Mesajı Okuyun
Old 22-02-2007, 15:11   #14
Procurement Law

 
Varsayılan Rasyonelleştirilmiş Aşk Anlayışı

Yazının başlığını okuyunca, "Nasıl olabilir böyle bir şey?" sorusunun zihinlerde canlanması mümkün. "Var olan, varlığının farkına varılan her şeyi söylemek zorunda mısın?" diyenler de çıkabilir. "Olan"ı söylemekte yanlış bir yan göremiyorum...
Evet ne yazık ki başlık doğru. Daha doğru bir anlatımla, "bazı insanların aşkını (eğer buna aşk denirse) rasyonelleştirdikleri", ya da en azından dönem dönem de olsa rasyonelleştirmeye çalıştıkları yadsınamaz bir gerçektir. Böyle düşünenler - sadece düşünürler zaten, hissetmezler hissetseler de hissetmemeye çalışırlar- aşkı, "Diğer duygulardan herhangi bir anlamda üstün olmayan; korku, hüzün, arkadaşlık, acıma gibi duygularla eş değerde olan ve dolayısıyla insan aklıyla kontrol edilebilen, seviyesi ayarlanabilen, yapay ve tamamen kontrol altında bulunan etkilenimler bütünü" şeklinde tanımlarlar. Bu zihniyet, aşk ile mantığın karıştırılması, kombine edilmesi suretiyle doğrunun bulunmasında, kişinin geleceğini ve belki de kaderini etkileyebilecek kararların mantıksal çıkarımlar ve usavurmalar yoluyla alınabilmesinde herhangi bir sakınca da görmez.
Şekli mantık kurallarını hepimiz biliriz: Özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü şıkkın imkansızlığı... Bir de mantık bilminin olmazsa olmazı olan önermeler var tabii ki. "Aşkını rasyonelleştirenler", gönül meselesine ilişkin bir konuda tümevarıma gitmede tereddüt etmezler, ancak ısrarla böyle yapmadıklarını iddia ederler. Örneğin; "Bir kadın ve bir erkeğin evlenebilmesi için tüm şartların uygun olması gerekir.(Büyük Önerme) A, kadın; B ise erkektir, ancak A ve B'nin evlenmesi için tüm şartlar uygun değildir. (Küçük Önerme) O halde A ve B evlenemez. (Vargı-Hüküm)" İşte bu kadar...
Bu noktada, Sayın Ahmet Kezer'in www.adalet.org sitesinde "Manuel Akıl" konusunda yazdıkları oldukça dikkat çekicidir. Sanırım rasyonelleştirilmiş aşk anlayışı, Sayın Kezer'in "Manuel Akıl" dediği kavramın bir yansıması olsa gerektir. Sayın Ahmet Kezer bunlar için demektedir ki; "... merkeze kendini ve iğdiş edilmiş,tesir altında kalan, değiştirilmiş iradesini koyduğundan , son derece bencildir ve hatasını kolay kolay kabul etmez. Dış dünyaya yansıyan maddi gerçeklikteki bulunan mevcut iradesinin ne kadarı kendisinin, ne kadarı dış etkinin olduğunu yönündeki tartışmaya da asla ve asla girmez…Tartışmaya girdiği anda da tüm değer ve felsefesinin ters yüz edileceğini, rahatının kaçacağını çok iyi bilir… Statükoyu hakikate tercih ettiğinden her yönüyle katıdır.
Manuel akılda duygu ve hisler tamamen düzleştirilip, köreltilmemiştir. Bireylerin duygusal ve beyinsel sinirleri mevcuttur. Fakat bu duygusal ve beyinsel sinirler kendi doğal ve tabi mecrasından akmaz. Bireyse; duygusal ve beyinsel sinirlerinin var olduğunu, eylem ve söylemlerinde onu kullandığını görür, temas ettiği şeylerin sonuçlarını içselleştirir. Yanlış verilerden doğru sonuç çıkmaz. Kimi zaman bu durum olabildiğince açık kimi zamanda tesir ve etkinin derecesine göre olabildiğince kapalıdır. Manuel akılda bireyin durumu; başkasının yumurtası üzerinde kuluçkaya yatan deve kuşuna benzer! Deve kuşu kuluçka sonucu yumurtadan ne çıkarsa sahiplenir ve benimser! Oysa bazen deve kuşunun sahiplendiği yumurta bir timsah yavrusuna ait olabilir! Timsah yavrusu büyüdüğünde doğası gereği “manuel aklı kullanan” annesini?!” ham ettiğinde, ateşin her zaman yakıcı olduğunu/olacağı anlaşılır; ancak filmin bittikten sonra katilin ismini söylemek marifet değil, bilakis gülüç bir durumdur."

