dünya dili yapabilir ve ardından uluslar arası ilişkilerde kullanılan tek dil olmasını sağlayabiliriz. Bu esnada harici ve dahili pek çok kişi karşımıza engel olarak çıkabilir, bir takım anlamsız sorunları büyük dert olarak sunabilir. Bunların, en değerli zamanımızı sadece gösteriş için çalmasına izin vermemeliyiz.

Yaşayan, değişen ve gelişen bir dili tek şekilde yönetmek olanaksız. Ancak belli bir süre hükmedilebilir. Tıpkı yetiştirdiğiniz çocuğunuz gibi. Anne-baba olmadan önce çevreden çocuğun nasıl yetiştirilmesi ya da yetiştirilmemesi gerektiğini görüyorsunuz. Doğan çocuğunuzu da siz nasıl isterseniz o şekilde yetiştiriyorsunuz belli bir döneme dek. Ancak ne kendi evladınızı hayat boyu yönetebiliyorsunuz, ne de tüm gençliği siz yetiştiriyorsunuz. Dil de buna benzer: sadece kendi ürettiklerinize, hükmettiklerinize hakim olabilirsiniz. Devamlı ve tam bir hakimiyet dilde yoktur. Örneğin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kullanılan da Türkçe idi, şu an kullanılan resmi dil de Türkçe’dir. Ama o dönemin edebi eserleri tekrar gündeme geldiğinde daha iyi anlaşılabilmesi için önce bir uyarlanması gerekmektedir. Türkçe, yine aynı topraklarda ve aynı topluluk tarafından kullanılmakta. Oysa bahsi geçen yazıda Türkçe konuşmayan, Türkiye topraklarında yaşamayan topluluklardan “Turkey” kelimesinin atılması istenmektedir. Bu, ne kadar gerçekçi bir istektir sorgulanması gerek. Tek sorun Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslar arası alanda “Türkiye Cumhuriyeti” adıyla tanınması ise bu kişisel tatminden başka bir şey değildir. Ayrıca diğer devletlerin de aynı yönde eğilime başvurduğunu düşünün: her bir ülkeyi kendi orijinal adı ile tekrardan öğrenmemiz gerekecek. Türkçe’deki karşılıkları da zamanla o dillerdeki halini alacaktır. Dolaylı yoldan dillerini korumak isteyenlerin dillerindeki kelimeleri atıp yerine başka kelimeler koyma isteğidir bu. Örneğin; (araştırma yapılmadan) aynı mazereti gösterip, İngilizce ‘porselen’ anlamına gelen Çin (China) kendi adının bundan sonra tüm uluslar arası topluluklarda “Con Guo”(Türk sesletimi-ortografisi) ya da “Zhong Guo”(Pinyin’in İngilizce sesletimi-ortografi çalışması) olmasını hatta kendi yazı sistemiyle “中国” yazılmasını isteyebilir. Bu da pek çok karışıklığı beraberinde getirir.

Bir diğer atıf da Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nde kendi yazı sistemiyle yazılan bir tabela ile temsil edilmesi. Avrupa birliği üyesi olan Yunanistan’ın resmi dili, birliğin işleyişi gereği aynı zamanda Avrupa Birliği’nin 21 resmi dilinden birisidir. Bu nedenle kendi birliği içerisinde o şekilde temsil edilmesi doğal bir durumdur. Konuyu sadece Yunan yazı sistemi ve “Türkiye” kelimesi üzerine vermek yerine, Avrupa ve diğer toplumlarca halen bir sorun olarak kabul edilmeyen Kıbrıs’a göz atılması daha mantıklı olmalı itibar sahibi olmak isteyen kişilerce. Zira resmi düzeyde birlik üyesi Kıbrıs Rum Kesimi’nin resmi dili bir değil ikidir: Rumca ve Türkçe. Konuya bu doğrultudan girilmesi gerekirken dilbilimini herkesin alanı sayanlar sadece “Türkiye-Turkey” sorunu üzerinde durmakta. Araştırma, inceleme, analiz etme gibi bize zahmetli gelen işlerden kaçtığımız sürece refah yakalamaktansa sürekli bir çekişme yaşamaya devam edeceğimiz kesindir.