İlginçtir ki, bu tür insanlar, Sayın Kezer'in de belirttiği üzere, gerçek aşkı bilmedikleri, davranış ve tutumlarının kendileri dışındaki kişi ve faktörlerce yönetildiği hatırlatıldığında inanılmaz bir şekilde sert ve güçlü bir savunmaya geçmekte, dışsal süje ve objelerin ya da olayların etkisiyle yaptıklarını akıl almazcasına sahiplenmektedirler. Çünkü kendilerinin değil başkalarının, başka şeylerin istediği yönde davrandıklarını itiraf etmek, doğal olarak hiç de tercih etmeyecekleri, onur kırıcı ve kişiliksizliklerini gözler önüne serecek bir tutumdur.
Fakat daha da ilginç olanı, kendileri gibi olmadıkları için kaybettiklerinde, bir anda, rasyonelleştirilmiş, kendilerince mantıksal sakıncaları seyreltilmiş ve optimum noktada seyreden sui generis aşkları (!) aniden depreşmektedir. Kendileri ile başkalarının, kendileri dışındaki etkenlerin kurduğu bir cenderede sıkışmakta, tıpkı bir sarkaç gibi oradan oraya salınıp durmaktadırlar. Bunlar, hayatı şekillendirmektense, hayatın onları şekillendirmesini daha kolay bulmakta, kendi iradelerinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve onları yöneten olayları ısrarla savunmakta, sınırlı zamanlarda da olsa "kendileri oldukları" taktirde bundan büyük pişmanlık duymakta, duyguların kılavuzluğunda hareket etmenin pragmatist açıdan olumlu sonuçlar doğurmayacağını beyan edebilmekte, bu nedenle hissettiğin gibi olmayı, hissettiğin gibi davranmayı mantık bilimine özgü bir deyimle nitelemekte, "yanlış" diyebilmektedirler.
Bunların en büyük yanılgıları ise salt duygusal bir mevzu olan aşkın içerisine enjekte etmeye çalıştıkları mantık bilmini dahi pek iyi bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Zira temel mantık ve sosyoloji bilgisi olanlar kabul edecektir ki; olmayan şeyler mantıksal çıkarımlarla ya da normlarla yaratılmayacağı gibi, var olan şeyler de aynı şekilde yok edilemez. Başka bir anlatımla, "X var ise, X'in olmadığına ilişkin bir sonucu, hükmü ya da vargıyı içeren tüm önermeler yanlıştır."
Sonuç olarak, kişinin bir başkasına karşı hissettikleri, rasyonalite ya da başka ad altında mantıksal paradigmalarla budanmaya ya da yok edilmeye çalışılsa da, yapılan sadece bir kandırmacadan ibarettir. Çünkü, yukarıda bahsi geçen önermelerin sonucu olumsuz olsa da ("X ve Y'nin bir araya gelmesi mümkün değildir" gibi), kişinin iç dünyasından çıkmayan duyguları, bu önermenin yanlışlığını gene kendisi kanıtlarcasına, açığa vurmakta ve kısır döngünün olumlu aşamasına geçmektedir. Sonraki aşama ise; karşısındaki kişiden olumlu tepki alması durumunda, "karşılıklı ve doğal, içten gelen, katıksız aşk olarak adlandırılabilecek duyguların açığa çıkmasından rahatsız olup, yanlışlığını kendisinin de bildiği mantıken sakat önermelere sarılmak ve yine sonradan pişman olacağı davranışlarda bulunmak, hissettiğin gibi olmanın yanlışlığından dem vurmak" olacaktır. Karşısındaki insan bu döngüye son vermedikçe, tenis maçına da benzeyen bu garip olaylar sürüp gidecektir...